19 Mayıs 2025 Pazartesi
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 520 / NİSAN 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa DURAN KALKAN

ULUSLARARASI KOMPLO’YU DOĞRU ANLAMAK KÜRT SORUNUNU DOĞRU ANLAMAKTIR

Duran Kalkan

ULUSLARARASI KOMPLO’YU DOĞRU ANLAMAK  KÜRT SORUNUNU DOĞRU ANLAMAKTIR

15 Şubat komplosunun 26’ncı yıldönümü oluyor. 26 yıldır İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo öncülüğünde hareketimizin, halkımızın yürüttüğü büyük bir direniş var. Komployu kınarken esas olarak bu tarihi direnişi, onun önderi Önder Apo’yu selamlıyoruz. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla 26 yıldır komploya karşı yürütülen bu büyük direnişin ilk şehitlerimiz Halit ve Aynur yoldaşlar sahsında tüm bu şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.

15 Şubat’ı Önder Apo ‘Kürt soykırım günü’ olarak tanımladı. 1925’ten itibaren TC devletinin Şeyh Said şahsında başlatıp geliştirdiği saldırıyı bu biçimde ifalendirdi. Aslında yüz yıldır süren bir uluslararası komplo saldırısı Kürt halkına karşı var. Bu bir soykırım saldırısı oluyor. 15 Şubat yüzüncü yıldönümü de oluyor. Yüz yıldır böyle bir soykırımcı saldırıya karşı Kürt halk direnişi yaşanıyor. Bu direnişin yüzbinlerce şehidi oldu. Bu temelde Şeyh Said ve arkadaşlarını, onların şahsında bu yüzyıllık büyük direnişin tüm kahraman şehitlerini de saygı ve minnetle anıyoruz.

İçinde bulunduğumuz süreçte Ortadoğu’da siyasi-askeri durumda çok karmaşık, hareketli, hızlı gelişmeler yaşanıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistem dağılmış bulunuyor. Şekli olarak varsa bile pratikte ciddi bir işlevinin olmadığı 3. Dünya Savaşı ortamında net olarak görülebiliyor. Her şeyi güç belirliyor, her bir gelişmeyi savaş ortaya çıkartıyor. Herkes bu gerçekliği görüp anlamış, kendisini buna göre şekillendirmiş, örgütlemiş durumdadır. Böyle bir durum da günlük ve anlık olarak çok hızlı bir siyasi-askeri çatışmaya, mücadeleye, değişime, gelişmeye yol açıyor. Çünkü her şey bu mücadele ile belirleniyor. Artık sistem olmuş, bazı mekanizmalara kavuşmuş bir durum yoktur. Varlık, savaş ve günlük mücadeleyle belirleniyor. Öyle ki her gün baş döndürücü gelişmeler oluyor. Bu denli hareketli yoğun bir mücadele ortamı var.

Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ile ortaya çıkan iradeyi, bilinci ‘Kürt sorununu’ ortaya çıkartan bütün güçler görebiliyor. Önümüzdeki süreçte bu iradenin Kürdistan’da çok daha büyük mücadelelere dönüşebileceğini derinden hissediyor. Kapitalist modernite sistemi bunun farkında olduğu için de engellemeye çalışıyor.

 

Devrimci hamleyi engellemek için birçok güç çaba içerisindedir

 

Önder Apo büyük bir değişime, dönüşüme, yenilenmeye hazırlandığı bir süreçte, böyle bir yenilenmeyi engellemek için uluslararası komplo dayatıldı, 9 Ekim komplosu da böyle başlatılmıştı. PKK’de stratejik değişim ve dönüşümü engellemek için uluslararası komployu ABD, İngiltere, İsrail öncülüğü devreye koymuştu. Şimdi de Kürdistan’da gelişmekte olan büyük devrimci hamleyi engellemek için birçok güç çaba içerisindedir.

Çünkü Kürt sorununu ortaya çıkartan küresel kapitalist modernite sistemidir. Kürt halkına karşı savaşı yürüten bu sistemin kendisidir. TC’ye biçilen rol ise cellatlık, tetikçilik, gardiyanlık oluyor. Soykırımı ortaya çıkartan, uygulayan ve ondan yararlanan güçlerin küresel kapitalist modernite güçleri olduğu çok iyi biliniyor.

Bütün bunlarla Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin gelişimini, hamle yapmasını, Kürdistan Özgürlük Devrimi’ni daha da ilerleterek bir Ortadoğu Demokratik Devrimi’ni geliştirmesini önlemek istiyor. Çünkü varlıkları, egemenliklerini sürdürme buna bağlıdır. Bunu yapmazsalar çökebileceklerinin korkusunu yaşıyorlar. Bölgede Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi gelişip ilerledikçe 5 bin yıllık iktidarcı-devletçi sistem, erkek egemen zihniyet ve siyaset ile 500 yıllık kapitalist modernite düzeni çöküyor. Başka türlü bu çöküşü önleyemiyorlar. Çünkü yarattıkları sorunları çözemiyorlar, çözüm gücünü ortadan kaldırarak özgürlük ve demokrasi hareketlerini ezerek baskı ve terör altında, kaos ve kriz ortamında kendi egemenliklerini sürdürmek istiyorlar.

Bu temelde yürütülen saldırılar 5 bin yıldır sürüyor. Yüzyıldır da daha derinden sürdürülüyor. İmralı’da da 26 yıldır sürüyor. Çünkü Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gelişirse, Kürt özgürlüğünün merkezi haline gelebileceğinden korkuluyor. Böylelikle Özgürlük Mücadelesi dört parça Kürdistan’da birlikte gelişecek, Ulusal Kongre toplanıp işleyecek, böylece Kürt’e dayatılan inkar ve imha sistemi, soykırım zihniyet ve siyaseti kırılıp yenilgiye uğratılacaktır. Kürdistan özgürleşecek, Ortadoğu demokratikleşecek, insanlık bu savaş ve soykırım zihniyetinden ve siyasetinden kurtulacaktır. Engellenmek istenen budur.

