Her gününe onlarca kahraman şehit sığdırdığımız mayıs ayı özgürlük devrimimizin şehitler ayı oluyor. Bu vesileyle ilk büyük şehidimiz Haki Karer yoldaş şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Şehitler günümüzü ve ayımızı kahraman şehitlerimizin izinde ve başarı çizgisinde kararlılıkla yürüyerek karşıladığımızı ifade ediyoruz. Kahraman şehitlerimize verdiğimiz zafer sözümüzü 18 Mayıs Şehitler Günü ve Mayıs Şehitler Ayı vesilesiyle bir kere daha yineliyoruz.
18 Mayıs’ın nasıl Şehitler Günü olduğu gerçeğini çok derinden bilince çıkartmak ve asla unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan da Önderlik gerçeğimizin, Önderliksel doğuş gerçeğimizin, parti ve gerilla hareketimizin gelişim tarihini ve onun her adımını bütün ayrıntılarıyla bilmek ve bunların derin bilincinde olmak büyük önem taşıyor. Çok iyi bilmeliyiz ki Kürdistan, tarihin hiçbir döneminde bugünkü gibi değildi. Özellikle Kuzey Kürdistan’da 1960’lı ve ’70’li yıllarda çok kötü ve karanlık bir süreç yaşanıyordu. Bugünkü gibi dağları özgürlük gerillasıyla dolu, kentlerinde yirmi dört saat halk serhildanı yaşanıyor, zindanlarında hep özgürlük direnişi sesleri geliyor değildi. Her tarafta özgürlük şarkıları söylenmiyordu. Özgür yaşama yürüyüşün bilinci taşınmıyor, coşkusu ve heyecanı içinde bulunulmuyordu. Toplum özgürlüğe yürüyüşün bayram havasını yaşamıyordu. Tersine faşist, sömürgeci ve soykırımcı rejimin yani imha ve inkar sisteminin baskısı ve zulmü bir karabasan gibi halkımızın üzerine basmıştı. Türk devletinin ve ordusunun faşist ve sömürgeci zulmü dağda, köyde, şehirde, halkımız üzerinde egemen hale gelmişti. Toplumumuzun bilinci karartılmış, tarihsel belleği yok edilmiş, iradesi kırılmış, örgütlülüğü dağıtılmış adeta kültürel soykırım altında bir halk ve toplum olmaktan çıkartılır hale getirilmişti. İnsanlarımızda özgürlük bilinci, ruhu, iradesi, örgütlülüğü, cesaret ve fedakarlığı kalmamıştı. Değil özgürlük için savaşmak, yaşamını ve yirmi dört saatini özgürlük ve demokrasi mücadelesine vermek, özgürlük davasının çok uzağına düşmüş, tamamen ruhsal çöküşü, iradesel kırılmayı ağır bir boyun eğme ve giderek teslimiyeti yaşayan bir insan ve toplum gerçeği ortaya çıkartılmıştı. Önder Apo bu durumu; toplum olmaktan çıkartılmak, kendi gerçekliğinden kaçmak, kimliğini inkar etmek, insanlığına ve toplumsal gerçekliğine giderek ihanet etmek olarak değerlendirdi. Dünyada eşine rastlanmayan bir sömürgeci soykırım sistemi Kürt halkına ve Kürdistan’a dayatılmıştı. Özellikle I. Dünya Savaşı ardından, bölünüp parçalanarak sömürgeci hakimiyet altına alınan Kürdistan parçalarında ve özellikle de Kuzey Kürdistan’da inkar ve imha sistemi Kürt ulusal ve toplumsal varlığını yok edebilmek için ideolojik, sosyal, siyasi, askeri, ekonomik, kültürel, hukuki bütün alanlarda son derece örgütlü ve planlı bir saldırı sistemi oluşturmuştu. Böylece faşist sömürgeci rejim, bir karabasan gibi toplumumuzun üzerine çökmüştü.
Tarihi tersine çeviren Önderliksel çıkış
İşte böyle alacakaranlık da değil, kapkaranlık bir ortamda Önder Apo çıkış yaptı, Önderlik gerçeğimiz doğdu. “Kürdistan sömürgedir,” diyerek mevcut kapkaranlık ortamı tanımladı ve sömürgeciliğe karşı ulusal bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi mücadelesini öngörerek de Kürt insanının ve toplumunun ruhunu, bilincini aydınlattı. İnsanlarımıza ve toplumumuza bilinç verdi, ruh verdi, irade kazandırdı, örgüt aşıladı, cesaret ve fedakarlık kazandırdı. Kısaca Önderliksel doğuş temelinde iradesi kırılıp, kendi gerçeğinden uzaklaştırılan ve yok oluş noktasına getirilen Kürt insanını ve toplumunu yeniden doğuş ve diriliş süreci içine çekti.
İşte bu Önderliksel doğuş gerçeğini, onun tarihsel önemini Kürt toplumunun varlığı ve özgür geleceği açısından taşıdığı anlamı, bununla birlikte Ortadoğu halklarının ve insanlığın özgürlük yürüyüşü bakımından taşıdığı önemi her zaman derinden anlamalı ve bunun hep bilincinde olmalıyız. Böyle büyük bir Önderliksel çıkışın olmadığı koşullarda birey ve toplum olarak Kürtlerin ve Kürdistan’ın neyi yaşadığını, nereye gideceğini net olarak görüp tasarlayabilmeliyiz. Bunun sadece bir Kürtlüğün yok oluşu değil, aslında insanlığın ve toplumsallığın beşiğinde; yani Mezopotamya’da Kürtlüğün yok edilişi temelinde insanlığın ve toplumsallığın, özgür insan varlığının yok edilişi olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız. Önderliksel doğuş ve çıkış, işte bu yok oluş gerçeğine karşı bir var olma ve özgür yaşama iradesini ifade ediyor. Önderliksel doğuş, insanlığın bitirilmek istendiği Kürdistan coğrafyasında özgür insanlığın yeniden doğuşunu ve dirilişini temsil ediyor. Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü bakımından bir milat anlamına geliyor. Sömürgeci soykırım rejimi altında örgütsel olarak parçalanıp yok oluşa giden bir durumdan, özgür ve demokratik olarak var olma sürecine geçişi ifade ediyor. Kürdistan’da baş aşağı giden tarihin durduruluşunu ve ona karşı özgür ve demokratik temelde yeniden var oluş tarihinin başlangıcı anlamına geliyor.
Böyle derin anlamı olan, derin tarihsel gerçekliğe sahip bulunan bir çıkışın ne kadar zor bir insan eylemi olduğunu, ne büyük bir irade, bilinç, cesaret ve fedakarlık gerektirdiğini derinden anlamaya çalışmalıyız. Dolayısıyla Önderlik gerçeğimizi doğru anlamalı, parti ve gerilla hareketimizin anlamına ve değerine derinden vakıf olmalıyız. Bugün geldiğimiz özgürlük düzeyine derin bir bilinçle, güçlü bir biçimde sahip çıkarak onu her zaman daha da ilerletmenin çabası içinde olmalıyız. Unutmayalım ki, böyle kapkaranlık bir ortamda yaşanan Önderliksel çıkış da bir insan eylemidir. Ama sıradan bir insanın sözü ve eylemi değildir. Böyle bir çıkış büyük bir sorumluluk istiyor, derin bilinç gerektiriyor, sonsuz cesaret ve fedakarlığa dayanıyor. Kısaca kendisi olmaktan çıkıp tarih olmayı, insan olmayı, toplum olmayı, ulusal ve demokratik amaçlarla her düzeyde birleşmeyi gerektiriyor. İşte Önderlik gerçeğimiz bunları ifade ediyor. Böyle en olumsuz koşullarda çıkış yaparak bir grup insanla tarihi tersine çevirme bilincini ve iradesini temsil ediyor. Bu temelde özgürlük hareketimizin ideolojik gruplaşmayı yaşadığını, sömürgeci sistemin merkezi olan Ankara’da gerçekleşen bu Önderliksel doğuş ve ideolojik gruplaşmanın, 1976 yılından itibaren daha yaygın ve örgütlü bir biçimde Kürdistan’a taşırıldığını, başta öğrenci gençlik olmak üzere tüm kesimlerden gençliğe yayılarak toplum için yeni bir öncü hareketi oluşturmayı hedeflediğini biliyoruz. Sömürgeci başkentte yaşanan ortamı, kapkaranlık durumu aydınlatan Önderliksel doğuş ne kadar zor ve tarihi öneme sahipse, burada yaratılan birikimi Kürdistan’a taşırma başta gençlik olmak üzere, Kürt halkına ulaştırma çabası da o kadar zor ve tarihi önem taşıyan bir eylem olma durumunu ifade ediyor. Dolayısıyla Önderliksel doğuş, bir bilinç ve irade olma durumunun giderek örgüte, eyleme dönüşmesi, toplumla bütünleşerek bir halk gerçekliği haline gelmeye doğru adım atmayı içeriyor.
Hepimiz Haki Karer çizgisinde militanlaşmayı esas almalıyız
İşte böyle bir süreçte daha Önderliksel doğuşun yeni, özgürlük hareketimizin küçük bir ideolojik grup halinde olduğu, bu gerçekliğin Kürdistan kent ve kasabalarında, Kürt gençliğinin içine yayılmak için adımlar atmaya çalıştığı bir süreçte bu gelişmeleri yok etmek için faşist sömürgeci, soykırım rejiminin son derece planlı ve örgütlü bir katliam girişiminde bulunduğu, parti ve mücadele tarihimizce iyi biliniyor. 1976 yılı boyunca Önder Apo’nun Kürdistan’da gençlik içinde yürütülen çalışmaların sonuçlarını değerlendirmek üzere 1977 baharında Kürdistan’ın değişik alanlarında gerçekleştirdiği toplantılar ardından özgürlük hareketinin sağlam tohumlarının Kürdistan’ın dört bir yanına saçıldığını ve bunların yeşermesi durumunda sömürgeci soykırım rejiminin artık ömrünün sona ereceğini çok iyi gören faşist soykırımcı gericilik, bu gelişmeleri yok etmek için mayıs ayı ortasında planlı ve örgütlü bir saldırı içine girdi. Başta Önderlik gerçeği olmak üzere özgürlük hareketini yaratmayı ifade eden öncü militan topluluğunu imha etmeyi hedefleyen bu saldırının Önderlik gerçeğimiz tarafından boşa çıkarılmasına rağmen, 18 Mayıs 1977 günü Antep’te ideolojik grubun öncü militanlarından Haki Karer yoldaşın katledilmesine yol açtığını biliyoruz. İşte bu katliam, sömürgeci soykırım rejiminin Önderliksel doğuş, ideolojik gruplaşma ve bunun Kürdistan gençliği içinde yayılmasına verdiği yanıt oluyor. Bu yanıtla söylenmek istenen son derece açıktır; bu yolda yürüyenin sonu imhadır, ölümdür, katliamdır. Kürt halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğü için yola çıkış en sert saldırılarla ezilecektir. 18 Mayıs 1977’de Antep’te Haki Karer yoldaşın katledilmesinin anlamı budur. Bu temelde Önder Apo’ya ve özgürlük hareketimize verilmek istenen mesaj ve söylenmek istenen söz bu biçimdedir. Bu bakımdan Önderliksel doğuş ve özgürlük hareketi ilerleyecek mi, ilerleyemeyecek mi, devam edebilecek mi, devam edemeyecek mi? 18 Mayıs, bu soruların yakıcı bir biçimde sorulduğu ve değerlendirildiği, tıpkı Önderliksel çıkış gibi ikinci büyük bir çıkışın, kararlaşmanın büyük şehidimiz Haki Karer yoldaş anısına bir kere daha gerçekleştirildiği bir tarih oluyor. Önder Apo bu süreci, “sanki başımıza kazanlarla kaynar sular dökülmüş gibi hissettik,” diye tanımladı. Düşmanın çok açık bir biçimde “imha mesajını vermesi” olarak ifade etti. Buna cevap olarak parti program ve taslağını hazırlamak ve Haki Karer’in anısını partileştirerek yaşatmak kararlılığı olduğunu her zaman ifade etti.
