Kürdistan’da son dokuz buçuk yılda yaşanan savaş ve direniş, mücadele tarihimizin en kapsamlı savaşı ve direnişi olarak yaşanmıştır. 2013 yılının başlarında başlayan ve iki buçuk yıl devam eden, Önder Apo ile geliştirilen diyalog ve müzakereler sonucu bir mutabakata ulaşılmıştı. Ancak Türk devleti, Tayyip Erdoğan’ın diliyle, bu mutabakatı reddederek Kürt meselesini siyasal, demokratik yollarla çözme, Kürt halkının kimlik haklarını tanıma temelinde Kürt-Türk ittifakını geliştirme yerine, şiddet yoluyla Kürt sorununu ortadan kaldırmaya karar kıldı. Bu temelde, Kürt halkına karşı post-modern bir soykırım politikasıyla, Kürt halk kimliğini tümüyle elimine etmeye dönük, Kürdistan halkına karşı çok yönlü, kapsamlı topyekûn bir savaşı geliştirme kararı verildi. Bunun için, devlet içinde sağ-sol, NATO’cu-Avrasyacı, Fethullah Gülen’in grubu dışındaki tüm damarlar bir araya gelerek, kendi aralarında ittifak kurdular. Bu ittifakla Kürdistan halkına karşı yeni bir soykırım konsepti oluşturuldu. Devlet içinden, önceden hazırlanan Şark Islahat Planı’nın güncellenmiş hali de diyebileceğimiz Çöktürme Planı’nı temel aldılar.
Neo-Osmanlı anlayışı ile oluşturulan savaş konsepti ve ittifakı
Bu, tamamen yeni bir durumdu. 1980’lerle ve 1990’larla kıyaslanamayacak yeni bir savaş ve devlet yönelimiydi. Yoğun bir psikolojik özel savaş eşliğinde, Türkiye toplumunda şovenizm dalgasını şahlandırarak, Kürt halkına karşı çok yönlü bir savaşı geliştirme ve böylece Kürt sorununu ortadan kaldırma, Kürt halkını sindirme ve tümüyle etkisiz kılmayı hedefledi. Bu sadece Kuzey Kürdistan için değil, Batı, Güney ve Doğu Kürdistan için de öngörülen bir konsepttir. Türk devleti, özellikle Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı sürecini ve bölgenin yeniden dizayn sürecini dikkate alarak yaklaşmaktadır. Kürt halkının yükselen özgürlük mücadelesinin ulaştığı düzeyi hesaplayan Türk devleti, Kürt halkının özgürleşeceği ve bunun da Türkiye’yi parçalayacağı penceresinden yaklaşmaktadır. Sözüm ona Türkiye’nin parçalanması değil, büyümesi için bu savaşta karar kıldılar. Bu savaş önce Kürt halkına karşı bir soykırım savaşı biçiminde verilecek, buna dayanarak Suriye’ye, Irak’a açılım yapılacak ve bölgede Neo-Osmanlı anlayışıyla bir bölgesel emperyal güç olunacak, bunları hedefliyorlar. Sözü edilen devlet içindeki değişik eğilimlerin iç ittifakı bu konsept temelinde yapılmıştır. Biliniyor ki, öncesinde, devlet içerisinde bulunan bu eğilimler genellikle çatışma halindeydi. Birbirlerine adeta ateş püskürüyorlardı. Mesela Tayyip Erdoğan’la Devlet Bahçeli’nin birbirine söylemedikleri kalmadı. Avrasyacılar var; onlar bunlara karşı tamamen düşmanca yaklaşıyorlardı. Bu gelişme karşısında bu eğilimler tüm ayrılıklarını bir tarafa bırakıp, savaş konsepti üzerinde birleşmeye karar kıldılar. Üzerinde birleştikleri ideolojik doğrultu Kemalizm değildir. İttihat Terakki’nin düşünce sistemini esas aldılar. Bu biçimde, eskisini çok çok aşan bir savaşa yönelmenin kararını ve uygulamasını geliştirdiler. Belirlenen bu strateji temelinde amaçlarına ulaşmak için, Tayyip Erdoğan koordinasyonunda devletin tek elden yönetilmesine karar verdiler. Bu temelde, devlet sisteminde köklü bir değişiklik yaratarak, tek adam rejimi olan, dünyada hiçbir örneği olmayan, adına “Türk Modeli Başkanlık Sistemi” dedikleri ucube bir sistemin getirilmesinin nedeni de budur. Amaç, savaşı tek elden koordine etmek ve yürütmektir.
Yine eski, klasik Türk ordusu gerilla karşısında yenilmişti. Özellikle 2012 yılına geldiğimizde, artık ordu gerilla tarafından birçok konuda çaresiz hale getirilmişti. Bunun için yeni, paralı, uzman bir ordu geliştirmeye yöneldiler. Önceden bu yönlü birkaç birliğin örgütlendirilme kararı zaten vardı. Bunu bir ordu sistemine dönüştürmeye karar verdiler.
Türk devleti iç ve dış siyasetini bu stratejik savaşa göre yeniden biçimlendirdi. Artık Türk devletinin iç politikası da, dış politikası da Kürt halkına karşı yürütülen ve bu temelde büyümeyi hedefleyen savaşa göre dizayn edilme yaklaşımı ile geliştirildi. Türkiye’nin jeopolitik konumu pazarlığa konularak, Rusya ile NATO arasında zikzaklar çizip, her iki taraftan da mücadelemize karşı, destek alma siyasetini geliştirdiler.
Yine Kürt işbirlikçi çizgisini güçlendirmeyi, hem Kuzey’de hem Güney’de hem de Batı’da, her tarafta işbirlikçilerle ilişki kurarak onları devrime karşı çıkarma siyasetini daha yoğun bir biçimde geliştirdiler. Bilindiği gibi tarih boyunca Kürdistan’da hemen her dönemde işbirlikçi-ihanetçi bir damar olmuştur. Genellikle Kürt halkının tüm özgürlük mücadelelerine karşı bu işbirlikçi çizgi çıkarılmıştır ve bu temelde bütün Kürt ayaklanmaları yenilgiye uğratılmıştır. İşte yeni dönemde bu konsept temelinde, bu işbirlikçi çizgiyi de etkili kılma; Türkiye’de şovenizmi canlandırma siyasetini yürüttüler.
Türkiye Cumhuriyeti devleti göçmenlerden çok amaçlı yararlandı
Yine, Suriye’de yaşanan savaşı derinleştirerek, ondan yararlanmayı hedeflediler. Suriye’de esas savaşı körükleyen, bu kadar derinleştirip tahribata yol açmasını sağlayan başlangıçta AKP siyaseti ve sonrasında Türkiye’nin bu savaşçı siyaseti olmuştur. Bu temelde, Türkiye’nin kapıları açılarak Suriye’den insanların Türkiye’ye geçmesini sağladılar. Bir mülteci sorunu böyle ortaya çıktı. Kendileri o mültecileri çektiler. Mültecileri hem Avrupa’ya karşı kullandılar hem iç siyasette kullandılar ve hem de bunlardan asker devşirdiler. Daha önceden de bazı gruplar vardı ama yeni örgütlenen gruplarla, bunları paramiliter bir güç gibi örgütleyerek bu savaşın hizmetine sokmayı hedeflediler. Bu temelde, örgütledikleri bu çete gruplarını Libya, Azerbaycan gibi yerlere transfer edip, orada amaçları doğrultusunda müdahaleler gerçekleştirdiler. Türk devleti yeni bir stratejiyi kabul etti; yeniden Osmanlıcılığa dönme, Ortadoğu’da her tarafa açılma kararını bu temelde verdiler. Bu konuda AKP’nin zaten böyle eğilimleri vardı ama diğer kesimlerin de AKP liderliğini öncü olarak kabul etmesi, etrafında toplanmasıyla beraber, artık tamamen Türkiye’nin gizli ve resmi bir politikası haline geldi. Dikkat edilirse, zamanında bazı gazetecilere, MİT’in Suriye’ye silah göndermesini deşifre etmelerinden dolayı, büyük bir tepkiyle yöneldiler. Devletin bu gizli politikasını kimsenin deşifre etmemesi gerekiyordu. O gazeteciler deşifre etmeye yöneldiler ve bu yüzden şiddetle onların üzerine gittiler. Çünkü bu, devletin belirlenmiş resmi ve gizli siyasetiydi. Bu temelde Rojava’dan ve Güney Kürdistan’dan başlayarak Suriye’nin ve Irak’ın işgal sürecini geliştirdiler.