PKK öncülüğünde 50 yıldır yürütülen mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlar bu sistemi büyük ölçüde parçalamıştır. Arap cephesinde, dış cephede parçalamıştır. Kürt’ü inkar eden, imha etmeye çalışan milliyetçi zihniyet ve siyaseti bir çok alanda kırmıştır. Bilinmelidir ki, bölgedeki ulus-devlet statükoculuğu TC ve İran çelişki ve çatışması üzerine kuruldu ve var oldu. Doğu-Batı çatışması denen de buydu. Dolayısıyla mevcut sorunları çözme girişimlerini ve savaşı bu güçlerle yürütme olanağı yoktur.

TC geçmişte kapitalist modernite güçlerine dayanarak ayakta kaldı, stratejik konum pazarlamasıyla ömrünü uzattı. Şimdi artık mevcut dünya savaşı koşullarında o konum eskisi gibi pazarlanmıyor. Pazarda TC devletine geçmişte verdiği değeri-ücreti verdirtmiyor. Tam tersine daha fazla herkes TC’den istiyor. Buna dayanarak Türkiye’nin satılığa çıkarılmayan hiç bir değeri kalmıyor. Türk halkının geleceği karartılıyor.

 

Yüz yıllık oluşturulmuş komplo saldırısı durmuş değildir

 

Mevcut durumda ‘Kürt Kapanı’ çözülmüş ve kırılmış değildir. Soykırım saldırıları ya da soykırıma yol açan zihniyet ve siyaset değiştirilmiş değildir. Evet 3. Dünya Savaşı var, uzun süredir bölgede ulus-devlet yapılanmalarında önemli değişiklikler oldu, keskin bir mücadele de sürüyor. Bu durum baştan beri Kürdistan’ı derinden etkiliyordu, Kürdistan önemli bir merkezdi, şimdi çok daha fazla Kürdistan’ı etkiler, Kürdistan’dan etkilenir hale gelindi. Mücadele daha fazla Kürdistan’da odaklandı. Bunlar birer gerçektir. Bu da Kürt soykırımı temelinde Birinci Dünya Savaşı’yla oluşturulan siyaseti devam ettiriyor. Kürtlere uygulanan soykırım aynı zamanda Kürtlerle komşu halkları çatıştırma, Ortadoğu’yu böyle bir milliyetçi, dinci, cinsiyetçi çatışma içerisine sokma, böyle bir çatışmada klasik olarak söylenen ‘böl-çatıştır-yönet-hükmet’ politikasının gereği olarak ‘kendi çıkarlarını yürüt’ siyaseti işlerliğini hala devam ettiriyor, bu siyaset aşılabilmiş değildir. O bakımdan engelleyici çoktur. Önder Apo’nun yapmak istedikleri Türkiye’nin içinde ve dışında yüz yıldır oluşmuş çıkar sistemini karşısına alıyor, onun hepsini değiştirmeyi öngörüyor ki, bu baskıcı, sömürücü yapının hepsi kendi çıkar düzenlerinin değişmesine karşılar. O bakımdan da Önder Apo’nun geliştirmek istediği süreci bozmak için çaba içerisinde olan gizli-açık birçok çevre var. Dolayısıyla ne olacağı tam olarak belli değildir.

Bu kadar karşıt gücün olduğu, karmaşık bir ortamın olduğu, engelleyici, boşa çıkartıcı tutumların olduğu bir ortamda onları aşabilecek bir gelişmeyi biz ancak çok planlı, çok örgütlü, çok dinamik mücadele ederek aşabiliriz. Yeni gelişmeler yaratabiliriz. Yoksa dağınık, parçalı, plansız, önünü göremeyen, karşıt adımları engelleyemeyen, hamleler karşısında yeni hamleler hızla yapamayan bir pozisyonda olursak herhangi bir süreç gelişmez, bir değişiklik olmaz. Demokratik değişim, dönüşüm gerçekleşmez, Önder Apo geliştirmek istediği inisiyatifi hayata geçiremez. Çünkü elinde onun hayata geçirecek ortamı geliştirmek için imkan, fırsat ve araçlar yoktur. O imkan ve fırsatları bizim yaratmamız gerekiyor. Bizim o araçlar olabilmemiz lazım. Önderlikle kolektif bir çalışma içerisinde olmak şimdi bu temelde hareket etmeyi gerektiriyor.

 

Kürt sorunu bir soykırımcı zihniyet ve siyaset sorunudur

 

Önder Apo komployu çözümledi, değerlendirdi, Tabii ki uluslararası komployu ABD yalnız yapmadı. Arkasında temel iki güç olarak yanı başında İngiltere ve İsrail oldular. İngiltere, Kürt soykırım sistemi üzerine oluşun Ortadoğu ve dünya sisteminin kurucusudur. Yüz yılı aşkın bir süredir bu sistemi yönetiyor. Kapitalist modernite sistemin küresel yapısını yaratan İngiliz egemenliğidir. Ortadoğu sistemini, Kürt soykırımını, Kürdistan’ın bölünmesini yaratan da esas olarak İngiliz siyasetidir. İngilizler; Fransızlara, Ruslara önerdiler. Bir İngiliz projesi olarak sunuldu ve gerçekleştirildi. Birinci Dünya Savaşı’nın aktif tarafıydı, Alman-Osmanlı ittifakını yenen tarafın en etkili gücüydü. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı ardından dünyanın şekillenmesine yön veren İngiliz siyaseti oldu. Ortadoğu’yu bölüp parçalayan, Ortadoğu ulus-devlet yapılanmasını yaratan da birinci düzeyde İngiliz siyaseti oldu. Kürdistan üzerindeki mücadelenin en aktif tarafı da İngiltere’ydi. Lozan Anlaşması İngiltere’nin onay verdiği ve hazırladığı bir anlaşmadır. Kemalist hareket belli bir çatışma ardından Lozan Anlaşması’yla İngiliz siyasetinin içine çekildi. Güney Kürdistan’ın şekillenmesi, Irak’ın şekillenmesi ve Irak-Türkiye sınırlarının oluşmasında da TC ile muhatap olan 1926 Anlaşması’nı yapan yine İngiltere oldu. Bu durum hala böyle de devam ediyor. İngiltere Kürdistan üzerinde yarattığı sistemi sürdürmek istiyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce de İngilizler dünyayı ele geçirmede birinci güç oldu. Bir dünya imparatorluğu kurdular ‘güneş batmayan imparatorluk’ denildi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda da bu egemenliklerini büyük ölçü de korudular. Ekim Devrimi temelinde Sovyetler Birliği biraz karşı taraf oldu, yine İngiltere tam yürütemedi zaman zaman yanı başında Fransa’ya muhtaç oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD bu işin yükünü daha çok üstlendi ama sistem İngiliz sistemidir. Siyaseti yürüten ve belirleyen İngiltere’dir, çünkü kendi egemenlik sisteminin değişmesini istemiyor.

