Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak, atılım ve zafer ayı olan yeni bir Ağustos ayına girdik.15 Ağustos 1984 Devrimci Atılımı temelinde yaşadığımız 39’uncu Ağustos ayı oluyor. Büyük atılımın 38’inci yılını tamamlıyor, 39’uncu yılına giriyoruz. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı sisteme karşı tam 38 yıldır kesintisiz özgürlük savaşı yürütüyoruz. Söz konusu devrimci atılım, gerilla öncülüğünde gerçekleştirilmiş bir atılım oluyor. Böyle bir atılımla Ulusal Diriliş Devrimi başarılmış bulunuyor.
Bunlar temelinde tarihi atılımın 39’uncu yılını selamlıyor, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, kahraman gerilla güçlerimizin, yurtsever halkımızın ve demokratik dostlarımızın 15 Ağustos Ulusal Diriliş ve Gerilla Bayramını kutluyoruz. Büyük atılımın ölümsüz komutanları Agit ve Zîlan yoldaşlar şahsında tüm atılım şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 15 Ağustos Atılımı’nın 39’uncu yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.
Tarih, Önder Apo’nun görüşlerini doğrulamıştır
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki özgürlük kolay kazanılmıyor. Bireyler, toplumlar, halklar ve kadınlar özgürlük için yıllarca savaş veriyorlar. Bu savaşlar beş yıl, on yıl, hatta yüzlerce yıl bile sürebiliyor. Böyle bir savaşı göze alabilen, bedelini ödeyip zorluğuna dayanabilen, doğru tarz ve taktikle savaşabilenler sonuçta zafer kazanıyorlar. Hareket ve halk olarak biz de 15 Ağustos 1984 Devrimci Atılımı temelinde tam 38 yıldır kesintisiz özgürlük savaşı yürütüyoruz. Çok açık ki, özgürlük adına elle tutulur her şeyi işte bu savaş temelinde kazanmış bulunuyoruz.
Kuşkusuz özgürlük uğruna 38 yıl boyunca kesintisiz savaş yürütebilmiş olmak çok önemlidir. Halkların yürüttüğü ulusal özgürlük savaşlarının zaman ortalamasının çok üzerindedir. Elbette bedeli de aynı oranda fazla olmaktadır. Açık ki Kürdistan koşulları bunu gerektirmektedir. Kürdistan’da bağımsız düşünceye ve özgür yaşama ulaşmanın başka bir yolu yoktur. Başka yol olduğunu söyleyenlerin hepsinin yanılgı dünyasında yaşadıkları kanıtlanmıştır. Tarih, Önder Apo’nun görüşlerini doğrulamıştır. Dolayısıyla doğruluğu kesinleşen özgürlük savaşı yolunda gerekirse onlarca yıl daha savaşmayı göze almalıyız ve özgür yaşamı mutlaka kazanmalıyız.
Böylesi mümkün müdür dememek lazım. Nihai özgürlüğün kazanılabileceğini geçen 38 yıllık savaş süreci çok net olarak kanıtlamıştır. Çünkü, değil 38 yıl savaşmak ve tüm bu kazanımları elde etmek, Kürtlerin artık eline silah bile alamayacağı varsayılıyordu. ‘Kürtler artık mezara gömülmüş ve üzeri de betonlanmış’ deniliyordu. ‘Özgürlük için savaşan halkı katliamlara götüreceği’ iddia ediliyordu. Peki sonuç ne oldu? Öldü denen dirildi, eline silah alamaz denen kahraman özgürlük orduları kurdu, katliama yol açacağı söylenen insanlık için umut kaynağı olan özgürlükçü kazanımlar yarattı. Demek ki 38 yıllık savaşın sonuçları değil boşa gitmek, tersine tüm ezilenler için yeni bir umut kaynağı ortaya çıkarmıştır.
Kuşkusuz 38 yıldır 15 Ağustos Devrimci Atılımı üzerine çok şey söylendi ve her türlü değerlendirme yapıldı. Önder Apo, ‘Bir inadın, bir ısrarın, bir umudun atılımı’ olduğunu söyledi. Yani insan kalmakta ısrarın, zulme karşı durmakta inadın ve özgür yaşamı yaratma umudunun atılımıydı. Kuşkusuz bedeli ağır ve zorlukları çok olan bir süreçti. Bütün bunları da özgür yaşam tutkusuna dayalı fedai militanlık yenip aştı. Kürdistan Özgürlük Gerillası baştan itibaren böyle bir fedai çizgide var oldu ve günümüze kadar söz konusu fedai çizgiyi derinleştirerek tüm devrimci görevleri başardı.
Önder Apo, “Mazlum’un şehadetine verdiğimiz sözle ülkeye geri dönüşü gerçekleştirdik, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’na verdiğimiz sözle de 15 Ağustos Atılımı’nı başlattık” dedi. Yani 12 Eylül faşist rejimine karşı özgürlük için direnme kararı 1982 Büyük Zindan Direnişi’yle verildi. 15 Ağustos Devrimci Atılımı bu kararı dağa taşıyıp gerilla savaşı haline getirdi. Tüm özgürlükçü değerler de işte bu karar ve onu uygulayan gerilla direnişi temelinde kazanıldı. Özgürlükçü bilinç, örgütlenme ve eylem bu temelde ortaya çıktı; Önderliksel gelişme ve paradigma değişimi bu temelde oldu; parti, gerilla, kadın ve gençlik örgütlülüğü buna dayalı olarak yaratıldı. Ulusal Diriliş Devrimi bu temelde gerçekleşti, Kadın Özgürlük Devrimi bu temelde başladı ve Rojava Özgürlük Devrimi’ne bu temelde ulaşıldı. Uluslararası Komplo’ya karşı 24 yıldır yaşanan tarihi gerilla ve halk direnişi de buna dayanarak var oldu.
HRK silahlı propaganda eylemlerinden gerilla savaşına geçişi ifade ediyordu
38 yıllık savaş Kürdistan’da küresel değeri de olan çok önemli bir gerilla deneyimi ortaya çıkardı. HRK bir başlangıçtı ve esas olarak silahlı propaganda eylemlerinden gerilla savaşına geçişi ifade ediyordu. ARGK, birçok halkın geliştirdiği klasik kır gerillacılığının Kürdistan’da hayata geçirilmesiydi. Kürdistan dağlarının heybetiyle Apocu fedailiğin birleşmesi, 15 yıl gibi bir süre devam eden en etkili gerilla savaşlarından birini yarattı. Aslında Kürdistan’da yürütülen gerilla savaşı, diğer halkların yürüttüğü ulusal kurtuluş savaşlarından az ve zayıf değildi. Ortalama ulusal kurtuluş sorununu çözüme kavuşturmak için fazlasıyla yeterliydi. Eğer söz konusu savaşla Kürdistan ulusal sorunu çözülemediyse, bu durum savaşın azlığı veya zayıflığından ziyade, Kürt sorununun diğer ulusal sorunlardan farklı olmasından kaynaklandı. Kuşkusuz savaşta yaşanan hata ve eksikliklerin payını da buraya eklemek gerekir.
HPG aslında yeni bir gerillacılığı ifade ediyor. Klasik kır gerillacılığının aşılıp kır, ova ve şehir bütünlüğünde savaşan bir gerillacılığa ulaşmayı içeriyor. Her bakımdan fedaileşmeyi öngörüyor. Profesyonel gerilla öncülüğünde tüm halkın öz savunmasını yaratmayı ifade ediyor. Demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm temelinde tüm özgürlük sorunlarının çözümüne öncülük etmeyi esas alıyor. Kısaca demokratik modernite çizgisini hayata geçirmede öncü bir rol oynuyor. Bu temelde de demokratik modernite gerillacılığı diyoruz. Kürdistan’daki ilk deneyimin ortaya çıkartacağı tecrübenin her alanda uygulanabileceğine inanıyoruz.
Kuşkusuz 38 yıllık savaş sürecinin gerillada olduğu gibi, ideolojik, siyasi ve toplumsal mücadelede de yol açtığı çok önemli gelişmeler ve yenilikler söz konusudur. Her anı büyük devrimci derslerle dolu olan bir süreçtir. 39’uncu yılda ve sonrasında başarılı olabilmemiz için, tüm bu dersleri özümsememiz gerekir. Mevcut durumuyla bizden daha büyük tecrübeye sahip bir devrimci örgüt ve özgürlük hareketi yoktur. O halde kendi başarımız kadar, başkalarına öncülük etme görev ve sorumluluğumuz da vardır.
Elbette bütün bunlar Önder Apo’nun büyük çabasıyla ve kahraman şehitlerimizin kanıyla ve canıyla yaratılmıştır. 38 yıllık mücadelenin her anı bu temelde yürütülmüş ve kazanılmıştır. Bu sürecin her yılı, her ayı ve her günü onlarca, yüzlerce kahraman şehidin direnişiyle doludur. Atılım ve Zafer Ayımız olan ağustos ayının her gününde de onlarca kahraman şehidimiz bulunuyor. Büyük atılımın daha ilk yıl dönümlerinde Seyfettin Zoğurlu ve Mustafa Yöndem yoldaşların şehadetiyle başlayan bu süreç, Erdal, Sarı İbrahim ve Hüseyin Mahir yoldaşların şehadetiyle gelişmiş, 2018 ile 2020 yıllarının ağustos şehitleri olan Atakan Mahir, Zeki Şengali ve Agit Garzan yoldaşlara kadar ulaşmıştır. Bu vesileyle tüm bu yoldaşları ve şahıslarında tüm Ağustos ayı şehitlerimizi de saygı ve minnetle anıyoruz.
İmralı’da fiziki ve psikolojik işkence artarak devam etmektedir
Değerli Yoldaşlar!
Büyük 15 Ağustos Gerilla Atılımının 39’uncu yılına girerken, Önder Apo’nun duruşunda ve İmralı koşullarında herhangi bir değişiklik yoktur. Ağırlaştırılmış tecrit devam ettirilmekte ve Önder Apo ile hiçbir biçimde iletişim kurulamamaktadır. Özel psikolojik savaş kapsamında AKP ve MİT çevrelerinin yaymaya çalıştığı bilgilerin anlamını ise zaten önceki talimatta değerlendirmiştik. Daha sonra da yönetimimiz bu konuda Harekete ve halka uyarıcı açıklamalar yaptı. Sonuçta hile ve oyun bozuldu ve psikolojik savaş çevreleri de şimdilik sustular. Avukatların hukuki girişimleri de şimdiye kadar herhangi bir sonuç ortaya çıkarmadı.
