Batı Kürdistan halkımız Suriye’de sömürgecilik politikasının ve inkarın ortadan kaldırılması, Kürt halkının doğal ulusal haklarının tanınması, Suriye’de yaşayan tüm halkların bir arada özgür demokratik birlik temelinde eşitçe yaşaması için uzun yıllardır mücadele yürütmüş ve büyük bedeller vermiştir. Bu mücadele, özellikle 2011 yılının başından itibaren cereyan eden gelişmelerin ortaya çıkardığı koşullar ve zeminle birlikte daha da güçlenme imkanı bulmuştur. Görüyoruz ki, tarihten ders çıkaran bu parçadaki Kürt siyaseti, bu gelişmeleri en doğru bir biçimde değerlendirerek hem Kürt sorununun çözümü açısından hem Suriye’nin demokratikleşmesi açısından çözüm projesini ortaya koymuş, politika belirlemiş ve bu doğrultuda doğru ve yerinde adımlar atmıştır.
Bu aşamada, tüm Kürt örgütlerinin kendi aralarında birlik oluşturmalarını Suriye Kürtleri adına hareket edecek bir yüksek heyetin inisiyatifinde ortaklaşmaları çok önemli ve değerli bir karar olmuştur. Bundan böyle yaşanacak tüm gelişmelerin bütün Kürt kesimlerini temsil eden yüksek heyetin inisiyatifinde yürütülmesi ve sürecin yönlendirilmesi çözümleyici olacaktır.
Biz hareket olarak; bu parçada yaşanacak gelişmelerin herhangi bir parti ya da örgüt adına değil; halkımızın ortak ulusal iradesini temsil etme konumunda bulunan Kürt Yüksek Heyeti’nin ve ona bağlı oluşturulacak sistemi doğru buluyor, bu sistemin hayata geçmesi temelinde halkımızın bu parçadaki özgürlük mücadelesini destekliyoruz. Batı Kürdistan’daki tüm halkımızı bu birlik etrafında birleşmeye ve kenetlenmeye çağırıyoruz. Yine, Suriye’nin demokratik birliğinden ve halkların özgürlüğünden yana olan tüm kesimleri ve çevreleri Kürt halkının bu parçada ortaya çıkardığı ulusal iradeye saygı duymaya ve tanımaya çağırıyoruz.
Suriye’de bulunan tüm Kürt partilerinin programı, ne başka bir parçayla birleşme ne de ayrılma gibi bir hedef taşımamaktadır. Buradaki Kürt halkı, Suriye’nin demokratik birliği çerçevesinde kendi doğal haklarını almayı talep etmektedir. Kürt halkı, birlikte yaşadığı Arap, Dürzi, Asuri, Ermeni, alevi ve farklı inançlara sahip olan kesimlerle demokratik, eşit ve özgür yaşamın tesisini her koşul altında savunmuştur. Halkların kardeşliği ve demokratik Suriye’nin birliği içerisinde özgürlüğüne kavuşma biçimindeki amaçlarını her vesileyle ifade eden Kürt siyasi temsilcileri, bunun bir stratejik yaklaşım olduğunu vurgulamışlardır.
Bu gerçeğe rağmen özellikle Türk basınının ve değişik siyasi çevrelerin Suriye’deki Kürtlerin kendi haklarına ulaşma mücadelesini çarpıtarak hedef göstermesi Kürt halkına karşı şartlanmış düşmanlığın bir sonucudur. Suriye’deki halkımızın iradesi üzerinde kuşku ve muğlaklık yaratma amaçlı aslı astarı olmayan bir takım iddiaların ortaya atılması maksatlı ve kötü emellidir. Hareketimizin siyasi ve askeri kadrosu Suriye’de bulunmamaktadır. Kürt ulusal birliğinin sağlanmasını ve haklarını elde etmesini tehlikeli görenler, Suriye’nin parçalanmasından, etnik ve mezhepsel çatışmalardan, iç savaştan medet uman hegemonyacı anlayış sahipleridir.
