Mustafa Karasu
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu şehitleri Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’i minnet ve saygıyla anıyorum. 14 Temmuz direnişçiliğini anlamak için 12 Eylül faşist askeri darbesinin amaçlarını bilmek gerekir. 12 Eylül askeri darbesinden önce Türkiye ve Kürdistan’da devrimci demokratik mücadele büyük bir gelişme içindeydi. Türkiye’de sosyalist güçler öncülüğünde emekçiler ve gençler başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin mevcut siyasi, ekonomik, toplumsal sisteme karşı yürüttüğü bir mücadele vardı. Kürdistan’da ise 1978’de partileşen Apocuların başını çektiği Kürt halkının özgürlük mücadelesi her alanda büyük bir gelişme gösteriyordu. Türk devleti Türkiye’deki devrimci demokratik güçlerin üzerine kontrgerilla örgütlenmesinin içinde yer aldığı faşist güçleri saldırtarak mücadeleyi durdurmak istiyordu. Türkiye’de sağ-sol çatışması olarak ifade edilen durum faşistlerin devrimcilere ve emekçi halka saldırmasıydı. PKK’nin geliştirdiği Kürdistan özgürlük mücadelesinin üzerine ise ajanları, provokatörleri ve ajanlaşmış yapı haline gelen bazı aşiretleri saldırtıyordu. Bu ajanlaşmış ağalar ve bazı aşiretler sömürgeci soykırımcı Türk devletinin Kürdistan’daki ayaklarıydı. Türk devleti bunlara dayanarak soykırımcı sömürgeci sistemini ayakta tutuyordu.
Ajanlaşmış yapı ve kurumların Kürdistan’da, faşist güçlerin de Türkiye’de devrimci mücadeleye saldırması gelişmeleri durduramıyordu. Türkiye solunun parçalı durumu devrimci mücadelenin daha fazla gelişmesi ve etkili olmasını engelliyor olsa da Türkiye’de devlet artık toplumu yönetemez hale gelmişti. Türkiye’de polislerden subaylara kadar bir bölünme ortaya çıkmıştı. Bir iç savaş durumu yaşanıyordu. Kürdistan’da başka gruplar olsa da PKK etkisini her geçen gün artırıyordu. Sadece gençler içinde değil, işçiler, köylüler, kadınlar içinde de hızla gelişim gösteriyordu. Apocular Kürdistan’daki soykırımcı sömürgeci sistemi sarsmış; Türk devletinin Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme stratejisine bir meydan okuma içine girmişti. Türk devletinin 1923’te kurduğu cumhuriyetle hedeflediği temel amacını yenilgiye uğratacak bir mücadele başlamıştı. Öte yandan Kürdistan ve Türkiye’deki gelişmeler emperyalist kapitalist sistemin reel sosyalizme karşı uç karakol olarak kullandığı Türk devletini güçten düşürerek NATO’nun Sovyetlere karşı jandarma görevini yerine getiremez hale getirmişti.
Türk devleti her şeye tahammül eder, sosyalist de olabilir, İslamcı da olabilir; ancak Kürdistan üzerindeki soykırımcı sömürgeci hakimiyetinin kaybolmasını kabul edemezdi. Türk devletinin tek ideolojisi ve amacı vardı o da Kürtleri soykırıma uğratmaktı. Bunu perdeleyecek her siyasi sistemi kendisine maske edinebilirdi. Nitekim 12 Eylül darbesi sonrası İslami kesimleri ve kendisine sol diyen bazı kesimleri sistem içine alarak Kürtleri yalnızlaştırıp daha kolay soykırıma uğratma politikasına yöneldi.
Türkiye’deki devrimci demokratik gelişme ve Türkiye’nin NATO jandarmalığını yapamayacak duruma gelmesi önemli bir etken olmakla birlikte 12 Eylül askeri faşist darbesi esas olarak Kürdistan’daki gelişmeleri durdurmak için gerçekleştirilmiştir. Nitekim Kenan Evren gazeteci M. Ali Birand’a verdiği röportajda darbe kararını helikopterle Mardin’den Ankara’ya dönerken Urfa üzerinde aldıklarını söyler. Helikopter Hilvan-Siverek üstünden geçerken soykırımcı sömürgeciliğin nasıl bir tehdit altında olduğunu derinden hissetmiş ve darbe yapma eğilimlerinin o zaman netleştirmişler. Bu söylemler darbenin gerekçesini ortaya koyduğu gibi amacını da ifade etmektedir.
