Seçim sonuçları Türkiye’de ve Kurdistan’da yaşanan mücadele açısından önemli sonuçları ifade eden bir düzeye geldi. Bu işin başında olanlar da yerel seçimlerde ortaya çıkan sonucu ‘bir dönemeç’ olarak ifade ediyorlar. Bu sürecin baş aktörü olan Tayyip Erdoğan da böyle olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Buradan ders çıkartarak yeni bir başlangıç yapacağını ima etmeye ve söylemeye çalışıyor ama artık çok zordur. Geçen süreçte zaman zaman bu tür durumları yaşamış olsa da kendisini bu göreve getirenler, yaşanan olaylar karşısında kendisini yeniden toparlamasına, iktidar gücünü elde tutmasına fırsat ve imkan tanıdılar. Bazı çevreler ise bunu Tayyip Erdoğan’ın yaptığını sandılar, dolayısıyla ona bağlananlar oldu. Fakat Türkiye’de gerçekleşen yerel seçim sonuçları göstermiştir ki, Tayyip Erdoğan için bir bitiş olmuştur. Aslında 2023 Mayıs seçimlerinde de bu sonuç ortaya çıkartılabilirdi. Demek ki, ideolojik-siyasi mücadeleler doğru yürütülebilseydi, sol demokratik güçler, demokratik siyaset kendini yeterli örgütleyebilseydi, en temel yetersizliği olan marjinal durumu aşarak halklaşmayı, kitleselleşmeyi esas alıp başarabilseydi, bu son 22 yıl farklı yaşanabilirdi ve Tayyip Erdoğan figürü olmayabilirdi. Kendi başarısından değil de çeşitli ideolojik-siyasi akımların başarısızlığı ortamından yararlanılarak böyle bir süreç yaşanıldı ve böyle bir kişilik ortaya çıktı. Bu, son 23 yılın böyle yaşanmasına yol açtı.
2002’de uluslararası komployu yönetmekle görevlendirilmiş olan Türkiye siyasetinin temel akımları İmralı mücadelesinde yenilgi yaşamışlardı. Böyle bir ortamda gelişmesi gereken kesinlikle demokratik siyasetti, fakat demokratik siyaset alanının düşüncedeki darlığı, örgütlenmedeki zayıflığı, marjinal konumu aşamaması, düşünce ile pratiği birleştirememesi, kendisini kitleselleştirememesi büyük bir boşluk oluşturdu ve bu boşlukta Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş’ünden koparak biraz da onu reddederek çeşitli güçlere güvence verme temelinde Tayyip Erdoğan göreve getirildi. Aslında Tayyip Erdoğan bir siyasetçi değildi, onun siyasi görüşü Necmettin Erbakan’ın Milli Görüşü düzeyindeydi, bu çizgi kitlelerden destek bulma gücüne sahipti, fakat dünya ve Türkiye siyasetinde yer bulması zordu. Dünya ve Türkiye siyaseti, kapitalist modernite çizgisi açısından önü kapalıydı, gelişmesine izin verilmiyordu. Normal olarak bakılırsa Tayyip Erdoğan’ın da yaşaması gereken buydu.
Bu durum nasıl değişti? Tayyip Erdoğan’ın önü nasıl açıldı? Bu sorulara uluslararası komplo gerçeğini doğru anlayarak, bilince çıkartarak cevap vermek gerekiyor. Uluslararası komplo olmasaydı, Tayyip Erdoğan olmazdı. Uluslararası komploya karşı Önder Apo’nun mücadelesi ve başarıları olmasaydı Tayyip Erdoğan yine olmazdı. Uluslararası komplo saldırılarını, idamı, İmralı çürütme politikasını boşa çıkartan, İmralı mücadelesini kazanan bir Önderlik mücadelesi olmasaydı; Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş’ünden gelen birilerine ihtiyaç duyulmayacaktı.
Tayyip Erdoğan, uluslararası komplo için son çareydi
Tayyip Erdoğan’a ihtiyaç, Önder Apo’nun yürüttüğü Kurdistan özgürlük mücadelesinin gelişimi ve uluslararası komplo saldırı planlarını boşa çıkartan direnişlerinin başarısı sonucunda gündeme geldi. ‘Denize düşenin yılana sarılması’ gibi, Kurdistan özgürlük mücadelesi karşısında kendi faşist sömürgeci-soykırımcı gerçeğini gören ve yok olacağını hisseden sistemin, karşıt olduğu anlayışlarla, politikalarla uzlaşması sonucunda Tayyip Erdoğan’ın önü açıldı. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan figürünü, onun nasıl ortaya çıktığını, hangi boşluklardan yararlanarak 23 yıllık bir iktidar gücü haline geldiğini doğru anlamak gerekiyor. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın önünün açılması uluslararası komployu yürütme temelinde gerçekleşti. Uluslararası komplonun üç temel planlamasının boşa çıkartılıp yenilgiye uğratılması ardından son çare olarak Tayyip Erdoğan figürü parlatıldı, öne çıkartıldı ve tamamen uluslararası komplo saldırısını yürütme ve başarıya ulaştırmakla görevlendirildi. Böylelikle hem imhanın ve idamın boşa çıkartılması, hem de İmralı çürütme politikasının yenilgiye uğratılmasının ardından Tayyip Erdoğan görevlendirildi. Uluslararası komployu başarmakla görevlendirilmiş bir yönetim oldu, bir memur statüsündeydi.
Tayyip Erdoğan uluslararası komplo için son çareydi, zaman geçtikçe ve Tayyip Erdoğan başarısız kaldıkça onu değiştirmek yerine yeni takviyeler ve çıkışlar yaptırtarak görevde tuttular. AKP’nin TC ordusuyla ve Kemalist dar milliyetçi Genelkurmay çizgisiyle çatışmasında da böyle bir destek rol oynadılar. 2007-2008’de de böyle bir çıkış yaptırdılar. Tayyip Erdoğan yönetimine içte devlet gücü haline gelme, devlet yönetimini ele geçirme mücadelesinde komplocu güçler büyük destek verdiler. Kurdistan’daki özgürlük mücadelesi ve Önder Apo’nun yürüttüğü direniş karşısında her zayıf düştüklerinde yeni takviyelerle Tayyip Erdoğan yönetimini güçlendirmeye çalışıp ayakta tuttular.
Türkiye’deki siyasi figürleri iyi tanımak gerekiyor
Kemal Kılıçdaroğlu da böyle bir figürdü, bürokrasi içindeki konumu dışında siyasetle bir ilgisi yoktu. İktidara koltuk değneği olma temelinde politikaya yönlendirildi. Bu da uluslararası komplonun ihtiyacıydı. Çok önemli bir destek olarak Kemal Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan yapılarak Tayyip Erdoğan yönetimi güçlendirildi. Toplumu aldatmada koltuk değneği konumunda bir muhalefet ortaya çıkartıldı. Kemal Kılıçdaroğlu yönetimiyle uluslararası komplo saldırısının sürdürülmesi için CHP’yi bu biçimde kattılar.
Önder Apo “bu bir asimile dosttur” dedi ve görevlendirilen bir memur olduğunu ortaya koydu. Gerçek de böyleydi. Kemal Kılıçdaroğlu da Tayyip Erdoğan gibi uluslararası komplonun görevlendirmesiydi, uluslararası komplo yönetimine bağlıydı. Yönetimin koltuk değneğiydi, bir muhalefet gücü değildi, tam tersine öyle bir misyonu, çabası ve vizyonu yoktu. Her gün Tayyip Erdoğan tarafından tokatlanan, toplumun böyle bir kargaşa içerisinde aldatılmasına yol açan, sözde onunla mücadele ediyor gibi görünüp aslında muhalefeti zayıflatan, Tayyip Erdoğan iktidarının devam etmesini sağlayan bir figürdü.