Fakat İmralı’da fiziki ve psikolojik işkence artarak devam etmektedir. Özel savaş çevrelerinin el altından yaydıkları söz konusu sözlerden aslında biz bu sonucu çıkarmalıyız. Yani ‘İmralı’da baskı ve işkencenin arttığı’ biçiminde değerlendirmeli ve bu çerçevede İmralı sistemini kırmayı ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamayı hedefleyen Dem Dema Azadîyê ye hamlemizi her alanda daha da geliştirmeliyiz. Evet, İmralı soykırım sisteminde tarihin en amansız ve anlamlı mücadelesi yaşanmaktadır. Faşist AKP-MHP yönetiminin soykırımcı saldırılarına karşı Önder Apo tarihin en büyük ve anlamlı direnişini yürütmektedir. Bizim de her alanda esas almamız ve başarıyla yürütmemiz gereken işte böyle bir mücadele düzeyimiz olmalıdır.
Faşist-soykırımcı düşman, bir yandan baskı ve işkenceyi artırırken, bir yandan da durmadan sözde “disiplin cezaları” vermektedir. Söz konusu ‘disiplin cezaları’ ile bir yönüyle avukat ve aile görüşünü yasaklamaya çalıştığı açıktır. Fakat sürekli verilen ‘disiplin cezalarının’ anlamı sadece bu değildir. Aslında bu biçimde, Şubat 2023’ten itibaren AİHM’in Önder Apo’nun durumunu yeniden muhakeme etmesinin önünü kapatmaya çalışmaktadır. Biz bu oyunu da deşifre ettik ve bu temelde gereken hukuki mücadelenin önünün açılmasını sağladık. Bu yönlü girişimler sürüyor.
Fakat İmralı’da hukukun zerresi bile yoktur, ki öyle bir mücadele ile sonuç alınabilsin. İmralı’da her şey ideolojik ve siyasidir. Bildiğimiz gibi, eşi görülmemiş bir rehine sistemi uygulanmaktadır. Her şey oyuna ve hileye bağlanmıştır. Dolayısıyla olumlu sonuç, ancak özgürlük mücadelesini zafer yolunda ilerletmekle alınabilir. Bunun için de kamuoyundaki duyarlılığı daha çok artırmamız ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleyi her alanda daha fazla geliştirmemiz gerekiyor.
Aslında hem Türkiye’de ve hem de dünyanın dört bir yanında bu yönlü bir duyarlılık sürekli gelişmektedir. Herkes Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünde Önder Apo’nun belirleyici konumunu görmektedir. Bu yönlü çok önemli girişimler ve çağrılar da gelişmektedir. Fakat Kürt sorununu yaratan küresel kapitalist modernite sistemi ile sömürgeci-soykırımcı Türk faşizmi imha ve tasfiye saldırılarında ısrar etmektedir. Çünkü; her iki güç de Önder Apo öncülüğünde Kürt sorununun çözümünün Ortadoğu’yu ve dünyayı demokratikleştireceğini bilmekte ve böyle bir demokratikleşmede de kendi sonunu görmektedir.
Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Ne yapsalar da söz konusu sonu mutlaka yaşayacaklardır. Bize düşen görev, bu süreci hızlandırmak ve söz konusu sonu yakınlaştırmaktır. Onun için de Önder Apo gerçeğinin daha doğru anlaşılması ve başarılı uygulanması gerekir. Bu çerçevede Önderlik Çözümleme ve Savunmalarını daha çok okumak ve daha derin özümsemek gerekir. Savunmaların farklı dillere çevrilmesi ve yayılması temelinde Önderlik Gerçeği’nin tüm ezilen insanlara, kadınlara ve gençlere ulaştırılması için daha çok çalışmak önemlidir. Yine Önderlik pratiğinden dersler çıkartarak Apocu tarz, üslup ve tempoyu anlamak ve özümsemek zorunludur. Başaran Apocu militanlık ancak bu biçimde gelişir. Tüm yoldaşların böyle bir yaklaşım ve çaba içinde olacağına inanıyoruz.
Çatışma merkezinin Ukrayna veya Pasifik’e kaydığı tespiti doğru değil
Değerli Yoldaşlar!
Şanlı 15 Ağustos Devrimci Atılımı’nın 39’uncu yılına girerken genel siyasi ve askeri durumun bazı temel özelliklerini yeniden değerlendirmek yararlı olabilir. Gerçi bu tür değerlendirmeleri sürekli yapıyoruz. Örneğin Temmuz Talimatı’nda kısmi bir değerlendirme ortaya koymuştuk. Fakat siyasi ve askeri süreç de epeyce hızlı. Önemli bazı yeni gelişmeler oluyor ve onları da zamanında değerlendirip, özgürlük mücadelemiz üzerindeki etkilerini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bu temelde küresel kapitalist modernite sisteminde yaşanan yeni gelişmelere bakarsak, geçen bir aylık süre içerisinde bazı önemli olayların yaşandığını görürüz. Örneğin haziran ayı sonunda Madrid’de NATO toplantısı oldu ve hemen ardından Temmuz ayı ortasında da ABD Başkanı Biden Ortadoğu’ya geldi, İsrail ve Suudi Arabistan’da görüşmeler yaptı. Bunların hemen ardından 19 Temmuz günü ise Tahran’da İran, Rusya ve Türkiye üçlü toplantısı gerçekleşti. ‘Astana formatı’ denen toplantı dizisinin sonuncusu olan Tahran Toplantısı’nın, her bakımdan NATO toplantısına ve Biden’ın Ortadoğu gezisine karşıt olarak geliştiği belirtildi. Kuşkusuz belli bir karşıtlığı vardı, ancak bu ne düzeydeydi ve ne tür sonuçlar verdi? Bu sorular çerçevesinde sonuçları değerlendirmek yararlı olacaktır.
NATO toplantısına önceki talimatta da kısaca yer vermiştik ve bazı çevrelerin “ABD’nin üç NATO’sundan söz ettiğini” belirtmiştik. Gerçekten de Madrid Toplantısı biraz daha açık vurgularla sonuçlandı. Hem İsveç ve Finlandiya’yı katarak NATO’yu biraz daha genişletti ve hem de Rusya ile Çin’i düşman düzeyinde karşıt ilan etti. ABD yönetimi mevcut Ukrayna Savaşı’nı bu yönlü değerlendirerek, güvenlik konusunu öne çıkartıp NATO ve Avrupa üzerindeki zayıflamış olan liderlik etkisini yeniden güçlendirmeye çalıştı. Gerçekten de Afganistan Savaşı kapitalist sistem ve NATO üzerindeki ABD etkisini iyice zayıflatmıştı. Biden yönetimi, biraz sorunlu da olsa Afganistan’dan çekilerek ve Rusya ile mevcut Ukrayna Savaşı konumuna ulaşarak bu zayıflığı kısmen giderdi. Zaten Pasifik’te de Çin’e karşı bir ittifak oluşturmayı başarmıştı.
Avrupa’da ve Asya’da bunlar oldu, ancak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı unutmamak lazım. Devletçi uygarlık gerçeğini ve kapitalist modernite sistemini doğru ve yeterli bilmeyen bazı çevreler, bu tür gelişmelere bakıp hemen ‘çatışma merkezinin başka yere kaydığını’ belirtiyorlar. Ukrayna ya da Pasifik’in merkez haline geldiğini ifade ediyorlar. Kuşkusuz bu görüş ve değerlendirme doğru değil. Nitekim, bu tür çevreler göz ardı etseler de NATO’nun Madrid Toplantısı’nda da Ortadoğu’daki durum ciddi biçimde gündem oldu. Ortadoğu ve Kuzey Afrika “Terörizm” başlığı altında birlikte değerlendirilerek, NATO tarafından açıkça düşman ilan edildi. Kuşkusuz bu alanlarda düşman sayılan birçok güç olsa da İran bunların başında geliyor. Böylece Rusya ve Çin’e İran da eklenmiş oluyorlar. Nitekim Biden Madrid Toplantısı ardından hemen Ortadoğu’ya gitti ve aslında Madrid Toplantısı’nı tamamlamaya çalıştı.
Peki, başarılı oldu mu? Genel kanı tam olamadığı yönündedir. İsrail ve Filistin yönetimleriyle görüştü, Suudi Arabistan’da Körfez İşbirliği Toplantısı’na katıldı, buraya Mısır ve Irak gibi Arap devlet yöneticilerini de götürdü. Fakat, örneğin İsrail ve Arap devletlerinden oluşan İran karşıtı bir ittifak örgütleyemedi. Arapları bile tam anlamıyla bir araya getiremedi. Örneğin Suudi Arabistan Irak aracılığı ile İran görüşmelerini sürdürdü. Türkiye yönetimi Tahran’da ve hem de Biden’ın Körfez Toplantısı’ndan iki gün sonra Rusya ve İran ile ortak toplantıya katıldı. Kuşkusuz ABD önemli bazı ekonomik anlaşmalar yaptı ve İsrail-Filistin ilişkilerini önceleyerek, bu temelde Arap-İsrail ittifakının önünü açmaya çalıştı. Fakat bu durumun mevcut olanı aşan sonuç verip vermeyeceğini zaman gösterecektir.
3. Dünya Savaşı daha çok büyüyüp tırmanacaktır
Bu bilgiler ışığında kapitalist modernite sistemi açısından şu belirlemeleri yapabiliriz: Birincisi, mevcut ABD yönetimi Ukrayna Savaşı’ndan yararlanarak NATO’yu yeniden toparlamaya ve NATO üzerindeki ABD etkinliğini geliştirmeye çalışmaktadır. İkincisi, bu temelde Rusya, Çin ve İran’ı NATO karşıtı ilan ettirmeyi başarmıştır. Üçüncüsü, böyle olsa da Çin ve İran’a karşı kendi bölgelerinde ayrıca ittifaklar örgütleme politikası da yürütmektedir.