Gerilla karşısında yenilen orduya NATO destek verdi
NATO, Türk ordusunun gerilla karşısında yenilmesinin önüne geçmek için, baştan beri hep destek sundu. Çünkü, Kapitalist Modernite sistemi Kürdistan Özgürlük Gerilla’sının başarısını, kendi çıkarları için tehlikeli görüyor. Bu kritik aşamada, Türk devleti NATO’ya da yoğun bir biçimde başvurdu. NATO’nun desteğiyle İHA ve SİHA tekniğini elde etti. Önce yazılım verdiler, sonra çeşitli ülkelerden bu tekniğin en hassas parçalarının teminini sağladılar. Doğru, Türkiye kendisinin bu araçları ürettiğini söylüyor. Bu yanlış değildir ama hassas ve kritik parçaların hepsini, Amerika’dan, Almanya’dan, İngiltere’den, Kanada’dan ve daha başka bazı ülkelerden almaktadır. Yarısını kendi imal ediyor ama yarısı da montajdır. Mesela motorunu halen dışarıdan temin ediyor. NATO’nun desteği olmazsa, zaten bunu sağlaması mümkün değil. Çünkü NATO, Türk ordusunun gerilla karşısında yenilmesini istemedi, istemiyor. Onun için her zaman hem teknik hem de siyasi destek sundu. Türk devleti bu dönemde hem NATO’nun bu politikasından sonuna kadar yararlandı, savaşın dengesini Türk ordusunun lehine çevirmek amacıyla NATO’nun sunduğu destekten -özellikle İHA ve SİHA desteğinden- istifade etmeye çalıştı ama aynı zamanda Rusya’dan da destek almak için çeşitli manevralar yaptı.
Kısaca, Türk devletinin son dokuz buçuk yılda Kürdistan’da -bir ölçüde bölgede- geliştirdiği bu savaş ve yeni politikalar eskiden yoktu. Türkiye bu kararlara yeni ulaştı. Bunun için çok yoğun bir özel savaş örgütlenmesi geliştirildi. Bugün Türkiye’de hemen her şey, bu savaşa göre dizayn edilmiştir. Bütün bakanlıkların çalışması, bütün kurumların faaliyetinin esası bu savaşa göre ayarlanmış ve örgütlenmiştir.
Bu temelde Kürdistan’da çok kapsamlı bir topyekûn savaş başlatıldı. Türkiye toplumunu bu savaşı destekler konuma getirmek için çok yoğun bir manipülasyon faaliyetiyle, Türkiye’nin beka sorunu olduğu, parçalanmak istendiği, bunun Amerikan emperyalizminin bir politikası olduğu gibi tamamen yalana dayalı senaryolar üreterek bunun propagandasını hep yaptılar. Rojava’da konjonktürel koşulların bir sonucu olarak Rojava Devrim Güçleri’nin Uluslararası Koalisyon’la DAİŞ’e karşı mücadele çerçevesinde girdiği birtakım ilişkileri sanki bütün hareketimizin ilişkisiymiş gibi gösterdiler. Böylece Türkiye toplumunda şovenizm damarını şahlandırmayı hedeflediler. Bütün basın-yayın kuruluşlarını harekete geçirerek olmayan şeyleri oluyormuş gibi gösterme faaliyetlerinin hepsi bu savaşa hizmet etmek ve Kürt halkına karşı geliştirdikleri bu soykırım savaşını başarıya götürmek içindi.
Onlar daha erkenden başarabileceklerini düşünüyorlardı. Uluslararası desteğe, iç ihanetin desteğine ve modern teknolojik olanaklar elde etmelerine dayanarak daha erken sonuca gideceklerini düşünüyorlardı. Süleyman Soylu’nun daha 2016’da “gelecek yılın Nisan ayında kimse PKK’nin adını bile ağzına alamayacak. Çünkü PKK yok olacaktır” demesi, tümüyle bir özel savaş propagandası olarak ele alınamaz. Onlar bir ölçüde buna inanmışlardı ya da kendilerini inandırmışlardı. Bu kapsamlı savaş karşısında güçlerimizin dayanamayacağını, toplumumuzun pes edeceğini sanıyorlardı. Kapsamlı savaşın en önemli bir bölümü de topluma dönüktü.
Bilindiği gibi tüm bunlara paralel olarak Kürt halkının legal siyasal yapılarına, yine Kürt halkıyla dostluk içerisinde olan Türkiyeli sol-sosyalist hareketlere dönük saldırılar başlatıldı. O kadar milletvekili, eşbaşkan ve belediye eşbaşkanlarının tutuklanması, kayyum siyaseti; sindirme ve ezme politikası eşliğinde gerillaya karşı kapsamlı bir saldırı başlatıldı.
Bu saldırının ana merkezinde ise İmralı’ya dönük geliştirilen politika vardı. Bu soykırım savaşının merkezini bizzat Önder Apo’ya karşı yürüttükleri psikolojik işkence sistemiyle İmralı’da inşa ettiler. Dünyada eşi benzeri bulunmayan uygulamalar ve izolasyon siyasetiyle, esasta Önder Apo’ya karşı bir psikolojik savaş geliştirdiler. Geri adım atmasını, pes etmesini hedefleyen uygulamalar yaptılar. Hem Önder Apo’ya karşı hem Kürt siyasetine, hem de Kürt halkına karşı yapılan bütün uygulamaların amacı geri adım attırmak, pes ettirmekti. Gerillaya karşı her türlü teknikle, uluslararası yasalar tarafından yasaklanmış kimyasal ve taktik nükleer silahlar dahil, her türlü silahı kullanması, büyük ve kapsamlı bir biçimde modern teknolojiden yararlanarak Kürdistan Özgürlük Gerillası’nı ortadan kaldırmaya yönelmesinin esas nedeni, devletin bu biçimde kendisini hazırlamış olmasıdır. Ve bu yüzden de erkenden sonuca gidebileceklerini sanıyorlardı.
Ne var ki tarih onların yanıldığını gösterdi. Kürt halkının, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin dayandığı dinamikler, yine Önder Apo’nun Kürdistan’da geliştirdiği ideolojik, felsefi çalışmaların Kürt toplumunda yarattığı büyük dönüşüm, direnen bir halk gerçekliğinin açığa çıkması, Önder Apo’nun büyük bir emek ve yoğun bir çabayla geliştirdiği Partileşme gerçekliği, kadrolaşma hakikatinin büyük bağlılığı; fedai Apocu ruhun her koşul altında yüksek kararlık göstermesi, düşmanın her türlü yönelimine karşı boyun eğmeyen, pes etmeyen, tersine daha yüksek bir fedai ruhla direnen Apocu fedai ruhun bu dönemde bütün bu saldırılara karşı canlanması ve savaşın çeşitli aşamalarında bu ruhun büyük bir cesaret ve sinerji yaratarak cevap verilmesi yaşanmıştır. Kürdistan toplumunda açığa çıkan yeni enerjik dinamik yapıların bu sürece çok güçlü bir biçimde dahil edilmesi, Kadın Özgürlük Hareketi’nin bu temele dayanarak Kürdistan toplumunda yeni bir sinerji yaratması hem savaşta hem toplumda büyük bir güçlenme sağladığı kesindir. Gelişen saldırılar ne kadar büyük olmuş olsa da tümünü göğüsleyen bir iradi gücün, bir taktik yaklaşımın, bir toplumsal direnişin açığa çıktığını yaşanan tarihsel süreç göstermiştir. En başta Önder Apo’nun insanüstü bir yetenekle büyük bir sabır ve metanetle bir duruş sergilemesi ve toplumun da Önder Apo çizgisine sadece bağlı kalması değil, daha büyük bir heyecanla bağlanması ve güçlenmesi, bunun yarattığı dinamizm bütün saldırılara karşı Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ayakta kalmasını sağlamıştır.
Garê saldırısı çok gözü kara bir plandı, çöktü
Yoksa saldırlar çok kapsamlıydı. Soykırımın başarısı için Türk devleti elinden gelen her şeyi yaptı. Yiğidi öldür hakkını yeme derler ya; bu konuda da Türk devleti az şey yapmadı. Elinden gelen her şeyi yaptı. Onların bütün amacı, Cumhuriyetin yüzüncü yılında Kürt soykırımını tamamlamak ve Kürdistan’da yürüttükleri savaşın zaferini ilan etmekti. Ama bunu başaramadıklarını biliyoruz.
En son 2021 yılının başlarında Bağdat’a ve sonra Hewlêr’e giderek gerekli ittifak ve destekleri alarak ve bu temelde sürpriz bir biçimde Kuzey’den yani Türkiye’den değil de, Güney’den, Başika’daki askeri üsten Garê’ye karşı ani bir saldırıyı kış ortasında, 10 Şubat’ta başlatarak gerillanın merkezini fethetme planını uyguladılar. O çok gözü kara bir plandı. Amaçları, gerillanın Merkez Karagahı’nı yok etme ve Merkez Karargah alanını işgal etmeydi. Böylece 2-3 ay gibi kısa bir sürede Medya Savunma Alanları’ndaki tüm gerilla üs alanlarını işgal ederek, Medya Savunma Alanları’nı tümden ortadan kaldırma planıydı. Ama bu planın nasıl büyük bir hezimetle sonuçlandığını hepimiz biliyoruz. Tayyip Erdoğan, “maalesef başaramadık” diyerek yenilgisini itiraf etmek zorunda kaldı. O planları çöktü. Bu kez daha kapsamlı bir biçimde, sınırı arkasına alan ve arkasını sağlamlaştırarak ilerlemeyi hedefleyen daha kapsamlı bir saldırı dalgasını Nisan ayıyla birlikte başlattılar. Avaşîn’e, Zap’a ve Metîna’ya karşı geliştirilen bu saldırı dalgasının amacı, Garê planıyla gerçekleştirilemeyeni başarmaktı.