Tayyip Erdoğan yönetimi 7 Haziran 2015 seçiminde aşılmış ve yenilmişti. Ayakta kalmasını sağlatan ise Kemal Kılıçdaroğlu faktörüydü. Tayyip Erdoğan buna dayanarak sonu gelen yönetimini yeniden toparlayıp sürdürme gücü kazandı. Onu görevlendirenler böyle istediler ve destek verdiler. Yönetimini toparlama ve iktidarını sürdürmede zorlanacağı, başarılı olamayacağı görülünce son çare olarak Devlet Bahçeli’yi devreye koydular. İkinci büyük takviye ve destek MHP oldu. Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı oldu ama rolü ve misyonu Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak oldu. Devlet Bahçeli ise hiç resmi yönetime girmedi ama Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü fiili yönetimin esas gücü, ideolojisini, siyasetini belirleyeni oldu. Böylelikle Türkiye’ye yön vereni oldu. Dikkat edilirse Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığı’ndan düştükten sonra Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu’na teşekkür etti. Aslında o teşekkür kendisine verdiği destek içindi.
Bu son yerel seçimin sonucunda da en çok teşekkür ettiği, minnet duyduğu kişi ise Devlet Bahçeli oldu. Devlet Bahçeli gerçeğinin de, MHP gerçeğinin de bu çerçevede daha iyi bilinmesi gerekiyor. Bir dönem Tayyip Erdoğan’a en ağır sözler söylerken, bir anda politik tutum değiştirerek yüz seksen derece tersine döndü ve Tayyip Erdoğan’ı Türklüğün ikinci Atatürk’ü, yeni lideri olarak tanımlayan bir zihniyet ve politik söylemin sahibi haline geldi. Bunlar bile Türkiye’deki siyasetin ne kadar bağımlı olduğunu, köksüz olduğunu, devlet gücünün her şeye hakim olduğunu ortaya koyuyor. Onlar karşısında doğru ve yeterli mücadele yürütebilmek açısından çeşitli siyasi figürleri, bu figürlerin ve bu devletin nasıl oluşturulduğunu, nasıl yönetildiğini iyi anlamak gerekiyor.
Mayıs 2023 seçimlerinde de Tayyip Erdoğan’ı görevlendiren güçler bir dönem daha kalmasını istediler, onun her türlü şey yapmasına güç ve destek verdiler. Özellikle Kurdistan’da yürüttüğü savaşta KDP’nin desteğini sonsuz düzeyde Tayyip Erdoğan yönetiminin soykırımcı savaşına dahil ettiler. Kemal Kılıçdaroğlu ve Bahçeli gibi, KDP’de uluslararası komplocu güçler tarafından AKP yönetiminin ayakta tutulması için yönlendirilen siyasi bir figür oldu.
31 Mart 2024 yerel seçimleri sonucunda bunlar daha iyi görülebiliyor. Bu yüzden seçim sonuçlarını doğru anlamak, iyi değerlendirmek ve doğru sonuçlar çıkartarak ona göre de doğru politikalar geliştirmek gerekmektedir. 2023 Mayıs seçimleri ardından CHP içindeki mücadele şunu çok daha net bir biçimde açığa çıkardı: Kemal Kılıçdaroğlu’nun hala Tayyip Erdoğan’ı ayakta tutmak için CHP’nin başında durmaya ne kadar çok çalıştığını genel başkanlık mücadelesinde ortaya koydu. O, bir CHP mücadelesi değildi, uluslararası komplo görevini yürütmek için gösterilen bir çabaydı. Tamamen komplodaki görevini başarmak için çaba harcıyordu, fakat değişti. Biz o zaman ‘bu sıradan bir olay değil, Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı’ olarak da değerlendirdik. Bunu, ‘CHP başkanlığından düşen Kemal Kılıçdaroğlu, yönetimden düşen de Tayyip Erdoğan olacak’ diye de ifade etmiştik.
Yerel seçimlerle de doğrulanan bu oldu. Ecevit başkanlığındaki sosyal demokrat milliyetçi liberal koalisyonun İmralı mücadelesinde yenilmesi ardından 2002’de oluşturulmaya çalışılan Türkiye siyasetinin sonu geldi. 31 Mart’ta gerçekleşen yerel seçim sonuçları bunu ifade ediyor. Bu artık kesinleşmiştir. Tayyip Erdoğan’ın ‘bir dönüm noktası’ demesi Türkiye siyaseti için doğru ama kendisi için değil, bu dönümde artık Tayyip Erdoğan olmayacak, bitecek ama bu nasıl gerçekleşecek, ne tür mücadele yöntemlerine baş vuracak, elindeki gücü Tayyip Erdoğan bundan sonra nasıl kullanacak? Tüm bunları da takip etmek gerekiyor.
En büyük Kürt düşmanlığını Tayyip Erdoğan yapmıştır
Unutulmamalıdır ki, Tayyip Erdoğan, Saddam Hüseyin benzeri gibidir. Önder Apo, Saddam Hüseyin için “bir tabanca bulunca krala suikast yapan birisiydi, bir milyonluk ordu bulunca bunu savaşa sürmeden, kullanmadan teslim etmez” diyordu. Tayyip Erdoğan da öyle obur birisidir. Bir de küresel kapitalist modernite sisteminin desteğini bulan birisi elindeki gücü kullanmaktan geri durmayabilir. Zaten şimdiye kadar da durmamıştır. Uluslararası komployu başarıya götürmek için en incesinden en kabasına kadar her yöntemi geliştirerek en büyük saldırıyı Tayyip Erdoğan yönetimi sürdürmüştür. En büyük Kürt düşmanlığını Tayyip Erdoğan yapmıştır. En ileri düzeyde demokrasi düşmanlığını Tayyip Erdoğan yapmıştır. Bir de tüm bunları yaparken hileci ve aldatıcı bir temelde kendisini demokrat göstererek, ezilenlerden yana göstererek, Kürt dostu göstererek yapmıştır. Fakat tüm bunların sonu gelmiştir. Geriye kalan, gücünü nasıl kullanacak sorusunu akla getiriyor. Yaşamak ve elde ettiği maddi imkanları korumak için uzlaşma yolunu mu seçecek yoksa iktidarını daha fazla sürdürmek için çatışma yoluna mı girecek bunu ilerde göreceğiz. Bu her iki olasılığın önü de açıktır. Eskiden çatışmacı yanı daha fazlaydı ama şimdi uzlaşma eğilimi daha çok görülüyor. Yerel seçim sonuçlarına yaklaşımı ve seçim sonrasında yaptığı konuşma tümüyle uzlaşma eğilimleri içeriyordu. Pazarlık yapmaya çalışacağı görülebiliyor.
2002 yılında uluslararası komplo saldırısını yönetmek için bir boşluktan yararlanarak ara dönem biçiminde geliştirilen Tayyip Erdoğan yönetiminin artık sonuna geliniyor. Tayyip Erdoğan’ın kendisi bunu resmen de fiilen de kabul etmiş oldu. 7 Haziran 2015 seçim sonrasındaki gibi reddeden bir tutum içinde görünmüyor. Bütün AKP camiası da kabul etmek zorunda kaldı. Seçimin önemli bir sonucu budur.
2023 genel seçimlerinde Türkiye üçe bölünmüştü, şimdi ikiye düştü
14 Mayıs 2023 seçiminde Türkiye siyasi olarak üçe bölünmüştü. CHP, Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyısını, Emek ve Özgürlük İttifakı, Kurdistan’ı, AKP-MHP faşizmi ise Orta Anadolu’da ve Karadeniz’de oluşturduğu Türkiye’siydi. 31 Mart yerel seçimlerde de benzer durum, siyasi sonuçlar itibariyle görünür gibi ama bu biraz değişti, ikiye düştü. CHP Türkiye’deki seçimin kazananı oldu, hemen hemen bütün büyük kentleri kazanmış durumdadır. Yine AKP’nin elinden bazı belediyeleri almış oldu. En önemlisi de Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminin yaptığı gibi çeşitli ittifaklara başvurmadan yalnız başına girdiği seçimde yüzde yirmi beş bandını aştı. Türkiye’nin birinci partisi konumuna gelmiş durumdadır. ’70’lerin ortasında Ecevit CHP’sinin yarattığı sonuçlara biraz benziyor. CHP açısından değerlendireceksek o da bir umut yaratmıştı. Ezilenlerin, Kürtlerin, Alevilerin, işçi ve emekçilerin desteğini almıştı, fakat şekillenmiş bir devlet siyaseti vardı, partiler ve hükümetler onun birer memuru gibiydiler. Dolayısıyla Ecevit CHP’si de devletin ideolojisini ve temel siyasetini aşamadığı için daha ileriye gidemedi ve kendi başına yeterli bir yönetim haline gelemedi, sonuçta devlet işleyişini de tıkattı ve 12 Eylül darbesine kadar gidildi. Özgür Özel yönetimi buradan ders çıkartabilecek mi, gerçekten bir siyasi figür olacak mı, TC’nin ideolojik-siyasi ilkelerinde değişikliğe yönelebilecek mi? Tüm bunları zaman gösterecektir. Bu yönlü kısmi imaları var, fakat CHP içerisinde de milliyetçilik ve tutuculuk çok fazladır. O bir dezavantaj olsa da Ecevit CHP’sinden bu yana yaşananlardan doğru dersler çıkartılabilirse bu bir avantajdır.