Suriye’de herkes adım adım kendi belde ve şehirlerinin yönetimine el koyarken, doğal olarak bazı Kürt yerleşim yerlerinde de buradaki halkımızın ortak iradesiyle kendi yönetimlerini kurma yönündeki girişimlerini telaşla karşılayanlar halkların özgürlüğünden korkan kesimlerdir. Eğer Suriye toplumu özgürleşiyorsa elbette Kürtler de özgürleşecektir. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Bunun karşısında yapılması gereken tüm Suriye halklarının ve buradaki Kürt toplumunun özgür iradesine saygı duymaktır.
Biz hareket olarak, halkımızın bu parçada kurduğu birliğin arkasında olduğumuzu, Suriye’nin birliği, bütünlüğü ve demokratik özgür yaşamı çerçevesinde Kürt halkının haklarına kavuşması için verdiği mücadeleyi desteklediğimizi belirtiyoruz. Başta tüm Kürdistan parçaları olmak üzere ve tüm demokratik çevrelerin de Ortadoğu’da halkların kardeşliği, barışı, eşit ve özgür geleceğinin tesisi için gereken destek ve dayanışma içinde olmalarını tarihi bir sorumluluk olarak görüyoruz.
24 Temmuz 2012
İçinden geçtiğimiz süreç, Ortadoğu’nun, dünyanın ve özelde de Kürt halkının geleceği açısından çok önemli bir tarihi süreç olma özelliğine sahiptir. İradesi ipotek altına alınan, demokrasi ve özgürlüklerden mahrum bırakılan bölge halklarının gelişen özgürlük mücadelesi bugün önemli bir düzeyi yakalamış bulunmaktadır. Bu temelde kıyasıya sürdürülen mücadelede bölgenin yeniden şekilleneceği açıktır. 89. yılını geride bıraktığımız Lozan Anlaşması’yla düzenlenen bölgedeki mevcut sistemden en çok zarar gören halk, Kürdistan halkı olmuştur. Çünkü bölgenin en eski halklarından birisi olmasına rağmen bu anlaşmayla Kürt halkı tümüyle inkar edilmiş ve Kürdistan dört parçaya bölünerek yok sayılmıştır. Kürt halkına yapılan bu büyük haksızlıkla birlikte o tarihten bu yana dört parçada Kürdistan halkına karşı geliştirilen sürekli baskı, şiddet, katliam, tehcir ve mecburi iskan kanunları olmuştur.
Kürdistan’da acıların, katliamların ve büyük trajedilerin yaşanmasına yol açan bu anlaşma ve anlaşmanın inşa ettiği sistem, bugün yıkılış sürecine girmiş bulunmaktadır. Bölgede özgürlük ve demokrasi çığlıklarının yükseldiği bu dönemde Kürt halkı da artık kimliksizliği ve köleliği kabul etmeyerek bölge halklarıyla bir statüye dayalı ortak eşit özgür bir yaşam uğruna yürüttüğü mücadelesinde başarı kazanma şansını yakalamış bulunmaktadır.
Bölgedeki bu gerçeği gören sömürgeci Türk devleti, Kürt halkının bu süreçten faydalanmaması için hareketimizi güçten düşürme, halkımızı sindirme konseptini 2011’den bu yana gündemine almıştır. Bu nedenle o tarihte sürdürülen İmralı ve Oslo diyalog sürecini sona erdirerek yeni bir sindirme ve savaş sürecini başlatmıştır.
