Önderlik ve şehitler partisi olmak, Önderlik ve şehitlere katılma ne anlama geliyor ve nasıl gerçekleşiyor? Tarih, insanlık, halk, Önderlik bizden devrimci görevleri, sorumlulukları başarmamızı istiyor. Biz de başarmak istiyoruz; zaten bunun için varız. Fakat nasıl başaracağımız konusu, önümüzde çözmemiz gereken temel bir sorun olarak duruyor. İstemek, bu işe güçlü başlamayı gerektiriyor. Yüzeysel, dar, dil ucuyla ifade edilen istek vardır, bir de benliğiyle bir şeyi gerçekleştirmeye kendini adayarak katma isteği vardır. İsteğimizi güçlendirmeye çalışıyoruz. Biz de bir istek var fakat düzeyi nasıl, kapsamı ve derinliği ne durumdadır, bu tartışılır vaziyettedir. Dolayısıyla aslında bu tartışmalarla tarihsel dersleri çıkartarak, istek zayıflığımızı gidermeye çalışıyoruz. Devrimci görev ve sorumlulukları başarma isteğimizi güçlendirmeye, derinleştirmeye ve somutlaştırmaya çalışıyoruz. İsteğimiz ne kadar güçlenirse başarı oranımız o kadar artacaktır. Çünkü; anlama ve uygulama kabiliyetimiz geliştikçe, kendimizi sorunların çözümüne, görevlerin gerçekleştirilmesine daha fazla adayacak, daha çok çaba harcayacak, daha derinden duyacak, anlayacak, daha çözümleyici yaklaşacağız. Bu da bizi görev ve sorumlulukların başarısına götürecektir. İnsan, istediğine derinden tutku düzeyinde bağlanırsa yapar, en azından yapmak istediğimiz devrimci görevleri yapar.
İnsan toplumsal bir varlık olarak özgür ve demokratik yaşamın yaratılması açısından gerekli her şeyi yapabilir. Yeter ki doğru ve derinden istesin, kendini bu amaçların gerçekleşmesine tutku düzeyinde katsın; o zaman her türlü soruna çözüm de bulur, her türlü zorluğu yenecek gücü de yaratır. Her türlü işi yapacak yolu da bulur, örgütü de yaratır, pratiği de yürütür. Demek ki doğru isteyebilmek önemlidir. Kuşkusuz onun da bilinç ve inançla bağı var. Yine irade ve iddia geliştirmeyle bağı var. Yoksa istek de kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Bilinç, inanç, irade; devrimci görevleri başarıyla yürütme isteğini, tutkusunu, ona doğru katılımı ortaya çıkartıyor, bu da görevleri doğru anlama, Önderlik ve parti gerçeğinin bilincine doğru ve derinden varma, bu hakikate doğru katılma ve başarıyla uygulama oluyor. Aslında ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi, bu temelde yürütülen bir mücadeledir. Doğru duruş ve etkin bir mücadeledir. Bu mücadele hem içte hem de dışta veriliyor. Öncelikle kişinin kendi içindeki geriliklere karşı mücadele yürütmesi gerekiyor. Kendi içimizde parti ve çizgi dışı dediğimiz geri düşman eğilimlerini açığa çıkartmak gerekiyor. Onların yerine devrimci, özgürlükçü, eşitlikçi, paylaşımcı, adil, demokratik olanları geçirmek gerekiyor. İç mücadele bu anlamda, ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesinin birinci halkasını oluşturuyor.