Belli ki bu durum, otuz yılı aşkın bir süredir devam eden Üçüncü Dünya Savaşı’nı biraz daha tırmandıracak, derin ve şiddetli hale getirecektir. Askeri boyut daha ne kadar tırmanır; kuşkusuz buna hemen ve net yanıt verilemez, bunu biraz da zaman gösterecektir. Fakat diğer boyutlarda 3. Dünya Savaşı daha çok büyüyüp tırmanacaktır. Çünkü mevcut haliyle Rusya, Çin ve İran’ın da kendi aralarında belli bir ilişkileri vardır. Bunu NATO benzeri bir ilişki ve ittifaka dönüştürürler mi? Bu soruya şimdilik net cevap verilemez. Fakat NATO düzeyinde bir ittifak olmasa bile, söz konusu bu üç devlet mevcut ilişkilerini NATO karşısında biraz daha ilerletip güçlendireceklerini rahatlıkla belirtebiliriz.
Bu durumda NATO ile Rusya-Çin-İran ilişkilerinin son otuz yılda olmayan bir düzeye ulaştığı ve küresel kapitalist modernite sisteminin kendi içinde daha belirgin bir kutuplaşmaya gittiği söylenebilir. Daha doğrusu siyasi süreç bu yönlü işlemektedir. Bu durum, kapitalist modernite içi çelişki ve çatışma durumunu daha da tırmandırıp şiddetlendirecektir. Yani bunun hemen gerçekleşeceğini sanmamak gerekir, süreç adım adım ilerleyecektir. Yine bu durumu hemen “Soğuk Savaş” denen ABD-Sovyet bloklaşma sürecine benzetmemek gerekir. Benzetme çabası pek doğru olmayabilir, fakat ille de bir benzetme yapılacaksa ‘soğuk savaş’ bloklaşmasına değil de Birinci Dünya Savaşı bloklaşmasına benzetmek belki biraz daha doğruya yakın olabilir. Zira ABD-Sovyet bloklaşması kapitalist modernite sistemi ile onu aşıp alternatif olmak isteyen bir güç arasındaydı, Birinci Dünya Savaşı ise şimdiki gibi küresel kapitalist sistemin kendi güçleri içinde ve dünyayı yeniden paylaşma bloklaşmasıydı.
Stratejik müttefiklerimiz sistem dışı güçlerdir
Peki bu durumda, yürüttüğümüz özgürlük mücadelesi açısından hangi ve nasıl sonuçlar çıkartabiliriz? Çok açık ki, kapitalist modernite sistemi içindeki bloklaşma eğilimleri sistem içi çelişki ve çatışmaları daha fazla artırır ve bu da özgürlük mücadelemiz için yararlanılabilecek daha çok taktik ilişki bulma imkânı yaratır. Eğer taktik ilişkilere usta bir diplomasi ile yaklaşılırsa belli bir kazanım sağlanabilir. Burada önemli olan husus, birincisi, taktik ilişkiye stratejik ilişkiymiş gibi yaklaşmamak, ikincisi ise, kapitalist modernite sistemi içindeki mevcut bloklaşma eğiliminin bizimle stratejik ilişkiye girecek güç doğuracağını sanmamaktır.
Birinci durum siyasi alanda çokça yaşanmaktadır. Başta Rojava olmak üzere birçok alanda iktidar ve devlet güçleriyle girilen kısmi bir taktik ilişki sanki stratejik bir ilişkiymiş gibi ele alınmaktadır. Açık ki bu yanlıştır ve de tehlikelidir. Stratejik ve taktik ilişkileri birbirine karıştırmadan, her birine ayrı ayrı doğru yaklaşım içinde olmak gerekir.
İkinci durum ise, anlayışta yanılgı içine düşmeye oldukça açıktır. Devletler arasında iki blok oluşunca, sanki bir blokla stratejik ilişki içine girmemiz gerekirmiş gibi anlayışlar içine girilebilir. Özellikle paradigma değişimi öncesi ikinci partileşme dönemindeki, yani klasik ulusal kurtuluş hareketindeki ilişki ve ittifak anlayışımızın etkileri bizi yanlışa götürebilir. Kısaca dikkatli olmamız gerekir. Ortada yeni bir Sovyetler Birliği yoktur. Biz, ulus-devlet kurmayı amaçlayan klasik bir ulusal kurtuluş hareketi değiliz. Dolayısıyla devletçi sistem içinde bizim stratejik müttefikimiz yoktur, stratejik müttefiklerimiz sistem dışı güçlerdir. Devletçi sistem güçleri bizim için taktik ilişki ve ittifak güçleridir. Bu noktada da herkesle taktik ilişkiye açık olma durumumuz vardır. Yani, sistem içi iktidar blokları arasında taraf değiliz, üçüncü siyasal çizgi olarak iki tarafla da taktik ilişkiye açığız. Bu durum, küresel düzeyde yeni bloklaşma eğilimleri karşısında da geçerliliğini korumaktadır.
Açık ki Kürdistan’ı dört parçaya bölen ve Kürt halkının varlığını inkâr eden zihniyet ve siyaset küresel kapitalist modernite sisteminin anlayış ve siyasetidir. Peki mevcut durumda ve yeni bloklaşma eğilimleri yaşanırken kapitalist modernite sistemi güçleri içinde söz konusu anlayış ve siyasette bir değişiklik yaşanıyor mu? Çok açık ki, bu durum pek gözükmüyor. Hewlêr’deki yönetimin PKK’ye karşı savaşsın diye kurulduğunu çok iyi biliyoruz. Rojava’daki koalisyonun Rusya ve İran’a karşı o alana geldiğini ve sadece çıkarını esas aldığını da çok iyi biliyoruz. Bu güçlerin halihazırda Kürt halkının ulusal demokratik haklarını tanıma gibi bir yaklaşımları şimdilik kesinlikle yoktur. Zaten Türkiye ve Suriye yönetimlerini Rojava’nın başında Demokles’in kılıcı gibi tutmaktadırlar.
Yönetimimizin karargahı tasfiye edilmek istenmektedir
Bu çerçevede, son olaylar da bir farklılık ortaya koymamıştır. Madrid’deki NATO toplantısı Tayyip Erdoğan yönetimini eleştirip politik değişikliğe yöneltmediği gibi, “PKK’ye karşı mücadelede her türlü desteği” de yeniden ve daha güçlü olarak taahhüt altına almıştır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi bile bu temelde değerlendirilmiştir. Buna karşılık 19 Temmuz Tahran toplantısı’nın görüşleri de pek farklı değildir. Bu toplantı da TC Devleti’nin PKK’ye karşı mücadelesine ve Rojava’daki Kürt özerkliğini engelleme politikasına destek vermiştir. Yani Kürt sorununda ABD ve NATO ile Rusya ve İran devletlerinin anlayış ve politikalarında herhangi bir farklılık yoktur. Amaç aynıdır, sadece bazen yöntem farklı olabilmektedir.
Aslında ABD ve müttefikleri PKK’ye karşı 1998’de aldıkları komplo kararını olduğu gibi uygulamaya çalışmaktadırlar. Nasıl ki 1998’de Önderlik Karargahı tasfiye edilmeye çalışıldıysa, şimdi de mevcut yönetimimizin karargahı tasfiye edilmek istenmektedir. Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırının bir boyutu ve esası budur. AKP-MHP faşizmi ile KDP yönetiminin Medya Savunma Alanları’ndaki gerilla üslenmesini tasfiye saldırılarını ABD ve NATO yöneltmektedir. 2008 Zap Savaşı’nın sonuçları ile Rojava Devrimi ve DAİŞ’e karşı savaşın sonuçları PKK’yi çok fazla güçlendirdi. ABD’ye göre bu gücün kırılması ve PKK’nin ABD’nin istediklerini yapar hale getirilmesi gerekmektedir. 22 Temmuz 2015 ABD-TC antlaşması temelinde Tayyip Erdoğan yönetiminin sınır dışına saldırı yapmaya yöneltilmesi ve desteklenmesi bu temelde gelişti. AKP-MHP faşist yönetimi de bu durumdan Misak-ı Milliyi tamamlama temelinde yararlanmak istemektedir.
ABD ve NATO’nun PKK karşıtı bu politikasını Rusya ve İran da çok iyi bilmektedir. Onlar da 1998-2000 arasında yaklaştıkları gibi yaklaşmaktadır. Yani ‘Madem ki PKK’nin tasfiyesine karar verilmiş ve yok edilecek, o halde tasfiye olurken en büyük parçayı ben alayım’ diye çalışmaktadırlar. Mevcut durumda Rusya ve İran’ın PKK’ye yaklaşımları böyledir. Son Tahran Toplantısı bu gerçeği bir kez daha belgelemiştir.
Sonuç olarak, küresel kapitalist sistemin Kürt varlığını kabul etme ve ulusal-demokratik haklar temelinde Kürt sorununu çözme gibi bir yaklaşımı ve politikası henüz yoktur. ABD ile NATO’nun, Rusya ile İran’ın da yaklaşımı böyledir. O halde birilerinden Kürt sorununun çözümünü beklemek ve istemek boşunadır ve anlamsızdır. Kürt sorununu Kürtler örgütlenip mücadele ederek ve kendi yönetimlerini kurarak çözebilir. Demek ki başkasından beklemek ve istemek yerine, tüm gücümüzle kendi çözümümüzü yaratmak için çalışmamız gerekir ve de en doğrusu da budur. Diğer yandan, soykırımcı sistem içindeki çelişkiler ve çatışmalar daha da artmaktadır; bu da Kürt sorununu çözme mücadelesinde daha fazla yararlanma fırsatı vermektedir. O halde usta bir diplomasi ile söz konusu çelişki ve çatışmalı durumdan yararlanmayı bilmemiz ve Özgürlük Mücadelemizi bunları da kullanarak geliştirip zafere doğru götürmemiz gerekir.
22 Temmuz 2015’de yeni bir ABD-AKP anlaşması yaşandı
Değerli Yoldaşlar!
24 Temmuz itibariyle Kürt soykırım belgesi olan ‘Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılına girildi. Bu antlaşma temelinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de yüzüncü kuruluş yılına 29 Ekim’de girilecek. AKP-MHP iktidarı, söz konusu yüzüncü yılın sonuna kadar Misak-ı Milliyi tamamlamayı hedeflemişti. Misak-ı Milli, ‘Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı toprakları’ vatan olarak tanımlamıştı. Mustafa Kemal’de fırsat olunca bu toprakların alınmasını vasiyet etmişti. MHP zaten bu vasiyet üzerineydi. Tayyip Erdoğan için de iktidarda kalmanın başka yolu kalmayınca, kendini MHP’nin kucağına attı. AKP-MHP ittifakı esas olarak bu temelde oluştu ve Misak-ı Milliyi zorla tamamlamayı hedefledi.