Türkiye böyle gitmiyor, Kurdistan’da gelişen mücadele Türkiye’nin bütün enerjisini bitiriyor. Artık küresel kapitalist modernite sistemi açısından da Türkiye eski değerini, mevcut ideolojik-siyasi duruşuyla taşımıyor, birçok değişiklik oldu. Tüm bunlar Özgür Özel yönetiminde ideolojik ve siyaset anlamında bir değişikliğe yol açar mı, demokratikleşmeye doğru bir gelişme sağlatır mı? Bunlar şimdilik net değildir, hem dikkatli olmak hem de çok umutlu da olmamak gerekir.
Kürt halkı faşizme geçit vermedi seçimin kazananı oldu
Kurdistan açısından da kaç seçimdir aynı sonuçlar çıkıyor. Bu da değerlendirilmesi ve anlaşılması gereken bir durumdur. Kürt halkı yine faşizme geçit vermedi, özgür yaşamdan ve Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Aslında Kürt halkına karşı savaşan sadece AKP-MHP değildi, bütün devletti. Bu savaşta Türkiye’nin bütün imkanları kullanıldı. Ortada bir seçim de yoktu! savaş vardı. Seçim kanunlarında defalarca değişiklik yaptılar, birçok hile geliştirdiler. Bu temelde AKP’yi seçimi kazanmış duruma getirmek istediler, fakat başarılı olamadılar. Kürt halkı, Önder Apo’dan ve yürütülen mücadelenin etkisinden oluşturduğu bilinç, irade, örgütlü ve dirençli tutumuyla bunların hepsini boşa çıkarmayı bir kere daha başardı. Bu anlamda seçimin kazananı oldu.
Bu çerçevede Kürt halkının, kadınlarının, gençlerinin, siyasi çalışmalarının bu başarısını kutlamak lazım. Bunu hak ediyorlar. Bu duruş ve irade çok önemlidir. Bir mücadele duruşu, büyük bir direnme duruşudur. Her türlü saldırıya ve imhaya karşı Apocu yurtseverlikte ve özgür yaşamda sonuna kadar ısrarı ortaya koyan bir duruştur. Bu çok anlamlı ve değerlidir. Faşist sömürgeci-soykırımcı kesimler tüm saldırılarına rağmen bu durumu değiştiremediler, genel saldırı yürüttüler olmadı, parça parça hileler geliştirdiler, çeşitli bölgelere ve kentlere dönük özellikle bu yerel seçimlerde kent kent özgün saldırı politikaları planları oluşturarak hareket ettiler, sonuçta başaramadılar.
Kurdistan’da AKP’de görülen oylar Kürt toplumunun oyu değildir
Kurdistan’da AKP’de görülen oyların hepsi de devletin oyudur. Öyle anlamak gerekiyor. Kürt toplumunun oyu değildir, belki korucular ve devletin kendisine bağladığı köleleştirdiği, uşaklaştırdığı bir kesim var, onlar oy veriyorlar ama oyların büyük bölümü devletin oyudur. Dışarıdan getirilip Kurdistan’a yerleştirilen çeşitli göçmen çevrelerin oyudur. Kürt yurtseverliği özgür yaşamda ısrarlılığını, kararlılığını, iddiasını, mücadeleciliğini bir kere daha açığa çıkardı ve gösterdi. Bu çok önemlidir. Bu sonuç büyük bir değer ifade ediyor. Aynı Türkiye’de AKP’nin birinci parti olmaktan çıkması, seçimi kaybetmesi gibi Kurdistan’da halkın özgürlükten yana tutum koymuş olması, bütün baskılara ve saldırılara rağmen kendi yerel yöneticilerini seçmekte ısrar edip kararlı davranmış olması çok önemli bir durumdur. Bu anlamda seçimlerde önemli iki sonuç açığa çıktı. Bir, CHP Türkiye’de birinci parti oldu, AKP birinci parti olmaktan çıktı. Tayyip Erdoğan artık Türkiye’nin çoğunluğu tarafından desteklenen, oy alan bir lider değildir. Aslında önce de öyle bir durumu yoktu ama çeşitli hilelerle öyle gösteriyorlardı. Genel bir seçim olmamasına rağmen yerel seçimler bu gerçeği ortaya çıkardı. İkincisi, Kürt halkı kendi özgürlüğünde ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde sonuna kadar ısrarlı, kararlı ve net olduğunu, her türlü baskıya, zulme karşı göğüs gerecek bir cesaret ve fedakarlığa sahip olduğunu ortaya koydu. Bu da çok önemlidir. Suriye, Irak, İran ile sınır kentler üzerinde çok yoğun oynandı, yoğun bir saldırı, hile yürütüldü ama bunlara rağmen çok önemli bir düzey ortaya çıktı. Şimdi savaşı sürdürmek ve iktidarda kalmak için bazı saldırılar da yapabilirler ama önemli olan halkın gösterdiği direnç, özgürlük iradesine sahip çıkma, bunu her türlü hileye karşı, en ağır baskı ortamında somut ortaya koyabilmiş olması çok önemlidir. Mücadele için imkan ve fırsatlar daha çok artmış oluyor.
Koltuk değnekleri ortadan kalkıyor
Türkiye siyaseti yeniden yapılanıyor, yeni durumlar ortaya çıkacak. Erbakan’ın oğlu babası gibi popülist bir siyasetle bu seçimde -AKP ile de yarışarak- önemli bir çıkış yaptı. Yeniden etkili hale gelebilecek mi, önü açılacak mı, AKP çözülürken ona oy verilecek mi? Önümüzdeki süreçte çekişmeli durum bu olacaktır.
Yine MHP ve İyi Parti’nin durumu var. İyi Parti ve MHP’nin, CHP içinde ve diğer yerlerde etkileri var, ideolojik olarak onları etkiliyor ve yönlendiriyorlar ama daraldıkları da görülebiliyor. İyi Parti; Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu ve KDP gibi bir görevlendirmeydi. İyi Parti’nin, CHP ile ittifak yapması, o ittifakı dalgalandırıp başarısız kılması, tüm bunların hepsi uluslararası komployu başarıya götürmek için görevlendirilmiş bir kişinin politik çabalarıydı. Şimdi bu rolleri bitiyor. Bu bitiş süreci Kemal Kılıçdaroğlu ile başladı. Koltuk değnekleri ortadan kalkıyor. Meral Akşener de ortadan kalkıyor. Devlet Bahçeli’nin durumu tartışılır olacak. Tayyip Erdoğan için son görülüyor. Düşen bunlar ama Tayyip Erdoğan’ın da düşüşü de olacak.
Açığa çıktı ki, Saadet Parti’sinin de bir oyun olma durumu da varmış, ısrarla uzun süre Erbakan’ı temsil ediyoruz dediler, o da Tayyip Erdoğan yönetimini koruma hareketiydi denilebilir. İçine düştükleri durum ortadadır. YRP’sinin sağladığı gelişme, daha önceki süreçte bu çevrelerin AKP’ye koltuk değneği olmak için yarışmış oldukları görülüyor. Her ne kadar Erbakancı gözükseler de hepsi birer memur ve görevlendirme temelinde olmuşlar.
AKP’den istifa ediyoruz, mücadele ediyoruz diyenler ise herhangi bir gelişme sağlayamadılar, etkide bulunamadılar. Bu çevrelerden bundan sonra da yeni bir şey beklemek zor görülüyor. Türkiye’nin yapılanmasında yeni politik çıkışların olma olasılığı çok daha güçlü görülebiliyor.