Tabii bu Türk devleti açısından bir ısrardı. Yenilmesine rağmen, bu kez planını değiştirerek, daha kapsamlı bir planlama ile yönelimi geliştirdi. Bu yönelime karşı gerillanın yeni ve onların hiç beklemediği bir taktik performansla karşılarına çıkması, onları şaşkına çevirdi ve planlarını dumura uğrattı. Onların tüm hesabı “elimizde güçlü bir hava tekniği var. Nasılsa Amerika’nın verdiği F-16’lar ve güdümlü füzeler var, yine SİHA’lar var. Yeryüzünde bulunan her hedefi askerler daha oraya ulaşmadan hava gücüyle imha ederiz, askerler gider işgal eder” biçimindeki bir mantalite üzerine kuruluydu. Nitekim çok yoğun bir hava tekniğini kullanarak ilerlemeyi hedeflediler. Ama sonra baktılar ki o kapsamlı hava saldırıları sonuç alamıyor. Neden? Çünkü gerilla bunu boşa çıkaran iki ayrı taktik yaklaşımı geliştirdi:
Birincisi; yer altına girdi, yeraltı tünellerinde savaştı. Bu yer altı tünellerinde sadece tünellere girip kendini korumadı, aynı zamanda oraları bir savaş mevziisine dönüştürdü ve hem etrafında kontrolü sağladı hem de oradan çıkarak karşı saldırılara yöneldi. Birinci taktik yaklaşım buydu.
İkincisi ise; eskisi gibi takımlar, bölükler, taburlar halinde hareket değil, 3, 4 veya 5’er kişilik timler halinde hareket eden gerilla araziye yayılarak hava saldırılarını boşa çıkaran bir hareket tarzını geliştirdi. İşgalci güçler, karşılarında büyük hedefler olur ve vurup imha ederler sanıyorlardı. Ancak gerilla küçük birimler halinde araziye dağılmış, görünmez hale gelmiş, hayalet biçimine dönüşmüş; o hayaletlerin bir kısmı yerin altından çıkıp düşmanı vurabiliyorken, bir kısmı da arazide gizli hareket ederek yine onlara darbe vuruyor. Gerillanın bu yeni taktik performansı, düşmanın planlarını gerçekten alt üst etti. Böylece hızlı işgal etme planları tutmadı. Bir yıl boyunca Metîna’nın bir tek tepesiyle (Zendura Tepesi) uğraşmalarına rağmen daha fazla ilerleyemediler. Bu, gerillanın geliştirdiği yeni bir taktik düzeydi. Türk devleti bunun karşısında bir sonraki yıl yoğunlaşıp farklı bazı taktikler geliştirdiyse de halen gerillanın bu taktik düzeyi karşısında bir çözüm bulmuş değil ve bir çözümsüzlüğü yaşadığı açık bir gerçek.
Bütün bunlar kolay gelişmedi, kolay yaşanmadı. Bu düzey, büyük zorluklarla boğuşa boğuşa ancak açığa çıkarılabildi. Her şeyden önce Önder Apo’nun derin ideolojik felsefesi temelinde geliştirdiği büyük emek var. İmralı’da sergilediği duruş ve direniş tutumu var. Bütün zindanlarda gelişen işkence sistemi karşısında yoldaşların büyük bir irade ile direnişi var. Kürt siyasal demokratik örgütlenmelerinin, karşı karşıya oldukları büyük faşizan sindirme hareketi karşısında, yüksek bir irade ile sürdürülen bir direniş ve mücadele var. Bütün sindirme girişimlerine karşı halkımızın özgürlükten yana tutumunu giderek daha da güçlendirmesi var. Yine dostlarımızın Kürt halkıyla dayanışması, uluslararası düzeyde ve Türkiye’de yine Suriye’de, her yerde devrimci dayanışma ve demokratik ulus ekseninde mücadele birliğinin gelişmesi var. Bütün bunlar potansiyel destekleyici faktörlerdir. Büyük bir altyapısı, temeli var. Bu temele dayanan gerilla büyük bir direnişi göstermeye çalıştı.
Bu saldırıların hakkından gelindi mi gelinmedi mi; tabii ki bunu tarih gösterecektir. Bizler de çeşitli toplantı ve zeminlerde tartışıyoruz. Her şeyden önce şehirlerde başlayan o özyönetim direnişlerinde sergilenen büyük kahramanlıklarla gelişen süreç, Çiyagerlerin, Xebatkarların, Zeryanların yürüttüğü direniş, ardından Azad Siserler’den Berçemlere, Atakanlar’dan Delal Amedlere kadar, Doğanlar’dan Çiçeklere, Yılmaz Dersimler’den Agit Civyanlara, Welat Herinkilere Çetin Sivereklere, Zin Cizrelere kadar uzanan, Botan Hakkariler’den, Gülçiyalara, Bedran ve Şervanlara kadar gelişen büyük komutanların öncülüğünde yükselen fedai bir direniş gerçekleşti. En zor koşullara karşı, Kürt kadınının Leyla Sorxwinlerin şahsında gösterdiği büyük dayanma fedakarlık ve cesaret gücü, Axîn Mûşların şahsında sergilediği fedakarlık ve fedai ruh, yine fedai eylemleri yapan kahramanlarımız, Rûken, Sara, Rojhat ve Erdalların, en son zirveleşen Asya ve Rojgerlerin ruhuyla yürütülen bir savaştı. Müthiş bir fedai ruh, direngenlik ve direniş vardı. Bu günlere gelmemizi o büyük kahramanlara borçluyuz. Bu süreçte yüksek bir cesaretle en önde çarpışarak büyük kahramanlık sergileyen yoldaşların sayesinde bu sonuçlar elde edilmiştir. Kürt halkı en değerli kızlarını ve oğullarını bu mücadelede vererek bugün gelinen aşamaya ulaşabilmiştir. Bizler bu büyük kahramanlara çok şey borçluyuz ve şimdi onların çizgisinin takipçileri olmaya çalışarak borcumuzu karşılığını ödemeye çalışıyoruz.
Mücadeleyi zorlayan iki temel faktör
Doğru; soykırımcı-faşist AKP-MHP-Ergenekon rejiminin Kürt halkına adeta kan kusturmak isteyen vahşi saldırıları kapsamlıydı. Çağın bütün teknolojisi mücadelemize karşı kullanıldı. Uluslararası süper güçlerin ve Kürt işbirlikçilerin desteği temelinde çok çeşitli saldırılar geliştirildi. Biz bunlar karşısında çok zorlanmadık. Bizi zorlayan düşmanın bu saldırıları değildir. Bizi zorlayan genel olarak iki temel faktörden söz edebiliriz.
Birincisi; bizim zamanında çizgiye girmeyişimizdir. Bizim mücadele çizgimiz Devrimci Halk Savaşı çizgisidir. Önder Apo daha 2010’da şöyle belirledi: “Bizim öncelikli tercihimiz Kürt sorununda demokratik anayasal çözümdür. Ama eğer bütün çabalara rağmen devlet buna gelmezse, son seçeneğimiz Devrimci Halk Savaşı çözümü olacaktır.”
Devrimci Halk Savaşı, soykırımcı saldırılara karşı bir savunma savaşıdır. Çözümü ve başarıyı hedefleyen bir direniş biçimidir. Bunu halka dayanarak, halkla birlikte gerçekleştirmek gerekiyor. Ama, halkımız çoğunlukla bizimle olmasına rağmen, halkın bu biçimde örgütlenmesini geliştirmedik. Kürt halkı bir şekilde örgütlü olabilir. Ama Devrimci Halk Savaşı çizgisine göre örgütlenmedi. Toplumu örgütlemede kuşkusuz legal çalışmaların çok önemli ve büyük bir rolü vardır ama bizim gibi Devrimci Halk Savaşı çizgisini benimsemiş, kendi öz gücüne dayanarak vahşi soykırımcı saldırılara karşı var olmak ve başarmak isteyen bir hareket, kendini sadece legal çalışmalarla oyalayamaz. Bizde bu konuda legal faaliyeti öne verme ama toplumun Devrimci Halk Savaşı ekseninde örgütlenmesini tali plana bırakma tutumu gelişti. Bunun için de biz Devrimci Halk Savaşı çizgisine zamanında giremedik. Bu yüzden zorlanma yaşandı.
Daha çok gençliğin öncülüğünde gelişen öz yönetim direnişleri yanlış bir şey değildi. Orada iki yanlış var. Bir yanlış; normal bir mahallede gençliğin öncülüğünde, oradaki yerel, sivil yapıların, halk meclisinin öncülüğünde öz yönetimlerini ilan etmesi, ‘polis içimize girmesin biz kendi kendimizi yöneteceğiz’ demesi karşısında AKP devletinin bunu bir ayaklanma sayarak tankla, topla her şeyle saldırmasıydı. Öyle bir ayaklanma değildi. Ayaklanma olsaydı o zaman biz gerilla olarak gider şehri alır, mevzilenirdik. Orada olan şey, gençliğin ve bazı öz savunma örgütlenmelerinin halkla birlikte yarı sivil olarak gelişen direniş çerçevesinde gelişen bir süreçti. Ama devlet bunu ayaklanma sayarak -çünkü zaten imha konsepti var- büyük bir şiddetle üzerine gitti. Hala da onun propagandasını yapıyorlar. Halbuki öyle bir şey değildi. Dünyanın başka birçok yerinde de bazı toplumların kendi öz yönetimlerini oluşturdukları örnekler vardır. Bu da böyle bir girişimdi. Kaldı ki ondan bir yıl önce de benzer şeyler olmuştu. O zaman diyalogla yatıştırıldı. Demek ki farklı yollarla çözülme imkanı vardı. Ama zaten gerekçe arayan AKP devleti, bu kez büyük bir şiddetle yönelim gerçekleştirdi. Esas yanlış oradaydı. Bunun bir ayaklanma sayılıp katliamla yaklaşılması ve yüzlerce sivil genç insanımızın bodrumlarda katledilmesiydi.