Tayyip Erdoğan yönetimi, Kobanê’de yenilince ve 7 Haziran 2015 seçimini de kaybedince sarılacak dal aradı. Zaten ABD ile birlikte girdiği Suriye Savaşı’nda da bir tür yenilmişti. Tayyip Erdoğan için tutunacak dallardan biri ABD oldu. ABD’nin PKK karşıtı duruşunu değerlendirmek istedi. ÖSO üzerindeki ortak çalışmadan bir sonuç çıkmamıştı. PKK karşıtı olarak doğrudan askeri işgal saldırısı yaparak Suriye Savaşı’ndan yararlanabileceğini ve ABD desteğini alabileceğini hesap etti. ABD de DAİŞ’i etkisiz kılan PKK’yi AKP-MHP faşizmiyle zayıflatma politikası izleyince, 22 Temmuz 2015’de yeni bir ABD-AKP anlaşması oldu. Tabi ABD hem KDP’yi bu anlaşmaya dahil etti ve hem de MHP’yi AKP’ye yönlendirdi. Hala da çoğu kimsenin anlamadığı bir biçimde AKP-MHP ittifakı doğdu. Halbuki bunun gerisindeki güç de ABD idi. Böylece AKP-MHP iç ittifaka ABD ve KDP ise dış ittifaka eklendi. Bu çoklu ittifak, 26 Ağustos 2016 günü Türk ordusunun Cerablus işgalini başlattı. Dört gün sonra da Çelê üzerinden Avaşîn’e yönelik işgal saldırıları başladı. Bu alanlar PKK denetiminde olduğu için hiç kimse ses çıkarmamıştı. “Teröre karşı mücadele” adıyla söz konusu alanları PKK’den de AKP-MHP alırsa yine kimse ses çıkartmazdı! Hesap böyle yapıldı. Zaten “DAİŞ’e karşı” denerek PKK’ye karşı 24 Temmuz 2015’de başlatılmış olan topyekûn imha saldırısı da buna zemin sunuyordu.
Suriye Savaşı ABD ile Rusya arasında bir denge ortaya çıkardı
Suriye Savaşı ABD ile Rusya arasında çok ilginç bir denge ortaya çıkardı. ABD ve Rusya arasında ilginç bir ittifak ve mücadele durumu doğdu. Bu durum, bir yönüyle 1919-1925 İngiltere-Sovyet ilişki ve çelişkisine benziyordu. Nasıl ki o ortamdan Mustafa Kemal yönetimi yararlandıysa ve hem İngiltere’nin ve hem de Sovyet Rusya’nın desteğini alarak TC’yi kurmayı başardıysa, Tayyip Erdoğan yönetimi de benzer bir politika izlemeye ve hem ABD’nin hem Rusya’nın ve hem de İran’ın desteğini alarak Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarına yönelik işgal saldırıları yürütmeye çalıştı. Sonuçta iki Kürdistan parçasından da bazı toprak bölümlerini işgal etmeyi başardı.
Bu süreçte AKP-MHP ittifakı tarafından izlenen politikayı gerçekten iyi anlamak gerekir. Adeta bir cambaz gibi politik oyun oynadılar. Türkiye içinde bazen “Misak-ı Millinin gerçekleştirilmesi”, bazen de “sınırın terörden temizlenerek güvenli bölge oluşturulması” argümanını kullandılar. Suriye ve Irak’a karşı “Güvenli bölge” planıyla ortaya çıktılar. BM ve AB’ye karşı ise “mültecileri yerleştirecek ideal alan” söylemini kullandılar. ABD ile zaten Uluslararası Komplo çerçevesinde PKK’ye karşı anlaşmışlardı. KDP ile gerçekten hangi temelde anlaştılar, birçok çevre açısından bu anlaşılır olmadı. Fakat petrol başta olmak üzere birçok kirli ticaret temelinde anlaştıklarını, KDP’nin payına daha fazla Dolar ele geçirmenin düştüğünü biliyoruz. Yani KDP bu temelde satıldı ve ülkeyi de sattı. Toplumu da “TC’ye gücümüz yetmiyor” diye aldattı.
AKP-MHP açısından 2015’ten sonra inişli ve çıkışlı da olsa esasta işleyen bu sürecin şimdi sanki sonuna gelindi. Artık yüzüncü yıla giriliyor, fakat hedeflenenler tam olarak gerçekleşmemiş bulunuyor. Aslında AKP-MHP açısından sürecin sonuna 2021 yılı sonunda gelinmişti. Fakat imdada Ukrayna Savaşı yetişti ve bu sayede 14-17 Nisan 2022 günü Zap, Avaşîn ve Metîna derinliklerine yönelik saldırı yapma imkânı buldu. Ama bunun da bir sınırı vardı. Herhalde azami üç aylıktı ve o süreçte doldu. Hatta bir ya da iki aylık bir plan olduğu da söylenebilir. Artık tüm zamanlar doldu ve hedeflenen işgal de başarılamadı. HPG ve YJA-Star gerillalarının kahramanca direnişi hedeflenen işgale fırsat vermedi.
AKP-MHP faşizmi 17 Nisan saldırısı ile hızla sonuç alıp, “Zap zaferi” propagandasına dayanarak seçime gitmeyi ve iktidardaki ömrünü uzatmayı planlamıştı. Bu gerçekleşmeyince, faşizm için Zap’ta nemalanacak bir sonuç çıkmayınca, bu sefer Rojava Kürdistan’a saldırmayı ve oradan elde etmeyi umduğu sözde zaferle erken seçime gidip kazanmayı öngördü. Buna karşı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve halkları önemli bir siyasi ve askeri hazırlık çalışması yürüttü. Biraz bunun etkisiyle ve biraz da 2015’ten sonraki siyasi yapının kısmen değişmiş olması nedeniyle Tayyip Erdoğan yönetimi planladığı işgal saldırısını gerçekleştirmek için gereken siyasi zemini ve desteği bulamadı.
Tayyip Erdoğan Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırı için NATO’dan destek aldı. Ancak ABD yönetimi “Böyle bir saldırı DAİŞ’e karşı mücadelemizi zayıflatır” diyerek karşı olduğunu açıkladı. ABD, Ortadoğu ve Irak’ta yaşadığı zayıf durum nedeniyle Suriye’deki varlığını riske atmaktan korktu. Tayyip Erdoğan için tek umut olarak Tahran Toplantısı kalmıştı. Oradan da Rojava’ya işgal saldırısı için açık bir ret cevabı aldı. Hem İran ve hem de Rusya aynı tutumu takındı. 20 Temmuz tarihli Perex Katliamı ile 22 Temmuz tarihli Qamişlo Katliamı (üç YPJ Komutanının katledilmesi) işte bu gelişmeler arkasından geldi.
AKP-MHP yönetimi DAİŞ’in intikamını alma saldırılarını açıktan yapmaktadır
Şimdi AKP-MHP faşizmi tarafından söz konusu katliamların bu denli açık olarak niçin yapıldığı tartışılıyor. Tayyip Erdoğan kabul etse, birçok çevre “Kaza olmuş” demeye çoktan razı. Fakat Tayyip Erdoğan kabul etmiyor. Çünkü çok bilinçli ve planlı olarak yaptığı katliamlardır ve onlardan sonuç beklemektedir. Aslında bu katliamlarla, kendine Rojava’ya saldırı izni vermeyen herkesi tehdit etmek istemiştir. İzinsiz de olsa işgal saldırısı yapacağı mesajını vermiş ve böyle bir durumda nelerin olabileceğini anlamaya çalışmıştır. Yani yapılmak istenen işgal saldırıları için nabız yoklamak olmuştur.
Diğer yandan, gerçekten de AKP-MHP yönetimi DAİŞ’in intikamını alma saldırılarını açıktan yapmaktadır. Jiyan Tolhildan ve arkadaşlarının katledilmesinin çok önemli bir nedeninin de bu olduğu açıktır. Perex saldırısını ise, HPG açıklamasında ifade edildiği gibi, köyleri boşaltma ve alanı insansızlaştırma hedefine bağlı olarak anlamak en doğrusudur. Eğer yapabilirse, AKP-MHP faşizminin tüm Zaxo köylerini boşaltmayı hedeflediği rahatlıkla söylenebilir. Zaten ilerde Zaxo’yu da alma hedefi kesinlikle vardır.
Açık ki hem Perex ve hem de Qamişlo katliamları TC karşıtı tutumu daha etkin ve geniş bir biçimde geliştirmiştir. Kuzey ve Doğu Suriye’de Koalisyon Güçleri devreye girerken, Irak’ta ise halk ile yönetim birlikte tepki göstermiştir. Her iki alanda da toplumsal tepki önemli bir düzey kazanmıştır. Fakat Başurê Kurdistan’daki tepkilerin biraz az olduğu söylenebilir. Zaten hem Koalisyon Güçleri’nin ve hem de Irak yönetiminin tepki göstermesi biraz da toplumsal tepkinin zorlaması sonucunda olmuştur. Bu temelde çeşitli devlet güçlerinden de Zaxo Katliamı’na dönük kınamalar gelmiş ve olay Irak yönetimi tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne götürülmüştür. BM Güvenlik Konseyi ilk kez TC Devleti’nin yaptığı söz konusu katliamlardan birini gündemine alıp tartışmış ve katliamı şiddetle kınamıştır.
Mevcut haliyle TC yönetimi toplumlardan ve devletlerden önemli bir tepki almış olsa da söz konusu durumun nasıl sonuçlanacağı henüz net olarak belli değildir. Toplumsal tepkiler doğrudan sonuç yaratıcı bir düzeye ulaşmaktan uzaktır. Devletlerin tepkileri ise çoğunlukla somut bile değildir. Zaten birçok devlet sözde katliamı kınarken, katliamı hangi gücün yaptığını, dolayısıyla kendisinin kimi kınadığını bile belirtmemektedir. Söz konusu kınamaların biraz da zoraki olduğu böylece açığa çıkmaktadır. Irak yönetimi “TC’nin askeri güçlerini Irak’tan çekmesini” istemektedir. Fakat bunda ne kadar ısrarlı olacağı ve sonuca gideceği tam belli değildir. KDP yönetiminin Irak ve TC Devleti arasında arabuluculuk yaptığı ve sorunu büyümeden çözmeye çalıştığı değişik güçler tarafından ifade edilmektedir. Devletler arası ilişkiler bu tür durumlarda esnektir, kolaylıkla uzlaşma yolu bulabilirler.