İsrail ise biraz karmaşıktır. İsrail’in yaratılmasında TC’nin kuruluşu ilk büyük hamle oldu. Önder Apo TC’nin yapılanmasına, ‘Proto İsrail’ dedi. Fakat Birinci Dünya Savaşı ardından böyle bir TC oluştu. İkinci Dünya Savaşı ardından artık TC ile durumu götürme değil de doğrudan 1948’den itibaren İsrail’i adım adım oluşturmaya başladılar. Şimdi Üçüncü Dünya Savaşı’nda artık TC gibi vesayet güçleri bir kenara itiliyor ve asıl güç ortaya çıkmış oluyor. Bölgenin hegemonu olarak kapitalist modernite sistemi Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ardından İran ve TC rejimlerini ortaya çıkarttı, onlarla biraz yürüttüyse de Üçüncü Dünya Savaşı’yla birlikte artık vesayeti ortadan kaldırıyor, hegemonyayı asıl güç olan İsrail’e veriyor. İsrail ekonomik, askeri ve toplumsal olarak öyle bir güce ulaştırıldı. Şimdi toprak parçasını da genişletiyorlar, zaten bütün sistem arkasındadır.

Böyle bir duruma gelmede TC ile bir düzeyde çelişki ve çatışma yaşıyor, fakat çok kontrollü, çok ölçülü olarak yürütülüyor. İsrail etrafında öyle bir siyaset yürütüyorlar ki, kendi dışında herkesi zayıflatan, herkesi kendisine muhtaç bırakan bir siyaset yürütülüyor. Bu da ulus üstü sermayenin çıkarları oluyor. Onun dışında herhangi bir şey öngörülmüyor, fırsat verilmek istenmiyor. Örneğin Kürdistan’da bir düşünsel gelişme, siyasi gelişme, askeri gelişme daha olmadan bile kendisi için tehdit olarak görülebiliyor. Olacaksa da kendi hegemonyası ve kontrolü altında olmalı, hiç birisi kontrol dışına çakamamalı diyorlar. Böyle engelleyici bir durum var.

Gerçekten de Kürt sorunu bir soykırımcı zihniyet ve siyaset sorunudur. Kürt halkının varlığını inkar etme ve imha etme olayıdır ama bunu yüz yıldır öyle bir yöntemle yürütüyorlar. Önderlik buna ‘Kürt kapanı’ dedi. Kürdistan’ı parçalara bölmüşler, her bir parçayı Ortadoğu’daki hegemon güçlerin egemenliği altına vermişler. Bir çatışma etkeni oluyor. Kürtleri bu güçlerle ve bölgenin diğer güçleriyle çatıştırıyorlar. Önder Apo buna da, ‘tavşana kaç tazıya tut politikası uygulanıyor’ dedi. Bu temelde bu çatışmaya dayalı olarak herkesi zayıflatıyorlar. Ortadoğu üzerindeki bu hegemonyayı sürdürdüler. Şimdi Üçüncü Dünya Savaşı’yla ulus-devlet statükosunu aşma, küresel sermayenin hegemonyasını daha fazla sağlama durumu bölgeyi güçlendirmeyi öngörmüyor, bölgeyi daha fazla zayıflatmayı, daha çok parçalı kılmayı, daha çok çeliştirmeyi içeriyor. İsrail hegemonyasındaki bir bölge bu biçimde şekillendirilmek isteniliyor. Burada çatışma etkenleri ortadan kalkmıyor. Bu temelde şekillenmiş bir dünya var, herkesin eli bu işin içerisindedir, herkes bir çıkar sağlamıştır. Bunu elli yıllık mücadeleyle PKK gerçeği çok daha iyi ortaya çıkardı. Biz bir mücadele yürüttük ve gerçekler açığa çıktı. Kapitalist modernite sisteminin temel özellikleri neydi, doğrusu ve yanlışı neydi, baskısı ve sömürüsü nasıl oluyor; tüm bunlar açığa çıktı. Ortadoğu’da nasıl bir sistem şekillendirilmiş, Kürt sorunu denilen sorun nasıl bir sorundur, Kürdistan üzerindeki egemenlik nasıl yürüyor; bu konuda geçmişte birçok şey muğlaktı, ters yüz edilmişti, üstü kapatılmıştı. Elli yıllık mücadeleyle tüm bunların üstü açıldı, aydınlık hale getirildi. Ters yüz edilenler düzeltildi. Bu durum toplumsal akımlara, özgürlük akımlarına kadar yansıyordu. Onlar bile bu yanılsamalar içerisine düşünsel ve pratik düzeyde fazlasıyla alınmışlardı. Bunların hepsi açığa çıkartıldı. Büyük bir aydınlanma durumu yaratıldı. Kürt gerçeği açığa çıkartıldı. Kürt toplumunun bilinçliliği, örgütlülüğü, mücadelesi, özgür yaşam tutkusu, özgür demokratik yaşama çabaları geliştirildi. Bunların hepsi ortaya çıkartılan kazanımlar ve gelişmelerdir. Bu anlamda mücadele büyük sonuçlar verdi. Fakat diğer yandan birçok çıkar çevresi de bu mücadeleden nemalandılar. Önder Apo, ‘Apo pirimi yiyorlar’ dedi.

