Cemal Amed
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönem yaklaşımları ve yapmış olduğu açıklamalar, doğal olarak kamuoyunda farklı düzeyde tartışmaları ve tepkileri de beraberinde getirdi.
‘Kürt sorunu vardır, muhatabı HDP’dir’ açıklamasından sonra ‘Irak ve Suriye’ye yönelik savaş tezkeresine’ hayır oyu vermesi, hemen arkasından ‘Kandili yerle bir edeceğini’ söylemesi ve son olarak da devletin işlemiş olduğu kimi suçlardan dolayı ‘helalleşeme’ çağrısı önemli bir gündem oluşturdu. AKP ve faşist şefinin, Önder Apo’ya yönelik uluslararası komployu sonuca götürerek Kürt soykırımını tamamlamaya yönelik 2002 yılında iktidara getirildiği son 20 yıllık mücadeleyle netleştirilen en temel hususların başında geliyor.
Uluslararası komplonun da ABD’nin başını çektiği küresel kapitalist sistemin Ortadoğu’ya yeniden müdahalesinde, yıkılmakta ve aşılmakta olan TC devletini kendi çıkarları temelinde kullanmaya yönelik geliştirildiği aynı biçimde netleşen diğer temel husus oluyor.
Dolayasıyla AKP, Kürt sorununun demokratik çözümüyle Türkiye’de yaşanan demokratik devrim sürecine dayatılan bir karşı devrim hamlesi oluyor. AKP’nin 12 Eylül Askeri Faşist Darbesinin ürünü ve devamı olması bu temel gerçeklikten dolayıdır. Bu nedenle Önder Apo, ‘Bizim ve Türkiye demokrasi güçlerinin yapması gerekeni AKP yaptı’ diyerek bu süreci kapsamlıca çözümlemiştir.
AKP ve faşist şefi, bu varoluş gerçekliğine ve iktidara getiriliş amacına bağlı kalarak devleti yeniden yapılandırmış, Kürt soykırımını tamamlamak için her türlü yol ve yöntemi denemekten geri durmamıştır.
AKP-MHP faşizmi, ilişkili ve en büyük destekçisi oldukları DAİŞ, El Kaide, El Nusra gibi faşist çete güçlerinin gerilla mücadelesi karşısında büyük yenilgilerini engelleyemediklerinden ve buna bağlı olarak da Rojava Devrimini tasfiye edip Şengal halkının direnişini kıramadıklarından, ABD ve KDP’nin de desteğini alarak son yedi yıldır her şeylerini ortaya koyarak saldırmışlardır. Önder Apo’ya yönelik İmralı işkence ve tecrit sistemini derinleştirerek, Bakur, Rojava, Başûr, Şengal ve Maxmûr’a yönelik her türlü katliam ve saldırıları gerçekleştirerek, Medya Savunma Alanlarına yönelik de özellikle Garê’de yaşadıkları bozgundan sonra, 23 Nisan’dan itibaren her türlü insanlık ve savaş suçunu işleyerek sonuç almaya çalışmıştır.
‘Dem Dema Azadiyê’ hamlemiz karşısında çöküşü yaşayan AKP-MHP faşizminin, Metîna, Zap ve Avaşîn’e yönelik sekiz ayı aşan saldırıları, yirmi yıllık iktidarlarının son bir hamlesi olarak planlanmış ve yürütülmüş, bu saldırılardan elde edecekleri başarı üzerinden yapılacak bir seçimle en azından bir beş yıl daha iktidarda kalmayı amaçlamışlardır. Tüm bu saldırı ve hesaplar başta Önder Apo olmak üzere, gerilla, halkımız ve Türkiye devrimci-demokrasi güçlerinin büyük direniş ve mücadelesiyle başarısız kılınmış, AKP-MHP faşizmi tarihsel yenilgiye uğratılmıştır. Özellikle Mam Reşo, Zendûra, Werxelê, Tep ê Sor’da sekiz ayı aşan kahraman gerilla güçlerinin destansı direnişi, Cenga Xabûr ve Bazên Zagrosê Devrimci Hamlesiyle düşmanın tüm heveslerini kursaklarında bıraktığı gibi, tam bir bozgun durumunu yaşamalarını açığa çıkarmıştır.
AKP-MHP faşizmiyle birlikte yıkılan soykırımcı, sömürgeci, faşist TC devletidir
Ilımlı İslam projesi ile birkaç yıl öncesine kadar Ortadoğu’nun lideri, halifesi, yeni Sultanı olarak sunulan faşist şef Erdoğan’ın günümüzde uluslararası uyuşturucu baronlarının, petrol şêxlerinin karşısında nasıl el pençe durduğu, kara para ticaretiyle ayakta kalmaya çalıştığını, Kürdistan ve Türkiye halklarının tüm değerlerini bir avuç sömürücüye nasıl peş keş çektiğini herkes ibretle izliyor. Rojava, Başûr, Suriye, Libya, Akdeniz, Ermenistan başta olmak üzere Ortadoğu ve Afrika’ya yayılan işgal, istila, talan savaşlarıyla İmparatorluk hayalinin nasıl yerle bir olduğunu, 3. Dünya Savaşında en büyük yenilen güç olarak hasta Osmanlı gibi hasta Türkiye haline gelerek tam bir dağılma ve çözülme durumunu yaşadıklarını bugün artık her kes görüyor.
Böylesine tarihi bir direniş ve mücadele sonucu yaşadıkları bu büyük yozlaşma, çürüme ve çöküşe rağmen AKP-MHP faşizminin tümden yıkılmamış olması, zayıflamışta olsa ABD ile birlikte, esas olarak da KDP’nin açıktan, CHP’nin de örtük olarak vermiş oldukları destekten dolayıdır.
Artık taşınamaz bir yük durumuna gelmişte olsa ABD, KDP ve CHP’nin AKP-MHP faşizmine bu gizli ve açık destekleri özünde, PKK öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Mücadelesini etkisizleştirerek tasfiye etmede küresel kapitalist hegemonik güçlerle Türk Devletinin başka alternatiflerinin olmayışıdır. AKP ve faşist şefinin 20 yıldır iktidarda kalmış olmasının ve günümüzde tam bir çöküş durumunu yaşamasına rağmen halen yıkılmamış olmasının en temel nedeni budur.
Dolayısıyla Kürdistan halkının varlık ve özgürlük mücadelesi karşısında yenilen ve aşılan sadece AKP-MHP faşizmi olmuyor. Onunla birlikte esas olarak yüzyıllık sömürgeci, soykırımcı, faşist Türk Devleti yıkılış ve çözülüşü yaşıyor.
Bu nedenle CHP ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, özellikle Şubat ayının ortasında faşist Türk Ordu çetelerinin, iktidarının ve şefleri Erdoğan’ın Garê’de yaşadığı büyük bozgundan sonra yoğunlaşan çabalarının, sadece seçimlere yönelik politik yaklaşım ve tutumlar olmaktan daha fazla, çözülen ve çöken devleti kurtarmaya yönelik olduğunu iyi görmek gerekiyor.
Soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk Devleti başta Kürdistan Halkı olmak üzere, Ermeni, Rum, Asuri, Süryani halklarının, Alevilerin, diğer inanç guruplarının katliamı, asimilasyonu ile Türkiye sosyalist-demokrasi güçlerinin tasfiyesi üzerinden kendisini var etmeyi esas alarak bu günlere kadar gelmiştir. Bu nedenle yüzyıllık Cumhuriyet tarihinin halklara, ezilenlere, sosyalist ve demokrasi güçlerine karşı işlemiş olduğu insanlık suçlarının listesi çıkarılırsa tarihte hiçbir devletin yapmadığı kadar suçlu, bölge ve insanlığın başına bela bir devlet gerçekliğini ifade ettiği rahatlıkla görülecektir.
CHP’nin helalleşme çağrısı, çözülen ve çöken devleti kurtarmaya yöneliktir
Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde helalleşme çağrısının, Birinci olarak, hem yüzyıllık sömürgeci, soykırımcı, faşist TC gerçekliğinin, hem de onun en kirli AKP-MHP iktidarının Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısındaki yenilgisinin itirafı olduğunu belirtmek gerekiyor.
İkinci temel husus olarak, CHP’nin yirmi yıllık Faşist AKP iktidarının koltuk değneği olarak, işlemiş olduğu suçlardaki ortaklığını gizlemeye, AKP’nin yenilgisinden kendisini kurtarmaya çalıştığı net olarak açığa çıkıyor.
Üçüncü olarak, helalleşmeyle CHP, AKP-MHP faşizminin Kürdistan halkına, Türkiye ve bölge halklarına, insanlığa karşı işlemiş olduğu suçları gizlemeye, hafifletmeye ve aklamaya çalışıyor.
Dördüncü olarak, mücadelemiz karşısında yenilmiş olduğundan son dönemlerde Sedat Peker ve Mehmet Eymür’ün açıklamalarıyla da su yüzüne çıkan TC devleti denen gerçekliğin, özünde gladyo uzantı ve artıklarının, kontrgerillanın, yerli yabancı mafya ve ajan unsurlarının, her türden çete kliklerinin vatan, millet, sakarya edebiyatıyla ne kadar suçlu, düşkün ve kirli bir ilişki ağını ifade ettiğini gizleme, devlete yeniden saygınlık kazandırma çabası olduğu anlaşılıyor.
Beşinci olarak da, devlet içindeki bu klik, çete ve iktidar çatışmalarının daha da büyüyerek kanlı bir savaşa dönüşmesini engellemeye, AKP-MHP ile uzlaşarak iktidar klikleri arasında bir denge oluşturarak çöken devleti yeniden restore etmeyi amaçladığı anlaşılıyor. CHP’nin sürekli erken seçim çağrısı yapması devlet içindeki bu iktidar klikleri ve çeteleri arasındaki mücadelenin şiddetlenmesinden dolayıdır. AKP-MHP faşizminin iktidarı bırakmamak için her türlü yol ve yöntemi deneyerek diğer iktidar alternatiflerini silahlı çete güçlerini de kullanarak her yolla etkisizleştirip tasfiye etmekten çekinmeyeceğini görmesi ve bunun da yüzyıllık devletin sonu anlamına geleceğini CHP ve genel başkanının çok iyi bilmesinden kaynaklanıyor.
Bu nedenlerden dolayı CHP’de bir değişimin yaşandığını, AKP-MHP faşizmine karşı iktidar alternatifi olduğu görüş ve düşünceleri ciddi bir yanılgıyı ifade ediyor. Sürekli erken seçim çağrısı yapması böyle bir izlenim oluştursa da bunun iktidara gelme amaç ve niyetinden daha öncelikli olarak yüz yıllık soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletinin bekasına yönelik olduğunu iyi görmek gerekiyor.
Kürdistan ve Türkiye’de yirmi yıllık AKP faşizminin zulmünden, baskısından illallah etmiş önemli bir kesim, ‘AKP ve Erdoğan gitsin de yerine kim gelirse gelsin’ yaklaşımı hakim. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun iktidar alternatifi olarak sunulmasının temelinde bu yatıyor.
CHP, başta HDP olmak üzere Türkiye’nin diğer demokrasi güçleriyle bir araya gelip çok temel üç-beş maddelik bir demokrasi programıyla toplumun karşısına çıksa, AKP-MHP faşizmi bir gün bile iktidarda kalamaz. Bunun yerine İyi Partiyle Cumhur İttifakının bir kopyası olmayı tercih ediyor. Türk devletinin ve AKP-MHP faşizminin yüz yıllık tarihsel suçlarının üstünü örtmeye, aklamaya çalışıyor.
Yine her gün başta kadınlar ve gençler olmak üzere, ‘barınamıyoruz’, ‘geçinemiyoruz’, ‘susmuyoruz, itiat etmiyoruz’, ‘hükümet istifa’ sloganlarıyla meydanları dolduran demokrasi güçlerine katılacağına, topluma ‘sokağa çıkmayın’ çağrısı yaparak toplumsal direnişi ve mücadeleyi kırmaya çalışarak iktidarın ömrünü uzatmasında ona en büyük desteği sunuyor.
Tarihsel ve güncel olarak CHP’nin Kürt inkar ve soykırımındaki rolü
Bu yönüyle CHP, bir devlet partisi olarak devleti koruma ve kollama göreviyle, refleksiyle, önceliğiyle hareket ediyor. Dolayısıyla, muazzam koşullara rağmen toplumdan gerekli desteği alamıyor. İktidarın gerçek alternatifi haline gelemiyor. Kimilerinin belirtiği gibi iktidara gelse bile CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu haliyle başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm gücü olamayacağını da özellikle belirtmek gerekiyor.
CHP’nin güncelde ve son yirmi yıldır AKP faşizminin Kürdistan halkına yönelik soykırım saldırılarıyla birlikte, Türkiye emekçilerine, sosyalist ve demokrasi güçleri ile Ortadoğu halklarına yönelik baskı, işkence, işgal ve istila suçlarına ortak oluşu, onun varoluş gerçekliğinden, tarihsel geçmişinden bağımsız değildir.
CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olarak, İttihat ve Terakkinin bir devamı olduğu bilinen bir husustur. Devlet ve kurucu parti olmanın büyüklüğünü sürekli dillendirmeleri salt bir propaganda olmayıp, devletin gerçek sahibi olarak kendilerini görmelerinden kaynaklıdır. CHP’nin kendisini devletle özdeşleştirmesi, devletin asli ve gerçek sahibi olarak görmesi, onun tarihsel ve güncel olarak en temel gerçekliğidir. Toplum, millet, demokrasi, vatandaş, hak, hukuk, adalet gibi diğer tüm söylemler ikinci planda olup esas öncelik, TC’nin varoluşu ve devletin sürekliliğidir. İktidardan düştüğünde ya da hükümet olmadıkları dönemlerde gerçek bir muhalefet partisi olmanın ötesinde devletin ve iktidarın gerçek sahibi gibi hareket etmesi bu temel gerçeklikten dolayıdır.
