Reber Apo’nun 21 Mart 1998 yılında Parti Merkez Okulu öğrencilerine yönelik yaptığı bu değerlendirme Komünar Dergisi’nden alınmıştır.
Nedir Newroz?
Gün ışığına çıkan çiçektir,
Yaşama duruştur,
Doğanın rengarenkliğe açılışıdır,
Bütün yaşam damarlarına kan verilmesidir.
İşte PKK’de böyledir.
PKK bir Newroz partisidir.
Yaşama yürüyen halkın partisidir.
Diriliş için doğasında bir şey varsa onun yeşillenmeye, çiçeklenmeye açma girişimidir. Ama bir de bu Newroz günlerinde sert esen kasırgalar vardır. Bazen çiçekleri bile kasıp kavuran, meyveye kesilmek iddiasında olan meyve tohumlarını da yakan; onlar içimizde yok mu? Var. Diriliş tohumlarını az mı kasıp-kavurmaya zemin oluyoruz, az mı kasıp-kavuruyoruz! PKK’nin Newroz PKK’si olması ne kadar yerinde, ne kadar yaşamsal, ne kadar açıklayıcı. Ama tarihini, güncelliğini kasıp-kavurmaları da ne kadar gerçekçi. Gerçeği olduğu gibi kabul etmek daha doğrudur. Biz her zaman şuna inandık: Hiçbir kanun “özgür yaşam” kanununun üstünde bir güce sahip olamaz. En büyük güç, kanun; özgür yaşam kanunudur. TC’nin anayasa maddeleri cumhuriyeti, birlik, bütünlüğü tartışılamaz biçiminde tanımlar. Bütün bunları bizim için söylüyor. Nedir o? “Yaşamayacaksınız” diyor, yani en büyük kanun olan özgür yaşam kanununa yer yoktur, diyor. Biz de ilk çıkışımızda tersini söyledik: En büyük kanun özgür yaşam iradesidir dedik. Ve galip gelen tüm yönleriyle olmasa da budur. Bu yasalar, ölüm yasaları en güçlüsüdür diyenler ve her gün bu yasaları kan kusturarak uygulayanlar, düşmanın ölüm yasaları kadar hainlerin, hiç özgürlüğü tanımayanların yasaları, bir de çürümüş, kendisinin olamamış, kendisini tanımlayamamış, bir ilkenin ve bir özgürlük iradesinin sahibi bile olamamış siliklerin, maymunların yasaları, bukalemunların yasaları. O çok söylenen muğlâk, en kutsal amacı karşısında bile bir türlü do ğruya gelemeyenlerin yasaları. Ki onlar da bu yasalara çok güvendiler. Böylece üç tane temel yasa koyucu; açıktan katliamcı yasa, hain yasa, düşkün, silik, bukalemun yasası karşımızdaydı ve biz de; özgür yaşamın yasası olacak dedik. Ve bu yıllara bu yasayı dayattık. Görüyoruz ki bu yasa en güçlü yasadır. Özellikle TC’nin bu asla denilemez ve niyet edenlerin kellesi gider dedikleri, zırh gibi yasasını delmekle kalmadık, paramparça ediyoruz. Hainlerin de öyle. Yanına bile yaklaşılmayanların yasalarını başına bela ettik. Acınacak durumdalar. O muğlâk kişiliksizliklerin bir bit kadar ancak değerlerinin olabileceklerini ortaya koydum. Özgürlük a ğacının bağrındaki bu kurtçukları da artık yasalarıyla birlikte perişan ediyoruz. Bunlar güzel işlerdir. Özgür yaşam kanununa açıklık kazandırmaktır. Oldum olası ben fazla süslü cümlelerle, madde madde yasalara sıralamadım. Mezopotamya’da Hammurabi’nin de yasaları vardır. Asur’un en başta yasa koyucu olduğu bilinir. Korkunç yasalardır. Ve tarihte yasalar bu toprakta doğdu. İlk temelleri burada atıldı.