 

Kürt sorunundan nemalanan çevreler var

 

Fakat Kürtler ve diğer güçleri çatıştırmaya dayalı çıkar sömürü düzeni de işledi. Herkes bu mücadeleden kendi çıkarı doğrultusunda yararlanmaya çalıştı. Şimdi ise kaybetmek istemiyorlar. Önderlikle görüşme oldu, Türkiye ortamında bile tartışmalar oluyor ama dünyada ve Kürdistan’da bu kadar içli dışlı olan siyasi çevreler bir kelime bile söylemediler. Bu bile manidardır. Bu ilgisizlikten değildir, belli ki derin çalışıyorlar. Anlamaya ve kendi çıkar düzenlerini nasıl koruyup savunacaklar ona göre hareket etmeye çalışıyorlar. Bazıları eski tutumlarını değiştirebilirler de, zaten değiştirmek zorundadırlar da, özellikle küresel sermaye sistemi bir değişiklik yaratmayı öngörüyor. Çünkü yüz yıl önce yarattıkları sistem kendilerinin önünde bir ayak bağıdır. İstedikleri kadar, istedikleri düzeyde, istedikleri sömürüyü elde etmelerine fırsat vermiyor. Daha fazlasını yaratacak bir değişikliği bölgede yaratmak istiyorlar. Bu açık bir gerçektir.

Türkiye’nin içinde de buna göre şekillenmiş bir siyasi ortam var. Prim yeme denilebilir. Biz buna ‘rantçılık’ dedik. Yaratılan Kürt sorunundan nemalanan, onun rantını yiyen çok büyük bir iç ve dış çevre var. Bunlar bu düzenin değişmesini istemiyorlar. Şimdiye kadar Kürt sorununun çözümünü hep engellediler, bundan sonra da engellemeye çalışacaklar. Zorluklar çıkarıyorlar, çıkarmaya da devam edecekler. İçte de bunun olduğu görülebiliyor. Örneğin Tayyip Erdoğan, Erbakan hareketi içerisinden geldi. Erbakan hareketinin bir yaklaşımı vardı. Erbakan dinciliğinin Kürt sorununa biraz farklı bir yaklaşımı vardı. Zaten Erbakan’a ölümden ölüm beğendirterek onun bedelini de ödettirdiler. O zaman tutumları biraz farklıydı, fakat daha sonra anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan’ın üzerinde çalıştılar, kişiliğini çözümlediler, Türkiye gibi bir ortamda mevcut sermaye düzenine hizmet edebilecek kişilik olabileceğini anladılar ve ona göre eğittiler öne çıkardılar, yönetime getirdiler. Yönetim olduktan sonra Tayip Erdoğan sistem gerçeklerini biraz daha iyi gördü ve anladı. Ondan sonra önceki düşüncelerinden uzaklaştı. Şimdi de o pozisyonu sürdürüyor. Bireysel çıkarlarının dışında bir şey düşünmeyen kişilik olduğunun farkındalar.

MHP için denilecek fazla bir şey yoktur. MHP savaşın tarafıdır, baştan beri hep böyleydi. Sola karşıdır, özgürlüklere demokrasiye karşıdır, dolayısıyla Kürt varlığına karşıdır. Bunu uzun süre ve en önde savunan, bu temelde devletin en temel gücü olan bir harekettir. Alpaslan Türkeş 12 Eylül’de tutuklandığında mahkemede ‘düşüncelerimiz iktidarda biz sanık sandalyesinde yargılanıyoruz’ dedi. Sadece Türkeş’in o sözü değil MHP örgütlenmesi Ülkü Ocakları, paramiliter güç, günlük siyasete alet olan devletin değil derin devletin bir kolluk gücü olarak hareket etti. Temel devletin stratejik, ideolojik çıkarlarını savunan bir güçtür. 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra ise gerillaya karşı savaşı yürüten ideolojik güç MHP ideolojisi oldu. O nedenle MHP’yi savaşın bir tarafı olarak görmek gereklidir. Anlaşılıyor ki, Devlet Bahçeli kendisini devletin çıkarlarına göre uyarlıyor. Dolayısıyla devletin içene düştüğü durumu ve çöküş sürecini biraz görüyor. Tarih olarak Osmanlı bilincine yakınlar. İdeolojik olarak başlangıçtaki Kemalizm’le tam bütünlüklü değiller, bunlar Kızıl Elmacılardır, Türklüğün Orta Asya’dan gelme görüşüne dayanıyor. İttihat Terakki’nin Türk İslam sentezci çizgisi MHP çizgisi oluyor. Dolayısıyla bütün bunları harmanlıyor. Türkiye’nin içine düştüğü zor durumu gerçekten görüyor, buradan kurtuluşta tarihe bakıyor Anadolu’da var olan Türklük hep Kürtlere dayanarak olmuş, dolayısıyla şimdi birinci dayanak olarak yine Kürtler olmalı diye didiniyor. Böyle bir zihniyet değişimi var. Önder Apo, Bahçeli’nin yeni yaklaşımına ‘yeni paradigma’ dedi. MHP’nin genel siyaset üzerinde belli bir etkisi var ama uygulamalar üzerinde yoktur.

CHP ve diğer güçlerin durumu ortadadır. CHP çok mu fazla yönlendiriliyor bunu tam olarak bilemiyoruz, en eski ve en çok kadro oluşturan parti olmasına rağmen bir parti olma özelliğini en az gösteren de CHP’dir. Mevcut durumda CHP’nin gündemi saptırıldı. Bu da zihniyet yapılanmasıyla bağlantılıdır. Hala Kürt’ü inkar eden Kemalist zihniyeti aşamadılar. Evet ‘Kürtlerin hakları’ diyorlar ama özünde öyle değildir. Biraz üzerine gidince esas cisim ortaya çıkıyor, ‘Kürt var ama sonunda herkes Türk’tür’ noktasına gidiyorlar. Türk halk varlığını ve tarihini de inkar eden bir hastalıklı, milliyetçi, ırkçı zihniyetin etkisindeler, bunu da aşamıyorlar. Komplonun geldiği noktada görüldü ki CHP’de de bu tür davranışlar rantçılığı ifade ediyor. Aslında iktidarın bir parçasıdırlar, rantı daha fazla ele alıyorlar, bu durum değişsin istemiyorlar. Çok fazla sorumluluk altına girmeden imkanlardan faydalanmak istiyorlar. Onlar da bir tür rantçı ve çıkar çevresidirler. Bunların hepsinin aşılabilmesi gereklidir.

