Rêber Apo üzerinde iki yıla yakındır ağır bir tecrit uygulanmakta. Tecridin bu düzeyde ağırlaşması, İmralı’ya giden CPT’nin hiçbir açıklama yapmaması İmralı odaklı mücadelenin ne kadar yoğun ve keskin geçtiğini göstermektedir. Rêber Apo özgür Kürdü yaratan ve mücadele eder hale getiren bir Önderliktir. Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek isteyen, Kürt halkına en ağır baskıları yapan AKP-MHP faşizminin Önderliğe yaklaşımının ne olacağı bellidir. Rêber Apo üzerinde yoğun bir psikolojik baskı yürütülmektedir. Rêber Apo ile zaman zaman görüşerek Özgürlük Hareketi’ni zayıflattıklarını, artık direnmemesi gerektiği mesajını vererek Rêber Apo’ya dayatmalarda bulunmaktadırlar. Rêber Apo da Kürt halkının varlığı, özgür ve demokratik yaşamı için olumlu yaklaşım içermeyen bu dayatmaları reddetmektedir. Özgür Kürdü yaratan bir Önderlik duruşu gösterdiğinden Rêber Apo üzerindeki ağır tecridi sürdürmektedirler.
Rêber Apo’nun duruşu direnişin kazandıracağı anlamına geliyor
Rêber Apo Türk devletinin yaklaşımından zayıfladıklarını, saldırılarının sonuç vermediğini görmekte, duruşuyla onlara Kürt sorununu çözmek için adım atmaktan başka bir çıkışınız yok mesajı vermektedir. Rêber Apo mücadelenin keskin bir çizgide yürüdüğünü ve mücadele edildiğinde büyük kazanılacağını görmektedir. Bu nedenle bu mücadeleyi gevşetecek bir tutum içine girmemektedir. Rêber Apo’nun duruşu ve sürdürülen ağır tecrit eğer direnirseniz büyük kazanırsınız anlamına gelmektedir.
Rêber Apo Türk devletinin tüm şifrelerini çözmüştür. Bu açıdan AKP-MHP iktidarının Kürt soykırımına kilitlendiğini; her konuşması ve adımının Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmeye yönelik özel savaş niteliğinde olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu açıdan hiçbir hilelerini Rêber Apo’nun gözünden kaçıramazlar. Rêber Apo’nun eğittiği bu Hareket de Türk devlet gerçeğini çok iyi bilmektedir. Bu devletin ruhunu okuyan bir Özgürlük Hareketi gerçeği vardır. Zaten bu nedenle Özgürlük Hareketi 50 yıldır ayakta kalarak güçlenmesini sürdürmektedir.
Ağır tecritle hem Rêber Apo’dan intikam alınmakta hem de Rêber Apo’nun düşüncelerinin Harekete, halka ve tüm insanlığa yansımasını engellemeye çalışmaktadırlar. Rêber Apo’nun düşüncelerinin, kendilerinin her türlü silahlarından daha etkili ve sonuç alıcı olduğunu görmüşlerdir. Ancak tecrit uygulasalar da Rêber Apo’nun düşünceleri duvarları aşmış, tüm dünyaya yayılmıştır. Rêber Apo paradigmasını öyle net ve sade olarak sistematik biçimde ortaya koymuştur ki, artık bu düşüncelerin engellenmesi düşünülemez. Rêber Apo’nun savunmaları ve çözümlemeleri üzerinde yoğunlaşan herkes hangi durumda nasıl davranılacağını öğrenir. Nitekim Rêber Apo paradigmasını süzülmüş bal kıvamında sunduğunu, söyleyerek bu gerçeği ifade etmiştir.
Yakın zamanda Rêber Apo üzerindeki tecride karşı mücadele eden ve özgürlüğü için çalışan heyet Türkiye’de yaptıkları toplantılarda İmralı’da tecrit uygulansa da Rêber Apo’nun düşüncelerinin tüm dünyaya yayıldığını söylemiştir. Bu nedenle tarihin en büyük özgürlük ve demokrasi önderi ile soykırımcı sömürgeci faşist Türk devleti arasında büyük bir mücadele sürmektedir. 24 yıl, bu mücadelenin çarpıcı tarihi olmaktadır. Faşist Türk devletinin, başta kadınlar olmak üzere tüm insanlığın toplumsal özgürlük ve demokrasi önderi olan Rêber Apo karşısında yenilgisi kaçınılmazdır. Şu anda Türk devleti tüm kadınlara ve insanlığa karşı bir savaş yürütmektedir. Rêber Apo üzerindeki tecrit bu anlama gelmektedir.
Tecride doğru anlam yükleyenler mücadelede yanlış yapmaz
En somut olarak da Kürt halkının varlığına ve özgürlüğüne savaş açmış bulunmaktadır. Rêber Apo’ya yönelik tecrit ve psikolojik baskı bu gerçekliği tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Bu denklemi anlamayanlar Kürt sorununu doğru anlayarak doğru mücadele veremezler. Bu denklemi doğru anlamak da Önderlik gerçeğini derinliğine bilince çıkarmakla olur. Rêber Apo’ya yüzeysel yaklaşım Kürt sorununu doğru anlamamak olduğu kadar, düşmanı da anlamamaktır. Tecridin derin, ideolojik, siyasal, toplumsal ve ulusal anlamı bulunmaktadır. Tecridi anlayanlar mücadelede yanlışlık yapmaz ve güçlü mücadele verirler. Bu açıdan tecride karşı kararlı mücadele verenler, bu mücadeleyi somut olarak Rêber Apo’nun özgürlük mücadelesi haline getirenler, bunun Kürt halkının özgürlüğü, kadınların özgürlüğü ve insanlığın özgürlüğü ile bağını kuranlar doğru mücadele yürütenlerdir. Ne zaman tecride karşı duyarsızlık varsa, Rêber Apo’nun özgürlüğü için mücadelede yetersizlik varsa bu genel mücadelenin de yetersiz verildiği ve verileceği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla tecridi ve tecride karşı mücadeleyi gündemde tutmak, Rêber Apo’nun özgürlük mücadelesini yükseltmek çok önemli olmaktadır.