Egemenler adına, uygarlık adına. Ama gerçekten bir de özgürlüğün savaşçıları vardı bu topraklarda. Köleci, en katı Asur İmparatorluğu çözüldüğünde yalnız Kürtlerin değil, Asur halkı da dahil bütün halkların özgürlüğü de başladı. Bu anlamda Mezopotamya bir özgürlükler ülkesi ve tarihidir de. Demirci Kawa’dan, Mazlum’a kadar çok soylu özgürlük savaşçıları vardır. Hallac-ı Mansurlardan tutalım Pir Sultanlara, Sivas’ta yakılan Nesimilere kadar hepsi bu toprağın özgürlük savaşçılarıdır. Ama gerçekten TC’nin şahsında en son kendini dile getiren egemenlerin acımasız yasaları da vardır. Bunlar büyük bir savaş içindeler. Biz bu savaşta yerimizi iyi tayin ettik. Halkların direniş tarafında yer almak, özgürlük yasalarına bağlı kalabilmektir. İnsanlıkla burada başlayan özgür yaşama ve özgürlük tarihinin bu beşiğine bir kez daha şahitlik etmek, bağlı kalabilmektir.
Bütün yıllar Newroz’lu günlerdir dedik sözümüz buydu ve çiğnetmedik
Bu bize çok çekici geldi ve bugün bizi buraya getirdi. Mutluyuz, gerçek kutlamanın içindeyiz, başlarken biz söz söylemiştik: bundan sonra bütün günler Newroz’dur, dedik. Ve bu 25 yılda bütün yıllar gerçekten Newroz’lu günlerdir dedik. Sözümüz buydu, çiğnetmedik. Fakat zalimlerin dayattıkları acıları, işkenceleri vardı. Kasıp-kavurmaları vardı. Yaktılar nice insanları: her türlü teknikle, silahla, işkenceyle yaktılar. İşte yüreğimiz diyor ki; bu yakılanların anısına nasıl sahip çıkılacak? PKK bunun intikam gücü. Zekiyeler, Zilanlar, Ronahiler bugünlerin büyük şehitleri olurken, aslında tam da özgür yaşam nasıldır sorusuna ulaşmak için bunu yaptıklarını bizzat sözlerinden, vasiyetlerinden biliyoruz.
Mezopotamya, Zagrosların eteklerindeki yaşamın belirişi, bütün kutsal kitapların anlatmak istedikleri cennet ülke, Nuh’un tufan sonrası yeni yaşam alanı. Bu topraklarda oldum olası bir de özgürlük tutkularıyla insanlar yaşamıştır. Hiçbir ülkedekine benzemez, belki, yazılan hiçbir kitaptakine de benzemez. Belki de kitapta daha yazılmamıştır. Ama bir özgürlük savaşı vardır. Kitabı tam yazılmamışsa, belki de kurtuluşu tam olmadığı içindir. Yazılan kitaplar daha çok yarım kalan kitaplarsa, o da kurtuluşun tam olmamasındandır. Ve PKK budur aynı zamanda. PKK sonu gelmemiş bir roman, bir şiir, bir türküdür. Yazmadan önce konuşma, eylem ve gerçeğine de bu anlamda sadık ve tarihi özüne bir yanıt oluyor. Kolay değil, insanlık beşiğinde mezardan daha kötü bir yaşam tutsağı da demeyeceğim, yaşam dışılığını kabul etmek çok zor. Hani burada insanlık dile geldi. Hani burada ilk kanunlar yazıldı. Hani burada ilk umutlar insanlar adına dile getirildi. Hani her toprağa dokunuşta bir eser meydana geldi, ilk hayvanlar evcilleştirildi, ilk bitkiler tahıl oldu, ambarlara dolduruldu. İlk köyler ve ilk şehirler burada kuruldu. Devletler ilkin burada doğdu. Şiir ve müzik ilkin burada yapıldı. Bütün insanların ilk duyguları burada doğdu.
Kimi yerde bir sınıf gerçeği oldu, ilk köleci imparatorluk oldu. Bir aşiret yasası oldu halen tüm gücüyle sürüyor. Ama bir şey daha oldu; sanki bütün bunlar olmamış gibi bir silikliğin alanı oldu. İnsanlığın kimliği yok şimdi, umudu bile kalmamış. Nasıl oluyor bu büyük çelişki? Hem tüm ilklerin ana yurdu ve hem de şimdi hiçbir eserin kalmayışı. Bu büyük çelişkiyi çözmek gerekiyor. Gılgamış’ın büyük destanı, ilk arkadaşlığın oluştuğu yer, şimdi hainin yürüdüğü yer haline gelmiş. Hem de içimizde bunu çözmek gerekir. PKK bunun için büyük bir olay ve çözüm yeri. Ve olacaksa bu yeniden diriliş tarihi nasıl olacak? İşte heyecanın kaynağı burası. Hazineler kaybedildiği yerde aranır, insanlık doğduğu yerde, kökleri üzerinde araştırılır ve bulunacaksa orda bulunur. Amerika’da bulunmaz. Rusya’da, Sibirya’da bulunmaz. Merkezi burası. Başlarken biz söz söylemiştik. Bundan sonra bütün günler Newroz’dur, dedik. Ve bu yılda bütün yıllar gerçekten Newroz’lu günlerdir dedik sözümüz buydu, çiğnetmedik.