Komplo yüz yıllık Kürt inkar ve imha zihniyetinin ve siyasetinin bir örgütlenme ve saldırı biçimidir. Dolayısıyla komployu yenmek ve aşmak bu zihniyeti ve siyaseti yıkmayı gerektiriyor. Yüz yıllık mücadelenin sonuçları ortadadır. Komploya karşı 26 yıllık mücadelenin sonuçları da ortadadır. Bu mücadele komplonun amaçlarını başarısız kıldı. Mücadele ‘başaramazsınız’ dedirtti. Önderlik bir dönem ‘Kürt inkarı aşıldı, bunu net ifade edebilirim’ dedi. Şimdi Kürt imhası da aşıldı denilebilir. Fakat inkar ve imha zihniyet ve siyaseti tümden yenilgiye uğratılıp ortadan kaldırılamadı, fakat bütün stratejileri, taktikleri başarısız kılındı ama hala saldırı da ısrarlıdırlar, kendilerini sürdürmede ısrarlılar, o biçimde yenilgiye uğratılamadılar. Değişim dönüşümü de yeterli düzeyde gerçekleştiremiyorlar, o düzeye de getirilemediler.

 

Uluslararası komplo bütün insanlığı hedefleyen bir saldırıydı

 

Önder Apo’ya saldırı, Kürt halkının varlık ve özgürlüğüne saldırı anlamına gelmektedir. Bütün halkların, insanlığın, kadınların ve gençlerin özgürce demokratik, kardeşçe var oluşlarına ve yaşamlarına yöneltilmiş bir saldırı olma özelliği taşıyor. Bu bakımdan bütün insanlığı hedefleyen, kardeşliği hedefleyen, özgür yaşamı hedefleyen, kardeşçe bir arada yaşamayı öngören, demokratikleşmeyi hedefleyen, Kürt sorununun demokratik çözümünü engellemeyi hedefleyen bir saldırı olarak gerçekleşmiştir. 26 yıl önce böyle bir amaçla söz konusu saldırı planlanmış uygulanmaya konmuştur. 26 yıldır da bu amacı gerçekleştirmek için komplocu güçler ellerinden gelen bütün imkanı kullandılar. Topyekun bir saldırı konumunda bulunuyorlar. İnsanlık suçu oluşturan amaçlarına ulaşmak için her türlü imkanı, fırsatı kullanarak imha ve yok etme amaçlı saldırılarını sürdürdüler. Bu gerçeği böyle görmek, 15 Şubat Komplosu’nu bu temelde ele almak değerlendirmek, bilince çıkartmak, dolayısıyla komplo gibi imhacı, vahşi, özgürlük, demokrasi halk düşmanı bir saldırganlığa karşı çok daha bilinçli, örgütlü, direngen ve mücadeleci olmak gerekiyor.

Böyle bir saldırganlıkla bir arada kalınmaz. Gerçekten de birlikte var olunamaz. O nedenle doğru duruş, doğru tutum, böyle insanlık suçu olan bir saldırganlığı tümden reddetmektir. “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişçileri bunu yaptılar. İlk andan itibaren Uluslararası Komplo saldırısını parçaladılar, kırdılar, zayıflattılar, yenilgiye uğrattılar. Bütün halklar için özgür yaşamak isteyen insanlık için bir çağrı oldular. Yeterli yetersiz aslında son 26 yıla damgasını vuran bu çağrı temelindeki duruş ve mücadele oldu. Eğer 26 yıldır özgürlük için örgütlü mücadelemiz var olduysa, gelişerek sürdüyse, tüm imhacı ve tasfiyeci saldırıları boşa çıkartmayı, yenilgiye uğratmayı başardıysa, bunların hepsi söz konusu çağrı temelinde gerçekleşti. Önder Apo’nun komploya karşı duruşu, mücadelesi ve direnme çağrısı temelinde hayat buldu, gelişme gösterdi. Bugünde bir zafer iradesi haline geldi.

Başlangıçta dikkat edilirse sadece direnme, komployu darbeleme başarısız kılma biçiminde bir iradi duruş vardı. Böyle bir duruşu komplonun 7. yıldönümünde Viyan Soran yoldaş kırdı. O tarzda durulamayacağını, komplo karşısındaki duruşun bu biçimde olamayacağını, komployla birlikte yaşanamayacağını ortaya koydu. Bugün Küresel Özgürlük Hamlesi’yle böyle bir bilince, iradeye, kararlılığa, hedefe ulaşmaya daha yakınız. Komploya karşı direniş, komployu reddetme, komployu aşma mücadelesi işte böyle bir düzeye ulaşmış bulunuyor. Komployu tümden reddeden, kırmayı, yıkmayı, yenilgiye uğratmayı, tarihin çöp sepetine atmayı hedefleyen bir irade, bilinç, istek haline gelmiş bulunuyor.

Bu gelişme tarihidir, binlerce şehit, yıllarca mücadele etme temelinde böyle bir irade ortaya çıkabildi. Komplonun yenilebileceği dolayısıyla Kürt sorununun çözülebileceği, Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulabileceği hedef olarak ortaya çıktı. İşte bu bilinç irade bugün tarihi bir direnişe dönüşüyor. Bir bütün halkın, kadınların, gençlerin, tüm ezilenlerin Ortadoğu’da demokrasi, dünyada özgürlük isteyen herkesin katıldığı, birlikte yürüttüğü bir özgürlük direnişi haline gelmiş bulunuyor.

Bu gelişme geç görülebilir, fakat tarihi öneme sahiptir. Söz konusu direnişin anlamı budur. Yürütülüş tarzı, hedefi, kesinlikle böyledir. Bunun gerisinde bir tutum, duruş asla söz konusu olamaz. Olacaksa ya söz konusu direniş temelinde tecrit kırılacak komplo yenilecek, Önder Apo özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşacak ve bu temelde Kürt sorunu denen, yüz yıldır Kürt’e dayatılan soykırım zihniyeti ve siyaseti tarihin çöp sepetine atılacak ya da insan olarak özgür yaşam olarak var olunmayacak. Durum bu kadar nettir. O nedenle içinde bulunduğumuz süreci doğru anlama, komplo gerçeğini ve komploya karşı 26 yıllık mücadeleyle 27’nci mücadele yılına girerken böyle bir mücadelenin geldiği düzeyin bizden neler istediğini doğru anlamak çok büyük önem taşıyor.