18 Mayıs, Önderlik ve özgürlük mücadelesi tarihimizde böyle çok önemli ve tarihi bir gün oluyor. Halkımızın özgürlük yürüyüşünde tarihi bir dönemeci ifade ediyor. Her türlü düşman saldırısına karşı özgürlük yürüyüşünde büyük kararlılığın ve ısrarın ortaya çıkartılmasını içeriyor. 18 Mayıs’ın, özgürlük devrimimizin şehitler günü olarak tanımlanması, parti kongremiz tarafından kararlaştırılması, halkımızca benimsenmesi işte bu temelde gerçekleşmiş bulunuyor. Önderlik hareketimizin, özgürlük hareketimizin ilk büyük şehidinin toprağa düştüğü gün oluyor. Önder Apo bu büyük şehidi, Haki Karer yoldaşı şehitler ordusunun ve kervanının başlangıcı olarak tanımladı. Haki Karer’i “benim gizli ruhum gibiydi” sözleriyle tanımlayarak, O’nun Önderliksel yürüyüşteki yerini ve rolünü ortaya koydu.
Haki Karer yoldaş, kendisi Kürt ve Kürdistanlı olmamasına rağmen, Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesinin en kutsal ve en insani bir mücadele olduğu bilincine derinden vararak herkesten önce böyle bir mücadelenin öncü militanı oldu. Önderlik gerçeğimizi yeni doğmuş bir özgürlük gerçeği olarak herkesten önce görüp, tanıma ve bu temelde ona bağlanma bilincini ve iradesini gösterdi. Önder Apo’nun gizli ruhu olacak kadar Önderlik ruhuyla, duygusuyla, bilinciyle, iradesiyle, amaç ve davranışlarıyla birleşme ve bütünleşme gücünü gösterdi. Yaşamı boyunca Önderlik çizgisinin ve yürüyüşünün başarısı için, en ön safta yürüyen Önder Apo’ya en büyük yardımcılığı yapan bir militan oldu. Şehadetiyle Kürdistan ve özgürlük mücadelesi gerçeğini aydınlattığı gibi büyük Önderlik ve özgürlük yürüyüşüne günümüze kadar en büyük katkıyı ve desteği sundu. Böyle büyük bir insanlık duruşunu, ruhunu, bilincini, iradesini böyle temiz, dürüst, haktan, adaletten, özgürlükten, eşitlik ve demokrasiden yana insanlık erdemini iyi tanımalı, iyi anlamalıyız. İnsanlığın bu tür kişiliklerin yarattığı değerler temelinde var olup yaşadığını, toplumsallığın buna dayanarak günümüze kadar geldiğini iyi bilmeliyiz.
Haki Karer gerçeğini tüm yönleriyle iyi anlamalı, doğru bilince çıkarmalıyız. Dolayısıyla şehadetinin 35. yıl dönümünde, bu büyük devrimci insanı Önderlik gerçeğimizin ilke ve büyük militanını, en büyük yardımcısını derinden bilince çıkartarak onun Önderliksel bilinç ve bağlılık gerçeğini biz de özümsemeliyiz. 18 Mayıs’ın böyle bir sorgulama gerçeği olduğunu, Önderlik çizgisinde kendimizi eleştirel-özeleştirel bir sorgulamadan geçirerek, Haki Karer bağlılığı ve militanlığı gibi en ileri düzeyde bir bağlılık durumuna ulaştırmayı başarmalıyız. Kendimizi 18 Mayıs ruhu ve gerçeğiyle donatarak Haki Karer çizgisinde militanlaşmayı esas almalıyız.
Mayıs ayının her gününde bir şehadet yaşanmıştır
18 Mayıs’ın nasıl şehitler günü olduğunun derin bilincine ulaşmak kadar, mayıs ayının şehitler ayı olmasının derinden bilincine ulaşmak, özgürlük mücadelesinde başarılı bir yürüyüş sahibi olabilmek açısından önem taşımaktadır. Bunun bir boyutu şehitler günümüze bağlı olmakla birlikte, bir diğer boyutu yaşam ve mücadelede edindiği yer ve oynadığı rolle bağlantılıdır.
Kutsal kitaplarda ülkemiz Mezopotamya cennet olarak tanımlanmaktadır. İnsanlık cenneti olan bu topraklarda yaşamın çıkışı mart ortasında, Newroz’la gerçekleşirken, yaşamın çiçeklenip meyveye durduğu dönem ise mayıs ayı olmaktadır. Aynı doğal diyalektik özgürlük mücadelemiz açısından da geçerli olmuştur. 1973 Newrozu’nda, Ankara’da çıkış yapan Önderliksel doğuş 1977’den itibaren mayıs ayında yoğunlaşan, kahramanca mücadelelerle çiçeklenmiş ve meyveye durmuştur. Dönülmez bir özgürlük hareketi ve kahramanlık mücadelesi haline gelmiştir. Yine, 1982 Newrozu’nda Amed Zindanı’nda çıkış yapan Mazlum direnişçiliği, 15 Ağustos Atılımı’yla birlikte mayıs ayından itibaren yoğunlaşan büyük bir gerilla direnişine dönüşmüştür. Bu bakımdan mayıs ayı, özgürlük mücadelemizin en çok yoğunlaştığı, her yılın hamlesel direnişinin başladığı yaz ve güz boyu süren gerilla ve halk direnişlerinin dorukta yaşandığı çok önemli bir ay haline gelmiştir. Adeta yeni yaşamın doğal alanda eskiyle hesaplaşması gibi özgürlük hareketimiz de sömürgeci, soykırım rejimiyle en güçlü hesaplaşmasını mayıs ayının haftaları ve günleri içerisinde yaşamıştır. Mayısın her gününde onlarca kahramanlık direnişi yaşanmış, büyük başarılar elde edilmiş, şehitler verilmiştir. Özgürlük devrimimizde mayıs ayını şehitler ayı yapan işte bu gerçeğidir. Her gününün bir araştırmasının ve dökümünün yapılması bu gerçeği netçe ortaya çıkartacaktır. Dolayısıyla mayıs ayının her gününü şehitler ayı, günü olarak anmak, ele almak, mayıs ayının her gününde kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anmak, onların çizgisinde eleştirel özeleştirel bir sorgulamayla durum değerlendirmesi yapıp hata ve eksikliklerimizden arınmayı sağlamak, her alanda şehitleri anma toplantıları, tartışmaları, etkinlikleri ve eylemleri yapmak gerekmektedir.
Burada, ifade ettiğimiz günlük dökümü yapacak değiliz. Ancak mayıs gerçeğinin doğru anlaşılması açısından herkes tarafından bunun yapılması ve bu bilince ulaşılması gerektiğini belirtiyoruz. Buna yön vermesi açısından son kırk yıl içerisinde mayıs ayında yaşanmış bazı önemli şehadet olaylarını, bu kırk yıla damgasını vuran ve dönemeç özelliği taşıyan bazı büyük olayları sıralamak istiyoruz.
Mayıs ayı sömürgeciliğe karşı direnişlerle doludur
Öncelikle 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını asla unutamayız. Türk kontrgerillasının, yüzbinlerin 1 Mayıs işçi bayramını kutladığı Taksim meydanında gerçekleştirdiği saldırıyla 37 emekçi, devrimciyi katletmesi hiçbir zaman unutulamaz. Onlar 1 Mayıs’ın şehidi oldular. Büyük sosyalizm şehidi haline geldiler. Türkiye gerçeğini aydınlattılar, faşist saldırganlığın kirli ve çirkin yüzünü ortaya koydular. Türk ve Kürt halklarının büyük şehitleri kervanına katıldılar.
19 Mayıs 1978’de Hilvan’da Halil Çavgun yoldaşın şehadeti olmuştur. Haki Karer yoldaşın şehadetinin 1. yıl dönümünde, Haki Karer gerçeğini Kürdistan ve Türkiye’ye tanıtabilmek, anlatabilmek için geliştirilen planlı ve kapsamlı direniş eylemi içerisinde polisle girdiği bir çatışmada şehit düşmüştür. Hilvan gençliğinin önderi konumunda olan Halil Çavgun yoldaş yaşamı boyunca Hilvan gençliğine ulusal demokratik mücadelede önderlik ettiği gibi şehadetiyle de günümüze kadar Hilvan gençliğine önderlik eden büyük bir direnişin sahibi olmuştur.
Yine 1 Mayıs 1985’te ilk gerilla gruplarımızda yer alan Ramazan Kaplan yoldaş öncülüğündeki gerilla birimimizin Mutki ve Şirvan hattında sömürgeci güçlerle girdiği çatışma içindeki şehadetlerini her zaman hatırlamalı ve saygıyla anmalıyız. Onlar ki, Kürdistan topraklarında adım atan ilk gerilla öncüleriydiler. Büyük komutan Agit yoldaşın yol arkadaşıydılar. Kahramanlık çizgisinde yürüyen gerilla direnişimizin öncü militanlarıydılar. Kürt halkı için yeni bir özgür yaşam umuduydular.
Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşların 2 Mayıs 1983 tarihinde Kandil’de yaşanan bir çatışmada şehadeti de özgürlük mücadelemiz açısından tarihi önem taşımaktadır. Bu şehadet Kürt işbirlikçi gericiliğin ne kadar ciddi bir tehlike olduğu gerçeğini göstermiş, Kürdistan ortamını aydınlatmıştır. Mehmet Karasungur yoldaş partimizin Merkez Komite Üyesi ve Hilvan-Siverek direnişinin öncü komutanı olarak özgürlük mücadelesi tarihimizde silinmez bir yer etmiştir.
6 Mayıs 1972 ise Türkiye tarihinin hiç unutulmayacak bir günü olma özelliğine sahiptir. 12 Mart faşist darbecileri tarafından Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın Ankara’da idam edildiği gündür. Türkiye devrim tarihinin en temel dönemeçlerinden biri, en aydınlatıcı günlerinden biri olma özelliğine sahiptir. Bu olayın Önderliksel doğuştaki rolünü çok derinden kavramak gerekir. 6 Mayıs bütün Türkiye devrimci güçleri açısından temel bir anlama sahip olduğu gibi Kürdistan özgürlük devrimi açısından da benzer bir aydınlatıcı değere sahiptir. Mayısı şehitler ayı yapan en temel ve önemli olaylardan birisi budur.