Şu anda Özgürlük Hareketimiz ve dostları açısından tecride karşı mücadele ve Rêber Apo’nun özgürleştirilmesi önemli gündemdir. Tabi ki bu mücadele genel mücadeleden ayrı düşünülemez. Zaten genel mücadele yürütülmeden tecride karşı verilen mücadele de etkili kılınamaz. Bu iki mücadele birbirini güçlendirmekte ve etkili kılmaktadır. Tecride karşı mücadele sadece Kürt halkının ve Özgürlük Hareketimizin yürüttüğü mücadele değildir. Tüm dünyadaki demokratik güçlerin de önemli bir mücadele gündemi haline gelmiştir. Kapsamı, zenginliği ve derinliği Mandela’nın özgürleştirilmesi mücadelesini aşmıştır. Rêber Apo’nun özgürlüğü için mücadele edenlerin yelpazesi çok genişlemiştir. Özellikle kadınların, emekçilerin, ekolojistlerin, sosyalistlerin, radikal demokrasi verenlerin bu mücadele içinde yer almaları Rêber Apo’nun özgürleştirilmesi mücadelesini daha anlamlı hale getirmiştir. Sadece bir kişinin özgürlüğü olmaktan çıkmış, insanlığın genel özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en temel boyutlarından biri haline gelmiştir.
Şunu belirtmeliyiz ki, bugün Türk devletinin uluslararası alanda çok boyutlu teşhir olmasında tecride karşı mücadele ve Rêber Apo’nun özgürlüğünün bu mücadelenin merkezine konulmasının çok önemli rolü olmaktadır. Türk devletinin demokrasi ve özgürlük düşmanlığı bu Önderliğe yönelik yaklaşımda en somut biçimde görülmektedir. Demokrasi güçleri bu düşmanlığın Kürt halkına düşmanlık olduğunu görmekte, bu çerçevede Türk devletinin Kürtler üzerinde soykırım politikası uyguladığını çok iyi anlamaktadırlar.
Öte yandan Rêber Apo’nun düşüncelerinin yaygınlaşması da tecride karşı mücadeleyi ve Rêber Apo’ya özgürlük kampanyasını daha güçlü hale getirmektedir. Berlin’de yapılan kadın konferansı bu gerçeği çok çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Bu açıdan Rêber Apo’ya özgürlük mücadelesini bir de Rêber Apo’nun paradigmasının tüm dünyada tanınmasını sağlamakla yükseltmek gerekmektedir.
Tecridin neden uygulandığını anlamak, bu çerçevede Rêber Apo’ya özgürlük mücadelesini yürütmek ve bunu genel mücadelenin odağına koymak sadece Özgürlük Hareketimiz açısından değil, halkımız açısından da güçlü bir bilinç sıçramasını beraberinde getirir. Kuşkusuz Özgürlük Hareketi militanlarının bilinç düzeyenin yükselmesinde tecride karşı mücadeleyi Rêber Apo’nun özgürlüğü biçiminde yürütmesi ve bunu genel mücadelenin odağına koymasının belirleyici rolü vardır. Bu açıdan bu gerçekliği halkımızın ve tüm dostların da derinliğine anlamaları Mücadelemizin büyük sıçramalar yapmasını sağlamaktadır. Nitekim her türlü saldırıya karşı mücadelemizin gelişmesinde bu bilincin yükselmesinin büyük payı vardır. Bu bilincin yükselmesi Rêber Apo’nun özgürlüğü için mücadeleye yeni boyutlar kazandıracaktır.
Mücadelemiz sonucu, AKP-MHP iktidarı kendini dünyadaki çatışan güçlerin arasına koyup, bunların çatışmalarından yararlanarak varlığını sürdürmeye, ayakta kalmaya çalışmaktadır. AKP-MHP iktidarını çılgınlaştıran, ne yapacağını bilemez hale getiren de budur. Rusya-Ukrayna savaşını böyle ele alıyor. NATO ve Rusya da Türkiye’yi bu savaş ortamında diğerinin yanına itmemek için Türkiye’ye taviz vermektedirler. Saldırılarına, her türlü hukuk ve ahlak dışı uygulamalarına göz yummaktadırlar.
AKP-MHP faşist iktidarı Medya Savunma Alanları’nda bataklığa saplanmıştır
AKP-MHP faşist iktidarı 2021’de Garê, Metîna ve Avaşîn saldırılarından sonuç alıp erken seçime gitmeyi hedefliyordu. 14 Nisan 2022’de başlattığı işgal saldırılarını da bu amaçla yaptı. Ancak 7 aydır her saniyesi savaş olan bu girişiminden de sonuç alamadı. Şu anda Medya Savunma Alanları’nda bir bataklığa saplanmış durumdadır. Bu durum AKP-MHP ittifakını dış güçlerin politikalarının uzantısı haline getirdiği gibi; içerde de siyasi iç savaş denilebilecek derin bir kriz içine girmiştir. Türkiye’nin ekonomik imkanları bu kirli savaşa harcanınca ekonomik alanda da ciddi bir kriz yaşamaktadır. Bunlar ahlaki, vicdani, kültürel ve toplumsal bir çürüme ortaya çıkarmıştır. Türkiye, 1990’lı yılların sonuna doğru yaşadığı derin kirlilik ve çürümeyi bugün çok daha boyutlu yaşamaktadır.
7 aydan fazladır gerillanın gösterdiği direniş fedaice gerçekleşmiştir. Daha şimdiden tarihe fedai savaşın en çarpıcı örneği olarak geçmiştir. Direnen fedailerin duyguları insanlığın tarih içinde ortaya koyduğu güzel duyguların en rafine ve en güzel halini ifade etmektedir. En güçlü edebiyatçı ve sanatçıların bile ifade edemeyeceği derin ve kapsamlı güzel değerleri bu fedai direnişte bulmak mümkündür. Rêber Apo, ortaya koyduğu paradigmayı süzülmüş bal kıvamında sunduğunu vurgulamıştır. Direnişçilerin fedai duyguları da süzülmüş bal kıvamındadır! İnsanlığın hak, vicdan, adalet, ahlak, özgürlük ve demokrasi duygularını en güzel haliyle temsil etmektedirler. Bu halleriyle kutsallığın ta kendileridirler. Bundan daha iyi ve değerli kutsallık bulunamaz. Bir zamanlar Che Guevara’nın ‘ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi…’ sözleri devrimcilerin en fazla kullandığı bir sözdü. Gerillalar şimdi bu duyguları sadece söz olarak söylemiyorlar; şehadet öncesi düşmana meydan okuyan gülüşleriyle fedailiğin resmini çiziyorlar. Bu duruşlarıyla tüm insanlığı kıskandırıyorlar. Onlardan daha büyük yaşamı anlamlandıranlar olabilir mi? 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişçilerinin de şehadete yaklaştıkları anları en moralli anlarıydı. Şimdi de kadın-erkek gerillalarımız 14 Temmuz Direnişçileri’nin mükemmel temsilcileri, takipçileri olduklarını ortaya koymuşlardır.