Kurucusu oldukları TC’nin başta Kürdistan halkı olmak üzere, diğer halkların, demokrasi güçlerinin ve sosyalist hareketin tasfiyesi, katliamı ve inkarı üzerinden oluştuğu da bilinen bir durumdur. Kapitalist modernitenin ulus-devlet milliyetçiliğinin Ortadoğu ve Anadolu topraklarına İttihatçı kadrolarla taşındığını, despotik, yayılmacı Osmanlı tarihsel mirasıyla harmanlanarak tam bir ırkçı, faşist zihniyet ve siyaset olarak CHP’nin şekillenmesinde belirleyici olduğu da bilinen hususlardır. Pan Türkizm, Pan İslamizm, Turancılık, Kızıl Elmacılık, Türk İslam Sentezi, Anadolu Milliyetçiliği gibi devlet klikleri ve çeteleri arasındaki farklı görüş ve düşünceler, zihniyet ve siyaset olarak bir farklılıktan öte, nasıl bir devlet ve yönetim gücü olunacağına dair çelişki, çatışma ve tartışmalardır. Soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletinin Kürt soykırımını tamamlayarak nasıl kendisini ezel-ebet kılacağına dair ayrılıklardır. Ve tüm bu farklı eğilimle görüşlerin beslendikleri temel kaynak da CHP zihniyeti ve siyaseti olmaktadır.
CHP’nin Ecevit’le birlikte kendisini bir sosyal demokrat parti olarak tanımlamaya başlaması, köklü bir değişim dönüşüm olmasından öte, Kürdistan ve Türkiye’de gelişen devrimci-demokratik mücadeleyi etkisizleştirmeye, gerçek toplumsal muhalefetin önünü kesmeye yönelik özlü olmayan değişikliklerdir. CHP’nin içinde önemli bir demokratik birikim ve kesimin olması, onu vareden ve ona egemen olan zihniyet ve siyasetin bu milliyetçi, faşist karakterini değiştirmiyor. Kürt sorunun çözümü konusunda da dönem dönem Kürt raporu hazırlayıp açıklamaları, savaşla, katliamla çözemedikleri Kürdistan halkının varlık ve özgürlük mücadelesini sahte açılım ve beklentilerle etkisiz kılma, tasfiye etme yaklaşımlarından kaynaklıdır.
Dolayısıyla CHP’nin son dönem yaklaşımları ve Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı, soykırımcı, sömürgeci, faşist Türk devletinin ve kendisini bu devletin gerçek sahibi gören CHP’nin Kürdistan halkıyla, Türkiye demokrasi güçlerine karşı işlemiş oldukları suçların samimi bir özrü, özeleştirisi olmadığı gibi, zihniyet ve siyaset olarak da herhangi bir değişimi ifade etmemektedir.
Kürt sorunu denilen sorun, öncelikle Kürdistan halkının sorun olması anlamına gelmiyor. Tam tersine, yarım asıra varan destansı özgürlük mücadelesiyle, Kürdistan halkının varlığını ve özgürlüğünü kazanmasının, günümüzde başta kadınlar olmak üzere Türkiye ve Ortadoğu halklarıyla birlikte insanlığın yeniden varlık ve özgürlüğünü kazanması anlamına geldiği çok çarpıcı yaşanan gerçeklik oluyor. Bütün ezilenler, Kürdistan halkının yeniden varlık ve özgürlüğünü kazanmasının bölgemizi ve dünyamızı nasıl daha güzel, eşit ve özgür hale getirdiğini görerek bundan büyük heyecan duyuyor, bu tarihi mücadeleyle ilişki, ittifak geliştirmeye başlıyor.
Kürt sorunu ve Demokratik çözüm
Bu nedenle Kürt sorunu denilen sorun, Ortadoğu’nun ve insanlığın en kadim halkı olan bir halkın varlığını yok soyan, katliam ve soykırımla ortadan kaldırılmak isteyen, asimilasyonla özünden boşaltan ve Kürdistan’ı dörde parçalayarak Türklüğün yayılma alanı haline getirmek isteyen sömürgeci, soykırımcı, faşist zihniyetin, siyasetin sorunu oluyor. Küresel kapitalist modernite sisteminin Ortadoğu ve Kürdistan’a yönelik son iki yüzyıllık politika ve uygulamaları bu soykırım sisteminin esasını oluştursa da, yine Arap ve Fars ulus-devlet faşizmi ile Ortadoğu gericiliğinin bunda rolleri olsa da, bu soykırım sisteminin oluşturulmasında ve sürdürülmesinde sömürgeci, soykırımcı, faşist TC devleti, aşılması gereken en temel sorun oluyor. Kürdistan Halkını, Önder Apo’yu ve PKK’yi sorun olarak görüp ortadan kaldırmak isteyen faşist zihniyet ve siyasetin Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’yu nasıl bir savaş alanına dönüştürüp insanlığın baş belası haline geldiğini giderek bütün dünya daha fazla anlamaya, görmeye başlıyor.
Yüzyıldır Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan, günümüzde 3. Dünya Savaşı boyutlarına ulaşan savaşın diğer yönleriyle birlikte en temel nedenini, gerçekliğini ve hakikatini bu durum ifade ediyor.
Demek ki, Kürt Sorunu olarak ifade edilen sorun, Kürdistan halkını, Önder Apo’yu ve PKK’yi sorun olarak gören hastalıklı, ırkçı, faşist zihniyet ve siyasetin sorunu oluyor.
Türk devletinin kuruluş esası ve yüzyıldır kendisini var etmek istediği görülmeden, bu durumla yüzleşerek, hesaplaşılmadan zihniyet ve siyasette bir değişimden, demokratikleşmeden söz etmek büyük bir yanılgıyı, saptırmayı ve gafleti oluşturur.
Son yüzyıldır bölgemizin ve insanlığın en temel sorunlarının başında gelen Kürt sorunu demek ki sadece zorlanıldığında sorun vardır demekle ve duyguları okşamakla çözülecek bir sorun değildir. Sorunun ağırlığını ve ciddiyetini bilerek sorunu doğru tespit etmek, sorunu çözmenin esasıdır.
Önder Apo, Kürt sorunun özünde nasıl bir Türkiye, Ortadoğu ve insanlık sorunu olduğunu son derece kapsamlıca çözümleyerek çözüm yolunu aydınlatmıştır. 1993 yılından itibaren Önder Apo ve PKK’nin yoğunlaşan demokratik çözüm arayış ve mücadelesi, günümüzde sadece Kürdistan halkının değil, Türkiye ve bölgemizdeki tarihsel sorunların çözümünde tek seçenek haline gelmiştir.