Şîrîn Elemhulî (Ronahî Makû), Ferzat Kemanger, Ferhad Wekîlî, Alî Haydariyan ve Mehdî Îslamiyan yoldaşlar 9 Mayıs 2010 günü Tahran’ın Evin Zindanı’nda Ahmedinejad rejimi tarafından idam edilerek Kürt yurtseverliğini ve direnişçiliğini idam sehpalarında yiğitçe temsil ettiler. Şehit düşen bu yoldaşlarımız hem Ahmedinejad rejiminin katliamcı gerçekliğini hem de tüm Kürdistan parçalarında uygulanan yabancı egemenliğin faşist sömürgeci karakterini açığa çıkarttılar.
11 Mayıs 1992, Ozan Mizgîn (Gurbet Aydın) yoldaşın Garzan-Tatvan’da şehadete ulaştığı gündür. Mizgin yoldaş ki, sanatçılıkla gerillacığı birleştirmeyi bilen, Kürt ulusal demokratik mücadelesiyle kadın özgürlük mücadelesini iç içe geçirebilen, bunun öncü militanlığını yapan büyük tarihi bir kişiliktir. Çok genç yaşta özgürlük hareketine katılmış olmasına rağmen uzun süre değişik görevlerde başarıyla çalışarak, en son kahramanca şehadete ulaşmayı başaran büyük Önderlik militanı ve öncü kadın militan gerçeği olmaktadır.
17 Mayıs 1982, Amed Zindanı’nda Ferhat Kurtay öncülüğündeki Dörtlerin büyük direniş günüdür. Mazlum Doğan’ın Newroz’da yaktığı direniş ateşini Mayıs ortasında harlandıran bu yoldaşlar, 14 Temmuz büyük ölüm orucunun en büyük çağrı ve karar gücü olmayı bilmişlerdir. Bu temelde gerçekleşen 14 Temmuz büyük ölüm orucuysa Newroz’da Mazlum yoldaşın direnişiyle başlayan büyük zindan direnişinin 12 Eylül faşist askeri rejimi karşısında ideolojik zafer kazanmasını sağlamayı bilmiştir. 17 Mayıs aynı zamanda anıya bağlılığın da çok somut ifadelerinden biri durumundadır. Haki Karer yoldaşın 18 Mayıs 1977’deki şehadetinin beşinci yıl dönümünde Haki Karer çizgisine sahip çıkmanın, onun izinde yürümenin en seçkin örneği olmaktadır.
Tabii mayıs ayını şehitler ayı yapan en önemli gün, şehitler günümüz 18 Mayıs olmaktadır. Dikkat edilirse anıya bağlılık gereği geliştirilen direniş, öncesiyle ve sonrasıyla mayıs ayını büyük bir mücadele haline getirme etkeni olmuştur. Tabii burada öncelikle 18 Mayıs 1973’te Amed Zindanı’nda ağır işkenceler altında ser verip sır vermeyen yiğit devrimci İbrahim Kaypakaya’yı da saygıyla anmalıyız. TİKKO kurucusu ve önderi olan İbrahim Kaypakaya’nın Kürdistan’da gerillayı geliştirmek için büyük çaba sahibi olduğu, Kürdistan gerillasına öncülük edenlerden biri konumunda bulunduğu tartışmasızdır. Dersim’de girdiği bir çatışmada yaralanarak yakalanıp, Amed Zindanı’nda gördüğü ağır işkencelere rağmen örgütü hakkında en küçük bir bilgi vermeyerek şehadete ulaşmayı bilen büyük önder militanlardan biri olmuştur. Aynı güne denk gelen Haki Karer yoldaşın şehadeti de 18 Mayıs’ı iki büyük devrimci önderin şehadet günü haline getirmiştir.
Bunlar gibi mayıs ayının diğer günlerinde de faşizm ve sömürgecilikle savaş içerisinde şehit düşmüş onlarca kahraman devrimci, militan vardır. Hatta burada saydığımız günlerde bile bizim ifade ettiklerimizden çok fazla şehit militanın olduğu kesin bir gerçektir.
İşte mayıs ayını büyük mücadele ayı yapan, her gününü kahramanca mücadelelerle dolduran, her gününe onlarca kahraman şehidin imza attığı bir ay yapan gerçeklik budur. Bu gerçekliği iyi anlamak, mayıs ayının nasıl Önderliksel çıkışın büyük direniş hamlesine dönüştürüldüğü bir büyük kutsal mücadele ayı olduğunu görmek, Mayıs ayını böyle karşılamak, böyle anmak, yaşamak ve yaşatmak devrimci militan olmanın, şehitlerin izinde yürümenin, şehitler gerçeğine bağlı olmanın temel bir gereğidir. Nasıl ki sayıları bini aşan büyük kahraman şehitlerimiz mayıs ayını büyük mücadele ayı, onun her gününü büyük kahramanlık günü haline getirmeyi bilmişse, Önderlik çizgisindeki özgürlük mücadelemizin büyük hamlesel çıkışını mayıs ayında yapmışsa, şehitlerimizin izinde yürüyen militanlar da 2012 büyük hamlesinin görkemli çıkışını yine mayıs ayında kahraman şehitlerimize bağlılığın ve onların intikamını almanın bir gereği olarak gerçekleştirmişlerdir.
Şehadetlere duygu ve akıl bütünlüğüyle cevap olabiliriz
Bu süreçte dikkat etmemiz gereken önemli bir husus da şehitler gerçeğine doğru yaklaşım olmaktadır. Çünkü yeni bir devrimci halk savaşı hamlesi içindeyiz ve her gün yeni şehitler veriyoruz. Bu nedenle şehitler gerçeğine doğru yaklaşmamız şehadet gerçeğini derinden bilince çıkartarak doğru ve yeterli bir biçimde anlamlandırmamız ve her şehadetten derin dersler çıkartarak mücadele, tarz ve yöntemlerimizi düzeltmemiz, hayati önem taşıyor. Şehadete doğru yaklaşım ve derinden anlamına varmak, yine pratik derslerini doğru ve tam olarak çıkartmak bizi mücadelede başarıya götürürken, bunları yapamamak, şehadet gerçeğine dar ve duygusal yaklaşım içinde olmak ise bizi başarıdan alıkoymaktadır. Dolayısıyla şehitlere dar ve duygusal yaklaşım olmaz. Yine “niye şehit düştüler” veya “çok şehit verdik” gibi yüzeysel yaklaşımlarla da şehadet gerçeğinin derin anlamına ulaşılamaz. Olaylar ardından ah vah etmek ve ağlayıp sızlamak da hiçbir şey kazandırmaz. Bütün bunlar dar, duygusal ve yüzeysel yaklaşımın bir sonucu olmaktadır. Oysaki şehadet olaylarının özü ve tarihsel anlamı böyle değildir. Şehadet gerçeğine böyle yaklaşmak onları daraltmak, yüzeyselleştirmek, derin anlamından, yüce amacından kopartmak olur. Eğer şehadet gerçeğine böyle yaklaşılır, dar duygusal ve yüzeysel bir tutumla ele alınırsa bu şehadet olayına yapılabilecek en kötü saygısızlık olur. Onu anlamından, değerinden, özgürlük, kimlik, demokrasi, eşitlik, adalet gibi yüce değerler uğruna büyük bir gerçekleşme olmasından koparmaya götürür. Şehitleri doğru anlamak, onların bağlı olduğu yüce amaçları görmek, bağlılık duygularını kavramak ve onlardan ders çıkartarak benzer bir tutum sahibi olmayı bilmek demektir.
Şehitler gerçeğine doğru yaklaşmak ancak amaca güçlü bağlanmakla ve göreve başarı çizgisinde sahip çıkmakla olur. Unutmayalım ki insan soyunun ulaştığı en yüce duruş; şehadet mertebesidir. Çünkü insan, ancak yüce amaçlar için yaşamını ortaya koyabilir. Ve yaşam bu biçimde ortaya konup, yaşandığında anlamlıdır. Eğer yüce değerler olmazsa, büyük özgürlük, eşitlik, demokrasi, kimlik davası olmazsa kim yaşamını ortaya koyabilir? Canını böyle kahramanca verebilir? Demek ki şehadetler toplumumuzun içinde bulunduğu durum gereği sömürgeci soykırım rejiminin imha ve tasfiyesine karşı var olma ve özgür yaşamanın zorunlu bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Halkımızın varlığı ve özgürlüğü için yaşam suyu, öz suyu olmaktadır. Onsuz yaşamın olamayacağı, var ve özgür hale gelinemeyeceği bir gerçekliktir. Bu bakımdan da her şehadetin içinde taşıdığı bu derin anlamı, yüce amaç peşinde yürüme gereğini iyi görmek, derinden anlamak, bu gerçekliğe bağlanmak gereklidir. Şehadete doğru yaklaşımın birincil önemli yanı budur.
Her şehadet olayı pratik olarak belli eksiklik ve hatalar içerir. Düşman saldırıları karşısında bir biçimiyle zayıf kalmayı ifade eder. Yaşamını ortaya koymak ancak büyük bir güç yaratmak, zorlukları yenmek, eksiklikleri aşmak, hataları düzeltmek için gerekli olur. Bu bakımdan şehadete doğru yaklaşımın ikinci boyutu onun içerdiği pratik dersleri derinliğine çıkartıp özümseyebilmektir. Bu biçimde şehadete yol açan nedenleri azaltmayı ve gidermeyi gerçekleştirmeye çalışmaktır. Düşman karşısında hata ve eksikliklerden arınarak daha güçlü bir duruş, tarz, üslup ve tempo sahibi olmayı bilmektir. Demek ki şehadet olayına dar değil geniş, yüzeysel değil derin, salt duygusal değil duygularla aklımızı birleştiren bir yaklaşım içinde olmamız gerekir. Şehitlerimizi bu temelde anmak, onların anılarına bu esaslar üzerinde sahip çıkmak ve anılarını bu çerçevede yaşatmak doğru yaklaşım gereği olduğu kadar bizi başarıya götürecek en temel etken olmaktadır.
Önderliksel çıkışı yaratan şehitler gerçeğine bağlılıktır
Bu konuda Önderlik tutumunu doğru ve yeterli anlamak ve pratikte tam uygulamak büyük önem taşımaktadır. Her yoldaşımız Önder Apo gerçeğini bir de şehadet olayına yaklaşım çerçevesinde ele alıp değerlendirmeyi ve gereken dersleri çıkartarak kendi duruşunu ve tutumunu bu temelde düzeltip, yetkinleştirmeyi bilmelidir. Önderliksel duruş aynı zamanda baştan sona şehadetleri doğru anlamak, yeterli anlamlandırmak ve onlara doğru sahip çıkarak izlerinde yürümeyi bilme gerçeğidir. O halde her şehadet olayı karşısında Önder Apo’nun duruşu ve tutumu ne olmuştur, şehadet olaylarını nasıl anlamlandırmıştır, onlardan nasıl dersler çıkartmıştır, şehadetlere nasıl sahip çıkmış, şehit yoldaşlarının anılarına nasıl bağlanmış ve onların gereğini pratikte nasıl yerine getirmeye çalışmıştır? İşte bu konular üzerinde yoğunlaşmamız, araştırıp incelememiz, Önderliksel tutumu ve duruşu doğru ve tam anlayarak pratikte onu hayata geçiren olmamız gerekir.