Türkiye toplumu yeni bir arayış içerisindedir
Diğer yandan demokratik siyasetin durumunu değerlendirmek gerekiyor. 2023 Mayıs seçimleri ardından yapılan tartışmalar, eleştiri-özeleştiri, toparlanma bu sonucun ortaya çıkmasına bir düzeyde hizmet etti. Kurdistan’da bir sonuç var. Demokratik siyaset alanını yeniden değerlendirmeye ve tartışmaya ihtiyaç var. Kurdistan’daki başarılar Kürt halkının başarısıdır, bütün baskıya ve zulme rağmen Kürt halkının Apocu yurtseverlikteki ısrarı ve kararlılığıdır.
Demokratik siyasetin en büyük başarısı, Kurdistan’daki bu sonucu Türkiye’ye taşımasında ortaya çıkacaktı. Önder Apo’nun projesi buydu. Türkiye’nin değişik alanlarında oylar alınıyor ama Kurdistan’daki yurtseverliğin etkileri ve sonuçlarıdır. Türkiye’ye göçertilmiş Kürt kitlelerinin verdiği oylardır. Türkiye’de geniş bir açılım yapılamamıştır. Kurdistan’daki gelişmeler bunun için çok büyük bir şanstı, Türkiye’deki demokrasi hareketindeki marjinalliği aştırtmak için geliştirilen bir uygulanmaydı. Mevcut gelişme yeterli görülüyor. Altı ayda CHP’nin ortaya çıkardığı sonuç Türkiye ortamının yeniliğe, demokrasi arayışına ne kadar açık olduğunu gösteriyor. Bu ciddi bir durumdur. Hiç kimse bunu böyle tahmin etmiyordu. Hatta ‘CHP yönetimi daha zor duruma düşebilir’ biçiminde değerlendirenler bile vardı. Ama CHP’deki durum ortaya çıkardı ki, Türkiye toplumu yeni bir arayış içerisindedir. Bunu demokratik siyaset sağlayabilirdi. Kurdistan’daki zaferlerle yetinen değil de Türkiye’de zaferler kazanan, demokratik siyaseti yüzde otuzlara çıkartan bir düzeye getirebilirdi. Bunun önü kapalıdır denilemez. Türkiye’de bu gelişmeler yaşanamaz denilemez, çalışılsaydı, inanılsaydı, ısrar edilseydi, dar ve dogmatik yaklaşımlar, küçük burjuva milliyetçi kokan eğilimler aşılabilseydi demokratik siyaset özüne uygun biçimlendirilip topluma taşırılsaydı gelişmeler çok farklı olabilirdi. Ortaya çıkan sonuçlar bir de bunu kanıtlıyor. Demokratik siyaseti bu temelde yeniden değerlendirmek lazım. Milliyetçi, dogmatik, bireyci, grupçu yaklaşımları kırmak gerekiyor. Türkiye demokrasisini iyi planlayıp programlayıp bu temelde ısrarla bir mücadele yürütmek gereklidir.
Böyle bir yaklaşım olsaydı gelişmeler çok daha farklı olabilirdi. Fakat demokratik siyaset Türkiye demokrasisini planlayamadı. ‘Demokratik Türkiye Özgür Kurdistan’ programında ısrar etmek, Önderlik paradigmasının öngördüğü demokratik ulus çizgisinde ısrar etmek, bunu Türkiye toplumuna yaymak gereklidir.
Dikkat edilirse YRP’’nin ciddi bir söylemi de yoktu ama anlaşılıyor ki, toplum içerisinde çalışmışlar, birçok yerde oy alabildiler. Demek ki çalışılırsa kazanılabiliyor, kitle çalışması yapmadan genel mücadelenin sonuçlarına dayanarak, basın önündeki propagandaya dayanarak parti olmak, toplumu örgütlemek, seçim kazanıp yönetim haline gelmek mümkün değildir. Demokratik siyaset Türkiye toplumundan, Türkiye siyasetinden kopuktur.
Diğer yandan Türkiye’de kitle örgütlenmesine, kadın ve gençlik çalışmalarına önem vermek, onların ihtiyaçlarını programlamak gereklidir. Orada çalışmaya yönelmek lazım. Popülist çalışma değil de toplumun ihtiyaçlarını karşılayan, toplumun içine girerek eğitim ve örgütleme çalışmaları yürütmek gereklidir.
Bundan sonra ne olabilir? Bizim cevap vermemiz gereken soru budur. Gerçekten son gelişmeler lehimizedir ama yanlış anlamamak gereklidir. CHP’de, Özgür Özel’de ortaya çıkan durum yeterli ve sol bir başarı olarak görülmemeli, bu sadece bir eğilimdir.
Seçim sonuçları AKP-MHP faşizmi açısından ciddi bir yenilgidir
Şöyle söylenebilir: İdeolojik-siyasi ve askeri olarak AKP-MHP faşizmine son bir yıldır önemli darbeler vurmuş, mücadele inisiyatifini ele geçirmiş ve mücadele imkanlarımızı büyütmüş durumdayız. Bu bir gerçektir. Seçim sonuçları siyasi açıdan da Tayyip Erdoğan yönetimi açısından ciddi bir yenilgidir. Bir darbe daha yemiş oluyor. Bütün bunlar Başûr’u ve Rojava’yı işgal etme, gerillayı ezme, PKK’yi tasfiye etme amaçlı topyekun faşist soykırımcı saldırı planları açısından birer darbe özelliği taşıyor. O planlara vurulmuş darbedir. Bu anlamda siyasi ve askeri olarak AKP-MHP faşizmi darbe yemiş durumdadır. Genel demokratik hareket, özgürlük mücadelemiz inisiyatifli hale gelmiş bulunuyor. Böyle bir pozisyon yakalanmıştır. Bunu önlemek için AKP-MHP faşizminin böyle bir sonuç ortaya çıkmadan daha fazla saldırı yaparak, imha ve tasfiye saldırılarını başarıya götürme çabası vardı. Dış politikasını de bu yönlü kullandı. İsveç’in NATO’ya girme istemini bu yönlü kullandı. Irak üzerinde baskı uyguluyor, İran’a tavizler vermeye çalışıyor. Buralardan aldığı güçle yeni bir saldırı geliştirip yenilgisini ve düşüşünü önlemek istiyor. Fakat son askeri eylemler, tekniğinin darbe yemiş olması önemli bir durumdur. Psikolojik olarak, moral düzeyi olarak devrim cephesini ve toplumu etkileyen ama düşman cephesinin moralini bozan bir etki yaratmıştır. Bir de onu bu seçim sonucu ekleniyor.
Düşman cephesinin gücü zayıflamıştır
Bu anlamda bizim direnme ve mücadele etme imkanlarımız, fırsatlarımız daha çok artmıştır. Mücadele etmek için veriler her zamankinden daha fazladır. Düşman cephesinde bir güçlenme yoktur, tersine hem siyasi olarak hem de askeri olarak ağır darbeler yemiş olma durumu var. Zaten ideolojik olarak belli bir düzeyde teşhir olmuş durumdadır, AKP-MHP’ye destek veren herkes biliyorlar ki, Kurdistan’da soykırım savaşı yürütülüyor ama çıkarları gereği öyle davranıyorlar. Bu anlamda ideolojik teşhir olma durumu da var.
AKP-MHP faşizmi, düşüşün ve çöküşün can havliyle eldeki gücünü Kurdistan özgürlük mücadelesinin üzerine salabilir. Saddam’da düşerken Halepçe soykırımı da dahil birçok saldırı yapmıştır. Benzer şeyler yapılabilir. Bu da bir ihtimaldir. Türkiye’de çeşitli engeller çıkabilir, iç çatışmalar da gelişebilir. Planların uygulanması boşa da çıkabilir. Bu da bir ihtimaldir. Çünkü mücadelemizin vurduğu darbeler öyle bir durumu da beraberinde getirmiştir. Fakat hangisi olursa olsun çok fazla duyarlılık ve takip gerekiyor, çünkü mücadele için çok daha fazla fırsat ve imkan yakalanmıştır. Hangi koşul olursa olsun mücadele edeceğiz, eğitim, örgütleme ve eylem çalışmalarımızı geliştireceğiz. Kendi planlamamızı daha da derinleştirerek ideolojik, siyasi, askeri bütün hazırlıklarımızı daha da geliştirerek ortaya çıkacak siyasi-askeri koşullara göre pratikleşeceğiz ama mutlaka pratikleşeceğiz.