Kürt sorunun demokratik çözümü, öncelikle Kürt sorununu var eden ulus-devlet milliyetçiliğinin ve faşizminin aşılarak Demokratik Ulus anlayışının esas alınmasını gerektirir. Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil anlayışına dayalı faşist ulus-devlet yaklaşımı yerine, Demokratik Özerklik ve öz yönetime dayalı, tüm farklılıkların eşit ve özgürce bir arada yaşamasını esas alan Demokratik Konfederalizm, demokratik çözümün esasını oluşturur.
Kürt halkına yönelik yüz yıldır uygulanmakta olan soykırım, nasıl ki kapitalist modernite sisteminden, onun hegemonik güçlerinden ve başta Türk devleti olmak üzere Ortadoğu’da oluşturdukları faşist ulus-devletlerinden kaynaklıysa, Kürt sorunun demokratik çözümü de Demokratik Modernite alternatifiyle Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini, halkların tarihsel gerçeklere uygun olarak kardeşçe ve özgürce bir arada yaşamasını ifade eder.
Ulus-devlet milliyetçiliği aşılıp demokratik ulus çizgisi esas alınmadan, bu konuda köklü bir zihniyet ve siyaset değişimi yaşanmadan Kürt sorunu başta olmak üzere, Türkiye ve bölgemizin hiçbir sorununa çözüm üretilemeyeceği, aksine sorunların ve çatışmaların daha da derinleşeceği günümüzde net olarak açığa çıkmıştır.
Kendisini devletin sahibi gören ve devlet fideliğinde büyüyen iktidar guruplarının, güçlerinin bu milliyetçi, faşist zihniyet ve siyaseti aşıp aşamayacakları ya da nasıl aşabilecekleri hususu önemli olmakla birlikte incelenmesi gereken ayrı bir konu. Fakat CHP ve Kılıçdaroğlu’nun son dönem tavır ve açıklamalarının böylesine bir değişimin, dönüşümün işareti olmadığı çok net.
Adalet, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu
Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısından sonra muhalif basında Önder Apo’nun belirtmiş olduğu Adalet ve Hakikat Komisyonu yeniden gündeme gelerek tartışıldı. Elbetteki Önder Apo’nun belirttiği görüşlerin tartışılması önemlidir ve daha da geliştirmek gerekiyor.
Önder Apo, İmralı’da yazdığı beş ciltlik Demokratik Uygarlık Manifestosunda, yine Yol Haritası çalışmasında, avukatlarıyla, HDP ve devlet heyetiyle değişik tarihlerde yaptığı görüşmelerde devletin geçmişte işlemiş olduğu suçların açığa çıkarılarak yargılanması için Hakikat Komisyonun oluşturulmasına yönelik son derece kapsamlı değerlendirmeler yaparak, bu konuda yapılması gerekenleri netleştirmiştir.
Önder Apo’nun İmralı’da 15 Ağustos 2009 tarihinde hazırladığı, ‘Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları, Kürdistan’da Çözüm Modelleri (Yol Haritası)’ başlıklı belge, başlığından da anlaşılacağı üzere Türkiye’nin demokratikleşmesiyle Kürt sorununun çözümünün nasıl bir diyalektik birlik oluşturduğunu ifade etmesi açısından son derece tarihseldir.
Weşanên Serxwebûn tarafından birinci baskısı Mart 2011 tarihinde yapılarak kamuoyuna sunulan 120 sayfalık bu tarihsel belge, giriş ve sonuç bölümleri de dahil olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Tarihsel ve güncel boyutlarıyla insanlık, bölge ve Türkiye’de demokrasi sorunun ortaya çıkış nedenlerini çözümleyen Önder Apo, liberalizmin ters-yüz ederek çarpıttığı demokrasiyi, Demokratik Modernite Kuramı temelinde, kavramsal, kuramsal ve ilkesel olarak tarihsel özüne uygun olarak değerlendirmiştir. Türkiye’de demokrasi sorunun temellerini, nedenlerini ve demokratik anayasa çözümünü değerlendirdiği üçüncü bölümden sonra, tarihsel Kürt-Türk ilişkileri bağlamında, Kürt sorununun ortaya çıkışı, kapitalist modernite sistemi ve hegemonyasıyla ilişkisini Cumhuriyetin kuruluş ve kurgulanışıyla bağlantılı değerlendirdikten sonra, PKK’nin ortaya çıkışı, gelişimiyle birlikte Demokratik Ulus anlayışına dayalı KCK çözümünün en temel çözüm yolu olduğunu kapsamlıca değerlendirerek somutlaştırmıştır. Eylem Planı başlığı altında sunduğu 5. Bölümde Önderlik, Kürt sorunun çözümünde öne çıkan ve güncelde uygulanmaya çalışılan üç temel yaklaşımı tüm yönleriyle değerlendirmiştir. Birinci çözüm yolu olarak, TC’nin yüz yıldır uyguladığı inkarcı ve imhacı çözüm, ikinci yol olarak Başûr’da başını ABD’nin çektiği küresel kapitalist modernite sistemi ile bölge ulus-devlet gericiliğinin farklı nedenlerle de olsa desteklediği milliyetçi, ulus-devlet çizgisine dayanan ‘Küçük Kürdistan’ çözümü ve üçüncü yol olarak da Demokratik Ulus anlayışına dayalı demokratik çözüm modelini kapsamlıca değerlendirerek gerçek çözüm yolunu netleştirmiştir.
Demokratik çözümün temel aşamalarını da belirleyen Önder Apo, tüm tarafların üzerinde anlaşacağı, meclisin onayından geçmiş bir hakikat ve uzlaşma komisyonunun oluşturularak çatışmasızlık sürecini denetlemesi ve hukuksal düzenlemeleri yaparak sürecin sağlıklı gelişmesine öncülük etmesini belirtmiştir.
Daha önce 2004 yılında İmralı’da avukatlarıyla yaptığı bir görüşmede de Adalet ve Hakikat Komisyonun kurulması konusunda Önderlik, “Adalet ve Hakikat Komisyonu oluşmadan demokrasi gelişmez. Aydınlar, demokratlar bunu görmedikleri için AKP aldı başını gitti. Şimdi de Tayyip Erdoğan benim söylediklerimi söylüyor, derin demokrasi kavramını kullanıyor. Bu olmaz, bu rezaleti ortadan kaldırmak gerekiyor. Tehlike var. AKP bu tehlikenin başını çekiyor, cumhuriyetle çatışacak. Demokrasi programına ilişkin önceki belirtiklerimi de bir araya getirirsiniz, onlara sunarsınız. Ordu da engel olmaz. Onlar bizimle çatıştı, siyasal islam iktidara geldi. İslam’ın sadece bu yönü yok, onun bir de El Kaide’si var. Bunlar iyi anlatılmadı. Demokratik Türkiye programına kimse karşı çıkmaz.” diyerek, faşist AKP ve şefinin Türkiye için nasıl bir tehlike oluşturduğu ve bunu aşacak bir demokrasi anlayışının gelişmesi için neler yapılması gerektiğini daha o günlerden görerek herkesi uyarmış, demokrasi güçlerini harekete geçmeye çağırmıştı.
