Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkışı ve mücadelenin gelişmesi ile birlikte Kurdistan’da halkın kendini örgütlemesi ve yönetmesi de gelişmeye başlamıştır. Paradigma değişimiyle birlikte bunun önemi daha da artmış, demokratik halk sisteminin ve yönetiminin geliştirilmesi mücadelenin temel boyutu haline gelmiştir. Mücadelemizin amacını demokratik halk sistemini ve yönetimini gerçekleştirmek biçiminde özetleyebiliriz. Bunu gerçekleştirerek hem Kürt sorununun çözümünü hem de Demokratik Moderniteyi geliştireceğimize inanıyoruz. Bu açıdan yeni paradigmayla birlikte demokratik halk örgütlülüğü ve yönetimi önem kazanmıştır. Şüphesiz eskiden de halkın örgütlülüğü ve yönetimi önemliydi. Mücadelemiz demokratik halk örgütlülüğü ve yönetiminin geliştirilmesi üzerinden gelişmiştir. Bu örgütlülüğe dayanarak Kurdistan’da halk serhildanları ve diriliş devrimi gelişti. Diriliş devrimini halkın uyanışı, kendini tanıması, ulusal bilinç edinmesi ve irade sahibi olması şeklinde tanımlarsak, şimdi de özgürlük mücadelemizin ve devrimimizin en temel dayanağının bu olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki, diriliş devrimi, düşmanın hiçbir şekilde yok edemediği, Kürt halkının ise varlığını ve tüm gelişmeleri üzerine kurduğu temel olmuştur. Dolayısıyla diriliş devrimi Kürt halkı açısından çok önemlidir. Bunu bilmeden, kavramadan Kurdistan’daki gelişmeleri anlamak mümkün değildir. Kurdistan’daki gelişmelerin nasıl mümkün olduğunu, hangi temeller üzerinde geliştiğini anlamazsak yeni gelişmeler yaratmamız da mümkün olamaz.
Kurdistan’da her şey halkın örgütlendirilmesiyle olmuştur. Diriliş devrimi de halkın örgütlülüğünün bir sonucu olarak gelişmiştir. Halkın örgütlendirilmesi ve mücadeleye katılması Kurdistan devriminin yol açtığı en önemli sonuçlarından biridir. İkinci önemli sonuç, halk örgütlülüğünün doğal sonucu olarak ortaya çıkan demokratik halk yönetimidir. Hareketin henüz çıkış süreçlerinde bile bu yönlü önemli gelişmeler olmuştur. Yurtseverler daha o dönemde Hilvan ve Batman gibi yerlerde belediye yönetimini ve çalışmalarını üstlenebilmişlerdir. Bu düzeyde bir halk örgütlüğü söz konusuydu. 12 Eylül askeri darbesinin öne çekilmesi ve darbenin esas olarak Kurdistan’ı ve PKK’yi hedeflemesi bu gelişmelerle yakından ilgilidir. 12 Eylül darbesini gerçekleştiren generaller Kurdistan’daki gelişmeleri görüp anladıktan sonra bu karara ulaştıklarını açıkça söylemişlerdir.
Kürt halkının mücadelesi ve Kurdistan devrimi tüm dünyada ilgi görüyor
12 Eylül darbesi halkın örgütlülüğünü ezip dağıtınca Hareketimiz stratejisini değiştirdi. Çünkü o zamanki mücadele yöntemleriyle 12 Eylül rejimine karşı durup mücadele etmenin koşulları kalmadı. Hareket 12 Eylül’e karşı gerillayı geliştirdi. 12 Eylül rejimi hareketin gerilla stratejisine dayalı mücadelesini durduramadı ve böylece halk serhildanları dönemi başlamış oldu. Bu süreç diriliş devrimiyle sonuçlandı. Kurdistan’da diriliş devriminin gerçekleşmesiyle birlikte gerilla da kendisine verilen stratejik rolü oynamış oldu. Bundan sonraki süreçte Önder Apo halkın örgütlülüğü ve halk yönetiminin gelişmesi üzerinde daha fazla durdu. Çünkü mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlar vardı. Ortaya çıkan halk gerçeğini örgütleyerek Kurdistan devrimine yeni bir düzey kazandırmayı amaçlıyordu. Bu amaçla Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün gelişmesi için de arayışlara girdi, bunun imkanlarını oluşturmaya çalıştı. Fakat devlet adım atmayarak uluslararası komployla buna yanıt vermiştir. Öte yandan devletçi paradigmaya dayalı kurtuluş stratejisi esas alındığı için halkın demokratik örgütlülüğü ve yönetimi bu sınırın kapsamında kalıyordu. Hem sosyalist devrimler hem de ulusal kurtuluş hareketleri öncelikle karşı oldukları devleti yıkıp kendilerinin yönettiği bir devlet kurmayı hedefliyordu. Toplumda arzu ettikleri dönüşümü devlete dayalı olarak geliştirmeyi amaçlıyorlardı. Strateji ve paradigma buna dayanıyordu. Bundan dolayı devrimler gerçekleştikten sonra da egemen sınıfların ortadan kaldırılması, ulusal gelişmenin tamamlanması gerekçelerinden dolayı demokratik halk yönetimi ve sistemi geliştirilemedi. Toplum devlet tarafından yönetilmeye devam edildi. Bu zamanla devrimci gelişimin durmasına ve devrimin çizgisinden saparak sisteme eklemlenmesine yol açtı. PKK de ulusal kurtuluş hareketi olarak gelişirken bu paradigmayı ve onun yöntemlerini esas alıyordu. Bu paradigma kapsamında demokratik halk yönetimini ve sistemini tam olarak geliştirmek mümkün olmuyordu. Fakat paradigma değişimiyle birlikte temelden değişiklikler oldu. Yöntem ve stratejide değişiklikler oldu. Devrime ve toplumsal olgulara olan yaklaşımlar değişti. Böylece Kurdistan’da diriliş devrimiyle ortaya çıkan halk gerçeğini daha üst bir aşamada örgütlemek ve demokratik halk yönetimini ve sistemini (KCK’yi) geliştirmek mümkün olmuştur. Yeni paradigmayla birlikte Kurdistan devrimi demokratik halk yönetimi ve sistemi (KCK) olarak varlığını sürdürmüş ve şimdi de bu temelde gelişmektedir. Bu, dünyada bir ilktir. Bundan dolayı Kürt halkının mücadelesi ve Kurdistan devrimi gittikçe tüm dünyada ilgi ve destek görüyor. Uluslararası alanda özgürlük ve demokrasi arayışında olanların Önder Apo etrafında kenetlenmeleri paradigmanın bu özelliğinden dolayıdır.