Özellikle Zaxo Katliamı nedeniyle, Irak’taki durum ve tepkiler nasıl devam ederse etsin, TC Devleti ve AKP-MHP faşist hükümeti dünya kamuoyu nezdinde katliamcı olarak çok ciddi bir biçimde teşhir olmuştur. Bu durum bir biçimde Türk devletinin siyasi ve askeri girişimlerini etkileyecektir. Ya çok daha açık bir çılgınlıkla hareket edecektir ki, o zaman da kendisine karşı genel tepki çok daha büyür ya da daha dikkatli hareket edecektir ki, o durumda da TC işgal ve soykırımcılığına karşı mücadele etme imkân ve fırsatları artar. İşte bizim bu durumları iyi takip ederek, gelişecek olası durumu etkin bir biçimde değerlendirmeyi bilmemiz gerekir.
Yani mevcut durumda TC işgalciliğine ve soykırımcılığına karşı mücadele etmenin imkânları biraz daha artmış durumdadır. Yaratıcı yöntemlerle bu durumu değerlendirmemiz ve AKP-MHP sömürgeci-soykırımcılığına karşı ellinci yıl hamlemizi çok daha etkili bir biçimde geliştirmemiz gerekir. Bu konuda doğabilecek fırsatları takip etmek ve değerlendirmeyi bilmek önemlidir. Özellikle Irak toplumunun tepkisinin büyümesi ve devletçi sistemin TC’ye karşı etkin tedbir alması durumunda ortaya çıkacak imkân ve fırsatı değerlendirerek, bu durumu Türkiye’de faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilgisine ve demokratik devrimin zaferine dönüştürmeyi bilmeliyiz. Yine biraz zordur ama, bir bakarsınız askeri güçleri bizim üzerimize yöneltme ve mevcut alanlarımızdan çıkmamızı isteme gibi durumlar da gündeme gelebilir. Böylesi durumlara karşı da şimdiden hazırlıklı olmayı ve gereken tutumu göstermeyi bilmemiz gerekir.
Zap, Avaşîn ve Metîna savaşı AKP-MHP’nin çöküşünü hızlandıracaktır
Değerli yoldaşlar!
Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılına girilmiş, Tayyip Erdoğan’ın öngördüğü gibi “Lozan’ın güncellenmesini” sağlayacak siyasi ve askeri gelişmeler AKP-MHP faşizmi tarafından yaratılamamıştır. 29 Ekim’de Cumhuriyetin yüzüncü yılına girilecektir, fakat AKP-MHP faşist yönetiminin öngördüğü gibi “2023 hedeflerine” de ulaşılamamıştır. Türkiye’de yasal duruma göre yeni seçim yılına girilmiş ve bu temelde AKP-MHP yönetiminin sonuna yaklaşılmıştır. Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının AKP-MHP faşizmine seçim kazandıracak sonuçlar yaratması şurada kalsın, tersine AKP-MHP’nin çöküş ve çözülüşünü hızlandıran sonuçlar ortaya çıkmıştır. Seçim kazandıracak, kolay askeri zaferler bulmak için Rojava’ya dönük yeni işgal saldırısı arayışı olumlu sonuç vermemiş ve de başarılı olmamıştır. Kuzey ve Doğu Suriye halklarının ve özgürlük güçlerinin bu sefer TC’den intikam alma ihtimalleri çok daha güçlüdür. Bu temelde hazırlıklı oldukları her alanda gözükmektedir. Bundan da öteye, şimdiye kadar AKP-MHP yönetimine kolaylıkla saldırı fırsatı veren ve destek sunan devletler de artık bunu vermemektedir. Belli ki bu noktada da önemli siyasi değişiklik olmuş, AKP-MHP faşizmi için burada artık deniz bitmiştir.
Peki ne olacak, Türkiye nereye gidecektir? Temmuz talimatında da bu soruyu sormuş ve Türkiye’nin çok yönlü gelişmelere açık karmaşık bir yıla girdiğini belirtmiştik. Altılı masa muhalefetinin özellikle Kürt sorunu ve demokratikleşme konularında AKP-MHP çizgisini fazla aşan bir konumda olmaması, açık ki bu durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Yani Türkiye’ye yön veren ve çıkış gösteren bir muhalefet durumu söz konusu değildir. HDP’nin oluşturmaya çalıştığı ‘Demokrasi İttifakı’nın gücü etkin çözümler üretmek açısından yeterli gözükmemektedir. Bütün bunlar, Türkiye’de önümüzdeki süreçte her türlü gelişmeye açık bir ortamın varlığına işaret etmektedir.
Çok açık ki, AKP-MHP faşizmi iktidarı öyle kolayca bırakıp gitmeyecektir. Bir kere ele geçirdikleri iktidar imkânlarını bırakmak istemeyeceklerdir. Dahası birçok yönden suçlu konumdadırlar ki, iktidardan düştüklerinde yirmi yıldır yaptıklarının hesabının kendilerinden sorulacağını bilmektedirler. Bunun için, eğer seçime gitseler de bin bir türlü hile, oyun ve zorla seçimi kazanmak isteyeceklerdir. Kaybetme ihtimali karşısında sokak terörünü geliştirerek seçimi iptal edebilirler. Hatta kendi içlerinde yeni darbeler düzenleyerek ya da çeşitli güçlerle savaşa girerek seçim ortamını yok edecek ve böylece iktidardaki ömürlerini uzatmaya çalışacaklardır. Tabi AKP-MHP faşizmi bu tür yöntemlere baş vururken, farklı iktidar odakları da benzer yöntemler kullanarak iktidarı gasp etmek isteyebilir.
AKP-MHP’nin komplocu, darbeci ve katliamcı gerçeği dikkate alınırsa ve en son baş vurduğu Zaxo Katliamı’nı değerlendirdiğimizde ilerde daha fazla çılgınca girişimlere yönelebileceğini insan düşünebilir. Belli ki iktidar ömrünü uzatmanın yolunu katliam ve savaşlarda görmektedir. Peki, nerede katliam yapacak ve kime karşı savaşacaktır? Öyle anlaşılıyor ki Rojava’ya karşı işgal saldırısı arayışından vazgeçmeyecek ve fırsat bulduğu an böyle bir saldırıya girişecektir. Olmazsa Suriye ile bir tür savaşa girmeyi bile deneyebilir. Zaxo Katliamı Irak içinde savaş geliştirmesi ihtimalini de güçlendirmiştir. Zaten Irak’ta yaşanan siyasi kriz de buna elverişli zemin sunmaktadır. Bunların hiçbirisi olmazsa, o zaman Garê gibi yeni gerilla alanlarına yönelik de işgal saldırısına baş vurabilir. Özellikle ABD ve KDP’yi zorlayarak böyle bir ortak saldırıyı hazırlayabilir. Tabi söz konusu güçlerin istihbarat örgütleriyle birlikte yönetimdeki arkadaşlarımıza yönelik saldırı hazırlığı içinde olacaktır.
İşte bütün bunları hesaba katan ve önceden kendini hazırlayan bir yaklaşım içinde olmamız gerekir. Yönetim düzeyinde olası saldırı çabalarını mutlaka boşa çıkartmayı bilmeliyiz. Medya Savunma Alanları’na ve Irak ile Suriye sahalarına yönelik olası yeni saldırı ihtimaline karşı hazırlıklı olmalı, saldırıları boşa çıkardığımız gibi, saldırganları ezerek zafer kazanmayı mutlaka başarmalıyız. İçerde her türlü olası komplo ve darbe girişimlerine karşı hazırlıklı olarak, bu tür girişimlerden demokratik devrimi başarıyla çıkarmayı sağlamalıyız. Bu tür durumların yaratacağı imkân ve fırsatları ustaca değerlendirmeyi bilmeliyiz.
Eğer AKP-MHP faşist diktatörlüğünün oyun ve saldırılarını boşa çıkartmayı başarırsak, Türkiye’de gerçekleşecek olan Kürt özgürlüğüne dayalı gerçek bir demokratik devrim olacaktır. Tabi AKP-MHP yıkılırken, yönetimin CHP öncülüğündeki altılı masaya geçmemesine de dikkat etmeliyiz. AKP-MHP’nin iktidarı kolaylıkla bırakma eğiliminde olmaması, CHP ve altılı masa muhalefetinin iktidar olma şansını zayıflatmaktadır. Fakat Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesini ve demokratik devrimin gerçekleşmesini istemeyen dış güçler, özellikle AKP-MHP’yi iktidarı CHP ve altılı masa muhalefetine vermeye zorlayacaklardır. Bu tür durumlara karşı da uyanık olmak, Türkiye’deki iktidar değişiminin mutlaka demokratikleşme yönünde olmasını sağlamayı başarmak gerekir.
Tüm coğrafya savaş alanı haline getirildi
Değerli Yoldaşlar!
Çok yönlü faşist-soykırımcı saldırılara karşı Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak yürüttüğümüz topyekûn direnişin durumunu 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin kırkıncı yıldönümü vesilesiyle hazırladığımız talimatta değerlendirmiş; yürütülen mücadelenin düzeyine, sağlanan gelişmelere ve mücadelede yaşanan bazı önemli hata ve eksikliklere dikkat çekmiştik. Ondan sonra da mücadele olduğu gibi devam etti. Zap, Avaşîn ve Metîna’daki tarihi savaş üç buçuk ayını doldurdu. Merkez Karargah Komutanlığı’mız üç aylık toplu savaş bilançosunu yayınladı ve Kürdistan’da yaşanan savaşın düzeyini tüm dünyaya gösterdi.
Şimdi tarihi 15 Ağustos Atılımı’nın 39’uncu yılına girerken, Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelindeki topyekûn direniş gelişerek sürmektedir. Kısaca değişen pek farklı bir durum yoktur, sadece yeni olaylar ve gelişmeler vardır. Söz konusu mücadeleyi yıl başından itibaren kısaca özetlersek, şunları belirtebiliriz: Bilindiği gibi, 2022 hamlesini esas olarak biz başlattık. Kış boyu gerçekleştirdiğimiz toplantılar temelinde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Dem Dema Azadîyê hamlemizi 15 Şubat’tan itibaren geliştirdik ve 8 Mart ile Newroz’da Ellinci Yıl Hamlesi olarak yeni bir zirveye çıkardık.