Benzer şekilde 2014 yılında da Önder Apo, İmralı’ya giden HDP heyetine, “Hakikatleri araştırma komisyonu şarttır. Cenazelerimizin akıbeti bile belli değil. Yeraltındaki binlerce insanımızı kimler öldürdü? Hakikat ve yüzleşme komisyonu şarttır. Bu devlet için de önemlidir. Devlet adına işlenmiş binlerce suç vardır. Sakineleri öldüren, Roboski’yi yapan, Yüksekova katliamı bunlar açığa çıkmalıdır. Binlerce konu var. Kurulacak komisyon bütün bunları açığa çıkarmalıdır. Bu komisyon, Türkiye’nin en değerli bilim insanlarından, hukukçularından oluşabilir. Bunlara soracaksınız. Barış ve çözüm için kararın var mı, yok mu? Biz büyük demokratik çözüme hazırız, siz hazır mısınız, değil misiniz? Elli bin kişi ölmüş, beş yüz bin kişi daha mı ölsün?” diyerek demokratik müzakere ve çözümde hakikatleri araştırma komisyonun kimlerden ve nasıl oluşabileceğini, görev ve sorumluklarının neler olduğunu net olarak ortaya koymuştur.
Helalleşme, devlet adına, devletin topluma karşı işlemiş olduğu suçların, suç olmaktan çıkarılarak devletin temizlenmesi, suçluların aklanması ve toplumun devlete yeniden biat etmesini ifade ederken, Hakikatleri Araştırma, devlet suçlarının açığa çıkarılarak yargılanmasını, demokratik zihniyet ve siyasetin gelişmesini, demokratik mücadele ve toplumsal örgütlülüğün geliştirilerek Türkiye’nin demokratikleştirilmesi anlamına gelir.
Önder Apo, Kürt sorununun demokratik çözümünü 1993 ateşkesiyle demokratik müzakere ve siyaset yoluyla geliştirmeye çalışmış, buna yönelik gerçekleştirilen uluslararası komplo ve İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı mücadele içinde gerçekleştirdiği paradigma değişimiyle bu yaklaşımı çok daha derinleştirmiştir.
Hakikatleri Araştırma Komisyonuyla Önder Apo esas olarak, demokratik siyasetle, müzakere ve diyalogla Kürt sorununu çözme konusunda Türkiye demokrasi güçlerinin, toplumunun sürece dahil olması ve Türkiye toplumunda faşist ulus-devletçi milliyetçiliğin aşılarak demokratik gelişimi açığa çıkarmaya çalışmıştır. Demokratik çözümü devletten bekleyen anlayış ve yaklaşımları sürekli eleştiren ve esas olarak da Türkiye toplumunda da bir zihniyet ve siyaset değişimini geliştirmeye çalışan Önder Apo’nun bu çabaları, AKP-MHP faşizminin teşhir ve yenilgisinde belirleyici olmuştur.
Bu nedenle Hakikatleri Araştırma Komisyonu, esas olarak devletin başta Kürdistan halkı olmak üzere tüm Türkiye toplumuna karşı işlemiş olduğu suçların açığa çıkarılarak yargılanmasını, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine tüm toplumsal kesimlerin müdahil olmasını, bu şekilde devlete karşı demokratik toplumun ve mücadelenin geliştirilmesinin önemli bir boyutunu ifade etmektedir.
Devletin AKP eliyle İmralı’da Önder Apo ile görüşmesinde temel amacın, Önderlik çizgimizin ve Hareketimizin tasfiye edilerek Kürt soykırımının tamamlanmasına yönelik olduğunu, Önder Apo bizzat görüşme sürecinde Hareketimizi, halkımızı ve tüm dostlarımızı uyararak açıklığa kavuşturmuştur. Devletin ve AKP’nin bu yaklaşımını çözümleyerek, fakat bunu da bir fırsat bilerek görüş ve düşünceleriyle Türkiye’de milliyetçi şoven anlayışların aşılması, demokratik zihniyet ve siyasetin gelişmesi konusunda büyük mücadele yürütmüştür. Önder Apo, İmralı’daki bu mücadelesi ile devletin tüm plan ve hesaplarını boşa çıkardığı gibi, Kürdistan’daki devrimci gelişmelerle Türkiye’deki devrimci-demokratik mücadelenin birliği ve gelişmesi konusunda HDP başta olmak üzere tarihsel gelişmelerin açığa çıkmasına öncülük etmiştir.
Önder Apo ve Hareketimizin tüm çabalarına rağmen demokratik siyaset ve müzakere yöntemi ile Kürt sorununu çözme konusunda mevcut inkarcı ve soykırımcı anlayışını değiştirmeyen AKP faşizmine karşı da Hareketimiz, 2011 1 Haziranından itibaren strateji değişikliğine giderek demokratik çözümü, Devrimci Halk Savaşıyla gerçekleştirmeyi esas almıştır.
Dolayısıyla nerdeyse otuz yılı bulan Kürt sorunun demokratik çözümünü demokratik siyaset, diyalog ve müzakere yöntemiyle geliştirme konusunda Önder Apo’nun ve Hareketimizin büyük çabalarına devletin ve sistem partilerinin tümünün yaklaşımı, yüzyıllık soykırım zihniyet ve siyasetine dayalı imha ve tasfiye olduğu tüm yönleriyle anlaşılır kılınmıştır.
Açığa çıkmış olan bu gerçeklikten çıkarılacak en büyük ders, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun eşitlik ve özgürlük temelinde çözümünü devletle ya da sistem partileriyle geliştirilecek yeni bir diyalog, çözüm sürecinden beklemeyi ve içi boş barış söylemlerini aşmak, demokratik çözümü devrimci-demokratik mücadeleyi daha da büyüterek ve tüm alanlara yayarak geliştirmek olmalıdır.
Kürdistan ve Türkiye’de devrimci-demokratik mücadelenin, AKP-MHP faşizmini yıkmanın eşiğine getirmesine rağmen halen tam olarak yıkamamış olmasında, böylesine bir beklentili, pasifist anlayış ve eğilimlerin tümden aşılamamış olmasının önemli rolü vardır. Helalleşme çağrısının taktiksel olarak demokrasi güçleriyle toplumda var olan böylesine bir beklentiye karşılık olarak da geliştirildiği açıktır.
