Mam Zeki Şengali ve Nujiyan Erhan şahsında Şengal’de şehit düşen Apocu fedailerin anısına
Takvim yaprakları 3 Ağustos 2014’ü gösterdiğinde, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birine tanıklık ettik. Şengal’li yaşlı bir Êzîdî, çok önceden gördüğü rüyasını etrafındakilerine “Sıcak bir yaz akşamında siyah elbiseli insanlar etrafımızı sardılar. Bize ‘korkmamamız’ gerektiğini söylediler. Sabah olunca da katliama başladılar. İnsan çığlıkları göğe yükseliyordu. Hiçbir yerden imdadımıza gelen olmadı. Bizim neslimiz tükenmek üzereyken içinde kadınların da olduğu bir gurup geldi, hepsinin ayağında kırmızı ayakkabılar vardı. Onlar bizi kurtardılar” diye anlattığında bu trajediyi adeta önceden görmüş gibiydi. Yaşlı bilgenin rüyasında gördüğü bu gerçeği hiçbir siyaset bilimci, analizci öngörememiştir. Hiçbir medyum, hiçbir müneccim bir olayı önceden bu kadar net görüp yorumlayamamıştır.
DAİŞ çeteleri, Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul’u düşürdükten sonra nerede duracağı beli olmayan bir hızla ilerledi. Telafer kenti de düştükten sonra sıra Şengal’e gelmişti. Fermanın tüm hazırlıkları önceden planlanmış, bir kez daha ferman kararı verilmişti. Yaşanmış Êzîdî fermanlarına bir yeni ferman daha eklendi. 21. yy’ın gördüğü en barbar saldırısı bu kez de DAİŞ çeteleri eliyle yapılacaktı. 74. Êzîdî Fermanı öyle bir hışımla yapıldı ki aradan yıllar geçmesine rağmen felaketin boyutları henüz netleşmedi. Yaşanan bu son ferman ise Êzîdî tarihinin en acımasız soykırım fermanı oldu. Êzîdî olmak katledilmek için yeterli bir sebep olmuştu. Şengal, 74. Fermanla yerle yeksan edildi, Êzîdîler büyük bir insani trajedi yaşadı.
3 Ağustos 2014’te insan kıyımı başladığında, halk hazırlıksız yakalanmıştı. Şengal adeta kan deryasına dönüştürüldü. Birçok dilin, kültürün, inancın birlikte yaşadığı Şengal artık eski Şengal değildi. Şii-Sünni mezhebinden Kürtler, Araplar ve Türkmenler, Hıristiyan Asuri kısmen de Ermeniler, Êzîdîler hepsi bir arada çok renkliliğin yaşandığı Şengal, tek bir renge, karalara büründürüldü. DAİŞ ile iş birliği yapanlar hariç, Şengal’de yaşayan her kesimden insan bu soykırımdan şu veya bu şekilde nasibini aldı. Fakat felaketin büyüğünü Êzîdîler yaşadı. Onlarca toplu mezar, binlerce ölü, binlerce kadının köleleştirilmesi, yarım milyondan fazla göç, viraneye dönmüş köylerle çok ağır bir yıkım meydana getirildi.
Şengal’de 74. Ferman’la meydana gelen jenosidin birçok nedeni olsa da esas olan Êzîdî olmaktı. Bu jenosidin en büyük sorumlusu KDP’dir! Bu gerçek görülmeden sağlıklı değerlendirmeler yapmak mümkün değildir. Hatta bu hakikati çarpıtmak olur. Şengal’i yöneten KDP’nin, Êzîdîleri savunmasız bırakarak Şengal’i terk etmesi, her şeyden önce bilinçli bir tercihtir. Şengal’den güvenlik nedeniyle çıkmak isteyen halkın, yine KDP tarafından engellenmesi de politik bir karardır. KDP’nin Êzîdîleri kaderleriyle baş başa bırakarak, DAİŞ çetelerinin insafına bilerek, isteyerek, bilinçli bir şekilde terk etmesi, soykırım bilançosunun ağırlaşmasına neden olmuştur.
Êzîdîlerin sorunları karşısında yaşanan ilgisizlik
KDP, Şengal’de iktidar partisi olarak yönetim erkini elinde bulunduran tek partidir. Şengal’de Güney Kurdistanlı diğer yapılanmalar, yani YNK, Kurdistan Komünist Partisi’nin büroları da mevcuttur, fakat varlıkları oldukça zayıftır. Çok ciddi bir etkileri olmasa da yine de siyasetten kendi tabanlarına karşı sorumlulukları vardır. Yine, Êzîdî partilerinin durumu da benzerdir. Aradan 9 yıl geçmesine rağmen ferman karşısında başta Teqedum olmak üzere var olan partiler sağlıklı bir analiz yapamamıştır. Tutumlarını ortaya koyamamış, gelişmeler karşısında ilgisiz ve sorumsuz bir yaklaşım içine girmekten kurtulamamışlardır.
Şengal halkının siyasi partilere eğilimi oldukça azdır. Siyasetin kapsamı dışında yaşadığını söylemek abartı olmasa gerek. Êzîdîlik adına ciddi bir örgütsel oluşumdan bahsedilemez. Halkın bir bölümü Irak ordusunda paralı asker olarak görev yapmakta, bir bölümü de KDP, YNK, kısmen de diğer örgütler içinde yer almaktadır. Êzîdî halkı öz savunma gücünden yoksun olduğu için savunmasız ve korumasız kalmıştır. Halk ağırlıklı olarak Tıl Koçer’de, Araplara ait toprakları icar ederek bostan ekimi, sebzecilikle uğraşarak geçimini kazanırken, gençler Kurdistan bölgesinde geçici mevsimlik tarım işçisi veya inşaat sektöründe çalışmaktadır. Suriye sınır hattında kaçakçılıkla uğraşanların yanı sıra Şengal’ de temel uğraş ve geçim kaynağı tarım-hayvancılık ve küçük çaplı ticarettir.
KDP’nin Şengal’de iktidara gelmesiyle birlikte, izlediği politikalar ve yönetim anlayışı son derece anti demokratiktir, tek parti yönetim anlayışına dayanmaktadır. Irak devletinin varlığı olsa da özünde KDP iktidardır. Despotik tarzda, zorla halkın iradesine çökmüş bulunuyor. Saddam sonrasında KDP güçleri Şengal’e gelmiş ve yönetimi ele geçirmiştir. Şengal, Irak anayasasında tartışmalı bölgeler kapsamında olan ve referandumla statüsünün belirlenmesi gereken bir yer olduğu için geniş bir coğrafyanın Kurdistan’a eklenmesi açısından önem arz etmektedir. KDP’nin Şengal’e ilgisi aslında tartışmalı bölge statüsünden kaynaklanıyor. Irak veya Bölgesel Kürt yönetimine bağlanması konusu henüz netleşmemiştir. Êzîdîlik inancına sahip çıkma, halkı koruma, refah düzeyini geliştirme, irade sahibi yapma, yönetime katma diye KDP’nin herhangi bir istemi veya niyeti hiç olmamıştır. Tamamen siyasi saikler temelinde alana gelmiş ve otoriteyi ele geçirmiştir.
Şengal idari yönetimi için herhangi bir seçim ortamı yoktur. Seçimler olsa da halkın iradesi hiçbir zaman sandığa yansımaz. Irak’ın parlamento seçimleri bile istikrarsız seçimlerdir. Bu yüzden Şengal’de demokratik bir seçim beklemek hayali bir bekleyiş olacaktır.
Şengal’de kaymakamlık makamı da KDP tarafından atanmış kişilerden oluşur. Fakat hiçbir etkisi olmayan bürokratik bir yönetimin ötesine geçemez. Kaymakamlık, KDP’nin evrak imzalama memuru gibidir. İç güvenlik, Şengalli Êzîdîlerden oluşan polis teşkilatı Irak hükümetine bağlıdır; hiçbir hükmü olmayan göstermelik bir oluşumdur. Yasal bürokratik işleri yürüten bir kurumun ötesine geçmez. Fermandan önce KDP-YNK ortaklığından meydana gelen askeri güçlerden oluşan birlikler olsa da yol kontrollerine genel olarak KDP hakimdir. Sınır güvenliği Irak ordu güçlerine bağlanarak yetki paylaşımı yapılmıştır. Fakat işler yine de KDP’de merkezileşmektedir. İki başlı karmaşık bir yetki paylaşımı olsa da Şengal’de KDP’nin konumu merkezi Irak hükümetinden daha güçlüdür.