12 Eylül askeri faşist darbesi Kürdistan’da öyle bir baskı ve zulüm politikası ortaya koydu ki, bir daha hiçbir Kürt Türk devletine karşı başkaldırı içinde olmasın! Kürt halkı içinde özgürlük fikrinin kökü kazınmak isteniyordu. Özellikle PKK’nin Kürdistan halkı içinde uyandırdığı özgürlük fikrinin, umudunun kökü kazınacaktı. Bunun için de Kürt halkının özgürlük mücadelesine öncülük eden PKK’nin tasfiye edilmesi gerekiyordu. İşte bu amacı gerçekleştirmek için Diyarbakır 5 nolu Zindanı’nda görülmedik bir zulüm düzeni kuruldu. Zindandaki tutsaklar şahsında PKK’nin tasfiyesi hedefleniyordu. Zindanda PKK’nin kuruluşunda yer alan kadrolarının da içinde olduğu binden fazla kadro bulunuyordu. Başka cezaevlerinde de önemli PKK’li kadro ve sempatizanlar vardı. Ancak Diyarbakır 5 nolu Zindanı’ndaki PKK’li tutsaklar pişman hale getirilip itirafçılaştırılırsa diğerlerinin de etkisizleşip tasfiye olacağı düşünülüyordu. Bu nedenle solunan havası bile işkence olan zulümle PKK’li tutsaklar teslim alınmak isteniyordu. Türk devleti, tutsaklar şahsında PKK’yi tasfiye ettiğinde bu ortama dayanarak Kürdistan’daki soykırım uygulamalarını yoğunlaştırıp Kürdistan tümüyle Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilecekti.
Zindan direnişi, 12 Eylül faşizmini ideolojik ve siyasi olarak yenilgiye uğratmıştır
14 Temmuz şahsında gerçekleşen direnişin önemini ve anlamını bu çerçevede daha iyi anlayabiliriz. 14 Temmuz şahsında zindan direnişi, 12 Eylül faşizmini ideolojik ve siyasi olarak yenilgiye uğratmıştır. Eğer zindan direnişçiliği 12 Eylül faşizmini ideolojik ve siyasi yenilgiye uğratmasaydı Türkiye’de sol güçlerin, demokrasi güçlerinin durumu bugünkünden katbekat kötü olurdu. Türkiye’de kurumsal faşizm köklü biçimde yerleşir, toplum bu faşizme tümden boyun eğmiş ve kıpırdayamaz hale gelirdi. Zaten faşist darbeciler yaratacakları yeni sistemi 50 yıllık planlamışlardı. Kuşkusuz halkın ve demokrasi güçlerinin mücadelesi tümden ortadan kaldırılamazdı, ancak Türkiye halkları kurumsal faşizm altında daha büyük acılar çekecekti. Eğer 12 Eylül faşizmi zindanlarda ideolojik ve siyasi yenilgiye uğratılmasaydı PKK’nin toparlanması daha zor olurdu. Önderliğin çabaları ve mücadelesi daha geç sonuç verirdi. Kürt halkı üzerindeki soykırım politikaları halkımızın varlığı açısından ciddi tehlikeler ortaya çıkarırdı.
Zindan direnişi 12 Eylül faşizmine karşı tarihi bir mücadele vermiştir. 12 Eylül faşizminin gerçeğini başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarına ve insanlığa gerçek yüzü ile göstermiştir. Türkiye ve Kürdistan’a tam hakim oldum, amaçlarıma ulaştım derken, 12 Eylül faşizmine karşı direnmenin öncülüğünü yapmış ve herkese de faşizme karşı direnilebilir mesajını vermiştir. 12 Eylül faşizminin yarattığı yılgınlığa büyük bir cevap olmuştur. Başta devrimci güçler olmak üzere toplumda direnilebilir inancını yaratmıştır. Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için, ütopya ve amaç için yaşamını verme kültürü ve geleneğini güçlendirmiştir. Öyle ki, Kenan Evren Amed’te yaptığı konuşmada eliyle zindanı işaret ederek orada bazıları var ki boynunu koparsan inançlarından vazgeçmiyor, demiştir. İşte bu söz 12 Eylül faşizminin ideolojik olarak yenildiklerinin itirafı olmuştur.
12 Eylül faşizminin zindanda ideolojik yenilgiye uğratılması büyük bir mücadele ile gerçekleştirilmiştir. Çok ağır işkenceler altında büyük bedeller verilerek bu başarılmıştır. Mücadele edilmeden, büyük bedeller ödenmeden ne özgürlük ne demokrasi ne de insanlık adına bir değer kazanılmayacağı bir kez daha görülmüştür. En küçük bir kazanımın bile büyük bedellerle verilerek elde edildiği, edilebileceği bir ülkedir Kürdistan. Zindan direnişi bu gerçekliği en çarpıcı biçimde ortaya koymuştur.
