KDP, Şengal’e saldırıp PKK’ye karşı cephe açtı
PKK’nin DAİŞ’e karşı mücadelesi bir insanlık mücadelesi olarak dünya halkları açısından kabul görmüştür. Kobanê direnişi nasıl dünyaya mal olmuş ve ‘Dünya Kobanê Günü’ olarak anılıyorsa, hiç kuşku yok ki Şengal’de dünyaya mal olmuş destansı bir direnişin sahibidir. Kapitalist sistem ve küresel güçler DAİŞ’le mücadele etmekten imtina ederken, PKK gerillaları dağdan inerek halkın zılgıtları arasında dört bir yanda cephelere koşmuştur. Güney Kurdistan’da Laleş’in korunması, Kerkük, Maxmur ve Erbil’in savunması Şengal’de, Kobanê’de devam etti. PKK gerillaları dağdan inerken gittiği her yerde halkın büyük coşkusu ve yoğun tezahüratlarıyla karşılandı. Tam bir bayram havasında DAİŞ’e karşı savaş cephelerine akın etti. Otobüslerle taşındı. DAİŞ yenilgiye uğratılıp güvenlikli alanlar oluşturulduktan sonra KDP, bu sefer PKK’ye karşı cephe almaya çalıştı. Oysa o dönemde Mesut Barzani’nin bizzat kendisi Maxmur kampına giderek, kamptaki PKK gerillalarını ve kampın milislerini ziyaret ederek, teşekkürde bulunmuş, başarı dileklerini iletmişti. Yine Mesut Barzani Şengal’in özgürleştirildiği gün Şengal’i de ziyaret etmişti. Aynı Barzani daha sonra Kersê vadisi girişinde dalgalanan PKK-HPG bayraklarının altından geçmek istemez ve bunu çok ciddi bir krize dönüştürmüştü. Eğer engellenmemiş olsaydı, Êzîdî halkı kendisini linç edecekti. Çatışmaya ramak kala olay çözüme bağlanır ve demeç için dağa çıkar ve şov gösterisini tamamladıktan sonra hemen geri döner. Daha sonraları ise Êzidilerden oluşan KDP güçleri bazı alanlara yerleşirler. DAİŞ’in Şengal tarafından dağa çıkmasını engelleyen, coğrafik olarak oldukça stratejik öneme sahip varyant yolun kontrolünü sağlayan ve gerillaların DAİŞ ile çatıştığı doçka direniş mevziisini sahiplenirler. O mevziiye Mesut Barzani’nin posteri ve KDP bayrakları asılarak ucuz kahramanlık hikayeleri üretirler. Neresinden bakılırsa bakılsın tam bir iki yüzlülük örneğidir. Söz konusu doçkanın kime ait olduğu ve kimler o mevzide savaştığını ve hatta doçka silahını kimin kullandığına varana dek bütün detayları halk zaten biliyor.
DAİŞ’in saldırdığı günün akşamı Şengal’i terk ederek fermana yol açan KDP, Şengal’de güvenlikli alan sağlandıktan sonra tekrardan Şengal’e geri dönmek için PKK’den destek istemiştir. PKK desteğiyle Şengal’e gelen KDP, daha sonra PKK’nin Şengal’den çıkmasını dayatmıştır. İş birçok defa çatışma durumuna kadar gelmiş, gerilimler yaşanmıştır. Her fırsatta PKK’yi karalayarak, ‘işgalci bir güç’ gibi göstermiştir. Peşmerge genel komutanı Cemal Eminki ve Peşmerge komutanı kontra Serbest Lezgin, Şengal’de çatışma ortamı yaratmak için sürekli tahrik edici bir dil kullanmaktan asla vaz geçmemiştir.
KDP’nin yayın organları ve özelikle Rudaw ve K24 TV kanallarında ki yayınlar, PKK’ye karşı kin ve nefret söylemleriyle doludur. Basın yayın organlarında PKK’yi sürekli gündemde tutarak karalamaya çalışmış ve Şengal’de ki varlığını mütemadiyen sorun haline getirmiş ve Türk devletine hedef göstermiştir. PKK sayesinde ve PKK desteğiyle Şengal’e gelen KDP, PKK’yi Şengal’den çıkarmak için sayısız komplo girişiminde bulunduğuna dair birçok belge-kanıt medya organlarının arşivlerinde mevcuttur. KDP’den milletvekili seçilerek Kurdistan parlamentosuna giden Êzîdî vekil Şeyh Şemo daha da ileri giderek “PKK, DAİŞ’ten fazla zarar verdi” diyerek ne kadar alçaldığını göstermiştir. Êzîdî toplumuna sahip çıkacağına, Fermanın sorumlularını sorgulayacağına, KDP’yi eleştireceğine, KDP’nin ağzıyla konuşup, Şengal’i özgürleştiren PKK’ye saldırmıştır.
KDP’nin maşası durumuna gelmiş, Êzîdî toplumunun yüz karası Şeyh Şemo ve Viyan Dexil gibi karakter yoksunu parlamenterlerin yanı sıra, KDP ile birlikte hareket ederek, kendi toplumuna ihanet eden Şeşo Ailesine benzer bazı Êzîdî çevrelerin olduğunu da belirtmek gerekir. KDP Parlamenterleri Şeyh Şemo, Viyan Dexil ve KDP peşmerge sorumlusu Kasım Şeşo ve Heyder Şeşo ikilisi, alenen Êzîdîlere karşı ihanet içindedirler. Kaldı ki Viyan Dexil’in Şengal ziyareti sırasında geçirdiği helikopter kazasında yardımına ilk koşanların arasında gerilla komutanı Agit Civyan varıdır. Soykırım gibi ağır bir suçun ortağı, Êzîdî toplumunun katledilmesinde birinci derecede pay sahibi olan ve KDP’yi destekleyerek kendi katillerine sevdalanmaları, Barzani’ye methiyeler dizmeleri, Stockholm sendromu yaşadıklarının göstergesidir. Eğer toplumsal vicdan denilen bir şey varsa gerçekleri haykırmak ve şeref yoksunu insanlara hak ettikleri cevabı vermek gerekir.
Sayısız komplo, provokatif girişime rağmen, her defasında Gerilla güçlerinin sağduyulu çabalarıyla sorunlar aşılmaya çalışıldı. Gerillanın bütün iyi niyetli yaklaşımlarına karşı KDP oldukça sorumsuz ve düşmanca tavrını sürdürmeye devam etti. Şengal konusunda Türk devletiyle ortak operasyon yapacak ve katliam gerçekleştirmeyi göze alacak kadar alçaldılar. Son bir kez saldırı girişiminde bulunarak sonuç almak istediler. Bu nedenle Xanasor saldırısını gerçekleştirdiler.
Güneyden gönderilen çok sayıda askeri malzeme, zırhlı araç eşliğinde büyük bir askeri güçle tekrar Şengal’e saldırıp PKK’ye karşı cephe açtılar. PKK-KDP gerginliği nihayetinde Xanesor saldırısıyla çatışmaya dönüştü. 3 Mart 2017 tarihinde KDP güçleri, Roj Peşmerge çeteleri, kar maskesi giymiş Türk kontrgerilla timleri ile PKK gerillaları arasında Xanasor’da çatışma yaşandı. Meydana gelen bu çatışmalarda, aralarında kadın gazeteci Nujiyan Erhan’ın da bulunduğu 12 kişi katledildi. Bu çatışmada Şengal’li Êzîdî savaşçılarda yaşamını yitirdi. Saldırının sorumlusu Peşmerge komutanı, aynı zamanda Türk istihbaratıyla yakın ilişki içinde olan, kontra kişiliğiyle tanınan ve PKK’nin yeminli düşmanı olan Serbest Lezgin, çatışma sonrasında Türk devletinin ağzından konuşarak tehditlerini sürdürmeye devam etti. DAİŞ’e karşı savaşmaktan kaçan bu aşağılık katil ruhlu zat, Türk devletinin kontrgerilla timleri ve Roj Peşmerge çeteleriyle birlikte Êzîdîlere saldırmayı kahramanlık sanacak kadar akıl yoksunudur.
Başta Mesut Barzani olmak üzere bütün KDP yetkilileri Şengal’de DAİŞ’e karşı savaşta 5 yüz Peşmerge kayıp verdikleri yalanını uydurarak Êzidiler üzerinde Şengal’de hak iddia etmektedir. Bunun bir yalan olduğunu o dönemde Şengal dağında kalan yediden-yetmişe her kes bilir. Şengal şehir merkezinin DAİŞ’ten temizlenmesinde bir kısım peşmerge güçleri yerini almıştır. Bunun dışında DAİŞ ile hiçbir zaman karşı karşıya gelmediği herkesin malumudur.
Şengal’i DAİŞ çetelerinin insafına terk ederek Êzîdîlerin diri diri yakılması, toplu mezarla gömülmesini sağlayarak tarihin en büyük ihanetini, bütün dünyanın gözleri önünde yapmalarına rağmen, yüzleri kızarmadan yalanlarla kendilerine sahte tarih yazmaya çalışıyorlar. PKK’ye Özerk Yönetime, Öz Savunma Güçlerine saldırdıkları kadar kesinlikle DAİŞ’e saldırmamışlardır. Bütün bu saldırılar Türk devletiyle organizeli geliştirilmiştir. Türk devleti SİHA saldırılarıyla Şengal’de Êzîdîleri katlediyorsa bunun istihbaratını KDP sağlıyordur. Çünkü; Êzîdîlerin hak sahibi olmalarını, kendi kendilerini yönetmelerini, öz savunmalarını istemiyorlar. KDP’nin Êzîdîlere, Êzîdî inancına olan düşmanlığı anlaşılmadan, yaşanan bütün bu hengâmelerin anlaşılması da zor olacaktır.