Şengal’de soykırımın ilk günleri
Ovanın ortasında adeta bir balina gibi duran 60 km uzunluğunda 6-7 km genişliğindeki Şengal dağı Êzîdîler için hem kutsal sayılmakta ve hem de bir korunak işlevi görmektedir. Bir ucu Musul, diğer ucu da Suriye yönüne meyleden bu dağ, tarihte Sincar dağı olarak geçer. Êzîdî inanışına göre, dini önderleri Şeyh Adi önce buraya gelir konaklar, Laliş dergahını buraya kurmak ister fakat kararını değiştirip şu anda Türbesinin de bulunduğu Duhok’a bağlı Laliş ismini verdiği yere taşınır. Daha sonra kutsal sayılan meleklerin adına dağın çeşitli vadilerine türbeler inşa edilir.
Êzidî toplumunun en zor zamanında, can pazarı yaşadığı bir anda Şengal dağı yine kucağını halka açmıştır. Bu dağ yine Êzidîlere yaşam kaynağı, nefes olmuştur. Soykırım katliamında, DAİŞ çetelerinin barbarlıklarından canını kurtaranlar yine bu dağa sığınmıştır.
Fermandan kaçıp Şengal dağına sığınarak canını kurtaranlar bu kez Ağustos ayının kavurucu çöl sıcağına yakalanarak, aç ve susuz kalırlar. Dağın bodur meşelikleri arasında kümeler halinde biriken halk, suya, ekmeğe erişemez. Sıkıntılar, sorunlar ardı ardına büyüyerek fazlalaşır. Fermanın ilk günü ve sonrası bu dağın ismi dünya medya organlarının en fazla telaffuz ettiği bir isim olur. Çaresiz insanların feryatları TV’lerde, internet ağlarında dalga dalga dünyaya yayılır.
Çembere alınmış halkı bir yandan ölüm korkusu, bir yandan açlık-susuzluk kırıp geçirmekte diğer yandan da tepedeki güneş yakıp kavurmaktadır. DAİŞ çeteleri birçok koldan zırhlı araçlar ve ağır silahlarla halka saldırarak dağa tırmanmaktadır. Zor durumdaki halkın elinde silah yok, cephane yok. Êzidîlerin meşhur deyimiyle ‘Hevîya Xadê’ (umut Allahtan anlamında) demekten başka çare kalmamışken bir anda bir umut beliriyor. Kırmızı ayakkabılı PKK gerillaları dağa çıkarma yapıyor. İşte o andan itibaren Ezîdî halkı için sadece ferman değil ona karşı direniş tarihi de yazılmaya başlıyor. İşte bu şekilde direnişiyle, ihanetiyle ibretlik bir şekilde Ezîdîler tarihe geçiyor.
DAİŞ’in Şengal’e ani baskını karşısında halkın çoğunluğu, yanlarına gerekli olabilecek hiçbir şeyi alamadan evlerini terk etmek zorunda kalıyor. Kaçamayan, geride kalanlar oluyor. Anneler, kızlar, yaşlılar, çocuklar çetelerin eline düşüyor. DAİŞ’in eline düşen bazılarıyla ilk günlerde telefon bağlantısı kuruluyor. Ancak zaman ilerledikçe iletişim kopuyor, telefonlar susuyor, karamsarlık, karabasan insanların üzerine çöküyor.
İnsanı sarsan, dehşete düşüren katliam videoları DAİŞ’in ilerlemesinde en önemli propaganda malzemesi haline geliyor. DAİŞ çeteleri bir köye, kente gitmeden önce korkuları gidiyor. İnsanlar evlerini terk edip bir an önce sığınacağı güvenli alanlara doğru akın ediyor. Büyük bir korku ve panik yaşanıyor. DAİŞ tarafında çembere alınmış ölüm korkusuyla dağda mahsur kalmış insanlara havadan bir koridor açılıyor. Açılan koridordan halka gıda malzemesi, su ve acil ihtiyaç malzemeleri ulaştırılıyor, yaralı ağır hastaların tahliyesine başlanıyor. İnen helikopterlerin etrafında yaşanan izdiham insanın içini karartıyor. Dünya, Şengal’de yaşanan bu vahşeti film izler gibi canlı TV ekranlarından izliyor.
DAİŞ’in eline düşenler de kurtulanlarda aynı yazgıyı paylaşıyor. Her iki uçta başlayan belirsiz bir yolculuktur. Ele geçenler, savaş ganimeti olarak alı konulan kadınlar, genç kızlar Arap ülkelerinde kurulan köle pazarlarında satışa sunuluyorlar. Bazıları demir kafes içinde Musul meydanında
diri diri yakılan, erkeklerin bir kısmı katledilerek, bir kısmı da diri diri toplu mezarlara gömülüyor. Her toplu mezar açıldığında, soykırımı yeniden tekrar tekrar yaşayan toplumun çığlıkları her defasında arşa yükselmektedir. Yakınlarının kemikleriyle buluşmanın tarifsiz acısı her seferinde depreşen yaraları yeniden kanatıyor.
Fermandan kurtulanların yolculukları daha acı ve daha hüzünlüdür. Yüzlerinde kurtulmanın sevincini görmek neredeyse imkansızdır. Meçhule doğru uzanan yolda toplum olarak yol almaları ölümün başka bir yüzüdür. Nerede duracaklarını kestiremez, ne yapacaklarını bilemez haleti ruhiyesi ile yaşam mücadelesi veriliyor. Onlar için Şengal’den kopmak kökünden kopmak gibidir. O kadim kültürü bir daha yaşayamamanın korkusunu iliklerine kadar yaşarlar.
Ferman sonrası ölüm yolculuğu
Köylerden çıkıp dağ yoluna vurduklarında, bir kısım çocuk ve yaşlı bu zorlu yolculuğa dayanmayarak yollarda can verdi. Öyle bir yolculuk ki ölülerini dahi gömemediler. Yabani hayvanlar yemesin diye, cenazelerinin üzerini taşlarla kapatarak yollarına devam ettiler. Çünkü insanlık düşmanı DAİŞ çeteleri peşlerindeydi. DAİŞ vahşette sınır tanımıyor, kafa kesiyor, kafeslere koyup diri diri yakıyor, canlı canlı insanları toprağa gömüyordu.
Êzîdî halkı fermanın en kanlısını, en ağırını, en acısını, en dehşetini yaşadı. Yaşanan trajedinin belleklerden silinmesi pek mümkün değildir. Adı sanı bilinmeyen Êzîdî inancı, Êzîdî halkı ve Şengal, beklenmedik bir anda başına gelen kötü kaderiyle dünyanın gündemine oturmakla kalmadı hafızalara kazınmış oldu.
DAİŞ ile yaşanan büyük çarpışmalar sonucunda nihayetinde dağdaki kuşatma çemberi kırılmış ve halka karadan ulaşım sağlanmıştır. Rojava tarafından açılan insani yardım koridorundan, Hz. Musa’nın Yahudi kabilesiyle Firavundan kaçıp Mısır’ı terk ettiğinden daha beter bir durumda halk Şengal’i terk etmeye başladı. Dağda kaderlerine terk edilen Êzîdîler, kana susamış DAİŞ cellatlarının saldırılarından kurtulmak için kafileler halinde çıktıkları bu ölüm yolculuğunda, çölün sıcağına ve tozuna karışarak her biri bir diyara savrulup dağılacağını bilen bu insan seli toza toprağa karışarak geçmişini ve umutlarını geride bırakarak belki de bir daha dönmek istemeyecekleri veya dönemeyecekleri bir yolculuga çıkmışlardı. Anlam atfettikleri o kutsallıklar artık anlamsız hale gelmişti. Kimileri için Şengal dağından ayrılış sonsuz bir kopuş olacaktı.