Diğer bir yanlış ise bizim tarafımızdaydı. Biz halkı yeterince hazırlamadan, daha doğrusu Devrimci Halk Savaşı’na göre örgütlemeden buna girişilmesine bir şekilde onay vermiş olduk. Halbuki daha iyi hazırlanmak gerekiyordu. Eğer ki halk hazırlanmış olsa, Devrimci Halk Savaşı çizgisinde belli düzeyde örgütlenmiş olsa, Amed gibi yurtseverliğin merkezi olan bir yerde 60 fedai 105 gün boyunca tek başına kalmazdı. O 60 fedai kahraman tek başına 105 gün direnerek son ferdine kadar savaşmayı esas aldı. Büyük bir fedai ruhla çarpıştı ama toplum seyretti. Hiçbir şey yapmadı. Eğer toplum ona göre örgütlenmiş olsaydı, kuşkusuz böyle olmazdı. Burada temel hata bizim Devrimci Halk Savaşı çizgisine girmeyişimizdir. Onun için gerekli hazırlıkları yapmayışımızdır. Yoksa öyle bir çıkış yanlış değildi, doğruydu. Ama gerekli zemininin olmayışı ciddi yetersizliktir ve bu bizim için özeleştiri konusudur.
Kısaca genel olarak bizi zorlayan bir konu, kendi çizgimize, Önderliğin belirlediği çizgimize göre mücadeleyi yürütmeyişimizdir. Mücadelede bizi zorlayan bu konu idi.
Alışkanlıklar yeni taktik değişime girememeye neden oluyor
Bu savaş sürecinde bizi zorlayan ikinci faktör ise; bizlerin Hareket yapısı olarak erken değişememe, zamanında yenilenememe ve alışkanlıklara bağlı kalmamızdır. Dolayısıyla güçlerimizin alışkanlıklara bağlı kalması ve yeni taktik perspektife erken girememesi bizi esas zorlayan diğer bir boyuttur.
Kürdistan toplumu tarih boyunca hep saldırılarla yüz yüze kalmış. Sürekli asimilasyon, başkalaştırma uygulamalarına maruz kalmış. Buna karşı toplumda kendinde ısrar etme refleksi bir tarz haline gelmiştir. Bir kişilik özelliği biçiminde şekillenmiştir. Sürekli saldırıda olan bir toplum, hep kendinde ısrar eder. Bir savunma refleksidir. Savunma refleksi olarak kendinde ısrar etme, değişmeme. Şimdi aynı refleksin bu kez Parti’nin geliştirdiği değişime karşı da gösterilmesi durumu yaşanıyor. Zamanında Önder Apo buna karşı çok büyük mücadeleler verdi. Zaten eğer şimdi belli bazı değişimler oluyorsa, bunun nedeni Önder Apo’nun açmış olduğu çığırdan ilerlemeye çalışıyor olmamızdan kaynaklıdır. Kürt toplumunda muhafazakarlık, tutuculuk çok fazladır. Belki de toplum olarak tümden erimenin yaşanmaması ve şimdiye kadar kalmasının bir nedeni de bu özelliğidir.
Bu yönü ile olumlu olurken, devrim yolunda yürürken kendinde ısrar etmesi büyük bir engel haline geliyor ve kayıpların ana nedeni durumuna geçiyor. Mesela yeni taktik değişim var, arkadaşlar bunu erken algılamıyor. Algılasa bile tereddütle yaklaşıyor. Tereddütle yaklaştı mı, pratikte yeterince uygulamıyor. Bir tarza, bir yere, bir mücadele biçimine alışmışsa ondan kolay kolay kopmuyor. Dönüp dolaşıp tekrar o tarza geliyor. Kürt toplumundaki bu ruhsal duruş ve yapısal anlayış, bizim mücadelemizde PKK’lileşmede, Kürdistan’da gerillalaşmada her zaman bir engel olmuştur. Evet, bu anlayışın toplumumuzun bugüne kadar kendini ayakta tutmasında bir rolü olmuştur ama şimdi de mücadelenin yenilenerek, değişerek, dönüşerek gelişmesinin önünde engeldir.
Örneğin Kürdistan tarihinde gerilla savaş geleneği yoktur. Bunun için Önderlik Kürdistan’da gerilla savaş tarzını geliştirmek için neler yaptı. Her çeşit örneklemeler, değişik değişik çözümlemeler geliştirildi, öyle biraz gerilla gelişti. Bizde toplum mevzi savaşına alışmış. Kürt psikolojisi daha çok mevzi savaşına, göğüs göğse savaşma tarzına daha çok yatkındır. Bu da ya hep ya hiç noktasındaki bir savaş biçimi oluyor. Savaşta kurnazlık, vur-kaç, saklanma, yani savaşta olması gereken taktik kıvraklıklar, Kürt toplumunun savaş tarzında çok azdır. Zaten bu yüzden savaşları çoğunlukla kaybetmiştir. Kürtlerin zafer kazanan bir savaş stratejisi oluşmamıştır. Şimdi oluşturulmaya çalışılıyor. Bu kolay olmuyor, zorlanarak oluyor. İşte bizi zorlayan diğer bir şey, özellikle kendimize ait olan bu özelliktir. Bu muhafazakarlık, değişmeyen, yeni taktiklere hemen adapte olamayan yaklaşımdır. Bizim kayıplarımızın büyük çoğunluğunun bu anlayış ve yaklaşımlardan kaynaklandığını çok iyi biliyoruz.
Biz durumu az çok fark ettik. Karşımızda yeni bir konsept var; uluslararası güçlerin sağladığı çağdaş teknoloji var; çağdaş teknolojiye dayandırılmış güçlü bir istihbarat faaliyeti var. Dolayısıyla bizim de buna karşı kendimizi değiştirmemiz gerektiği, modern gerilla dediğimiz gerçeğe ulaşmamız gerektiği algısı bizde bir düzeyde oluştu. Ama bunu pratikleştirme başlı başına bir sorun. Bu baştan beri bizde böyleydi. Adeta kendi kendimizle mücadele ede ede, bu yanlış ve geri anlayış ile yaklaşımları aşa aşa yenilenmeyi geliştirebiliyoruz.
Yenilenme ancak büyük mücadelelerle ve ağır sancılarla gerçekleşen bir şeydir. Einstein “ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur” demiş. Einstein’ın bu tespiti çok doğrudur. Bu, en çok da Kürdistan toplumu için geçerli bir şeydir. Ön yargıları ve kişide mevcut olan anlayışları gidermek çok zor bir şeydir. Eğer Önder Apo’nun zamanında geliştirdiği o çarpıcı, o kökten dönüştürücü çözümleme gücü olmasaydı, Kürt insanında değişiklik yaratmak neredeyse imkansız hale gelecekti. Ama Önder Apo’nun o çarpıcı ve sonuç alıcı tarzı, belli düzeyde Kürt toplumunda, Kürt kadınında o özü açığa çıkarabilmeyi başardı. Biz şimdi ona dayanarak, onu biraz daha ilerletmeye, biraz daha dönüştürmeye, yeniliğe adapte etmeye çalışırken halen büyük zorlukla karşılaşıyoruz. Sorun biraz oradan kaynaklıdır.
Mesela bu konuda birkaç pratik örnek verirsek; biz yer altı savaşını 2016’da da başlatmak istedik. Belli bir düzey de vardı. Daha Kela Etruş’ta ve benzeri yerlerde, Çarçella’da savaş yürütülürken biz bunları geliştirmek istedik ama arkadaşlarımız bu yeni taktik yaklaşıma inanmadıkları için, tereddütlü yaklaştıkları için uygulanmadı. Sonra dönüp bakıyoruz aynı şey, 2019’da Serêkaniyê’de de yaşandı. Orada da devasa yeraltı tünelleri olmasına rağmen savaşta hiç kullanılmadı. Niye? Taktik inanç zayıflığı var. Biz 2018’de gündeme koyduğumuz yeniden yapılanma projesiyle, her şeyi değiştirmek istedik fakat hemen olmadı. Üzerinden 2-3 yıl geçti, ancak öyle pratikleştirilebildi. Eğer gerillanın 2018’deki yeniden yapılanmasında derinlikli yaklaşım olmasaydı, zihniyet değişiminden tutalım tarz, yaşam biçimine kadar köklü bir değişim tutumu ve mücadelesi ısrarlı bir biçimde yürütülmeseydi belki de gerillada bugünkü performans olmazdı. Ama o zaman bütün arkadaşların neredeyse artık bıçağın kemiğe dayandığı gerçeğini görmeleri temelinde belli bir yönelim oldu. İşte gerillanın performansı, branşlaşması -uzmanlaşması- yaşam tarzı, partileşmesi, ideolojik Apocu felsefede ruhsal düzey kazanması, o yeniden yapılanma projesiyle belli bir aşama kat etti. Tüm yoldaşlarda daha fazla partileşme, “zafer varsa bu ancak partileşme ile olabilir” algısı gelişti. Bu gerillaya güç verdi, partileştikçe, giderek, daha fazla savaşkan, daha fazla direngen yapı gelişti. Kuşkusuz bu, önceden de vardı. Hatta en başlangıçta fedailik esastır. Biz yeni bir hareket değiliz. Hareketimizin direniş tarihinde nice fedai çıkışlar ve kahramanlıklar vardır. Ama savaşın bu en kritik aşamasında, en çok ihtiyaç hissedilen partileşme, yoldaşlık, fedai ruh, bunlar daha fazla olmazsa olmaz haline geldi. Bu açıdan tarihsel geleneğin biraz daha ilerletilmesi ve gelişmesi yaşandı. Arkadaş yapımızda fedai ruh ve fedakarlık pratikte daha fazla gelişme sağladı.