İmralı işkence tecrit ve soykırım saldırısı devam ediyor. Bunlar öyle hemen ortadan kalkabilecek durumlar değildir, o nedenle yeni bir işgal saldırısı olmazsa eskisine de razı olmayacağız, eskisini ortadan kaldırmak ve söküp atmak için mücadeleyi her yönde, her alanda geliştireceğiz, bu konuda en küçük bir duraksama, zayıflık, tereddüt kesinlikle olmamalıdır. Nerede ne yapacağımızı doğru tespit edecek, duyarlı olacağız ve takip edeceğiz. Mücadeleyi geliştirmeyi esas alacağız. Devrimci Halk Savaşı temelinde topyekun direnişi geliştirmek, Küresel Özgürlük Hamlemizi her alanda daha da büyütüp yürütmenin fırsat ve imkanları daha fazla vardır. Nerede ve hangi yöntemlerle mücadele edelim diye düşman cephesindeki gelişmeleri de takip edeceğiz, ama esas olarak mücadele edeceğiz, çalışacağız, durmayacağız.
Türkiye’de ortaya çıkan bu verili durumu ‘bir dönemeç’ olarak değerlendiriyorlar. Dönemeçler böyle durumları ifade ediyor. Çeşitli imkanlar yaratıyor, yenilik gerekiyor ve hızla yeni koşullara göre çalışmayı gerektiriyor. Politik mücadelenin kurallarına, esaslarına göre hareket etmeliyiz. Bunu Apocu çizgide yapmalıyız. Apocu tarz, üslup ve tempoyla yapmalıyız. Bu anlamda pratiğe yöneldik mi, Önderlik gerçeği tarz, üslup ve temposunu esas almalıyız. Önderlik gerçeği pratikte bir tarzdır, bir üsluptur, bir tempodur. Bunu göreceğiz ve anlayacağız, bu tarzı esas alacağız.
Önderlik tarzını iyi anlamalıyız, iyi özümsemeliyiz. Genelde de politika tarzını önemsemeliyiz, savaş tarzını önemsemeliyiz. Özgürlük mücadelesini geliştirmekle, yaymakla görevliyiz. Bunun için büyük imkanlar ortaya çıkmıştır. Bütünlüklü bir devrimcilik, her türlü görevle uğraşmak, var olan imkan ve fırsatları doğru değerlendirmek ve anı anında devrimci örgüte ve eyleme dönüştürmeyi esas alma ve çalışma doğru olan tarzdır. Bunun için sürekli yaratan, geliştiren, büyüten olunmalıdır.
Bizim mücadele etme, örgüt geliştirme, Parti’yi büyütme, halkı eğitip örgütleme, Devrimci Halk Savaşı’nı geliştirme, gerillayı dağda-ovada-şehirde örgütleyip her alana yayma görev ve sorumluluğumuz vardır. Hakkımız da bu, hukukumuz da budur. Bunun dışında Parti’den, örgütten, Önderlikten hiçbir şey isteyemeyiz. Önderlik, “ben sadece insanlara görev veririm, başka verecek bir şeyim yoktur, benden ancak görev istenebilir, daha fazla iş istenebilir” dedi. Görev, devrimci çalışma ve her türlü görevi birlikte yapmadır. İkna edici, eğitici, kazanımcı üslubu esas almak gerekiyor. Eleştirmek; kazanmak, güçlendirmek, büyütmek içindir. Yıkmak ya da yok etmek için değildir. Bunu söylerken eleştiri yapmayalım, eleştiriden uzak kalalım demek istemiyoruz. Eleştiriyi kazanmak için, eğitmek ve ikna etmek için doğru ve yerinde, zamanında kullanalım ama yıkıcı, dağıtıcı, umutsuz kılıcı, karamsar dili, tutumu, duruşu, davranışı ortadan kaldıralım. Umutlu, inançlı, iradeli, iddialı, geliştirici, çekici ve inşa edici olalım. O nedenle dil, üslup konuları çok önemlidir.
Unutulmamalıdır ki, Önder Apo kadar eleştiri yapan yoktur ama Önder Apo’nun eleştiri üslubunda hiçbir karamsarlık, negativizm, umutsuzluk yoktur. Geliştiricilik, inşa edicilik, kazanımcılık, büyütücülük var. Onu açıkça görüyoruz. O halde Apocu tarzı esas almalıyız, Apocu üslubu öğrenmeliyiz ve onu uygulamalıyız. Önder Apo “umut zaferden daha değerlidir” dedi. Küçük burjuva bireyciliğinin, maddiyatçılığının yol açtığı umutsuzluk, karamsarlık kesinlikle kırılmalıdır. Onun da sınıf ve cins temeli var. Sınıf ve cins mücadelesi bu bakımdan önemlidir. Bunlar söylenip geçiliyor ama pratikte nasıl yaşanıyor, devrimci çalışmaya nasıl yansıyor, bunları görmek gerekiyor.
Dikkat edilirse içinde bulunduğumuz siyasi-askeri koşullar da bunu gerektiriyor. Seçim sonuçlarını, düşmanın durumunu, içinde bulunduğumuz siyasi ortamın durumunu değerlendiriyoruz. Seçim sonuçları şunları somut olarak ortaya çıkardı: Çok daha fazla duyarlı olmayı, çok daha fazla yaratıcı olmayı, çok daha fazla hamleci olmayı gerektiriyor. Zaten Özgürlük Hamlesi yürütüyoruz. Bu temelde girişken olmayı, durmamayı, yaratıcı zengin yöntemler geliştirmeyi ve hep inşa etmeyi, kazandırmayı gerektiriyor. Bu da doğru tarz, doğru üslup ve tempo edinmeyi gerektiriyor.
Ortadoğu’da ve dünyadaki gelişmeler
Yüz elli yıldır en büyük sermaye kurtları arasında enerji kaynaklarını ve yollarını güç oranında paylaşma savaşı sürüyor. Birinci Dünya Savaşı da böyleydi, İkinci Dünya Savaşı da böyleydi, şimdi üçüncüsü de böyledir. Sermayenin başka amacı yoktur, dolayısıyla sermaye için çıkar çelişki ve çatışması başka türlü izah edilemez. Evet, her savaşta milli etkenler, dini etkenler de oluyor fakat sermayenin milliyeti de dini yoktur, her şeyi para ve kârdır. Zaten kapitalizm de bu demektir. O halde belirleyici etkenler onlar değildir. Örneğin Ukrayna’daki savaşın belirleyici etkeni ‘Putin’in Slav birliğinden yana olması, Slav birliği yaratma çabası’ deniliyor, ama kesinlikle öyle değildir. Azami kâr için enerji kaynaklarının ve yollarının üzerinde hakimiyet kurmak için yürütülen bir savaştır.
Birinci Dünya Savaşı, Asya’nın kaynaklarını Avrupa kapitalizminin sömürmesi için daha ucuz yol inşa etmekle başladı, İngilizlerin projesiydi. Bu proje de Osmanlı üzerinden körfezden Hindistan’a ulaşmak biçimindeydi. Buna Almanlar müdahale ettiler. Abdülhamit bunlar arasında gitti geldi, bir süre Osmanlı’nın ömrünü uzattı. Sonra da Abdülhamit Almanya’da karar kılınca İngiltere de Osmanlı’yı dağıtmaya karar verdi. Arabistan’ı ele geçirdi, körfeze yerleşti, Almanya’nın söz konusu ticaret yolunu oluşturmasının önünü kapattı. Hitler bunu kuzeyde Karadeniz’den Kafkasya’dan Hindistan’a inmek üzere yapmak istedi. Bunun üzerine ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği birleştiler ve İran’ı kapattılar, yine Almanya’yı engellediler. Öyle anlaşılıyor ki, Körfez Savaşı da böyle başladı. Üçüncü Dünya Savaşı’nın da esası buydu. Körfez Savaşı’yla ABD Körfez’e yerleşti. Kuveyt’e, Suudi’ye körfez etrafına yerleşerek tuttu. Afganistan savaşıyla eski İpek Yolu’nu canlandırma girişimini boşa çıkardılar. ‘Amerika madem Afganistan’dan çekilecekti neden bu kadar savaş yürüttü?’ diye soranlar oluyor. Olaylara yüzeysel ya da sadece sonuçlarına bakarak değerlendirildiğinde anlaşılması zor olabiliyor. Halbuki Çin’in Rusya destekli olarak da eski İpek Yolu’nu yeniden canlandırmasını engellediler. Kavga anlaşılıyor ki onun üzerine oldu.