Türkiye’de darbe ve restorasyon mekaniği
Yüzüncü yılına girecek olan faşist Cumhuriyet tarihi darbeler tarihidir de. Osmanlı ve İttihatçı mirasına uygun, iktidar çete ve klikleri arasındaki mücadelede başvurulan esas yöntem komplo, entrika ve darbeciliktir. Bu durumun bir yönü iktidar klikleri arasındaki çatışmalardan kaynaklı olsa da, diğer yönü içte gelişen devrimci-demokratik mücadelenin tasfiyesi ve Türk devletini küresel kapitalist sistemin ve hegemonik güçlerinin bölgesel ve küresel çıkarlarıyla yeniden uyumlu hale getirme, kullanma yaklaşımından kaynaklıdır.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat bu darbe süreçlerinin en bilinen örnekleridir. AKP ve faşist şefinin uluslararası komplo ile iktidara getirilişi, sonrasında AKP-Fetullahçılar arasında yaşanan iktidar çatışması, 15 Temmuz 2016 darbe provokasyonu ve sonrasında AKP’nin nerdeyse günlük olarak Kürdistan halkına, Türkiye toplumuna ve demokrasi güçlerine yönelik geliştirdiği darbeler, yüzyıllık devletin ve Türk egemen güçlerinin en temel özelliğinden kaynaklıdır. Yine bu darbelerin tümünün küresel kapitalist hegemonik gücün ve onun NATO gladyosunun planlaması, denetlemesi ve bilgisiyle gerçekleştirilmiş olması, faşist devletin emperyalizmin bölgedeki en temel ileri karakolu, gardiyanı olmasıyla bağlantılıdır. Ulus ve millet adına gerçekleştirildiği iddia edilen bu darbelerin, ulusal ve milli çıkarlardan öte ABD ve NATO’nun çıkarları için yapılmış olması, Türk egemen güçlerinin ve devletinin uşaklığının somut ifadesidir.
14 Temmuz Direnişi ve 15 Ağustos şanlı atılımıyla başlayan gerilla mücadelesi karşısında yenilen Türk ordusu günümüzde, devletin yaşamış olduğu çöküşü aşma, Kürdistan Özgürlük Mücadelesini ve Türkiye devrimci-demokratik mücadelesini ezerek devleti yeniden yapılandırma konusunda darbe yapamaz duruma gelmiştir.
Önder Apo’ya yönelik uluslararası komployu sonuca götürüp Hareketimizi ve mücadelemizi tasfiye edemediğinden, bu konuda başarısız kaldığından AKP’yi iktidara getiren ABD, tümden desteğini çekmemekle birlikte geçmişte olduğu gibi artık her yönüyle Erdoğan’a açıktan destek sunamaz duruma gelmiştir. ABD, AKP-MHP faşizminin bölgesel çıkarlarıyla çelişmeye başlaması ve ağır bir yük haline gelmesinden dolayı farklı alternatiflerin oluşmasına da açık-gizli destek sunar duruma gelmiştir.
CHP ve Kılıçdaroğlu’nun son dönem yaklaşımları ve helalleşme çağrısı işte böylesi bir süreçte, tamamen aynılaştırmamakla birlikte yine tarz ve yöntemde farklılıkları da olsa geçmişte Türk ordusunun yaptığı devleti yeniden dizayn ederek çöküşten kurtarma görevini üstlenmiş olduğuna işarete ediyor.
Ordu ve devlet adına üstlenmiş olduğu bu görevi yaparken direkt kendisinin iktidara gelmesinden çok İYİ Parti ve Meral Akşener’in hazırlandığını da iyi görmek gerekiyor. Zaten Meral Akşener’in kendisinin başbakan olmak istediğini açıklaması, Kılıçdaroğlu’nun da bunu onaylayarak desteklemesi bunun açık ifadesi oluyor. Geriye cumhurbaşkanının kim olacağı kalıyor. Hiç kuşkusuz ki Millet İttifakının cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde de CHP ve Kılıçdaroğlu’ndan ziyade, aday CHP’li olsa bile, İYİ Parti ve Meral Akşener’in belirleyici olacağı güncel yaşanan gelişmelerden açığa çıkmış bulunuyor.
Buraya kadar belirttiklerimizden AKP-MHP faşizmi ile CHP arasında ciddi bir çelişki ve çatışmanın olmadığı anlamı çıkmaz. Tam tersine 20 yıllık iktidarıyla devleti tamamen ele geçirmiş ve kendisini devletin sahibi gören mevcut iktidar ile, kurucusu olduğu devletin gerçek sahibi olarak kendisini gören ve devlet partisi olan CHP arasındaki çelişki ve çatışmalar çok yönlü ve derindir. Burada önemli olan husus bu çelişki ve çatışmaların hangi temel nedenlerden kaynaklandığı ve nasıl aşılmaya çalışıldığıdır. 20 yıllık iktidarı boyunca AKP’nin bir devlet yaklaşımı olarak PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını sonuca götürmesine tek bir itirazı olmayan, aksine Bakur, Rojava, Şengal, Başûr’daki katliam ve işgal saldırılarına en büyük desteği veren CHP’nin, bu yirmi yıllık soykırım siyasetinin iflasıyla birlikte AKP-MHP’ye karşı muhalefet etmeye başlaması işin esasıdır. İkinci yüzyılına siyasal islamla Kürt soykırımını tamamlayarak girmek isteyen devlet anlayışının iflas etmesiyle, klasik cumhuriyetçi devletçi çizgiyi yeniden hortlatmaya çalışması yaşanan çelişkinin özüdür. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun bu çelişki ve çatışmaları uzlaştırarak, iktidar klikleri arasında dengeyi oluşturup devleti yeniden yapılandırmaya çalışması, bunu yaparken de devrimci demokratik gelişmeyi yedeğine alarak etkisizleştirmek istemesi belirtmek istediğimiztemel husustur.
Darbeler başta olmak üzere, yüz yıllık cumhuriyet tarihinde yaşanan iktidar kaymalarında, devlet ve yönetim krizlerinde Kürt halkını kurban olarak seçilerek, devrimci-demokratik gelişmelerin tasfiye edilmesiyle devletin yeniden restore edilmesi, karşı devrimci hamleler olarak yaşanan en temel tarihsel gerçeklerin başında geliyor.
AKP-MHP faşizmi bunu soykırım siyasetiyle yapmaya çalışırken, CHP ve Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı ise buna karşı mücadele ediyor görüntüsü altında örtülü destek sunma ve helalleşmede olduğu gibi yaşanan çatışmaları uzlaştırarak, devrimci-demokratik mücadeleyi etkisizleştirmeye, yedeğine almaya yönelik açığa çıkıyor.