Öz yönetimin yitirilmesiyle insanlık özgürlüğünden oldu
İktidarın ve devletçi sistemin gelişimi ve gittikçe toplumu egemenliğine alarak biçimlendiren bir güç haline gelmesiyle yönetimin merkezileştirilmesi arasında güçlü bir bağ vardır. Yönetim olmadan toplumsal yaşamın sürdürülmesinden bahsedilemez. Fakat yönetimin nasıl olduğu ve işletildiği en az yönetimin olması kadar önemlidir. Yönetimin doğru işletilmemesi ile yönetimin olmaması arasında bir fark yoktur. Bu sorun ve çelişki devletçi sistemin gelişimiyle ortaya çıkmıştır. Devletin ortaya çıkışına kadar toplumda yönetim sorunu olmamıştır. Toplumsal yaşamın doğal döngüsü içerisinde toplum kendini örgütleyip yönetmiştir. Başkası tarafından yönetilme, yönetilmek için bakasına vekalet verme olmamıştır. Bugünün insanının gıptayla bakmaktan kendisini alamadığı demokratik yaşam ve yönetim sistemi söz konusu olmuştur. İktidarın ve devletin ortaya çıkışıyla birlikte toplumsal yaşamın bu doğal işleyişi bozulmuş, toplum öz yönetiminden olmuş, devlet tarafından yönetilir olmuştur. Zaten devlet toplumu yöneten bir mekanizma ve güç olarak ortaya çıkmıştır. Böylece iktidar ve devlet egemenliği altında yönetimin içi boşaltılmıştır. Öz yönetimden uzaklaşılmış, iktidar yönetimine geçilmiştir. İktidar yönetimine geçilmesi demek özünde yönetimin ortadan kaldırılması demektir. Öz yönetimin yitirilmesiyle birlikte insanlık aynı zamanda özgürlüğünden de olmuştur. Demokratik yönetim ve demokratik yaşam yerine iktidarın yarattığı bağımlılık ve egemenlik ilişkileri egemen olmuştur. Devlet, bu ilişkilerin sistem haline gelişi, kurumsallaşması olarak ifade edilmektedir. Bu, devlet için yapılan doğru bir tanımlamadır. Buna insanlığın büyük kaybedişi demek son derece doğrudur. Önder Apo yaşamın köklerini anlamak ve toplum adına bir çıkış yapmak için bu süreçleri çok önemsedi. Burada derinleşti ve ulaştığı sonuçları bizlerle paylaştı. Şimdi yeni paradigma ve demokratik konfederalizm anlayışıyla çıkış yapmak, demokratik modernite devrimini geliştirmek istiyoruz.
Devletin ortaya çıkışı ve yönetimin toplumdan alınarak devlet tarafından gasp edilmesiyle toplumun öz yönetimle kendini yönettiği süreler karşılaştırıldığında insanlık tarihinde devletli yaşamın çok az yer tuttuğu, toplumsal yaşamın ağırlıklı kısmının öz yönetimle geçtiği görülmektedir. Yüzbinlerce yıllık insan yaşamı bu şekilde sürmüştür. Bilginin, üretimin ve teknik icatların arttığı neolitik dönem boyunca da toplumda öz yönetim sistemi vardır. Bu tarihsel olarak kanıtlanan bir gerçekliktir. MÖ 3-4 bin yıllarında ortaya çıkan devletle birlikte yöntemin gittikçe merkezileşmesi sonucu öz yönetim zayıflamaya başlamıştır. Bunun ilkin Mezopotamya’nın aşağısında, Sümer uygarlığında ortaya çıktığı, daha sonra dünyaya yayıldığı da tarihsel bir gerçekliktir. Yönetimin tümüyle toplumun elinden alınması ise ulus-devlet sisteminin geliştiği kapitalist moderniteyle birlikte olmuştur. Bu sürece kadar devlet öncesi çağlarda olduğu gibi olmasa da yönetim üzerinde toplumun da etkisi vardır. Gerek devletin hakim olamadığı kent dışı kır-köy yaşamında gerekse de devletin olduğu kent mekanlarında yönetim tümüyle devlet egemenliğinde olmamıştır. Örneğin şehir devletleri olarak kabul edilen süreçlerde şehirler bir nevi özerktirler. Özerkliğin olması devletin topluma tümüyle hakim olmasını sınırlamıştır. Sümer şehirleri de ve çok sonraları ortaya çıkan Grek kentlerinde de böyle olmuştur.
Toplumun demokratik komünal yaşamını koruyup sürdürmesi gerekir
Ulus-devlet öncesi Avrupa kentlerinde de özerklikler vardır. Almanya’da, İspanya’da, İtalya’da kentlerin güçlü bir özerklikleri vardır. Ulus-devlet sistemine karşı kent özerkliklerinin önemli bir mücadelesi de olmuştur. Kent dışı mekanlarda ise zaten kabile, aşiret, etnisite olarak toplumun demokratik komünal yaşam tarzı söz konusudur. Buralar üzerinde devletin tesiri sınırlıdır. Devletle ilişkileri çelişkili-çatışmalı olmuştur. Yakın tarihe kadar toplumun ağırlıklı olarak kır-köy mekanında yaşadığı dikkate alındığında devletin toplum ve toplumsal yaşam üzerindeki hakimiyetinin sınırlı olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. İmparatorlukların oluştuğu ve geliştiği süreçlerde de devlet toplum üzerinde tümüyle hakim olmamış, kraliyet, hanedanlık, beylik sistemleri içerisinde toplumun özerkliği korunmuştur. Şüphesiz devletin ortaya çıkışıyla birlikte tam bir öz yönetimden, toplumun özerkliğinden bahsedilemez. Fakat tümüyle bir devlet hakimiyeti de olmamıştır. Toplumun yönetimden tümüyle dışlanması ve yönetim üzerinde tam bir devlet egemenliğinin kurulması ulus-devletle olmuştur. Ulus-devlette toplumsal bağlar aşındırılarak bunun yerine vatandaşlık hukuku konulmuş ve devlet toplum üzerinde tümüyle egemen hale getirilmiştir.