Özgürlük mücadelesi tarihimiz baştan sona birer şehadet halkasının bir zincire eklenmesi gibidir. Eğer mücadele tarihimiz bir zincir ise şehadetler de onun birer halkası olmaktadır. PKK’nin bir şehitler partisi olduğunu, dolayısıyla özgürlük mücadelesinin bir şehitler mücadelesi olduğunu, Önder Apo ifade etmiştir. Dolayısıyla özgürlük mücadelesi tarihimiz, baştan sona bir şehadetler tarihidir. Bir zincirin halkaları gibi birbirlerine eklenerek büyük bir özgürlük hareketinin ve özgür toplumun yaratılması olayıdır. Bu da şehit yoldaşların büyük bir amaç bağlılığı temelinde, yüksek bir cesaret ve fedakarlıkla yüce amaçlar için kendilerini feda etmeleri kadar Önder Apo’nun şehadet olaylarını doğru anlamlandırması, gereken dersleri doğru ve yeterli bir biçimde zamanında çıkartarak şehadeti büyük bir mücadeleye ve gelişmeye dönüştürmeyi bilmesiyle olmuştur. O halde şehadet olaylarına doğru yaklaşım, Önderliksel yaklaşımdır. Şehitler gerçeğini doğru anlamak ve onlar karşısında doğru tutum takınmak, şehitlerimizin anılarını doğru anlayıp sahip çıkmak Önderlik gerçeğinde ifadesini bulmaktadır. Bizim de bu Önderliksel yaklaşım ve tutumu doğru ve derinlikli anlayarak şehadet gerçeğine bu temelde yaklaşıp ders çıkartmamız kesin gereklidir.
Şöyle bir geriye dönüp kırk yıllık mücadele tarihimize bir bakalım. Önder Apo, her zaman Önderliksel çıkışın, Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısına bağlılığın ve doğru sahip çıkmanın bir gereği olduğunu ifade etmiştir. Demek ki Türkiye devrimci gençlik hareketinin büyük önderleri olan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakaya ve arkadaşlarının anısına doğru sahip çıkmak, bir önderliksel çıkış yani onların başlattıkları mücadeleyi daha doğru ve etkili bir biçimde başarıyla geliştirmeyi, bilmeyi gerektirmiştir. İşte Önderliksel çıkış bunu ifade ediyor. Önder Apo her zaman kendi çıkışının Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin çıkışıyla ve şehadetleriyle birebir bağlı olduğunu söyledi. O büyük önderlerin yürüyüp katledilişi ardından görev ve sorumluluğun omuzlarında kaldığını, bu sorumluluğa ihanet etmeyip sahip çıkarak böyle bir mücadeleye yöneldiğini hep ifade etti. Biz bu ifadelerden açık bir biçimde şunu anlıyoruz; Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısına doğru bağlılık önderliksel çıkış olmuştur. Böyle bir bağlılık, sorumluluğu, yeni önderliksel çıkışı gerektirmiş ve Önder Apo’nun doğuşu, çıkışı böyle gerçekleşmiştir. Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısına Önderliksel çıkış adımı atıldığı gibi Hakilerin, Halillerin, Salih ve Cumaların anısına da Önder Apo tarafından partileşme adımı atılmıştır. Önder Apo her zaman parti adımının Haki Karer yoldaşın şehadetiyle bağlı olduğunu söyledi. Haki Karer ve onun öncülük ettiği şehadetler gerçeği bir ideolojik grup olarak gelişen özgürlük hareketimizi partileşmeye yöneltti. Bu şehadetleri doğru anlamak ve anılarına doğru sahip çıkmak onları yaşatmak ve amaçlarını başarıya götürmekle olabilirdi. Bu da ancak partileşme adımını atmakla, özgürlük mücadelesine öncülük edecek, sağlam devrimci bir fedailer partisi oluşturmakla mümkündü. Nasıl ki Önder Apo, Türkiye devrimci gençlik hareketinin büyük önderlerinin şehadetine önderliksel çıkışla sahip çıktıysa, Hakilerin, Halillerin, Salihlerin ve Cumaların anılarına da PKK’lileşme adımını atarak sahip çıktı. Onları partileşerek yaşatmayı ve amaçlarını başarmayı öngördü. PKK olarak yaşadıklarını ifade etti. PKK’nin şehitler partisi olduğunu, dolayısıyla şehitlerin parti biçiminde yaşayan canlı gerçeklikler konumunda bulunduklarını ifade etti.
Özgürlük mücadelemizin bundan sonraki dönemleri ve Önder Apo’nun bu dönemlere yaklaşımı da benzerdir. Örneğin, zindanlarda Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin, Ferhatların direnişine, yine dışarıda Karasungurların, Agîtlerin direnişine Önder Apo gerillalaşmayı geliştirerek cevap vermiştir. Bu büyük şehitlerin anılarını gerilla ordulaşmasında ve 15 Ağustos büyük direniş atılımında yaşatmayı öngörmüştür. Yine Berîvanların, Vedat Aydınların anısını özgürlük için serhildana kalkan halk gerçeğinde yaşatmayı esas almıştır. Bu büyük serhildan önderlerinin anılarına serhildan halkını, serkeftın halkını yaratarak sahip çıkmayı esas almıştır. Yine Beritanların, Zilanların anısına kadın gerillalaşmasını ve özgür kadın hareketini yaratarak cevap vermiştir. Beritanların, Zilanların özgür kadın hareketinde, kadın gerillacılığında yaşamasını öngörmüştür. Onların anılarının ancak büyük bir özgürlük hareketiyle yaşayabileceğini değerlendirmiştir.
Önder Apo’nun komplo sonrası sürece yaklaşımı da benzerdir. Önderlik gerçeğini sahiplenmek ve savunmak üzere uluslararası komploya karşı Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla geliştirilen büyük direniş kahramanlıklarına Önder Apo da İmralı direnişiyle, zaferin temellerini döşeyerek ve paradigma değişimini gerçekleştirip ideolojik ve örgütsel bakımdan yenilenmeyi ve yeniden yapılanmayı sağlayarak karşılık vermiştir. Bu büyük fedai direnişlerinin ideolojik ve örgütsel bakımdan yenilenen ve zaferi garantileyen PKK hareketinde yaşamasını öngörmüştür. Son devrimci halk savaşı hamlemizin şehitlerine de işte on aydır direnerek karşılık veriyor. O büyük şahadetleri İmralı’da sürdürdüğü direnişle yaşatıyor.
Dikkat edilirse, Önderlik gerçeğimiz şehadetleri hep özgürlük mücadelemizin bir gerçeği ve gereği olarak ele alıyor. Onları bu temelde özgürlük mücadelemizin amaçlarına derin bağlılık, o amaçlardan dönülmezliğin ve o amaçları gerçekleştirmenin bir kanıtı olarak görüyor. Dolayısıyla mücadelenin büyük güç kaynakları olarak ele alıp değerlendiriyor. Şehadetlere doğru sahip çıkmanın gereğini de özgürlük mücadelesini yeni bir sürece taşımakla, özgürlük mücadelemize yeni adımlar attırıp önemli ve kalıcı kazanımlar sağlatmakla gerçekleştiriyor. Önderlik tutumunda şehitlerin anısına sahip çıkmanın gereği özgürlük mücadelesini daha doğru, etkili ve başarılı bir biçimde yürütmek ve mücadeleye yeni adımlar attırmak oluyor. Özgürlük mücadelemizin her dönemi kahraman şehitlerimizin anısına yeni başarı adımları atmakla oluşuyor. O halde şehadet olayına Önderlik yaklaşımı ve şehitlerin anısına, Önderliksel bağlılık ve sahip çıkmanın tarzı ve tutumu nettir. Doğru olan, şehadet gerçeğini doğru anlamlandıran ve doğru sahip çıkmayı ifade eden tutum da budur. Hepimiz için geçerli olan, esas almamız gereken yaklaşım ve tutum kesinlikle bu olmak durumundadır. Bunun temelinde birincisi; doğru ve derin anlamak, ikincisi; amaç bağlılığını geliştirmek, üçüncüsü; ders çıkartarak tarz düzeltmesi yapmak, dördüncüsü ise yeni, başarılı adımlar atarak şehitlerimizin anısını özgürlük mücadelemizin başarılı adımlarında yaşatmak oluyor.
Özgürlük mücadelesi tarihimiz bir şehadetler tarihi olduğu gibi son devrimci halk savaşı hamlemiz de büyük şehadetler temelinde gerçekleşen ve gelişen bir hamle olmuştur. Mücadele tarihimizin daha önceki stratejik dönemlerinde olduğu gibi 1 Haziran 2010’dan itibaren başlayan dördüncü stratejik hamle döneminde de büyük şehitler verdik. Özellikle Temmuz 2011’den bu yana hem nitelik düzeyinde, hem de nicel olarak büyük şehitler verdiğimiz açıktır. Kuşkusuz bu şehadetlerin de daha önceki şehadetler gibi özgürlük mücadelemiz açısından derin anlamı vardır.
Yaşanan şehadetlerin çokluğu ve ağırlığı neyi gösterir? Bizce iki temel hususu ifade eder; birincisi, çok büyük ve kapsamlı bir savaş içinde olduğumuz gerçeğini ortaya koyar. İkincisi; böyle bir savaşta eksik, hatalı, zayıf yanlarımızın hala bulunduğunu ve bunların da önemli olduğunu gösterir. Biz, mevcut şehadet durumlarını böyle ele alıyor, anlıyor ve değerlendiriyoruz. Bunun dışındaki yaklaşım ve değerlendirmeleri tam ve doğru bulmuyoruz. Dar, duygusal, yüzeysel bir yaklaşımla nasıl bir mücadele içinde olduğumuza bakmadan, düşman gerçeğini görmeden, yine bizim eksik, zayıf, hatalı yanlarımızı dikkate almadan, sadece “niye bu şehadetler oluyor, bunlar olmasın” demek bir şey ifade etmiyor. Aynı biçimde sadece bizim eksikliklerimizi görüp nasıl bir düşmanla savaştığımızı anlamayan, yine düşman gerçeğinin vahşi, saldırgan, soykırımcı özelliklerini dikkate almayan bir yaklaşım da doğru değil ve gerçeği tam ifade etmiyor. Bu nedenle mevcut şehadetlerin neden ve nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışan herkesin her şeyden önce bunların nasıl bir mücadele içerisinde gerçekleştiğini doğru görmesi ve değerlendirmesi gerekir. Bunun için de her şeyden önce düşman gerçeğine bakmalıdır. Kürdistan üzerinde uygulanan sömürgeci soykırım rejiminin özelliklerini görmelidir. Kürdistan’ın bölünmüşlüğüne, her parça üzerindeki faşist, sömürgeci egemenliklere, sömürgeci sistemin kültürel soykırımcı karakterine, kısaca Kürt’ü inkar eden ve imha etmek isteyen sistem gerçeğine bakmalıdır. Bunun günümüzdeki icracısı olan AKP gerçeğini, onun hilebaz, oyuncu, demagog, saldırgan, faşist karakterine bakmalıdır. Yine, bu saldırıları yürüten gücün dayandığı tarihsel gerçekliği ve küresel soykırımcı sistemi görmelidir. Dolayısıyla nasıl bir düşmana karşı direnildiğinin, mücadele edildiğinin doğru ve gerçekçi bir analizini yapmak zorunludur. Bütün bunları görmeden, AKP’nin hile ve oyunlarına bakmadan Kürdistan’daki egemenliğin inkarcı ve imhacı karakterini, soykırımcı yüzünü görmeden, bu doğrultuda her türlü vahşete başvuran insanlık dışı bir saldırganlık olduğunu dikkate almadan, yine bu saldırı sisteminin küresel kapitalizmin bir saldırısı olduğunu göz önüne getirmeden yapılacak her değerlendirme, söylenecek her söz kesinlikle doğru ve yeterli olmayacaktır.