KDP, elindeki alanları savunmadan Irak ve Haşdi Şabi güçlerine teslim etti
14 Mart 2017 de Xanasor katliamını protesto eden halka KDP bir kez daha silahlı saldırıyla karşılık vermiş, TAJE meclis üyesi Nazê Nayif Qewal adında Êzîdî genç bir kadın şehit düşmüş, bazı kadınlar da yaralanmıştır. KDP’nin tekrardan Şengal’e yerleşmesi çatışmalarla, provokasyonlarla, komplolarla, karalama kampanyalarıyla, KDP’nin Êzîdî vekilleri konuşturmakla, baskı yöntemleriyle geçen bir süreç yaşandı. Şengal’in bir kısmına yerleşerek bazı alanları PKK taraftarlarına kapatılmış oldu. PKK taraftarları aylarca Sınun’e nahiyesinden geçemez oldular. Kasım Şeşo ve Heyder Şeşo ikilisine bağlı peşmerge güçleri Êzîdîlerin kutsal mekânı olan Şerfedin’i askeri karargâh yaparak KDP’nin üssü haline getirdiler
KDP, DAİŞ sonrası Şengal sürecini de yanlış okumuştur. Kazanıma dönüştürme yöntemi kendisine hep kaybettirmiştir. Şengal’e saldırma histerisi içinde olması izlediği yanlış politikalarla yakından bağlantılıdır. 25 Eylül 2017 Kurdistan Bağımsızlık Referandumu ile alan hakimiyetini geliştirmek ve tek egemen güç olarak kendisini kalıcı hale getirmek istemiştir. Yüzde 90 katılımla halkın onayını alan referandum Kürtlere kaybettirmiştir.
Referanduma en fazla karşı çıkan ve saldıran Türk devleti olmasına rağmen, gelinen noktada kendileri Türkiye’ye uşaklık yapmakta hiçbir tereddüt göstermemiştir. Medya Savunma Alanları’nda Türk devletiyle aynı mevzide durup gerillaya karşı savaşır hale geldiler. Siyasette ilkesizlik, tutarsız, güvensiz onlara kaybettirmiştir. Halkın referandum duygularını da umutlarını da boşa çıkarmıştır.
Kerkük başta olmak üzere birçok alanda direnmeden Kurdistan toprağının bir kısmını Haşdi Şabi’ye ve Irak devletine teslim etmiştir. Sadece Êzîdîlere gücü yetmiştir. Saldırı üzerine saldırı düzenlemiştir. KDP, kendisi dışında Şengal’de herhangi bir oluşuma asla tahammül etmediğinden dolayı Şengal Özerk Yönetimini ve PKK’yi sürekli hedefe koymuştur. Haşdi Şabi’nin alana girmesiyle birlikte (16 Ekim 2017) hiçbir direnme belirtisi göstermeden ve arkasına bakmadan alandan kaçarcasına çıkmış ve böylece KDP’nin Şengal macerası bir kez daha sona ermiştir. KDP, kendisine saldırana karşı koymuyor, eldeki alanları savunmadan Irak ve Haşdi Şabi güçlerine teslim ediyor, her ne hikmetse kendisi de Şengal’e saldırmaktan vaz geçmiyor. İçine girilen durum tam bir paradokstur.
PKK’nin amacı Şengal’de kaldığı süre zarfında elde edilen kazanımları kalıcı hale getirmek, Şengal halkını korumak ve kendi kendilerine yönetebilecek bir duruma getirmektir. Şengal’de elde edilen kazanımları koruma görevi, gerillanın orada bulunmasının zaten varlık gerekçesidir. Bu görevine sahip çıktığı içindir ki KDP’nin saldırılarına karşı durmak zorunda kalmıştır. Benzer gerginlikler Irak devletiyle de yaşanmıştır. Hatta birkaç kez Irak ordu güçleriyle çatışmanın eşiğine kadar gelinmiş, Irak ordusundan ölü ve yaralanma vakaları bile yaşanmıştır. Bunca bedel ödeyen PKK, Êzîdîler için bazı kazanımlar elde etmişse, bunların çok ucuz bir şekilde elden çıkmasına, heba edilmesine, göz yumması asla beklenemez. Günümüzde devam eden sorunların temelinde KDP’nin Özerk Yönetime, Savunma Birliklerine yönelik saldırılardan kaynaklanmaktadır. KDP ve Irak devleti, mevcut kazanımları berhava etmek istemektedirler. Halkın direnci bu konuda nettir ve dış müdahaleyi asla kabul etmemektedirler.
Bütün saldırılarına rağmen sonuç alamayan KDP, Şengal’e ilişkin politikalarında konsept değişikliğine gitmek zorunda kalmıştır. Yıldırma, korkutma, bezdirme, sindirmek için Türk devletiyle yeni taktik değişikliğine baş vurmuştur. Şengal savunma birliklerine yönelik hava saldırılarına başlamıştır. MİT teşkilatıyla ortak operasyonlar içine girmiştir. Günü birlik hava saldırılarıyla sonuç almak istemiştir. Bu nedenle 2017 yılında, Türk devleti ilk kez hava saldırılarıyla KDP’nin Şengal politikalarına destek vermiştir. Şengal’e girmekle Irak devletini tehdit etmiş, göz dağı vermiştir. Temel amaç; KDP’nin geri dönmesini sağlamak ve Şengal Özerk Yönetimine son vermektir. Artan hava saldırılarıyla KDP-Türk devleti ortaklığı Şengal’de farklı bir boyut kazandı. DAİŞ’ten kurtulan Êzîdîler bu defa da KDP ve TC tarafından katledilmeye başlandı, çok sayıda Êzîdî bu saldırılarda hayatını kaybetti
KDP ihanetinde ikinci aşama ve yeni görevleri
İran destekli Haşdi Şabi güçleri Şengal’e girmesiyle birlikte KDP güçleri bir kez daha 16 Ekim 2017 tarihinde Şengali terk etmiş ve Êzîdîleri savunmasız bir şekilde yine yüz üstü bırakmıştır. Şengal’den çekilirken bazı stratejik alanlara Şengal savunma birlikleri yerleşmek istemiş fakat KDP’ye bağlı Kasım Dırbo Êzîdî peşmergeleri bu noktaları Êzîdîlere vereceğine Irak ordusuna teslim ederek nasıl bir düşmanlık içinde olduklarını ispatlamış oldular. Bu durumun Êzîdîlikle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Êzîdî peşmergeler terk ettikleri mevzilerini YBŞ Êzîdxan güçlerine vermediler fakat Irak ordusuna teslim ettiler. KDP’nin halkta meydana getirdiği bu derin yarılmadan da anlaşılacağı gibi ihanetini Şengal’e de bulaştırmış, nifak tohumlarını Êzîdî toplumunda da ekmiştir. KDP’nin Şengal’de ki ihanetinde ikinci perde açılmış oldu.
Haşdi Şabi güçleri harekete geçtiğinde KDP çatışma riskini göze alamadığı için önceden kazandığı birçok alanı boşaltarak geri çekilmiştir. Benzer durum Şengal için de geçerlidir. Şengal için KDP’nin risk almasını beklemek sadece saflık olur. Bu süreçte, sadece Şengal’den değil birçok alanda geri çekilmiştir. Kerkük’te dahil olmak üzere kazandığı toprakların 4/1’i kaybetmiştir. Kazanayım derken ağır bir yenilgi yaşamıştır.
KDP’nin Şengal macerası bununla da sınırlı değildir. KCK Eş Başkanlığı Mart 2018’de ‘Şengal’de güvenlik sağlanmıştır gerillamızı çekiyoruz’ açıklamasıyla kendi güçlerini Şengal’den çekmiştir. Daha sonra ki süreçte, Şengal’in öz güçlerinden oluşan Êzîdxan Asayişi, YBŞ ve YJŞ birlikleri Şengal savunmasını üslenmiştir. KDP bunları da hazmedemeyerek saldırılarını her fırsatta devam ettirmiştir. Ferman sonrası Irak devlet güçlerinin ve Haşdi Şabi’nin Şengal’e yerleşmesiyle birlikte KDP yeni yollar deneyerek farklı yöntemlere baş vurmuştur. Artık askeri olarak Şengal’e giremeyeceğini anlayınca Irak merkezi hükümetiyle 9 Ekim 2020’de imzalanan ihanet anlaşmasıyla şansını denemiştir. Bu durum halkın büyük tepkisine yol açmış, protestolara neden olmuştur. Söz konusu anlaşmayla Şengal’in var olan sorunlarına yenilerini de ekleyerek daha da ağırlaştırmıştır.
9 Ekim ihanet anlaşmasının temel şartları Şengal’in sözde idari, güvenlik ve alt yapı sorunlarının ‘çözümünü’ esas almaktadır. İdari sorunlar derken Şengal’den kaçmış KDP’ye bağlı eski Kaymakam Mehma Xelil’lin Şengal’e geri dönmesini sağlayarak Şengal idaresinin KDP’ye devredilmesidir. Kastedilen güvenlik maddesi ise Şengal’de ki mevcut silahlı güçlerin Şengal’den çıkarılması ve Irak ordusunun yerleşmesidir. Güvenlik maddesinin uygulanması halinde, Şengal savunma birliklerinin bir bütün tasfiyesi anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, soykırım katliamında, Irak ordusu ve KDP güçleri geri çekilerek katliama yol açarken, Şengal’i özgürleştiren, halkı savunan öz savunma güçleri ise dağıtılacak, onun yerine kendi güçleri ikame etmek anlamına geliyor. Alt yapı sorunu ise dışardan gelen yardım fonlarından yararlanmak istemelerinden kaynaklı bir madde olarak bu anlaşmaya monte edilmiş. Aslında Şengal’in alt yapısı hiç kimsenin ilgi alanına girmiş değildir. Sadece bir aldatmacadan ibarettir.