Buna karşı Önderliğimiz, 27 Temmuz 2011 tarihi itibariyle AKP hükümetinin oyalayan, çözümün önünü tıkatan, savaş sürecini başlatan bu politikasına karşı tavır alarak görüşmelerden çekildiğini belirtmiş ve sürecin barış ve çözüm amacına uygun bir biçimde gelişmesini istemiştir. Buna karşılık AKP hükümeti de hiçbir hukuki ve ahlaki temeli olmayan ağır tecrit ve işkence sistemini başlatmıştır. Önderliğimiz 27 Temmuz 2011’den bu yana tam bir yıldır hiç kimseyle görüştürülmemiş, üstelik avukatları Kürtlere yönelik özel tertiplenmiş siyasi soykırım operasyonlarıyla hukuk dışı bir biçimde tutuklanmıştır. AKP devleti, 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana “koster bozuk”, “hava muhalefeti” gibi gerekçeleri ileri sürerek tam bir yıldır halkımıza ve kamuoyuna açıkça resmi yalan söylemeyi devletin siyasi bir tutumu olarak benimsemiştir. Önderliğimizle start alan bu saldırı dalgasıyla eş zamanlı bir biçimde kapsamlılaştırılan “KCK operasyonu” adı altında başlatılan sürek avında seçilmiş Kürt siyasetçiler başta olmak üzere Kürt siyasi temsilcileri ve aktivistleri dahil 7 bini aşkın kişi tutuklanmıştır. Hakeza bir hak olan gösteri yapma, örgütlenme, düşünceyi özgürce ifade etme, demokratik tepkilerini ortaya koyma hakkı devlet terörüne maruz kalmış ve Kürdistan’da sömürgeci bir hukuk anlayışı egemen kılınmıştır. Topluma dönük faşist baskıcı uygulamalarla sindirme harekatı başlatılmış ve hareketimize karşı topyekun bir savaş süreci geliştirilmiştir.
Böylesine açık bir hukuksuzluğa ses çıkarmayan uluslararası kuruluşlar ve AB devletleri de Kürtlere yönelik derinleştirilen savaş konseptine ne denli ortak olduğunu, destek verdiğini ve çifte standartlı yaklaştığını göstermiştir. Uluslararası güçlerin bu yaklaşımından cesaret alan AKP devleti Kürdistan’da tam bir devlet terörü estirme sürecine girmiştir.
Dört parçadaki ve yurt dışındaki Kürdistanlılar, İmralı esaret sistemine, faşist saldırılara, AKP devlet terörüne karşı sesiz kalmayacağını özellikle 27 Temmuz 2011’den bugüne kadar sergilediği direnişle, serhıldanlarla, açlık grevleriyle ve değişik toplumsal eylem biçimleriyle ortaya koymuştur. Halkımız, Önder Apo özgürleşinceye ve statü elde edinceye kadar mücadeleyi her alanda kesintisiz sürdüreceği iradesini ortaya koymuştur.
27 Temmuz günü, Önderliğimizin sömürgeci oyunlara ve katliam politikalarına tavır alarak halkımızın değer yargılarına ve geleceğine sahip çıkmak amacıyla İmralı’daki direnişini yükseltme kararını verdiği bir gündür. Bu açıdan bugün, Başkan Apo’nun onurlu ve derin fedakarlıkla, kararlılıkla yüklü direnişçi tutumuna karşı ağır tecridin, psikolojik işkencenin ve sömürgeci saldırının da devreye konulduğu bir gündür. Halkımız ve halkımızın tüm dostları bugünün yıl dönümünde her yerde sömürgeci faşist uygulamalara karşı sesini yükselten eylemler koymalı, Önder Apo’nun İmralı’da, Kürt siyasetinin zindanlarda ve meydanlarda yükselttiği direnişi selamlayan ve onunla bütünleşen eylemler geliştirmeli, sömürgeci tecrit ve baskıları protesto etmelidir. Tüm halkımızı bu temelde hareket etmeye çağırıyoruz.
Türkiye sınırları içinde tüm gücüyle Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı bir savaş yürüten ırkçı ve düşmanca politikalar geliştiren AKP hükümeti, özünde sadece hareketimiz PKK’ye değil, tüm Kürt halkına karşı düşmanlık politikasını esas aldığını, en son Suriye Kürtlerine karşı geliştirdiği politikasıyla bir kez daha ortaya koymuştur. Biz AKP’nin ister yanına alsın ister karşısına alsın, tüm Kürtlere yönelik politikasının zayıflatma amacını taşıdığını hep vurguladık. Bu görüşümüzün doğruluğu Başbakan’ın dün Suriye Kürtlerine yönelik basına yaptığı açıklamayla ispatlanmıştır.