Bu direniş işgal saldırısını başarısız kılmış; Türk ordusuna tarihi bir ders vermiştir. Faşist Türk devleti yenilgiyle yüz yüze kalınca bu durumdan çıkmak için kimyasal silahın her türlüsünü kullanmıştır. Böylelikle direnişi kıracağını sanmıştır. Ancak iradesi kırılan işgalciler olmuştur. Bugün Türkiye’de yaşanan krizi yaratan da bu tarihi direniştir. Bu direniş Kürt halkının var olma, özgür ve demokratik yaşam direnişi olduğu gibi Ortadoğu halklarının da özgürlük ve demokrasi direnişidir. Özgürlük ve demokrasi düşmanlarının burnunun sürtülmesi Ortadoğu’nun tüm özgürlük ve demokrasi güçlerine güç vermektedir. Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi güçlerini bu direniş ayakta tutmaktadır. Bu açıdan gerillalarımızın direnişi tüm Ortadoğu halklarının direnişi haline gelmiştir.
TC’nin kimyasal silah kullanması da yenilgisini ifade etmektedir. Savaş tünelleri ile hareketli timlere dayalı savaş tarzı işgalcilere kabuslar yaşatmaktadır. Demokrasi ve özgürlük düşmanlığı ile teşhir olan TC bir de kimyasal silah kullanımıyla teşhir olmuştur. Uluslararası kuruluşlar ve ilgili kurumlar ne kadar duyarsız olsalar da halkımızın ve dostların kimyasal silahları gündemden düşürmemesi ve kimyasalla şehit düşen yoldaşlarımızın görüntülerinin kamuoyuyla paylaşılması Türk devletinin kimyasal silah kullanımını açık hale getirmiştir. Türkiye’de Şebnem Korur Fincancı’nın belirtilerin kimyasal silah olduğunu söylemesi üzerine tutuklanması Türk devletini daha fazla teşhir etmiş; dünyada Türk devletinin kimyasal silah kullanan bir devlet olduğunun görülmesini beraberinde getirmiştir. İşgal güçlerinin kullandığı kimyasal silahlar kendisini vurur hale gelmiştir. Bu kadar teşhir olmuş saldırgan bir gücün kaybetmesi kaçınılmazdır. Özgürlük mücadelemiz 2022 yılını hem gerilla direnişi, hem halkımızın direniş ve demokratik güçlerin dayanışmasıyla başarılı bir mücadele yılı haline getirmiştir. Özgürlük mücadelemiz çok boyutlu yeni kazanımlar elde ederken AKP-MHP faşist iktidarı şahsında soykırımcı sömürgeci güçler kaybetmiştir.
Kadınlar özgürlük mücadelesinin en fedai gücü haline geldi
Kürt özgürlük mücadelesinin nasıl bir irade ve büyük bedeller verilerek yürütüldüğünün en somut kanıtı da Mersin Mezitli’de polis evine yapılan eylemde Sara ve Rûken yoldaşların ortaya koyduğu duruş olmuştur. Rûken ve Sara yoldaşlar şahsında Kürt halkının özgür ve demokratik yaşama aşık bir halk haline geldiği bir daha görülmüştür. Böyle fedaileri olan bir halkın özgürlük mücadelesi yenilgiye uğratılamaz. Rûken ve Sara yoldaşların eylemi Kürt toplumunda anlamlı yaşam ölçülerinin yükseldiğinin de kanıtı olmaktadır. Kürdistan’da 1990’lı yıllarda gerçekleşen serhildanlar tüm toplumu özgürlük mücadelesi içine çekti. Kadınlar geleneksel ataerkil kalıpları kırınca özgürlük mücadelesinin en fedai gücü haline geldiler. 1990’lı yıllardan sonra fedai eylemlerin çoğunluğunun kadınlar tarafından gerçekleşmesi tarih içinde kadınların özgürlüğe susamış olmalarını ifade etmektedir. Zekiye Alkan, Rahşan Demirel, Ronahî ve Bêrîvan, Zîlan, uluslararası komplodan sonra kendisini feda eden kadın yoldaşlar, Arîn Mîrkan, Doğa, Eylem, Sema Koçer ve en son halka olarak Sara ve Rûken yoldaşlar Kürt toplumsal gerçeğinde kadının hem toplumuna, ülkesine sahiplenmesinin, hem de özgür yaşam tutkusunun yüksekliğinin ifadesidir. Kadın köleliğinin derinliği özgürlük tutkusunun da sınırsız olmasını koşullamıştır. Rêber Apo, toplum ve kadın çözümlemeleriyle kadındaki yurtseverlik, özgürlük ve demokrasi enerjisini en yüksek düzeyde ortaya çıkarmıştır. Bu çözümlemeler sadece Kürdistan’da değil, tüm dünyada kadınların toplumsal özgürlük, toplumsal demokrasi enerjisini ortaya çıkarmıştır. Önderliğin kadın ve toplum çözümlemeleri en fazla da kadının toplumuna bağlanmasını sağlamıştır. Toplum kadınsız, kadın toplumsuz olmaz. Bu nedenle toplumu dağıtan maddiyatçılık ve bireycilik de kadının özünün reddettiği olgulardır.
Kadın özgür ve demokratik yaşamı, toplumu en fazla sahiplenen olduğu gibi, bunlar tehlikeye girdiğinde bunlar için de en büyük fedakarlığı yapandır. Sara ve Rûken yoldaşların eylemine bir de bu çerçeveden bakmak lazım. Özgürlük mücadelemizin kritik bir aşamaya geldiği, büyük kazanma imkanlarının arttığı; bunun yanında tehlikenin de bir o kadar büyük olduğunun görülmesi, kadın yoldaşlarımızı eylem anındaki görüntülerde kendini dışa vuran büyük fedai eyleme yöneltmiştir. Bu eylem doğru anlaşılırsa o zaman mücadeleye daha doğru ve sorumlu yaklaşılır. Rêber Apo özgürlük kolay kazanılabilseydi Ronahî, ve Bêrîvan arkadaşlar kendilerini ateş topu yapmazlardı, değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu eylem şahsında her kadro, her yurtsever mücadelemizin nasıl kritik bir aşamada olduğunu anlamalıdır. Bu eylemden sonra yapılan sorumsuz açıklamalar bu gerçeğin görülmemesini ifade etmektedir. Ancak bu eylemin tüm Kürt toplumunu sarstığı açıktır. Herkese yurtseverlik görevlerini en fazla da bu zamanda yapma çağrısı olmuştur. Sara ve Rûken yoldaşların çağrısı kadrolarımızda da halkımızda da yankısını bulmuştur. Nitekim her yerde halkımız daha yoğun ve cesaretlice mücadeleye yönelmiştir.