Kürtlere direnmekten mücadele etmekten başka çare bırakılmadı
Demek ki, Kürdistan üzerindeki rejim faşist ve soykırımcıdır. Kürt sorununu kabul etmediği gibi, en küçük demokratikleşme adımlarına da kesinlikle izin ve fırsat vermemektedir. Kürt halkının değil özgür ve demokratik bir yaşama kavuşması, birliğini sağlaması, onun kendi kimliğiyle yaşamasına bile izin ve fırsat vermek istememektedir. En son soykırım icracısı olan AKP hükümetinin yaklaşımları ortadadır. Önder Apo üzerinde baskı, İmralı’da yaşanan işkence, tecrit ve imha süreci Önder Apo’ya dönük hakaret dolu saldırganlık gözler önündedir. Yine sadece barış ve Kürt kimliğine özgürlük istediği için Kürt demokratik siyasetinin üzerinde ne tür baskıların uygulandığı, binlercesinin nasıl sorgusuz sualsiz zindanlara doldurulduğu ortadadır. Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm zeminini ortadan kaldırabilmek için Kürt demokratik siyasetini imha ve tasfiye etme amaçlı son derece planlı bir saldırı AKP hükümeti tarafından yürütülmektedir. Yine, AKP polisinin başta gençler ve kadınlar olmak üzere halk üzerindeki faşist polis terörü Hitler polisine taş çıkartacak düzeydedir. Dünyanın gözü önünde çocuk yaştaki insanları ezme ve zindana doldurma dahil Kürt halkına her türlü baskı, zulüm ve hakaret uygulanmaktadır.
Bir de yürütülen diplomatik faaliyetler var. Kürt halkı dünyadan tecrit edilmeye, Kürtlük adına her türlü söz ve eylem terörizm olarak damgalanarak dünyadan tecrit edilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede gerillaya dönük imha saldırıları her türlü yasak silah da dahil savaş araçları kullanılarak sürdürülmektedir. Ortada gerçek anlamda bir topyekun saldırı var. Katliam ve soykırım girişimi var. Bunu görmeyen gözler kör, duymayan kulaklar sağır, hissetmeyen yürekler vicdansızdır.
İşte böyle bir saldırganlık içerisinde Kürt sorununun çözümü için, Kürt halkının doğal, demokratik hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi için herhangi bir demokratik ortam bırakılmamaktadır. Değil özgür yaşamak, kimliğini ifade etmek bile hapse atılmakla, baskı ve işkenceye tabi tutulmakla cezalandırılmaktadır. Böyle bir ortamda da var olabilmek ve özgür yaşayabilmek için savaşmaktan başka, direnmekten başka çare kalmamaktadır. Bazıları diyor “Kürtler niye direniyor? 21. yüzyılda sorunlar savaşla çözülemez, artık askeri çözüm geride kaldı, PKK savaşı bırakmalı, silahı susturmalı.” Bunu söyleyenlere biz de şunu söylüyoruz; peki ama Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırımcı faşist baskı ve katliamlara benzer uygulamalar bir başka halk üzerinde var mıdır? Sizin kimliğiniz yasaklansa, örgütlülüğünüz dağıtılsa, özgürlüğünüz elinizden alınsa, Kürtlük ve Kürdistanlılık adına size hiçbir şey verilmezse ne yaparsınız? PKK’ye ve Kürtlere niye savaşıyorlar diyenlere bunu sormak gerekiyor. Bu kadar gerçekleri tersyüz etme, olayları çarpıtma söz konusu olabilir mi? Bunun, bu tür söz ve davranışların demokratlıkla, tarafsızlıkla bir ilişkisi olabilir mi? Burada alenen Kürt halkı üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devleti ve AKP hükümetinin uyguladığı faşist soykırımı destekleme tutumu vardır. Açık tarafgirlik söz konusudur. Böyleleri kendilerinin faşizmin ve soykırımın tarafı olduğuna bakmaksızın, dönüp bir de Kürt halkından susmasını, durmasını, direnmemesini isteyecek kadar gafil ve akılsız olabilmektedirler.
Son devrimci halk savaşı hamlesi, Türk devletinin ve AKP hükümetinin bu saldırganlığına ve birçok gücün bu saldırganlığı maskeleyip haklı görmesine karşıdır. Dikkat edilirse, Önderlik ve hareket olarak uzun süre Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü için çaba harcadık. Bu konuda var olan fırsat ve imkanları sonuna kadar kullandık. Hiç kimsenin göstermeyeceği kadar duyarlılık gösterdik. Temkinli hareket ettik. Mümkünse siyasi çözüm çabalarını son imkanına kadar kullanmayı esas aldık. Fakat AKP hükümetinin tüm bunları elinin tersiyle itmesi, büyük bir demagojiyle Kürt varlığına ve özgürlük gerçeğine karşı imha ve tasfiye amaçlı saldırının dayatılması sonucunda bu imha ve tasfiye saldırısına karşı var olmak ve özgür yaşamak için direnmek, savaşmak, devrimci halk savaşını daha da geliştirip tırmandırmak, varlığımızı, özgürlümüzü böyle bir savaş ile sağlamak için direnişe geçtik. Bundan daha kutsal bir tutum olamaz. Dünyada yaşamak isteyen hiç kimse kendisini imha etmek isteyenlere karşı direnmekten geri duramaz. Özgür olmak, iradeli olmak isteyen hiç kimse kendisinin yok sayılmasını ve kendisine hakaret edilmesini kabul edemez. Bu bakımdan geliştirdiğimiz devrimci halk savaşı direnişi bir tercih değil, bir zorunluluktur. Birilerini yok etmeye dönük değil, bizi yok etmek isteyenlere karşı özsavunmamızı yapmaktır. Meşrudur, haklıdır, kutsaldır. Belki de tarih boyunca insan soyunun gösterdiği en haklı direnişlerden bir tanesi bugün PKK öncülüğünde halkımızın yürüttüğü ulusal demokratik direniştir. Bundan hiçbir kuşkumuz yoktur. İşte bu şehadetler böyle kutsal bir direniş içinde gerçekleşiyor. Kürt halkının varlığına ve özgürlüğüne yönelmiş faşist saldırganlığı kırmak, halkın varlığını ve özgür geleceğini garanti altına almak, kazanmak için insanlar kahramanca direniyor, gerilla Kürdistan’ın dört bir yanında tam bir kahramanlık çizgisinde savaşıyor.
Bu savaştaki üç boyutu çok net ve kesin olarak görmek gerekir. Düşmanın vahşiliğini, saldırganlığını, faşist karakterini, kültürel soykırımcı gerçeğini iyi görmek lazımdır. Zalim olan, saldırgan olan, haksız olan TC devleti ve AKP hükümetidir. Onun arkasındaki güçlerdir. Kürt’ün nefesini kesmek, kimliğini inkar ettirmek, örgütlülüğünü dağıtmak ve özgür yaşamdan alıkoymak için her türlü baskı, terör, şiddet, katliam, soykırım uygulanmaktadır. Adeta Kürt halkının elinde hiçbir şey bırakılmamak istenmektedir. O halde çok vahşi bir soykırım saldırısıyla halkımızın karşı karşıya olduğu tartışmasız bir gerçektir. Bu gerçeği görmeden, anlamadan, bu savaşın yürütücülerinin vahşetini dikkate almadan mevcut şehadetleri anlamak, değerlendirmek kesinlikle mümkün olmaz.
Diğer yandan böyle bir faşist soykırımcı saldırganlığa karşı Kürt sorununun demokratik çözümü için, Kürt halkının kendi kimliğiyle özgür yaşaması için direnmek ve bu direniş içerisinde şehit düşmekten daha anlamlı, kutsal bir tutum yoktur. Bu şehadetler var olmanın ve özgür yaşamanın zorunlu bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü soykırım saldırılarına karşı var olmak ve özgür yaşamak için savaşmak, devrimci halk savaşını geliştirmek Kürt halkı için olmazsa olmaz düzeyinde bir zorunluluktur. Bu savaş da kolay olmamaktadır, bedelsiz gerçekleşmemektedir. İşte yaşadığımız böyle bir savaşın bedeli olarak bu şehadetler ortaya çıkıyor, yaşanıyor. Birincisi; düşmanın vahşiliği, azgınlığı, tüm dünyayı birleştirerek soykırım amacıyla yürüttüğü saldırılar bu şehadetleri yaratıyor. İkincisi; var olup özgür yaşayabilmek için başka hiçbir çare kalmadığı için direniş içinde bu şehadetler ortaya çıkıyor. İnsan soyunun en yüce tutumu, duruşu ve amacı olarak gerçekleşiyor. Kelimenin tam anlamıyla şehitlik mertebesine ulaşmak yaşanıyor. Üçüncü olarak da; elbette hata ve eksiklikler burada rol oynuyor, yetersizlikler rol oynuyor. Düşman vahşi, güçlü, donanımlı ve saldırgandır. Bunun karşısında onu boşa çıkartmanın tarzını, üslubunu, temposunu yerinde, zamanında, doğru bir biçimde yaratabilmek, düşmanı yenmenin tarz ve taktiğini geliştirebilmek gerekiyor. Bu da savaş sanatında ustalaşmayı, maharet sahibi olmayı, kendini düşmanını yenecek kadar bilinçlendirip örgütlemeyi ve donatmayı gerektiriyor. Böyle bir vahşi düşmana karşı onun saldırganlığını boşa çıkartıp varlığı ve özgürlüğü kazanabilmek için gerillacılıkta derinleşmek, gerillacılığın esaslarını doğru bir temelde çok güçlü bir biçimde uygulayabilmek gerekiyor. Böyle saldırgan bir düşmana karşı başarı kesinlikle derinleşmiş, savaş sanatında ustalaşmış bir gerillacılıkla kazanılabiliyor.
İşte bu noktada zayıflıklarımız var, tarz hatası ve eksiklikleri söz konusu. Düşmanı tanımada, düşmanın taktik gücünü, teknik gücünü, keşif ve istihbarat gücünü yeterince çözümlemekte, onları boşa çıkartacak tarz geliştirmekte zaman zaman yetersiz kalıyoruz. Dar, yüzeysel, dengeci ve idareci yaklaşımlar daha aktif ve başarılı savaş yürütmemizi engelliyor. Bu yetersizlikler ve hatalar da mevcut şehadetlerde rol oynuyor. O da bizim zayıflığımızdır, eksikliğimizdir.