Bu ihanet anlaşmanın uygulanması için defalarca Şengal’e askeri güç gönderilmiş, Kaymakam Şengal’e girmek istemiş ve her seferinde halkın direnişiyle karşılaşmıştır. Şengal halkı her ne pahasına olursa olsun KDP’nin Şengal’e dönmesine karşı çıkmıştır. Bütün gelişmelerin arkasında PKK vardır gerekçesiyle Türk devletinin hava saldırıları aralıksız devam etmekte ve bu anlaşmanın hayata geçirilmesi için Irak hükümetine baskı uygulamaktadırlar. KDP bu dönemde Türk devletinin Şengal saldırılarına PKK’yi gerekçe yaparak, destek çıkmıştır. Êzîdî kurumlarını hedef göstererek ajanlık faaliyetlerini yürütmekte, istihbarat toplamakta ve Êzîdîleri katletmesine zemin hazırlamaktadır.
KDP, Şengal’e girmek için bütün girişimleri sonuç vermeyince ve ihanet anlaşmasını halk kabul etmeyince sıra Türk devletiyle birlikte Êzîdîlerin evlatlarını katletmeye gelmiştir. Günü birlik yapılan saldırılarda çok sayıda Êzidî komutan ve savaşçı yaşamını yitirmiştir. Başta Êzîdî halk önderi Mam Zeki Şengalî ve Nujiyan Erhan olmak üzere 17 kişi yaşamını yitirmiş 30 kişi de yaralanmıştır. Türk devletinin hava saldırılarını yoğunlaştırarak devam etmesinde KDP’nin sürekli şengal’i hedef olarak göstermesi ve istihbarat faaliyetleriyle koordine tespit etmesinin payı büyüktür.
Özerk Yönetime karşı bir diğer faaliyette siyasi-örgütsel alanda yürütülmektedir. Daha önce YBŞ komutanlığında yer alan Heyder Şeşo, KDP tarafından tutuklandıktan sonra bu görevini bırakarak kendisine Partiya Êzdiyên Demokratîk adında bir parti kurduruldu. Asıl amaç, Özerk Yönetimde, Öz Savunmada yer alanların koparılması, halkın bu kurumlardan uzaklaştırılmasıydı. Tutuklanması 180 derecelik bir kişilik dönüşüne yol açtı. YBŞ’li olarak tutuklandı, KDP’li olarak dışarı çıktı. Seçim süreçlerinde KDP’nin yanında yer alarak KDP’nin Şengal’de ki kolu gibi çalışarak Êzîdîleri KDP saflarına çekmeye çalıştı. Kasım ve Heyder Şeşo, Şengal’de çok olumsuz bir rol oynayarak, PKK karşıtı propagandanın araçları, malzemesi haline geldiler. DAİŞ’e karşı savaş sürecinde bu şahıslarla gerilla komutanları arasında defalarca görüşme yapılmış, birlikte mücadelenin yolları aranmıştır. Toplumun çıkarlarına hizmet etmekten ziyade kendi bireysel çıkarlarının ve KDP siyasetinin kurbanı oldular. Ferman yaşamış halka yardıma koşan gerillaya, ‘işiniz bitti buradan çıkın, KDP gelsin’ diyecek kadar derin bir gaflet ve ihanet içine girdiler.
Kasım Şeşo geçmişinde adam öldürmüş, kirli işler yapmış ve aranır duruma düşünce Suriye’ye geçmiş ve daha sonra dönerek KDP’ye katılmış bir kişiliktir. Tipik bir eşkıya lideri gibi kendisini Şengal’de konumlandırmış a-politik biridir. Heyder Şeşo, akrabası olan Kasım’ın elinde yetişmiş biridir. Önce YBŞ’de görev yapmış, sonra çark ederek KDP’ye geçmiş ve kendisine parti kurdurulmuş biridir. Kasım Şeşo KDP’ nin bir üyesi-komutanı gibi hareket ederek resmen KDP’yi temsil ederken, Heyder Şeşo ise kurduğu parti ile bağımsız gibi görünerek KDP’nin gizli ajandasının uygulayıcısı durumundadır. Şeşo ailesi, Ferman öncesinde yedi yüz dolaylarında olan peşmerge gücünü iki bin civarına çıkararak, Êzîdî gençlerini rant uğruna, çıkar temelinde KDP saflarına çekerek büyük bir ihanet içindedirler. Amaçları Özerk Yönetime ve Öz Savunma güçlerine katılımların önünü almaktır. Paravan olarak kurdukları parti ile KDP ihanetini Şengal’de temsil etmektedirler.
KDP’nin Şengal’e adımını attığı ilk günden günümüze Êzîdîlere beladan başka bir şey vermediği görülecektir. Şengal dağında yaşayan halk daha güvenlikli, korunaklı, daha serbest ve daha iyi yaşam koşulları içindeyken KDP’nin ilegal çalışmaları nedeniyle Saddam diktatörlüğü tarafından bütün köyler boşaltılmıştır. Halk ovaya indirilerek dağdan 30 km uzaklıkta çölün ortasında toplama kampları gibi (mıcema) oluşturulan nahiyelere yerleştirildiler. Êzîdîlerin dağdan koparılmasına vesile olan KDP o zaman da Şengal halkına sırtını dönerek çölde yalnız bırakmıştı. İlkel milliyetçi dayatmaları ve pratik uygulamalarıyla Êzîdîleri adeta Kürtlüğe düşman hale getirmiştir. Yaygın bir düşünce olarak telaffuz edilen kimlik tanımlaması Êzîdîlik üzerinden yapılır hale gelmiştir. ‘Biz Kürt değiliz Êzîdîyiz’ demelerinin bir nedeni de KDP’nin ayrımcı politikalarıdır. Asıl büyük kırılma 1975’te yapılan köy boşaltmalarıyla başlamıştır. Güvenlik kaygılarıyla oluşturulan nahiyeler yarı açık cezaevi gibi rahat denetlenen mimari yapıda inşa edilmiştir. Halk ovaya indirildikten sonra dağda yaşam sona ermiş ve zamanla dağ terk edilmiştir. KDP’de Şengal’i terk etmiş, ikinci körfez savaşında Saddam yönetimi devrildikten sonra 2003 yılında tekrardan Şengal’e dönmüş ve iktidarı ele geçirmiştir.
KDP’nin hakimiyeti döneminde, Şengal’in Tıl Ezêr ve Siba Şeyh Xıdır nahiyelerinde gerçekleşen katliamı hatırlatmakta fayda vardır. 14 Ağustos 2007 tarihinde, bomba yüklü 4 kamyonla, bu iki nahiyeye saldırı yapılır. Ne tesadüftür ki saldırı anında hiçbir Peşmerge yerinde değildir, bütün kontrol noktaları önceden boşaltılmıştır. Saldırı öncesi yerlerini terk eden Peşmergeler, saldırıların rahatlıkla yapılması için adeta hazırlık yapmışlardır. Patlayıcı yüklü kamyonlar, kolayca hiçbir engele takılmadan kontrol noktalarından geçerek hedeflerine ulaşmasına yardım etmişlerdir. Êzîdî halkına reva görülen bu katliam, bu topluma duyulan kin ve nefretin bir sonucu değil de nedir? Bunun başka bir izahı var mıdır? Cevaplanması gereken soruların muhatapları bu katliamı ört bas ederek tarih karşısında hesap vermekten kurtulamazlar. Bu dünyada yargılanmasalar da mahkemey-i Kübrâ’da yargılanacaklar. Bu sıradan basit bir olay değildir. Bu olay aydınlatılsaydı, Şengal halkı belki de bu son fermana bu kadar hazırlıksız yakalanmayacaklardı.
Bu olaydan çok önce, Başkan Apo, bir söyleşisinde Şengal’e dikkat çekmiş, Êzîdîlerin tehlikede olduğunu ve sahip çıkılması gerektiğini belirtmişti. Bu öngörüden de anlaşılacağı gibi, olası bir saldırının Êzidîleri hedeflemesi, bölgesel gelişmelerle bağlantılı siyasi ve ideolojik temelleri vardır. Bu uyarıyı dikkate alan o dönemin TEVDA çalışanları, Başkan Apo’nun düşüncelerini halka aktarmışlardı. Fakat, halk böyle bir katliama ihtimal vermediği için uyarıların ciddiyetini yeterince dikkate almamıştı.
Yapılan saldırıların bilançosu çok ağır olmuştur. Olay yerinde bulunan 150 peşmergeden hiçbirinin parmağı kanamazken yeterince netleşmeyen sayılara göre 796 kişi yaşamını kaybetmiş, 1562 kişi de yaralanmıştır. Yaşamını yitirenlerin sayısı yakınlarını kaybeden kişilerin verdiği DNA örneklerinden ancak tespit edilmiştir. Çünkü cesetler parçalanarak tanınmaz hale geldiği için tam sayı ne yazık ki hiçbir zaman tespit edilememiştir. Patlamanın çok şiddetli olmasından dolayı Tılezer’de kerpiç evlerden oluşan bir mahalle tümden yıkılmıştır. İnsan cesetleri parçalanarak geniş bir araziye dağılmıştır. Bu nedenle ölü sayısı hakkında net sayı söylemek mümkün değildir.
Yabancı medya kuruluşları bu olayı ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırılarından sonra en büyük saldırı olarak yorumladılar.
Êzîdîlerin yaşadığı Şengal bölgesi Araplarla çevrelenmiş bir ada gibidir. Êzîdiler için çok da güvenlikli olmayan bir inanç adasıdır. Buna etnik ve dinsel kimlik olarak kuşatma, izole etme, çembere alma demek daha doğru bir tanım olsa gerek. Çeşitli haksızlıklara uğramaları, uygulamalara maruz kalmaları kaçınılmazdır. İnanç çelişkisinin en çok yaşandığı bir coğrafyadır. Her zaman Êzîdîlere dönük saldırılar yapılmıştır. Yol kesip fidye karşılığı Êzîdîleri kaçırma olayları sıkça yaşanmaktadır. Fakat bu denli sarsıcı toplu katliamlar yapılmamıştı. Êzîdîlerin 11 Eylül’ü yaşanmış fakat gerekenler yapılmamıştır. Tedbir mahiyetinde en ufak bir girişimde bulunulmamıştır. Güvenlik kaygılarının ciddi olduğu böylesine riskli bir coğrafyada KDP’ nin hiçbir koruma tedbiri almaması da bilinçli bir yaklaşımdır. Son Êzîdî fermanında da görüldüğü gibi katliamlara bizzat ortak olduğu açığa çıkmıştır. Êzîdîlerin güvenliğini KDP’ye teslim etmek, tabir yerindeyse ‘kuzuyu kurda teslim etmek’ anlamına gelmektedir.