Böylece tam bir devlet ve iktidar yönetimi söz konusu olmuştur. Tabi böyle bir gelişmenin sömürünün derinleşmesiyle çok yakın bir ilgisi vardır. Toplumun demokratik komünal yaşamı aşındırıldıkça sömürü de o düzeyde derinleşmiştir. Kapitalist modernitede sömürünün, soykırımın, savaş ve katliamların bu kadar artması toplumun zayıflatılmasıyla olmuştur. Bilim, bilgi, teknik, ekonomi ve yönetim tümüyle ulus-devlet tekeline alınınca toplumsallığın temel dayanakları da ortadan kaldırılmış oldu. Böylece toplumun kendini örgütlemesi, yönetmesi, ahlaki politik gelişimini ve demokratik komünal yaşamını koruyup sürdürmesi mümkün olmamıştır. Kapitalist modernite ve ulus-devlet egemenliği altında toplumun öz yönetimi ve özerkliği sona ermiştir.
Kürt halkı yaşadığı coğrafya ve özellikle neolitik sürece öncülük eden ana topluluk olması itibariyle ahlaki politik toplum bilincinin ve demokratik komünal yaşam anlayışının gelişkin olduğu bir yapıya sahip olagelmiştir. Tarih boyunca Kürt toplumu kabileler, aşiretler biçiminde demokratik ve özerk bir yaşamı tarzını esas almıştır. Sınıflaşma ve devletleşme sınırlı olmuştur. Kürt toplumunda sınıflaşma ve devletleşmeyi sınırlayan temel faktör gelişkin bir ahlaki politik toplum yapısına ve demokratik komünal yaşam tarzına sahip olmasıdır. Nitekim bu durum Kürt toplumunun tarih boyunca kabile, aşiret, kavim olarak devletle ve devletçi uygarlık yaşamıyla çelişkili ve çatışmalı olmasını beraberinde getirmiştir. Hurriler, Gutiler, Mitanni ve Med oluşumları ağırlıklı olarak aşiret konfederasyonları biçimindeki oluşumlardır ve dönemin ana uygarlık merkezleri ve devletleriyle çatışmalı olmuşlardır. Tarihte antikçağ olarak bilinen dönemden sonra ve feodal dönem denen süreç boyunca da Kürt toplumunda demokratik komünal toplum yaşantısı daha baskın olmuştur. Devletleşme beylik-mirlik düzeyinde kalmıştır. Mirlik sistemi içerisinde toplumun demokratik komünal yaşamı korunmuştur. Zaten Kürt mirlikleri de otonom bir yapıya sahip olmuşlardır. Beylikler biraz da devlet ile toplumun uzlaşması sonucu ortaya çıkmışlardır. Çünkü ne toplum devleti tümden ortadan kaldırabilmiş ne de devlet toplumu tümüyle boyunduruk altına alabilmiştir. Böyle olunca ortaya mirlik düzeni çıkmıştır. Böylece orta çağ boyunca Kurdistan otonom olmuştur.
Türk devleti Ortadoğu’nun kontrol edilmesi için kurulmuştur
19. yüzyılda Kurdistan’da kısmen İran, ağırlıklı olarak da Osmanlı İmparatorluğunca yerel otoritenin tasfiyesine girişilmesi ve merkeziyetçiliğin geliştirilmek istenmesi sorunların yaşanmasına ve bunun isyanlarla sonuçlanmasına yol açmıştır. Böyle bir süreç kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya etkisinin sonucu olarak gelişmiştir. Osmanlı devleti yönetim üzerinde yerelin etkisini sınırlayarak merkezin tasarrufunu artırmaya ve böylece devleti kapitalist modernitenin esaslarına göre dönüştürerek imparatorluk yapısını korumaya çalışmıştır. Fakat İngiltere o zamana kadar denge siyaseti gereği izlediği Osmanlı devletini ayakta tutma politikasından vazgeçince ve Osmanlı devleti de Birinci Dünya Savaşı’nda yenilip yıkılınca, Ortadoğu, kapitalist modernite güçleri tarafından kapitalist modernite sisteminin çıkarları çerçevesinde yeniden dizayn edildi. Ortadoğu’da kapitalist modernite güçlerinin himayesi altında ulus-devletler kuruldu. Türk devleti de Ortadoğu’nun kontrolde tutulması için kuruldu. Kurdistan ise dört ulus devlet arasında bölünüp parçalandı ve Kürt halkı için yok olma süreci dediğimiz süreç başlatıldı. Osmanlı yöneticilerinin merkezi otoriteyi güçlendirerek başaramadığı devleti ve toplumu kapitalist modernitenin esaslarına göre dönüştürme planı ulus-devlet eliyle uygulanmasına geçildi. Kürt soykırımı politikaları işte bu planın sonucu olarak ortaya çıktı. Tarihsel olarak bahsettiğimiz ve bugün de devam eden Kürt sorunu da bu şekilde başladı.