Parti içi mücadele ve yol-yöntem sorunlarımız
Parti mücadelesi sadece bir iç mücadele olarak tanımlanamaz; sadece bir bireyin kendi iç mücadelesiyle gerçekleşmez. Bir de bireyin kendi dışında yürüteceği mücadele gerçeği vardır. Parti içi mücadele kadar, partiye yöneltilen dıştan gelen saldırılara karşı mücadele de yürütülmesi gerekiyor. Bu mücadele, parti dışı düşman öğelerin parti içine sızmalarına, kaleyi içten fethetme anlamında partiye içten ideolojik-örgütsel-politik çizgisini saptırma anlamında yöneltilen saldırılara karşı bu tür eğilim, anlayış, tutum, davranış ve kişiliklere karşı mücadeleyi içeriyor. Dış gericiliğe karşı tümüyle baskıyı, sömürüyü, köleleştirmeyi, egemenliği ifade eden zihniyet ve siyasete karşı da mücadele etmeyi öngörüyor. Bunları yaptığımız ölçüde görev ve sorumlulukları daha doğru anlama ve daha güçlü başarma bilinci, iradesi, gücü kazanırız. Bu temelde görev ve sorumlulukları daha doğru uygularız. Tehlikeli, karşıt ve zarar verici olanları daha iyi görebiliriz. Onlara karşı mücadele etmek her bakımdan bireyi güçlendiriyor. Birey olarak, örgüt olarak büyük bir güç biriktirmek gerekiyor. Bu güçle pratik yapıyoruz. Siyasi-askeri mücadele olarak tanımladığımız tarihi görev ve sorumlulukları başarmakla yükümlü olduğumuz bu alan mücadelelerini, bu temelde başarıyoruz. Ne kadar ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesiyle güç biriktirirsek siyasi-askeri mücadelede o kadar başarı kazanıyoruz. İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesinde ne kadar zayıf ve yetersiz kalırsak siyasi ve askeri alanda da o kadar zayıf kalıyoruz. Gücü az, zayıf konumdaki bir yapının da güçlü siyaset yapması, savaş yürütmesi, zaferler kazanması mümkün değildir. O halde siyasi ve askeri mücadelelerde büyük başarılar kazanmak, görev ve sorumlulukların hepsini yerine getirmek, devrimi büyütmek istiyorsak bunun yolu ideolojik-örgütsel mücadeleyle güçlenmekten, düşmanı önce ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi alanında yenmekten geçmektedir. Önder Apo “Benim temel özelliğim, ideolojik-örgütsel çizgi savaşçılığımdır” derken bunu ifade etti, başarının sırrının böyle bir mücadelede saklı olduğunu ortaya koydu. Başka herhangi bir sırrı ya da güç kaynağı yoktur. Önderliği bu konuda doğru anlamak lazım.
Önderlik esas olarak ideolojik-örgütsel çizgi savaşçılığına dayanıyor. Siyasi-askeri mücadeledeki başarılarını gücünü o mücadeleden alıyor. Başarının güç kaynağı ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi oluyor. Demek ki bunsuz başarı elde edemeyiz. İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütmeden siyasi-askeri mücadelede başarı elde edemeyiz.
İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütmeden siyasi-askeri başarılar, zaferler kazanalım demek mümkün değildir. Bu diyalektiğe terstir, toplumsallığın hakikatine aykırıdır. Başarmanın yolu da, ideolojik-örgütsel çizgi savaşımından, bütün çizgi dışı, Önderlik ve parti dışı duygu, ruh hali, zihniyet, anlayış, davranışlara karşı Önderlik ve şehitler çizgisinde mücadeleden geçmektedir.
Sınıf ve cins mücadelesinin bu temelde geliştirilmesi, her görevi başaracak temel güç kaynağının böyle bir mücadeleyle ortaya çıkartılması gerektiği açıktır.
Sonuç alıcılık, çözüm gücü haline gelmekten, çözümleyici olmaktan, çözüm üretebilmekten geçiyor. Başka bir biçimde istenene ulaşamayız. Genel parti çözümünü derinlikli ortaya çıkartamazsak tabii ki bireysel çözümümüzü de geliştiremeyiz. Geneli çözmeden, anlamadan hemen kendini çözme istemi bir sapmadır, aşırı bir indirgemeciliktir, tehlikelidir, kendini merkez yerine koymak, her şeyin başlangıcı yapmak gibi bir durumu ifade eder. Genellemeci, yüzeysel olmamalıyız, bunun tersi olarak da aşırı daraltan, bireycileştiren, indirgeyen durumda da olmamalıyız. Her iki anlayış da yanlıştır. Bu yanlışlıklardan kaçınmamız lazım. Demek ki yöntem de önemlidir. Anlama ve çözümlemede içerik kadar yöntemin de doğru tutturulabilmesi gerekiyor. Çünkü; yöntemi doğru tutturamazsak ne kadar anlam geliştirmeye çalışırsak çalışalım başarılı sonuç alamayız, sonuç üretemeyiz. Bu nedenle çözüm üretmenin yöntemleri üzerinde yeterince durmak ve yoğunlaşmak gerekiyor. Bu çerçevede parti dışı ruh hali, duygu ve düşüncenin partiye dayatılması, yansıtılması ve buradan çıkan tutum davranışları, parti dışılıklar, bireycilik, maddiyatçılık, keyfiyet, revizyonizm, oportünizm olarak tanımladık. Bunların daha derin aktifleşmiş biçimlerini tasfiyecilik olarak tanımlıyoruz. Tasfiyeciliğin ortaya çıkardığı sonuca ise ihanet diyoruz.