Taktik sürece giriş de, belli düzeyde 2020 yılında Heftanin’de tim savaşı ile geliştirildi. En son Gaê’de, değerli komutan Şoreş Beytüşşebap yoldaşın komutasında Siyanê direnişinde gösterildi. O yoldaşları hiçbir zaman unutmamak lazım. Şoreş, Erdal, Avareş, Argeş, Cûdî ve Bawer arkadaşlar bu direnişi geliştirdiler. Ve burada sağlanan başarı, yeni taktik sürece güveni ve girişi beraberinde getirdi. Dikkat edilirse biz bu taktik düzeye, bu gerilla performansına öyle kolay ulaşmadık. Bunda yılların birikimi, her şeyden önce Önder Apo’nun büyük emeği var. Onun yarattığı felsefi durum, açtığı çığır var. Biraz oradan yürüyerek gerilla belli bir düzeyi yakalamıştır.
2024 yılı da diğer yıllar gibi önemli bir yıl olarak yaşandı
Gerillanın taktik performansı bu temele dayanarak şekillendi. 2022 yılında, hem Kuzey’de yoğun bir savaş gelişti hem Medya Savunma Alanları’nda bu belirttiğimiz yeni taktik çerçeve temelinde çok büyük bir direniş gelişti. Zap direnişinin bizlere öğrettiği çok büyük dersler ve önemli büyük sonuçları var. Zap Eyalet Güçleri tamamen Apocu fedai ruhla ve dönem taktiğine büyük bir kararlıkla sarılarak bu direnişi gerçekleştirmiş ve tarihe mal edilen büyük bir direnişi açığa çıkarmıştır.
Bu direnişte, bir tek tünel direnişi olan Bager Gever, Avzem, Şerzan ve Arin yoldaşların sır sırta vererek birlikte fedai eylem kararını alıp tünel savaş taktiğini pekiştirmede oynadığı rol, o eylemleriyle sergiledikleri duruş aslında tünel taktik tarzını tam olarak oturtan bir fedai duruş olmuştur. Bugün Kürdistan’daki tünellerde tek bir mermi sesi de çıksa Türk ordusu yaklaşamıyor. Neden? Çünkü o yoldaşların o fedai duruşu büyük kayıplar verdirdi. Hem Şehit Pirdoğan tünel direnişinde, hem de Şehit Munzur tünel direnişinde, tünele giren düşman gücü bir daha çıkamıyor. Giren çıkmayınca artık kimse de girmek istemiyor. Burada hem bir taktik yaklaşım var hem bir ruhsal duruş var. Bu biçimde gelişen savaşla birlikte, sözüm ona NATO’nun ikinci büyük ordusu ve NATO tarafından çağdaş tüm teknolojilerden yararlandırılan bu ordu hem de sözüm ona uzman bir ordu Zap girdabından çıkamadı. İki-üç ayda fethedip Medya Savunma Alanları’nı Gare’den Kandil’e kadar hepsini yerle bir edeceğini planlayan bu devlet ve ordu, dört yıldır uğraşmasına rağmen daha Zap girdabından çıkamadı.
Kuşkusuz bu direnişin hikayesi uzundur ve bu yazıda hepsini yazmamız mümkün değil. Ancak son yıl açısından şu söylenebilir:
2024 yılı da diğer yıllar gibi önemli bir yıl olarak yaşandı. Her şeyden önce Kuzey’de çok büyük direnişler gerçekleşti. Serhat’ta Şehmus Malazgirt ve Berwar Dersim yoldaşların direnişi; Van eyaletinde Brusk Kato, Rustem Çekdar Kato, Kamuran Teyrêbaz, Dilsoz Gabar ve Armanc Devrim yoldaşların direnişi; Botan’da Serhat Patnos, Xebat, Zemani, Yılmaz ve Benda Amed yoldaşların direnişleri tarihe geçen direnişler oldular. Yine Gabar’da çok değerli komutan Herekol Gever yoldaşın öncülünde gerçekleşen Bêrîtan Nurhak Çiya ve Şervan yoldaşların direnişleri, Mardin’de Zerdeşt Suruç ve Rêbaz Bagok, Amed’de Hebûn ve Botan arkadaşların direnişleri; bunların hepsi Kuzey’in ne denli kapsamlı bir savaş sahası halinde direnişe devam ettiğini gösteren olgulardır. Her şehadet tabi ki bizim için bir kayıp ama o şehadetin yarattığı kamçılayıcı sinerjinin de beraberinde daha fazla direniş halkasını geliştirdiğini tarihimizden biliyoruz. Tarihimiz bununla süslenmiş bir tarihtir. Her şehadet duruşu, bizlere güç verdiği gibi, daha farklı büyük direnişleri sergileme zeminini ve yolunu da açmıştır. Bu şehitlerimizin de öyle bir rolü kuşkusuz vardır ve olacaktır.
2024 yılında Medya Savunma Alanları’nda da çok büyük direnişler oldu, şehadetler yaşandı. Alan Malazgirt ve Doktor Sarya Tolhildan yoldaşlar şahsında, yine büyük bir direniş ruhuyla çarpışan Asminlerin, Bestaların, Agır ve Cemallerin, Canfedalar, Sema Cuya Çewlîk, Bahoz Hewlêr, Zîlan Amed, Eziz Musulların şahsında Medya Savunma Alanları’nın tüm kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
2024 Türkiye’nin KDP ve Irak ilişkilerini daha fazla geliştirdiği bir yıl oldu
Bilindiği gibi Türk devleti ile Irak hükümeti arasında daha Kazımi döneminden bu yana bir birliktelik ve ortaklık vardı. Fakat bu yıl itibariyle, bu resmi bir mutabakata ulaştırıldı. Başta Bağdat sonra da Ankara’da her iki devletin KDP ile beraber ulaştığı bir mutabakat oldu. 2024 yılında, bu resmi anlaşma çerçevesinde Türk devleti direniş mevzilerine karşı daha büyük avantajlar kazandı. Güney Kürdistan’ın resmi yollarını rahatça kullandı. Çelê’ye bağlı Serzerê denilen bir sınır kapısı var. Sözüm ona ticaret kapısıdır, resmi açılmış fakat askeri bir geçiş kapısı olarak kullanılıyor. Türk ordusu o kapıdan konvoylar halinde bütün araç gereçlerini, tanklarını getirerek, hatta sağlam mevzilenebilmek için Türkiye’de imal edilen beton mevzileri tırlarla Metîna’ya, Zap hatlarına getirerek mevzilenmesini güçlendirmeyi hedefliyor. Ordusunun mevzilenmesini güçlendirmek, bu savaşı kazanmak için, ne tür araç gereç varsa hepsini bu sayede havadan, karadan sağladılar.
Yine Irak adına örgütlenmiş Heres Hudut -Sınır Nöbetçileri- adı altındaki o güç ile KDP’nin güçleri, adeta Türkiye’nin piyonları oldu. Nerede bir boşluk varsa, Türk ordusu bu güçleri oraya yerleştirerek savunma sistemini güçlendirmeyi hedefledi. O güçleri hakim yerlere koymuyor, mahkum arazilere koyuyor. Vadi hatlarına, yol kavşaklarına onları koyarak güvenliğini sağlıyor. Türk ordu generalleri onları da yönetiyor. Bir devlet için kuşkusuz bu tarif edilemez bir durum. Senin ülkeni bir ordu gelip işgal ediyor, sen de ona yardakçılık yapıp yardımcı kolluk kuvveti oluyorsun. Nerede güvenlik zaafı varsa, gidip orayı tutuyorsun. Hem de onun istemi ve yönlendirmesi temelinde yapıyorsun. Bir devlet kolay kolay bu pozisyona düşemez. Bu onursuzca bir pozisyondur. Ama Irak devleti maalesef böyle bir duruma düşmüştür.