Önce Rojava’ya sonra Güney ve Kuzey Kurdistan’a oradan da Avrupa’ya göçber oldular. Her biri farklı bir yere yerleşerek sığınmacı oldu. Derbederlik bir türlü yakalarını bırakmadı. Kurulan kamplarda geleceklerini öngörmeyen bu insanlar kırılgan ve her türlü duygu yoğunluğuyla bir başlarına kala kaldılar. Toplumun her bir ferdinin yaşadığı bu karmakarışık, kırılgan duygular çaresiz ve örgütsüz bir öfke patlamasıydı. Ne yazık ki çaresizlik basiretlerini kırıyordu.
Êzîdî toplumu her şeyden önce, dini azınlık olarak korumasız ve savunmasızdır. Öz güçten yoksun, örgütsüz, öncüsüz ve öndersizdir. Aşiret yapılarını koruyarak içe kapanık bir toplum olarak varlığını sürdürmektedir. Bir inanç topluluğu olarak onları bir arada tutan en önemli faktör inançlarıdır. Fermanla birlikte alışmış oldukları yaşam ellerinden kayıp gitmişti. Bir anda kendilerini savunmasız, sahipsiz ve mülteci durumunda buldular. Gittikleri ve kaldıkları her yerde siyasetin nesnesi olmaktan kurtulamamaları ise işin cabasıdır.
Bir halkın görüp görebileceği en kötü durum yaşanmıştır. Masum, savunmasız bir inanç topluluğu, sırf inançlarından dolayı, en vahşi yöntemlerle tarihten silinmek istenmiştir. Namusu kirletilmiş, onuru kırılmış, gururu çiğnenmiş, evi yıkılmış, bütün varlığına el konulmuştur. Ruhsal çöküntü meydana gelmiştir. Maddi-manevi her şeyini yitirmiştir. Katliam sonrası yaşam en az katliam kadar acı barındırmaktadır. Geleceği karartılmış halkın topluca göç yollarına düşmesi, mülteci olarak yaşaması, fermanla birlikte gelen yeni sorunlarla mücadele etmesi tasavvur edilmeyen bir durumdur. Mültecilik yaşamı fermandan kalan sorunlara daha büyük bir yük bindirmiştir.
Mülteciliğin kendisi bile başlı başına bir sorundur. Evini, kutsal mekanlarını terk eden Êzîdîler’in, yaşadıkları travma, çıktıkları ölüm yolculuğu aradan yıllar geçmesine rağmen halen devam etmektedir. Fiziki olarak fermandan kurtuldular fakat kültürel soykırımdan kurtulmaları mümkün değildir. Şengal’in kutsal topraklarına, Qube gibi dini mabetlerine, köylerine, evlerine dönemeyen, kökleriyle yeniden buluşamayan Êzîdîler, beyaz ölüme doğru yol alırlar. Bu beyaz ölüme yolculuk sadece bireysel arayışlardan kaynaklanmıyor. Çıkar çevrelerinin bilinçli yürüttüğü göçertme politikalarının bir sonucudur! Bu fermanın gerçekleşmesinde kapitalist sistemin-küresel güçlerin (dolaylı veya dolaysız) parmağını görmek gerekir. DAİŞ’in türemesine yol açanlar, katliamlarına seyirci kalanlar, DAİŞ terörünü gerekçe yaparak Ortadoğu’ya saldıranlar, sözüm ona ferman artıklarına kucak açarak, sözde yardım eli uzatmaya çalışıyorlar.
Her Êzîdî yaşanan fermanın trajedisini ve travmasını yüreğinin derinliklerinde mutlaka yaşamıştır. Hayatına, beklenmedik bir anda beklenmedik büyüklükte acıları sığdırmak zorunda kalmıştır. Toplumsal depresyon yaşamıştır. Tıpkı ilk insanın yaşadığı sorunlar yumağını Êzîdî topluluğu 21 yy’da önlerinde bulmuştur.
9 yıllık zaman dilimi ardından tekrar ferman günlerine dönerek, yaşanmışlıkların muhasebesini yapmak her Êzîdî bireyi için gereklidir. Gelecek nesillere belge bırakmak adına, fermanın bir dökümünü yapmak, bu acıyı yaşamış, tanık olmuş, bedel ödemiş her bireyin sorumluluğu ve görevidir. Belirtmekte yarar gördüğümüz en önemli konu, fermanı objektif yorumlamak kadar, toplumu doğru bilgilendirmektir. Bu kadim halkı bekleyen tehlikelere dikkat çekerek yeni fermanların yaşanmaması için 74. Fermandan dersler çıkarmak gerekir.
Koço Katliamı
Şengal’de Fermanın en ağır vurduğu köy Koço köyüdür. Soykırım sendromunu yaşayan köylerin başında da Koço köyü gelmektedir. Şengal Fermanı 3 Ağustos günü gerçekleşirken 11 gün sonra (14 Ağustos günü) Koço katliamı gerçekleşmiştir. Êzîdîler katliamdan geçerken onlar Arap kirvelerine dayanarak hem de hiçbir tedbir almadan Koço’da kalmaya devam ediyorlardı. Hatta bitişiğindeki Xatimiye köy halkı köyü terk edip kurtulurken onlar hala güvende olduklarına inanmışlardır. Bu nedenle de kendi toplumuyla kaynaşmamanın, ortak hareket etmemenin bedelini çok ağır ödemek zorunda kaldılar.
Koço ve Xatimiye köyünü örnek olarak göstermenin amacı, yaşanan fermanın tipik bir minyatürü gibi olmalarındandır. Şengal Fermanı’nı ve Êzîdî toplumunun dokusunu, kafa yapısını, zihniyet dünyasını, düşünme yöntemini, siyasi anlayışını, tarih bilincini, örgütlülük düzeyini, sosyal ilişkilerini, refleksini çözdüğümüz oranda Êzîdî toplumunun sosyolojik yapısını anlamış oluruz. Aralarında bir taş atımlık mesafede bitişik iki köy. Biri kurtuluyor diğeri ise imha oluyor. Bunun doğru tespiti yapılmadan Koçu’yu ve fermanı anlamak, sorunlarını çözmek mümkün olmayacaktır.
Katliamın bu köyde ağır yaşanmasının bazı nedenleri vardır. Şengal’de Koço köyünün ayrıcalıklı bir durumu vardır ve izaha muhtaçtır. Fermanın ilk görüntüleri bu köye ait olduğu için sembolik bir yere sahiptir. Ayrıca DAİŞ çetelerinin elinden kurtulmayı başarmış dünyaca tanınan Nadia Murad’ın bu köyden olması da, Koço’yu tanıtan ve ayrıcalıklı kılan bir özelliktir.
Her şeyden önce Koço halkı, Êzîdî toplumundan uzak duruşu nedeniyle katliamın ağır yaşanmasına sebep olmuştur. Böylesine büyük bir katliam yaşayan bu köyün, katliama yol açan KDP’ye büyük tepki göstermesi gerekirken sessiz kalması ve tek bir kelime dahi söylememesi ilginç olduğu kadar manidardır. Nadiya Murad dünyayı dolaşıp Êzîdîlerin elçiliğine soyunması güzel bir hizmet ve iyi bir görevdir, fakat ne kadar temsil ettiği de şüphelidir. Çünkü KDP’ye yaklaşımı, Êzidi davasına inanmışlar için bir ölçüdür. KDP’nin katliamdaki sorumluğu hakkında tek bir kelime etmemek, fermanın gerçeğini çarpıtmaktır ve Nadiya’nın samimiyetine de gölge düşürmektedir. Ferman kurbanlarına sahip çıkılacaksa, katliamcılardan ve onun destekçilerinden hesap sormakla işe başlamak gerekir.