Kürt soykırımı politikalarının uygulanmasına ve sonuca ulaştırılmasına Türk devleti öncülük etmiştir. Çünkü Türk devleti kapitalist modernite tarafından Ortadoğu’nun kontrol edilmesi için kurulmuştur. Bu görevi yerine getirmesi temelinde sistem tarafından kabul görmüştür. Kürt soykırımı politikası da Ortadoğu dizaynının bir parçası olarak kapitalist modernite güçleri tarafından desteklenmiştir. Bugün de Türk devleti dış güçlere, ABD, İsrail, NATO ve Avrupa devletlerinden aldığı destekle Kürt soykırımı politikalarını yürütüyor. Uluslararası komplo bu güçlerin desteğiyle oldu. Zaten uluslararası komplo ABD’nin planıydı. Kürt özgürlük hareketine karşı savaş da başta ABD olmak üzere kapitalist modernitenin desteğiyle olmaktadır. Kapitalist modernitenin desteği olmadan Türk devletinin bu politikayı sürdüremeyeceği bilinen bir gerçekliktir. Kürt sorununu yaratan süreç böyle özetlenebilir. Kürt halkının soykırıma karşı mücadelesi de bu süreçle birlikte başlamıştır. Şimdi biz demokratik özerkliğe dayalı demokratik kofederalizmle bu mücadeleyi sonuca ulaştırmak, demokratik ulusu geliştirerek Kürt sorununu çözmek istiyor ve bunun mücadelesini veriyoruz. Demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizmle toplumun öz yönetimini geliştirmek istiyoruz. Önder Apo demokratik özerkliği ve demokratik konfederalizmi hem günümüzde sorunların çözülmesinin en doğru yöntemi hem de tarihsel toplumun demokratik komünal yaşamının gelişme bulacağı en uygun sistem olarak geliştirmiştir. Özü toplumun demokratik örgütlülüğüne ve demokratik yönetimine dayanmaktadır. Buna demokratik toplum sistemi de diyebiliriz. Kürt toplumunun kendini ifade edeceği, sorunlarını çözeceği, kapitalist modernitenin ve ulus-devlet sisteminin yol açtığı parçalılığı aşacağı sistem budur. Özgür ülke ve özgür halk gerçeğine bununla ulaşıyoruz. Kürt halkı ulus-devlete ulaşarak değil, demokratik ulusu geliştirerek, demokratik özerkliği ve demokratik konfederalizmi inşa ederek özgürlüğünü sağlamayı amaçlamakta ve bunun mücadelesini vermektedir. Hareket olarak biz bunun öncülüğünü yapıyoruz. Bunun paradigmasına ve ideolojisine sahip bir hareketiz. Bu temelde halk olarak özgürlüğümüze kavuşarak Ortadoğu devrimini gerçekleştirmek, Ortadoğu haklarının özgürlüğünü sağlamak, Ortadoğu’da demokratik moderniteyi geliştirmek istiyoruz. Önder Apo Demokratik Dünya Konfederalizmi’nin geliştirilmesini belirtti ve bunun mücadelesini önümüze koydu. Böylece demokratik modernite ideolojisine dayalı Ortadoğu devriminden dünya devrimine ulaşıyoruz. Mücadelemiz aynı zamanda bu amaca yönelik olmaktadır.
Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmamız demokratik özerkliği gerekli kılıyor. Ulus-devletle, diğer devlet sistemleriyle bu paradigma hayata geçirilemez. Zaten demokratik özerklik devlet karşısında toplumu savunan ve esas alan bir sistemdir. En ayırt edici özelliği budur. Bir de tabi demokratik bir muhtevaya ve işleyişe sahiptir. Devlet sisteminde yönetimin toplumdan alınması, iktidarın yönetimi vardır. Demokratik özerklikte ise yönetimin topluma devri, toplumun kendini yönetmesi vardır. Devletçi sistemde merkezi yönetim esasken, demokratik özerklikte yerel yönetim esastır. Özcesi demokratik özerklikte yönetim üzerindeki tasarruf yerele aittir. Yerelin bu tasarrufu olmadan demokratik özerklikten bahsedilemez. Dolayısıyla yerel yönetim olgusu demokratik özerkliğin oluşmasına kaynaklık etmektedir. Burada üzerinde durmamız gereken temel husus yerel yönetimin nasıl ifade edileceği, nelerin bu kapsama girdiğidir. Çünkü devlet sistemlerinde de yerel yönetim olgusu vardır. Örneğin Türkiye’de valiler, kaymakamlar, muhtarlar devletin yerel yönetim sistemi olmaktadır. Bunlara asayiş vb örnekler de eklenebilir. Hatta belediyeler de devletin yerel yönetim sisteminin bir parçasıdır. Devlet sistemi buna dayanarak işlemektedir. Belki belediyeler biraz ayrı tutulabilir, ama söz konusu kurumlar yerele yerleşmiş birimler olmakta, yerel yönetim olarak ifade edilmektedir. Burada ayırt edici nokta bunların devlete mi yoksa topluma mı hizmet ettiği, kimin çıkarını esas aldığıdır. Bu ölçüye göre ele alındığında devletçi sistemde geliştirilen yerel yönetim sisteminin demokratik olmadığı, yerelin iradesinin yansıtmadığı, tam tersine devletin yerele uzanan kolları olduğu ve esas olarak bununla yerelin iradesinin bütünüyle yok edildiği ve devletin egemen kılındığı belirtilebilir. Yerel yönetimin gerçek anlamda olması ve topluma hizmet etmesi için demokratik olması gerekir. Bu diğer bütün kavram ve kurumlar için de geçerlidir. Demokratik bir süreç ve işleyiş olmadan demokratik içerikten bahsedilemez. Demokratik olmayan özgür de olamaz, özgürlüğe hizmet edemez. Dolayısıyla bu ayrımı ortaya koymak için demokratik yerel yönetimler denmesi anlaşılırdır. Şimdi böyle anlamayan ve ele almayan yaklaşımlar da vardır. Sadece yerel yönetimler konusunda değil, bir bütün paradigmaya, mücadele çizgisine doğru yaklaşmayan, kendine göre anlayan veya anlamak istemeyen anlayışlar olabilmektedir. Bunu görmek, anlamak ve ayıklamak için ne olduğumuzu ne yapmak istediğimizi ve nasıl yapacağımızı bilmemiz gerekir.