İhanet, Önderlik ve şehitler hakikatinin inkâr edilmesidir
En çok kullandığımız kavramlardan biri de tasfiyeciliktir. En genel tanımıyla tasfiyecilik inkârcılık demektir. Neyin inkârı? Hakikatin inkârı, gerçeğin inkârı, değerlerin inkârı. Partileşme açısından, parti mücadelesi açısından ise parti gerçeğinin inkârı anlamına geliyor. Dolayısıyla partiyi var eden Önderlik ve şehitler hakikatinin inkâr edilmesi, ondan kopulması anlamını taşıyor. Onunla ters bir konuma düşülmesini ifade ediyor. Parti hakikatinden, Önderlik gerçeğinden kopmak, onu inkâr eden, reddeden, yadsıyan konumda olmak, tümüyle kopmak anlamına geliyor; o gerçeklikten, hakikatten uzaklaşmayı ifade ediyor, buna da zaten ihanet diyoruz. Gizli ya da açık, gerçekleşme biçimi nasıl olursa olsun ihanet ihanettir. Hakikatten kopmayı, uzaklaşmayı, onunla karşıtlaşmayı ifade ediyor. Dolayısıyla tasfiyecilik ihanet olarak ortaya çıkıyor.
İnkârcılık ve tasfiyecilik; özellikle bir toplumsal harekette, siyasi-ideolojik harekette çok boyutludur. Salt bir pratik duruş, kaçış, fiili bir durum olarak görmemek lazım; inkârın duygusal boyutu var, ruhsal boyutu var, düşünsel boyutu var, fiili boyutu var. Fatma, “Önderlikle ruhsal dünyamız bir değil” derken, bir inkârcılığı yaşıyordu, tasfiyeci konumdaydı, ona karşı Kemal Pir, “Önder Apo’nun ruhu hepimizin ruhudur” derken Önderliği doğru anlama ve Önderliğe doğru katılmayı ortaya koyuyordu. Demek ki tasfiyeciliği sadece böyle gözle görülen, elle tutulan fiili bir durum olarak görmemek lazım. O duruma geliş, kaçış oluyor, doğrudan kopuş ve ihanet oluyor. Ama inkâr sadece o düzeyle ortaya çıkmıyor. O son halkası oluyor. Oraya gelmeden önce içten içe yaşanan bir durum olarak da ortaya çıkıyor. Çok fazla ruhsal, duygusal, düşünsel gerçekliği içeriyor; işin bu boyutu çok daha önemlidir. Tartışıp bir olguyu çözümlemek, değerlendirmek istiyorsak bütün boyutlarıyla bakmamız, ele almamız gerekiyor. O açıdan sadece görüneni ele alırsak dar ve yüzeysel kalırız. Görünmeyenleri de açığa çıkartmak önemlidir.
Duyguların karışmasından söz edebiliyoruz. Çok ilginçti; eskiden bazı arkadaşlar, ‘Ne kadar kendimi zorlasam da olumlayamıyorum’ diyebiliyorlardı. Bir arkadaş, ‘…bunu çözemezsem ihanet edeceğimden korkuyorum’ diyordu. İnkârcılığın ruhsal, duygusal, düşünsel boyutlarının çözümlenmesi, anlaşılması çok çok önemlidir. Önderlik ve parti gerçeğine doğru katılımın duygusal, ruhsal, düşünsel boyutlarının olduğunu, fiziki katılımdan daha önce ve esas olanın bunlar olduğunu iyi bilmemiz gerekir. Böyle ele aldığımızda çok daha net görebiliyoruz. Demek ki, katılımın bu boyutları üzerinde dururken, söylenenler söz olsun diye söylenmiyor. Sadece bir yol gösterme de değil, doğruya ulaşmanın bir gereğidir. Böyle anlamamız ve buna göre de yaklaşmamamız lazım. Bu temelde; bir şeyi benimsiyor, doğru buluyor ve katılmak istiyorsak bütün bu özellikleri göz önüne getirerek, esas alarak, kendimizi bütün boyutlarda katarak o gerçekliğe, hakikate katılmayı esas almalıyız. Doğru anlayan, başarıyla uygulayan hale gelmeliyiz. İnsan-ı kamil nedir? Bir şeye doğru katılabilmek anlamına geliyor. Yaşam hakikatine doğru katılabilmek anlamına geliyor. Dolayısıyla doğru duyan, doğru düşünen ve doğru yapan olmanın yolu budur. Yoksa çok bilgi edinmek, gece gündüz çalışmak demek değildir; o bilgiler ve ezberlerle hiçbir yere gidemeyiz. O bilgi ve ezberler yaşamda ve mücadelede önümüzü aydınlatmaz, bizi karar gücü, irade gücü haline getiremez. Tersine, çoğu zaman kafamızı karıştırır, kararlılığımızı muğlaklaştırır, ikircikli kılabilir. O halde doğruyu neyle buluyoruz? Hakikate doğru katılımla. Doğru katılımın da sadece birkaç ideolojik-siyasi amaçta, ilkede, eylemde birlik olmadığını, sadece tüzük birliği olmadığını, tam tersine ruhsal, duygusal, düşünsel, pratik tüm boyutlarda birlik olmayı, katılmayı, Önderlik ve parti gerçeğini bu temelde özümsemeyi, benimsemeyi içerdiğini görüyoruz. Bu, çok açık bir durumdur. Tasfiyecilik de aslında bütün parti dışı, çizgi dışı tutum ve davranışlar ve anlayışlardan, bu tarz katılım sorunlarından kaynaklanıyor. Duygu, ruh, düşüncede Önderlik ve parti hakikatiyle tam bütünleşmemeye, yanlış anlayışlara, parti dışı tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden oluyor. Kaynağını buradan alıyor. Parçalı duruşlar, kopuk yürüyüşler, doğru düşünce ve karar üretememe, eylem gücündeki zayıflıkların kaynağıdır.