12 Eylül faşizmi Diyarbakır Zindanı’nda özellikle PKK’li tutsakları pişmanlığa sürüklemeyi ve itirafçı yapmayı amaçlıyordu. Tüm işkenceler bu amaçla yapılıyor, zindanda gerçekleştirilen işkenceler sonucu tutsaklar ölüyordu. Birçok tutsak işkence ile katledilmişti. Ancak esas amaç öldürmek değildi. Tutsaklar yaşamalı ve pişman ettirilmeliydi. Yani ideolojik ve siyasi ölümleri gerçekleştirilmeliydi. Bu nedenle Diyarbakır’da mücadele esas olarak ideolojik mücadele halini almıştı. Tutsaklar bir irade savaşı veriyordu. Bu iradeyi sağlayan da ideolojileriydi. İradelerinin kırılması ideolojik yenilgi olacaktı. Zindanın en ağır koşullarında iradelerini korumaları ise ideolojik zaferle mümkündü. Böylece 12 Eylül ideolojik olarak yenilgiye uğratılacaktı. Düşman, tutsakları ideolojik yenilgiye uğratıp teslim almak için zulmü artırdıkça artırıyordu. Artık insanın dayanma gücü zorlanmaktaydı. Bu nedenle onlarca tutsak pişmanlık göstermiş, itiraflarda bulunuyordu. Mahkemede kandırıldıklarını, Kürt ve Kürdistan’ın olmadığını söylüyor, Hareketimize her türlü küfrü ediyorlardı. İtirafçılar istedikleri kadar konuşuyorlar, ancak onlara cevap vermek isteyen tutsaklara konuşma hakkı verilmiyordu. İşkenceler öyle bir hal almıştı ki, tutsaklara pişmanlık göstermek ve itiraf etmekten başka seçeneğiniz yok diyorlardı. 14 Temmuz öncesi itirafçıların sayısı yüzü geçmişti. Bu zulme karşı güçlü bir direniş geliştirmeden, etkili bir cevap vermeden umutsuzluğu ve yılgınlığı kırmak mümkün gözükmüyordu.
14 Temmuz direnişi, zulmün zirveleştiği bir zamanda başlatıldı
Zindanda baskılar ağırlaşıp, düşmanın tutsaklar şahsında PKK’yi tasfiye etme ve halkın umudunu zindanın betonlarına gömme amacı netleşince ve düşmanın bu uğursuz amacı görülünce 1981 Ekim ayında mahkemelerin savunma aşamasında direniş kararı alındı. Başka bir direniş biçimini geliştirmek de mümkün gözükmediğinden Ölüm Orucu direnişinde karar kılınmıştı. Çünkü duruşmaların kısa sürede sonlanacağı düşünülüyordu. Türkiye cezaevlerindeki siyasi davalarda hemen karar verilip uygulanıyorsa, PKK davalarında da hızlı karar verilip idamların gerçekleştirileceği düşünülüyordu. Bu nedenle savunmalar aşamasında direnişe geçilip savunma hakkını elde edip mahkemelerde PKK’nin ve halkın özgürlük davasının savunulması amaçlanıyordu. Ancak tahmin etmediğimiz düzeyde duruşmalar uzuyor, bir türlü savunma aşamasına geçilmiyordu. Aylar geçtikçe baskı ve zulüm artıyor, düşman bazı sonuçlar alıyordu. Nitekim Mazlum Doğan yoldaş bu kötü gidişi görerek bireysel bir eylem yaparak bizlere direnmenin zamanı geldi mesajı vermişti. Mazlum yoldaş direnişin geciktirildiği inancındaydı. Bu nedenle direniş kıvılcımını çakmış, bizleri harekete geçirmeyi amaçlamıştı. Zaten Ferhat Kurtay öncülüğünde Dörtler bu mesajı almış, 17 Mayıs gecesi bedenlerini ateşe vererek Mazlum’un direniş kıvılcımını harlandırmışlardı.
Zindanda baskıların ağırlaşması ve bu iki eylem savunmalar aşamasında yapılması kararlaştırılan eylemin gecikmeden yapılmasını gerektirmişti. Bu nedenle Dörtlerin eyleminin sonrasında başlayan Diyarbakır ana davası duruşmalarında ölüm orucu başlatma kararı alınmış; Urfa grubu duruşmalarının sürdüğü 14 Temmuz’da da Hayri Durmuş yoldaşın mahkemedeki konuşmasıyla da eylem başlatılmıştı. Bu eyleme Kemal Pir ve Ali Çiçek’in de olduğu 5 arkadaş daha katılmıştı. Bu direniş zulmün zirveleştiği bir zamanda başlatılmıştır. Bu direniş 14 Temmuz’da başlatılmasaydı bazı sonuçlar alan düşman, zindan yapısının büyük çoğunluğunu çökertir, pişmanlığa ve itirafa sürüklerdi. Bu durumda düşmana teslim olmayan az sayıdaki tutsak ne zindanın ne de faşizme karşı mücadelenin kaderini değiştirebilirdi. Bu açıdan 14 Temmuz direnişini gerekli olduğu zamanda başlatılmış bir direniş olarak değerlendirmek gerekir. Zaten bu nedenle sonuçları ve etkileri çok büyük olmuştur. Tutsakları çökertmek isteyen düşman çökmüş; 12 Eylül faşizminin amaçlarını gerçekleştirmek için görevli kontrgerilla subayı olan Esat Oktay Yıldıran bir daha zindanda görülmemiştir. Çünkü Esat Oktay amaçlarına ulaşamamış, yenilmiş ve tutsakların karşısına çıkacak yüzü kalmamıştır.