Fermandan yaklaşık 5 yıl önce TEVDA çalışanları Koço köyünü ziyaret ederler. O dönemin köy muhtarı Ahmet Caso ile görüşürler. Fermanın tehlikelerini dikkat çeker ve uyarıda bulunurlar. Koço köyü coğrafik olarak Araplara en yakın Ezîdîlere en uzak uç bir noktada yer alıyor. Koço köyü üç tarafı Araplarla çevrili bir köydür. Koço halkı Êzîdîlerden ziyade Araplarla daha içli dışlıdır. Dostluk, kirvelik, ticari ilişkiler Arap halkıyla olması iyidir fakat tehlikeleri de vardır, bu nedenle TEVDA çalışanları tarafından daha fazla Êzîdîlerle birlikte olmaları gerektiği yönünde uyarılar yapılır. Ahmet Caso’nun TEVDA çalışanlarına cevabı, “Ben TEVDA’nın Musul’da ki ilk kongresine katıldım. Biraz çalıştım ama maddi açıdan fayda görmediğim için ayrıldım. Sizin düşünceniz çok iyidir. Halkımız için doğru olan da sizin siyasi ideolojik çizginizdir. Fakat bu dünya menfaat dünyasıdır. Bireysel çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa biz öyle yapıyoruz. Çevremizde ki Araplar bizim kirvemizdir. Onlardan bize zarar gelmez” der.
Êzîdî inanışına göre ‘kirvelik’ ilişkisi kurulanlardan zarar gelmez, iç içe geçmişlerdir, birbirlerine güvenirler. Fakat güvenlerinin kurbanı oldular. Koço’ya gelen giden Arap kirveler köyde beğendikleri kadınları ve kızları önce kendilerine aldılar. Koço köyüne ilk saldıranlar Arap kirveleri oldu. Erkekleri kadınlardan ayırarak iş makinalarıyla kazdıkları çukurlara (Muhtar Ahmet Caso’da aralarındaydı) gömdüler. En büyük toplu mezarın meydana geldiği bir köy oldu. Kadınlarını köleleştirmek için önce Telefer’e, oradan da Arap ülkeleri pazarlarında cariye olarak sattılar. Ferman günü köyde olanlardan birkaç kişi tesadüfen kurtuldu.
Koço’nun şimdi ki muhtarı katledilen Ahmet Caso’nun kardeşi Naif Caso’da tıpkı kardeşinin yolundan gitmeye devam etmektedir. Yaşanan bunca acıdan ders çıkaramayacak kadar öngörüsüzdür. Sırtını Bağdat hükümetine dayayarak, kendisine kurduğu küçük bir birlikle Haşdi Şabi’ye katılmış, onlardan maddi yardım alarak, yerinde yeller esen Koço’ya liderlik yapmaktadır. Uluslararası popülist bir kimlik edinen Nadia Murad’ın ilişkilerinden de yararlanarak sadece kendi köyü ile ilgilenmektedir. Hem KDP ve hem de Irak hükümetiyle kurduğu ilişkilere dayanarak fermanın rantını yemektedir.
Hala hiçbir Koço’lu Şengal Özerk Yönetimi’nde yer almaz, hiçbir çalışmaya katılmaz, hiçbir ortak eylemde bulunmazlar. Kendilerini geçmişte olduğu gibi günümüzde de toplumdan soyutlayarak yaşamayı tercih etmeleri, fermanda yaşadıkları trajedinin izahı gibidir. Mam Zeki Şengali’nin, Koço katliamı yıldönümü anma törenine Naif Caso’nun daveti üzerine katılmış ve dönüş yolunda verilen istihbarat sonucu, Türk devletinin hava saldırısında şehit düştüğünü de not etmek gerekir.
Şengal’den kopup gidenlerin ve Şengal’e dönenlerin hikayeleri farklı olsa da yaşadıkları ruh hali benzerdir. Şengal’den göçüp Güney Kurdistan’da çadır kamplarda kalan, Kuzey Kurdistan’a yerleşen, Avrupa’ya göçen ve Şengal’e dönen Êzîdîlerin sorunları birbirinden oldukça farklıdır, fakat acıda ortaktırlar. Geleceği karartılmış bir toplumun başına gelebilecek ne kadar bela varsa hepsini tatmak durumunda kalmıştır. Geride anılarını, hayallerini, yaşam alışkanlıklarını, inanç merkezlerini, atalardan kalan manevi değerlerini, köylerini, fermanda yitirdiklerini, kayıp kızlarını ve kadınlarını, toplu mezarlarını, akıbeti bilinmeyen yakınlarını bırakarak, savruldukları uzak diyarlarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar.
Yuvası yıkılmış, dağılmış insanın, yeniden bir gelecek inşa etme sorunları gündelik yaşamlarının bir parçası haline geldi. Geleceğe dair endişeleri, korkuları hiç eksik olmadı. Belirsizlikte akıp giden hayatta, boşluğa atılmış bir taş misali yuvarlanıp durmaktadırlar. Ferman sonrası her Êzîdî, yaşamda yeni bir sayfa açmak, yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalmıştır. Bir insanın yaşamına sığdırılacak ne kadar sorun varsa fazlasıyla Êzîdî toplumunda mevcuttur. Ekonomik, sosyal, siyasi, ideolojik, askeri-öz savunma, idari-yönetim, eğitim-sağlık, barınma, alt yapı sorunlarının tümü birer sorun alanı olarak çözüm beklemektedir.
Her şeyden önce de Êzîdî topluluğun var olma sorunu vardır. Êzîdî inancının korunması ve ritüellerin yaşatılması toplumun varlığı açısından oldukça önemlidir. Bir toplum, ancak kendisini var eden değerlerle birlikteyaşatılması varlığını koruyabilir. O nedenle de toplum olarak Ezidiler için kendi orijinal kültürlerini yaşayıp, yaşatma ve gelecek nesillere aktarma, ferman sonrası ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bugünden bakıldığında 74. Ferman’ın amacı daha da iyi anlaşılır durumdadır. Bir topluluğu tümden yok etme amaçlanmıştır. Şengal’de ki Êzîdî varlığına son verme, etnik temizlemedir. Soykırımdır. DAİŞ çeteleri Şengal’e saldırdıklarına tek gayeleri Êzîdî inancına mensup olanların tümünü ortadan kaldırmak ve varlığına son vermektir. Şengal’i yakıp-yıkarak yaşanmaz hale getirmektir. Katliamla öldürebildikleri kadar fiziki imhayla soykırım uygulama, öldüremediklerini de Şengal’den çıkarma esas alınmıştır. Bu konu da kısmen başarı da sağlanmıştır.
PKK ile uçurumun kıyısında yaşama tutunmak
21. yy’ın en büyük soykırımı olan Şengal katliamı tam başarıya ulaşacakken tarih sahnesine Kürt Özgürlük Hareketi çıkıyor ve bütün hesapları alt üst ediyor. Az sayıdaki gerilla gücü ve bir avuç halk ile Êzîdîler için kutsal mekân sayılan Şengal dağında, DAİŞ çetelerine karşı tarihin en görkemli savunması gerçekleşiyor. DAİŞ Irak’ın köy, kasaba ve kentlerini domino taşı gibi birer birer devirip ilerlerken, Suriye içlerine yayılırken bölgede giremediği tek yer Şengal dağıdır. O nedenle belki de DAİŞ’in ilk kırılma noktası Şengal savunması olmuştur.
Başkan Apo’nun ‘Êzîdîlere sahip çıkın’ sözü hem talimat ve hem de vasiyet niteliği taşıyan mesajına karşılık verilmiştir. 12 kişilik gerilla gurubu Şengal dağına çıkarak tarihin akışını değiştirmiştir. Belki sembolik bir güçtür ama, dağa inanç, umut, güven, direniş taşımışlardır. Fedaice bir duruşun ve Apo’cu fedai ruhun temsilciliğini yapmışlardır. Şengal direnişi denildiğinde 12’leri mutlaka anımsamak, anmak ve yad etmek gerekir. Belki ilk kıvılcım, belki ilk fişek, belki ilk meydan okumadır. ‘Ezîdîlerde kahramanlık zılgıtı olarak bilinen, direniş şiarı olan ‘hol holê holê, hol hola Tavuzî Meleke’ nidasının DAİŞ çetelerine karşı ilk haykıranları olmuşlardır. Daha sonra genç kızlar ve erkekler kendilerini bu halk uğruna feda etmek için Şengal dağına aktılar. Dünya onları gıpta ve hayranlıkla izledi. Katliamla tanınan Êzîdîler kahramanlıkla anılmaya başlandı. Ve Şengal’de yeni bir tarihi direniş destanı yazıldı.