Önderlik, rahatsızlıklar ortaya çıktığında, “Zihinseldir, ideolojiktir” diyordu. Çok rahatsızlık duymanın, güçsüz hale gelmenin kaynağı da kesinlikle zihinseldir, ideolojiktir. Moral düzeyi, coşku, heyecan kuşkusuz her şeyi belirleyemez ama fizik üzerinde etkilidir. Moralin, coşkunun kaynağı, Önderlik ve parti gerçeğine bütünlüklü, derinlikli katılımdır.
Tutku düzeyinde, duyguyla Önderlik ve şehitler gerçeğine katılamayan birisi zaten Apocu militan olamaz. Doğru duygusallıkla katılmanın her türlü bilincin kaynağı olduğu çok açıktır. O nedenle ‘duygularımla katıldım’ demek, eğer doğru temelde olabilmişse çok iyidir. Öyle çok kötü görmemek lazım. Çarpıklıklar ve sahtelik varsa onu eleştirmek gerekiyor. Yoksa Önderlik hakikatiyle duygu düzeyinde bütünleşmekten daha güzel bir şey olamaz. Ondan daha çok güçlendirici bir durum söz konusu olamaz.
İnkârın duygusal, ruhsal, düşünsel boyutlarını iyi anlamamız lazım
Dikkat edilirse inkârcılık, esas olarak tasfiyecilik bütün parti dışılıkların kaynağını ifade ediyor. İnkâr; bütünleşememe, ret, kopuş, kendinde ısrar, kendini aşıp bir başka hakikatle kendini yeniden yaratma gücü gösterememe, bunun ruhsal, duygusal, düşünsel gerçeğine ve iradi gücüne ulaşamama durumunu ortaya çıkartıyor. Tasfiyeciliği, inkârcılığı anlamalıyız. Katılım sorunları denen sorunların gerçeğinde inkârcılığın varlığını görmemiz çok önemlidir. Hz. İsa tutuklanmadan önce havarilerine, “Herkesten önce siz beni inkâr edeceksiniz, inkârcı olacağınız gözlerinizden okunuyor” diyor. Niye? Kendisini yalnızlaştıran, kendisiyle bütünleşemeyen, mücadelede yalnız bırakan duruşlarını görüyor.
İnkârın duygusal, ruhsal, düşünsel boyutlarını iyi anlamamız lazım. Dolayısıyla katılımın bu boyutlarını doğru anlamak gerekiyor. Katılamama, Önderlik ve parti hakikatiyle bütünleşememe, kendinde ısrar, kendini kapatma, açık olamama dolayısıyla kendini değiştirip-dönüştürüp katamama durumları yaşanıyor.
Mücadelesiz insan, gerçekliğe ulaşamaz. Birey kendini açık tutmazsa ne kadar mücadele etmeye çalışırsa çalışsın, yine de kendini katamaz, hedefe ulaşamaz. O nedenle açıklık, olmazsa olmaz kabilinden bir ilkedir. Önderlik ve parti karşısında her türlü kapalılığı, savunmayı ortadan kaldıran bir açıklık olmalıdır. Tanrıya yakarırken ‘tüm benliğimle sana geliyorum’ deniliyor. Önderliğe ve partiye gerçekten öyle gelmek lazım. Bunu çok idealize edilmiş sözler gibi de görmemek lazım. Doğru olan budur. İşin hakikati böyledir. Bunu bilmek ve buna inanmak gerekiyor. Tüm benliğiyle gelen bir açıklığa sahip olmak lazım. Bir de mücadele etmek gereklidir. Böyle bir açıklık ve mücadeleyle sorunlar çözülebilir mi, evet çözülebilir. Böyle olursa zayıflıklar giderilebilir mi, evet giderilebilir. ‘İhanet edeceğimden korkuyorum’ duygusuna, ruh haline kapılan yaklaşımlar düzeltilebilir. İnsan onları kırıp aşarak ruh ve duygu dünyasını büyük bir açıklık ve çabayla düzelterek Önderliğe, partiye gereken düzeyde katılabilir. İşleri coşkuyla ve büyük başarıyla yürüten militan haline gelebilir. Parti ve mücadele tarihimiz bu tür olayların sayısız örnekleriyle doludur. O nedenle de korkmamak, çözüm olacağına, başarılacağına inanmak lazım. Ama doğru tutum ve etkin mücadelenin de gerekli olduğunu bilmemiz lazım. Onun için sürekli duygu, ruh, düşünce dünyasının zenginleştirilmesinden, düzeltilmesinden, eğitilmesinden söz ediyoruz. Partileşme tartışmalarını yürütürken bunları ifade ediyor, bunlara dayanıyoruz. Pratik duruştaki hata ve eksiklikleri eleştirirken çözümün kaynakta düzeltmeyle gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyoruz. Dolayısıyla gerçekten anlayarak, bilerek, büyük bir açıklıkla, istekle, çabayla, duygu, ruh, düşünce, davranış dünyamızı değiştirmeye çalışmak, Önderlik ve parti hakikatine bu temelde katılabilmek için sürekli bir mücadele içinde olmak gerekiyor. Militanlaşmak ve partileşmek, böyle bir mücadeleyi bu düzeyde ve sürekli yürütmek demektir.