Bu direniş etkisini tabi ki ilk önce zindanda göstermiştir. Umutsuzluk ve yılgınlık kırılmış, bu önderlerimiz yaşamını veriyorsa, bizler de bir şeyler yapmalıyız anlayışı gelişmiştir. 35. ve 36. dışındaki (hücreler bölümü) koğuşlarda baskılar sürse de artık eski etkisini göstermemektedir. Yılgınlık ve boyun eğme yerine düşmana karşı durma, devrimci duruşu gösterme eğilimi öne çıkmıştı. Tutsakların düşünceleri, duyguları ve tutumları değişmişti. Direnişin etkisi o kadar büyük olmuştur ki, o zamana kadar pişmanlık gösterip itiraf edenlerin büyük çoğunluğu ifadelerini geri almış; baskı altında konuştuklarını söylemişlerdir. Düşmanın pişman ettirip itirafçılaştırma politikası; dolayısıyla da esas amacı çökmüştür. Düşman, zindan şahsında amaçlarına ulaşamadığı gibi tersi bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Tutsaklarda PKK’ye, Kürt halkının özgürlük mücadelesine daha fazla bağlanma gelişmiştir. Kuşkusuz bizzat zindan koşullarının zihinde ve duruşta yarattığı tahribatlar olmuştur. Ancak 14 Temmuz direnişinin yarattığı etki, heyecan, coşku bu etkilerin üstünü örtmüştür. Zindan sürecinde objektif koşulların yarattığı rehabilitasyon sınırlı görülse de; bu yönlü tahribatlar esas olarak zindanlardan çıkıştan sonra kendini göstermiştir. Bunlar Rêber Apo’nun gerçekleştirdiği zindan konferansı ve daha sonra geliştirilen konferanslarda önemli düzeyde ortaya konulmuştur. 14 Temmuz direnişinin tutsaklarda yarattığı etki, kazandırdığı ruh Kemal Pir’in şehadetinin birinci yıl dönümüne iki gün kala 5 Eylül 1983’te büyük bir zindan isyanına dönüşmüştür. 1 Eylül 1983 tarihinde başlatılan ölüm orucunun büyük isyana dönüşü tamamen 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi sonucudur. Tutsakların 14 Temmuz’a gösterdiği bağlılık temelinde verdiği karşılıktır. Bu büyük isyan düşmanı sadece ideolojik yenilgiye uğratmamış, zindanda da tutsakların taleplerini kabul etmek zorunda bırakmıştır. Bu direnişten sonra sinen ve yılgınlığa düşen düşman olmuştur. Düşman zindanlardaki bu durumu sindirememiş, hazırlık yaparak yeni saldırılar yapmış; ancak bu saldırılar da direnişle püskürtülmüştür.
14 Temmuz direnişi aynı zamanda ülkeye dönüş çağrısıydı
14 Temmuz’un hareket ve halk üzerinde yarattığı etki de büyük olmuştur. Hareketimiz 12 Eylül askeri darbesi sonrası kadrolarını ülke dışına çekmiştir. 12 Eylül’le birlikte Türk solunun etkisizleşmesi, Kürt gruplarının mücadele gibi bir gündemlerinin olmaması, 12 Eylül öncesi PKK kadrolarının önemli bölümünün zindanlara düşmesi nedeniyle Hareketimiz de kadrolarını geri çekme ve hazırlık yaparak mücadeleye yeniden başlatma politikası izlemiştir. 12 Eylül’ün Kürdistan’ı boydan boya işgal etmesi, ağır bir baskı düzeni kurması, birçok kadromuzun yakalanması PKK’nin örgütsel yapısında da olumsuzluklar ortaya çıkarmıştır. Bazı kadrolarda yılgınlık ve yenilgili ruh hali görülmüş, artık uzun süre ülkeye dönüp mücadele edemeyiz biçiminde mücadeleden uzaklaşan mültecilik anlayışı ortaya çıkmıştır. Rêber Apo büyük bir çaba ile örgütü toparlayıp mücadeleye hazırlarken, mültecilik biçiminde ortaya çıkan tasfiyecilik anlayışı da bu çabaları geriye çekme içinde olmuştur. Rêber Apo kadroyu eğitip motive ederken, onlar kadroda geliştirilen mücadele anlayışının karşısında kadroyu moralsiz ve inançsız kılan bir duruş ve çabanın içine girmişlerdir. 12 Eylül’ün yarattığı pasifikasyon ortamında bu tür eğilimler olumsuz rol oynamakta, inancı ve iradesi zayıflayanlar bu tür seslere kulak vermektedirler. Türk solunun 12 Eylül saldırıları karşısında çok ciddi zayıflaması, bir kısım örgütlerin tasfiye olması, Kürt gruplarının askeri darbe koşullarında mücadele olmaz, bu darbenin gidişini bekleyelim anlayışında olması PKK içindeki tasfiyecilik eğilimini güçlendiren etkenler olmuştur.