Elbetteki günümüzde AKP-MHP’nin Kürt düşmanlığından ve yürütmüş oldukları savaştan kaynaklı başta Kürdistan halkı ve Türkiye emekçileri, kadınları, demokrasi güçleri ve bir bütün olarak toplumu, büyük katliamla, baskıyla, işkenceyle, açlık-yoksulluk ve sefaletle karşı karşıya kalıyor. Yaşanan güncel gerçekliğin bir yönü bu olurken, diğer yönü de AKP-MHP faşizmi şahsında yenilen, dağılan ve çürüyenin yüz yıllık sömürgeci, soykırımcı, faşist TC’nin olmasıdır. Bunun da Kürdistan ve Türkiye halkları için büyük bir özgürlük ve devrimsel gelişmeyi, devrimci durumu ifade ettiği çok nettir.
Yaşanan kaos ve krizin bir yönü soykırım, işkence, katliam, baskı ve talan olurken, diğer yönü devrimci-demokratik gelişmeyi, büyük özgürlük durumunu oluşturuyor. Ve esas itibariyle AKP-MHP ile birlikte yüz yıllık TC’nin böylesi bir çürüme ve çöküş durumunu yaşaması, yani günceldeki devrimsel gelişmelerin açığa çıkması, büyük bedeller pahasına yarım asıra varan Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ile Türkiye’deki devrimci-demokratik mücadeleyle yakalanan düzey oluyor.
Türkiye’de yaşanan bu kaos ve krizin bölgesel ve küresel kapitalist modernitenin yaşadığı krizle de ilişki ve bağını değerlendirmek kadar esas itibarıyla Kürdistan halkına karşı yüz yıldır uygulanan bu soykırım siyasetinin büyük mücadeleyle yenilmiş olmasından kaynaklandığını iyi görmek gerekiyor.
Türkiye’nin demokratik devrimi için büyük imkan ve fırsatlar doğmuştur
Yaşanan bu krizin ve kaosun halklar ve ezilenler açısından çok daha büyük katliam, işkence ve baskı olarak derinleşmesi kadar, Türkiye’nin demokratik devrimini geliştirmek için de büyük imkan ve fırsatları açığa çıkardığını ve en temel güncel durumun ve görevin bu olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor.
Elbetteki AKP-MHP faşizminin Türkiye’yi nasıl bir kaos ve krize sürüklediğini, insanları açlığa mahkum ederek, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, emekçi düşmanı, doğa düşmanı, halklar ve insanlık düşmanı olduğunu sürekli belirtmek, toplumu aydınlatarak teşhir etmek önemlidir. Fakat bununla birlikte bundan daha önemli olan hususun, yaşanan bu çözülüş ve çöküşün büyük bedeller ödenerek, tarihi mücadeleyle nasıl açığa çıkarıldığını, bunun Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve tüm insanlık için ne denli büyük bir demokratik ve özgürlükçü gelişmeyi ifade ettiğini de iyi görmemiz gerekiyor. Bu mücadeleyi daha fazla geliştirip sonuca götürmek için AKP-MHP faşizmini yıkmanın, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik devrimini gerçekleştirmekle başarıya ulaştırılacak tarihi görev ve sorumluluklarımızı da ifade ettiğini görerek, daha fazla örgütlenerek, birlik oluşturup eyleme geçerek, topyekün devrimci demokratik mücadeleyi daha da büyütmemiz, yaşanan gelişmelere verilecek temel karşılık oluyor.
AKP-MHP faşizmi Kürdistan, Türkiye, bölge halklarının ve insanlığın baş düşmanıdır
Öz olarak, geçmişte büyük devrimci ustaların belirtmiş olduğu, devrimci durum, tam da şu an Türkiye’de yaşanan gelişmelerin en çarpıcı ve özlü ifadesi oluyor. Yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin yönetilmek istenmediği bir Türkiye gerçekliği, güncelde yaşananların özeti oluyor. Başta kadınlar olmak üzere, gençlerin, emekçilerin, işsizlerin, köylülerin ve bir avuç asalak sömürücü kesim dışında toplumun tüm kesimlerinin giderek büyüyen öfke ve mücadelesi böylesine coşkulu bir devrim sürecinin ta kendisi oluyor.
İlk girişte, helalleşmeyle ifade edilmek istenenin ne olduğuna dair belirttiğimiz beş temel hususa ek olarak, altıncı ve son olarak belirtmek istediğimiz esas husus, Türkiye’de yaşanan bu çöküş ve çürümeye karşı en güçlü olan devrimci-demokratik seçeneği etkisiz kılmayı da hedeflediğidir. Kılıçdaroğlu’nun helalleşmeyle, ‘bu ülkeye barışı getireceğim’ demesi, M. Kemal’in ‘gerekirse bu ülkeye komünizmi de biz getiririz’ demesiyle benzerdir. Ve esas olarak da belirttiğimiz gibi barış içinde kardeşçe bir ülke ve bölgede yaşamayı sağlayacak demokratik devrimin önünü kesmeye yöneliktir.
Nasıl ki KDP, Kürt ulusal birliğine küresel kapitalist hegemonik sistemin ve TC faşizminin dayattığı en etkili işbirlikçi-ihanetçi çizgi ise, CHP’de Kürdistan ve Türkiye halklarının birliğine, kardeşliğine, devrimci-demokratik ittifakına dayatılmış sosyal şoven çizgidir.
Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu demokratik devrimi önünde bu ilkel milliyetçi ve sosyal şoven çizgi, aşılması gereken en temel engellerin başında geliyor. AKP-MHP faşizmini yıkmak, KDP ve CHP’ye karşı da etkili mücadele yürütmeyi zorunlu kılıyor. Elbetteki AKP-MHP faşizmine karşı yürütülecek mücadele ile KDP’ye ve CHP’ye karşı yürütülecek mücadeleyi birbirine karıştırmamak gerekiyor. Her birinin özgünlüğünü, hassasiyetini bilerek, görerek ona göre yaklaşmak son derece önemlidir.
Hiç kuşkusuz CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik bu değerlendirmemiz AKP-MHP faşizminin baş düşman olduğu gerçekliğini göz ardı etmek anlamına gelmez. AKP-MHP faşizmi Kürdistan ve Türkiye halkının, bölge halklarının ve insanlığın baş düşmanıdır ve tüm alanlarda her yönüyle mücadele edilen, edilmesi gereken temel devrimci-demokratik ve insani görevdir. Bu durum son derece açık ve nettir. Bunun kadar açık ve net olan ve bu durumla birlikte ele alınması gereken temel husus, AKP-MHP faşizmini yüz yıllık soykırımcı, sömürgeci, faşist TC devlet gerçekliğinden bağımsız ele almanın, devlet içindeki iktidar çelişki ve çatışmalarından medet ummanın, krizden çıkışı bu çelişki ve çatışmalara bağlayarak CHP’de aramanın ciddi bir yanılgıyı ve tehlikeyi ifade ediyor olmasıdır.