Önder Apo, “PKK’li olmak her gün yeni başlangıçlar yapabilmek demektir” dedi
Hakikate ulaşmak, doğru yöntemle sürekli mücadele eder konuma gelmek demektir. Yoksa bir seferde hakikate ulaştım, gerçekleştim bitti, gibi bir durum da yoktur. Bu, sürekli bir mücadele hali, sürekli yeniden yeniden gerçekleşme halidir. Önder Apo, “PKK’li olmak her gün yeni başlangıçlar yapabilmek demektir” dedi. PKK’li olmak her gün, her an kendini yenilemeyi, yeniden gerçekleştirmeyi, hakikate yeniden yeniden katılım sağlamak için sürekli mücadele halinde olmayı gerektiriyor.
‘Kırılma’ diyoruz, bu ‘kırılma’ kavramı tehlikeli bir kavramdır. Düşünceyle bağlı olduğu kadar ruh ve duygu dünyasıyla da bağlantısı vardır. Neyimiz kırılıyor, nereden kırılıyoruz? Konuşurken o kırılmaların Önderlik ve parti gerçeğine inanç zayıflaması olduğunu düşünüyor muyuz? Ama o anlama geldiğini bilmemiz lazım.
Umutsuzluk, güvensizlik, inançsızlık, sevmeme, kuşku duyma, tereddüt, ikircikli duruş; bütün bunların hepsi katılımla, katılamamakla da ilgilidir. Bunlar tasfiyecilik dediğimiz inkârcılığın ortaya çıkış biçimleridir. İhanet onun artık gözle görünen halidir. Tasfiyecilik ve inkârcılık ihanet haline gelmemişse o gizlidir, karışıktır; orayı görmek zordur. Herkes göremez ancak Önderlik hakikatine ulaşanlar, o hakikati temsil edenler görebilir. Hakikat, Önderlik gerçeği olduğuna göre Önderlik herkesin ne olduğunu, içten içe ne yaşadığını görüyor ve biliyordu. Onun için Önderlik bu kadar derin ve doğru değerlendirme yapıyor, yaşananları görüyor. ‘Parti görür’ diyoruz; işte parti bu temelde görüyor. Önderlik, gören ve bilen haline bu temelde ulaşıyor. Sadece dışta görünenlerle yetinmiyor, duygu, ruh, düşünce dünyasında neler yaşandığını da hissediyor. Çünkü o, hakikati temsil ediyor. Kişinin en çok ihtiyaç duyduğu şeyleri söyleyebiliyor. Eleştirileri, çözümlemeleri en gerekli yerde yapıyor ve çözüm üretiyor. Sahtelikleri herkesten önce görüp mücadele ediyor. Onları aştırma, doğruya çekme mücadelesi yürütebiliyor eğitici, değiştirici, dönüştürücü olabiliyor. Sahte olanı erkenden gören, uyaran, eleştiren, açığa çıkartan ve mücadele eden oluyor. Böyle ele alırsak, o zaman Önderlik ve parti dışı eğilimlere karşı ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütememeyi, tasfiyeciliği anlamamayı, görememeyi, tasfiyeciliğe karşı mücadele edememeyi neyle yorumlayacağız? Önderlik hakikatine doğru katılmamayla yorumlayacağız. Pratikte çokça, ‘anlayamadık, göremedik, mücadele edemedik’ kelimelerini kullanıyoruz. Bazen ‘niye kadrolar bu tasfiyeciliği göremediler, mücadele edemediler?’ diye soruluyor. Bütün bu sorulara bu temelde cevap vermiş oluyoruz.