Geçmişte KDP’nin bir tek Parastin adındaki istihbarat örgütü Türk MİT’iyle hareket ederdi, onlara bilgi sağlardı. Ama giderek bu yayıldı ve şimdi KDP’nin bütün unsurları, peşmerge komutanları, bölge komiteleri, asayişleri hemen herkes gerilla hakkında bilgi toplayıp anında bir merkeze, o merkez de direkt Türk devletine veriyor. Herkesi böyle gerillaya karşı ajan olarak harekete geçirmişler. Türk ordusu 2024 yılında bu avantajlarla, o çokça bahsettiği kilidi kapatmayı hedefledi. İşte bu temelde Metîna’da kademeli ilerlemeler yaptı. 15 Nisan’da başladı, sonra Haziran’da bir kademe daha ilerledi. En son 3 Temmuz’da hem Metîna’da işgali tamamlama planını uyguladı, hem de Girê Bahar’da. Türk devleti Girê Bahar’a 3 yıldır girmeye cesaret edemiyordu. Ancak bu sefer Güney’den geldiği için -Amediyê, Deralok hattından yolları kullanarak geldiği için- oraları da kuşatmaya yöneldi. Yine Xakurkê-Xinêre hattında Lelkan’dan Şexzade hattı ve Sinine Boğazı’na kadar belli bir ilerleme yaptı, burada sırtları işgal etti. Fakat bütün bu işgal faaliyetinde en çok dikkat ettiği husus, nerede gerilla yoksa oraları tutmasıdır. Türk ordusu, gerillanın mevzilendiği, direnişin olabileceği noktaların üzerine gitmedi. Hep zikzaklar çizerek gerillanın olmadığı zirvelere, hatlara gidip konumlandı. Ondan sonra Yaşar Güler, kamuoyu karşısına çıktı “kilit tamamlandı” dedi. Nasıl tamamlandı? Kurnazlık yaparak, boşluklardan hareket edip belli bir mevzilenme yaptın ama gerilla daha kendi yerindedir. Örneğin Metîna’da tek bir arkadaşımız geri çekilmemiştir. Zap’ta hakeza tüm güçlerimiz yerindedir. Xakurkê ve Xinêre’de de öyle. Hiçbir arkadaşımız Xakurkê ve Xinêre’den geri çekilmemiştir. Herkes kendi yerindedir. Bunlar boşluklardan hareketle belli yerleri tuttular, bundan dolayı “kilit tamamlandı” diye açıklama yapıyorlar. Bu resmen toplumla alay etmektir, yalan söylemektir. Başka bir şey değildir. Olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermektir.
Gerilla aktif pozisyonda ve sürekli eylem yapmakta
Evet 2024 yılı mücadelesi bu şekilde gelişti. Türk devleti bazı yerleri tuttu, doğru ama gerilla da kendi bölgelerinde, kendi mevzilerinde duruyor. Gerillanın mevzilerine genellikle 1 kilometre yakınlıkta mevzilenip, oraları ağır silahlarla ve hava saldırılarıyla vurmaya başladılar. Şimdi pozisyon odur. Her gün savaş uçakları ya da toplarla, tanklarla gerilla mevzilerini vuruyorlar ama gerilla mevzilerine kendileri yaklaşamıyor. Buna cesaret edemiyorlar, çünkü yaklaştıkça kayıp vereceklerini biliyorlar.
Buna karşılık Zap, vb. yerlerde ise, eski taktiğini yürütüyor. Eski taktiği nedir? Gerilla mevzilerini düşürmeye dönük tünellere karşı değişik taktik ve araçlarla sürekli saldırılar yapmaktır. Bu saldırıları değişik patlayıcıları patlatma, dronlarla patlayıcıları tünel kapılarına havadan bırakmakla yapıyorlar. Uçaklarla, helikopterlerle, kimyasal silahları kullanarak yapıyorlar. Taktik nükleer bombaları zaman zaman kullanıyor. Sürekli bir biçimde Girê Amediyê, Girê Cûdî ve Girê FM’e değişik biçimlerde teknikle yönelerek o tünelleri düşürmek istiyor. Bu eskiden beri yürüttüğü taktiktir; 3 yıldan beri aynı tüneller üzerinde aynı yöntemlerle durarak düşürmeye çalışıyor. Bazen köpekleri içeri gönderme, bazen geliştirdikleri robot köpekleri gönderme -tabi hep üzerine patlayıcı koyuyor- gibi değişik yöntemleri, akla gelebilecek tüm yöntemleri Zap Vadisi’ndeki tünel direnişlerine karşı kullanmıştır ve şimdiye kadar da sonuçsuzdur. Ama bu yıl tuttuğu yerlerde ise daha farklı bir taktik uyguluyor. Hiç tünellere yaklaşmadan, 1 kilometrelik mesafeden ağır silahlarla vurma taktiğini geliştiriyor. Bu da gösteriyor ki, Türk Genelkurmayı taktik konusunda bir kafa karışıklığı yaşıyor. Güven duyacağı ve başarı alabileceğine inandığı herhangi bir taktik yaklaşımı yoktur. Hem eskisi tarzını uyguluyor, hem daha etkisiz yeni bir tarzı uyguluyor. Adeta hangisi tutarsa hesabıyla iki ayrı tarzı uyguluyor.
Kısaca şu anda Medya Savunma Alanları’ndaki durum bu biçimdedir. Tabi gerilla aktif bir pozisyondadır ve sürekli eylemler yapmaktadır. Bunlar zaten basına veriliyor. Burada bizim ayrıca izah etmemize gerek yoktur. Savaş ve mücadele bu biçimde gelişiyor.
Devrimci Halk Savaşı stratejisini nihai zafere ulaştırmayı hedefliyoruz
Sonuç olarak; 2024 yılı bizim için bu temelde gerillanın geliştirmiş olduğu dönem taktiğinde daha fazla derinleşme, daha fazla ilerleme, pekişme ve daha fazla güçlenmenin yaşandığı bir yıldır. Açık ki bu yıl da gerilla açısından sadece taktikte derinleşme ve ilerleme değil, aynı zamanda Apocu fedai çizgide, partileşmede ve askerileşmede de bir gelişme ve ilerleme yılı olmuştur. Tüm yoldaşlarda sürece uygun bir ruhsal gelişme yaşanmıştır. En son Ankara TUSAŞ’ta eylem yapan Asya Ali ve Rojger Hêlîn yoldaşların gösterdikleri hem ruhsal duruş ve hem de askeri kabiliyet performansı gözler önüne serildi. O arkadaşlar bu yapının içerisinden çıkıp gittiler. Yapımızın büyük çoğunluğu aynı ruh, aynı tarz ve performansla savaşabilecek güç ve kabiliyettedir. Bu temelde günümüzde direniş yürütülmektedir. 2024 yılı bu bakımdan daha da gelişme gösterilen bir süreç oldu.
Bununla birlikte biz mücadeleyi sadece gerillanın daha da geliştirdiği direnişle değil, daha kapsamlı, Devrimci Halk Savaşı stratejisini doğru uygulayarak nihai zafere ulaştırmayı hedefliyoruz. Bu da gerillanın daha profesyonel, öncü bir güç olarak rol oynamasının yanı sıra, öz savunma örgütlenmesinin güçlendirilmesi, yine halkın bu çerçevede örgütlü hale getirilmesidir. Evet, halkımız bir ölçüde iknadır ama Devrimci Halk Savaşı çerçevesinde örgütlenmesi gerekmektedir. Yine yeraltı ile koordineli, yarı hareketli, uzman tim tarzının her yerde yaygınlaştırılmasıdır. Kuşkusuz her yerde aynı biçimde yeraltı savaşı olmaz ama yeraltına dayanma ve uzman-profesyonel gerillaya ulaşma tarzını yoğunlaştırmak gerekir.
Bütün bunlarla birlikte çağın teknolojisinden gerillanın yararlanabildiği kadar yararlanması için gerekli çalışmaların yürütülmesi gerekir. İmkanlar ölçüsünde bu konuda belli bir gelişmeden söz etmek mümkündür. Teknolojik açıdan son iki yıldan bu yana gerillanın daha sonuç alıcı bir düzeyi yakalama durumu vardır. Biz bunu geçen Newroz ayında kamuoyu ile paylaştık ve genellikle sevinçle karşılandı. Soykırımcı Türk devletinin Hareketimize karşı savaşında stratejik bir noktaya koyduğu İHA ve SİHA’ların Kürdistan Özgürlük Gerillası tarafından vurulabilme kabiliyetinin gelişmesi kuşkusuz sıradan bir şey değildir. Bu bizim için gerçekten önemli bir şeydi ve gerçek anlamda bir müjdeydi. Yürüttüğümüz mücadelede teknik açıdan bu bir yeni aşama da sayılabilir. Kuşkusuz sadece İHA’ları vurma kabiliyetini elde etme değil, daha değişik hava araçlarını kullanma, uzaktan düşman hedeflerini imha etme yöntemini değişik hava araçlarıyla gerçekleştirme düzeyine de bir ölçüde ulaşma durumundayız.