Bir gerçeğin altını daha çizmek gerekir ki o da DAİŞ’e teslim olmaktansa kendi imkanlarıyla kahramanca savaşarak şehit düşen halkın onurlu direnişidir. Girzerik kadınlarının zılgıtları, cesur, yiğit erkeklerin mevzilerdeki direnişi asla unutulmaması gereken tarihsel çıkışlardır. Yine Siba Şeyh Xıdır, halkı mutlak bir katliamdan kurtaran görkemli bir direniş sergilemiştir. Pir Xeyri’nin cesareti, yiğitliği, kahramanlığı, savaşçılığı asla unutulmaması, tarihe not düşülmesi ve sürekli saygıyla anılması gereken kişiliklerdir. DAİŞ’e karşı direnerek şehit düşen ve burada hepsini anamayacağımız bütün şehitlerin direnişlerini yad etmek gerekir. Fermanın önüne örülen ilk barikatlarda gözünü kırpmadan ölüme giden isimsiz kahramanlar bu halkın gerçek temsilcileri ve öncüleridirler.
PKK gerillalarının Şengal’de ki direnişi Êzîdî topluluğunun yaşam belirtilerine yeni bir umut yaratmıştır. DAİŞ’ten korkarak kaçmak değil, direnerek, karşı koyarak, yenilgiye uğratarak durdurmanın mümkün olduğunu ispatlamıştır. Şengal’in özgürleşmesi Êzîdî toplumu için başlı başına bir devrimdir. Müthiş bir güven duygusu yaratmıştır. Tekrardan Şengal dağına dönmek isteyenlere zemin hazırlanmıştır. Yaşanır hale getirilmesi için yoğun bir çaba sergilenmiştir. Şengalin özgürleşmesinde Rojava Devrimi’nin büyük katkılarının olduğunu da teslim etmek gerekir.
Şengal, DAİŞ çetelerinden temizlendikten sonra sıra yaşamı örgütlemeye gelmişti. Özerk idari yapının oluşturulmasına, halk meclisinin teşkil edilmesine, öz savunma birimlerine kavuşturulmasına, eğitim, sağlık, güvenlik, belediye hizmetlerine varana dek imkanlar dahilinde yaşamın örgütlendirilmesi için hummalı bir çalışma başlatıldı. Halkın geri dönüşünü sağlamak, yaşam için güvenlikli bir yer haline getirmek öncelikli görevdi. Başlangıçta DAİŞ’in yarattığı tedirginlik olsa da zamanla bir kısım halkın geri dönmesi Şengal’de yaşamın yeniden filizlenmesi anlamına geliyordu. Büyük bir enkaz haline gelen, harabeye dönmüş yerleşim yerlerinde, moloz yığınlarının arasında yaşam fışkırmaya başlamıştı.
Halkın geri dönüşü için gerekli fiziki koşulların yaratılması kadar düşünsel düzeyde de öz güvenin tazelenmesi zaman almıştır. Öz güce güven, kendisini savunan, yöneten, idari kurumlarını inşa eden bir halk durumuna gelmeleri zamanla gerçekleşmiş olması önemli kazanımlardandır. Yok olmanın eşiğine gelmiş olmasına rağmen, uçurumun kenarına tutunarak hayatta kalmış ve kendisini yeniden var etmiştir. Yaşama tutunan bir halk gerçekliğine doğru yol alması tarif edilemez bir heyecan, moral-motivasyon yaratması kaçınılmazdı. Bu gelişmeler örgütlemeye zemin hazırlarken her alanda pratiğe yansımaları olmuştur. Halkın siyasallaşarak politik bir kitle haline gelmesine katkı sunmuştur. Bütün bu gelişmeler Şengal’de ki Êzîdîler için Fars mitolojisindeki Zümrüdü Anka (Simurg) kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğmak anlamına gelmekteydi.
Şengal şehir merkezi özgürleştirildikten sonra 3/5 km mesafede DAİŞ kuşatmasının kırılması yılları aldı. Bir yandan DAİŞ ile mücadele ederken diğer yandan Şengal halkının örgütlenmesi at başı giden çalışmalar olarak devam etti. Fermandan sonra yıllar geçmesine rağmen Şengal’de Irak merkezi hükümetin ve KDP’nin esemesi dahi okunmuyordu.
Her iki egemen gücün yokluğunda gerçekten de özgür bir toplumun inşası için gerekli olan Öz Yönetim, Öz Savunma kurumlaşmaları olanca hızıyla devam etti. Öyle ki, DAİŞ’in yarı kuşatması devam ettiği süre içinde, Irak hükümet yetkilileri, Şengal Öz Savunma Güçlerinin aracılığıyla bölgeye gelip gitmekte ve aylarca YBŞ-YJŞ güçlerinin misafiri olarak alanda kalmaktaydılar. Bu durum KDP güçleri için de geçerlidir. KDP, DAİŞ çeteleri Şengal’e saldırmadan önce alanı boşaltarak güçlerini Güney Kurdistan’a çekmişti. PKK gerillaları alan hakimiyeti sağladıktan sonra tekrardan geri dönmek istemişler ve bu konuda PKK’den yardım talebinde bulunmuşlardı. PKK’nin verdiği destekler sayesinde Şengal’e dönmüşlerdi. Daha sonraki süreç sarpa sardı. PKK’nin yardımıyla Şengal’e gelen Irak istihbarat yetkilileri ve KDP güçleri, DAİŞ yenilgiye uğradıktan ve tehlike kalmayınca Êzîdîlerin kazanımlarını birer birer ortadan kaldırmaya başladılar.
PKK güçlerinin Şengal’de bulunması, Êzîdîler için her şeyden önce yaşam güvencesiydi. PKK’yi kendileri için koruyucu bir güç olarak görüp inanmışlardı. Êzîdîler için kendisini tereddüt etmeden feda eden Rêber Apo’nun fedaileri, Şengal ve halkının koruyucu kalkanıydı. Sadece Şengal’de değil, KDP’nin denetim alanında Duhok sınırları içinde bulunan Kutsal mekanları Laleş’in savunmasına da tereddütsüz koşmuş, güvenliğini sağlamışlardı. DAİŞ katliamında Êzîdîlere uzanan tek yardım eli PKK’nin elidir. Uzanan bu el, yok olmanın eşiğindeki bu topluluğu uçurumun kenarından çekip çıkararak yaşama döndürmek için yeterli olmuştur.
PKK’nin bakış açısında, Êzîdîler Kürtlerin kök hücresi olarak ele alınmaktadır. Önder Apo bulunduğu İmralı zindanındaki tek kişilik hücresinde Dewrêşê Evdê Destanı’nın hatırına şu mısraları kaleme alır.
*****
Sincar Dağlarında
Dewrêşê Evdê’nin
yanında olsaydım!
Beyaz atların sırtında
Musul ovasına dalsaydım
Dewrêş
vurulduğunda sırtlayıp
Kurdistan dağlarına
götürseydim
O’na, ‘Bak binlerce Edulê ve
On İkiler var’ deseydim
Tanrıçaların taht kurduğu
bu dağlarda rahat uyu
deseydim
Ölüm nereden ve nasıl gelirse
gelsin artık gam yeme
Kesinleşen Kürtlük ve özgür
yaşam ebedi gerçek deseydim
*****
Başkan Apo; bu mısralarında dile getirdiği hakikat, aslında Êzîdîlik hatırına neleri yapmak istediğini veciz bir anlatımla dile getirmiştir. Êzîdîler ve Şengal için ne yapmak istediğini yıllar öncesinden pratikleştirmiştir. Fırsatını bulur bulmaz Şengal’de bu hayalini gerçekleştirmek istemiştir. Kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşamı kök hücresiyle buluşturmuştur. Derin anlamı olan bu mısralar, PKK’nin Êzîdîlere bakış açısının kısa bir özeti gibidir.