Tılezer katliamından bir süre önce, Musul’un merkezinde çalıştıkları iş yerinde, 28 Êzîdî genci katledilmişti. Kimin, niçin katlettiği de pek anlaşılamadı. Bu olay bir nevi yaşanacak katliamların ön habercisiydi. Hatta, bu gençlerin katledilmesi o dönem çok fazla gündem bile yapılmadı. Adli bir mesele olarak ele alındı. Sebebi her ne olursa olsun, asıl nedeni, Müslümanlar ve Êzîdîler arasında din-inanç çelişkisi olarak zuhur etmiştir. Dinsel çelişkinin çatışmaya dönmesidir. Gerek Musul’da ki gençlerin infaz edilmesi ve gerekse Tılezer ile Sîba Şeyh Xıdır katliamı, adli vakalar olarak değerlendirilemez. Soykırım fermanları, ‘Êzîdîler kafirdir, din düşmanıdır, katli vaciptir’ diyen zihniyetin bir ürünüdür.
Bu olaylarda KDP’ni rolü açık ortadayken, KDP eliyle işlenen katliamlar iken halk cesaret edip gerçekleri söylemekten kaçınıyor. Halka uygulanan baskı ve yaratılan korku iklimi nedeniyle olaylar aydınlanmıyor, araştırılmıyor, failleri bulunamıyor, yargılanamıyor. ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ misali Êzîdîler, çaresizlikleriyle, acılarıyla, kanayan yaralarıyla baş başa sahipsiz, kimsesiz yaşamaya mahkûm edilmiştir.
DAİŞ çetelerinin ortaya çıkışından önce Ürdün’ün başkenti Amman’da bir toplantı yapılır ve bu toplantıya KDP yetkililerin katıldığı bilinmektedir. Bu toplantıya katılanlar, DAİŞ’in ortaya çıkışından haberleri vardır ve önceden hazırlıklarını yapmışlar, işlerini planlamışlar. KDP, bu planlamalar gereği Şengal’de ki ağır silahlarını çok önceden güneye güvenlikli alanlara taşır. Hatta üst düzey yöneticilerini dahi alandan çıkarır. DAİŞ’in yayılmasına önceden zemin hazırlamış olur. DAİŞ’e karşı savaşmayacaklarını önceden kararlaştırmışlardır. Buraya kadar belki anlaşılır fakat, katliam öncesinden köy köy, kasaba kasaba gezerek bütün halka ‘yerlerinden ayrılmamalarını güvenliklerini sağlayacaklarını’ bu konuda ‘namus-şeref sözü’ vererek halkın güvenlikli alanlara gitmesini engellemiş olmaları anlaşılamaz. Halkın kendisini koruması-savunması en doğal hakkı iken bu hakkın ellerinden alınması hiç anlaşılamaz. KDP, insanların savunma hakkını ellerinden alması bile bir insanlık suçudur. Bir topluluğa yapılabilecek ne kadar kötülük varsa fazlasıyla yapılmıştır.
Musul ve Telefer şehirleri hiçbir mukavemet olmadan DAİŞ’in eline geçmiş ve DAİŞ hiçbir direnişle karşılaşmadan şehirleri kasabaları ele geçirerek ilerlemesine sesiz kalınmıştır. Böylece Amman’daki toplantıda işler planlandığı gibi sorunsuz bir şekilde gerekleri yerine getirilmiştir. KDP’ de kendi cephesinden önceden hazırlık yaptığı için katliamın gerçekleşeceği günün akşamı tüm gücü Şengal’i terk etti. Halkın güvenlikli alanlara çıkmasına izin verilseydi fermanın bilançosu belki de bu kadar ağır olmayacaktı, halk kendisini koruyacaktı. Maalesef halkın dağa çıkışı engellendi çünkü toplu katliamın kararı Amman toplantısında alınmış ve KDP’de bu kararın uygulayıcısı olmuştur. Fermanın karanlıkta kalan yüzü aydınlatılmadan KDP’nin soykırım suçundan aklanması hiçbir zaman mümkün değildir.
Küçük Şengal’in büyük sorunu
Ferman süreci ve sonrasında uzun bir süre sahipsiz kalan Şengal, her ne hikmetse birdenbire dünyanın ilgilendiği bir mesele haline geldi. Nerdeyse küresel güçlerin ilgi odağı ve çekişme sahası haline getirilmiş durumdadır. Büyük hesaplaşmalara zemin olacak kadar anlam yüklenmiş ve halk da bu hesaplaşmaya kurban edilmiştir. Görünürde sorun gibi görünen Şengal Özerk Yönetimi ve Halk Savunma Birliklerinden ziyade asıl sorun Şengal’in nasıl paylaşılacağına dair yapılan güç çekişmesidir. Bir yandan İran, bir yandan ABD, bir yandan KDP-Türkiye ve bir yandan da Irak’ın kendisine taraf yonttuğu bir coğrafya haline geldi.
PKK’nin Şengal’de ki varlığı gerekçe gösterilerek yapılan saldırıların amacı aslında başkadır. Türkiye’nin öteden beri iştahını kabartan Musul-Kerkük’ü ele geçirmektir. KDP ise yeniden Şengal’e hâkim olup bölgesel yönetimine katmak istiyor. Bütün hesap bunun üzerine kuruludur. KDP’nin Şengal fermanında sorumluluğu kilit bir konumdadır. Şengal üzerinde kötü oynayan bir güç haline gelmiştir. Amman toplantısında alınan Êzîdî fermanı kararının baş sorumlusu olarak savaş suçundan dolayı, uluslararası hukuka göre yargılanması gerekirken, Şengal’den hak iddia etmesi, anlaşmalar yapması, Êzîdî toplumu için düşmanca bir karardır. Şengal halkının iradesini gasp etmektir. Defalarca Şengal’e girmek istemesine ve saldırıda bulunmasına rağmen her seferinde halkın tepkisiyle karşılaşmıştır. Buna rağmen zorla Şengal’e girmek istemektedir. KDP, fermanla birlikte Şengal için artık dış bir güçtür, zorla girmesi de işgal anlamına gelmektedir.
DAİŞ’in Şengal, Kobane ve Rojava planlarının başarıya ulaşmamasının sorumlusu PKK görülmektedir. KDP ve Türk devletinin PKK düşmanlığında bu kadar kenetlenmeleri, her türlü saldırıyı çok acımasızca yürütmesinin sebeplerinden biri DAİŞ’e yaşatılan yenilgidir.
Şengal’de dış güçlerin hesapları giderek karmaşık hale gelmektedir. Türkiye, Irak devletinin zayıflığından da yararlanarak egemenlik haklarını hiçe sayarak, her türlü uluslararası hukuku ihlal ederek günü birlik Şengal’e saldırmaktadır. 2017’den günümüze Türk devletinin hava saldırılarının yoğunlaşması Şengal sorununa yeni bir boyut kazandırmıştır. Türk devleti ve KDP’nin Şengal hesapları örtüşmektedir. Ardından İran destekli Haşdi Şabi güçlerinin Şengal’e gelmesiyle birlikte Şengal sorunu kar topu gibi biraz daha büyümüştür. En son hamle ise, KDP ve Irak hükümeti arasında yapılan BM’nin de taraf olduğu 9 Ekim 2020 ihanet anlaşması, Şengal sorununa uluslararası bir boyut kazandırmıştır.
9 Ekim ihanet anlaşmasının tarihi bile bilinçli seçilmiştir. Bu tarih Başkan Apo’ya yapılan uluslararası komplonun başlangıç tarihine bilinçli denk getirilmiştir. Bu anlaşmanın şartları güvenlik, idari ve alt yapı sorunlarının çözümü gibi masumane, basite indirgenip açıklansa da özü itibarıyla kapsamı çok daha derindir. Güvenlik maddesinde tüm ‘yabancı’ veya ‘meşru’ olmayan silahlı güçlerin Şengal’den çıkarılmasını ön görmektedir. Bu maddenin kapsamına sadece YBŞ ve YJŞ ile Êzîdxan Asayiş güçleri girmiyor. İran’ın desteklediği ve finanse ettiği, daha sonra da Irak anayasasınca resmi hale getirilerek devlete bağlandığı bir milis gücü olan Haşdi Şabi’yi de kapsamaktadır. Dolaysıyla Irak’ın kendi iç dengelerinde İran’ın hatırı sayılır derecede ağırlığı olduğunda dolayı bu anlaşmanın uygulanmasında zorlanmalar yaşanmaktadır. Bu anlaşmaya halkın tepkisi kadar, İran’ın muhalefet ettiği de bir gerçektir.
İran devletinin Irak’taki nüfuzu artarak devam ettiği bilinmektedir. Şengal bağlamında konuyu ele alırsak İran’ın Şengal hevesi inanç bağlılığından öteye Ortadoğu’ya ilişkin politikalarında stratejik bir önem atfetmektedir. DAİŞ’in çıkışıyla birlikte kendisine önemli bir alan açılmıştır. Haşdi Şabi adında milis gücünü oluşturarak Irak’ta hatırı sayılır bir güç elde etmiştir. Resmiyeti olmayan bu askeri yapılanma daha sonra yasal çerçeveye kavuşturularak Irak’ta resmiyet kazandı. Bu, özünde İran güdümünde olan bir güçtür.
2015 yılından itibaren DAİŞ’e karşı verilen mücadele kısmen başarıya ulaştı, Musul ve çevresi DAİŞ’ten geri alındı. Irak’ın genelinde olduğu gibi Musul çevresinde de Haşdi Şabi kendisini örgütleyerek güç elde etti. Bu arada Laliş birliği adında Êzîdî gençlerden oluşan askeri bir güç örgütleyerek bu şekilde (2017) Şengal’e girdi. KDP, Haşdi Şabi ile çatışmaya girmekten kaçınarak mevzilerini bırakıp Şengal’i terk ettikten sonra, İran artık askeri bir güç olarak Şengal’e yerleşmiş oldu. Haşdi Şabi’nin Şengal deki askeri varlığı ciddi olmasa da siyasi bir ağılığı var.