 

27’nci mücadele yılını başka süreçlerle karıştırmamak gereklidir

 

15 Şubat Uluslararası Komplosu’nu değerlendireceksek Önder Apo, ‘sahte dostluk ve yetersiz yoldaşlık buna yol açtı’ dedi. Yetersiz yoldaşlık bizim için hep özeleştiri konusudur. Komplo önlenemez değildi. Komploya karşı daha farklı mücadele edilemez değildi. Yetersiz yoldaşlık kavramı bunu ifade ediyordu.

Geldiğimiz noktada hedefimiz netleşmiş, somutlaşmış bulunuyor. O nedenle de 27’nci yıla girişi başka süreçlerle karıştırmamak gerekiyor, başka zamanlardaki mücadelelerle karıştırmamak, benzeştirmemek gerekiyor. Bu sürecin zaferden başka bir sonucu kabul etmeyen bir direnme hamlesi olduğunu görmek ve anlamak, dolayısıyla onun gereklerini yerine getirmek gerekiyor. Geçen yılların alışkanlıklarını, yetersiz tutumlarını aşmak lazım. Her zaman komployu reddettik, kabul etmedik, mücadele halindeyiz, şimdi de öyle bir mücadele yürütüyoruz diyerek aslında komployu bir biçimde kanıksayan, hep komploya karşı mücadele içinde yaşanacakmış gibi sonucu ortaya çıkartan yaklaşım içinde olmamak lazım. Böyle bir yaklaşımı kesinlikle aşmak ve kırmak gerekiyor.

27’nci yıla girerken hareket ve halk olarak içinde bulunduğumuz direniş hamlesi her şeyden önce böyle bir zihniyetin, yaklaşımın, tutumun kırılması, aşılması temelinde gelişiyor. Bu bir özeleştiri hareketidir. Hata ve eksiklikleri giderme çabasıdır. Uluslararası Komplo karşısında doğru duruş kazanma, doğru tutum içine girme, devrimci olarak, yurtsever olarak, demokrat olarak görev ve sorumluluklarına doğru ve yeterli sahip çıkma çabası olarak ortaya çıkıyor. Bu gerçekliği de görmemiz lazım. O halde özeleştirel yaklaşımımız bilinçli olmalıdır. Yarım kalmamalıdır, eksik yaklaşmamalıyız. Eksik kalan tutumlar hep gericiliği güçlendirdi. Komployu bu kadar ayakta tuttu, saldırgan kıldı. En büyük tehlike o konumda kalmak, o konumda bulunmak oluyor.

Böyle bir noktaya gelmek geç olsa da önemli oldu, anlamlı oldu, değerli oldu. Bunun değerini kuşkusuz bileceğiz. Bu temelde de 26 yılda yürütülen çok yönlü direnişlerle yıpratılmış, zayıflatılmış, parçalanmış Uluslararası Komplo gerçeğini, ona yol açan faşist-sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratacağız, tarihten sileceğiz. Çünkü başka çare yoktur. Öyle bir zihniyet ve siyaset var oldukça zaten Kürt’e var olma ve yaşama imkanı yok, hiç kimseye özgürce, kardeşte barış içinde demokratik yöntemlerle yaşama imkanı yoktur. Çünkü bu faşist-soykırımcı sömürgeci zihniyet ve siyaset herkesi tehdit ediyor. Kendini herkese dayatıyor. Bölge halklarına dayatıyor, dünyaya dayatıyor. Barış özgürlük ve demokrasiyi Ortadoğu ve dünya düzeyinde tehdit ediyor. Bütün bu çeteci saldırılar buradan kaynaklanıyor, bu temelde ortaya çıktı. Bunların nasıl bir tehdit olduğunu son yıllarda sonuçlarını yaşayarak gördük. Hareket ve halk olarak biz gördük ve öncü düzeyde en ağır görev ve sorumluluğu üstlendik. Başka halklar gördüler, çeşitli siyasi güçler gördüler, öyle oldu ki, dünyada en geniş ittifak böyle faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetten doğan saldırganlık karşısında oluştu. İçinde çelişkileri de olsa, çok farklı arayışlar çıkarcı tutumlar içinde olanlar da olsa ama böyle büyük bir ittifakın oluşturulması söz konusu zihniyet ve siyasete karşı bu biçimdi bir mücadelenin yürütülüp Rojava’da Fırat’ın Doğusu’nda alınan sonuçların ortaya çıkartılmış olması kuşkusuz tarihi öneme sahiptir. Ciddi bir gelişmedir. Hiçbir biçimde küçümsenmeyecek, her zaman dikkate alınacak bir gelişmedir. Fakat yeterli değildir. Dikkat edilirse faşist-sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyaset tümden yenilgiye uğratılmış değildir. Türkiye’deki iktidar Türkiye’nin tüm iç ve dış imkanlarını buna seferber ediyor. Bunları kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Şimdi bu çabayı kırmak gerekiyor. Bu temelde faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yıkmak, yenmek, tarihe gömmek gerekiyor.

Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilmesi Uluslararası Komplo’nun yenilgisi anlamını geliyor. Yüz yıldır Kürt’ü yok sayan ve yok etmeye çalışan zihniyet ve siyasetin yenilgiye uğratılmasını ifade ediyor. Böyle bir durum somutlaşmış bulunuyor. Çünkü soykırım sistemi, onun zihniyet ve siyaseti tüm insanlık için halklar için özgürlük ve gelecek arayışında olan kadınlar ve gençler için büyük bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla bu zihniyet ve siyaseti yıkmak bütün özgürlük arayışçıları için zorunlu oluyor. Onların kurtuluşunu, varlığını, yaşam hakkını ifade ediyor.

Geldiğimiz noktada komplo gerçekliği budur. Bugünkü görev ve sorumlulukları doğru anlayıp başarıyla yürütebilmemiz için komplo gerçeğini ve bu güne nasıl gelindiğini doğru ve derinlikli anlamamız gereklidir. Komployu ortaya çıkartan nedenleri, amaçları ve yöntemleri ile doğru ve derinlikli anladığımız kadar devrimci oluruz, yurtsever oluruz, demokrat oluruz. Ona karşı mücadele etme, dolayısıyla insanca var olma ve özgürce yaşama bilinç ve iradesini geliştiririz, başka türlü bu değerlere ulaşmak kesinlikle mümkün değildir. O halde komplo bilinci, komplo gerçeğini anlama düzeyi, özgürleşme, devrimcileşme, mücadeleci hale gelme düzeyini belirliyor. O halde komplo diyerek geçmemek gereklidir.