Özgürlüğü için mücadele eden bir halk gerçeği ortaya çıktı
Özgür halk ve özgür ülke amacıyla soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele başlatıldı. Diriliş devrimi gerçekleştirilerek Kürt halkı yok olmaktan kurtuldu. Soykırımcı sömürgeci işgalci düşman Kürtlerin yok olmasını beklerken özgürlük mücadelesiyle bu süreç tersine çevrildi, Kürt halkında özgürlük bilinci, kimliği ve iradesi oluştu. Özgürlüğü için mücadele eden bir halk gerçeği ortaya çıktı. Özgürlüğe olan inançla düşmanın bütün saldırı konseptlerine karşı direnildi ve düşmanın amaçları boşa çıkarıldı. Soykırımcı sömürgeci düşman her seferinde yenilmiş ve kazanan özgürlük çizgisi ve mücadelesi olmuştur. Yok olması beklenen Kürt halkı Ortadoğu’da özgürlük mücadelesine öncülük yapan bir düzeye ulaşmıştır. Şüphesiz bu başarı mücadeleyle elde edilmiştir ve bu mücadele Kürt halkının ve Kurdistan’ın özgürleşmesi için verilmiştir. Tabii ki büyük bedeller pahasına bu olmuştur. Şimdi de soykırımcı sömürgeci düşmana karşı Kürt halkının özgürlük mücadelesi devam etmektedir. Bazıları mücadele etmeden, bedel ödemeden mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanmak istemektedir. Bir orta sınıf anlayışı olarak böyle bir yaklaşım vardır. Özellikle demokratik siyaset alanında bu anlayışın kendisini örgütlemeye, demokratik siyaseti kendi çizgisine çekmeye çalıştığı görülmektedir. Orta sınıf bir yandan özgürlük mücadelesinin gelişmesi sonucu etkisi azalırken öbür taraftan mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlara konarak kendini geliştirmek, yaşatmak ve etkinliğini artırmak istiyor. Kurdistan’da böyle çelişik bir durum vardır. Devletin tunçtan yasalarla yürüttüğü Kürt soykırımı politikalarından dolayı Kurdistan’da devlete karşı durma iradesi gösteremeyen, devlete bağımlı bir orta sınıf oluşumu söz konusudur. Mücadeleye katılmayıp mücadele çizgisini bulandıran, saptıran, ortaya çıkan imkanları halk için değil kendisi için kullanan anlayış buna dayanmaktadır. Böyle pratikler bu anlayışın sonucu olmaktadır. Mücadeleyi bu şekilde zayıflatan, çizgisinden saptıran, özgürlük mücadelesinin imkanlarını kendisi için kullanmak isteyen bu anlayışa karşı mücadele olmalıdır. Bu mücadele özellikle de demokratik siyaset alanında olmalıdır. Bu anlayışın demokratik siyaseti böyle bir çizgiye çekmesine izin verilemez. Demokratik siyaset, özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Özgürlük mücadelesi olmadan demokratik siyaset de olmaz. Bu bilinmesi gereken birinci ilkedir. İkincisi, orta sınıf, ilkel milliyetçi yaklaşımların çizgisine terk edilirse ortada demokratik siyaset diye bir şey kalmaz. Bunlar temelinde bir demokratik siyaset örgütlülüğü olmalıdır. Şüphesiz bütün toplumsal kesimler demokratik siyasette olabilirler ve olmalılar. Sadece demokratik siyasette değil, mücadelenin her alanında yer alabilmelidir. Fakat mücadelenin bütün alanlarında özgürlük ilkeleri ve çizgisi esastır. Özgürlük karşısında başkalarının çıkarları, kaygıları, hassasiyetleri olamaz. Mücadele alanlarında kişi, aile, aşiret, sınıf ilişkileri değil, özgürlük, yurtseverlik ve mücadele ilkeleri olmalıdır. Kişi, aile, aşiret, sınıf çıkarlarına yer verilemez. Mücadelenin imkanları bunun için kullanılamaz. Demokratik siyaset alanında herkes mücadele etmek için, mücadeleye bir şey katmak için yer almalı, özgürlüğe, halka hizmet etmeli.
Biz soykırım tehdidi altında özgürlük mücadelesi veren bir halkız. Düşman bize soykırım ve yok olmayı dayatıyor. Özgürlük ilkelerine olan inançla buna karşı büyük bir mücadele veriyor, bedel ödüyoruz. Mücadelemizle varlığımızı koruyor, özgürlük çizgisini geliştiriyoruz. Yürüttüğümüz bu mücadele ve paradigmamız Ortadoğu’da ve dünyada da ilgiyle karşılanıyor. Mücadelemizin ve paradigmamızın bir de böyle bir etkisi ve sonucu vardır. Önder Apo mücadele çizgisini geliştirmekle kalmadı, elimize dünyanın en gelişkin ideolojisini ve paradigmasını verdi. Bizi ve mücadelemizi etkili kılan sahip olduğumuz bu ideoloji ve paradigmadır. Dünyada Önder Apo’yu tanıyan, okuyan herkes Önder Apo’nun düşüncelerinden etkileniyor, Kürt halkının dostu ve destekçisi oluyor. Çünkü Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik modernite fikri yeni bir model olarak görülüyor. Ezilen dünya halkları, kadınlar, devrimci-demokratik güçler bundan büyük bir heyecan duyuyor ve kapitalist moderniteden çıkışı Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik modernite ideolojisinde ve demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasında görüyor. Ortadoğu’da demokratik özerklik ve demokratik ulus yaklaşımımız halklar tarafından çözüm modeli olarak doğru görülüyor ve sahipleniliyor. Kadın özgürlüğüne dayalı toplum anlayışımız en az Kürt kadını kadar Ortadoğu kadınlarını da etkiliyor, heyecanlandırıyor, harekete geçiriyor. Nerdeyse Önder Apo’yu, kadın özgürlük çizgimizi tanıyan her kadın Önder Apo’ya bağlanıyor, kadın özgürlük manifestomuzu sahipleniyor, bu felsefeyle özgürleştiğini görerek bulunduğu yerde mücadeleye atılıyor. Doğru geliştirildiği taktirde özgür birey ve demokratik komüne dayalı demokratik komünal yaşam sistemimiz halkın ilgisini çekiyor, halk, komün, meclis, savunma vb tüm demokratik örgütlenme ve yönetim birimlerinde yer almak istiyor. Elbette böylesine etkili, çekici bir ideoloji, paradigma ve yönetim modelini örgütlemek kolay değildir. Karşımızda sadece elinde silah olan ve zor kullanan düşman değil, kapitalist modernite zihniyeti ve dünyası vardır. Demokratik modernite zihniyeti edinmeden, bu çizgi esas alınmadan, kapitalist modernitenin liberal bireyci orta sınıf anlayışlarına karşı çizgi mücadelesi yürütmeden ve çizgi hakimiyeti sağlanmadan demokratik modernite yaşamı, demokratik özerklik örgütlenmesi, demokratik yerel yönetim modeli geliştirilemez.