İşte bu ortamda Rêber Apo’nun çabalarına en büyük desteği 14 Temmuz direnişçiliği şahsında zindan direnişçiliği vermiştir. Rêber Apo, zor zamanlarda en değerli yoldaşlığı onlar yapmıştır, Hareketin yönünü onlar belirlemiştir, diyerek bu direnişçiliğin parti ve halk tarihimiz açısından önemini ortaya koymuştur. Zindan direnişçiliği 12 Eylül askeri faşizminin gerçekleştiği 1980 yılından 1984 15 Ağustos Atılımı’na kadar mücadele boşluğunu doldurmuş, 1980-1984 arasında mücadele köprüsü olmuştur. Zindan direnişçiliği bu dönemde Özgürlük Hareketimizin en temel moral gücü olmuş; propagandanın temelini oluşturmuştur. En önemlisi de mülteciliğe, kaçkınlığa, tasfiyeciliğe öldürücü darbe olmuş; partiye ve kadrolara ülkeye dön çağrısı olarak Rêber Apo’ya en büyük desteği vermiştir. 14 Temmuz direnişinden sonra artık mülteciliği, mücadelesizliği savunmak mümkün olmamıştır. Kadrolar ve örgüt yapımız içinde önder kadrolarımız en zor koşullarda direniyorsa, biz özgür koşullarda ve imkanların var olduğu ortamda daha iyi mücadele ederiz ve başarırız düşüncesi hakim olmuştur. Böylece 15 Ağustos hamlesinin gerçekleşmesine güçlü katkı verilmiştir. Özcesi 14 Temmuz direnişi güçlü bir biçimde ülkeye dön çağrısı olmuştur.
14 Temmuz zindan direnişi, Kürt halkı üzerinde büyük bir etkide bulunmuştur
14 Temmuz ve zindan direnişçiliği Kürt halkı üzerinde de büyük etkide bulunmuştur. 12 Eylül faşizmi, en iddialı olanlarınız, en devrimci olanlarınız, Türk devletine karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz diyenleriniz pişmanlık gösterdi, itiraf etti diyerek halkın umudu tümden kırılacaktı. Ancak zindan direnişi tersi bir durum yarattı. Halkta zindanda en zor koşullarda direniliyorsa biz de direnebiliriz duygusu gelişti. Halkın PKK’ye ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine inancı arttı. Halkın umudu zindanın betonlarına gömülmek istenirken zindan direnişi umutları artırdı. Halkın zorluklara katlanma direnci arttı. Halk içinde soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele edebiliriz ve başarırız bilinci gelişti. 12 Eylül yaptığı baskı ve yürüttüğü politikalarla soykırımın zeminini güçlendirip soykırım değirmenini hızlı çalıştırmayı hesaplarken, bu hesaplar zindan direnişçileri tarafından bozuldu. 12 Eylül faşizminin Kürdistan üzerindeki hesaplarının bozulması, genel olarak başarısız kalması anlamına gelmektedir. Nitekim 12 Eylül, 15 Ağustos hamlesinin gelişmesinden sonra hiçbir çevre tarafından sahiplenmemiş; Türkiye halkları tarafından da mahkum edilmiştir.