Kendimiz mücadeleyi yaşadığımız halde yönlendiremiyoruz. Halbuki yönlendirir konumda olmamız lazım. Başarılı olabilmek, tehlikeleri önleyebilmek için bu gereklidir. Tasfiyeciliği anlayamama, parti dışı eğilimleri görememe, yeterli ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi yürütememe kaynağını buradan alıyor. halde gördüğümüz bütün bu durumlar aslında bizim kendi gerçeğimizi ortaya koyuyor, aynamız oluyor. O aynada kendi gerçeğimizi net görüp ona göre bir düzeltme, değişim yaratmamız lazım. Sonuçta maddi olarak, pratik olarak ortaya çıkmış şeyleri görmüş olmak bile doğru yaklaşılırsa iyidir; kaynağını gören militan, iç mücadeleyi geliştirebilir, kendisini değişime-dönüşüme uğratabilir. Ama pratikte gerçekleşeni hiç görmez, ciddi bir biçimde hesaba katmazsa ya da burada kendisinin yaşadığı zayıflıkları çok dikkate almaz kaynağına, nedenlerine inmezse, kendinde de değişim ve gelişme yaratamaz, tehlikeleri aşamaz, parti dışı anlayış ve tutumlara karşı, tasfiyeciliğe karşı gerekli mücadeleyi yürütemez.
Lenin, inkârcılık için, “Küçük burjuva eğilimi” tanımını getiriyor. “Tarihsel oluşumuyla bağı var, aydın eğilimidir” diyor. Rusya’daki açığa çıkış biçimini daha çok küçük burjuva aydın eğilimi olarak ortaya koyuyor, temel kaynağını “nihilizm” olarak tarif ediyor. “Rus aydını inkârcıdır, nihilisttir” diyor. Nihilizm de inkârcılıktır. Onun için devrimci harekette tasfiyeciliğin kaynağı bunlar oluyor.
Küçük burjuvaziyi bir anlayış siyasi bir çizgi olarak görmemek gerekir
Küçük burjuvaziye, ara kesim, orta kesim deniliyor. Küçük burjuvalığın maddi ölçüleri çok yoktur. Bazen tanımlanıyor ama aşırı materyalist yaklaşımlarla küçük burjuvalık da bir maddi sınıf ya da kesimmiş gibi ifade edilmeye çalışılıyor.
Daha çok küçük burjuvalığı bir anlayış, ideolojik, felsefi, örgütsel, siyasi çizgi hali olarak görmek lazım. Dolayısıyla çok köksüz, omurgasız, kaypak, her yöne kayan, her şeyden biraz etkilenen, her şeye ilgi duyan, hiçbir şeyi tam olarak yapmayan özelliklerle temsil oluyor. İnkârcılık da buraya dayanıyor. Böyle bir var oluşun, ruhsal, duygusal düşünsel gerçekliğine dayanıyor. Öyle tanımlamak her halde yanlış değildir.
Eğer böyle tanımlarsak Kürdistan’ı ele aldığımızda bunu çok daha fazla somutlaştırabiliriz.
Kürdistan’da eski geleneksel toplumsal yapının orta kesimleri biliniyor. Esnaf vb kesimler biraz daha toplum gerçeğine yakınlar, toplumun ara kesimini ifade ediyorlar ama küçük burjuvazi olarak da tanımlanıyorlar. Bir de sömürgeci-soykırımcı egemenlik altında ortaya çıkartılmış küçük burjuvalık var. Önderlik buna, “Özümsenmiş küçük burjuvalık” dedi. Yani bozulmuş, başkalaştırılmış, kültürel soykırımdan geçirilmiş, asimile edilmiş, zihniyet, duygu, düşünce olarak kendi gerçeğinden, toplumsal hakikatinden, ulusal hakikatinden kopartılmış, kelimenin tam anlamıyla köleleştirilmiş, başkalaştırılmış, başkasına hizmet eden hale gelmiş demektir. Önderlik sömürgeci-soykırımcı egemenlik altında ortaya çıkartılan küçük burjuvaziyi böyle tanımladı, başka toplumlardaki orta sınıfa, küçük burjuvaziye benzemediğini söyledi. Onun üzerine “Devrimci mücadelede küçük-burjuvazi ve küçük-burjuvazinin Kürdistan’daki rolü üzerine” isimli kitabı yazdı. Ayrıca daha derinden çözümlemek durumunda kaldı. Bütün bu belirttiğimiz özellikler ne anlama geliyor? Kürdistan’da küçük burjuvazi esnaf kesimi değil, sömürgeci kapitalizmin, sömürgeci-soykırımcı egemenliğin ortaya çıkardığı, biraz da kendini aydınlatmış sayan, ‘Kürt aydını’ denen kesimleri de içine alıyor.