Demokratik siyasete ve yerel yönetim sistemine yanlış yaklaşılıyor
Deniliyor ki bunca yıl belediyeler yönetildi ama yerel yönetim modeli oluşturulamadı. Neden? Çünkü mücadeleye, demokratik siyasete, yerel yönetim sistemine yanlış yaklaşılıyor. Eğer demokratik siyaset mücadelenin bir parçası olarak değil, imkanlarından yararlanılması gereken bir alan olarak görülür ve buna göre yaklaşılırsa sadece yanlış yapılmakla kalınmaz, bununla mücadeleye en büyük zarar verilmiş olur. Özel savaş rejimine zemin sunarak mücadeleyle, halkla oynamak anlamına gelir. Yanlış yaklaşım mücadele çizgisinin ve özgürlük ilkelerinin hakim olmasını önlüyor, orta sınıfın ve liberal bireyci kişiliğin mücadelenin yarattığı imkanlara konmasına ve kendisi için kullanmasına yol açmaktadır. İlkin bunun düzeltilmesi gerekiyor. Bu düzeltilmeden herhangi bir model yaratılamayacağı gibi soykırımcı sömürgeci düşmanın özel savaş sistemine zemin olmaktan ve ona hizmet etmekten kurtulamaz.
Demokratik siyaset ne mücadelenin kendisi ne de dışında olan bir alandır. Özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı bir gelişmedir. Demokratik siyasetin düşmanın hakim olduğu bir zeminde gelişmesi onun en önemli özelliğidir. Bu özellik demokratik siyaset alanına hassas yaklaşmayı gerektirir. Çünkü düşmanın en rahat ve en fazla yöneldiği alan olmaktadır. Düşman sadece fiziki olarak yönelmiyor. Baskı, sindirme, gözaltı ve tutuklama yanında özel savaş araçlarını ve yöntemlerini devreye koyarak siyasi çizgisiyle oynamaya ve siyasi çizgisinden saptırmaya çalışıyor. Demokratik siyaseti hassas kılan işte bu durumdur. Bu, demokratik siyasetin en temel sorunlarından biridir. Eğer demokratik siyasetin birinci sorunu halk çalışması ve halkla birlikte siyaset yapmaksa, ikincisi de düşmanın özel savaşını boşa çıkarmaktır. Bunu yapmak, düşmanın bu yönelimini boşa çıkarmak etkili bir çizgi mücadelesini gerektirir. Burada çizginin ne olduğu da önemlidir. Demokratik siyasetin bir çizgisi vardır. Demokratik siyasetin çizgisinin olmadığını düşünmek feci bir yanılgıdır. Düşmanın hakim olduğu bir alanda olması onun çizgisinin olmadığı anlamına gelmez. Her şeyden önce demokratik siyaset devletin iyi niyetli yaklaşımı sonucu oluşmamıştır. Devletin Kürtlere ve Kürt sorununa yaklaşımında bir değişiklik yoktur. Yanılgılı yaklaşımların ve peşi sıra bozgunculukların nedenlerinden biri demokratik siyasetin böyle geliştiğini düşünmektir. Kurdistan’da her şeyin mücadeleyle yaratıldığını bilmek gerekiyor. Demokratik siyasette de mücadelenin yarattığı bir gelişmedir. Gerilla mücadelesinin öncülüğünde 1990’ların başlarında Kurdistan’da diriliş devrimi gerçekleşti. Ortaya bir halk gerçeği çıktı. Bu gelişme Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gündeme getirdi. İşte demokratik siyaset Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü amaçlayan ve bunun için mücadele eden bir alan olarak gelişti. Demokratik siyasetin böyle bir temeli vardır. Onun çizgisini belirleyen işte bu tarihsel temel ve misyondur. Bu da demokratik yurtsever çizgidir. Yurtseverliğe dayanmayan, demokratik ilkeleri esas almayan bir demokratik siyaset var olamaz. Böyle yapılırsa kendisi olmaktan çıkar. Demokratik siyasette yaşanan bütün yetersizleri bu denklemi doğru kurmama ve buna göre yaklaşmama olarak anlamak gerekiyor. Örneğin halktan uzaklaşma, halktan kopma, halktan kopuk siyaset yapma, halka dayanmama, halkın çıkarlarını esas almama, mücadele çizgisinden kopma vb sayılan tüm sorunların temelinde söz konusu ettiğimiz yanlış yaklaşım vardır. Eğer demokratik siyasete olan bu temel yaklaşım düzeltilirse temel sorunlar olarak sıraladığımız bu sorunlar da ortadan kalkar.
Demokratik siyasette çizginin ve çizgi mücadelesinin gerekliliği dile getirilirken bunu PKK çizgisi ve ilkeleri olarak anlamak ve böyle yaklaşmak da yanlıştır. Böyle bir hataya da düşülmektedir. Bu yaklaşım da tıpkı demokratik siyaseti çizgisiz gören yaklaşım kadar yanlıştır. Böyle bir hataya düşülmesinin nedeni mücadeleyi demokratik siyasetten ibaret görmektir. Halbuki demokratik siyaset demek mücadelenin bütünü demek değildir. Yine halk çalışması demek demokratik siyaset demek değildir. Demokratik siyaset de halk çalışmasının bir parçasıdır. Ama toplumun eğitilmesi ve örgütlendirilmesi çalışması demokratik siyasetle sınırlı tutulamaz, tümüyle ona bırakılamaz. Toplumun eğitilmesi ve örgütlendirilmesi, inşanın, yani KCK sisteminin geliştirilmesi anlamına gelir. Bunun içerisinde toplumun eğitim sistemi, öz savunması vardır. Bu demokratik siyasetle, legal siyasi faaliyetlerle yapılacak ve buraya dayandırılacak bir çalışma değildir. Bu, mücadelemizin temel çalışmasıdır. Dolayısıyla legal alana değil, bunun için görevlendirilmiş komitelere dayandırılması gereken bir çalışmadır. Mücadele içerisinde demokratik siyasetin yeri ayrıdır. Kendi çizgisi ve programı vardır. Buna göre bir üslubu ve çalışması vardır. Yapması gereken buna göre davranmasıdır. Kendisini başkalarının yerine koyarak hareket edemez. Ondan bunu yapması beklenemez. Eğer kendi ilkelerine ve misyonuna göre davranır, kendi tarzını ve üslubunu esas alır ve bu temelde çalışırsa zaten oynaması gereken rolü oynamış olur. Böylece mücadeleye gereken katkıyı vermiş olur.