Zindan direnişçiliği Kürdistan açısından yaşamsal önemde olan bir yaşam felsefesi ve mücadele tarzı yaratmıştır. Kemal Pir’in yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz, söylemi Kürdistan halkı açısından çok anlamlı ve çok değerlidir. Bu söz bir yaşam olacaksa özgür olmalı diyerek bunun dışındaki yaşamı bir yaşam olarak kabul etmemektedir. Bu açıdan uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak temel bir yaşam felsefesi olarak ortaya konulmuştur. Nitekim böyle bir yaşam yaratmak için şehadete gidilmiştir. Böyle bir yaşam için şehadete ulaştıklarından, en moralli ve coşkulu oldukları an şehadete yaklaştıkları an olmuştur. Bir halk için özgür yaşam felsefesine sahip olmak çok önemlidir. Sıradan ve normal bir yaşamı yaşam olarak görmek en beter ölümdür. Nitekim PKK tarih sahnesine çıkmadan önce Kürt halkında, özgür olmayan bir yaşam da bir yaşammış gibi kabul edilmiştir. Hatta adım adım Türklüğe koşmak da normal bir durum gibi görülmeye başlanmıştır. Apoculuk ve PKK böyle bir yaşam anlayışına müdahale olduğu gibi Kürdistan’da yeni bir yaşam felsefesi yaratılmaya çalışılmıştır. İşte bu da kimliği ve kültürüyle özgür yaşamdır. Kemal Pir ve şehitlerimiz Kürt kimliğini ortadan kaldırmak isteyenlere karşı uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için direnmişler ve şehadete ulaşmışlardır. Böyle bir yaşam felsefesi kazanmak bir halkı çok güçlendirir ve yenilmez kılar. Tüm baskılara rağmen Kürt halkı teslim alınamıyor, özgür ve demokratik yaşam mücadelesi sürdürülüyorsa bunda 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişçilerinin ortaya koyduğu ve Kürt halkının içinde gelişen yaşamı uğruna ölecek kadar sevme biçimindeki yaşam felsefesi sonucudur. Kuşkusuz bu yaşam felsefesini Rêber Apo kadrolarına yedirmiş; zindan direnişçiliği de Rêber Apo’nun bu yaşam felsefesini direnişleriyle somut hale getirmişlerdir.
14 Temmuz direnişçiliğinin yarattığı yaşam felsefesini ortaya koyarken büyük şehidimiz, büyük önderimiz M.Hayri Durmuş’un şehadete giderken ‘mezarıma borçludur yazın’ demesi bu yaşam felsefesinin boyutunun ne olduğunu ortaya koymaktadır. Uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için şehadete ulaşıyor ama yine de kendilerini borçlu görüyorlar. Bu halk sevgisinin, ülke sevgisinin, yoldaş sevgisinin, partiye bağlılığının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Halk ve ülke o kadar seviliyor ki onun için ne yapılsa da yine de kendini borçlu görüyorlar. Bu yaşam felsefesinde değerlere büyük bağlılık vardır. Zaten uğruna ölünecek yaşam yaratma felsefesi de sevginin ve bağlılığın bu derinliğinden ileri gelmektedir. Kemal Pir’in ve M.Hayri Durmuş’un ortaya koyduğu bu yaşam felsefesi PKK militanının karakterini yarattığı gibi halkın da böyle bir yaşam felsefesine sahip olmasını sağlamıştır. Eğer Şehit Zîlan (Zeynep Kınacı) kendisini düşmanda patlatırken daha başka verecek bir şeyim olsaydı da verseydim, dediyse bu da mezarıma borçlu yazın diyen zindan şehitlerinin izinden yürümesi nedeniyledir. PKK’de fedailik dünyanın hiçbir yerinde görülmedik düzeyde gelişmişse bunu sağlatan da Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in yaşamlarıyla ortaya koydukları yaşam felsefesi olmuştur. Şehitlerimiz kendilerini borçlu görüyorsa biz yaşayanların her an bu borçlarımızı ödemek için mücadele etmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Ne yapsak da bu borcu ödeyemeyeceğimizi gösterir. Uğruna ölünecek özgür ve demokratik bir yaşam yaratana kadar da bu borçluluk durumumuz devam edecektir.
14 Temmuz direnişçiliğinin Partimize ve Kürdistan halkına kazandırdığı diğer çok önemli şey de Kürdistan devriminin tarzının yaratılmasıdır. Çünkü bir halkın özgürlük mücadelesinin tarzı yaratılamazsa ne kadar mücadele edilirse edilsin, program, politika, strateji ve taktik ne kadar doğru olursa olsun başarılı olunamaz. Her mücadele kendi başarı tarzına sahipse başarılı olabilir. O ülkenin, o toplumsal yapının koşullarına ve karakterine uygun bir mücadele tarzı yaratılamazsa başarılı olunamaz. Rêber Apo daha ilk günden itibaren Kürdistan devrimi zor bir devrimdir, ancak zorluklara katlanılarak başarılı olunabilir demiştir. Arkadaşlarını ve tüm kadroları böyle bir devrime göre hazırlamış, motive etmiştir. Hiçbir zaman kolaylıktan söz etmemiştir. Hatta baştan uyararak bu zorluklara katlanılacaksa bu mücadelede yer alınsın demiştir. Eğer zindanda her türlü zorluğa katlanılmışsa bunu sağlatan Rêber Apo’nun Kürdistan devriminin mücadele tarzının nasıl olması gerektiğini ortaya koymasıdır; tüm kadroları zorluklara katlanacak düzeyde hazırlamasıdır. Tabi bunun için de ideolojik mücadele ve ideolojik derinliğe çok önem vermiştir. Çünkü zorluklara katlanma tarzının da ancak çok güçlü ideolojik bilinç ve duruşla olacağını bilmektedir.