Kürtçe konuşmaları, Kürtlükten söz etmelerine Önderlik, “Sahtedir, hep sömürüden pay almak için bir tehdittir ama özünde ruhuna kadar her şeyiyle sömürgeci-soykırımcı zihniyete, siyasete köle olmuş, bağlanmış, onunla bütünleşmiş, onun tarafından özümsenmiş bir duyguyu, ruh halini, düşünce durumunu yaşıyor” dedi. Dolayısıyla böyle bir toplumsal kesim ortaya çıkartılmıştır. Zaten Kürtlere dayatılan sömürgeci-soykırımcı egemenliğin temel amacı budur. Sömürgeci-soykırımcı düşman bu sınıfı bir anlayış olarak geliştirdikçe kültürel soykırımı başarıya götürmüş, güçlendirmiş oluyor, soykırımda sonuç alıyor. Kürtlere uygulanan soykırım Ermeni toplumuna ve diğer topluluklara uygulanan soykırımlar gibi değildir. Toprağından sürüp toprağını almıyor, kafasını kesip varlığına el koymuyor. Kendini inkâr etmesini dayatıyor, bununla da Kürtlüğü inkâr ettirerek Türkleştiriyor. Türk ulusal gelişiminin, yayılımının bir hammaddesi yapıyor.
Kültürel soykırım 24 saat topyekûn saldırı demektir
Zindanda 12 Eylül darbesinin tutuklulara dayattığı itirafçılık, kendi gerçeğinin her boyutta inkâr ettirilmesiydi. Adına itirafçılık dedik, o inkâr ettirmeydi. Aslında zindandaki kendini inkâr dayatması çok daha hızlı, çok daha yoğunlaşmış haliydi. Kafese konmuş bir varlığa hızla gerçekleştirilmek üzere dayatılandı. O bakımdan daha somut ve anlaşılabilirdir. Aslında Kürdistan’da uygulanan sömürgeci-soykırımcı egemenliğin bütün Kürt toplumuna neyi dayattığını çok daha iyi anlayabilmek için zindandaki uygulamalara bakmak gerekiyor. Bugün İmralı’ya dayatılan da aynısıdır. Topluma dayatılan hali daha geniş, daha uzun vadelidir. Görülmesi, anlaşılması daha zordur ama bir laboratuvar gibi Diyarbakır Zindanı daha somuttu. Oraya bakarak Kürdistan’da uygulanan sömürgeci-soykırımcı saldırının ne anlama geldiğini, Kürt toplumuna neyin dayattığını görebiliriz.
Kürt toplumuna dayatılan soykırım kendini inkâr etme dayatmasıdır. Kültürel soykırımdır. Asimilasyon kendini zihniyet, duygu, düşünce, ruh, dil, kültür, tarih, ahlak, tüm tarihsel toplum varlığı olarak inkâr edip bir başkasına dönüştürmeyi içeriyor; kültürel soykırım dayatmasının esası budur. O halde inkârcılığın kökleri Kürdistan’da güçlüdür denilebilir. Kürt toplumuna dayatılan sömürgeci-soykırımın esası, insanları kendi gerçeğinden koparma, inkâr etmedir ki böyle olunca buna karşı mücadelede tasfiyeciliğin ortaya çıkması, inkârcılığın bu kadar kolay ve çok gelişmesi gayet anlaşılırdır, dayanağının sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset olduğunu, bu dayatmanın özümsettiği insan duruşunun küçük burjuvalaşma olduğunu rahatlıkla görüyoruz.
‘Niye bu kadar çok tafiyecilik, ihanet çıkıyor?’ diye bazen hayıflanılıyor.‘Her dönemde niye ortaya çıkıyor?’ deniliyor. Çünkü mücadele devam ediyor; buradan baktığımızda bu sorunun cevabı gayet açık ve anlaşılırdır. Zaten böyle bir dayatma var; Kürdistan’da uygulanan sömürgeciliğin, soykırımcılığın esası budur. Bu kadar çok olması, parti içerisinde de bu kadar çok ortaya çıkması sömürgeci-soykırımcı saldırıların etkili olduğunu gösteriyor. Toplum üzerinde, birey üzerinde etkisini ne kadar çok geliştirdiğini ne kadar insanları kendi gerçeğinden uzaklaştırdığını ne kadar fazla kültürel soykırımın etkisi altına almış olduğunu ortaya koyuyor. O nedenle özgürlük mücadelesi, devrimci mücadele daha çok bu çizgiye yöneliyor. Bu nedenle Önder Apo, “Bizim devrimimizin esası kişilik devrimidir, zihniyet ve vicdan devrimidir” dedi. Bunun için devrimci çalışmanın merkezine kişilik çözümlemelerini koydu, siyasi ve askeri pratikleri de kişilik çözümlemeleriyle değerlendirdi.