PKK’de Newrozların hepsi bir arayış ve biraz da buluş yılları oluyor
PKK 25 yıldır insanı arıyor, kendi insanını. Ve bu insan ilk insandır ve belki de olacaksa doğrusu, en son insanda o olacaktır. Olmak durumundadır. Eğer yaşama selam duracaksa, Newroz gibi her şey yaşamla gülüşecekse onun dilini yakalamak gerekecek. Onun için yaşam kolay değil. Kendim halen büyük bir yaşam arayışçısıyım. Her şeyi durdurduk. Hiçbir önyargıya saplanmadan, hiçbir kalıba girmeden, hiçbir kesin yargıya da gitmeden hep anlamak, daha derin anlamak istedik. Ne nedir, ne değildir, nasıl olmalıdır? İşte yoğunlaşma denilen olay bu. Kendimi kolay tanımlamamak hele kirli binlerce yılı bulan bu özgür insanı tanınmaz hale getiren uygarlığı kendimde tanımlamamak. Kendimde tanımamak, kendimde yaşamamak, kendimde yaşatmamak; verilen tüm isimleri kendi ismim olarak almamak. Dayatılan tüm iradelerden kuşku duymak ve halen yaşamaya bile karar verememek, vermemek, verdirtmemek. Olacaksa en doğrusu, en güzeli ve buranın kök tarihine, beşikliğine uygun olacak. Tıpkı o Gılgamışla başlayan tüm yaşam arayışçıların, ölümsüzlük peşinde koşanların gerçeğine sadık bir yaşam tanımı gibi olmalı. Tam da özgürlük insanına yaraşan bu oluyor. İşte 25 yılda PKK’de Newrozların hepsi bir arayış ve biraz da buluş yılları derken, bunları kastediyoruz. Bunları çok çarpıcı gördüm ve halen hepinizin şahsında okuyorum. Yaşadıklarını sanıyorlar. Bir kuş beyni kadar düşünce bile üretemiyorlar. Bir taze filizin yaşama duruşunu bile halen kavramış değiller ve yaşadıklarını sanıyorlar. Nasıl öfkeli olmayayım buna? Her şey çirkince! Ben nasıl kabul edeceğim bu yaşam dayatmasını? Önce ne yaptım? Kendimi kilitledim. Kutsal bir mabedin dokunulmaz tanrı veya tanrıçası gibi kilitledim kendimi. Bütün bu kötülük anlayışlarına karşı, olacaksa bir saf-temiz ruhum, bir köşemde kalsın dedim. İşte PKK ve şehitleri bu. Ve bunlar çok oldular. Çok güzel olan bu. Bu toprağa ne kadar çok şehit düşüp ekilseler, herhalde o kadar temiz, yenileri boy atacak. PKK bu, heyecanlandıran bu. Bunu egemen kılmak istiyorum. Ve bu beni daha fazla ilgilendiriyor. Bu bir insanlık görevi. Bu topraklara bir hürmet, bu sayısız insanlık şehitlerine bir saygı, bu insanlık tarihine bir saygıdır. Bu güzel oluyor. Varsın bu iğrençliği yaşamamış olayım. Şehitlerimiz Mazlum, Zekiyeler, Rahşanlar Ronahiler varsın hiç yaşamasınlar ve zaten Zilanlar ne demişlerdi ve neyi kül etmişlerdi? İğrenç sınıf, ulus, cins ve her tür iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin, emeğin düşmanlarının kendilerinde yarattığı ne varsa, gerçekleştirdikleri ne varsa önce hepsini bedenlerinde yaktılar, kül ettiler. Pir Sultanlar da böyleydi, Hallac-ı Man-surlar da. Ve ne şahane ki, bu geleneği temsil ettik. PKK’yi bu günlere böyle getirebilmek, özgür insana dayatılan tüm suçları PKK’nin bedeninde yakmak, yok etmek ve mümkünse temizlenmiş yaşama yeniden koyulmak. PKK belki de hiçbir örgütte olmayacak kadar çanlı büyüyor, bir diğer tanımı da budur bu 25 yılın. Kesinlikle bu canlar yanarken