Bütün bunları kış boyu Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da, Batı’da gerillanın olduğu her yerde derinliğine analiz etmeye, çözümlemeye çalıştık. Önderlik savunmaları temelinde mücadele gerçeğimizi derinden analiz edip tartışarak, hata ve eksikliklerimizi bulup gidermeye çalıştık. Bu noktada bir bütün hareket olarak çok önemli bir düzeye geldiğimizi, 2010 ve 2011 yıllarının mücadele pratiklerini bütün yönleriyle analiz ederek hata ve eksiklikleri nedenleriyle birlikte ortaya çıkartıp mahkum ettiğimizi, onları aşacak ve zafer çizgisinde bir gerillacılığı 2012 yılında hayata geçirecek bir bilince, kararlılığa ve iradeye ulaştığımızı söyleyebiliriz.
2012 zafer hamlesinde en büyük güç kaynağımız şehitler gerçeğidir
Bu noktada da en büyük gücü şehitler gerçeğinden aldık. En doğru sonuçlara şehitler gerçeğini çözümleyerek, şehadet olaylarından derin dersler çıkartarak ulaştık. Bu anlamda bütün şehitlerimizi kendimize öğretmen yaptık. Onlardan öğrenmeyi, onlardan ruh almayı, güç almayı, onların izinde daha güçlü ve doğru bir temelde gerilla mücadelesini ve serhildanı geliştirmeyi öngören bir bilince ve kararlılığa ulaştık. Dolayısıyla, 2012 zafer hamlesine bu temelde kendini yenilemiş, düzeltmiş, hazırlamış, planlamış ve yeniden yapılandırmış olarak giriyoruz. Şehitlerimizden aldığımız güçle, pratikten çıkardığımız derslerle 2012 hamlesinin daha doğru etkili geliştirerek “Önder Apo’ya özgürlük ve Kürdistan’a statü” hamlesine dönüştürüleceği açıktır. Artık faşizme ve soykırıma Êdî Besê diyoruz. 2012 hamlesini “An Azadî, An Azadî” şiarıyla yürütüyoruz. Özgürlükten başka hiçbir sonucu kabul etmiyoruz. 2012 zafer hamlemizin bağlı olduğu temel hedefler şunlardır; Önder Apo için özgürlük, Kürdistan için özgürlük, bütün esirler için özgürlük, Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik bir yaşama kavuşması!
2012 zafer hamlesine yönelirken en büyük güç kaynağımızın kahraman şehitlerimiz olduğu gerçeğini bir an bile unutmuyoruz. Şehitlerimizden öğrenmek, şehitlerimizden güç almak, şehitlerimizin çizgisinde yürümek ve kazanmak temel şiarımızdır. Bu esas üzerine de 2011 yılı şehitleri temel yol göstericimizdir. Son devrimci halk savaşı hamlesi şehitlerimizin, zafer gerekçemiz olduğunu bir kere daha netçe vurguluyoruz. Biz bu büyük kahramanlık gerçekliklerini doğru anlayarak, onların pratiklerinden doğru dersler çıkartarak ve izlerinde kararlılıkla yürümeyi bilerek 2012 hamlesini zafer hamlesi haline getireceğimizi söylüyoruz. Onlar gerçekten de zor dönemde öne atıldılar. Açıkça görülüyor ki yeterince hazır olmadığımız, süreci tam anlamadığımız, düşmanı yeterince çözümleyemediğimiz bir ortamda büyük bir cesaret ve fedakarlıkla öne atılarak direniş sembolleri oldular. Zor dönemin aşılmasını sağladılar. Yeterince anlayamayan, çözemeyen duruşumuza çözüm gücü oldular. O nedenle Kandil’den Karadeniz’e, Qamışlo’dan Şaho’ya kadar Kürdistan’ın dört bir yanında sayıları yüzleri bulan kahraman şehitlerimizin 2012 zafer hamlesinin başarı gerekçeleri olacağı tartışmasızdır.
Dikkat edilirse 2011 yılında ağır ve zorlu bir savaş yürütüldü. Kandil’den Karadeniz’e kadar birçok cephede savaş gelişti. AKP hükümetiyle savaşa hazırlanırken Kandil’de İran üzerinden arkadan vurulduk. Kandil savaşı 2011 yılı devrimci halk savaşı hamlesinde en çok yer eden ve sonuç veren bir direniş hamlesi oldu. Simko Rojhîlat yoldaşın öncülüğündeki kahraman yoldaşlarımız büyük bir direniş göstererek ve ondan fazla şehit vererek bu oyunu bozmayı bildi. Arkadan hançerlemeyi boşa çıkardı. AKP hükümetinin bizi kuşatarak ve arkadan vurarak imha etme amaçlarını başarısız kıldı.
Diğer yandan 2011 yılında düşmanın ağır teknik saldırılarına da hedef olduk. Zamanında bunları yeterince anlayamayışımız ve örgütsel tedbir geliştiremeyişimiz, Xakurke’de görüldüğü gibi ağır sonuçlar yaşamamıza yol açtı. Hiç de beklemediğimiz ve hak etmediğimiz bir hava saldırısı sonucunda Rüstem Cudi, Çîçek Botan, Alîşêr Koçgîrî ve Rozerîn Mardîn yoldaşların da içinde bulunduğu on bir yoldaşı şehit verdik. Bu yoldaşlarımız düşmana karşı devrimci halk savaşının o sahada nasıl geliştirileceği üzerinde çalışan, yoğunlaşan, tereddütsüz böyle bir savaşı geliştirmek için en önde çalışan yoldaşlarımızdı. Onların şehadeti bizim devrimci halk savaşı hamlesine daha güçlü sarılmamızın ve mutlaka başarı, zafer kararlılığına ulaşmamızın andı oldu. Bu temelde kendimizi yeniden gözden geçirerek, hata ve eksikliklerimizi sorgulayıp zafer inancımızı daha da güçlendirerek yoldaşlarımızın anılarını devrimci halk savaşının başarılı pratiklerinde yaşatmayı öngördük. Çukurca’da düşmana büyük darbe vuran eylem bu çerçevede gerçekleşti. Ancak bu süreçte Çukurca’da Brûsk Amed ve Rûken Bingöl yoldaşlar başta olmak üzere 36 yoldaşımızın şehadeti, Botan’da Baz Mordem ve Zozan yoldaşların şehadeti aslında devrimci halk savaşındaki zayıf ve yetersiz yanlarımızın daha iyi ve net görülmesine yol açtı. Hem Zap Zagros hattında hem de Botan’da başarılı bir biçimde pratik gelişirken karşı karşıya kalınan bu sonuç kuşkusuz hepimizi, tüm yoldaşları, Önderliğimizi ve halkımızı derinden üzdü. Çünkü hak etmediğimiz bir sonuçtu. Çelê’de düşmana kahredici darbeyi vuruşumuzun ardından yaşanan bir sonuçtu. Düşmana o kadar büyük ve ezici darbe vurma gücünü gösteren bir gerillanın böyle bir sonucu yaşamaması gerekirdi. Bu nedenle hepimiz derinden etkilendik ve Önder Apo’nun gösterdiği tutum gereği bunun nedenleri üzerinde yoğunlaşarak kazandığımız zaferi gölgeleyen bu tür sonuçların ortaya çıkmasına yol açan nedenleri bulup gidermeyi bir ilke edindik. Bu konuda var olan hata ve eksiklikleri bulup gidermeye çalıştık.
Yine bu süreçte Qamışlo’da Xebat Derik arkadaşın şehit düşmesi bizi derinden etkiledi. Bir kere daha içine girdiğimiz devrimci halk savaşı sürecinin temel karakteri ve özellikleri üzerinde kapsamlı ve çok yönlü bir biçimde düşünme ve araştırma gereği duyduk. Biz, bir cephede savaş öngörürken pratik bizi Kandil’de, Qamışlo’da savaşmak zorunda bıraktı. Bunun sonucunda devrimci halk savaşı gerçeğini daha iyi anladık. Net bir biçimde gördük ki direniş her yerdedir. Bütün Kürdistan savaş alanıdır. Düşman her yerde düşmandır ve saldırı halindedir. O halde devrimci halk savaşı da her yerdedir. Direniş de her yerde olmak, her alanda doğru ve yeterli bir biçimde geliştirilmek zorundadır. Böyle bir dersle hata ve eksikliklerimizi görüp düzeltmeye, kış sürecinde bir yandan savunma tedbirlerimizi geliştirip kendimizi eğitecek ve yenileyecek bir çalışma ortamı yaratmaya çalışırken diğer yandan devrimci halk savaşını pratikten çıkan dersler temelinde kesintisiz bir biçimde sürdürmeye çalıştık.
2011-2012 kışı her bakımdan ağır ve zor bir kış oldu. Sert doğa koşulları yanında ağır bir savaş sürecini de yaşadık. Başta karşıtlarımız olmak üzere arada kalan birçok çevre kışın savaşın sürdürülemeyeceğini, PKK’nin ateşkes ilan edeceğini, ancak savaşı kışa kadar sürdürüp orada bırakacağını sanıyorlardı. Böyle bir sanı ve beklenti içinde bize karşı saldırı konumuna geçmişlerdi. Fakat biz onlara birkez daha yanılgı içinde olduklarını gösterdik. Savaşın öyle basit nedenlerle yürütülmediğini, Kürt halkı ve özgürlük hareketi olarak basit nedenlerle savaş içinde olmadığımızı, büyük hayati sorunların bizi savaşmak zorunda bıraktığını, varlık ve özgürlük için gerekirse son ferdimize kadar kesintisiz savaş içinde olacağımızı, Önderlikten gerillaya kadar, tüm halk olarak birkez daha netçe ortaya koyduk. Bu temelde 2011-2012 kışı sert doğa koşulları yanında bir de çok sıcak bir savaş süreci olarak yaşandı. Yakın tarihin en savaşkan ve mücadeleci bir kışı olarak geçti. Kış sürecinin ağır doğa koşullarından yararlanarak ve teknik üstünlüğüne dayanarak düşman tüm gücüyle saldırmaya ve gerillayı ezip imha etmeye çalıştı. Buna karşı tüm alanlardaki bütün gerilla güçleri olarak hem savunma tedbirlerimizi güçlü geliştirmeye, daha duyarlı ve dikkatli olmaya hem de imkan ve fırsatlar dahilinde düşmana darbeler vuracak bir etkinlik ve savaş geliştirmeye çalışıldı.
Kış boyu, aralıktan nisana kadar kesintisiz çatışmalı durumun yaşandığı birincil alan Cudi alanı oldu. Alanın özelliğinden, stratejik durumundan, devrimci halk savaşımız açısından taşıdığı önemden yola çıkarak buradaki gerilla güçlerimizi darbelemeyi, AKP faşizmi birincil görevi bildi. Günlerce süren çatışmalar yaşandı. Bu büyük savaş içerisinde içlerinde Askeri Konsey Üyemiz Rubar Mardin yoldaşın da olduğu yirminin üzerinde yoldaşı şehit verdik. Alan yönetimimiz birçok saldırıyı püskürtmesine rağmen, saldırılar karşısında gösterdiği direniş içerisinde şehit düştü. Cudi yönetimimiz Serbest Haruni, Binevş Edessa ve Sadık yoldaşlar alandaki gerilla güçlerimizle birlikte, düşmanın Cudi’yi ele geçirme ve etkisizleştirme saldırılarına karşı kahramanca bir direniş içerisinde aylarca bu konumu sürdürerek şehit düştüler. Öyle ki Cudi savaşının birçok kez Tayyip Erdoğan tarafından basına açıklanacak kadar TC tarafından önemsenen bir savaş olduğu ve en üstten, başbakanlık tarafından yönetildiği ortaya çıktı. Her türlü silahın kullanıldığı saldırganlığa karşı aylara yayılan çatışmalar içerisinde yoldaşlarımız gerçekten de büyük kahramanlık örneği gösterdiler.