2021 Yılı savaşında önemli ölçüde iradesi kırılmış olan düşman, aslında bu hamlemizin önünü alabilmek için ve Ukrayna Savaşı’ndan da yararlanarak 14 Nisan’dan itibaren hava saldırıları ve ardından 17 Nisan’la birlikte kara işgali biçiminde Zap ve Avaşîn saldırısını başlattı. Bu saldırıları 25 Mayıs’tan itibaren Zap’ın batısına, Cudî Tepesi, FM Tepesi ve Hakkari Tepesi (Metina) alanlarına da yaydı. 4 Temmuz’dan itibarense Amediye Tepesine kadar genişletti. Söz konusu saldırılarda elindeki tüm silah gücünü azami düzeyde kullandı. Hatta kimyasal ve taktik nükleer bombalar gibi NATO’nun elindeki her türlü yasak silah çeşidini de özellikle direniş tünellerine karşı yaygınca kullandı. Yine tüm seçkin birliklerini, korucuları ve DAİŞ benzeri çeteleri savaş alanına sürdü.
Önemli bir hazırlık düzeyine sahip olan gerilla güçlerimiz, işgal saldırılarının niteliğini anladıktan itibaren aktif direniş pozisyonuna geçerek, tarihimizin en büyük ve anlamlı savaşını geliştirdi. 2021 yılı savaş pratiğinden çıkardığı derslerle ilk andan itibaren işgalci güçlere ağır darbeler vurdu. Her tepe ve tünel direndi, tüm coğrafya savaş alanı haline getirildi. Koordineli, hareketli tim ve tünel savaşında çok yaratıcı taktikler geliştirilip önemli bir düzey ortaya çıkartıldı. Savaş tünellerine yaklaşmak isteyen düşman güçlerine yönelik ezici saldırı eylemleri düzenlendi. Düşman hiçbir yere bedel ödemeden giremedi, hiçbir yerde önceden planladığı gibi hızlı ve sağlam yerleşemedi.
HPG ve YJA-Star gerillaları Zap, Avaşîn ve Metîna’da gerçekten de tarihin en anlamlı ve birçok yenilik içeren gerilla savaşını yürüttü. Yapılabileceğin azamisini büyük başarılar temelinde yaptı. Apocu fedai ruhunu yeni bir zirveye çıkardı. Kadın-erkek yoldaşlığının, dava arkadaşlığının, fedai çizgisinde partileşmenin en yüksek örneğini ortaya koydu. Doğru devrimci ve yurtsever yaşam ölçülerini yeniden oluşturdu. Gerilla gerçekten de Zendura, Mamreşo, Werxelê ve Girê Sor ruhuyla direndi. 18 Mayıs Şehitler Günü ve Şehitler Ayı’nda kahraman şehitler gerçeğimize yakışır bir yaşam ve direnişin sahibi oldu. 30 Haziran ve 14 Temmuz Direniş Ruhu’na zirve yaptırdı. Şimdi de 15 Ağustos Atılım ve Zafer Ruhu’yla direniyor. 15 Ağustos Atılımı’nın 39’uncu yılına girişi büyük zaferlerle karşılıyor.
Kuşkusuz böyle büyük bir savaşın içinde yaşanan hata ve eksiklikler de oluyor ki, onlar üzerinde de Merkez Karargah Komutanlığı’mız duruyor ve düzeltiyor. Böyle bir direnişi selamlamaktan başka bir tutum olamaz. Bu temelde, bir kez daha Zap, Avaşîn ve Metîna gerillasının tarihi büyük direnişini selamlıyoruz. Faşist-soykırımcı düşmana ağır darbeler vuran başarılarını, Mamreşo eylemi temelinde kutluyoruz. Kahraman şehitlerimizi derin saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Büyük zafer gücü ve öncüsü olan gerillanın bu işlevini her zaman yerine getireceğine inanıyor, üstün başarılar diliyoruz.
Gerilla direnişi AKP-MHP faşist yönetimin planlarını bozmuştur
Çok açık ki, Zap, Avaşîn ve Metîna gerillasının düşmana vurduğu ağır darbeler AKP-MHP faşist yönetiminin hızlı sonuç alma ve zafer kazanıp seçime gitme planını bozmuştur. Dahası AKP-MHP faşizminin çöküş ve yıkılış sürecini de hızlandırmıştır. Eğer bugün Madrid’den Tahran’a koşmasına rağmen Tayyip Erdoğan yönetimi ciddi bir sonuç alamıyorsa, artık eskisi gibi destek bulamıyorsa, kuşkusuz bunda Zap, Avaşîn ve Metîna’da yaşadığı yenilgi önemli bir rol oynamaktadır. Çökmekte olan bir rejime artık kimse itibar etme ve destek verme gereği duymamaktadır.
Bugün Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında gelinen aşamada AKP-MHP faşizmi ağır darbeler yiyerek söz konusu alanın tepelik noktalarına indirmeler yapıp, bazı alanları tutmuştur. Buraları korumak ve sağlamlaştırmak için sürekli havadan saldırılar yapmakta ve karadan da yollar getirmeye çalışmaktadır. Tüm bu alanlarda faşist-soykırımcı ordu güçleriyle Özgürlük Gerillaları iç içe ve göğüs göğüsedir. Taraflar karşılıklı birbirinin açığını yakalayarak saldırı yapma çabası içindedir. Gerilla hemen her yerde her gün düşmana darbeler vurmakta, askeri eylemler gerçekleştirmektedir. Bu durum sadece 17 Nisan 2022 tarihinden itibaren saldırılan alanlarda değil, 2021 yılı boyunca savaşın sürdüğü tüm alanlarda da durum böyledir. Şukê’den Mamreşo’ya kadar tüm alanlarda gerilla eylemleri gelişmektedir.
Savaşın bu cephesi için yaşananları doğru anlamak ve özümsemek dışında belirtecek fazla bir şey yoktur. Temmuz Talimatı’nda da ifade ettiğimiz gibi, sorun aslında savaşın Bakûr, Türkiye ve Başûr alanlarına yeterince yayılamamış olmasıdır. Kuşkusuz bu alanlarda da önemli bazı eylemler gerçekleşmekte ve düşmana çok ciddi darbeler vurulmaktadır. Bunların da selamlanması gerekir. Yine yetersizlikleri aşmak için önemli bir çaba da söz konusudur. Fakat mevcut durum, olması gerekene göre çok yetersizdir. Ne gerekiyorsa yapıp, söz konusu bu yetersizlikleri mutlaka aşmamız gerekir.
Çok açık ki, savaş yayılması gereken birçok alana yeterince yayılabilmiş değildir. Dahası bu tür alanlarda tedbir yetersizliği nedeniyle kayıplar da verilmektedir. Herhalde bunları tesadüflerle açıklayamayız veya istisna olaylar olarak da göremeyiz. Açık ki ortada ciddi bir ideolojik ve stratejik yaklaşım sorunu vardır. Devrimci Halk Savaşı stratejisi doğru anlaşılmamakta, yaşam ve çalışma bu stratejinin gereklerine göre düzenlenmemektedir.Hala kendisini savaş dışı gören anlayış ve tutumlar yaşanmaktadır. Bunun için bin bir türlü gerekçe üretilmekte, aslında ciddi bir gaflet durumu yaşanmaktadır. Bu temelde çok sayıda devrimci güç kendini savaş dışı tutarak stratejik görevlerin gereğini yerine getirmediği gibi, bir de savaş dışı olduğuna inanarak yeterince tedbir geliştirmeyip düşman saldırılarına hedef olmaktadır.
Yaşanan durum ve olaylar, bizi bir kez daha bu hususlar üzerinde durmak ve tekrar etmek zorunda bırakmaktadır. Artık bu durumları hem anlayış ve hem de pratik düzeyde kesinlikle aşmak gerekiyor. Partili olmanın, PKK ve PAJK’lı olmanın asgari gereği budur. Stratejimiz Devrimci Halk Savaşı stratejisi iken, gerilla öncülüğünde tüm parti ve halk topyekûn savaş içindeyken, bazı parti kadro ve sempatizanları savaş dışı olamaz, kendini bu savaşın dışında göremez. Böyle bir tutum yanlıştır, kendini kandırmadır. Kendini böyle gören, yaşamını ve çalışmasını Devrimci Halk Savaşı stratejisinin gereklerine göre hazırlamayan, dönemin görevlerini başarıyla yürütemez. Dahası düşman saldırıları karşısında kendisini bile koruyamaz. Çünkü sen kendini savaş dışı görsen bile, düşman öyle görmez ve saldırır. Bu durum dört parça Kürdistan ve yurtdışının tüm alanları için geçerlidir. Hiçbir yer bunun dışında değildir. Çünkü düşman her yerdedir, Paris ve Süleymaniye katliamları göstermiştir ki düşman her yeri saldırı alanı olarak görmektedir. O halde kendimizi yanıltmamalı ve düşman gerçeğini doğru anlayıp, ona karşı doğru mücadele içinde olmalıyız.
Devrimci Halk Savaşı stratejisine esas olarak girmeyen, savaşı içselleştirmeyen, kendini savaş dışı gören eğilim, giderek devrimci halk savaşı stratejisinin özünü boşaltan, stratejiyi anlamsızlaştıran yaklaşımlar da görülmektedir. Bol bol Devrimci Halk Savaşı’ndan sözü ederek, fakat pratikte gereğini yerine getirmeyerek bu yapılmaktadır. Hatta Devrimci Halk Savaşı diyerek, savaş dışı her şey bunun içine konulmaya çalışılmaktadır. Yani kavramların içeriğiyle oynanarak özü boşaltılıyor. Açık ki bu tür yaklaşımlarla da mücadele etmek ve Devrimci Halk Savaşı stratejisi ile öz savunma deyimlerinin anlamına ve özüne uygun pratik tutumları geliştirmek gerekir.
Sonuç olarak, kuşkusuz büyük bir savaşı yaşıyoruz ve özellikle Medya Savunma Alanları’nda bu savaşın çok önemli bir düzeyi de var. Fakat yalnız başına bu alandaki savaş tam yeterli olmuyor. Savaşın her tarafa yayılması ve halkı da içine alması gerekiyor. Yine tüm çalışmaların Devrimci Halk Savaşı stratejisinin gereklerine göre örgütlenip yürütülmesi ve tüm partinin kendini savaşın içinde görmesi gerekiyor. Hem devrimci çalışmaların bütünlüğü ve başarısı açısından bu gerekli ve hem de düşman saldırılarına karşı tedbirli olup onları boşa çıkartabilmek açısından bu gereklidir. Yani savaşta zafer ve yaşamda özgürlük düzeyini yükseltmemiz gerekiyor. Tüm yoldaşların bu temelde yaşam, örgütlenme ve mücadele tarzlarını mutlaka düzelteceklerine inanıyoruz.