Ukrayna savaşı doğrudan Avrupa ile ilgiliydi
Daha sonra Çin’in Rusya ile birlikte Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa ile ticaret yolu oluşturma girişimi ABD’ye en ağır darbeyi vuracaktı, böyle bir proje NATO’yu da dağıtacaktı. Böyle bir proje Avrupa’yı Çin ve Rusya ile daha ilişkili hale getirecekti, hatta bağımlı hale getirecekti. Avrupa üzerindeki ABD etkisi tümden kırılacaktı. Trump’un izlediği politikalar biraz buna kapı da aralıyordu, çünkü küresel politikayı ABD’liler için zararlı sayan yaklaşımları Avrupa’da büyük bir korku da yaratmıştı. Biden yönetimi buna müdahale etti. Ukrayna savaşı bütün bunları boşa çıkardı, yolu kapattı, Rusya ve Çin’in Avrupa ile ilişkilenmesini önledi. İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya kattılar, Baltık Denizi’ni NATO denizi haline getirdiler. Bu durum Avrupa’yı daha fazla NATO’ya bağlamış oldu. Fransa-Almanya Avrupa ordusu oluşturmak istiyordu, ABD bu tür girişimleri yok etti. Hepsinin yerine NATO’yu geçirdi. Bir ABD etkinliği gelişti. Ukrayna savaşından ABD bazı sonuçlar çıkardı. Afganistan savaşıyla hedefi sadece yolu sabote etmekti ama Ukrayna savaşı öyle olmadı, doğrudan Avrupa ile ilgiliydi. Avrupa’nın iradesini yok etti. Son çeyrek yüzyılda iki defa Avrupa’nın iradesinin tümden yok olduğunu gördük. Bir, Önder Apo Roma’ya gidip Kürt sorununun çözümünü istediği zaman gördük ki ortada Avrupa iradesi diye bir şey yoktur, her şey Amerika’ya bağlıdır. Önder Apo’nun 8 maddelik Çözüm Projesi Avrupa’yı da etkili politik bir güç haline getirebilirdi. Fakat Almanya ve Fransa bunu hiç tartışmadan saldırıya geçtiler. İtalya yönetimi, özellikle Almanya ve Fransa’nın bu durumu değerlendirebileceğini düşündü, ama ABD karşısında iradesiz olduklarını somut olarak gördü.
Bir de Ukrayna savaşı temelinde Avrupa bu hale geldi. ABD siyaseti dışında herhangi bir şey yürütecek güce sahip olmadıkları ortaya çıktı. ABD, Ukrayna savaşı ardından yeni bir enerji yolu projesini ortaya çıkardı. Son 2-3 yıldır yürütülen yoğun diplomatik görüşmeler sonucunda üçüncü yol projesi olarak Hindistan’dan, Körfez’den, İsrail’den Kıbrıs ve Yunanistan’a giden bir yolda anlaşma sağladılar. Bu projeyi Hindistan’da da ilan ettiler. İsrail görüşmelerinin neyi ifade ettiği anlaşıldı. İsrail-Mısır-Suudi görüşmeleri, Arap-İsrail ittifakını sağlaması bunun içinmiş. Yine ABD’nin, Yunanistan üzerindeki çabaları bunun içinmiş, böylelikle Yunanistan’ı askeri olarak donattı ve güçlendirdi. Bu da ABD öncülüğünde gerçekleşen bir proje oluyor. ABD, Körfez Savaşı’yla, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ardından ilan ettiği ‘Yeni Dünya Düzeni’ni böyle bir enerji yoluyla hakim kılmaya çalışıyor.
Gazze’deki savaşı Hamas başlatmadı
Afganistan’ı etkisiz kıldı, Körfez Savaşı’yla körfezi denetime aldı, geriye kalan ise Doğu Akdeniz’di, birkaç yıldır Doğu Akdeniz üzerinde hem enerji kaynaklarını arama hem de güvenlik doğrultusunda bir çelişki ve çatışma durumu da vardı, bunu da gidermeyi Gazze savaşıyla başlattılar. Gazze’deki savaşı Hamas başlatmadı, Gazze’deki savaşı isteyen Amerika ve İsrail’di, fakat bir gerekçeye ihtiyaçları vardı. Hamas’ı etkisizleştirmek, Doğu Akdeniz üzerinde askeri hakimiyet sağlamak için bir gerekçe gerekiyordu, bu gerekçeyi Hamas’ın füzeleri yarattı. Hamas’a füzeleri de Tayyip Erdoğan attırdı. Nasıl ki, Şam’a giden DAİŞ’i Tayyip Erdoğan’ın döndürdüğünü itiraf ettilerse yakında bunu da itiraf edebilirler. Çünkü Hamas’ı böyle bir saldırıya geçirebilecek tek güç Tayyip Erdoğan’dı, Hamas’ın bir ucu da Tayyip Erdoğan’dır. Hizbulkontranın nasıl ki bir tarafı İran, bir tarafı AKP ise artık sürecin özelliğine göre kimin kullanması gerekiyorsa o kullanıyorsa, Hamas da öyledir. Bu tür örgütlenmelerin karakteri odur, zaten ortaya da böyle çıktı. FKÖ’yü etkisiz kılmak için ardına kadar CIA, Mossad ortam açtı, MİT destek verdi, Hamas da örgütlendi. Gazze’yi El Fetih’i yenilgiye uğratarak ele geçirdi, yönetimi seçimle de almadı. ‘Seçimle gelmiş yönetim’ deniliyorsa da öyle değildir. Tayyip Erdoğan da hep seçimle yönetime geliyor, zamanında Saddam da seçim yapıyordu, bu da onlara benzer bir durumdur. Bu bir yönlendirme işidir.
ABD-İsrail bloku Tayyip Erdoğan’ı böyle bir saldırıda kullandı
14 Mayıs 2023 seçiminde Tayyip Erdoğan’ı yeniden cumhurbaşkanı yapmaları şimdi çok daha iyi anlaşılıyor. Aslında bir seçim olmadı, önceden sonucu belirlenmişti, biraz tartışmalı oldu ve muhalefet de gelişti, bir sürü umut da oluşturdu, kaybettiklerinde umutları kırılsın diye bunu da yaptılar. Bir arayış ve tartışma vardı ama sermaye çevreleri sonunda Tayyip Erdoğan’da karar kıldılar. Tayyip Erdoğan zaten kendisinden emindi. Öyle anlaşılıyor ki, yeniden iktidarda tuttular, çünkü dış çevreler için böyle provokasyonlarda kullanılması gerekiyordu. Çıkar çevreleri yeniden Tayyip Erdoğan üzerinde somutlaştı ve iktidarda tuttular. O seçim bunu maskeleme ve meşruiyet yaratma seçimiydi. Seçimle işbaşına geldi diyebilmek için düzenlediler. Tayyip Erdoğan kullanıldı, yakında bunu birçok çevre açığa da çıkartacaktır.
Mevcut çatışma Gazze’de odaklandı. Ukrayna savaşı hemen geriye düştü. ABD alacaklarını almıştı, gerisi nasıl anlaşacaklarına kalıyordu. Onun ardından Hindistan’da açıklanan projenin üzerinde anlaşma sağlanınca ve Türkiye dışlanınca Tayyip Erdoğan açıktan tavır aldı, “içinde olmadığımız hiçbir projeye yaşam hakkı vermeyeceğiz” dedi ve arkasından Karabağ savaşı başladı. Karabağ savaşı ardından Zengezur Boğazı’ndan Ermenistan üzerinden bu projeyi sabote etmek için bir kara sınırı açarak Orta Asya’yı karadan Türkiye’ye bağlayıp daha karlı bir enerji yolu oluşturma arayışına girdi. Tayyip Erdoğan’ın o çabasını boşa çıkardılar ve durdurdular. Tayyip Erdoğan ise Hamas yoluyla İsrail üzerinden enerji yolunu boşa çıkartmak istedi.