Halkımızın varlığına ve Özgürlük Hareketimize yönelik nasıl bir saldırı olduğunu en somut olarak AKP-MHP politikalarında görebiliriz. Özgür Kürde ait ne varsa tümüne saldırmaktadır. Terör neredeyse orada yok edeceğiz, denilmesi ve bunun bir politika haline getirilmesi söz konusudur. Bakur’da ve Türkiye’de halkımıza, demokratik siyasal alan ve demokratik kurumlara ve tüm demokrasi güçlerine yönelik saldırı bu yok etme politikasının sonucudur. Medya Savunma Alanları, Şengal, Mexmûr ve Rojava’ya sürekli saldırmaktadır. Rojhilat güçlerine karşı İran devletinden daha fazla bir saldırganlık içindedir. Zaten Türk devleti İran’a, sizin düşmanlarınıza da saldırıyorum, diyerek İran’ı da kendi politikalarının parçası yapmak istemektedir. Asos ve Pencevin’e yönelik saldırılar bunu amaçlamaktadır. AKP-MHP iktidarı soykırımcı amaçla iktidarda kalma amacını birleştirdiğinden kirli savaşı dizginsiz hale getirmiştir. Pervasızca kimyasal silah kullanması da bu nedenledir. Kendi askerini yakması da Taksim’de bomba patlatması da bu nedenledir. Özellikle siyasi meşruiyet tazelemek için seçim kazanmaya ihtiyaç duyduğundan seçime kadar her türlü kirli oyunlar içine girecek ve saldırılarını artıracaktır. Zaten seçim kazanmak için Türkiye’nin tüm imkanlarını kumar masasına sürer gibi kullanmakta ve harcamaktadır. Bugün Türkiye’de halkın ekonomik sıkıntısından söz edilmektedir. Seçim kazanmak için mevcut ekonomiyi, imkanları sonuna kadar kullandığından seçim sonrası halkı daha büyük sıkıntılar beklemektedir.
Rojava Devrimi tasfiye edilmek isteniyor
Türkiye Kürtler için soykırımcı güç olurken, tüm bölge ülkelerini de tehdit etmektedir. Irak’taki siyasi krizin en temel sorumlularından biri de Türk devletidir. KDP ile birlikte Irak’ı süreklileşen bir siyasi kriz içinde tutmaktadır. Suriye’de kirli planlar yapmaktadır. Afrin’in ÖSO elinden alınıp El Nusra’ya teslim edilmesi bu kirli planlarını ne düzeye çıkaracağını göstermiştir. Yıllardır kullandığı, savaştırdığı, binlercesini ölüme sürüklediği ÖSO’yu şimdi pazarlamakta ve satmaktadır. El Nusra’yı da şimdi yanına alıp hem Rojava Devrimi’ne karşı saldırtmaya hem de palazlandırıp büyüterek daha sonra kirli pazarlıklar temelinde satmayı hesaplamaktadır. Bu planda en temel amaç ise Rojava Devrimi’ni tasfiye etmektir. Her gücün bu tasfiyeye destek vermesini sağlamaktır. Özellikle Suriye devletini Rojava Devrimine saldırtmak istemesi önemli bir hedefidir.
20 Kasım’da Rojava’da yaptığı saldırılarda Suriye rejim güçlerini de hedeflemiştir. Bunu da Suriye’yi Rojava Devrimine yöneltmek için yapmaktadır. Suriye’yi kendi istekleri doğrultusunda bir uzlaşmaya çekme politikası yürütmektedir. Taksim saldırısını gerekçe yaparak Rojava’ya saldırması AKP-MHP faşist iktidarının Rojava’ya yönelik hava saldırılarını daha sık ve kapsamlı yapacağını göstermektedir. Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle ABD ve Rusya’nın da kendisine bu konuda onay vereceğini ya da sessiz kalacağını hesaplayarak bu saldırıları bundan sonra da gerçekleştirecektir. Bu saldırılarında Rojava Devrimi’ni tasfiye etme yanında şovenizmi kışkırtarak oyunu artırıp seçim kazanma hesabı da vardır.
AKP-MHP iktidarı bu saldırıları yıkılmamak için yapmaktadır; Türkiye’nin tüm imkanlarını (ekonomik, diplomatik, siyasi vb) bu kumar için kullandığından mevcut durumda sadece AKP-MHP iktidarı değil, bir bütün Türk devleti zayıf bir konumdadır. Böyle bir saldırgana karşı direnildiğinde büyük kazanılacağı açıktır. Her bakımdan çıkmaza giren ve çürüyen bu gücü yenilgiye uğratmak her zamankinden daha imkan haline gelmiştir. Türkiye’de faşizmin kendini tümden yeniden yapılandırma ve kurumlaştırma çabası olsa da köklü bir değişimin ve bunu sağlatacak demokratik devrimin gerçekleşme zemini ve imkanları daha fazladır.
Türkiye için kritik olduğu belirtilen bir seçimden söz ediliyor. Ancak AKP-MHP faşizmi seçimi sadece ve sadece kendine içerde ve dışarda siyasi meşruiyet sağlayacak bir araç olarak görüyor. Kendilerinin iktidarda kalmasını beka sorunu olarak gördüklerinden iktidarı bırakmak istemeyeceklerdir. AKP-MHP iktidarı kendi dışındaki muhalefeti ihanetle suçlamaktadır. AKP-MHP iktidarının esas yönlendiricisi olan MHP sistem içi muhalefet olan 6’lı masayı ihanet masası olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla ihanetçi olarak gördüklerine iktidarı bırakmayacakları açıktır. Tüm iç ve dış politikası ve uygulamalarını da seçimi kazanma üzerine kurmuştur. Rojava ve Medya Savunma Alanları’na saldırının önemli bir amacı da şovenizmi şahlandırıp iktidarını ayakta tutmaktır. Tüm dünyada faşist güçler iktidarını sürdürmek için iç ve dış düşman yaratırlar. AKP-MHP iktidarı o kadar sıkışmıştır ki, içerde ve dışarda her gün yeni bir iç düşman yaratmaktadır.
AKP-MHP faşist iktidarının seçimle gideceği anlayışına karşı durulmalı
Her iktidar tabi ki kazanacağı bir seçim yapmak ister. Hile ya da başka yollarla seçimi kazanıp siyasal meşruiyet sağlamak ister. Ancak AKP-MHP iktidarının normal koşullarda seçim kazanma imkanı yoktur. O zaman bu iktidar her türlü oyuna ve komploya başvuracaktır. Bu açıdan seçimden önce bu iktidarı düşürecek bir örgütlenme ve mücadeleye ihtiyaç vardır. Öyle bir mücadele yürütülmeli ki, seçim olsa dahi bu seçimde mevcut yenilgisini resmileştirecek bir duruşun ortaya çıkarılması gerekir. Yoksa halk istemiyor, seçim olursa bu iktidar gider, demek kendini ve halkı aldatmak olur. En başta da bu iktidar gerçeğini doğru anlamamak olur. Bu açıdan toplumu örgütleyip mücadele etmeden seçime gitmek AKP-MHP faşist iktidarının ayakta kalmasını sağlar. Böyle bir ortamda hileli ve oyunlarla dolu bir seçimle AKP-MHP faşizmi iktidarda kalarak Kürt soykırımını tamamlamak için saldırılarını artırırken, demokrasi güçlerini de tümden ezerek Türkiye’yi dinci faşist bir diktatörlükle yeniden şekillendirir. Bu, sadece Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri açısından değil, tüm Ortadoğu halkları için çok olumsuz sonuçlar doğurur.