İran, Irak’ın genelini siyasi, askeri ve ekonomik olarak etkileyen çok önemli bölgesel bir güçtür. Ortadoğu zemininde yürüttüğü stratejiye bağlı olarak Irak’ta konumlanmıştır. Irak’ın kaymağını yiyen ülkelerin başında gelmektedir. İran’ın Irak’la ilişkileri ve çelişkileri bağlamında konuya yaklaşmak daha faydalı olacaktır. İran-Kum ve Irak-Necef Şii merkezlerinin arasında ki ilişki ve çelişkiler sorgulanmaya değer.
Şengal bölgesinin İran için ayrı bir önemi vardır. Şengal’i Şii inancı için kutsal bir mekân olarak ele alıp yaklaşım sergilemektedir. Şengal coğrafik olarak İslamiyetten önce Musul ve Halep arasında ticaret yolu üzerinde kurulmuş stratejik öneme sahip dağlık bir alandır. İslamiyet döneminde de sıkça kullanılmış önemli bir kervan yoludur. Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeynep’in Şengal’de konakladığı ve bu konakladığı yerde Siti Zeynep olarak bir türbenin yapılarak buraya kutsallık atfedildiği belirtiliyor.
Dini önemi kadar jeostratejik-jeopolitik açıdan Şengal dağı, İran için büyük önem kazanmaktadır. Akdeniz’e kadar inen yeşil kuşak projesi için de gerekli bir alandır. İran, Haşdi Şabi güçleri olarak Şengal de kalıcı olması ABD ve İsrail başta olmak üzere AB ülkeleri tarafından kabul görmemektedir. Bu nedenle 9 Ekim Şengal ihanet anlaşmasının bir an önce yürürlüğe girmesini istemektedirler.
Şengal üzerinde ki hesapların kapsamı giderek genişlemekte, derinliği artmaktadır. Êzîdî toplumu dışında her gücün üzerinde hesapları olan bir alan haline gelmiş bulunmaktadır. BM, ABD, AB, İran, Türkiye, gibi ülkelerin mercek altında tuttuğu Şengal istikrarsızlığa sürüklenmektedir.
Şengal ihanet anlaşmasının en hararetli savunucularından biri hiç kuşkusuz Türkiye’dir. KDP’nin Şengal’e dönüşünü sağlamak için hava saldırılarıyla baskı kurarak halkı yıldırıp, korkutarak KDP ye doğru itmeye çalışmaktadır. Türkiye’de ki baskı, sindirme, korkutma siyasetinden sonuç alan Erdoğan benzerini Şengal’de de uygulamaktadır. KDP’nin Şengal’e dönüşü aynı zamanda Türk devletinin de üssü haline gelmesi anlamına gelmektedir. Zaten Başiqa’da bir askeri üsleri bulunan Türkiye’nin Şengal planı; yeni Osmanlıcık özlemini gerçekleştirmek istemesinden kaynaklanıyor. Rojava’nın sınır hattını işgal ederek ve Şengal’i de içine alarak Musul ve Kerkük hattını birbirine bağlayarak neo Osmanlıcı özlemini gerçekleştirmek istiyor. Benzer bir yayılma politikasını Güney Kurdistan’da da yapmaktadır. PKK varlığını gerekçe göstererek Rojava’ya ve Güney Kurdistan’a saldırmaktadır. “PKK’yi önleyin siz yapmazsanız biz gerekeni yaparız, bir gece ansızın Sincar’a geliriz” diyerek işgal emellerini açığa vurmaktadır.
Türkiye ve KDP, Şengal özgülünde ‘PKK ile İran iş birliği’ vurgusunu ön plana çıkararak ihanet anlaşmasına İsrail, ABD, AB ve BM desteğini sağlama ve Irak’a baskı oluşturma taktiğine başvurmaktadır. Oysa ki Şengal zemininde, ne objektif nede sübjektif herhangi bir ilişkinin varlığından asla bahsedilemez. Şengal Savunma Birlikleri’ni ve Özerk Yönetimi’ni Türkiye ve KDP istemiyor. Haşdi Şabi birliklerini de ABD ve İran karşıtı diğer güçler istemiyor. Dolaysıyla Şengal konusunda İran’a karşı bir bloklaşma ortaya çıkmaktadır. Şengal Özerk Yönetimi’ni ‘PKK’ olarak göstermek, Haşdi Şabi’yi ‘İran’ olarak göstermek ve yine iki gücün olmayan iş birliğini varmış gibi göstererek, Şengal’de ki sorunların kaynağı olarak tarif etmek bilinçli bir çarpıtmadır. KDP ve Türkiye’nin saldırgan politikalarına davetiye çıkaracağı anlamına gelmektedir.
İran Devrim muhafızları Ordusu Kudüs gücü komutanı Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi heyeti başkan yardımcısı Ebu Mehdi Mühendis’ in 3 Ocak 2020’de Bağdat’ta ABD tarafından öldürülmesi, Irak’ı ABD ile İran’ın mücadele alanı haline getirdi. İran varlığına karşı duran güçlerin blok halinde tepki göstermesi Şengal’de ki ihanet anlaşmasında da görmek mümkündür. BM temsilcisinden ABD. AB. Temsilcilerine varana kadar, hep bir ağızdan koro halinde bu anlaşmanın uygulanmasından yanadır. Sorun aslında Şengal’i de aşan bir konu olmasına rağmen husumetlerini Şengal üzerinden dillendirmeleri Şengal’i düşündükleri için değildir. Şengali kendi çelişkilerinde malzeme olarak kullanmaya müsait gördükleri için sıkça gündemde tutuluyor. Şengal konusunda, PKK’yi İran’la denkleme işini de KDP ve Türkiye üslenmiştir. Amaç Şengal’de ki savunma birliklerini, özerk yapıyı tasfiye etmek ve kazanımlarını ortadan kaldırmaktır.
Gelinen aşamada, Şengal hamuru daha çok su kaldıracağa benzemektedir. Irak’ta en etkili güçlerden biri de İsrail’dir. İsrail, Kürt örgütleri içinde daha çok KDP’ye meyilli olduğu bilinmektedir. Irak içlerinde İran’a karşı mücadele halinde olduğu da bilinmektedir. ABD ile birlikte hareket eden İsrail Şengal konusunda sıkça nabız yokladığı da sır değildir. Bu kadar dış gücün bulaştığı Şengal sorunu bilinenden de karmaşık bir hal almıştır. Gerilim ve gerginlik içinde sürdürülmeye çalışılan Şengal konusu, siyasi istikrasızlığın hüküm sürdüğü Irak’ta sıkça değişen başbakanların işbaşına gelerek oluşturduğu hükümetinin inisiyatifinden çıkmış gibidir.
Irak hükümeti, kendi yasalarını uygulama gücünden yoksun bir devlet haline gelmiştir. Üzerinde birçok gücün operasyon yapa bildiği bir ülke olmuştur. Güney Kürdistan Türk devletinin işgaline uğramış olmasına rağmen tepki veremez durumdadır. Irak’ın egemenlik haklarına her gün saldırılıyor kendisini koruyamaz haldedir. Dağlarında kimyasal silah kullanılmaktadır. Maxmur ve Şengal gibi alanlar sürekli havadan bombalanmakta, insanlar katledilmektedir. Hiçbir konuda radikal bir karşı duruş sergilenemiyor. Irak devlet yetkileri maalesef demeç vermenin ötesine geçemiyorlar.
Irak dış müdahalelerin kurbanı olmuş vesayetçi güçlerin denetimine girmiş, kapitalist modernitenin insafına terk edilmiş, siyasi, askeri, sosyal, ekonomik sorunlarla boğuşan bir ülkedir. Yolsuzluk ve yoksulluk bu zengin coğrafyanın insanını canından bezdirmiştir. Etnik ve Mezhep çelişkileri her an çatışmaya dönme zemini olan bir toplumsal yapıya sahiptir. DAİŞ’in çıkması kendisine taban yapması ve kısa sürede yayılması Irak’ın mevcut durumuyla yakından bağlantılıdır. DAİŞ türü bir potansiyeli sürekli bağrında taşıyan koşullar olduğu müddetçe Irak halklarının istikrar yüzü görmesi mümkün değildir.
İstikrarsızlığın olduğu Irak’ta, öncelikli konu sanki Şengal’miş gibi zorla dayatılan anlaşmaların hiçbir geçerli mantığı yoktur. Şengal’i öz savunmasız bırakmak demek yeni fermanlarla karşı karşıya bırakmak demektir. Radikal selefi saldırıların ardı arkası kesilmeyecektir. Kaldı ki DAİŞ tehlikesi tümüyle henüz ortadan kalkmamıştır.
Fermanın yaşandığı Şengal’ de inşa edilen toplumsal form, idari yapı, öz savunma modeli, Irak için umut vaat eden bir model olmaya çok uygundur. Irak’ın sorunlarını çözme yolunu göstermektedir. Bunca çelişki ve çatışmanın yoğun yaşandığı toplumsal yapıya yeni bir anlayış, yeni bir zihniyet gerekmektedir. Şengal’de ki fiili duruma resmi bir statü kazandırılması halinde demokratik toplum formunu hayata geçirmede iyi bir başlangıç yapıla bilinir. Şengal’i yeniden işgal ederek, halkın iradesini hiçe sayarak, kurumlarını dağıtarak, kazanımlarına el koyarak, toplumu güvensizliğe mahkûm ederek sonuç almak mümkün değildir. Uygulanmaya konmak istenen ihanet anlaşması ve izlenen yöntem sürekli sorun üreten bir sistem olacaktır.