Tayyip Erdoğan bir yandan Gazze savaşıyla İsrail yolunu sabote ederken diğer taraftan Irak üzerinden Birinci Dünya Savaşı’nda örgütlenmek istenen İstanbul Boğazı’ndan Avrupa’ya geçen yolu yeniden canlandırmak istiyor. Irak’ı bu temelde kendi yanına çekmek istiyor, görüşmelerinin bir boyutunun bu olduğu söyleniyor. Belki görüşmelerinin merkezinde Medya Savunma Alanları’na ya da Maxmur, Şengal’e dönük saldırılar var, ortak askeri saldırılar da planlıyorlar, fakat daha öteye Irak üzerinde böyle bir şeyi geliştirmeye çalışıyor, hem Irak’a baskı yapıyor hem de bazı çevreleri böyle bir yola ikna etmeye çalışıyorlar.
ABD enerji yolunu Kuzey Suriye’den geçirmek istiyordu. Kuzey Suriye’den Doğu Akdeniz’e oradan Kıbrıs’a gitmek daha yakın ve karlı oluyordu. Fakat Türkiye bu projeyi ABD ile olan müttefikliğini kullanarak engelledi. Böylelikle ABD, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a dönük askeri saldırılarına onay verdi ve TC ile anlaştı. Türkiye’ye ‘madem Kuzey Doğu Suriye’den geçirmek istediğimiz enerji yolunu engelliyorsan, o zaman sonuçlarına da razı olursun’ dediler. Tayyip Erdoğan’ı Irak’ta ve Suriye’de savaşa soktular, ondan sonra da herkese ‘burada savaş var, güvenlik yoktur, istikrar yoktur’ dediler. Söz konusu yol üzerindeki anlaşmalar bunun sonucunda ortaya çıktı, birçok çevre buna dayanarak ikna oldu. Suudi zaten körfezi denetliyordu, Irak ise İsrail’in elinde, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ı tahkim etmiş, Doğu Akdeniz’i de askeri olarak gemileriyle denetim altına alırsa bu yol hattını oluşturabilecekti. Hamas gibi güçler temizlendikten sonra çok fazla bir şey kalmıyordu, böylece yol temizliği yapmış oluyordu.
Çin bu projeye karşıt olsa da ‘siyasi olarak dünyanın bir numarası ben olacağım ve herkese boyun eğdireceğim’ de demiyor, bu konuda çok ihtiyatlı çalışıyor. Örneğin Rusya ile anlaştı, Ukrayna savaşında Rusya’ya destek verdi, fakat NATO’nun, Avrupa’nın ve ABD’nin tepkisini görünce geri çekildi, başlangıçtaki desteği sonrasında Putin yönetimine vermedi. ABD Pasifik’te biraz zorladı ve Tayvan üzerinden biraz gerginlik yarattı. Sonrasında Çin Devlet Başkanı Washington’a gidip görüşmeler yaptı. Demek ki bir noktada Çin ile anlaşabiliyorlar. Geriye İran, Rusya ve Türkiye kalıyor. Ulus üstü sermayenin savaşında statükocu devletlerin başında Türkiye, İran, Rusya geliyor. Geçmişte de böyle tanımladık, hala bu tanımlamalarımız doğru anlaşılırsa geçerliliğini koruyor. İran ve ABD çatışıyor gibi görünüyorlar, çünkü kırk yıldır böyle şekillenmişler ve birçok çevreyi kendilerine böyle bağlamışlar ve öyle de kullanmaya çalışıyorlar, belki her şeyde anlaşmış da değillerdir. Bir mücadele var ama eski İran-ABD karşıtlığı artık yoktur. Dikkat edilirse nükleer silahtan, uranyumun zenginleştirilmesinden ABD hiç söz etmiyor. Sözde en büyük çelişki buradan ileri geliyordu. İran, Ermenistan ile anlaşarak Zengezur Boğazı’nda Türkiye’nin önünü kesti. İsrail de Azerbaycan üzerinden baskı yaparak Tayyip Erdoğan yönetimini orada boşa çıkardı. Kaybeden Tayyip Erdoğan yönetimi oldu.
Sorun Gazze değil, Rusya’nın durumudur
Mevcut durumda Rusya ne olacak çok belli değildir. Sorun Gazze değil, Rusya’nın durumudur. Ukrayna savaşında Rusya’yı zayıflattılar. Ukrayna savaşıyla, Körfez savaşı birbirine çok benziyor. Saddam’ın Kuveyt’e saldırısıyla, Putin’in Ukrayna saldırısı birbirine çok benziyor. Saddam gidip Kuveyt Emiri’nin hazinesini alıp Bağdat’a getirecekti. Çünkü Irak’ın, İran savaşında hazinesi boşalmıştı, bir milyonluk orduyu, büyüyen bürokrasiyi besleyemiyordu. İran savaşında Kuveyt Emirliği Saddam’a destek vereceğini söylemişti ama bu desteği vermedi. Saddam bunları da gerekçe yaptı ve Kuveyt’e gitti ki ortada ne Emir var ne de hazine var, hepsi Suudi’ye kaçmıştı. Aynı biçimde Putin de ‘Ukrayna’ya yeni bir yönetim atamak için operasyon düzenliyorum’ dedi, Zelenski’nin yerini de biliyordu ama gittiğinde Zelenski oradan kaçırılmıştı. Savaşa girdi ve zorlanan bir duruma geldi ve zayıfladı. Fakat mevcut durumda Rusya yine de bir güçtür, bu proje karşısında hala en kritik güç Rusya’dır. Rusya, ABD’nin Doğu Akdeniz’e asker, savaş gemilerini getirmesine biraz müdahale etti ama çok zayıf bir uyarıda bulundu. Daha çok tepki göstermesi gerekiyordu ama göstermedi, bu durum hala tam netleşmiş değildir. ABD’nin Doğu Akdeniz’deki askeri mevzilenmesi Rusya’nın güvenliğini de tehdit ediyordu ama güçlü bir tepkisi olmadı. Gizliden gizliye ne tür anlaşmalar ve görüşmeler yapılıyor bunları bilemiyoruz.
Bir de Suriye’nin durumu da önemlidir. Suriye tarafına gelince Rusya ile çelişki yine gündeme gelecektir. Çünkü Rusya, Akdeniz’e Suriye üzerinden açılıyor, bütün sistemini ona göre kurmuş durumdadır. Orada ABD, Rusya ile karşılaşacaktır, bu durumda anlaşacaklar mı, çatışacaklar mı, Rusya’yı orada da etkisiz hale getirebilecekler mi, belli değildir.
En statükocu zihniyete sahip olan güç Türkiye’dir
NATO üyesi de olsa Kürt düşmanı, soykırım zihniyet ve siyaseti nedeniyle küresel kapitalist hegemonyanın en statükocu zihniyete sahip olan gücü Türkiye’dir. Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh cihanda sulh” söyleminden yola çıkarak barışçıl bir güç olduğunu ifade etmeye çalışsalar da öyle değildir. Unutulmamalıdır ki bölgedeki küresel sistem TC Devleti üzerinden kuruldu. Esas olarak Lozan Antlaşması Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirdi ve kapitalizmi küresel hegemonik bir güç haline getirdi. Onun da merkezinde soykırımcı zihniyet ve siyaset var. O nedenle küresel hegemonya bu kadar ırkçı ve faşisttir.