Belediyeleri sadece maddi imkanların olduğu alan olarak ele almak yanlıştır
Yerel yönetim olgusunu ve bizim geliştirmek istediğimiz yerel yönetim modelini de doğru anlamak önemlidir. Yerel yönetimleri salt belediyecilikle ve belediyeleri kazanmakla sınırlı gören bir anlayışın olduğu görülmektedir. Eleştiri konusu yapılan model oluşturamama konusu bu yaklaşımla yakından bağlantılıdır. Yerel yönetim olgusu sadece belediye olarak anlaşıldığından ve belediyeler de maddi imkanların olduğu alan olarak görüldüğünden en yanlış yaklaşımlar burada olmaktadır. Halbuki yerel yönetim çok geniş bir alandır. Özünde öz yönetimi ifade eder. Demokratik özerkliğin de esasını oluşturmaktadır. Bir nevi devlet sisteminin karşı kutbu gibidir. Devlet yönetimin merkezileştirilmesi üzerinden ortaya çıkmış ve buna dayanarak varlığını sürdürmektedir. Tüm siyasi, ekonomik, askeri tekeller de buna dayanmaktadır. Yönetimi merkezi olmaktan çıkarmak, yerelleştirmek tekelciliğin altını oymak anlamına gelmektedir. Bu anlamda son derece demokratik bir gelişmedir. Devleti ve her türlü tekeli sınırlarken toplum güçlendirilmiş olur. Devlet karşısında demokrasi güçlendirilmiş olur. Bu da halkın güçlenmesidir. Eğer gerçekten bu temelde demokratik bir yerel yönetim sistemi geliştirilebilirse bu devrimci bir gelişme niteliğinde olur. Bunun da yapılması gerekmektedir. Hem paradigmamız hem de demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederal sistemimiz böyle bir gelişmeyi yaratmayı gerekli kılmaktadır. Şüphesiz bu mevcut yaklaşımları aşan, demokratik toplum paradigması temelinde bir yaklaşımla olabilir. Mevcut yerel yönetim sistemi ve yaklaşımları devlet paradigmasının kapsamında olmaktadır. Oluşturulan yerel yönetim sistemleri devletin topluma daha fazla taşırılması amacıyladır. Belediyeler de bu amaçla oluşturulmuştur ve bu amaca göre işletilmektedir. Yoksa toplumu yönetime dahil etmek, yönetimi topluma dayandırmak, topluma hizmet etmek gibi bir yaklaşım yoktur. Bu yaklaşım demokratik toplum paradigmasının yaklaşımı olabilir. O halde toplumsal çalışmalarımızın temel ayaklarından veya boyutlarından biri yerel yönetim modelini oluşturmaktır. Yerel yönetimlere böyle bir içerik yüklediğimiz için “demokratik yerel yönetim” tanımlanmasıyla karşılanmaktadır. Böyle bir kavram kullanılabilir.
Bilinmesi gereken temel husus, yerel yönetimlerin demokratik özerklik sisteminin ve demokratik inşa çalışmalarının önemli bir boyutu olduğudur. Böyle bir alan sadece belediye ve belediyecilikle sınırlı tutulamaz. Belediye ve belediyecilik de yerel yönetimin kapsamındadır. Onun önemli bir boyutu olarak görülebilir. Ama onunla eşitlemek yanlıştır. Böyle gören yaklaşımlar bu alanın imkanlarından yararlanmak maksadıyla olmaktadır. Özellikle orta sınıfın böyle bir yaklaşımı vardır. Yerel yönetim modelinin oluşturulamamasının temelinde orta sınıfın geliştirdiği bu anlayışa karşı yeterince mücadele edilememesi yatmaktadır. Eğer bu anlayış aşılabilseydi demokratik toplum sisteminin öngördüğü yerel yönetim modeli ve bunun topluma yayılmış örgütlenmesi başarılabilirdi.