ve o egemenlerin elindeki en son teknikle yakılan bütün PKK şehitleri aslında öldüklerine hiçbir zaman inanmadılar. Son nefeslerinde hemen hepsi yaşamla kucaklaştığını adı gibi biliyorlardı. Bu trajiktir, ama bir gerçektir. Başka türlü yaşamla kucaklaşma olamıyor. Sorun şimdi nedir? Şehidin bu trajedisini, bu toprağı yaşam adına kucaklayışını daha ikinci bir aşamada, kurtuluşla nasıl taçlandıracağız? Sıra bunda. Ama bu çok zor. Zor olmasına inanmıyorum da, anlaşılmamasının önemini dile getirmek istiyorum. Bayılıyorum bu iş için savaşmaya. Ama başarı tarzı artık daha da ilgilendiriyor. Aşamalar meselesinde hata yapacağıma inanmıyorum veya hatalardan hiç korkmuyorum. Ama başarı tarzı benim için daha da amansız geliyor. Bu günlerde şunu da düşünüyorum: Asla yanılmayacak iradeyi gerçekleştirmek, yoğunluğun öyle bir düzeye taşırılması ile şehitlerin o sembolik olarak dile getirdiği, yakılması gereken her şeyi, ama bir daha bulaşmayacak biçimde yakmak ve özgür yaşam iradesini de bir daha bükülmeyecek kadar keskinleştirmek. Bu iş daha çok ilgilendiriyor.
Bu anlamda Newroz en şiddetli yoğunlaşma ve her savaşa dayanacak ve başaracak kadar keskinleşmedir. Bakar anlar, yürür yapar, arkasından zaferi gelir. PKK’deki savaşçıyı yaratabilmek güzel bir çalışma oluyor. Bütün bunları o çokça tekrarladığınız bazı sözcüklerle değil, onun sözden de öte özüne iniyorum. Genel bir günü kurtarmak değil, insanın başlangıcını ve sonunu birleştirecek kadar iradeyi, insanı yaratmak işine bayılıyorum. Bunun felsefesi nasıl olurmuş? İsteyen bundan felsefesini çıkarır. İsteyen siyasetini, isteyen askerlik bilimini, isteyen sanatını, isteyen estetiğini çıkarır. Bu çok daha ilgilendiriyor ve hepsini birleştiriyoruz. Siz PKK adıyla geçinenler, hatta bir ordu durumuna geldigini sananlar; buna saygı duyuyorum ve müthiş destek vermeye de çalışıyorum, ama durumunuza üzülüyorum. Çünkü işin sözcük düzeyine bile daha tam kendinizi bağlayabilmiş değilsiniz. O büyük ruh gerçeği nerede, hele de zemin olduğunuz düşmanlarınız üzerinizde tepişirken? Hatta işte genç kızlar, PKK’nin büyüklüğüne duyduğunuz bağlılıktan kuşku duymuyorum. Özgürlük temelinde kendinizi adadığınıza da kuşku duymuyorum. Ama çoktan yitirilmiş cinsinizin, özgürlük savaşımının kanunlarından habersiz olmak, sınıf savaşımından, ulusal savaşımdan, güzel insan savaşımından uzak durmak acaba sizi bir sokak kadınından veya bir cariyeden daha teslimkar kılmıyor mu? Demek ki eksiklik var. Hele hele o benim diyen erkeklerimize sesleniyorum. İşte açığa çıkan bazı sahte komutanları var. En ünlüsü de komutan Z. Ne kadar da rahat uzlaşmıştınız. Çok ünlü kadın komutanımız Z. ile sözüm ona çok ünlü erkek komutanımız Z karşı karşıya getirilse ve mukayese edilse, biri tanrıça kadına yücelirken diğerinin düşman kucağına yönelmesi acaba tesadüf müdür? Bunu anlamak gerekiyor. Tabi anlamak da yetmiyor. Birisinin bir daha doğmamacasına kökünü kurutmak; diğerini gerçekten tanrı katında bir kutsal mabede yerleştirilerek saygı duyulacaksa, bir biçimde yüceltmek, bağlanmak