Hitlerle çatıştılar ama günümüzde de her yerde neofaşistler iktidara geliyorlar. Mevcut Türkiye siyasetini ve zihniyetini kabul eden bir sistemin demokratlığı bir yana demokrasiye açıklığı bile olamaz. En tutucu, en statükocu, faşist, gerici zihniyet ve siyaset demektir. Sistem böyle kurulduğu için Türkiye’yi NATO’ya kabul ettiler. NATO ile Türkiye’yi denetim altına almak istediler. Şimdi ise Tayyip Erdoğan yönetimiyle Türkiye’ye stratejik konumunu kaybettirdiler, sistem içinde dışlanan bu yol projesiyle en çok kaybedenlerden birisi Türkiye oldu. Türkiye umut ediyordu ki, ne olursa olsun gelip boğazlardan geçecekler, buna mecburlar biçiminde yaklaştı. Şimdi denizden yol açabilmeleri biraz masraflı da olsa Türkiye’yi dışında bırakıyorlar. Türkiye’nin Cerablus’tan, Çukurca’dan, Irak’a, Suriye’ye savaş açması karşılığında Türkiye’yi bu yol projesinin dışında bıraktılar. Tayyip Erdoğan buna yol açtı, iktidarda kaldı ama Türkiye tarihi stratejik konumunu kaybetti ve dışlandı. Bu durumda en çok zarar gören Türkiye oldu. Şimdi bunu bozmaya, engellemeye çalışıyorlar. Karabağ savaşı bundan dolayı oldu. Irak ile bu temelde görüşüyorlar. Hamas’ı İsrail ile çatışmaya da Türkiye bunun için soktu. Gazze savaşı başlar başlamaz ilk andan İsrail hücuma geçince hazırlıklı olduklarını fark ettiler ve Hamas ve Tayyip Erdoğan oyuna geldiklerini anladılar, hemen ‘ateşkese hazırız’ diye yalvarmaya başladılar. Tuzağa düştüler, oyuna geldiler. Saddam’ın Kuveyt’te, Putin’in Ukrayna’da tuzağa düşmesi gibi tuzağa düştüler. Mevcut haliyle ABD ve İsrail Hamas’ı etkisiz kılmada kararlılar, başarılı olurlarsa yenilmezlerse Hamas’ı etkisizleştirecekler. Gazze’nin kuzeyinde zaten büyük bir doğalgaz yatağı var, onu da ele geçirdiler. Hamas’ı da enerji yoluna zarar veremeyecek bir biçimde etkisiz kılacaklar, orayı güvenlikli hale getirecekler, İsrail’i karadan denize yolun açıldığı bir limana dönüştürecekler. İsrail’in güvenliği ile ticaretin güvenliği orada birleşecek. Sermayenin de güvenliği, İsrail’in güvenliği, söz konusu enerji yolunun güvenliği iç içe geçecek ve birleşecek. Kıbrıs’a ve oradan da Yunanistan’a yol oluşturacaklar. Lübnan’ı ve Suriye’yi de buna göre düzenlemek isteyecekler. Fakat Rusya bir etkendir, nasıl olacağı tam net değildir. Bunun devamı gelecektir.
Bölgede İsrail’i öne çıkartacaklar
Enerji yolu Suriye’yi aşıp Kıbrıs sularına girdi mi Türkiye sorun olacaktır. Türkiye ve sistem arasındaki çelişki ve çatışma gündeme gelecektir. Bu çok açıktır. İşte Tayyip Erdoğan yönetimi enerji yolu buraya gelmeden engellemek ve bozmak istiyor, ama başarılı olamadı. Irak girişimiyle de başarılı olamayacaktır. Türkiye’ye ‘sen Kıbrıs’ta dahil ol yeterlidir, buna razı ol’ diyecekler ve İsrail’i öne çıkartacaklar. O nedenle Tayyip Erdoğan yönetiminin çabaları fazla fayda getirmeyecektir. İsrail’in güvenliği ve çıkarları neyi gerektiriyorsa öyle yapacaklar. Dolayısıyla zenginlik İsrail’e kalacak, Türkiye’yi buna razı etmeye çalışacaklar. Türkiye iç siyaseti daha hareketli hale gelecek, bu önümüzdeki sürecin temel karakteri budur. İç siyasette Türkiye’yi buna bağımlı bir zihniyet ve siyasete kavuşturacaklar, Türkiye siyasetini ona göre yeniden yapılandıracaklar. Eğer bunu yapamaz ve başaramazlarsa da çatışacaklar. Daha da zorlarsa Türkiye’yi parçalayabilirler. Çünkü Sevr Antlaşması unutulmadı hala gündemdedir. Türkiye bütün bunlara rağmen sermayenin çıkarları önünde kendisini bu kadar karşıt engel konuma getirirse, çatışırlar. Önderlik böyle bir duruma on beş yıl önce dikkat çekmişti. ‘Türkiye Kürt sorununu çözmezse, demokratikleşmezse Türkiye’nin gideceği yer sistemle çatışma ve parçalanma olacak’ dedi. Şimdi o noktaya gelindi. Mevcut durum böyledir. Önümüzdeki sürecin en temel karakteri budur.
Türkiye gündeme gelecek, önümüzdeki birkaç yılın siyasi gidişi böyledir. Tam ne zaman olur, ona bir şey diyemeyiz ama süreç böyle işleyecek. Türkiye de bunu engellemeye çalışacak ama yalnız başına engelleyemez. Eğer Gazze’de boşa çıkartamazsa ya da Rusya boşa çıkartamazsa Türkiye’nin engelleme gücü yoktur. Irak ile görüşmelerle, KDP ile ilişkilerle engellemesi mümkün değildir. Geriye Türkiye’nin iç durumu gündeme gelecek, böyle bir duruma gelmeden mümkün olduğunca Türkiye’deki sistem karşıtı güçleri Amerika ve NATO etkisiz hale getirmeye çalışacaklar.
Demokratik Modernite Devrimi’nin zaferi için koşullar fazlasıyla var
Sonuç olarak süreç derinleşerek devam ediyor. Bu süreç yeni başlamadı. Çöktürme Eylem Planı denilen saldırı aslında bu temelde geliştirilen bir saldırıydı. Tayyip Erdoğan’ı güçlendirdiler, sistem tarafından kullandı ve kullanmaya da devam ediyorlar. Şimdi bunun artık sonuna doğru gidiliyor ama en kritik aşaması yaşanıyor demek en doğrusudur. Bunu anlayıp bunun gereklerini yerine getirmeliyiz. Bunu yaparsak buradan sitemin, kaosu ve krizi aşması değil, Demokratik Modernite Devrimi’nin zaferi çıkar. Onun koşulları da fazlasıyla var. Sistem kendisini geçici de olsa biraz kriz ve kaosunu hafifletmek için çaba harcıyor. Bunu yapabilir mi, nasıl yapar, koşullar mümkün olur mu, tüm bunlar net değildir, önümüzdeki süreç bunu gösterecektir.
Esas olarak da Kurdistan’daki durum şu an bu çerçevede belirleyici olacaktır. Kürtlerin ve Kurdistan’ın insanlığı bu kadar etkilemesi, Önder Apo’nun durumunun İmralı direnişinin, savunmaların bu kadar etkili hale gelmesi buradan kaynaklanıyor, böyle bir kritik ve çıkış yolunu kimsenin bulamadığı bir ortamda, her kesin yeni arayış içinde olduğu, çıkış bulamadığı bir yerde ışık Önderlik paradigması ve Kurdistan’daki özgürlük mücadelesi oluyor, onun temelindeki Kadın Özgürlük Devrimi oluyor, gençliğin devrimci dinamizmi oluyor. Dikkat edilirse Önderlik düşünceleri çok fazla çalışma yapmadan da büyük gelişmeler ortaya çıkartabiliyor. Doğu Kurdistan’dan da İran’daki ‘Jin Jiyan Azadî’ devrimi bunun çok somut örneğiydi. Küresel Özgürlük Kampanyası’nın bu kadar etkili olması da bunu gösteriyor. Çeşitli dost çevrelerin Önderliğe bu kadar güçlü sahip çıkmaları, biraz okuyup anlayanların kendi kurtuluşlarını Önderlikte görmeleri bunu gösteriyor. İnsanlık çözüm arıyor, başka türlü de çözüm yolu yoktur. Geri, tutucu geçmişte kalan şeylerin kendini yeniden alternatif haline getirme koşulları yoktur. O bakımdan her şey bizim tutumumuza ve mücadelemize bağlıdır.