 

Doğru ve yeterli özeleştiri yapabilmeliyiz

 

26 yıllık mücadeleyle de bu yetersizliği aşmaya çalıştık fakat sonuçlarına da bakmak gerekiyor. Önder Apo, “98’de yeni bir süreç geliştireceğiz” diye değerlendirmeler yaparken, mücadeledeki durumu ‘pata durum’ olarak tanımlamıştı. Yani ‘ne zafer ne de yenilgi’ olarak ifade etmişti. Şimdi hala aynı çizgi devam ediyor. Komplonun böyle gelişmesine zemin sunan örgüt ve mücadele düzeyini tümden aşabilmiş değiliz. Evet bu çerçevedeki saldırılar kırılıyor, planlar boşa çıkartılıyor ama tümden yok edilemiyor, ortadan kaldırılamıyor, tam yenilgiye uğratılamıyor. Son on yıldır ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelindeki topyekun soykırımcı saldırı karşısındaki direnişin sonuçları da öyledir. Evet düşmanın saldırılarının sonuç alması engellenmiştir ama düşmanı yenilgiye uğratan bir sonuç da ortaya çıkartılamamıştır. Kürt sorununu ortaya çıkartırken onu çıkartanların kurguladığı durum devam ediyor, çatışma sürüyor. ‘Tavşana kaç tazıya tut politikası’ devam ediyor. O politikayı yıkacak, aşacak bir düzey ortaya çıkmış değildir. Mücadele Kürt varlığını, örgütlülüğünü bir düzeyde canlı ve ayakta tutuyor ama bir taraftan da yıpranma, aşınma, ülkeyi terk etme gibi durumlar yaşanıyor.  Özgür yaşamı, kadın özgürlüğü temelinde toplumsal özgürlükleri öngörecek şekilde geliştirebilmiş değiliz, böyle bir düzeye ulaşılamadı.

Dolayısıyla da doğru anlayıp özeleştirel yaklaşımı bilmek gereklidir, bu temelde doğru ve yeterli özeleştiri yapabilmeliyiz. Bu da gerçekten Uluslararası Komplo’yu, onu ortaya çıkartan Kürt soykırım sistemini, zihniyeti, siyasetini doğru anlamayı gerektiriyor. ‘Dost ve düşman nedir, kimdir, varlık ve özgürlük nasıl olur, özgür yaşam nasıl sağlanır?’ tüm bu konularda doğru, yeterli, iddialı, iradeli bir duruşa zihniyet olarak, tarz olarak, pratik olarak sahip olmak gerekiyor.

 

Sonuç olarak şunlar belirtilebilir:

 

Komplonun imha ve tasfiye saldırısı olduğunu belirttik. Hedefini, stratejisini ortaya koyduk. Önder Apo’yu hedefleyen, Önder Apo’nun imhası temelinde Özgürlük Hareketimizi tasfiye etmeyi, dolayısıyla Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi amaç edinen bir saldırganlık olduğunu biliyoruz. Böyle bir saldırganlığın soykırımcı zihniyet ve siyasetin Özgürlük Hareketimiz karşısında geliştirildiğini de biliyoruz. Onu yok etme hedefiyle ortaya çıkartıldığını, dolayısıyla komplo Kürt sorununun saldırısı oluyor. Sorunu ortaya çıkartan güçler tarafından örgütlendirilmiş ve yürütülmüş bulunuyor. Bundan da hiçbir şüphe olmamalıdır. Onun için de komployu kim ortaya çıkardı, nasıl yürüttü? Kim nasıl rol oynadı? Bunların doğru anlaşılması lazım. Bunu doğru anlama aynı zamanda Kürt sorununu doğru anlamadır. Kürt soykırımında kimin ne kadar sorumluluğunun bulunduğunu görmeyi ifade ediyor.

Bu bakımdan geçmişe dönersek, bu süreçlerin nasıl geliştiğini biliyoruz. Komplonun küresel kapitalist modernite sisteminin öncülüğünü yapan güçler tarafından ABD-İngiltere-İsrail tarafından kararlaştırılıp planlandığını, ABD tarafından uygulamaya konduğunu, başta Mısır, Yunanistan, Rusya, Almanya, Fransa olmak üzere ihtiyaç duyulan tüm iktidar ve devlet güçlerinden Kürt sorununun içinde olan güçlerden destek aldığını yine biliyoruz. Bu konuda da herhangi bir bilinç azlığı, değerlendirme yetersizliği kesinlikle yoktur. Komplo nasıl ortaya çıktı? Önderlik ve hareket olarak gelişimimize karşı yürütülen saldırıların son halkası olduğu için, onlarla bağ içinde görülebilir. Daha ilk andan itibaren Önder Apo’ya yöneltilen saldırılar, komplonun başlangıcı olarak da değerlendirilebilir.

15 Ağustos Gerilla Atılımı’na karşı daha 1986-87’den itibaren NATO düzeyinde geliştirilen planlamalar, böyle bir komplocu saldırının ilk adımları oluyor. 1987-88 saldırısı bunun başlangıcıydı, 1991-92 saldırısı etkili bir pratik uygulaması olarak ortaya çıktı. Gerillayı ezmek, hareketi tasfiye etmek, Önder Apo’yu yenilgiye uğratmak için 90’lı yıllar boyunca en vahşi saldırılar yürütüldü. Güya saldırı yürüten TC devletiymiş gibi görüldü ama sadece TC devleti değildi, TC devleti uygulayandı. 90’lı yıllardaki topyekun faşist özel savaş saldırısının arkasında bir bütün NATO vardı, bir bütün Kürt sorununu ortaya çıkartan ve yaşatan güçler vardı. Hepsi ihtiyaç olduğu kadar TC saldırılarına destek verdiler. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kadar saldırgan olabildiyse bu kadar güç ortaya çıkartabildiyse bu destek sayesinde oldu. Bazı Türk generalleri, “biz böyle büyük bir hareketiz, dünyanın en büyük terör örgütünü yenilgiye uğratıyoruz” diye kendilerine pay biçmeye çalışıyorlardı, tamam uygulayıcı oldular, haklarını yememek gerekli, fakat unutulmamalı ki, kendi iradeleriyle, güçleriyle hatta marifetleriyle olmadı. Kendileri dışında da olmadı, hiçleştirmemekte lazım, ciddi bir faşist zihniyet ve siyaset saldırısını gerici tutumu ifade ediyorlar, yaşatıyorlar. Ama Kürt halkının gerçekten de gerilla temelinde ortaya koyduğu direnişi de hiç küçümsememek lazım. Böyle büyük bir direniş karşısında yalnız başına hiçbir devlet duramazdı. TC devleti de duramazdı. Kim olursa olsun nereden gelirse gelsin. Gerilla öncülüğümüzdeki direnişimiz karşısında ayakta kalması kesinlikle mümkün değildi. Hepsi el birliği ettiler, dünya destek verdi de bu devlet ayakta kaldı. Kendi marifetlerimle ve gücümle ayakta kaldığını sanıyor, halbuki öyle değildir. Bu dünya desteği olmasaydı ayakta kalamazdı.