Bu açıdan yıkılmakla yüz yüze kalmış AKP-MHP faşist iktidarına nefes aldıracak olan bu iktidarın mücadelesiz seçimle gideceği anlayışına karşı durmak; toplumu mücadelesiz bırakacak bu yanlış yaklaşımları teşhir ederek toplumu mücadele içine çekmek çok çok önemlidir. Bu yaklaşımla doğru seçim politikasını iç içe yürütmek gerekir. Seçimi önemsiz görmemek, ancak faşizmin mücadelesiz seçimle gideceği gibi bir gafletin içinde olanların durumuna da düşmemek önemlidir.
Bu seçimde HDP’nin ve oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu nedenle faşist iktidar HDP üzerinde birçok oyun oynamaktadır. AKP-MHP faşist iktidarının Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezme ve Kürdü soykırıma uğratma dışında bir politikası yoktur. Zaten Türkiye’de Kürt sorunu demokratikleşme dışında çözülemez. Demokratikleşme dışında, demokratik olmayan güçler tarafından Kürt sorununun çözüleceğini sanmak Türkiye’deki Kürt sorununu anlamamaktır. Türkiye’nin Kürt politikasını anlamamaktır. Türkiye’deki Kürt sorununu ve Kürt politikasını dünyanın başka yerlerindeki ulusal ve siyasi sorunlarla karıştırmaktır; benzer bir sorunmuş gibi ele almaktır. Türkiye’de Kürtleri soykırıma uğratmayı hedefleyen bir devlet politikası vardır. Bu devletin temel stratejisi budur. Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Türkiye’de bu yönlü köklü bir zihniyet ve siyasi anlayış oluşmuştur. Bu anlayış önemli oranda topluma da kabul ettirilmiştir. Türkiye’de Kürt sorununun çözümsüzlüğü taleplerin azlığı ya da çokluğu ile ilgili değildir. Tamamen bir inkarcılık ve yok etme anlayışı vardır. Türkiye’deki devlet gericiliğini de faşizmi de toplumdaki şovenizmi de bu anlayış yaratmaktadır. Bu anlayış kırılmadan Türkiye’de Kürt sorunu çözülemez. Bu da ancak demokratikleşme ile demokratik bir yönetimle sağlanabilir. Bunun için Kürtlerin nasıl bir statü kazanacağından önce Kürdün kimliği, dili ve kültürüyle varlığının kabul edilmesi gerekir. Belki çözüm Kürtlerin istediği düzeyde olmaz, ancak varlığını kabul edecek ve geleceğe taşımasını sağlayacak bir çözüm de asgari bir demokratik anlayışla mümkün olur. Bu açıdan dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi sıkıştığı ve zorlandığında sağ iktidarların da demokratik olmayan iktidarların da bu sorunu çözeceğini düşünmek Kürt sorunu söz konusu olduğunda gaflet olur. Bu çerçeveden bakıldığında AKP’den bir çözüm beklemek kendini kandırmak ve soykırımcı sistemin özel savaş oyununa gelmek olur.
Rêber Apo’nun, AKP’nin demokratikleşme iddiasıyla iktidara geldiği, bu nedenle içerden ve dışardan destek gördüğü dönemde bile hedefi Türkiye’de demokratik anlayışı geliştirmek olmuştur. AKP iktidarını, dolayısıyla devleti asgari bir demokratik sistem içine çekmeyi hedeflemiştir. Bu nedenle Oslo görüşmeleri sürecinde 2011 12 Haziran seçimi öncesi sunduğu 10 maddelik talepte de Dolmabahçe Mutabakatı’nda da esas olarak demokratikleşmenin yolunu döşeyen ve demokratikleşmeyi sağlayacak talepleri esas almıştır. AKP’yi böyle bir adım atmaya zorlamıştır. Dışarda ve içerde aldığı desteğe dayanarak bu adım attırma politikasını izlemiştir. Ancak AKP o dönemde bile bu demokratikleşme sürecine girmemiştir. Şimdi ise tamamen hem destekleriyle hem de karakteriyle o dönemin çok uzağında olan AKP’nin bazı adımlar atacağını ya da bazılarının ifadesiyle yeni bir çözüm süreci içine gireceğini düşünmek apolitiklik olur, saf dillik olur. Kaldı ki biz Hareket olarak o süreci çözüm süreci değil, AKP’yi çözüm sürecine sokma süreci olarak ele aldık.
Ancak AKP, HDP ve ittifakının seçimde kendilerine kaybettireceğini gördüğü için HDP seçmeninin kafasını karıştırma ve tereddüt yaratma politikası yürütmektedir. HDP seçmeni kendisine oy vermese de yarısını, hatta üçte birini sandığa gitmesini engellerse bu, kendilerine seçimi kazandıracak bir durum ortaya çıkarabilir. Bu açıdan AKP’nin bir anayasa maddesi için HDP’lilerin ayağına gitmesi tamamen HDP’lilerin bir kısmının sandığa gitmesini engellemek amaçlıdır. Bunu HDP’liler de Kürt halkı da demokratik kamuoyu da bilmelidir. Aslında resmi muhalefetin bu görüşmeyi hemen acaba bir açılım mı oluyor, HDP ile AKP anlaşıyor mu diyerek bir gündem oluşturmaları AKP-MHP faşist iktidarının politikasına hizmet etmekten başka bir anlam taşımıyor. Muhalefet de bu yaklaşımla belki HDP ve ittifak oylarının bir kısmı böylece bize kayar, diye de düşünmüş olabilir. Bu durumda AKP’nin HDP’lilerle görüşmesini sanki AKP ile bir uzlaşma olacakmış gibi ele almaları tamamen AKP’ye hizmet eden bir politika olmaktadır. Birçok konuda izlediği politikalarla AKP-MHP iktidarına hizmet ettikleri gibi bu konuda da aynı duruma düşmüşlerdir.