Devlet kayyum siyasetiyle Kurdistan’da soykırımı sürdürmeye çalışıyor
Şimdi Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da 31 Mart yerel seçimi olacak. Yerel seçimler önemlidir. Kürt halkı açısından yerel seçimlerin önemi daha fazladır. Kürt soykırımı sadece merkezi devlet sisteminin faaliyetleriyle ve oranın yönlendirilmesiyle olmamış ve bu şekilde sürdürülmüyor. Bunun yerele taşırılması da vardır. Türk devleti Kürt soykırımı temelinde kurulmuştur. Lozan Antlaşmasıyla Kürt soykırımı uluslararası alana taşınmış ve onlar tarafından da kabul edilmiştir. Kürt soykırımı 1924 anayasasıyla resmileştirilmiştir. Fakat sadece buna dayanılarak bu politika sürdürülmemiştir. Soykırım anayasasının yanında onu tamamlayacak ve uygulayacak planlar, tasfiye ve soykırım konseptleri, bunları uygulayacak yönetim modelleri de geliştirilmiştir. Soykırım politikaları bu şekilde uygulanmıştır. İşte Kürt soykırımının ne olduğunu ve nasıl uygulandığını gösteren en meşhur belgelerden biri Şark Islahat Planı’dır. Şark Islahat Planı Kürtlerin ve Kurdistan’ın soykırımdan geçirilmesi belgesidir. Sanırsam yurtsever bir Kürt aydını bu belgeyi açığa çıkardı. Bunun yanında Dersim için çıkarılan Tunç Eli gibi planlar vardır. Bir de bu planları uygulamak için oluşturulan özel yönetim birimleri vardır. Bunlar devletin Kurdistan için oluşturduğu yönetim sistemleridir. Buna devletin yerel yönetimi de denebilir. Şimdi de devlet kayyumlarla ve kayyum siyasetiyle Kurdistan’da soykırımı sürdürmeye çalışıyor. Kürt halkı kayyumların ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Halkımız kayyumların bir irade gaspı olduğunu belirtmekte ve buna karşı tutumunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla fazla söz söylemeye gerek yoktur. Halk her şeyin bilincindedir ve alınması gereken tutumu açık bir şekilde almaktadır. Yapılması gereken bu süreci örgütlemek, bunun için yoğun çalışmak, halka gitmek, halkı sürece katmak, halkın istemleri doğrultusunda hareket etmektir. Bir de düşmanın özel savaşını boşa çıkarmaktır. AKP-MHP Kürt soykırımını gerçekleştirmek için her türlü hile ve özel savaş yöntemlerine başvurarak Kurdistan’da demokratik siyaseti geriletmek, soykırım konsepti olan kayyum ve kayyum siyasetini kalıcılaştırmak istemektedir. Bunun için yerel seçimde halkın adaylarının kazanmasını engellemek istemektedir. Örneğin Kurdistan’da birçok yere seçmen kaydırdığını, ağırlıklı olarak seçmen kaydırmasının asker, polis, memurlar üzerinden yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Dışarıdan getirdiği oylarla Kürt şehir ve kasabalarını almak istiyor. Devletin bütün imkanlarını ve özel savaşı seçimleri kazanmak için nasıl kullandığını daha önceki seçim süreçlerinden biliyoruz. 31 Mart yerel seçiminde Kurdistan’da bunu çok daha fazla yapacağı açıktır. Bu kadar seçmen kaydırmasının yapılması, çeteler, işbirlikçi aile ve kesimlerin yanında Hizbul-Kontra çetelerini de yanına alıp kullanmak istemesi bunu ortaya koymaktadır. İşte tüm bunlara karşı mücadele etmek, bunun için yoğun çalışmak, örgütlenmek ve düşmanın bu politikalarını boşa çıkaracak bir sonucu yaratmak gerekir. Örneğin sınır bölgelerinde bulunan yerlere yönelik devletin özel bir yoğunlaşması vardır. Seçmen kaydırmasını en çok bu yerlere yaparak buradaki il, ilçe ve kasabaları almak istiyor. Peki, bunun önüne nasıl geçilecek, düşmanın bu alçakça hilelerinin, özel savaşının önüne nasıl geçilecek? Demokratik siyasetin bunun üzerinde durması, bunu önemsemesi ve mutlaka boşa çıkarması gerekmektedir.
Geçen seçimde ortaya çıkan yetersizliklerden dersler çıkararak başarmakı gerekir
14 Mayıs 2023 yılında genel seçim yapıldı. Kürt halkı faşizme ve soykırıma karşı özgürlük tutumunu korudu. Daha fazla sonuç almanın imkanları da vardı. Fakat kimi yetersizliklerden ötürü bu olmadı. Yine de Kurdistan faşizme geçit vermedi. Kurdistan’da halkın iradesi ve bu iradenin belirlediği temsilciler kazanmıştır. Dolayısıyla şu anda Kurdistan’da devletin, AKP-MHP iktidarının meşruiyeti yoktur. AKP-MHP iktidarı bunu bildiğinden daha fazla baskı, hile ve özel savaşla yerel seçimde halkın iradesini bastırmak, halkın temsilcilerinin kazanmasını engellemek, Kurdistan’ı alarak devleti yeniden Kurdistan’da hakim kılmak ve böylece Kürt soykırımını tamamlayarak tarihsel başarısını ilan etmeyi amaçlıyor. Bunu bilerek 31 Mart yerel seçimine yaklaşmak ve AKP-MHP’nin bu planını boşa çıkarmak gerekiyor. Şimdi demokratik siyasetin geçen seçimde ortaya çıkan yetersizliklerden de dersler çıkararak daha fazla çalışması, halkla birlikte çalışarak ve halkın istemlerini gerçekleştirerek bunu başarması gerekiyor. Basından izlediğimiz bazı çalışmalar oluyor. Örgütleme, halka gitme yetersiz olmakla birlikte seçim için belirlenen yöntemler olumludur. Bunların başında adayları ön seçimle belirleme yöntemidir. Bu yöntemin her zaman esas alınması gerekiyor. Halk kendi adaylarını belirlemelidir. Halkın ön seçimle belirlediği adaylar etrafında herkes kenetlenmelidir. Bir diğer yöntem kent uzlaşısı olarak ifade edilen stratejidir. Bu da yerinde bir karar olmuştur. Bu yöntemle Kürt halkı Kurdistan’da ve yoğun olarak bulunduğu Türkiye şehirlerinde kendi adaylarını çıkarıp başarılı kılarken, diğer Türkiye kentlerinde demokrat, özgürlükçü, Kürt sorununa demokratik yaklaşan, Kürt halkını dost gören ve Kürt halkının davasını haklı bulup dayanışma tutumu olan adayların kazanmasını sağlayarak siyasi ağırlığını daha da arttırabilecektir. Bu, özgürlük mücadelesinin gelişmesi ve Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için atılmış önemli bir adım olacaktır. Devlet ve AKP-MHP iktidarının özel savaş yöntemleriyle bunun yanlış ve Kürtlerin zararına olacağı algısı yaratarak hareket edeceğini bilmek lazım. Zaten şimdiden bunu yapmaktadır. Bir taraftan Kürtleri terörist göstererek Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin Kürtlerle ilişki kurmasını önlemeye, diğer taraftan da Kürtlerin kafasının bulandırarak içe kapanmasını, parçalanmasını ve yalnızlaşmalarını sağlayarak yutulmasını kolaylaştırmayı amaçlıyor. Özel savaşın bu oyunlarını görmek ve boşa çıkarmak başarmak açısından çok önemlidir. Önder Apo egemen sistemi hep tersten okumak gerektiğini belirtmiştir. Düşman ne diyorsa kesinlikle bunun tersinin doğru olduğunu bilmemiz gerekiyor.