PKK’nin Êzîdî toplumuyla ilişkisi aslında özgün bir ilişki gibi hep özenle ele alınmıştır. PKK’de birçok Êzidi, önder kadroları arasında yer almıştır. Mehmet Sevgat, Bınewş Agal, Mam Zeki Şengali bilinen simge isimlerden sadece bir kaçıdır. PKK’nin Şengal ile olan ilişkileri de oldukça eskiye dayanmaktadır. Bu ilişkiler Saddam sonrası süreçlerde çok daha örgütlü bir çalışmaya dönüşmüş ve hep var olmuştur. 2005 yılında kurulan TEVDA derneği aracılığıyla Şengal’de ve Musul merkezde faaliyetler başlamış ve fermana kadar da kesintisiz devam etmiştir. Birçok Êzîdî kanaat önderinin, Ruhani (Oldar) kesimden ve aydınlardan oluşan 100 kişilik delegenin katılımıyla Musul barajının kenarında TEVDA’nın (Tevgera Êzîdîyen Demokratik u Azad) ilk kongresi gerçekleştirilmiştir. Bu kongreye Şengal, Şexan, Bahzan, Başîqa ve Musul’dan temsilciler katılmıştır. Bu kongrede geniş bir temsili bileşim yaratılır. Musul merkez ve Şengal’de şubeleri açılır. Bu dernek etrafında örgütlenme çalışmaları başlatılır.
Yine Musul’da DİCLE adında 2 aylık siyasi-kültürel bir gazete çıkarılır ve bütün Êzîdî yerleşim alanlarında parasız dağıtımı sağlanır. Derginin yıllarca editörlüğünü yapan Arap kökenli değerli insan Riyad Ebdele Elhiyali DAİŞ’in Musul işgalinde gazete binasında katledilmiştir. Gazeteyle, örgütsel-siyasal, eğitim çalışmaları yürütülür, halk bilinçlendirilir. Bütün bu gelişmelere paralel olarak Avrupa’da Çıra TV’nin yayın hayatına başlaması, halk açısında oldukça önemli bir adımdır. Dünyaya dağılmış Êzîdî toplumu için önemli bir iletişim aracı haline gelmiş, birleştirici bir rol oynamıştır. Özellikle de Êzîdî inancı ve kültürünün yaşatılmasında belirleyici etkilere sahiptir.
Ferman döneminde ve sonrasında da basın yayın faaliyetlerine gereken önem verilmiştir. Basın; ferman görüntülerini, halkın feryatlarını dünyaya duyurmakla tarihi bir rol oynamıştır. Dünya basını, Şengal’de ki özgür basından beslenmiştir. Êzîdîlerin dünyaya açılan gözü, kulağı olmuştur. Fermanın bütün süreçleri özgür basının kaleminden okunmuş, kadrajından izlenmiştir.
Ferman sonrasında basın çalışmaları daha da kurumlaşarak büyümüştür. Radyo Çıra yayın hayatına başlamıştır. Defalarca Türk devletinin hava saldırılarına hedef olmuş ve tahrip edilmesine rağmen yine de yayın yapmada ısrar etmiştir. Öncülüğünü Şehit Nujiyan Erhan iki arkadaşıyla birlikte yürüttüğü özgün kadın basın çalışmaları ha keza çok önemli bir rol oynamıştır. Kamuoyu, DAİŞ’e esir düşen kadınların hikayesini, kadınların fermanda karşılaştığı insanlık dışı uygulamaları Nujiyan’ların kaleminden öğrenmiştir.Nujiyan sadece haber yapmakla yetinmemiş, aynı zamanda kadın basınını örgütleyip geliştirerek kurumlaştırmıştır. Onlar bu yolla Êzîdî genç kadınları eğiterek bu çalışmaları kalıcı hale getirdiler. O nedenle de bilinçli bir şekilde hedef alınarak katledildiler.
TEVDA, fermanda Êzîdî toplumunun direnişinde ve yeniden dirilişinde büyük bir umut olmuştur. Fermanın gerçekleştiği zaman Şengal halkını koruma, acil ihtiyaçları karşılama, sağlanan yardımları halka ulaştırma da bu dernek üzerinden yürümüştür. Gerilla güçlerinin Şengal’e gidişi, güvenliğin sağlanması, işlerin örgütlendirilmesi ve koordinesi de TEVDA üzerinden yürütülmüştür. Şengal’de her kesimden ve inançtan halkın, PKK’yi tanımasında bu derneğin önemli bir rolü olmuştur. Ferman sonrasında Şengal halkı siyasi, askeri, idari, birçok konuda kendi hizmet kurumlarını yarattıktan sonra bu derneğin çalışmaları sonlandırılmıştır.
Şengal’de, bütün saldırılara, savaş ortamına rağmen hatırı sayılır bir gelişme yaratılmıştır. Meclis çalışmalarıyla tanışan Şengal halkı ilk kez kendisini yönetir hale gelmiştir. Halkın bizzat kendisi halk diplomasisini yürütecek düzeye gelmiştir. Devlet yetkilileriyle sayısız toplantı gerçekleştirerek sorunlarını aktarma fırsatını bulmuştur. Şengal hakkında söz ve karar sahibi olmayı başarmıştır. PADE adında siyasi bir parti, YBŞ-YJŞ savunma birlikleri, Şengal özerk meclisi, özgün kadın çalışmalarını yürüten kurumlar, gençlik örgütü vb çalışmalarla Êzîdî toplumu kendi kendisini yönetir duruma gelmiştir.
Şengal halkının yanında olmak, dayanışma içinde bulunmak, sorunların çözümüne katkı sunmak, Şengal’e hizmet etmek için Avrupa’dan gelen bazı Êzidi şahsiyetler aylarca Şengal’de kalarak halk çalışmaları içinde yer almış ve örgütlenme çalışmalarına katılmıştır. Bunlardan biri de (Hasan Dutar) Mam Beşir’dir. Mam Beşir’i nerdeyse tanımayan yok gibidir. Rusya, Ermenistan, Avrupa, Şexan ve Şengal alanlarında yıllarca halk çalışmalarında kalan biri olarak, ömrünün çoğunu Êzîdî toplumuna hizmet etmekle geçirmiştir. Geçmiş yaşına rağmen çalışma azmi, çalışkanlığı ve fedakarlığı asla tartışılmaz bir halk önderiydi. Görevi başındayken talihsiz bir kalp krizi sonucu Şengal’de şehit düşmüştür.
KDP’nin Êzîdî toplumuna ihaneti tarihe not düşülmeli
Dışardan hiçbir yardım almadan, kendi öz gücüne dayanarak ilk kez kendilerini temsil etmeleri Êzîdîlerde büyük bir öz güven yaratmıştır. Karar alan ve uygulayan bir düzeye gelmeleri ve Bağdat hükümeti düzeyinde diplomasi çalışmalarında bulunarak statü talep eder hale gelmeleri ciddi bir başarıdır. Hatta inşa ettikleri toplum ve yönetim modeliyle Irak’ın geneli için bir model oluşturarak yaşamı yeniden örmede önemli mesafeler aldığını göstermektedir.
Başkan Apo’nun fedaileri, çok ağır bedeller pahasına da olsa, DAİŞ çetelerini yenilgiye uğratarak Şengal’den söküp atmıştır. Kendi tarihsel sorumluluğunu ve insani görevini yerine getirdikten sonra Şengal’den ayrılmışlardır. Êzîdîler, örgütlediği kurumlarla, kendi kendisini yöneten ve savunan bir pozisyon gelmiş olmaları ve fermanın yaralarını sarmaları çok önemli bir başarıdır. KDP’nin ihanetine, oynadığı uğursuz rolüne ve bütün engelleme çabalarına, Türk devletinin alçakça saldırılarına, Bağdat hükümetinin olumsuz yaklaşımlarına rağmen fermandan sonra Êzîdîlerin tekrardan kendi kutsal topraklarında yaşama döndürülmeleri başarılmıştır.