Toplumsal güçlerin temsilini parlamentoya yansıtmak önemlidir
Türkiye’de AKP-MHP faşizmi iktidardan düşmeden Türkiye’de demokratikleşme doğrultusunda hiçbir gelişme olmaz. Kuşkusuz mevcut muhalefet de gerçek bir demokratik anlayışa sahip değildir. Resmi muhalefet iktidara gelirse demokratikleşme gelişir yaklaşımı da yanlıştır. Ancak AKP-MHP iktidarı düşürülürse toplumdaki güçlü demokrasi isteği, hak, hukuk, adalet isteği demokrasi güçlerinin mücadelesiyle demokratikleşme doğrultusunda gelişmeler ortaya çıkarabilir. Toplumda böyle bir zemin oluşmuştur. AKP-MHP iktidarı karşıtlığının güçlü oluşmasının nedeni mevcut muhalefetin zihniyetinden bağımsız böyledir. Bu açıdan ilk adım AKP-MHP faşizmini devirmek; arkasından da toplumdaki bu güçlü demokrasi isteğine dayanarak Türkiye’yi demokratikleşme sürecine sokmaktır. Bunun için de Emek ve Özgürlük İttifakı’nı hem toplumu örgütleyerek güçlendirmek hem de bu ittifak dışında kalan demokratik güçleri ittifaka katmak da çok önemli olmaktadır. Türkiye ve Kürdistan’da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tabanı ve oy potansiyeli bugünkünden katbekat fazladır. Bu açıdan AKP-MHP’yi iktidardan düşürme politikası ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nı güçlendirme politikasını birlikte yürütmek çok önemlidir. Emek ve Özgürlük İttifakı bu yönlü bir politika yürütmektedir. Ancak bu politikalarını topluma daha net yansıtması ve toplumu da bu politikanın etkin öğesi haline getirmesi çok önemli olmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi önemli olmakla birlikte parlamento seçimleri de önemlidir. Seçim olduğunda Emek ve Özgürlük İttifakı’nın burada gücünü fazlasıyla artırması gerekmektedir. Seçim sonrası politikaları etkileme ve yönlendirmede buna ihtiyaç vardır. Bu seçim ne kadar Kürdü, ne kadar sosyalisti seçtirmekten öte en geniş yelpazede demokrasi güçlerini ve çeşitli toplumsal güçlerin temsilini parlamentoya yansıtmak çok önemlidir. Kürtler böyle daha fazla kazanır, sosyalistler de daha fazla kazanır. Tabi ki sosyalist bileşenlerin tümünün de olabildiğince meclise taşınması önemli olmaktadır. Bu da Kürtlerin mücadelesini güçlendirecek bir tutum ve sonuç olur. Eğer Kürt sorunu demokratikleşme temelinde çözülecekse Kürtlerin bu yaklaşımı esas alması önemli olmaktadır. Kürt oyları ile başkaları seçiliyor, gibi dar kafalılıklar Kürt sorununu ve çözümünü anlamama, Kürt sorunu çözümü için doğru politika ve ittifaklar anlayışına sahip olmamaktır. Bu tür dar ve Kürt halkının mücadelesine zarar verecek yaklaşımlardan da uzak durulması gerekir.
Kadın Özgürlük İdeolojisi toplumsal, siyasal olayları yönlendiriyor
Rêber Apo’nun Kadın Özgürlük İdeolojisi artık günümüz dünyasının temel gündemidir. Toplumsal ve siyasal olayları yönlendirecek güce ulaşmıştır. Sadece İran Devrimi’nde değil, dünyadaki devrimci demokratik hareketlerde de artık kadın damgası vardır. Daha şimdiden 21. yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı haline gelmiştir. Sadece kadın özgürlük yüzyılı değil, kadın özgünlüğüne dayalı yeni toplumsal yaşam ve kültür yüzyılı haline gelecektir. Önümüzdeki on yıllar bu konuda daha hızlı gelişmelere şahit olacaktır.
Bu durumu Jineoloji yaratmaktadır. Rêber Apo kadın gerçeğini tarihsel toplumsallığı içinde çözümleyerek kadın bilimini yarattı. Rêber Apo kadın bilimi sosyal bilimlerin anasıdır, dedi. Kadın bilimi, yani Jineoloji anlaşılmadan dünden bugüne hiçbir toplumsal, siyasal, kültürel olay ve olgu anlaşılamaz. Kadın bilimi bilinmeden hiçbir siyasal, toplumsal, kültürel sorun çözülemez. Hatta ekonomik sorunlar da çözülemez. Rêber Apo ana emeği, kadın emeği anlaşılmadan ekonomi de doğru anlaşılamaz; insanlığa hizmet edecek bir ekonomik sistem kurulamaz, değerlendirmesinde bulundu. Bütün toplumsal sorunların temelinde kadın üzerindeki egemenlik ve kadın emeğinin gasp edilmesi yatar. Tüm diğer egemenlik, baskı ve sömürü biçimleri bunun üzerinde yükselmiş ve bugünkü düzeye ulaşmıştır. Jineoloji tüm bu gerçekleri açığa çıkarmakta; insanlığın eşit, özgür, adil ve demokratik yaşama kavuşmasının yolunu göstermektedir. Jineoloji bütün toplumsal hastalıkların çaresini göstermektedir. Tabi ki bu durum erkek egemenlikli sistemin köküne kibrit suyu dökmektir. Jineoloji anlaşıldıkça ve kadınlar üzerinden topluma yayıldıkça erkek egemenliğin sonu yakınlaşacaktır. Bu nedenle erkek egemenlikçi sistem Jineoloji’ye ve kadın özgürlük mücadelesine düşmanlık yapmaktadır.
Erkek egemenlikli sistem bir yönüyle Jineoloji bilimini saptırmaya, kadın özgürlük çizgisinin radikal karakterini törpülemeye çalışırken, diğer taraftan da düşmanlığını açık bir saldırı haline getirmektedir. Bugün erkek egemenlikli sistemi cansiperane savunan ve kadın özgürlük mücadelesine düşmanlık yapan birinci güç AKP-MHP iktidarı şahsında Türk devletidir. Kadın özgürlüğünün gelişimi Türk devletinin karakterinde var olan tüm gerilikleri yıkacak özelliğe sahiptir. Kadın özgürlüğüne dayalı bir demokratikleşme Kürt sorununu ve diğer tüm toplumsal sorunları çözeceğinden kadın özgürlük mücadelesine görülmedik düzeyde düşmanlık yapmaktadır. Şu anda dünyadaki tüm kadın siyasi tutsakların toplamı kadar Türkiye’de kadın siyasi tutsak vardır. Siyasi nedenlerle gözaltına alınan ya da bir süre zindanlarda tutulan kadın sayısında da rekor Türkiye’ye aittir. Yine en fazla kadın gazeteci Türkiye’de tutukludur. TC iktidarı, DAİŞ’ten daha fazla kadın düşmanıdır. Türkiye’de belki örtünme zorunluluğu yoktur ancak kadınların özgürlük mücadelesine düşmanlık çok bilinçlidir. Kadın özgürlüğü geliştiği taktirde mevcut Türkiye siyasi, toplumsal ve kültürel sisteminin ayakta kalamayacağını düşünmektedirler. Daha doğrusu bu gerçekliği gördüklerinden kadına sürekli saldırı içinde olan bir düşmanlık yapmaktadırlar. Öte yandan kadın özgürlük mücadelesi, Kürt halkının özgürlük mücadelesini güçlendirip yenilmez kıldığı için de kadın özgürlük hareketine öfkeyle saldırmaktadırlar.