Devlet ve iktidar klikleri, güçleri arasındaki çelişki ve çatışmaları devrimci demokratik mücadele açısından politik ustalıkla değerlendirmek son derece önemli ve zorunludur. Bu çelişki ve çatışmaları daha da derinleştirerek, taktik ilişki ve ittifaklarla düşman cephesini parçalamayı, zayıflatmayı başarmak devrimci politik sanatın temel özelliklerindendir. Diğer tüm konularda olduğu gibi bu konuda da Önder Apo’dan öğreneceğimiz çok şey vardır.
Bununla bağlantılı ve bunun kadar önemli olan diğer temel husus da verilen bedel ve yürütülen büyük mücadeleyle açığa çıkan bu kaos ve kriz durumunun aynı zamanda büyük bir devrimsel gelişme olarak Türkiye’nin demokratik devrimini yaşanan gerçeklik ve tek seçenek haline getirmiş olmasıdır. AKP-MHP faşizmini Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürdistan halkının özgürlüğü ilkesel yaklaşımıyla ve mücadelesiyle yerle bir etmek dışındaki tüm yaklaşımların başarıyı getirmeyeceğini iyi görmemiz ve bunun gereklerine göre hareket etmemiz zorunludur.
Dem Dema Azadiyê hamlemizle AKP-MHP faşizmini yıkarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelesi, bu nedenle Türkiye’nin demokratik devrim programı ve mücadelesidir de. Gerilla öncülüğünde yürüyen bu büyük mücadeleyi yaratıcı tarz ve taktiklerle, Türkiye emekçilerinin gelişen mücadelesiyle birleştirmek, bunu devrimci ve demokratik yol yöntemlerle daha da geliştirmek en temel görev ve sorumluluk olmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluşunda büyük emek sahibi olan Kürdistan halkı ve sosyalist, devrimci, demokratik güçler tasfiye edilerek Cumhuriyet dört başı mamur bir soykırımcı, sömürgeci, faşist devlet olarak şekillenmiştir. Buna rağmen Kürdistan ve Türkiye halkının kardeşçe, özgürce bir arada yaşamasını esas alan demokratik cumhuriyet çizgisi her zaman var olmuş ve büyük bedeller ödenerek mücadeleler verilmiştir.
Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin bu temel mirası, Önder Apo’nun tarihsel çıkışı ve öncülüğünde yürüyen yarım asırlık mücadeleyle Türkiye’nin demokratik devrimi olarak günümüzde halklarımızın en büyük özgürlük çizgisi ve mücadelesi düzeyini yakalamıştır.
Tek seçenek Demokratik Devrimdir
AKP-MHP faşizminin soykırım ve baskıyla, CHP’nin restorasyonla tasfiye etmeye, etkisizleştirmeye çalıştıkları bu çizgi ve mücadeleyi daha da geliştirip demokratik devrimle taçlandırmak, yüzyıldır halklarımızın başına musallat olmuş bu devlet denen ucube iktidar ve çete kliklerinden kurtulmanın tek yoludur.
AKP-MHP faşizmi, cumhuriyetin yüzüncü yılında Kürt soykırımını tamamlayıp ikinci Cumhuriyetin zaferini ilan etmek için her şeylerini ortaya koydu ve büyük kaybettiler. Tam yenilgilerinin ve gidişlerinin nasıl olacağı en temel husus olmakla birlikte, Dem Dema Azadiyê hamlemizle yürüyen büyük mücadelenin 2022 yılındaki en temel kararlaşması ve hedefidir.
CHP, AKP-MHP faşizminin bu tarihsel yenilgisini fırsat bilerek, mücadelemizle aşılmış olan inkarcı, soykırımcı, faşist TC’yi, diğer deyişle birinci Cumhuriyeti restore ederek yenilemeye çalışıyor. Deyim yerindeyse ölmüş eşeği diriltmek istiyor.
Devlet içinde son dönemde daha fazla açığa çıkan çatışmanın önemli bir yönünü bu iki faşist cumhuriyet anlayışı ve çizgisi oluşturuyor. Mücadelemiz karşısında yenilen her iki anlayış ve çizginin birbirlerine karşı tam egemen olamamaları yaşanan devlet ve iktidar krizinin temel nedeni oluyor.
Bu nedenle Türkiye’nin yaşadığı bu devlet krizi ve çözülüşünü herhangi bir sistem partisiyle aşması, yeniden kendisini yapılandırması ve sorunlara çözüm üretmesi mümkün değildir. Geriye tek seçenek olarak Türkiye demokratik devrimini daha da geliştirip sonuca götürmek ve Demokratik Cumhuriyeti inşa etmek kalıyor.
Bu uğurda birlikte mücadele etmeden, siyasette ortaklaşmadan Kürt-Türk kardeşliğinden, Türkiye’nin demokratikleşmesinden, özgürlük ve devrimden söz etmek ya bilinçli bir tasfiyeciliği ya da kendini kandırmayı ifade ediyor.
HBDH devrimci, HDK ve HDP demokratik mücadelenin birleşik örgütlülüğünü oluşturuyor. Kürdistan halkının özgürlük mücadelesiyle Türkiye’de gelişen demokrasi ve özgürlük mücadelesinin ortak öncü örgütleri oluyorlar. AKP-MHP faşizmine karşı yürüyen mücadelede tarihsel rolleri tartışılmaz olmakla birlikte bu mücadeleyi sonuca götürmek için ittifakları daha da geliştirme ve daha güçlü bir öncü örgüt konumuna ulaşmaları şart oluyor.
Özellikle HDK ve HDP’nin millet ve cumhur ittifakına karşı demokrasi ittifakını geliştirip büyütmesinde ilkel milliyetçi ve sosyal şoven anlayışlar temel engel olarak görülüp aşılmasını zorunlu kılıyor. Bu anlayışlardan kaynaklı liberal, pasifist ve sistem içi çözüm arayışlarından medet uman yaklaşım büyük imkan ve fırsatlara rağmen istenilen büyüme, gelişme ve öncülüğün yeterince açığa çıkmasını engelliyor.
Yine devrimci-demokratik mücadelede dar, dogmatik ve sekter örgüt ve mücadele anlayışı, birleşik mücadelenin etkisiz ve zayıf kalmasında diğer önemli bir etken oluyor. Liberal ve sekter anlayış ve yaklaşımlar özünde aynı küçük burjuva çizgisi olarak bir madalyonun iki yüzünü ifade ediyor.
Bu ve benzeri anlayışları, yaklaşımları, yetersizlikleri aşarak ortak mücadele birliklerini oluşturmak, her alanda ve her türlü yöntemle AKP-MHP faşizmine karşı demokratik devrim anlayışı ve programı temelinde mücadeleyi daha da büyütmek, Türkiye halkının ekmek ve sudan daha öncelikli ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca cevap olmak da devrimci ve demokrasi güçlerinin en temel tarihsel görev ve sorumluluğudur.