Toplumsal mücadele potansiyelimiz çok güçlü
Değerli Yoldaşlar!
Toplumsal mücadelemizin de belli bir düzeyi vardır. Bu düzey geçen süreçte de devam etmiştir. 15 Ağustos Devrimci Atılımı’nın 39’uncu yılına böyle bir toplumsal mücadele düzeyiyle girilmektedir. Aslında toplumsal mücadele potansiyelimiz çok güçlüdür. Fakat Devrimci Halk Savaşı stratejisinin gereklerine göre bu potansiyel eğitimli ve örgütlü değildir. Bu nedenle de gereken toplumsal mücadele yeterince ortaya çıkmamakta ve halk savaşı gelişmemektedir. Yürüyüş ve miting düzeyinde alışılmış kitle eylemliliği devam etmektedir. Özellikle Rojava ve Avrupa’daki halkımız sürekli ayaktadır ve eylem halindedir. Belli bir tekrarı ifade etse de sürekliliği ve ısrarı her zaman selamlanmayı hak etmektedir.
Açık ki 24 Temmuz günü, 99 yıl önce Lozan Antlaşması’nın imzalanmış olduğu salonda ‘Lozan Kürt Konferansı’nın yapılması çok önemli ve anlamlı olmuştur. Yüzüncü yılda Lozan’a karşı Kürt ulusal tutumunun nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur. Kürtlerin bir ulus olarak bilinçli, örgütlü, birlik halinde ve kendini yönetmeye hazır olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Kuşkusuz bu tutumun daha çok geliştirilmesi ve dünya kamuoyunun karşısına bu temelde çıkılarak, Kürt soykırım belgesi olan Lozan Antlaşması’nın geçersiz kılınması gereklidir. Her türlü işbirlikçiliği ve ihaneti yok edecek olan da böylesi çalışmalar ve onların başarısıdır. Bu çerçevede söz konusu konferans çalışmalarını selamlıyor, başarılar diliyoruz.
Diğer yandan, aslında Gemlik Yürüyüşü Bakurê Kurdistan ve Türkiye’deki toplumsal potansiyel gücün düzeyini ortaya koymuştur. Fakat söz konusu eylemlilik sürekli kılınamamakta ve daha fazla geliştirilememektedir. Bir yanıyla faşist-soykırımcı saldırılar bunu engellese de esas olan öncülüğün zayıflığıdır. Bu nedenle mevcut durum yaşanmaktadır.
Toplumsal inşa çalışmaları dediğimiz kitle eğitim ve örgütlenme çalışmalarımızda, dönemin kitle eylemliliğinde ciddi zayıflıklar yaşanmaktadır. Yine yapılan eğitim ve örgütlenme çalışmaları Üçüncü Partileşme Dönemi’mizin ifade ettiği demokratik ulus inşasının ve öz savunmanın gereklerine göre değil, İkinci Partileşme Dönemi’nin özelliklerine göredir. Tüm tartışmalara rağmen, bu durum yeterince aşılamamakta ve gereken değişim ve düzeltme sağlanamamaktadır.
Açık ki, toplumsal alanda, eylemde zayıflık, eğitim ve örgütlemede zayıflık demektir. Bu da aynı zamanda katılımdaki zayıflığı ifade etmektedir. Şüphesiz bu kabul edilemez. Tüm parti öncülüğümüzün, dolayısıyla tüm çalışmalarımızın kendisini katılımdan sorumlu görmesi ve yeni katılım çalışması yürütmesi gerekir. Kuşkusuz gençlik örgütlenmeleri ve çalışmaları bundan en fazla sorumludur ve de bunun gereğini mutlaka yerine getirmelidir.
Değerli Yoldaşlar!
Son günlerde basın üzerinden iyice ifşa oldu ki, faşist-soykırımcı düşman iki yıldır Kürdistan’ın ormanlarını kesiyor ve Türkiye’ye götürüp satıyor. 1994’te köyleri yakıp yıkarak yok etti, şimdi de ormanları yakarak ve keserek yok ediyor. Başta gerillanın en çok dayandığı Besta alanı olmak üzere Dersim, Bitlis gibi birçok alanda adeta yaş bir çöp bile bırakmamak için orman katliamı yapıyor. Kuşkusuz bu bir ekolojik saldırıdır. Ormanın olmadığı, yeşil çevrenin bulunmadığı yerde insan yaşamı ve toplum da olmaz. Demek ki bunu Kürdistan’ı insansızlaştırma amacı temelinde yapıyor. Yani uygulanan soykırımın çok temel bir parçasıdır. Aynı zamanda bir özel savaş yöntemidir de. Nasıl ki köyleri yok edip gerillayı halksız bırakmaya çalıştıysa, şimdi de ormanı yok edip gerillayı kamuflajsız bırakmaya çalışıyor. Gerçekler böyle olmasına rağmen, iki yıldır bu duruma çok ciddi bir tepki gösterilmemiştir. Daha yeni yeni ve o da basın üzerinden bu durum teşhir ediliyor. Buna karşı olduğunu söyleyenler de devlettin bu durumu engellemesini istiyor. Halbuki bütün bunların hepsini zaten devlet yapıyor, yaptırıyor. Hem de bilerek, planlayarak ve de örgütleyerek.
Bu durum bizim açımızdan çok önemlidir. Öncelikle gerilla duruşumuzu ve gerillamızın güç düzeyini göstermektedir. İkinci olarak, Bakûr’daki yurtseverliğin durumunu ortaya koymaktadır. Hem de yurtseverliğin en güçlü olduğunu söylediğimiz Şırnak’ta, bir kişi çıkıp da bunu yapanlara bir şey demiyor, yolları bozmuyor, ağaçları taşıyan araçları yakmıyor! Peki kabul edilebilir bir durum mu bu? Buna karşı mücadele etmek o kadar zor mu? Gerilla da çok rahatlıkla mücadele edebilirdi. Yurtseverler de bunu yapabilirdi. Yakalanma tehlikesine karşılık gizli olarak da yürütebilirdi. Hiç kimsenin ruhu bile duymazdı. Fakat yapılmıyor. Tersine göz yumuluyor, görmezden geliniyor. Mücadele etmekten çekinen bir durum yaşanıyor. Burada denebilir ki, belirtildiği gibi ‘mücadele edilseydi de engellenemezdi’, bir faydası olmazdı!’ Diyelim ki bu görüş doğrudur. Ancak böyle de olsa orman katliamına karşı mücadele etmek çok önemlidir. Bu durum demokratik modernite paradigmamızın üç sac ayağından birini oluşturmaktadır. Bugün mücadele başarılı olmazsa bile, bir gün gelir söz konusu mücadele başarılı olur.
Ayrıca psikolojik özel savaşa karşı da dikkatli ve tedbirli hareket edilmesi gereklidir. Bu konuda özellikle basın-yayın çalışmalarının çok dikkatli olması gerekir. Her zaman belirttik, özel psikolojik savaş ortamında yaşamak bıçak sırtında yürümek gibidir. İyi hesap etmez ve ufak bir hata yaparsan hemen seni keser. Söyleyeceğin bir sözü çok dikkatli kullanmazsan, düşmanı teşhir edeyim derken onu güçlendirme ve onun propagandasını yapma durumuna düşersin. Bu konuda özellikle propaganda yapanların çok dikkatli olması ve kendini eğitmesi gerekir.
Özel psikolojik savaş ortamında düşmanımızı teşhir etmeyi hedeflerken, onun çok güçlü olduğunun propagandasını yapar hale düşebiliriz! Düşmana vurmak isterken, kendi ayağımıza vurur hale gelebiliriz. Buna tüm parti ve halk çok dikkat etmelidir. Kendimizi ve halkı bu konularda eğitmeliyiz. Tabi en çok da propaganda faaliyeti yürüten kişi ve kurumlar, özellikle de basın çok dikkat etmelidir.
Erdoğan ile Bahçeli kendilerine koltuk değneği olan muhalefet dahil herkesi eziyor
Değerli yoldaşlar!
Çok açık ki, 15 Ağustos Gerilla Atılımının 39’uncu yılına girerken, Hareket ve halk olarak çok yoğun ve şiddetli bir savaş içinde bulunuyoruz. Faşist-soykırımcı düşman yüz yıldır yürüttüğü soykırımı tamamlamak, bunun için öncelikle PKK’yi imha ve tasfiye etmek istiyor. Bunun için de gerillayı ezmeye ve üs bölgelerimizi ele geçirip işgal etmeye çalışıyor. Biz de AKP-MHP faşizminde somutlaşan sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratarak, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin demokratikleşmesine dayalı bir biçimde Kürt sorununun özgürlükçü ve demokratik çözümünü gerçekleştirmek istiyoruz. Yani 15 Ağustos 1984’te başlattığımız Kürdistan Özgürlük Savaşını kazanıp siyasi amaçlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz.
Bu savaşı iki taraf da kendisi için ‘ölüm-kalım savaşı’ olarak tanımlayıp tüm gücünü kullanıyor. Özellikle AKP-MHP faşizmi Türkiye’nin tüm iç ve dış gücünü, imkânlarını bu savaşa seferber ediyor. Savaşta hiçbir ahlak ve hukuk kuralına bağlı olmayan yöntemler ve araçlar kullanıyor. Açık ki belli bir gücü var ve bu temelde de savaş yapıyor. Yüz yıldır Kürdistan’da yürüttükleri soykırım savaşının tecrübesine dayanarak belli ölçüde savaşmayı da öğrendiler. Fakat zayıf yanları güçlü yanlarından daha fazladır. AKP-MHP faşizmi Kürdistan’da yaptıklarıyla, Suriye ve Irak’taki saldırılarıyla epeyce teşhir oldu. DAİŞ, EL Kaide ve ÖSO ile birlikte olması, onu birçok çevre nezdinde güvenilmez ve tehlikeli kıldı. Bu nedenle, eskisi gibi dış desteği alamıyor. Son NATO ve Tahran görüşmelerinden sonraki durum bunu çok daha açık olarak gösteriyor. Şimdi Irak’da ise Perex Katliamı sonucunda çok daha fazla sıkışmış durumda. Halktan ve siyasi çevrelerden kendine yönelik genel bir karşıtlık gelişiyor.