İktidar, özgür kadının ve özgür Kürdün varlığında kendi ölümünü görüyor
AKP-MHP faşist iktidarının, Jineoloji biliminin gelişip yaygınlaşması için büyük emek veren Nagihan Akarsel’i Süleymaniye’de katletmesi de bu kadın düşmanlığı nedeniyledir. Nagihan Akarsel’in Jineoloji ile uğraştığını bilerek saldırmışlardır. Türk devleti kadın düşmanlığını bu saldırıyla çok açık biçimde göstermiştir. Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesinin gelişimini sağlayanın Rêber Apo olduğunu ve özgürlük mücadelesini güçlendirdiğini bildiklerinden nerede özgür Kürt varsa gider vurur, ezerim diyorsa; aynı biçimde nerede kadın özgürlük çalışması varsa orada da saldırırım demektedir. Nerede terörist varsa ben oraya giderim, demesi özgür kadının ve özgür Kürdün varlığında kendi ölümünü görmesidir. Ancak korkunun ecele faydası yoktur, derler. Kadın özgürlük mücadelesi durdurulamaz özelliklere sahiptir. Ne yaparlarsa yapsınlar kadın özgürlük mücadelesi kartopunun çığ olması gibi büyüyerek her türlü gericiliği ortadan kaldıracaktır. Nagihan Akarsel’in emek verdiği Jineoloji artık çağın durdurulamaz düşüncesidir. Hiçbir sınır ve engel tanımadan, hiçbir baskının engelleyemeyeceği gücüyle günümüz dünyasının yükselen düşüncesidir. Dünyanın hiçbir döneminde hiçbir dinsel, ideolojik, teorik, felsefik düşüncenin gerçekleştiremediği kadar hızla yayılacak, insanlığın düşüncesini, kültürünü, yaşamını Jineoloji biliminin ortaya koydukları belirleyecektir. Bu nedenle Jineoloji’ye kutsalların kutsalı bilimi diyebiliriz.
Rêber Apo’nun ortaya koyduğu Jineoloji ve bu temelde gelişen kadın özgürlük mücadelesinin geldiği düzeyi görmek için Avrupa’da gerçekleşen 2. Uluslararası Kadın Konferansı ve İran’daki kadın devrimini çok iyi analiz etmek gerekmektedir. Avrupa’daki kadın konferansı, dünyanın dört bir köşesinden gelen katılımcılarla gerçekleşti. Kadınların özgürlük mücadelesinde kararlı bir irade oldukları ve mücadeleyi yükseltecekleri net ve çarpıcı biçimde ortaya konuldu. Bu konferans dünya genelinde kadın hareketinin de önemli oranda klasik feminizm anlayışını aştığını, Jineoloji ve Kadın Kurtuluş İdeolojisi ile sadece kadını bazı özgürlüklere ve haklara kavuşturma değil, kadın özgürlüğünde yeni bir yaşam, yeni bir dünya yaratma bilinci, amacı ve kararlılığında olduğunu ortaya koydu. Kadın özgürlüğünde yeni bir yaşam ve toplumsal gerçeklik yaratılmadan erkek egemenlikli sistemin tümden aşılıp kadının tam özgürlüğünü sağlamanın mümkün olmadığını gösterdiler. Kadınlar artık demokratik ve özgür bir dünya yaratmanın öncü gücüdür. Bir zamanlar Marks ve Engels bu öncülüğü işçilere atfetmişti. İşçilerin öncü güçlerden olarak bugün de mücadelesi önemli olmakla birlikte, kadın özgürlük çizgisinde kadının öncülüğü olmadan Marks ve Engels’in öngördükleri komünizm ütopyasına ulaşmak mümkün değildir. Kadının öncü olmadığı, damgasını vurmadığı her özgürlük ve demokrasi mücadelesi ve yaşam biçimi eksik kalacaktır, yarım kalacaktır.
2. Kadın Konferansı ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganlarını haykırarak Rêber Apo’nun kadın özgürlük mücadelesine kattıklarını takdir etmiştir. Rêber Apo’nun kadın özgürlük mücadelesindeki rolü ortaya konulmuştur. Rêber Apo, erkekliği öldüren bir devrimci önder olarak kadın özgürlük mücadelesine hiçbir kimsenin yapmadığı katkıyı yapmış, gücü vermiş ve kadın özgürlük çağına girişi sağlamıştır. 21. yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı olacak, diyen Rêber Apo’dur. ‘Jin, Jiyan, Azadî’ diyen Rêber Apo’dur. Hiçbir devrimci önderin söylemeye cesaret edemeyeceği kadın özgürlüğü her türlü sınıfsal ve ulusal mücadeleden önemlidir, sınıfsal ve ulusal kurtuluştan değerlidir, cümlesini kurmuştur. Bunu ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesi veren bir önder olarak söylemiştir. 2. Kadın Konferansı’nın bu gerçeği görüp takdir etmesi kadın özgürlük mücadelesinin ivme kazanacağının açık ifadesi olmuştur. Rêber Apo’nun ortaya koyduğu Jineoloji bilimi ve Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni kuşanmış bir kadın hareketi her türlü engeli aşarak sadece kendini özgürleştirmez, tüm toplumu özgürleştirerek yeni bir dünya yaratma mücadelesini 21. yüzyılın temel bir mücadelesi haline getirir. Demokratik Konfederalizme dayalı demokratik sosyalizmin de ancak kadın özgürlük mücadelesi ile gerçekleşeceği bu konferansta bir daha güçlü biçimde ortaya konulmuştur. 2. Kadın Konferansı sonrası kadın özgürlük mücadelesi yeni bir ivme kazanacak, 3. Kadın Konferansı büyük başarılar elde etmiş bir mücadelenin konferansı olarak gerçekleşecektir.