Fermanın geride bıraktığı sorunlar, acılar, travmalar
Şengal’de gerçekleşen 74. Êzîdî fermanı toplumda kapanmayacak bir yara açmıştır. Sonuçları sonsuza kadar devam edecek derin izler bırakmıştır. Fermandan geriye kalan sadece acı, kan ve gözyaşıdır. İnsanın benliğinde yer edinmiş, hafızasına kazınmış ömür boyu bir damga gibi taşımak zorunda kalacağı yazgısıdır. Ebediyete kadar sürecek mülteciliğidir. Kadınların maruz kaldığı, mahkûm edildiği yaşam hikayeleridir. Maddi dünya gibi manevi dünyalarının yıkımıdır. Yaşarken ruhları katledildi. Tarifi imkânsız sancılı bir yaşam kaldı geriye. Bu bir toplum için büyük bir tehlike demek. Bu, toplum olma vasfının ortadan kalkması, dağılması demek. Bu, gelecek kaygısı taşıyan, umutlarını yitiren, fiziki ve kültürel soykırıma açık hale gelmek demek. Bu, inançlarını, dillerini, kültürlerini yitirmek demek, Bu, toplum olarak tarihsel yok oluş veya tarihi soykırımın tamamlanması demek.
Fermandan geriye kalan aslında kocaman kahredici bir belirsizliktir. Sayılar düzeyinde her şey belirsizdir. Toplu mezar sayısı, öldürülen, kaybolan, göçen insan sayısı belirsizdir. Belirsizliğe doğru yol alan da yolun kendisi de belirsizdir. DAİŞ’in elinde bulunanların sayıları da belirsizdir. Ne gariptir ki yaşayan insan sayısı da belirsizdir. Yaşanan 74. ferman topluma dair her şeyi o kadar belirsiz hale getirdi ki toplumun geleceğini de karartarak belirsizleştirdi.
Fermandan geriye dinmeyen acılar kadar korkulu yaşamlar, endişeli, çaresiz bekleyişler kalmıştır. Fermandan geriye, neye uğradıklarını şaşıran, bir anda kendilerini soğuk namluların karşısında bulan, nasıl öldüklerinin bile farkına varmadan, toprağa topluca gömülen insanların yattığı toplu mezarlar kalmıştır. Kısacası geriye, tarihe düşmüş kara bir leke kalmıştır.
Kadınların durumu: DAİŞ çetelerinin eline düşen, en kötü kaderi yaşayan kadınların hikayeleri çok daha acıklıdır. Ölümden beter yaşamların sahipleridirler. Kız çocuklar, genç kızlar, gelinler, anneler topluca savaş ganimeti olarak ele geçirilmiş, diyardan diyara sürüklenmiş, hayatları karartılmıştır. Kim bilir nerelerdeler, neler yaşamaktadırlar. Hayatlarında köylerinden, kasabalarından, çoğu da Şengal’den dışarı çıkmamış kadınlar, bilmedikleri coğrafyalarda elleri zincire vurulmuş, siyah hicaplar içinde, burkanın altında gizlenmiş ürkek gözlerle pazarlarda alıcısını beklemektedir. Kim bilir kaç defa alınıp satıldılar. Nereden nerelere göçtüler. Başlarına nelerin nasıl geldiğini yeterince anlamadan ve bundan sonrada, başlarına nelerin gelebileceğini bilmeden, akıbetlerinin belirsizliği içinde akıp giden kadınların yaşamını kim bilir?
DAİŞ’ten kurtulan, kurtarılan kadınların anlatımlarından, köleleştirilmiş Êzîdî kadınların dramları gün yüzüne çıkıyor. KDP TV’lerinde, DAİŞ’ten kurtulan kadınlara tutulan mikrofonlara ‘kaç defa satıldın’ gibi tekrar tekrar sorulan sorulara, utanarak verilen utangaç cevaplar. Kim bilir belki de yaşadıkları utançdan dolayı bir daha ailesine, toplumuna ve yurduna dönmek istemeyen kadınlar vardır. Geri gelip de bilmediği erkeklerden doğurduğu çocuklarını getiremeyenlerin hikayeleri, incinen bedenleri kadar tahrip olan annelik duyguları ve tarifi mümkün olmayan daha birçok yaşam hikayesi taşları bile çatlakacak türdendir.
Köleleştirilen, pazarlarda satılan, tecavüze uğrayan, diri diri yakılan, katledilen kadınların yaşam hikayelerini söylemeye dilimizin varmadığı, yazmaya gücümüzün yetmediği türden olaylardır. Fermandan geriye kalan acılı bir bakiyedir. Dünyanın neresinde olursa olsun bu inanç topluluğuna mensup her bireyin unutmaması ve unutturmaması gereken bir tarihe sahip olduğunu vurgulamakla yetinelim. Toplum olma bilinci, insan olma vasfı ve düşüncesi bunu gerektirir. Toplumsal aidiyetler, ahlak ve vicdan bu trajedinin unutulmaması ve unutturulmamasını şart koşar.
DAİŞ’e karşı verilen savaşın en önemli amaçlarından biri de alıkonulan Êzîdî kadınların kurtarılmasıdır. Bu konu da çok ciddi çalışmalar yürütülmüştür. Rojava Devrimi’nin en önemli görevlerinden biri de Şengal’li kadınların özgürleştirilmesi olmuştur. Kurtulan kadınların çoğu Rojava’da kurtarılmıştır. Gerek savaş bölgelerinde ve gerekse de HOL kampında tespit edilen birçok kadın kurtarılarak ailelerine ulaştırılmıştır. Bu konuda KDP’nin yürüttüğü iki yüzlü politikalarıyla kayıp kadınlar için kurduğu kurumlar aracılığıyla uluslararası fonlardan para almaktadır. Soykırım üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek, rant peşinde koşmak kadar kötü bir iş olamaz. Bu, her kim olursa olsun, hangi siyasi parti olursa olsun Êzîdî soykırım katliamından beslenmek aşağılıktır, ahlaksızlıktır. Kaldı ki KDP’nin hiçbir kadını kurtarmadığı da aşikardır. Esir Êzîdî kadınlar DAİŞ çetelerinin bulunduğu alanlardadır. Bu alanlarda mücadele eden DAİŞ ile savaş halinde olan en etkili güç de Rojava güçleridir. Kadınların çoğu da bu alanlarda kurtarılmıştır. Ferman tarihinin doğru anlaşılması gerekir dememizdeki kastımız, sahte kahramanlıklar türetilerek, fermanı ranta dönüştürerek sahte tarih yazımına karşı çıkmaktır.
Kayıp olarak bilinen, DAİŞ çetelerinin elindeki kadınların karartılan yaşamlarını elbette geri döndürmek zor, fakat bundan hayati dersler çıkararak geride kalan kadınların özgürleştirilmesi pekâlâ mümkündür. Başkan Apo’nun düşünceleri Şengal’de özgür kadın yaratmada devrimsel nitelikte bir değişim yarattığı kesindir. Şengal kadını her şeyden önce evden çıkmayı, eline silah almayı, kendisini savunmayı, örgütlü olmayı, erkeklerle eşit haklara sahip olmayı kısmen başarmıştır.
Kapalı, aşiretçi toplum özeliğine sahip olan Şengal’de meydana gelen soykırım fermanı birçok şeyin değişmesine vesile olmuştur. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Şengal’e ektiği tohumlar fide vermeye başlamıştır. Bu fidelerden biri de özgür Êzîdî kadınıdır. Êzîdî kadını, artık eski klasik, evden dışarıya çıkamayan, inisiyatifsiz, iradesiz kadın olmaktan çıkmış, kefenini yırtmıştır. Talihini de, tarihini de değiştirmiştir. Kendi adına söz ve karar yetkisine sahip olmuştur. Mücadelenin bütün aşamalarında yer almıştır. Kendi savunmasını kendisi yapacak güce ulaşmıştır. Kurumlarda temsil hakkına kavuşmuştur. Silahlanıp halkını koruduğu gibi, Bağdat’ta devlet yetkilileriyle oturup halkı adına diplomasi faaliyeti yürütecek düzeye gelmiş olması devrimsel bir dönüşümdür. Bütün çalışmalarda eş başkanlık sistemi esasına dayanan yönetimlerde yer alarak kendisini temsil etmesi küçümsenmez bir kazanımdır. Êzîdî kadınları makûs talihini yenmiş birçok başarıya imza atmıştır. Toplumu özgürleştirmenin yolu kadının özgürleştirmesinden geçtiğini bilerek toplumsal dönüşümde önemli katkılar sağlamıştır.
Bilinmelidir ki, fermanın intikamı alınacaksa bu iş kadının özgürleştirilmesinden geçmektedir. Fermanın derin izlerini de ağır yükünü de kadınlar taşımaktadır. Hem fiziki hem ruhi yaralanmayı birlikte yaşayan kadınlardır. Bu kadar derin travma yaşayan bir toplumda eğer insanlık namına kırıntı düzeyinde onur, şeref, namus kavramı adına bir uhde varsa dünyanın neresinde olursa olsun bu kadınlara sahip çıkması lazım. DAİŞ’in elindeki tutsak kadınların izini sürmesi bir insani görev olarak bellemesi gerekir.
Şengal’deki Kadın mücadelesi, özenle, sebatla ele alınıp yürütülmesine ihtiyaç vardır. Zor örgütlenen bir halk gerçekliğine sahiptir. 2012 Ağustos’un da bir yol kontrolü sırasında arabanın bagajında DİCLE gazetesi buldukları için tutuklanan bir TEVDA çalışanına KDP’nin Şengal’de ki bir istihbarat sorumlusu, “Biz Şengal’e ayda milyonlarca dinar harcıyoruz, qube’de ki bekçiye kadar herkesi maaşa bağladık yine kazanamadık, siz gazete vererek nasıl kazanacaksınız, siz Êzîdîleri tanımıyorsunuz. Onları kazanmak için sopayı da kullanmak lazım, onlar ancak bundan anlar, siz boşuna uğraşıyorsunuz” demişti. Bu akıl tutulması kaybettiren bir akıldır. Kapitalist modernitenin bozamadığı bu halkın kazanılması meşakkatli de olsa hizmete değer. Ferman saldırılarına karşı birlik olmak, örgütlü olmak, bilinçli olmak dışında başka seçenek yoktur.
Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir konu da yardımlardır: Fermanda yakılan, yıkılan Şengal’in yeniden inşa sorunları ve halkın geri dönüşünü sağlayacak koşulların yaratılması gerekir. Şengal üzerinde çekişen, siyasi çıkar peşinde koşan güçlerin dişe dokunur hiçbir bir katkıları olmamıştır. Halka sahip çıkılmamıştır. Şengal’in yeniden imarı için hiçbir yerden dış yardım gelmemiştir. Basın organlarına yer aldığı kadarıyla Şengal için, uluslararası yardım fonlarından 1,8 milyon doların aktarıldığı bilgileri paylaşılmıştı. Oysa ki bu yardımlar sadece bilgi düzeyinde kalmıştır. Çünkü Şengal’e tek bir çivi dahi çakılmamıştır.
Şengal için gelen fonları blokaj eden ve yöneten KDP’dir. Şengal Özerk Yönetim’i tarafında Şengal’e yardım konusu gündeme taşındığında Irak devlet yetkilileri, tarafından ‘Şengal’de resmi bir yönetim olmadığı için yardımların verilemeyeceği’ belirtiliyor. Bu nedenle ferman öncesi görev yapan KDP kaymakamının (Meheme Xelil) Şengale dönmesi dayatılıyor. Kaymakamın dönmek için birçok defa girişimde bulunmasına rağmen halk protestolarıyla karşılaşmış ve Şengal’e girememiştir. Yapılacak yardımlar bile siyasi ranta dönüştürülerek, KDP’nin Şengal’e dönmesinin bir aracı haline getirildi.
Fermanın yaralarını sarmak amacıyla eğer Şengal’e yardım gönderen kuruluşlar varsa bu kuruluşlar bu durumu araştırmaları gerekir. Bilinmelidir ki, hiçbir yardım Şengal halkına ulaşmamıştır. Kastettiğimiz yardımlar eğitim, sağlık, su, alt yapı ve barınma sorunlarını gidermeye dönük yardımlardır. KDP ve Irak devlet yetkililerinin bulunduğu dönemlerde ve yine bunlar üzeri yapılan yardımlar bilinmelidir ki hiçbir şekilde Şengal’e ulaşmamıştır. Fermana sebep olan ve ferman için Şengal’e gönderilen paraların tasarrufunu da elinde bulunduran KDP olmuştur. Sırf böylesine büyük bir ranttan faydalanmak için elbette Şengal’den ve Êzîdî toplumundan vaz geçmeyecektir. Yardıma muhtaç insanların yardımlarını çıkar temelde kullanmak mezar soygunculuğudur. KDP bunu yapıyor.
Halkın en temel yaşam sorunları Özerk Yönetim’in çabalarıyla çözülmeye çalışılmıştır. Dağda su kuyuları kazarak halkın su sorununu büyük oranda çözülmüş, elektrik hattı çekilmiş, belediye hizmetleri tüm yerleşim birimlerine ulaştırılmış, çadır, erzak, yakıt ihtiyaçları imkanlar ölçüsünde karşılanmıştır. Çocukların ana dilde eğitim sistemi başlatılmış, halkın sağlık sorunları giderilmiştir. Bahsi geçen bütün hizmetler, hiçbir dış yardım alınmadan, tümüyle Öz Yönetim’in kendi çabalarıyla, yurtdışındaki yurtsever halkın katkılarıyla yerine getirilmiştir.
Uluslararası yardım kuruluşları adına faaliyet yürüten birçok kuruluşun varlığı da mevcuttur. Münazeme olarak adlandırılan bu kuruluşların öncelikli görevleri misyonerlik faaliyetleridir. Göstermelik projelerle büyük vurgunlar vurmaktalar. Savaş halinden dolayı risk barındıran Şengal’de yardımlar denetlenemediği gibi, para harcanan alanlar da halkın öncelikli temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Zaten uzun yıllar kimsenin gelmediği Şengal’e bu kadar yardım kuruluşunun gelmesi ve dişe dokunur herhangi bir iş yapmaması elbette kuşkuludur. Konteynerden bir okul, bir hastane yapmak, sokaklarda çöp toplamak, dağın eteğinde göstermelik fideler dikme, çocuklara giysi, oyuncak dağıtmak, ferman yaşamış bir halkla alay etmek, gururuyla oynamaktır.
Sözünü ettiğimiz yardım kuruluşlarının rant sağlama kuruluşları haline geldiğinin ispatı için Şengal herkesin denetimine açıktır. Şengal yerinde duruyor harcamaların nerelere yapıldığını rahatlıkla görmek mümkündür. İsteyen kurum ve kuruluş gidip araştırabilir.
Şengal’de ki yardım kuruluşlarının bir diğer görevi de halkın Şengal’den göç etmelerini teşvik etmesidir. Yürütülmekte olan politika, bilinçli bir asimilasyon ve kültür kırım politikasıdır. Ortadoğu’dan yurt dışına en rahat çıkan kesim Êzîdî toplumudur. Avrupa’nın göçmen politikalarını bilen
her kes takdir eder ki, yol bilmez, yordam bilmez, dil bilmez yoksul Şengal halkı, duvarların yükseldiği, tellerle örüldüğü yüksek güvenlikli sınırlardan Avrupa’ya nasıl ulaşıyorlar acaba. Rakamlar değişmekle birlikte Şengal kaynaklarına göre 150 bin civarında Êzîdî Avrupa’ya göçmüştür, göçertilmiştir. Avrupa ve Avustralya istikametine doğru yapılan göçler günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir. Özelikle genç nüfusun göçü bilinçli olarak teşvik edilmektedir. DAİŞ’in zorla göçerttiği toplum, şimdi ekonomik nedenler ve iyi yaşam vaatleriyle kandırılarak topraklarından koparılıp yad ellere savrulmaktadır.
KDP’nin Barzani Yardım Vakfı denilen kurum ise daha beter bir yaklaşım içindedir. Yardım faaliyeti adı altında istihbarat toplama, ajanlaştırma ve askeri amaçlı hedef tespit etme işleriyle meşguldür. Askeri siyasi, hukuki giremediği yerlere yardım kurumu aracılığıyla sızmakta ve kendisine alan açmaktadır. Kayda değer olmayan yardım kolilerini yükleyip topluma karışarak tam bir istihbarat ağı yaratmaktadır. Benzer bir durumun en somut örneği Êfrin’de yaşanmaktadır. Türk devletinin ve çetelerin denetimindeki alanlarda Barzani vakfı Güney Kurdistan bayrağını dalgalandırmaktadır. Êfrin halkı göçertilirken, katledilirken, işkence görürken, kaçırılırken, tecavüz edilirken, malına-mülküne el konulurken nasıl oluyor da Barzani vakfı orada şov yapıyor.
Barzani yardım vakfı aynı senaryoları Rojava’da da sahnelemek için Özerk Yönetimden resmi talepte bulunuyor, hatta ikili ilişkilerin gelişmesi açısından bu konuyu şart koşuyor. Yabancı yardım kuruluşlarının doluştuğu Rojava’nın durumu da Şengal’e benzer sorunlara yol açmaktadır. Göçertme, örgütlü bünyeyi zayıflatma, parasal kaynaklarını devreye sokarak halkı kendisine bağlama en önemli görev alanları olmaktadır. Bir kere kol kaptırıldı mı bilinmelidir ki gövde de kaptırılacaktır.
Mültecilik kahir ekseriyetle geri dönüşü mümkün olmayan bir yolculuğa dönüşüyor
2 Eylül 2019 da Türkiye’de Bodrum kıyılarında sahile vuran küçük bebek Aylan Kürdi’nin cesedi kamuoyunu sarsmaya yetmişti. Günlerce kamuoyunu meşgul etmiş, mültecilik konuları çok tartışılmış ve sonra unutulup gitmişti. Mülteciliği doğuran koşullar ortadan kalkmadığı müddetçe hep bir sorun olarak varlığını devam ettirecektir. Kapitalist sistemin modern köleler, ucuz ve kalifiyeli iş gücü temini için ihtiyaç duyduğu bir sorundur. Akdeniz neredeyse ölü denizine döndü. Yoğun can kayıpları yaşanmasına rağmen göç dalgası durdurulamıyor. Mültecilik kahir ekseriyetle geri dönüşü mümkün olmayan bir yolculuğa dönüşüyor. Gittikleri ülkelerde zorunlu veya gönüllü entegrasyon zamanla kimliğinden, kültüründen, öz benliğinden, uzaklaşması kaçınılmaz hale geliyor. İkinci ve üçüncü kuşak nesil mülteciler ise toplumsal kopuşu biraz daha fazla gerçekleşen kuşaklar oluyor. Daha sonraki kuşakların ise tümüyle kendi coğrafyasına, toplumuna, dil, kültür değerlerine yabancılaşması kaçınılmaz hale geliyor.
Bu süreç Şengal’de ki Êzîdî toplumu için yeni başlayan bir süreçtir. Kuzey Kurdistan ve Rojava Êzîdîleri için süreç tamamlanmıştır. Çünkü Êzîdî nüfusu erimeyle karşı karşıyadır. 2012 verilerine göre Kuzey Kurdistan da sadece 500 kişi kalmıştır. Benzer nüfus azalması Rojava için de geçerlidir. Êzîdîler için ‘korunma altına alınması ve yaşatılması gereken bir topluluk’ olarak ele alınması gerekir. Bunun için uluslararası bağlayıcı kararlarla güvenceye kavuşturulması ve kendi coğrafyalarında güvenliklerinin sağlanmasıyla ancak mümkün olabilir. En önemli husus ise diasporalarda, mültecilik koşullarında halkın kendi kendisine sahip çıkmasıdır.