Açık ki iç durumu dışardan daha da kötü. İyice yıpranmış ve ruhen yenilmiş bir askeri gücü var. Yıllardır her şeyi savaşa harcadığı için, çok ciddi bir ekonomik kriz, yokluk ve yoksulluk hüküm sürüyor. Bu da kitleleri her gün daha fazla AKP-MHP faşizmine karşı çıkar hale getiriyor. Yönetimde diktatörlük düzeyinde bir merkezileşme var. Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli ikilisi, birbirini idare etme temelinde her şeyi elde tutuyor. Bunlar saygısız ve saldırgandırlar. Kendilerine koltuk değneği olan muhalefet dahil herkesi eziyorlar. AKP-MHP ittifakının yeni bir seçim kazanma gücü kalmamış bulunuyor.
Kuşkusuz kendiliğinden yıkılmazlar ama, mevcut durumda asgari bir devrimci mücadele karşısında yıkılabilecek bir duruma gelmişlerdir. Yirmi yıldır iktidardırlar; dolayısıyla Türkiye toplumu da dış dünya da artık kesin değişiklik istemektedir. Söz konusu değişimi devrimci mücadele temelinde ve demokratik devrimle gerçekleştirmenin koşulları uygundur, bunun imkân ve fırsatları vardır. Biz de bunu gerçekleştirmek için 12 yıldır Devrimci Halk Savaşı temelinde mücadele ediyoruz. AKP-MHP faşizmini iyice zayıflattık ve artık çöker, yıkılır hale getirdik. Şimdi tüm ideolojik, siyasi ve askeri planlamamızı da bu temelde sonuç almak üzere geliştirdik. Yeni 15 Ağustos yılına işte bu temelde giriyoruz. İstiyoruz ki, 39’uncu yılda bu amacımızı tam olarak gerçekleştirelim.
Bunun için önemli bir hazırlığımız ve gücümüz var. Önderlik paradigması ve elli yılın tecrübesi önümüzü aydınlatıyor. İmralı Direnişi ve Önderlik duruşu, izlememiz gereken yolu açıkça gösteriyor. Gerilla tam bir fedai kahramanlık çizgisinde direniyor. Kürt gençliği ve kadınları ayakta. Halkımız Önderlik ve Parti etrafında kenetlenmiş durumda ve özgürlükten başka bir şeyi kabul etmiyor. Dünyanın devrimci, sosyalist, aydın, düşünür ve demokratik güçleri bizim yanımızda. Kürtler tarihte ilk kez bu kadar dost kazanmış durumda. Kısaca özgürlük mücadelesi yürütmek için önemli bir gücümüz var ve artık bu mücadeleyi büyük zaferle de taçlandırmamız gerekiyor.
Yürüttüğümüz mücadele zafer için yetmiyor
Bir süredir yoğun toplantılarla bu durumu tartıştık ve zaferin mümkün olduğuna kesin karar verdik. Tüm eksiklerine rağmen, altı aylık direniş de bu temelde gelişti. Şimdi önümüzdeki süreçte bu direnişi daha da büyütüp zafere taşıma görevimiz var. Öncelikle böyle bir zafere yürekten inanmaya ve kilitlenmeye ihtiyacımız var. Herkeste ve aynı düzeyde olmasa da bazılarımızda sanki zafere inançta biraz zayıflık veya tereddüt görülüyor. Bunun için sorunlar çok fazla öne çıkartılıyor ve abartılıyor, işler hep yukarıya havale ediliyor ve çözümler üstten bekleniyor, zayıf ve çaresiz tutumlar sergileniyor ve benzerleri. Yani bir daralma, büzülme, deyim yerindeyse geri çekilme gibi emareler görülüyor. Büyük bir devrimci heyecan ve atak davranışla çevreyi değerlendiren, imkân ve fırsatları görerek yanındaki arkadaşlarıyla birlikte onların üzerine yürüyüp güçlü devrimci kazanımlar elde eden duruş ve tutumda zayıflama hissediliyor. Bunlar kuşkusuz açık olarak söylenmiyor. Fakat çok çeşitli gerekçeler biçiminde ortaya konuyor. İmkân azlığından, düşmanın şiddetinden, daha çok da çevresindeki arkadaşlarının engellemesinden yakınılıyor. Hatta bu konuda halkı gerekçe yapma yaklaşımları bile zaman zaman görülebiliyor. İşte bütün bu zayıflıkların görülmesi ve aşılması gerektiğini belirtmek istiyoruz.
Sorun düşmanın gücünün fazlalığında veya bizim gücümüzün azlığında, koşulların yeterince imkân ve fırsat sunmamasında, halkın, gençlerin ve kadınların az mücadele etmesinde değildir; tersine bunların hepsi hem de en yüksek düzeyde mevcuttur. Sorun tüm bunları planlayıp örgütleyerek mücadeleye sevk edecek ve yönetecek öncülüktedir. Yani Partidedir, yani bizdedir. Kuşkusuz biz de çok yönlü emek harcıyor ve mücadele ediyoruz. Belli ki yerimizde durmuyoruz. Fakat yürüttüğümüz mücadele zafer için yetmiyor. Anlayışımızda darlık ve yüzeysellik var; Önder Apo’nun anlayış düzeyine ulaşamıyoruz ve kendi bireysel anlayışlarımızı geliştirip bunu ortama dayatarak ısrar ediyoruz. Tarzımız yaratıcı, üslubumuz örgütleyici ve kazanımcı, tempomuz yeterli değil. Dolayısıyla böyle bir zafer mücadelesine öncülük etmede yeterli olmuyor.
Kuşkusuz bu durum yeni aklımıza gelmiyor. Yönetim toplantılarında ve eğitimlerde hep bunları tartışıyoruz ve kendimize göre bir düzeyde eleştiri ve özeleştiri de yapıyoruz. Fakat sonuç kalıcı olarak yine de çözülmüyor ve yeterlilik ortaya çıkmıyor. Demek ki yaptığımız eleştiri ve özeleştiri yeterli değil. Gereken ve istenen değişim ve dönüşümü düşüncede ve tarzda tam olarak gerçekleştirmiyor, sınırlı bir değişimle esasta eskinin sürmesini sürdürüyoruz. O halde, ikinci olarak da eleştiri ve özeleştiri yöntemimizi ve tutumumuzu değiştirmemiz gerekiyor. Bunları gerçekten de Önderlik çizgisine uygun olarak yapmalıyız ve mutlak değişim ve dönüşümü yaratmalıyız. Canımız acısa da pratiğin zengin derslerini çıkartıp kendimizi güçlendirmemiz için mutlak gerekli olan eleştiri ve özeleştiriyi yeterince yapmaktan geri durmamalıyız. Bu değişim ve dönüşümü başkası yapsın, bizi Parti değiştirsin dememeliyiz. Kendi değişim ve dönüşümümüzü kendi çabamızla, Apocu eleştiri ve özeleştiri tarzını doğru kullanarak kendimiz yapmalıyız.
Anlayış ve tarz düzeyinde değiştirmemiz ve düzeltmemiz gereken çok şey var.Küçük-burjuva sınıf anlayışı ve özellikleri içimizi çok fazla etkiliyor. Erkek egemen zihniyet ve siyaset de parti ortamımıza çok fazla etkide bulunuyor. Esas düşman bunlardır. Diyorlar ya, ‘su uyur düşman uyumaz’ diye. İşte uyumayan ve sürekli saldıran düşman bunlardır. O halde küçük-burjuva anlayış ve tutumlara karşı sınıf mücadelesini, erkek egemen zihniyet ve tutumlara karşı cins mücadelesini kendi içimizde sürekli geliştirmeliyiz. Arkadaşlar kendi içlerinde düşünmek, bunlar temelinde kendilerini sorgulamak ve pratikte buldukları hata ve eksiklere karşı iç mücadele yürütmek için kendilerine zaman ayırmalılar. Dar pratikçilik temelinde yirmi dört saat pratik işlerle uğraşmak insanı doğruya ve başarıya ulaştırmaz. Okumaya ve düşünmeye de zaman ayırmalıyız. Önderlik savunmalarını tekrar tekrar okumalı ve pratik tecrübenin derslerini düşünmeliyiz. Ortak çalıştığımız yoldaşlarla tartışma yürütmeye de zaman ayırmalıyız. Onlarla sadece dar pratik-örgütsel işleri değil, aynı zamanda ciddi teorik, ideolojik ve politik konuları da tartışmalıyız. Böyle bir şey bizim için de gereklidir, yanımızdaki yoldaşların da buna ihtiyacı vardır. Doğru sınıf çizgisinde, ulus çizgisinde ve özellikle de cins çizgisinde, yani kadın özgürlük çizgisinde yoğunlaşmak, pratik çalışmaya her zaman böyle bir yoğunlaşma temelinde yönelmek bir kadroyu her zaman başarılı kılar. Öncülük sorunu da birey ve parti düzeyinde ancak böyle çözüme kavuşur.
Değerli Yoldaşlar!
Ellinci Önderlik Yılı’nı yaşıyoruz. Hareket olarak elli yaşın olgunluğuna sahibiz. 15 Ağustos Devrimci Atılımı’nın 39’uncu yılına giriyoruz. Hareket olarak 39 yaşın iradi gücüne sahibiz. Artık her şeyin doğrusunu bilecek ve büyüğünü başaracak bir yapıdayız. Böyle bir bilinç düzeyine ve beceri gücüne sahibiz. O halde bütün bu gerçekliği pratikte gösterebilmeli ve devrimci ustalığı pratiğin her alanında sergileyebilmeliyiz. Bu çerçevede, ardında ve önünde kimler olursa olsun AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratacak ve Kürdistan’ın özgürlüğünü kazanacak her türlü politik düşünceyi ve pratik tarzı yerinde ve zamanında geliştirebilmeliyiz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Ellinci Yıl görevlerimizi pratikte başarıyla yerine getirmeyi bilmeliyiz.
Bunlar temelinde, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, kahraman gerilla güçlerimizin, halkımızın ve dostlarımızın 15 Ağustos Ulusal Diriliş ve Gerilla Bayramını bir kez daha kutluyor; tüm yoldaşları 15 Ağustos Atılım ve Zafer Çizgisinde kendini yenileyerek Ellinci Önderlik Yılı’nı tarihimizin en büyük zafer yılı haline getirmeye çağırıyoruz!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci
Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi
Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci
Halk Savaşımız!
Yaşasın 15 Ağustos Atılımı
ve Zafer Ruhu!
Bijî Rêber Apo!
PKK Yürütme Komitesi