Şimdi bunun, yürüttüğümüz savaşa ne kadar katkısı oldu? Bizim için azımsanmayacak önemli katkıları olmuştur. Son iki yılda Türk ordusunun çok sayıda İHA ve SİHA’sı düşürüldü. Türk devleti hiç açıklamıyor ama o İHA’ların, SİHA’ların belli bir bölümü artık devre dışıdır. Mesela Bayraktar TB-2, yine ANKA gibi çok propagandası yapılan SİHA’lar artık Medya Savunma Alanları’na giremiyor. Bu çeşit İHA’ları artık Türk ordusu yaygın kullanamaz duruma gelmiştir, çünkü bunlar daha kolay düşürülebiliyor. Mevcut durumda Türk ordusu Medya Savunma Alanları’nda sadece bazı çeşit İHA’ları kullanabilmektedir. Bu açıdan, gerillanın elde ettiği teknik, Türk devletinin bu savaşın dengesini kendi lehine çevirmede kullandığı İHA ve SİHA’larını önemli oranda etkisiz kılmıştır. Tam olarak etkisiz kılmanın da imkanları yok değildir. Onun üzerinde de kuşkusuz daha fazla durmak gerekiyor. Kısaca, böyle bir teknik gelişmenin bizim savaşımıza önemli bir katkısı olmuştur. Daha önce bu tür İHA’larla her yere sızıyorlardı. Artık onun önüne geçilmiştir. Her yere sızma gibi bir durumları söz konusu değil. Zaman zaman zaten düşürülüyorlar. Bu yakın zamanda eğer düşmüyorsa, gelmedikleri içindir.
Bu durum, doğal olarak gerillada belli bir rahatlamayı da yaratmıştır. Kuşkusuz buna dayanarak kontrolsüz hareket doğru olmaz. Bu bir gaflete yol açar. Yine tedbirli olmak gerekiyor. Kısaca, mevcut kullanılan teknolojinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu katkısı ileride daha da gelişerek savaşı dengeleyecek düzeye gelebilir.
Biz Hareket olarak halkımızı soykırımdan geçirmek isteyen bu zorba, faşist, sadece ve sadece öldürmeden anlayan, öldürerek sonuç alacağını sanan katliamcı zihniyete karşı mücadele yürütürken elbette ki, sadece ideolojik, örgütsel ve taktiksel gelişmelerle yetinemeyiz. Aynı zamanda çağımızın sunduğu teknik olanakları da elde ederek, bu faşist saldırganlığı dengeleyecek bir düzeyi yakalamayı hedeflemeliyiz. Biz bir halkın özgürlükçü, devrimci gücüyüz, halkımızın iradi bir gücüyüz. Bu devlet karşısında toplum olarak sadece fiziksel değil, zihinsel açıdan da yeteneklerimizi daha etkili bir örgütlülüğe kavuşturarak, bu sömürgeci, soykırımcı yönelimleri dengeleyecek, durduracak, onları bozguna uğratacak her türlü taktik, teknik gelişmeyi hedeflemeliyiz. Şimdiki hedefimiz budur; gelinen düzey ve yaratılan altyapı buna uygundur. Bu temelde Türk ordusunun işgalci saldırılarını bozguna uğratmak için, şimdi her zamankinden daha fazla kendimize, gücümüze güvenmek durumundayız.
Tabii yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece gerillayla yetinemeyiz. Lenin, “devrim, kitlelerin eseridir” demiştir. Önder Apo da buna benzer birçok çözümleme yapmış ve cümle kurmuştur. Eğer biz yola çıktığımız bu devrimsel yürüyüşü kesin başarıyla taçlandırmak istiyorsak, mutlaka halkımızı örgütlü kılmalıyız. Yurtsever halkımız bu soykırımcı, faşist, saldırgan siyasete karşı iradeli bir duruş sergilemek ve sonuç almak istiyorsa, devrim çalışmalarını sadece Önderliğimizin mücadele ve çabaları ile gerillanın mücadelesine havale etmeden, bizzat örgütlenerek sürece katkı sunmalıdır. Bu güçlere (Önderlik ve gerilla) sonuna kadar inanmak doğrudur ama bu güçlerin halkımızdan talebi, toplumumuzun kendini iradi bir güç haline getirmesidir. Bunun yolu nedir? Örgütlenmedir. Toplumumuz örgütlenmelidir. Özellikle öz savunma örgütlenmesi çok önemli. Yeni dönemde özellikle topluma ve halkın öz gücüne dayanan devrimler ancak başarıya gidebilirler. Bu, her dönemde böyledir ancak yeni dönemde bu gerçeklik daha fazla öne çıkmıştır. Bu bakımdan toplumun örgütlenmesi, en başat devrimci çalışmadır. Öncelikle, herkes, her yerde saldırılara karşı kendini savunmalıdır. Öz savunma esasında toplumun kendi kendini savunabilme yeteneğine kavuşmasıdır. Önder Apo’nun “Gül Teorisi” önemli bir teoridir, önemli bir açılımdır. Yeryüzünde bulunan bütün canlıların var olabilmesi için mutlaka bir savunma sistemi vardır. Her hayvanın bir savunma yöntemi vardır. Her çiçeğin, gülün kendine özgün bir savunması vardır. Gül, doğa içerisinde hoş kokulu, tabiatı renklendiren bir varlıktır. Ama sen rastgele elini atarsan -yani saldırırsan- dikeni sana batar. Onun kendini savunması için etrafında dikenleri vardır. Bir gülün böyle savunması var. Doğanın ve tabiatın vazgeçilmez koşulu olarak her canlının kendini koruma yöntemi mutlaka vardır. Bir toplum da kendini korumak istiyorsa, hele hele Kürt toplumu bu kadar sömürgeci devlet arasında kendini var etmek istiyorsa, kendini örgütlemeli ve öz savunmasına mutlaka kavuşmalıdır.
Kürt gençliğinin hem kendini hem toplumu koruma sorumluluğu vardır
Bunu genelden biraz daha özele indirgersek; mesela, toplumda en çok erkek egemenlik sisteminin saldırısına maruz kalan kadındır. Dolayısıyla en fazla kadının öz savunmaya ihtiyacı vardır. Bugün devrime öncülük misyonuyla ayağa kalkmış Kürt kadınının kendini mutlaka öz savunma örgütlenmesine ulaştırması gerekmektedir. Tüm toplumun öz savunmaya ihtiyacı var ama kadının daha fazla vardır. Bütün saldırgan, tecavüzkar yaklaşımlara karşı kadının iç örgütlenmesini geliştirmesi ve bu temelde savunmasını yapması elzemdir.
Kadın-erkek tüm Kürt gençliğinin hem kendini hem toplumu koruma sorumluluğu vardır. Toplumun en dinamik ve öncü kesimidir. Öncü kesim, geleceği inşa eden kesimdir. Şimdi sömürgeci soykırımcı devletin, sadece Kuzey’de değil, tüm parçalarda geliştirdiği en temel özel savaş taktiği gençliği düşürme taktikleridir. Kürdistan toplumu içerisinde uyuşturucu maddeyi yaygınlaştırmanın, sömürgeciliğin bir özel savaş taktiği olduğu kesindir. Aynı biçimde, toplum içinde fuhuşu geliştirme, insanları bu tarzda baştan çıkarma ve düşürme belirgin bir özel savaş yöntemidir. Kürt insanının ve Kürt gençliğinin kişiliğini rencide etmek, düşürmek için, kendi gerçekliğine karşı çıkarmak ve kullanmak için ajanlaştırmayı dayatıyor. “Sen bana çalışırsan ben seni şu okula gönderirim, şurada sana şöyle bir imkan sağlarım” diyerek şart koşuyor, şantaj yapıyor, tehdit ediyor. Öldürme ile tehdit ediyor, ailesine yönelmeyle tehdit ediyor. Kadın olsun erkek olsun, Kürt gençliğini ajanlaştırmak için istihbarat elemanları yoluyla çok kapsamlı bir düşürme faaliyetini yürütüyor. Otantik bir yurtseverliğe sahip olan, güzelim Colemêrg’te düşman yoğun bir faaliyetle uyuşturucu alışkanlığını geliştirme, ajanlaşmayı dayatma ile düşürme yöntemlerini yaygın bir biçimde geliştirerek oradaki yurtseverliği kökten etkisiz kılmaya çalışmaktadır. Mevcut durumda devlet bütün olanaklarıyla, özellikle Kürdistan’ın bazı yörelerinde bu faaliyete yüklenmektedir. Colemêrg’i, Şirnex’ı ve Botan direniş geleneğini kökten darbelemek için, bu devlet çok çeşitli yöntemlerle çalışıyor ve bunu başta Amed olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde yaygın bir biçimde geliştirerek, Kürt gençliğini kendi öz benliğinden, gerçekliğinden uzaklaştırma faaliyetini yürütüyor.