Kadının ayağa kalkışının yaratacağı değişim, İran’da görülmektedir
İran’daki Kadın Devrimi, Rêber Apo’nun ortaya koyduğu Kadın Kurtuluş İdeolojisine dayalı gelişen kadın özgürlük mücadelesinden bağımsız değildir. Rêber Apo neolitik toplumu yaratan Yukarı Mezopotamya’daki kadın gerçekliğine dayanarak Kürt kadınının özgürlük mücadelesini geliştirdi. Neolitik toplumu yaratan Yukarı Mezopotamya kadın gerçeği, yani Kürt kadın gerçeği Kadın Kurutuluş İdeolojisi ile buluşunca büyük bir kadın özgürlük devrimi başlattı. Bu devrim başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünya kadınlarını etkiledi. Özellikle Kürtler gibi neolitik toplumu yaşayan, ilk toplumsallığın geliştiği ve kadın etkisinin bulunduğu İran’ı ve İranlı halkları da derinden etkilemiştir. Bu açıdan İran’da kadın ağırlıklı bir halk hareketinin gerçekleşmesi tesadüfi değildir. İran tarihinde kadının toplumsal yaşamda etkin olduğu dönemler vardır. Bu da bugüne kadar gelmiştir. Bu açıdan İran’da anaerkil etkiler vardır. Kadın toplumda çok görünür olmasa da ciddi etkisinin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öte yandan Kürt kadın özgürlük mücadelesi Doğu Kürdistan’da kadınları fazlasıyla etkilemiştir. Birçok kadın YRK ve HPG’ye katılmıştır. Kürt kadınında gelişen özgürlük bilinci, duruşu ve mücadelesi İran’ın diğer halklarının kadınlarını da etkilemiştir. Nitekim ‘Jin, Jiyan, Azadî’ tüm İran kadınları tarafından benimsenmiştir.
Üç aya yaklaşan İran’daki halk hareketi gerçeği ortaya koymuştur ki, kadının etkin yer aldığı bir halk hareketini sindirmek ve ezmek kolay değildir. Çünkü kadının katılımı mücadeleyi toplumsallaştırmaktadır. Kadının katılımı demek toplumda kadın, çocuk, genç, yaşlı tüm toplumun ayağa kalkması anlamına gelmektedir. Fransız Devrimi’nde kadınlar çok yoğun katılmadığı halde kadınların aktif ve coşkulu katılımı karşısında krallık yanlıları ya bu ayağa kalkanların çoğunluğu kadın olsaydı ne olurdu, demişlerdir. Yani başımıza neler gelirdi, bu ayaklananlar daha tehlikeli olurdu gibisinden söylemlerle kadının ayağa kalkışındaki korkularını dile getirmişlerdir. Kadının tarihsel toplumsal gerçeği iyi anlaşılmadan kadının toplumsal hareketlere yapacağı etki de anlaşılmaz. Rêber Apo kadın devriminin yaratacağı büyük etkiyi tarihsel toplumsal çözümlemeler temelinde bildiğinden kadın çalışmasına çok önem vermiştir. Bu çalışmayı destansı çalışma olarak değerlendirmiştir. Rêber Apo kadın devrimini en fazla da toplumu değiştiren, özgürlük ve demokrasi anlayışını ve yaşamını derinleştiren bir olgu olarak ele almıştır. Nitekim Rêber Apo’nun geliştirdiği kadın özgürlük çalışması sadece Partimiz ve Hareketimizde değil, toplumda da büyük değişimler yaratmıştır.
Kadının ayağa kalkışının nasıl bir değişim gücü olduğu şimdi de İran’da kanıtlanmaktadır. Bu son 3 ayda yaşananlar İran’da 10 yıllarda yaşanabilecek değişimleri yaratmıştır. Artık İran eski İran değildir.
Kürdistan’daki değişim gibi İran’daki değişim de Ortadoğu’da bundan sonraki siyasal, toplumsal ve kültürel değişimleri etkileyecektir. Rêber Apo’nun dediği gibi İran da demokratik modernite ile kapitalist modernite arasındaki mücadelenin önemli bir alanı haline gelmektedir. Kürdistan şahsında bölgede iki modernite arasında yürüyen bu mücadele şimdi İran’da da gerçekleşmektedir. Kadın ayağa kalkarak sadece kendisini değiştirip güçlendirmemiş tüm toplumu da değiştirip güçlendirmiştir. İran toplumu eski toplum değildir. Başta genç kadınlar ve genç erkekler olmak üzere toplumda köklü değişim gerçekleşmiştir. Mevcut İran rejimi ne kadar baskı yaparsa yapsın, ne kadar bastırmaya çalışırsa çalışsın bu değişimi ve sonuçlarını engelleyemeyeceği görülmektedir.
İran devletinin bastırma saldırıları süreklileşmiş olsa da bu ayağa kalkışta ortaya çıkan doğal önderler de bu mücadeleyi süreklileştirmektedir. Belki bir örgütün öncülüğünde bu ayaklanma gerçekleşmedi. Ancak geçmiş serhildanların tecrübelerini de kendilerinde taşıyan doğal önderler ortaya çıkmıştır. Her sokak ve her mahallede bu direnişin süreklileşmesini sağlayan doğal önderler çıkmış, bunların sayısı günbegün artmaktadır. Aslında bu ayağa kalkış içinde öne çıkan doğal önderlerin yer aldığı doğal meclisler de oluşmuştur. Eğer oluşan bu doğal meclisler amaç ve hedefler konusunda netleşirse, yani bu ayaklanmanın asgari programına kavuşursa bunlar devrimi yöneten meclisler haline gelir. Bu temelde de yerel demokrasiye dayalı İran’ın demokratikleşmesinin toplumsal temeli atılmış olur. Özellikle mahalle meclislerine dayalı kasaba ve şehir meclislerinin oluşmasıyla da devrim gerçek yönetimine kavuşmuş olur. Bu açıdan mahalle meclislerinin oluşması ve bunların devrimin pratiğini yürütür hale gelmesi önemlidir. Yoksa üstte kurulacak yönetimlerle bu devrim yönetilemez. Ancak mahalle meclislerine dayanırsa; devrimin esas yönetim gücü mahalle meclisleri olursa o zaman şehir meclisleri ve genel bir meclis işlevsel olabilir. Yoksa bu büyük devrim iktidarcı anlayışla üstten bir yönetime dayandırılmak istenirse tabandaki toplumsal dinamizm zayıflar. Bu da baskıların ağırlığı altında devrimin sönmesini beraberinde getirir. Bu açıdan iktidar olmayı amaçlayan merkezi yönetim anlayışları içinde olmayan, esas olarak toplumsal dinamizm ve değişime dayanan bir demokratik devrim amaçlayan yaklaşım içinde olunması bu devrimin gerçek devrim olarak sürmesini sağlar; değişen topluma dayanan bir demokratik İran gerçekleşir.