gerekiyor. Acaba böyle misiniz? Acaba bu konuma geldiniz mi? Bunlar sizi nasıl ilgilendirmez. Demagojiyle, yani sonuca götürmez söz oyalamalarıyla ve çarpık bacak yürüyüşleriyle acaba anlayabilecek misiniz? Birisine sonuna kadar red cevabı, birisine sonuna kadar kabul gerçekleşmiş midir? Hayır. İşte bu sizin için acı oluyor. Çağrılarımız oluyor çokça. Sanıyorsunuz ki biz de bir laf cambazıyız. Gördüğünüz gibi değil, gerçekten öyle dile gelmiyor. Bizim gerçeğimizde ricayla, rüşvetle küçük amaçlara insan kazanmak yoktur. Benim gerçeğimde yoktur. Benim gerçeğimde Newroz gibi, işte doğuşu hazırlayan anaya karşı bir duruş vardır. Nedir? Sen yaşamın önünde bu halinle engel oluyorsun ana, dur! Seni engel haline getirmişler, önümden çekil. Bunu büyük yaşam tanıyışımda gerçekleştiren insanım. Ve bunu kendisine esas alan artık toplumdan kendini koparmıştır. Adımız ipsize de çıkmıştı. Ama bütün halatlarımı insanlığın sağlam direğine bağlamak için tüm gücümü harcadım. Bir an bile, bir kelime düzeyinde bile insani olandan uzak durmadım. Müthiş ilgi duydum. Ama ne gördüm? Hep yalan, hep yanlış, hep çirkinlik, hep aldatma. Bunun için kendime taktığım isimler var. Aldatmaz, aldatılamaz. Yalanı dinlemez, yalan söylemez. Çirkini kabul etmez, çirkin olarak kendini yaşatmaz, dayatmaz. Yenilginin yanına yaklaşmaz, yenilgiyi kabul etmez. Bunları o kadar işledim ki kendi kendime, görüyorsunuz bir şeyler olmuş, oluyor, olacak. Biz bunu paylaşmak isteriz. Gördüğünüz gibi siz paylaşmayı bir hırsız kadar bile beceremiyorsunuz. İçimizdeki hainin, içimizdeki ihanetin hırsızlarını bile bulamıyorsunuz.
Bir defa bu PKK içinde bütün hırsızları veya kendinizdeki hırsızlığı kovmalısınız. Gerçekten büyük özgürlük emek hareketine yakışmıyor. Bilincim eksik, aldatıldım demek ne kadar çirkin, şimdi görüyor musunuz? Diyebilirsiniz ki, biz düzende böyle alışmışız, hoşumuza gidiyor. Böylelerinin bizi etkilemesi olabilir mi? Ben buna kendimi kırk defa döverek hazırlamışım. Açık yapıyorum ve giden gitsin. Çünkü benim için çok gerekli olan öz, gerçeğin en yalın ifadesi, o bende kalacak. İhanet, her düzeyde yalan, hırsız açığa çıkarılıp kaçacaktır. Bu daha güzeldir. Bastırmayacağım sizi, rica da etmeyeceğim. Mert olmanın gereği ne ise onu yapacağım. Bu tercihi size bırakacağım. Çünkü şuna inanıyorum: Bu kutsal savaşımda ricaya yer yoktur, yalvarmaya yer yoktur, kurala yer vardır, ki bu da iradenin kendisidir, bilincin ışığıdır, kural bu. Kelime düzeyinde söylemeye bile gerek yoktur. Ve böyle kurallı, şemalı parti yanlısı da değilim. Herkes kendi kuralını almış gidiyor. İşte bir Zilan’ın Z. kuralları vardır. Bir diğerinin Z. kuralları vardır. Kiminiz öyle, kiminiz böyle. Ve bu da güzel bir ayrışmadır. Onlar güçlüymüş, tarihte de hep böyle olur. Zalimmiş, çok vururlarmış! İşin gerçeğinde bunların hepsi var. Zorlukları, zalimleri hep arkasına alırlarmış. En çok kritik süreçlerden yararlanarak vururlarmış. Hepsini yapsınlar. Biz yine de en mert tarzda ısrarlıyız. Bu bizim sanatımız. Onların sanatı öyledir.