Şimdi buna karşı hem bütün toplumumuz kendini savunmalı, herkes kendi ailesini, çocuklarını savunmalı, birbirine sahip çıkmalı ve hem de Kürt gençliği öncelikle kendini örgütleyerek düşmanın bu yönelimini boşa çıkarmayı hedeflemelidir. Esas olarak, gençlik bundan sorumludur. Mesela, Kürt gençliği her mahallede kendi mahallesinin ahlakı, kültürü, geleneğini korumak için kendi içinde örgütlü hale gelebilir. Öz savunma çerçevesinde, doğal bir biçimde kendini örgütleyebilir. Örneğin, mahalleye ajan sokmayabilir, mahalleye uyuşturucu sokmayabilir, fuhuş yapanları sokmayabilir. Bunu sivil dayanışmayla, ortaklaşmayla yapabilir. Bir ajanın kapısına toplu olarak gidip taş atarak teşhir edebilir ya da onu toplumdan tecrit edebilir. Toplumsal baskı kurabilir. Gençlik bunu her mahallede yapabilmelidir. Kürdistan’ın her şehrinde, her mahallesinde, her köyünde yapabilmelidir. Yurtsever gençler, yurtsever insanlar, yurtsever kadınlar önce düşmanın bu saldırılarına karşı kendini savunmanın tedbirini almalı, bunun yolu olarak öz savunmasını geliştirmelidir. Düşmanın değişik yol yöntemlerle geliştirdiği bu alışkanlıklara, bu bağlılıklara karşı toplumsal dinamikleri örgütlemek, onu harekete geçirmek gerekiyor. O açıdan, bu konuda herkes görevlidir. Her yurtsever kendini doğal görevli görmelidir. Herkes kendini bundan sorumlu görmeli, sorumlu hissetmeli. “Toplumumuzun dinamiklerini yok etmek isteyen, bu özel savaş taktiklerine karşı biz sessiz kalamayız, gözümüzü yumamayız” diyerek sorumluluk üstlenmeli. Herkes kendi mahallesinde sorumluluk üstlenip, mahallesini temiz bir mahalle haline getirmeyi hedefleyebilir. Kimse bunun önüne geçemez, hiçbir polisiye tedbir de önüne geçemez. Çünkü bu, toplumsal yaşamın doğal bir refleksidir, doğal bir davranış biçimidir. Her mahalle böyle kendi içinde kendini örgütleyerek savunabilmeli. Düşmanın bu tür saldırılarına karşı kendini korumaya almalıdır. Özellikle düşmanın o uzman çavuşlar yoluyla Kürdistan’ın gencecik kızlarına saldırganlığını, yine Kürt gençliğini daha genç yaşta düşürmek için geliştirdiği insanlık dışı saldırılarını bertaraf etmek için, her yerde öz savunmayı örgütlemeli ve kendimizi bu biçimde korumalıyız. Kültürümüze, dilimize, toplumsal ahlak ve olumlu geleneklerimize sahip çıkmalıyız.
Mesela herkes Kürtçe konuşmalı, Kürtçe düşünmeli. Madem bu düşman bizi Türkleştirmek istiyor, biz buna refleks olarak Kürtlükte daha fazla ısrar etmeliyiz. Türkçe konuşmak sanki daha ileri bir şeymiş gibi yaklaşarak, Türkçe’ye sarılmak yanlış bir şeydir. Biz hiçbir dile ve kültüre karşı değiliz. Biz Türkiye halklarıyla kardeş olmak istiyoruz. Nefretimiz yoktur ama biz kendimizde ısrar etmek ve düşman saldırılarını boşa çıkarmak için Kürtçe’de ısrar etmeliyiz. Bu önemli bir olgudur.
Bütün bunlar öz savunmadır. Dilin savunulması, toplumun savunulması, ahlak ve kültürün savunulması, bunların hepsi öz savunma halkasından birer parçadır. Öz savunma toplumun kendini var etmesidir. Nasıl ki doğada her canlı yaşamını sürdürmek için öz savunmasını bir biçimde geliştiriyorsa, Kürt toplumu da, toplum olarak var olmak, varlığını sürdürmek ve geleceğini inşa edip özgürlüğünü elde etmek için, mutlaka ve mutlaka öz savunma örgütlenmesini geliştirmelidir. Bu, herkesin temel bir yurtseverlik görevi olarak algılanmalıdır.
Genel olarak içinde bulunduğumuz süreç, çok önemli tarihi bir süreçtir. Yanı başımızda, Suriye’de yaşanan gelişmeleri izliyoruz. Herkes büyük bir merakla takip ediyor. Orada örgütlü bir düzey kazanmış olan Rojava Kürdistanı ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının geliştirdiği demokratik özerk sisteme karşı Türk devletinin ne denli çığırtkanlıkla düşmanlık yaptığını her gün izliyoruz. Bundan her Kürt ve her Türkiyeli demokrat sonuç çıkarmalıdır. Bütün basın yayın organlarıyla gece-gündüz oturup kalkıp “Kürtler ha Kürtler” diyorlar. Rojava, Kürdistan’ın en küçük parçasıdır ve şimdi Suriye yeniden inşa edilirken, onlar da kendi kimlikleriyle bu inşa sürecinde yer almak istiyorlar. Ama Türk devleti buna düşmanlık yapıyor. Zamanında DAİŞ Suriye’de kendi rejimini ilan edip Türkiye’ye komşu olunca Türkiye ondan hiç rahatsız olmadı; tersine ticaret yaptı, ilişkiler kurdu. Ama Kürtler statü kazanacak diye, nasıl rahatsız olduğunu görmedik mi? Gördük. Bu soykırımcı anlayış, Kürt halkına düşmanlık yaparak ve Kürt halkını iradesiz kılarak gelişmek isteyen bir anlayıştır. Kürt halkının iradesine basarak büyümek, yükselmek isteyen faşist, katliamcı, soykırımcı bir zihniyettir. Bu anlayışa karşı hem Türkiyeli yurtsever demokratlar hem Kürdistan’ın bütün yurtseverleri bütün gücüyle mücadele yürütmelidir. Çağın bu döneminde bu kadar ırkçılık, bir millete bu kadar düşmanlık olabilir mi? Bütün ordusuyla, tankıyla, topuyla, bütün çeteleriyle orada bir avuçluk Rojavalı Kürtleri boğmak için elinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyor. Buna karşı hiçbir demokrat, hiçbir yurtsever sessiz kalamaz, kalmamalıdır, mücadele yürütmelidir. Halkların düşmanı bu şoven, ırkçı zihniyete karşı herkesin mücadele etmesi en temel insanlık görevidir.
2025 yılının bir özgürlük yılı olma sorumluluğumuza sahip çıkacağız
Sonuç olarak belirtmek istediğimiz husus şudur: Biz Devrimci Halk Savaşı çizgisi temelinde bugün belli bir anlayışa ve düzeye gelmiş bulunuyoruz. Türk devletinin artık öyle SİHA’lara, İHA’lara ya da daha farklı tekniklere dayanarak bizi yok edeceğini sanması bir gaflettir. Biz bir halkız, köklerimiz tarihin derinliklerine dayanıyor. Önder Apo’nun çağdaş düşünce sistemiyle aydınlanmış bu toplumu, siz hiçbir biçimde yok edemezsiniz, yenemezsiniz. Ne onun örgütsel yapısını, direniş güçlerini yenebilirsiniz ne de bu toplumu yok edebilirsiniz. Tek şart, tek yol vardır. O da doğal olan, tarihin en kadim zamanlarından günümüze kadar uzanan bu halka ve kültürüne saygı duymak, onu tanıma, onun iradesini, onun bütün kimlik, kültürel haklarını, siyasal haklarını tanıyarak kardeşliği geliştirmektir. Yoksa cesedinin üzerine basarak, her şeyini yok sayarak kardeşlik inşa etmek sadece ve sadece bir özel savaş söylemidir. Böyle kardeşliğin gelişmesi mümkün değildir. Bu tür söylemlerle Kürt halkını da herhangi bir kimseyi de kandıramazlar. Kardeşlikten söz ediliyorsa, önce gerçekliği kabul edeceksiniz. Eğer bir Türk-Kürt ittifakı söz konusu olacaksa, bu ancak bu gerçekliği kabul etmekle mümkün olabilir. Ve bunun için de Önder Apo, “eğer zemin yaratılırsa ben rol üstlenmeye hazırım” dedi. İşte tek yol budur. Yoksa çağın düşünce sistemiyle bilinçlenmiş Kürt halkını, ne Kuzey’de, ne Rojava’da, ne de başka yerde bertaraf etme, iradesiz kılmanın çıkar yolu yoktur. Her şey tankla, topla olmaz. Bu faşist Türk devlet zihniyet yapısının bunu anlaması lazım. Her şeyi bu biçimde yapamayacaklarını bilmeleri lazım. Şayet geliştirdikleri tekniğe güveniyorsalar, elbette bizler de seçeneksiz olmayan bir hareket olarak onlara karşı teknik geliştirebiliriz. Bizim de her türlü seçeneğimiz vardır. Bizler nasıl ki şimdiye kadar sömürgeci düşmana karşı yenilmez bir irade olduğumuzu ortaya koyduysak, kuşkusuz bundan sonra da koymaya devam edeceğiz. Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın yenilmez olduğunu, Apocu fedai duruş ve iradenin sarsılmaz bir irade olduğunu bugüne kadar gösterdiğimiz gibi bundan sonra da herkese gösterme gücümüz ve kudretimiz vardır.
Bu temelde 2025 yılına giriyoruz. 2025 yılı halk ve hareket olarak bizim için daha parlak bir geleceği vaat etmektedir. 2025 yılının bir özgürlük yılı olma, büyük bir açılım ve halkların özgürleşme yılı olması için sorumluluğumuza sahip çıkacağımızı ve gereken yanıtı en güçlü bir biçimde vereceğimizi belirtiyor, şimdiden herkese üstün başarılar diliyorum.