Rubar Mardin yoldaş, 1990’lı yılların başında katılan, uzun süre mücadelemiz içerisinde yer alan, birçok alanda savaş yürütmüş olan partimizin değerli militanı, gerillanın önde gelen komutanlarından biriydi. Bu gerçekliğe denk bir biçimde Cudi’de direnişi egemen kılarak ve böyle bir direnişe öncülük ederek kış boyunca bütün zayıflıklara rağmen Cudi direnişinin gerçekleşmesine öncülük etti.
Serbest arkadaşımız, yine Botan’ın yurtsever, direnişçi insanının önemli örnek temsilcilerinden birisiydi. Uzun süre gerillaya milislik düzeyinde hizmet etmiş, gerillaya katılmış, farklı alanlarda büyük hizmetlerde bulunmuştu. 2011 yılı boyunca Cudi’deki devrimci halk savaşının hazırlık ve pratiğinin en öncü militanı olarak görev yürüttü. Cudi’yi konumuna uygun bir direniş alanı haline getirmek için büyük bir cesaretle ve özveriyle savaştı ve kahramanca şehit düştü.
Yine Binevş arkadaş, Kürt kadınının yurtsever, özgürlükçü ve direnişçi gerçeğini en iyi bir biçimde Cudi direnişinde temsil eden bir yoldaşımız oldu. Uzun süre Cudi’de savaşmak için istekte bulundu, çaba harcadı. Bazı olumsuzlukların yaşandığı ortamda parti çizgisini hakim kılabilmek, Cudi’yi Önder Apo’nun öngördüğü bir direniş kalesi haline getirebilmek için istekle, coşkuyla bu alana yöneldi. Alanda bulunduğu üç yıllık süre içerisinde bu doğrultuda özverili bir çaba harcadı. Fakat düşmanın özel olarak planlı saldırıları sonucunda kahramanca direniş içerisinde şehit düştü.
Sadık yoldaş, 1990’lı yılların başında özgürlük mücadelemize katılmış, uzun süre Mardin ve Botan alanında mücadele yürütmüş, Mardin ve Botan halkı tarafından yakından tanınan öncü militan bir PKK kadrosuydu. Yine uzun süre doğup büyüdüğü Batı Kürdistan alanında halk çalışmalarında bulundu. Güney Kürdistan’ın birçok alanında çalışmalara katıldı. PKK Ocağı’nda gördüğü eğitim ardından Botan gerillacılığını kırda ve şehirde daha güçlü bir biçimde geliştirmek amacı ve hedefiyle yeniden Botan alanına yürümeyi kendisi için tarihi bir görev bildi. 2011 devrimci halk savaşı hamlesinin Cudi’de hazırlayıcısı olduğu gibi, kış boyunca düşman saldırılarına karşı Cudi gerillasını örgütleyip, direnişe geçirmede de önemli bir rol oynadı. En son AKP hükümetini titreten direnişin yaratıcılarından olmayı bildi. Düşmana ağır darbe vuran bir eylemlilik içerisinde şehit düşerek ölümsüzler kervanına katıldı.
Kış aylarındaki amansız saldırılar gerilla direnişiyle püskürtüldü
Cudi’yle birlikte kış boyunca Botan sahasında çatışmaların yaşandığı önemli bir alan da Bestler alanı oldu. Burada teknik güce dayanarak üslenen bir grup yoldaşın varlığını tespit eden düşman, imha etmek için yöneldiği saldırıda sert bir direnişle karşılaştı. Hamza yoldaş öncülüğündeki gerilla birimimiz Agît ve Zilanların, Adil ve Nudaların kahramanlık çizgisinde direnen gerilla gerçeğini düşman saldırısı karşısında bir kez daha gösterdi. Düşmanın kuşatıp saldıran taraf olmasına rağmen, gerilla direnişimiz düşman gücüne ağır kayıplar verdirtti. Böyle büyük bir direniş içerisinde Hamza yoldaş öncülündeki on beş kişilik gerilla grubumuz kahramanca direnip, şehit düştü.
Hamza arkadaş, şehit düştüğü toprakların çocuğuydu. 1980’li yılların sonunda gerillaya katılmış, uzun süre Botan’da ve diğer alanlarda değişik düzeylerde gerilla komutanlığı yapmıştı. Cesaret ve fedakarlığıyla her zaman önde olan, emek harcayan, özgür ve demokratik yaşam için düşman karşısındaki direnişten bir an bile geri durmayan bir tutumun ve yaşamın sahibiydi. Doğduğu ve uzun süre savaştığı topraklarda yine düşman saldırısı karşısında kararlılıkla savaştı ve Kürt halkının PKK militanlarının, HPG komutanlarının kahramanlık düzeyini, cesaret ve fedakarlık gerçeğini birkez daha şehit düşerek göstermeyi bildi.
Kışa girerken düşmanın yönelttiği saldırılar Amed’de, Dersim’de gerilla güçlerimizle çatışmalara yol açtı. Amed’de Armanc Kerboran yoldaşın şehadeti yaşanırken, Dersim’de Aziz arkadaş öncülüğünde yedi yoldaşın bu saldırılar karşısındaki direnişi ortaya çıktı.
Yine kış boyu düşman operasyonlarının en fazla olduğu, dolayısıyla çatışmaların en yoğun yaşandığı bir alan Erzurum sahamız oldu. Çeşitli yollarla edindiği bilgilere dayanarak faşist sömürgeci düşman bu alandaki gerilla varlığımızı tasfiye edebilmek için çok yönlü ve planlı bir saldırı içinde oldu. Bazı kişiliklerin gösterdiği zayıflıkları fırsat bilip, onlardan yararlanarak tüm eyalet gücünü teslim alabileceğini ve eyaleti çökertebileceğini hesap etti. Bu amaçla yürüttüğü operasyonlar içerisinde birçok kez sert çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalar içerisinde eyalet komutanlığı yapan Mahir Başkale yoldaşımız komutasında bir gerilla birliğiyle birlikte düşman saldırılarına karşı direnerek şehit düştü.
Mahir arkadaş, 1990’lı yılların ortalarında doğup büyüdüğü Başkale alanında gerilla saflarımıza katılmış, uzun süre Zagros alanında savaş yürütmüş bir arkadaşımızdı. Cesaretiyle, gözü pekliğiyle düşmana karşı duyduğu kin ve öfkeyle öne çıkan ve tanınan, sayısız kez çatışmaya girmiş, düşmana darbe üstüne darbe vurmayı bilmiş bir yoldaşımızdı. Mahir Başkale bir cesaret örneğiydi, bitmez tükenmez bir enerji gerçeğiydi. Bu temelde devrimci halk savaşı hamlesine Erzurum Eyaletine komutanlık yaparak katıldığı bir süreçte, savaşın ve mevsimin ağır geçtiği 2011-2012 kış sürecinde düşmanla girdiği bir çatışmada şehit düştü. HPG gerillasının cesaretini ve kararlılığını, HPG komutasının düşman karşısındaki net duruşunu bir kere daha açıkça gösterdi.
Erzurum ve Bestler’deki gibi bir çatışma ilkbahar sürecinde Garzan Eyaletimizde yaşandı. Bir üslenme kampını keşfeden bazı işbirlikçilerden de faydalanarak Arjin yoldaş komutasında kamp kurmuş, üslenme yapmış yoldaş topluluğunun varlığını keşfeden düşman gücü, bu birliğimize darbe vurabilmek için bazı kontraları öne sürerek geniş bir operasyon yürüttü. Bahar ortasında gerçekleşen bu operasyonda Arjin, Berfîn ve Berivan yoldaşlar komutasında üslenmiş olan ve çalışan kadın birliğimiz Berîtanların, Zîlanların, Nudaların cesaret, fedakarlık ve kahramanlığını bir kere daha göstererek saldırgan düşmana ağır darbeler vuran bir çatışma içerisinde kahramanca şehit düştü. Arjin, Berfîn ve Beriwan yoldaş komutasındaki on beş kadın yoldaşımız YJA Star örgütlülüğünün temel bir kolu, HPG gerillacılığının öncü gücü, özgürlük için büyük bir cesaret ve fedakarlıkla savaşan, mücadele eden Kürt kadınının özüydü. Onlar tüm gücüyle saldıran düşman karşısında bir an bile tereddüt etmeden kanlarının son damlasına kadar direnme, cesaret ve fedakarlığını göstererek Kürt gençliğine, Kürt kadınına, Kürt halkına özgürlük yolunu açıp Kürt toplumunun özgür yaşamdan başka bir yaşamı asla kabul etmeyeceğini kanıtlayan gerçekler oldular. Kürt kadınının ve halkının özgür yaşayacağını kanlarıyla imzaladılar.
Ağır doğa koşullarından yararlanarak düşmanın yönelttiği bu saldırılara karşı Zap’ta, Mardin’de birçok başka alanda tüm zorlukları yenerek, gerillanın geliştirdiği direnişe en etkili katılım Amasya’da düşman gücüne ağır bir darbe vuran birliğimiz tarafından gerçekleştirildi. Celal Başkale yoldaş komutasındaki birliğin düşmana vurduğu darbe siyasi gündemi yönlendirdiği gibi AKP hükümetini de derinden sarstı. Yediği ağır darbenin etkisiyle intikam hırsıyla dolan AKP faşizmi, bu değerli yoldaşımızı katledebilmek için devletin bütün imkanlarını seferber etti. TC’nin bütün ordusu ve polisi neredeyse Celal Başkale yoldaşı bulup imha edebilmek için haftalarca operasyona çıktı. Bunun sonucunda pusuya düşürülen Celal Başkale ve komuta ettiği birlik düşmana darbe vursa da şehit vermekten kurtulamadı. Böyle büyük bir direniş içerisinde Celal yoldaş şehit düştü.
Celal yoldaş da tıpkı Mahir yoldaş gibi bir Botan çocuğu, Başkale’de doğup büyüyen yiğit bir insandı. Uzun süre Zagros ve diğer sahalarda gerilla savaşına katıldı. 2005 yılından bu yana da Dersim ve Karadeniz alanında komuta düzeyinde görev yürüttü. Dersim’de ve Karadeniz’de düşmana ağır darbeler vuran birçok eylemin içinde yer aldı. AKP faşizminin korkulu rüyası haline geldi. Cesareti, direnci, gözü pekliği, düşmana karşı duyduğu öfkesiyle her zaman öne çıktı. Cesaret ve fedakarlık örneği oldu. Kürt gençliğinin, Kürt insanın gerillalaşma ve özgürlük için direnme gücünü ortaya koydu. En son bahar sürecinde Karadeniz’de yaşanan bir çatışmada kahramanca direnerek, gerillanın özgürlük için kanının son damlasına kadar savaşma cesaretini ve kararlılığını bir kez daha dost düşman herkese gösterdi.