Bundan önemli olan; bu büyük yılların oluşumuna, PKK’sine nasıl katıldınız, ne olacaksınız? Benim halka burada fazla seslenmeme de gerek yok. Bu halk bana göre iyidir. Bu halk veya bu halklarla ciddi iş yapmaya her zaman bayılıyorum ve hiçbir sıkıntım yok. Ama bu anlamda mücadele çemberine, çerçevesine almada sizlere gelince aynı rahatlığı hissedemiyorum. Sanki bizim tımarhanedeki deliler, sanki komalık hastalar, zindandaki tutsaklar gibi çağrışımları görüyorum. Kalkarsa düşer, çıkarsa zindandan kendini yere atar, biter. Delidir, çıkarsa sağı-solu vurur. Bu durumdan acaba kendinizi ne kadar alıkoyabileceksiniz. PKK’nin böyle bir ortam olmadığını ne zaman anlayacaksınız. Ve bu PKK içinde böyle büyük anlamlar çizildi. Bu anlamlara bağlı olabilecek misiniz? Yine burada rica yok, yalvarma yok. Ama bir gerçeklik var: Onu anlayabilecek misiniz diyorum. Çünkü buranın tarihi budur. Gılgamış’tan beri bu tarih böyle geldi.
Hiç kimse PKK kolay ölündüğü yerdir diyemez
25 yıl bunun özet ifadesidir. Siz hangisini tercih edeceksiniz? Diyeceksiniz ki biz çok güçsüzüz. Evet, bu daha çok egemen olan bir yan olur bize göre. Çok güçsüzsünüz. Hiç hazırlığınız yok, hatta hazırlanmaktan sıkılıyorsunuz. Yaşama ilgi bile duyamayacak kadar çürümüşsünüz. Savaşın en basit kuralına bile gelemiyorsunuz. Kendi adıma değil, sizin için bu önemli. Ben yalnız başıma başlattım, tek götürmekte şahaneyim. Hiç sıkıntım da yok. Ama sizler ne olacaksınız? Gılgamış biliyorsunuz, tarihin en arkadaş canlısı kişisi. Ben bu tarihi bilmiyordum. Ama benim ilk yaptığım iş, kendimden çok arkadaşımı düşünmek. Ama şimdi size bakıyorum, bütün bu yılların büyük arkadaşlığına rağmen yürüyemiyorsunuz. Bir tane anlayışlısı çıkıp, düşman şuradan geldi, gördüm tedbirimi aldım; şöyle arkadan hançerliyordu, elini tuttum; kötü niyetliydi, içimizdeydi, bizim gibi elbisesi de vardı, başımızdaydı hatta, ama tespit ettim diyen bir tanesi çıkamadı. İşte bu üzüyor, kendim adıma hiç üzülmüyorum. Tüm düşmanlarımı iyi tanırım. Tüm yoldaşlarımı da tanırım. Zaten benden daha çok bu işin ordusudurlar gerçekten. Şehitler ordusu, zindanlar ordusu, halkımızın ordusu hepsi var. Ama özellikle sizler, sıcak savaşın cephesindekiler, elinde yalın kılıç silahı olanlar. Her silah, dil silahından tutalım, en son teknik silahına kadar, bunları kullanamıyorsunuz. Kullandığınızda ağırlıklı olarak bizi vuruyorsunuz. Bunlar bizi zorluyor. Hiç bunu beklemiyordum. Bu kadar yeteneksiz kalacağınızı veya üzerinizde bu kadar parti dışılıklar, ordu dışılıklar dayatıldığında ucuz laf söylemenizi, yılanla adeta koyun koyuna yatar gibi yanlışlıklarla uzlaşmalarınızı, hainle alçakla elleşmeler, cahilce birleşmeler. Demek ki, ruhunuzda büyük bir yoksunluk var. Beyniniz fazla düşünemiyor ve bunlar köleliği ifade eder. Bunlar özgürlüğe ters. Acaba bunları anlayabildiniz mi? Anlamak için gerçekten -ama gerçekten- şimdiye kadar söylediğiniz sözler, verdiğiniz sözler gibi olmayacak. Size tarihi anlatıyorum. Size PKK’yi de anlattım. Hangisine gelirseniz, hangisi hoşunuza giderse o tanımla ne kadar yaşayabileceksiniz. Ölüm demiyorum, yaşama geliş diyorum. Hiç kimse PKK kolay ölündüğü yerdir diyemez. Hayır! Ölüm her yerde kolaydır, PKK’de çok zordur ve olmaması gerekir. Doğal ölüme ben