Bütün bunların sonucunda Önderlik yürüyüşünü durduramayınca, Özgürlük Hareketimizi tasfiye edemeyince, bunların somut iradesi ve pratikleşmesi olan gerillayı ezemeyince, Uluslararası Komplo’ya başvurdular. Bu gerçekliği görelim. Daha 18 Mayıs 1977 saldırısıyla bu süreci başlattılar. Bir sürü baskı, tehdit, saldırı, katliam 12 Eylül faşist askeri darbe saldırıları, 12 Eylül zindan katliamları, 85’ten itibaren gerillaya karşı NATO’yu harekete geçiren saldırılar. Bin bir türlü oyun ve hile ve komployla sonuç alamayınca Uluslararası Komploya baş vurdular. Hangi yolu yöntemim kullandılarsa Kürdistan’daki Özgürlük Mücadelesini, gerilla direnişini, Önderlik yürüyüşünü durduramadılar. Bunu durdurabilmenin, ezip imha edebilmenin son bir çaresi olarak yöntemi olarak Uluslararası Komplo’yu kararlaştırdı, planladı ve uygulamaya koydular. O zaman kadar yürüttükleri saldırılardan Uluslararası Komplo’nun farkı neydi? Bir; bütün güçlerini birleştirdiler. İki; her türlü yöntemi kullandılar. Üç; en önemli olarak her şeyden önce ve tek başına Önder Apo’yu hedeflediler. Önder Apo’yu yalnızlaştırıp saldırı hedefi haline getirecek bir oyunu, hileyi, kurnazlığı düşündüler.

İşte bu gerçeklik ifade ettiğimiz gibi sadece Kürdistan üzerinde doğrudan faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yürüten devlet güçlerini değil, onların arkasındaki güçleri de Kürt soykırım sistemini ortaya çıkartan ve gerçekte yöneten güçleri de ciddi bir biçimde korkutuyor, telaş içerisine sokuyor. Bu korkunun telaşın verdiği histeriyle saldırdıklarını görüyoruz. Kürdistan’daki soykırım sisteminden sorumlu olan güçler yüzlerini daha açık gösteriyorlar.

Kürt soykırım sistemini yaratan ve yürüten güçler, bu düzeyde planlı örgütlü saldırıyla Kürt varlığını ve özgürlüğünü yok etmek istiyorlar. Bu oldukça net ve açıktır. İnsanlık suçu işleyen sömürgeci-soykırımcı düşman para gücüne, silah gücüne dayanarak, vahşiliğine, zalimliğine, katliamcılığına dayanarak bizi zayıflatmaya, ürkütmeye, korkutmaya, dolayısıyla özgür yaşam tutkumuzu ve irademizi zayıflatmaya çalışıyor.

Bunun farkındayız. Daha fazla farkına ve bilincine ulaşmamız gerekiyor. Bir bütün parti olarak, tüm yoldaşlar topluluğu olarak tüm halk olarak, halklar olarak, devrimci demokratik güçler olarak bu gerçekliğin farkına daha çok varmalıyız. Geçen 26 yılda yaşanan mücadeleden çıkardığımız derslerle bu yeni sürece yaklaşıp bu tür saldırganlıklar ilerlemeden yenilgiye uğratmayı mutlaka başarmalıyız. Geçen 26 yıl zengin derslerle doludur, büyük bir öğretmenimiz oldu. Hep Uluslararası Komplo’nun nasıl geliştiğini, güçlü yanlarını, zayıf yanlarını, nereden nasıl tutulursa başarısız kılınıp yenilgiye uğratılabileceğini değerlendirdik. Görüp anlamaya çalıştık. Buradan çıkardığımız dersler temelinde zayıflığa, muğlaklığa yer vermeden aktif mücadele edip başarı kazanmamız gerekiyor. Bir kere daha yetersizlik yaşamamalıyız, aynı duruma düşmemeliyiz, ikinci kez gaflet içerisinde olmamalıyız. Daha çok mücadeleci olmak, daha çok cesur fedakar olmak, daha fazla fedaileşmekle ve daha doğru mücadele etmekle her türlü saldırıyı yenilgiye uğratacağımıza sonuna kadar inanmalı, bu temelde kendimize güvenmeliyiz.

Evet 15 Şubat ‘kara gün’ oluyor, sorgulama günü oluyor, ideolojik sorgulama günümüz oluyor. Önder Apo böyle tanımladı ve 26 yıldır da böyle yaşanıyor. O halde ideolojik mücadele, nefs mücadelesi demek, derin bir özeleştiri demektir. Kendi eksikliklerimiz ve hatalarımız nasıldır onları doğru ve yeterli bulup gidermek demektir.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

ÇÖKEN SYKES PİCOT ANLAŞMASI ÇÖKEN İNKAR-İMHA SİYASETİDİR

Sonraki Yazı

YOL GERÇEĞİ VE ÖZGÜRLÜK DEVRİMİ-I

Sonraki Yazı
YOL GERÇEĞİ VE ÖZGÜRLÜK DEVRİMİ-I

YOL GERÇEĞİ VE ÖZGÜRLÜK DEVRİMİ-I

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!