Şengal katliamından bağımsız olarak KDP’nin ideolojik kimliğini tanımlamak gerekir. Ulusal soruna yaklaşımı sorunludur. Çağın gerisinde kalmış zihniyet yapılanmasına sahiptir. İlkel milliyetçi çizgiye dayanan ideolojik hattı dinsel, mezhepsel inançla bezenmiştir. Kapsayıcı olmaktan ziyade yereldir, parçacıdır, bölgecidir. Aşiretçilik yapısı üzerine kendisini konumlandırmıştır. Ailesel yönetim anlayışı hep ön palandadır. Öz güce dayanmaktan ziyade dışa bağımlı örgütlenmesi KDP’yi militarist bir güç haline getirmiştir. Güney Kurdistan’ın yek pare olamayışı, ortak siyasi birlikteliğin kurulmaması, Soran ve Behdinan gibi iki ayrı yönetimin oluşması, ulusal birliğe yanaşmaması, iktidar kavgasından dolayı Güney Kurdistan’ın kaynaklarını tüketmesi, enerji potansiyelini boşa harcaması, iç çatışmalarla kardeş kanı akıtması, egemen devletlerle kirli ilişkiler içinde olması gibi ve daha birçok konu da KDP çizgisinin Kurdistan’ın birliğine, Kurdistan halkının ulusal çıkarlarına hizmet etmediğini göstermektedir. Beyaz yakalı ilkel milliyetçi Kürt tabakası, Kurdistan coğrafyasında, düşmandan daha beter bir rol oynamaktadır.
KDP’nin Êzîdî toplumuna karşı yaklaşımı Kürt ulusal kurtuluş meselesine yaklaşımından farklı değildir. Genelde hep faydacı-çıkarcı olmuştur. Êzîdîlerden alabildiğince askeri güç devşirerek parti çıkarı doğrultusunda kullanmıştır. Êzîdîlik inancıyla zihniyette çelişen sorunlu bir yaklaşımın sahibidir. Pratik uygulamaları da hep negatif olmuştur. Ayrımcı, dışlayıcı ve aşağılayıcıdır. Êzîdîlerin sofrasına oturmazlar, ekmeklerini yemezler, ellerinden su dahi içmezler. İşin başında, Êzîdî inancına karşı ideolojik bir yaklaşım içinde olduklarını belirtmekte fayda vardır. KDP’nin zihniyet yapısını çözmeden, Êzîdîlere bakış açısını sorgulamadan, var olan algıyı anlamadan ferman soykırımı hakkında söylenecek her söz yeterince yerine oturmayacaktır.
Êzîdîlerin hac merkezi olan Lalişa Nûranî’den başlayarak, Baba Şeyh ve Mir makamı üzerinde denetim kuran, ekonomik yardımlarla kendisine bağlayarak ipoteğine alan bir yaklaşım sergilemektedir. Dini kanaat önderleri, Aşiret reislerinden Qube görevlisi olan mîcewir’lere kadar hepsini maddi yardımlarla kendisine bağlamıştır. İnanç üzerinde tasarrufta bulunma hakkını elde etmiştir. Laliş, KDP çizgisinin dışına asla çıkamaz hale gelmiştir. Gerektiğinde Laliş’ten fetvalar çıkararak Êzîdî toplumunu yönlendirmeye kadar işi vardırmıştır.
Êzîdî toplumunun bir kısmı Laliş’in de bulunduğu, ruhani liderlerin ikame ettiği Şexan nahiyesidir. Nüfus olarak Şengal’den daha azdır. Ezîdîlerin ruhani liderleri, Şengal halkının yaşadığı trajedi karşısında üzerlerine düşen önderlik misyonunu yerine getirmemişlerdir. Konumlarına, misyonlarına ve görevlerine uygun davranmamışlardır. Hatta Şengal’i ziyaret etmekten bile imtina etmişlerdir. KDP’nin etkisinde kalarak Şengal’e aktif bir destek, yardım içine girememişlerdir. KDP’nin Şengal’e saldırılarını görmezden gelmiş ve Türk devletinin saldırılarını dahi kınamamışlardır. Hava saldırılarında katledilen Êzîdî önderlerden Mam Zeki Şengali, Hasan Sait Hasan, Dijvar Feqîr, Zerdeşt Şengali, Pir Hemit, Pir Çeko ve daha nice şehit ve yaralılara sahip çıkamamışlardır. KDP’nin Êzîdî toplumu üzerindeki baskı, işkence, sindirme, korkutma, tutuklama, ajanlaştırma uygulamaları karşısında gözünü, kulağını, ağzını kapatarak üç maymunları oynamışlardır. Fermanın yıl dönümünde Şengal’de yapılan DAİŞ’i protesto eylemlerine özellikle gençlerin katılımı engellenmiştir. Bazı gençler “PKK eylemine katıldım diye KDP bizi tutukluyor” diyerek korkudan DAİŞ’i bile protesto edemediklerini dile getiriyorlar. Kahrolsun DAİŞ diye haykıramıyorlar. Bu, düşmanını, bile protesto etmekten korkan bir toplumun ne hale geldiğinin göstergesidir. Bu korkunun mimarı KDP’dir. Halka bunu dayatmak ve yaşatmak tek kelimeyle zulümdür.
Êzîdî mirlik makamı, Bavê Şeyh, Bavê Çavuş, bütün şeyhler, pirler, Qavallar, Koçekler, feqirler, Çile Girler ve bütün dini kanaat önderleri, hatta aydınlar, sanatçılar, toplumda hatırı sayılır kim varsa yaşanan fermanın yaralarını sarmada bulundukları makamın hakkını verememişlerdir. Êzîdî toplumu her şeyden önce bir inanç topluluğudur. Siyasi önderlikten yoksundurlar, örgütlü değildirler. KDP, YNK saflarında siyaset yapan öncüler de kendi toplumuna faydaları yoktur. Bu nedenle öncülük görevi ruhani önderlere düşmektedir. Toplumu bir arada tutan en temel faktör inançlarıdır. Bu birliğe denk bir temsil durumu ortaya çıkmış değildir. Toplumun parçalı duruşu, birlikte hareket etmemeleri, ortak karar vermemeleri, tavır geliştirmemelerinin nedeni ruhani liderlerlerinden kaynaklanıyor. Şengal halkına karşı biraz da ha mesafeli duruşları, halkla kaynaşmamaları toplumdaki dağınıklığı daha da artırmaktadır.
Ruhani liderliğin, inanç etrafında toplumu bir arada tutmak, öncülük yapmak, yol göstermek, sahip çıkmak, korumak, geliştirmek, inanç temelinde eğitmek gibi ulvi görevleri manevi değerleri vardır. Kendilerinden beklenen bu görevi hakkıyla yerine getirmek, bu halka gerçek anlamda önderlik etmektir. Dünyaya dağılmış, özünden kopmuş, aslından uzaklaşmış, yok olmanın eşiğine gelmiş toplumun, örgütsüz, dağınık hale gelmesinde ruhani makamlarda yer alanların payı vardır. Kendi sorumluklarını mutlaka görmeleri ve gerektiğinde halka karşı özeleştiri verme erdemini göstermelidirler.
Nasıl ki Vatikan’da ki Papa, kiliselerde meydana gelen olumsuzlukları ifşa ediyor, kendi sorumluluk alanına ilişkin özür diliyor. Savaşlara, çeşitli konulara dair Hristiyan dünyasına hitap ediyor, düşünce belirtiyorsa, Laliş’in ruhani liderleri de kendi toplumuna doğru yolu göstermeleri gerekir. Toplumun dağılmasına, asimile edilmesine, hakikatinden kopmuş olmalarına karşı dini görevlerini yerine getirerek çimento görevi görmeleri gerekir. Avrupa’da bozulmaya yüz tutmuş, kar gibi eriyen Êzîdîlere ve özellikle de gençlere yönelik iki kelimelik nasihati, çağrıyı dahi yapamaz hale gelmişler. Bu konuda tek bir demeçleri dahi yoktur. Bunu vurgulamada ki amaç; dağılmakta olan topluma karşı sorumluluklarını hatırlatmak ve göreve çağırmaktır.