Fermanın vurduğu Şengal’de toplam nüfusun tümüne yakını Şengal’i terk etmek zorunda kalmıştır. İlk gittikleri Rojava’da kurulan Newroz kampında sınırlı bir kesim kalırken büyük çoğunluk (Rojava’da rejim, DAİŞ ve Türk devletinin saldırılarından korkan halk) Güney Kurdistan’a geçmeyi tercih etmiştir. Güney Kurdistan’da değişik kamplara yerleşmişlerdir. DAİŞ’in Şengal’de ki yenilgisiyle birlikte geri dönüşler başlamış ve gelenler dağda çadırlarda kalmak zorunda kalmışlar. Zira yerleşim yerlerinin çoğu harabeye dönmüştü. Zamanla kendi imkanlarıyla onarılan alanlara geri dönüşler başladı fakat istenen düzeyde bir dönüş olmadı.
Şengal’e geri dönüşlerin yapılmaması ya da geç yapılmasının birkaç nedeni vardır. Birincisi: Şengal’e geri dönüş koşullarının olmayışı ve güvenlik kaygılarını aşamamaları. İkincisi: uzun süre kamplarda kalanların iş kurması ve çocuklarının okula gitmesi ve kendilerine göre bir düzen kurmuş olmalarıdır. Üçüncüsü ve en önemli nedeniyse KDP’nin engel olmasıdır.
KDP’nin Şengal’e geri dönüşleri engellemesinin nedenleri üzerinde durmak gerekir.
Birincisi: Êzîdîler üzerinden yürüttüğü siyasette mültecileri malzeme olarak kullanması.
İkincisi: Mültecileri uluslararası fonlardan yararlanmanın gerekçesi haline getirerek muazzam bir ranta dönüştürmesi.
Üçüncüsü: PKK’nin Şengal’de ki varlığını gerekçe göstererek, Şengal’in güvenlikli olmadığı tezine dayanak yaratmak için geri dönüşleri engelleme ve PKK’ye mülteciler üzerinden baskı kurarak ve uluslararası güçleri de buna inandırarak PKK’nin Şengal’den çıkışını sağlamak.
Dördüncüsü: Seçimlerde oy deposu olarak kullanması.
Beşincisi: Örgütleyip kendisine taban haline getirmesi.
Altıncısı: Peşmerge gücü olarak kullanması.
Yedincisi: İstihbarat elemanı yetiştirmesi. Zaten ajan çalışması da rutin bir çalışma haline gelmiştir. İstihbarat elemanı yetiştirip Şengal’de Türk SİHA’larına hedef tespit edip koordinat sağlamaktadırlar. Êzîdîleri birbirine karşı örgütleyip kullanmaktadır. Şehit düşen YBŞ komutanlarının katledilmesi bu ajanların eliyle gerçekleşmektedir.
Başka nedenler de sıralana bilinir. Her şeyden önce bilinmelidir ki, Güney Kurdistan’da ki çadır kamplarda Êzîdîlerin mülteci olarak kalması KDP için önemli bir kaynaktır. Siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik çalışmalar için kaynak haline getirmiştir. Bu kaynağın kurumasını istememektedir. Şengal’e dönenleri de Özerk Yönetim karşıtlığı temelinde şartlı göndermektedir. Şartlara uymayanları ise Güneye döndüklerinde tutuklama, baskı ve işkence beklemektedir.
Temmuz 2023’ün son verilerine göre toplamda 200 bin civarında mülteci KDP denetimindeki alanlarda kurulan çadır kamplarda kalmaktadır. Verilen sayılar sabit değildir. Kitle hareketliliği, geri dönüşler devam ettiği için bu istatistikleler de değişmektedir.
Yurt dışına çıkan Êzîdî kitlesini, köklerinden kopuşu yaşayan risk gurubu olarak daha büyük tehlikeler beklemektedir. Êzîdî inanışında güzel bir söz vardır. Kendi kavminden, toplumundan kopanlara, inancından uzaklaşanlara, inanç dışı yaşayanlara bozulmuş kişilik, aslını yitirmiş anlamında ‘Bê Esil’ denilmektedir. İnançları gereği bozulmuş olanlara, toplum dışına atılması gerekenlere atfen kullanılan bir deyimdir. Yurt dışına çıkan mültecileri bekleyen tehdit ve tehlike işte bu basit ama derin kavramda gizlidir. Sorun o ki aslına, inancına, kültürüne göre yaşayıp yaşayamama meselesidir. Üzülerek söylemek gerekirse yurt dışına çıkanları bekleyen en büyük tehlike, en basit tarifiyle BÊ ÊSİL olmalarıdır.
Mülteciliğin bireylerde ve toplumlarda yarattığı çürümeyi, yozlaşmayı iyi tahlil etmek gerekir. Kişinin kendi tarihinden, kültüründen kaçarcasına sığındığı limanlar aslında birer tuzaktır. Topraklarını terk eden bireyin bir daha topraklarına dönmesi giderek zorlaşacaktır. Hayalini kurduğu yaşamların aslında kendi yaşamları olmadıklarını zamanla anlayacaklar ama iş işten geçtikten sonra fark edecekler. Kişinin kendisine ve toplumuna yabancılaştığı zaman bu olumsuz durumun farkına varacaktır. Bu gerçek Êzîdîler için çok daha can alıcı, yakıcı bir sorun haline gelmiştir.
74. Ferman bir yok oluş süreciydi. Êzîdîler inançlarından ve kimliklerinden dolayı soykırımın hedefi haline geldiler. Şengal’in başına gelen bunca felaket, katliam, yıkım, tecavüz, köleleştirme akla gelebilecek her türlü vahşetin sergilenmesi sadece Êzîdî inancına mensup olduğu için başına gelmiştir. Şengal coğrafyasından Êzîdîliği silmek istemişlerdir. Mülteci olmak DAİŞ’in amaçlarından biriydi. Mültecilik yolu fermanın başarıya ulaşmasını sağlayacak bir yol olarak anlaşılması gerekiyor. Yabancılaşma, başkalaşıma uğrama ve nihayetinde de yok olmadır.
DAİŞ’in Şengal’de katliamla yaptığını, yapmak istediğini Avrupa mülteciliği ise daha farkı yollarla yapmaktadır. Aradaki fark sadece yöntem farkıdır. Ama sonuç aynıdır ve yok olmadır. Kişinin kendi rızasıyla yok oluşa gitme anlamına geldiğini unutmamalıdır. DAİŞ zorla katletti, Avrupa gönüllü katlediyor. Mültecilik böyle anlaşılmazsa yok oluşun önü alınamaz. Avrupa’da da olsa, dünyanın başka yerinde de olsa toplum olma bilincini kaybetmemek gerekir. Toplum olmak için de aidiyetlerin yerine getirilmesi gerekir. Bizi biz yaban değerlerin mutlaka korunması gerekir. Dil, Kültür, İnanç değerleri tehlike altına girmişse, zayıflamışsa, gerekleri yerine getirilemiyorsa Êzîdîliktan uzaklaşma, kopma, erime, yozlaşma anlamına gelmektedir. Daha kısa ve net anlatmak gerekirse, Şengal’de ferman neyse, Avrupa’da mültecilik de odur.
Yapılması gerekenler aslında basittir. Kişinin kendisine yabancılaşmamasıdır. Êzîdîliğin kaybolmamasıdır. Mültecilik, insanın köklerinden kopması anlamına gelmektedir. Kökü topraktan kopan bir ağaç gibi kurumaktan kurtulamaz. Êzîdîler için bu tehlike kapıdadır. Bu tehlikenin farkına varmak, anlamak, görmek ve buna karşı bilinçli, örgütlü mücadele etmek, DAİŞ ile mücadele etmek kadar önemlidir. Mürtecileşmeyle fermanın devam ettiğini bilerek buna karşı bilinci mücadele etmek her Êzîdî bireyi için vazgeçilmez bir görevdir.
Bilanço bilgileri Şengal özgür basın kaynaklarından alınmıştır.
- Açılan toplu mezar sayısı: 46 (Birçok yerleşim alanında tespit edilemeyen toplu mezarlar bulunduğu varsayılmaktadır. Irak devlet yetkilileri bu konuda gerekli çaba içinde değildirler.
- Toplu mezarlarda çıkarılan şehit sayısı: 1032
- DNA testi örtüşen sayı: 201
- DNA testi örtüşmeyen sayısı: 831
- Akıbeti bilinmeyenlerin sayısı: 1500
- Kaçırılan kadınlar için verilen DNA örneği sayısı: 3548 (kaçırılan kadın sayısı net olarak bilinmiyor. Ailelerin verdiği DNA örneklerinden bir sayı verilmiştir. Kaçırılıp da DNA örneği vermeyenlerde vardır)
- Kayıp başvuru sayısı: 6417 (Kayıp insan sayısı da şimdiye kadar netleşmemiştir. Çünkü halkın önemli bir kısmı, tahmini toplam Nüfusun %50’si halen Şengal’e dönmemiştir ve bir kısmı da Avrupa’ya göçmüştür. Bu nedenle kayıplar hakkında net bilgiye ulaşmak mümkün değildir)
- Şengal’den göç edenlerin sayısı: 360.000
- Avrupa’ya göç edenlerin sayısı: 150.000-160.00 arası tahmin ediliyor
- Çadır kamplarda kalanların sayısı: 200 bin
- Şengal’in kurtuluşu için şehit düşen HPG, YJA, YBŞ, YJŞ, YPG, YPJ sayısı: 500 (tahmini rakamdır)
14 Temmuz 2007 Tilezêr ve Sîba Şeyh Xıdır’da patlayıcı yüklü 4 kamyon tarafında gerçekleşen katliamın bilançosu:
- Toplam şehit sayısı: 796
- Toplam yaralı sayısı: 1562
Bu sayılar kesin olmayan rakamlardır. Birçoklarının akıbeti bilinmiyor. Patlamada yaralanan birçok kişi ABD askerleri tarafından tedavi amaçlı götürülmüş ve şimdiye kadar geri dönmemiştir. Bunların sayısı ve akıbeti hakkında bilgi yoktur.