14 Temmuz direnişi zorun zoru koşullarda başlatılmış ve başarıyla sonuçlandırılmıştır
Kürdistan devrimi dünya dengelerinin kurulduğu Ortadoğu’da ve 4 parçaya bölünmüş bir ortamda verilmektedir. Arap, Fars ve Türk devletleri tarihin en eski devlet geleneğine sahiptirler. Bu gelenekte despotizm vardır. 20. yüzyılda bu devletlerin ulus devleti hedeflemeleri başta Kürtler olmak üzere diğer halklar için tam bir soykırım süreci haline gelmiştir. Bu durumda Kürtleri egemenlik altında tutan Fars, Arap ve Türk egemenleri Kürt düşmanlığında birleşmişler; bu da Kürt halkının mücadelesini daha da zor hale getirmiştir. Öte yandan Kürt soykırımına dayanan 20. yüzyıl Ortadoğu siyasi düzenin sarsılması, yıkılması ve dağılmasını uluslararası güçler de istememektedirler. Öte yandan Kürtleri bu ülkelere karşı kullanıp onları kendi çıkarlarına göre kullanmak da bu mücadeleyi zorlaştıran diğer bir etkendir. Kürtler üzerinde egemenlik kuran devletler tüm imkanlarını kullanarak Kürtler üzerinde bir egemenlik ve soykırım politikası yürütmektedirler. Bu da Avrupalı yazar Dr. Heinz Gstrein’in belirttiği gibi avukatsız kalan Kürtlerin soykırımla karşı karşıya gelmesini beraberinde getirmektedir. Tüm bu gerçekler Kürdistan devrimini çok zor hale getirmektedir. Neredeyse soykırıma uğratılmak Kürtlerin kaderi haline getirilmiştir. Rêber Apo, Kürt kördüğümü ve Kürt kapanından söz etti. Hem Kürtlerin kendi gerçeklikleri hem soykırımcı düşmanlar hem de uluslararası güçlerin Ortadoğu politikası Kürdistan’ı böyle bir konuma getirmiştir. Kürdistan devrimini zor bir devrim haline getirmiştir.
Diyarbakır zindanı ise zorun zoru koşullara sahiptir. Esaret altında olan tutsaklar işkenceyle, zulümle teslim alınıp itirafçılaştırılarak hem PKK’nin tasfiyesi sağlanmaya çalışılacak, hem de halkın umudu zindanlara gömülecektir. İki tutuklunun birbiriyle konuşmasının bile suç olduğu ve işkence nedeni yapıldığı bir zindan gerçeği yaratılmıştı. Bu zindanda direniş mucize haline getirilmiştir. Düşman siz kendinizi bile öldüremezsiniz; bir öldürme olacaksa onu da ben yaparım demiştir. Esat Oktay öyle bir zindan yaratacağım ki, sizleri bıraksak da siz dışarı çıkmayacaksınız diyerek tutsakları insan içine çıkamaz hale getireceğini söylemiştir. Tutsakların inançları ve çıplak bedenleri dışında direnecek hiçbir imkanları yoktur. İşkence ile zindan zorun zoru bir mekan haline getirilmiştir. Buna karşı direnmek ise ancak zorun zoru koşullara katlanarak mümkündür. İşte 14 Temmuz direnişçileri artık direnilemez denilen bir zamanda zorun zoru koşullarda isyan bayrağı açıp eyleme geçerek insanlık tarihinin en büyük direnişlerinden birini gerçekleştirmişlerdir. En zor eylem biçimleri insanın kendini yakması, an an acı çekmesi ve gün gün eriten ölüm orucudur. Dörtler ve 14 Temmuz direnişçileri bu en zor eylem biçimini gerçekleştirerek düşmana karşı koymuşlardır.