bir şey demiyorum. Bir yanlışlığın sonucu ölüm, bir yetersizliğin sonucu ölüm; PKK bunun yeri değildir. Ama çoğunuz gırtlağınıza kadar böyle ölümlük pozisyonda kendinizi dayatıyorsunuz. Bu bizi üzüyor. PKK’nin bu olmadığına dair çok tekrar halindeyiz. Anlamaya gelememeniz, belki de bu büyük umut, bu büyük kurtuluş yürüyüşünde tek ciddi engeldir. Kimse size kendinizi küçük görün demiyor. Dikkat edin! Bir büyüklük tarzınızı yaratın. Parti içinde varsa onunla büyütün, o hep sizin olsun. Bütün yaptıklarımız sizin olsun. Zayıf kadınlara olduğu gibi kendimi verdim. Zilanlar ne güzel söylerdi. Hatta Bermal da ne güzel söylerdi, o da diyordu, “canımızdan başka bir şey olsaydı da, verseydik”. Hayır, ben onlardan can filan istemiyorum. Benim istediğim; varsa kavrayış gücünüz, iradeniz sonuna kadar beni alır mısınız? Çünkü başka türlüsü de güçlendirmeye beni götürmez. O kolay ölen şehide de söylüyorum veya o gerçekten özlü, kendisini savaştırana da söylüyorum. Bu ölüm benim kabul edeceğim bir ölüm değil. Ben de sizin gibi çok yalnız, tektim. Ama gördüğünüz gibi müthiş bir yaşam savaşı içindeyim. Öyle anlayın ve yürüyün, tüm görevlerin ve savaşların üzerine. Bundan uzak durmak, PKK sanki bu değilmiş gibi davranmak, almış eline silahı benim yüzde doksan dokuz virgül dokuz kabul edemeyeceğim bir tarzla savaştığını sanmak, savaşabileceğini iddia etmek beni dehşete düşürüyor. Halen yaşama duran hemen her şey kadar kendisini yaşamda bir duruşa geçirecek pozisyonu, bir duruşu bile yakalayamamak, en basit bir savaş kuralını bile işletememek, bana hep ölüyü çağrıştırıyor ve de ölüme koşuyorsunuz. Ama bu PKK değil. Bunu aşmamız gerekiyor. Herhalde yaşayan ve yaşam iddiasında olan sizlerin, varsa Mazlumların bir değeri, hatırasına bağlılık; varsa bu büyük Newroz şehitlerimize, bu tarihimizin değerlerine bağlılık; kolay ölmemek kadar yaşam hangi savaşla kazanılacaksa onun üzerine yürümek. Onun için bu temel bilinci almışsınız, işleyin.
PKK’de yaşam özgürleşiyor, yüceliyor
Elinize bazı silahlar verilmiş, kullanın. Bütün bunları şunun için söylüyorum; Anadan doğuşunuza, yaşama doğduk demeyin. Düşmanın talim-terbiyesi ile büyütülüşünüze de büyüdük demeyin. Hatta şimdiki halinizle, PKK’de de büyüdüğünüze, PKK’lileştik de demeyin. Yanılgılar var, doğrusu tanımlamaya çalıştığım gibidir. Ben kendim de halen araştırıyorum. Askeri, siyasi, örgütsel ifadeler çok net. Hazırlıklarım var, katkılarım var. Çok açık ölmemişim, ayaktayım. Sizinle çok önemli bir zafer yaratmak istediğim için değil. Bu beni birinci derecede ilgilendirmiyor. En çok ilgilendiren; neden böyle gerekçesiz, basit sözüm ona ya yaşıyorlar, ya ölüyorlar! Bunu arkadaş canlısı bir kişi olarak söylüyorum. İlk günlerde de böyleydim. Bütün çocukluk arkadaşlarıma da -çok ihtiyacım olduğu için değil haydi diyordum, şurada bir avlanalım, şurada bir bitki kökünü çıkaralım, şurada bir kuş yuvasına ulaşalım, şurada bir yılan öldürelim. Ama gelemiyorlardı ve bu iyi bir şey değil diyordum. Doğru bir şey bu. Hatta ekin biçiyorduk. Ekin biçmeye gelmeyen kardeşlerimi dövüyordum. Evet, en çok dövdüklerim kardeşlerimdi. Çünkü ilk örgüt odur, neden gereklerini yerine getirmiyor diye. Babam bayıldı bana. Hikaye çok ilginç, o tarzımı herhalde baktı gördü, kusursuz iş