Tasfiyeciliğe karşı ideolojik-örgütsel mücadeleyi esas almak önemli
Kişilik sorunları ortaya çıkıyor; çünkü kişilik çarpıtılmış, kendi gerçeğinden uzaklaştırılmıştır. Kendi gerçeğini inkâr eder ve başkasını yaşar hale getirilmiştir. Her fırsatta o ruh, duygu, düşünce, davranış etkileri zuhur ediyor, hortluyor. Sömürgeci-soykırımcı saldırılar günün 24 saatinde özgürlük mücadelesi yürüten güçlere, Kürt yurtseverliğine bu temelde saldırıyor. Kültürel soykırım 24 saat topyekûn saldırı demektir. Böyle bir saldırı altında bulunuluyor. Özgürlük devrimi esas olarak böyle bir kültürel soykırım saldırısına karşı mücadele olarak ortaya çıkmıştır. Siyasi-askeri alanda bu mücadelenin dönüştürülmesi ancak kültürel düzeyde, ideolojik-örgütsel düzeyde mücadele yürütülüp başarı kazanıldıkça gelişebiliyor.
Bir de parti içerisinde niye bu kadar çok parti dışılıklar yaşanıyor, niye bu kadar tasfiyecilik, ihanet ortaya çıkıyor? Bütün bu sorulara cevap veriyoruz, öyle ki Avrupa ve Türkiye’de bazı polis şefleri PKK üzerine yaptıkları araştırmada ‘PKK’ye karşı mücadele etmeye gerek yok, zaten kendi içinde kendisini bitirmek üzeredir’ diyorlar. Yaşanan iç mücadeleye bakınca öyle sanıyorlar; birçoğunun aklı bile almıyor. Onların zihniyetine göre bu kadar kendi içinde mücadele yürüten bir örgüt nasıl var oluyor, bu kadar karışıklık ve mücadele nasıl örgütü darmadağın etmiyor. Oysa PKK o mücadeleyi doğru yöntemle, Önderlik yöntemiyle yürüttükçe gelişme sağlıyor, kazanıyor ve başarıyor. Birçoğu bunu göremiyor ve anlayamıyor. Avrupa’da “kendiliğinden zaten dağılır, PKK’ye karşı hiç mücadele etmeye gerek yok” diyorlardı, böyle tartışmalar da vardı. “Kendi içinde bu kadar çatışmalı ve kavgalı bir örgüt ilk defa gördük” diyorlardı. Bu tarzda üstlerine rapor veren PKK araştırmacıları, PKK’ye karşı mücadele edenler de vardı.
Yaşadıklarımız bu düzeydedir. Tasfiyeciliğe karşı genelde ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi açısından bu hususları ele almak, değerlendirmek, derinleşmek, bunlar üzerinde yoğunlaşmak önemlidir.
Belli ki üzerinde yoğunlaşmamız, derinleşmemiz gereken önemli hususlar var. Doğru anlamamız gereken hususlar var. Bütün bunları değerlendirmemizin nedeni daha güçlü mücadele etmek içindir. Doğal görüp mevcut duruma teslim olmak için değil, olumsuzlukların, kötülüklerin, yanlışlıkların, gericiliklerin kaynağını görüp onlara karşı içimizde ve dışımızda aktif mücadele edebilmek, kişilik devrimimizi, Önderlik ve parti gerçeğine doğru katılımımızı bu temelde geliştirebilmek içindir. Bilince çıkaramazsak, anlam derinliğini geliştiremezsek güçlü mücadele edemeyiz. Mücadelemiz yüzeysel kalır, dar kalır, başarılı olamayız. Diğer yandan yoğunlaşmaları, derinleşmeleri mücadeleyle birleştiremezsek o zaman kanıksama gibi, meşrulaştırma gibi bir durum ortaya çıkar ki, o da tehlikeli olur. Bizi var olan duruma teslim olmaya götürür. O nedenle bu konular üzerinde hem daha çok derinleşeceğiz, yoğunlaşacağız hem de mücadele edeceğiz, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı esas mücadeleyi burada yoğunlaştıracağız. Devrimi önce zihniyette geliştireceğiz, zafere ulaştıracağız, gelişmeyi burada yaratacağız, sonra bu sonuçları siyasi-askeri pratiğe aktaracak, o zaman siyasi-askeri alanda, toplumsal çalışmanın her alanında başarılı olacağız. Bunları bu biçimde görüp anlamamızda büyük yarar var. Kendimizi değişime-dönüşüme uğratmamız, eğitebilmemizin yol ve yöntemleri bunlardır. Bu konularda derinleştikçe ve mücadele yürütür hale geldikçe belli ki kendimizi çözümleyeceğiz, hata ve eksikliklerimizin kaynaklarını kurutacağız, kendimizi doğru katılır ve başarılı pratik yapar hale getireceğiz.