14 Temmuz direnişi zorun zoru koşullarda başlatılmış ve başarıyla sonuçlandırılmıştır. O koşullarda yaşamların ortaya konularak düşmanın ideolojik yenilgiye uğratılması en büyük başarıdır. Zaten düşmanı ideolojik yenilgiye uğratan bu başarı Kürdistan devriminin gelişmesi için muazzam imkanlar yaratmıştır. Bu direnişin yarattığı en önemli sonuç; kazandırdığı en büyük güç Kürdistan devriminin tarzının yaratılması olmuştur. Böylece Kürdistan devriminin başarısı güvenceye alınmıştır. Bir devrimin başarısı ancak bu devrimin özgün tarzını bulmakla sağlanır. Kürdistan devriminin tarzı ise zorun zoru koşullarda direnmek ve başarmaktır. 14 Temmuz direnişçiliği zorun zoru koşullarda direnerek başarıya ulaşmıştır. 14 Temmuz direnişçiliği ortaya koydukları direnişçilikle Kürdistan devriminin tarzını yaratmışlardır. 14 Temmuz ruhu, yaşam felsefesi ve mücadele tarzıyla direnilirse her türlü zorluk aşılarak başarı kazanılır gerçeğini ortaya koymuştur. Kürdistan’da ancak 14 Temmuz mücadele tarzıyla direnilirse başarılı olunur. 14 Temmuz direnişçileri Kürdistan’da nasıl başarılı olunacağını yaşamlarıyla göstermişlerdir. Zindanda hiçbir imkan yokken zorun zoru koşullarda direniliyor, başarılıyorsa siz de direnip başarabilirsiniz demişlerdir.
Nitekim ortaya çıkarılan Kürdistan devriminin bu tarzı, yani zorun zoru koşullarda mücadele edip başarma tarzını tüm PKK’liler ve gerillalar kendilerine kılavuz yaptıkları için, zor koşulları direnme ve başarı gerekçesi yaptıkları için mücadele en ağır saldırılar karşısında da başarılar ve yeni kazanımlar elde ederek bugünlere ulaşmıştır. Kürdistan devrimini yürütenlerin bir tarzı olduğu için bu tarzla mücadele edenlerin başarısızlığı söz konusu olmaz. Nitekim PKK’nin mücadele tarzı böyle olduğu için sürekli yeni başarılar elde edilmektedir. Hiçbir zorluk PKK’nin başarı elde etmesini engelleyememektedir.
14 Temmuz yaşam felsefesi, mücadele tarzı ve ruhu PKK’nin yaşam felsefesi ve mücadele tarzı olmuştur. Zekiye Alkanlar, Rahşan Demireller, Ronahi ve Berivanlar, Zîlanlar, Güneşimizi Karartamazsınız direnişçileri ve tüm fedailer 14 Temmuz ruhu ile direnmişlerdir. PKK’de ve Kürt halkında artık ölçü bunlardır. Özgürlük savaşçılarının ve halkımızın yol göstericileri vardır. PKK’nin yaşam felsefesi, uğruna ölünecek yaşam yaratma felsefesidir. Bu yaşam felsefesinin aşamayacağı hiçbir engel yoktur. 14 Temmuz’un yarattığı Kürdistan devriminin tarzı elimizde olan ve bizi başarıya götürecek altın bilezik gibidir. 40 yıldır 14 Temmuz direnişçiliği ile mücadele ediyoruz. Eğer bugün de düşman karşısında büyük bir inanç ve coşkuyla savaş yürütülüyorsa bunu yaratan 14 Temmuz direniş ruhudur. 14 Temmuz ruhu her gün, her yıl daha da derinleşerek zirveleşmektedir.
Bugün Medya Savunma Alanlarında direnen 14 Temmuz direnişçiliğidir. Yoldaşlarımız 14 Temmuz mücadele tarzı ile direniyorlar, hiçbir zorluğu kendilerine engel görmüyorlar. Artık zorlukları, zorluklarla yaşamayı bir mücadele tarzı haline getirmiş Rêber Apo fedailiği var, PKK militanlığı var. Nasıl ki 14 Temmuz direnişçileri zorun zoru koşullarda direnmiş ve başarmışlarsa; bugün Kürdistan’ın özgürlük alanlarının zirvelerindeki yoldaşlarımız da her türlü zorluğa karşı direnerek; en zalim düşman karşısında direnerek; Kürdistan dağlarını onlara mezar haline getirerek direnip başarmaktadırlar. Onlar şimdiden başarmışlardır; zafer kazanmışlardır. Bedel ne olursa olsun direnilip başarılacaktır. 14 Temmuz direnişçiliğinin yenilmeyeceği bir daha gösterilecektir. Zaten Metîna, Zap, Avaşîn, Heftanîn ve Xakurkê’de direnen yoldaşlarımız her fırsatta 14 Temmuz yenilmezlik iksirini içtiklerini ve yenilmeyeceklerini söylüyorlar. Zaten 14 Temmuz’un direniş bilincini edinen ve anlayanlar kendinde yenilmezliği gerçekleştirirler. Medya Savunma Alanları’nda yenilmeyeceklerin direnişi sürmektedir. Şehadete gidenler de bu yenilmezliğin sevinci ve coşkusuyla şehadete yürümüşlerdir. Çünkü Rêber Apo’nun paradigması ve 14 Temmuz direnişçiliğinin mutlaka kazanacağını biliyorlar. Bugün direnenler şimdiden kazanmış; Kürtleri soykırıma uğratmak için kirli savaş yürütenler ise şimdiden kaybetmişlerdir.