Herkes biliyor ki, Batı Kürdistan’da PKK diye bir yapılanma ve bir güç yoktur. Orada Kürt halkı vardır ve Kürt halkının değişik örgütlenmeleri vardır. Bu örgütlenmeler içerisinde büyük kitlesel güce sahip en güçlü yapılanmanın PYD olduğunu da herkes bilmektedir. Halkımız burada tüm siyasi güçlerin bir araya gelmesiyle ulusal demokratik birliğini kurmuş, ortak yönetimini ilan etmiştir. Halkımızın iradesini bu yapılanma temsil etmektedir. Ancak Erdoğan ve AKP zihniyeti ideolojik yaklaşarak insanların düşüncesine göre tutum belirlemektedir. Gerek Batı Kürdistan’da gerekse de Kürdistan’ın diğer parçalarında Önder Apo’nun düşünce sistemini benimsemiş, büyük kitlesel kesimler vardır. AKP’nin bütün bu kesimleri PKK’li olarak gösterip hedeflemesi özünde Kürt halkına düşmanlık politikasının bir sonucudur. Burada yaşanan durum, tıpkı 1991 ve 2003 yılında Güney Kürdistan’da halkımızın kendi özerk yönetimlerini geliştirmelerine karşı geliştirilen düşmanca tutumla aynıdır.
Eğer Suriye’de bir özgürlük atmosferi gelişiyorsa, elbette Kürt halkı da bundan yararlanacaktır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Elbetteki Baas rejimi altında ağır baskılara maruz kalmış, büyük trajediler yaşamış olan Kürt toplumu burada öz yönetimlerini oluşturarak özgürlüğüne sahip çıkacaktır. “Orada Arapları destekliyorum ama Kürtlere de tahammül gösteremem” demenin, ağır bir şovenizm ve ırkçılığın dışavurumundan başka bir şey olmadığı açıktır.
Ama bilinmeli ki Batı Kürdistan’daki halkımız yalnız değildir. Tüm parçalardaki Kürt halkı, en küçük parça olan Suriye’deki Batı Kürdistan’ın kendi haklarına kavuşması için arkasında olacaktır. AKP’nin bu düşmanca zihniyetten hareketle çılgınlık yaparak herhangi bir biçimde buradaki Kürt halkının iradesine müdahale etmesi karşısında tüm Kürtlerin Türk devletine karşı bulunduğu her yerde harekete geçmesi kaçınılmaz bir görev haline gelecektir. Başta Kuzey Kürdistan ve Türkiye olmak üzere tüm Kürdistan halkı, nereden gelirse gelsin Suriye’deki Kürt halkına karşı yapılacak saldırı karşısında sessiz kalmayacak, buradaki halkımıza sahip çıkılması için bulunduğu her yerde bütün olanaklarıyla mücadele edecektir.
Batı Kürdistan’daki siyasi temsilcilerin hiçbirinin açıklamalarında “ayrılma” veya “başka bir parçayla birleşme” gibi bir vurgu ve amaç söz konusu değildir. Buradaki halkımızın demokratik Suriye’nin birliği çerçevesinde kimlik, kültür ve statü kazanma amaçları vardır. Bu amaçları meşrudur, demokrasiden, hak ve özgürlüklerden yana olan tüm devletlerin ve tüm çevrelerin demokratik Suriye’nin birliği çerçevesinde Kürt halkının meşru haklarının tanınması için halkımızın burada yürüttüğü haklı-insani mücadelesine destek sunması gerekmektedir.
Başta Kuzey Kürdistan olmak üzere tüm halkımızı ve demokratik çevreleri Suriye’de Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesine karşı duyarlı olmaya, halkımızın burada yürüttüğü demokrasi ve özgürlük davasını desteklemeye çağırıyoruz.
26 Temmuz 2012