Ruhani liderler DAİŞ tarafından alı konulan, tecavüze maruz kalmış kadınların geri dönüşlerinde aileleri tarafından sahiplenilmesi, çocuklarıyla birlikte kabul edilmesi yönündeki açıklamaları olumludur. Çünkü fermanın felaketi Êzîdîleri vurmuş, Êzîdîler içinde de en çok kadınları vurduğu da bir gerçektir. Kadınları anlatmadan fermanı anlatmak ve anlamak eksik kalacaktır. Kadının düştüğü durum aslında toplumun düştüğü durumdur. Bu durumdan çıkmak için bu durumu bir sorun olarak görmekten ve sonra da çözüm üretmekten geçer.
KDP’nin Êzîdî halkına ve Êzîdîlik inancına bakış açısı neyse, coğrafik olarak Şengal’e yaklaşımları da maalesef hep faydacı, peşmerge devşirmeye dönük olmuştur. Şengal KDP’nin rant alanı olmaktan kurtulamamıştır. Saddam iktidarı döneminde KDP’nin Şengal’de ki varlığından pek söz edilemez. Bir mücadele alanı olarak görülmemiştir. Saddam sonrası süreçte Şengal’de hakimiyet kurmuş ve siyasi çıkarları doğrultusunda küçük bir sömürge gibi kullanmıştır.
KDP, Êzîdîleri genelde oy deposu olarak görmektedir. Parlamentoda ki Êzîdî kontenjanını bile KDP’li Êzîdîlerden atamaktadır. Êzîdîlerin siyasi iradesini kendi güdümüne alarak el koymuştur. Ferman öncesi KDP, Şengal’in ekonomisini yönetmektedir. Ticaretini, pazar alanını, gümrük işlemlerini KDP denetlemektedir. Asayiş ve güvenlik işleri de KDP tarafında yürütülmektedir. Yargı, polis teşkilatı, eğitim, sağlık gibi bazı konularda Irak merkezi hükümetinin temsili olsa da genelde Şengal’in yönetimi KDP’nin elindedir. Bu nedenle yaşanan bütün sorunlardan KDP sorumludur.
Fermanı yaşayan Êzîdî toplumunun gerçekleri bilmeye hakkı vardır
Şengal Êzîdilerinden bazı kesimleri, özelikle Kasım Şeşo ve onun etkili olduğu çevreyi de kendisine bağlayarak halk üzerinde denetim kurmuştur. Bildik baskı, tehdit, korku, sindirme, tutuklama gibi yöntemlerle ferman sürecine kadar Şengal’i böyle yönetmiştir.
DAİŞ öncesinden günümüze kadar Şengal’de olup bitenleri, yakalanan fırsatları, yaşanan olayları ince eleyip sık dokumak gerekir. Eksikler, yetersizlikler nelerdir, nerede hata yapılmıştır, neden yapılmıştır? Sorularına cevap bulmak gerekir. Halkın başına gelen büyük soykırım fermanını aydınlatmak için KDP’nin işgal ettiği konumun anlaşılması ve aydınlatılması lazım. Fermanı yaşayan Êzîdî toplumu yaşanan bütün gerçekleri doğru bilmeye hakkı vardır. Şengal’de yaşanan bütün süreçleri, meydana gelen olayları doğru yorumlaması, doğru sonuç çıkarması ve tarihi doğru tanımlaması açısından gereklidir ve hatta zorunludur. Bu nedenle Êzîdî halkının bizzat yaşadığı, bildiği, gördüğü, tanık olduğu olayları, fermanın gerçek yüzünü, nedenlerini, sebep ve sonuçlarını aktarma sorumluluğu vardır. Ama buna rağmen KDP’den kaynaklanan fermanın trajedisini iliklerine kadar hissedip yaşamalarına rağmen bir çok Êzîdînin sesini yeterince duyuramadığı ya da çekindikleri için tarihe mal edecek, belgeleyecek bir duruma halen yeterince gelmediği de bir gerçektir. Artılarıyla, eksileriyle fermanın bir dökümü halen yapılamamıştır. Kendi meramını dünyaya anlatamamıştır. Ne istediğini dahi izah etmekten, yasal girişimlerde bulunmaktan, hak talep etmekten, (sorumlular hakkında, bilgi, belge, kanıt toplayarak dava açmaktan) ve kendi meşru müdafaasını yapmaktan yoksundur. Bunca savaş suçu işlenmesine rağmen uluslararası mahkemelere tek bir başvurunun yapılmaması oldukça düşündürücüdür. Fermanı Jenosit olarak kabul eden kimi devletlerin yargı makamlarına binlerce dosya hazırlanmalıydı. Bu jenosidi yapanlara, yaptıranlarına, suç ortaklarına dair yasal girişimlerde bulunulmalıydı. Hiçbir girişimde bulunmamak ve kaderine razı olup beklemek ölümü kabullenmektir.
Katliam sürecinde Êzîdîleri savunmasız bırakarak katliama terk etmesi, halkın güvenlikli alanlara çıkışını engellemesi, kendileri de tek mermi sıkmadan Şengal’den kaçması elbette üzerinde durulması, mutlak süratle sorgulanması ve cevap verilmesi gereken bir konudur. Soykırım katliamının, jenosidin, trajedinin şifresi burada gizlidir. Bu soru cevaplanmadığı müddetçe, KDP, DAİŞ’in katliamına onay vererek, anlaşmalı bir şekilde Şengal’i DAİŞ’e teslim etmiş sayılacaktır. Her şeyden önce Êzîdî halkına özür borçlu olduğunu da belirtmek gerekir.
Fermanı gerçekleştiren DAİŞ kadar Fermana sebep olan, zemin sunan KDP’de bu insanlık dışı soykırımın suç ortağıdır. DAİŞ katliamı yapandır, KDP onunla katliam konusunda uzlaşandır. Şengal’de yaşananlar KDP ihanetinin tescilli belgesidir. Bu fermanda işledikleri insanlık dışı suçlardan kendilerini asla aklayamazlar. Fermanın gerçekleştiği 3 Ağustos gecesi tereyağından kıl çeker gibi Şengal’den çekip gitmekle bir topluma yapılabilecek en büyük kötülüğü yaptılar. Sorumluluklarının gereklerini yerine getirmediler.
KDP zihniyetini, temsil ettiği siyaseti, insani, vicdani, ahlaki, hukuki, siyasi etik, askeri sorumluluk, yöneticilik anlayışı bakımından hangi açıdan ele alınırsa alınsın, ihanetten başka bir şeyle tarif etmek mümkün değildir. 74. Êzîdî Fermanı KDP sorumluluğunda gerçekleşen bir katliam olarak tarihe geçmiştir. KDP’nin düşmanlığı sadece Êzîdîlerle izah edilemez, Kürt değerlerine, Özgürlük Mücadelesine, ulusal birliğe karşı da düşmancadır. Kürtlerin sırtına saplanan Kürt ihanet hançeridir. KDP’nin ihanetini hiçbir tereddütte mahal vermeden, Şengal’da ki Tılezer ve Siba katliamlarından, 74. Fermandan, anlamak, ispatlamak mümkündür. Dünyada’ki tüm Êzîdîler gerçekten 74. Fermanı anlamak istiyorlarsa ve kimliğine, inancına, kültürüne, köklerine sahip çıkmak istiyorlarsa, KDP’nin Êzîdî toplumuna olan tarihsel düşmanlığını mutlaka doğru anlamak ve doğru sonuç çıkarmaları şarttır. KDP’nin Şengal’deki iktidarını da doğru sorgulamaları gerekir.
Devam edecek…