Savaşın bedeli olan şehadetler bizi zayıflatmaz güçlendirir
Peki, kısaca ifade etmeye çalıştığımız bütün bu olaylar neyi gösteriyor? Çok açık ki halk ve hareket olarak amansız bir savaş içinde olduğumuzu! Yine kış boyu çok sert bir savaş yaşadığımızı! Bu gerçeği göremeyenler içinde bulunduğumuz ağır savaş koşullarını değerlendiremeyenler ne bu olayları anlayabilirler ne de onlardan ders çıkartarak doğru görev ve sorumluluk bilincine ulaşabilirler. O nedenle her şeyden önce bütün bu olay ve çatışmalara yol açan amansız savaş gerçeğini çok iyi görmek ve anlamak gerekir. Böyle bir savaşta saldıran tarafı, vahşi gücü, sömürgeci soykırım rejimini ve onun amaçlarını, saldırı yöntemlerini iyi görmek gerekir.
Diğer yandan bütün bu vahşete ve azgın saldırganlığa rağmen Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı için her şeyini ortaya koyarak büyük bir cesaret ve fedakarlıkla direnen, savaşan bu büyük ve eşsiz insanlar gerçeğini iyi bilince çıkartmak önemlidir. Son bir yıldır devrimci halk savaşı hamlesi içerisinde kahramanca direnerek şehit düşen yoldaşlarımız önemli bir gerçeği kanıtladılar: Koşullar ne olursa olsun, düşman ne kadar azgın saldırırsa saldırsın, arkasında dünya gericiliği Türk faşizmine ne kadar destek verirse versin, Kürt halkı bu saldırganlık karşısında boyun eğmeyecektir. Özgür ve demokratik yaşam arzusundan asla vazgeçmeyecektir. Olacaksa bir yaşam kesinlikle özgür ve demokratik olacak. Kendi kimliğiyle özgür Kürdistan’da, Kürt halkının demokratik yaşamı gerçekleşecek. Bunun dışında başka hiçbir yaşamı Kürt halkı, Kürt kadınları, Kürt gençliği asla kabul etmeyecek. Bu gerçeği dost düşman herkese bu kahraman şehit yoldaşlarımız gösterdiler. Kürt insanı son neferine kadar savaşacağını, özgürlük için savaşacağını, kanının son damlasına kadar direniş içinde olacağını herkese bir kere daha gösterdi, tüm dünyaya bunu bir kez daha ispatladı.
Bu büyük tarihi gerçeği ve kanıtlamayı görmek lazım. Bu şehit yoldaşlarımız, Kürt halkının özgür yaşamdan başka hiçbir yaşamı kabul etmeyeceğini kanıtlayan Sîmkolar, Rüstemler, Çîçekler, Alîşêrler, Rozerînler, Brûskler, Rûkenler, Xebatlar, Bazlar, Rubarlar, Serbestler, Binevşler, Sadıklar, Hamzalar, Arjînler, Berfinler, Mahirler ve Celaller en zor dönemin kahraman savaşçıları oldular. Onlar zor dönemde büyük sorumluluklar üstlenen, vahşi düşman saldırılarına karşı son nefese kadar özgür yaşam için direnileceğini gösteren, dolayısıyla zor koşulları yenmeye öncülük eden militanlar oldular. Aslında dördüncü stratejik hamlenin zor dönemlerinin aşılmasını sağlatan ağır kış koşullarında Önder Apo ve halk direnişini gerilla cephesinde tamamlayarak sürdürmeyi başaran öncü, yiğit militanlar, komutanlar olarak tarihe geçtiler. Bize AKP gerçeğini, içinde bulunduğumuz dünya ve bölge koşullarını özgür yaşam imkanlarını ve yolunu netçe gösterdiler. Bize daha kolay ve rahat savaşmanın ortamını ve imkanlarını yarattılar.
Şimdi bu büyük kahramanların izinden yürümek, onların başlattığı direnişi başarı çizgisinde daha güçlü bir biçimde geliştirmek, bu kahraman yoldaşların intikamını faşist soykırımcı düşmandan alan bir devrimci halk savaşını her alanda başarıyla geliştirmek bizim boynumuzun borcudur. Daha 1982 yılında Amed Zindanı’nda Hayri yoldaşın ifade ettiği bu borcu başarı çizgisinde ödemek, Önderlik ve şehitler çizgisinde devrimci halk savaşı hamlemizi başarıyla geliştirerek 2012 yılını bu kahraman şehitlerimizin intikam yılı, devrimci halk savaşının zafer yılı, Kürt sorununun çözüm yılı, Önder Apo ve Kürdistan’ın özgürlük yılı haline getirmek üzere başarıyla mücadele etmek tüm militanların ve halkımızın temel görevi ve tek tutumu olacaktır.
Bu kahraman şehit yoldaşlarımız böyle bir başarı çizgisinde savaşmanın andı oldular, yemini oldular. Biz de bu andın gereğini pratikte başarmak için, bu şehitlerimizi 2012’nin zafer gerekçesi yapmak için elimizden ne geliyorsa ortaya koyacağız ve mutlaka bu yılda zaferi kazanmayı bileceğiz. Onların bize öğrettiği budur. Onların izinde yürümek bunu emrediyor. Önderlik ve halk direniş çizgisinde başarıyla yürümek, devrimci halk savaşı hamlesine öncülük etmek bunu gerektiriyor.
Geçen bir yıl içerisinde verdiğimiz büyük şehitler bize özgürlüğün doğru yolunu netçe gösteriyorlar. Bu yolda devrimci ve yurtsever insanların görev ve sorumluluklarının ne olduğunu netçe ortaya koyuyorlar. Bize 2012 yılının özgürlük devriminin zafer yılı haline getirilmesini emrediyorlar. Böyle bir emir altında yürüyen bizlerin zafer için var olan imkan ve fırsatları doğru değerlendirmemiz gerektiği açıktır. Eğer zafer olanaklarını doğru görür ve yerinde değerlendirirsek ve geçmişin derslerini çıkartarak başarı tarzında direnişi geliştirirsek zafer kazanacağımız kesindir.
Şu husus kesinlikle yanlış anlaşılmamalıdır; verdiğimiz kayıplar, yaşanan çatışmalarda yoldaşlarımızın şehit düşmesi salt düşman gücünden kaynaklanmamaktadır. Devrimci halk savaşını geliştirmek için imkan ve fırsatların az olması sonucunda yaşanmamaktadır. Hayır, bu tür değerlendirmeler kesinlikle doğru değildir ve böyle düşünenler büyük yanılgı içinde kalırlar. Mevcut şehitlerimiz, içinde bulunduğumuz savaşın bir gereğidir. Böyle büyük bir savaş içine girenler dünya gericiliğiyle savaşmayı göze alanlar elbetteki böyle bir savaş içerisinde düşmana darbeler vurdukları gibi şehitler de verirler. Böyle büyük bir savaşın kuşkusuz bedeli olur. İyi bilelim ki bu şehadetlerimizin belli bir bölümü içinde bulunduğumuz böyle büyük ve tarihi bir savaşın bedeli olarak ortaya çıkmaktadır.
Bununla birlikte başka bir bölümü de var ki, bizim hata ve eksikliklerimizin sonucu oluyor. İşte bizi üzen bu hata ve eksiklikler sonucunda verdiğimiz şehitlerdir. Yoksa savaşın bedeli olarak şehit vermek bizi üzmüyor. Tam tersine onları başarı ve zafer gerekçemiz yapıyoruz. Onları, özgürlük mücadelesini daha büyük bir aşamaya götürebilmek için, özgürlük mücadelesini hamle yapabilmek için güç kaynağı haline getiriyoruz. Önder Apo bu tutumu geliştirerek özgürlük mücadelemizi bugüne kadar getirdi. Özgürlük hareketimiz böyle bir çizgide gelişti ve bugün de şehitlerimizin özgürlük mücadelesini daha büyük hamlelere taşıdığı, ona öncülük ettiği, onun yenilmezliğini ve geri dönülmezliğini ortaya koyduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu bakımdan özgürlük mücadelesinin gereği olarak devrimci halk savaşı uygulamaları sonucunda savaşın bedeli olarak ortaya çıkan şehitler bizi zayıflatmaz, güçlendirir. Geriye çekmez, ileriye götürür. İrademizi kırmaz tam tersine öfke ve kinimizi artırır. Nitekim bu şehit yoldaşların anıları hepimizde büyük bir kin, öfke, irade, savaşma azmi ve ruhu ortaya çıkarmıştır. Bütün gerilla gücünün bir an önce düşmana saldırma, darbe vurmanın kararlığıyla, azmiyle, heyecanıyla dolu olması bu gerçeği ifade etmektedir. 2012 hamlesine kesinlikle böyle yönelinmektedir. Dolayısıyla biz hata ve eksikliklerimizi en aza indirir ve bundan doğan zararları önlersek ve sahip olduğumuz imkan ve fırsatları doğru ve yerinde değerlendirir, onları pratiğe dönüştürürsek, 2012 yılında düşmana darbe üstüne darbe vuran, 2012 hamlesini zafer hamlesine dönüştüren büyük bir adımı atacağımız tartışmasızdır.
Bir yıldır geliştirdiğimiz devrimci halk savaşı direnişinde verdiğimiz şehitler bize savaşmayı, direnmeyi, serhildanı ve modern gerillacılığı zafer çizgisinde her alanda başarılı bir biçimde geliştirerek düşmana darbe üstüne darbe vurmayı, şehitlerimizin intikamını almayı emrediyor. O halde fırsat ve imkanlar büyük, görevler net ve açık, emir ise her taraftan verilmiş durumda. Geriye kalan bu gerçekleri doğru anlamamız, bu emrin gereğini pratikte başarıyla yerine getirecek bir militanlığı ve direnişçiliği yirmi dört saat hayata geçirmemizdir. Önder Apo’nun emrettiği yirmi dört saat gerillacılık ve her yerde direniş çizgisinde yürümektir. Bu temelde devrimci halk savaşını her alanda ve her boyutta başarı çizgisinde geliştirmektir. Mayıs ayı şehitleri bunu emretmektedir. Bütün militanları ve halkımızı böyle bir direnişe çağırmaktadır.
Mayıs şehitler ayına bu temelde girmiş bulunuyoruz. Mayıs şehitlerimizi ve onların şahsında tüm kahraman şehitlerimizi bu temelde anıyor ve onların anısına bu temelde bağlı kalacağımızı söylüyoruz. Bu temelde Kürdistan’da yeni bir devrimci hamlenin başladığını, Önder Apo’ya özgürlük ve Kürdistan’a statü temelinde devrimci halk savaşı hamlemizin başarıyla gelişerek, 2012 yılında kesin sonuç alacağını ifade ediyoruz. Elbette bu sadece lafta olan, sözle gerçekleşen bir ifade değildir. Başarı imkanlarının ortada açık olduğu, Önderlik ve şehitler çizgisinde yürüdüğümüz müddetçe kazanacağımızın kesin olduğu bir süreçte bulunuyoruz. Bu bakımdan da kazanma imkanları var olduğu için kazanalım diyoruz. Eğer içinde bulunduğumuz koşulları iyi değerlendirirsek ve yine Önderlik ve şehitler çizgisinde yürümeyi bilirsek kesin başaracağımıza ve kazanacağımıza inanıyoruz.
Bu inançla Haki Karer yoldaş şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi bir kez daha saygı ve minnetle anıyor, tüm militanları ve halkımızı 2012 zafer hamlesini Önderlik ve şehitler çizgisinde geliştirerek başarmaya çağırıyoruz.