yapma tarzı. PKK için söylemiyorum. Ondan öncesi böyle başlamıştı. Adam şuna inanmıştı ve ne kadar tehlikeli bir iş içine girdiğimi de bilenlerdendi. Ama diyordu; “senin alnında fetih işareti var”. Ne anlama geldiğini ben de bilmiyordum. Fakat iş yapma tarzımız fetih tarzıdır. O günden bu güne iş yapma tarzımız böyledir. Şimdi bu bana göre zor da değil. Bana göre hem yaşamın, hem tüm işlere koşmanın en makbul, en sonuç alıcı tarzıdır. Neden yapamıyorsunuz? Neden bu kadar eliniz birbirine dolanıyor? Neden el attığınız her iş karışıyor? Bunu ben anlayamıyorum. Neden bütün işleri yarım yamalak bırakıyorsunuz? Bir konuşmayı paramparça ediyorsunuz. Bir kararı hiç uygulayamıyorsunuz. Bir kötüyü teşhis edemiyorsunuz. Bir tehlikeyi sezemiyorsunuz. Bir hainin gırtlağını sıkamıyorsunuz. Neden bir güzelliğe bağlanamıyorsunuz? Çirkine varmak neden bir kader, sizi hoşnut eden bir şey olsun ki? Bir yenilgiye doğru koşmak, neden? Örgütsüzlüğü yaşam tarzı bellemek neden? Bu topraklarda ilk örgütlü insan ortaya çıktı. Neden buna bu kadar zıt. insanlar ilkin burada ortaya çıktılar? Şimdi herkes birbirinden kaçıyor, neden? En çok işlenen PKK’de örgüt sorunu, neden? Örgüte doğru gelemiyoruz. Bu, bu kadar hainlikte ısrar değil mi? Bu kadar insan olmamakta ısrar değil mi? Bu kadar düşmanın olmakta ısrar değil mi? Ben bunu çözdüm ve savunamazsınız kendinizi. Bunun için ben güçlüyüm. Bırakın bunları ve her işi temiz yapın. Hatta bakın, hainler üzerinizde oynarken, düşman her gün yaşam diye size bir şeyler sunarken, diyor ki, dağlarda aç kalmışlar. Doğru, gerçekten burada kesinlikle sizleri eleştirmiyorum. Bu kadar dayandığınız içinde sizi kutluyorum. Aç-susuz, bilmem soğuk ve sıcakta dayanabildiğiniz için de sizi kutluyorum. Ama tüm bunlardan sonra kalkıp da sizi bir çorbayla, hele içimizdeki sefillerin sözüm ona önünüze koydukları bu yaşam reçeteleriyle buna takılmanız ve düşmana bu konuda cesaret vermeniz, şerefsiz olanı kendinize umut yolu denemeniz, beni çok öfkelendirdi. Ve şunu acıyla gördüm ki, bunu felsefe haline getirmişsiniz. Küçük yiyecek-içeceklerin, basit kadınlı-erkekli olmanın felsefesi gelişmiş. Korkunç! Halen kelime bile bulamıyorum, anlatmak için. PKK’nin felsefesi bu değil, PKK’nin yaşam tarzı bu değil. Halkımızın yaşadığı felsefe de demeyeceğim, ona dayatılmış, bu bir çaresizliktir. Ama PKK çaresizliğin yeri değil, PKK çarenin yeridir. PKK’de yaşam sorunu yoktur, PKK’de açlık sorunu asla yoktur. PKK’nin parası hiçbir zaman eksik olmadı. PKK’nin yiyeceği hiçbir zaman eksik olmadı. PKK’nin sosyal yaşamında da hiçbir eksiklik olmadı. Hepsi tanrılara özgüydü. Onu ayağa düşürüyorsunuz. PKK’de tutku da, aşkta eksik olmadı. Onun canına, onun özüne darbe indiriliyor, ona alet olmuşsunuz . Felsefe, anlayış haline getirilmiş ve başarısına da çok az bir mesafe kalmış. Bunu gördüm, affedemiyorum. Çaresiz değilim tabi. Daha fazla çareliyim ve yaşama da en büyük saygı dıştaki, içteki haine karşı da her zaman tetikteyim. Ama üzüntüm daha çok sizler için. Bir kavganın sahibi, bir yaşamın sahibi olmalıydınız ve bu yürekten alkışlanacak cinsten olmalıydı. Eyaletlerimizi tartışıyoruz, anlamlı bir parti toplantısını yapıyoruz. Merkezimizi tartışıyoruz, ne kadar yürekler acısı. Kullandıkları cümlelere bak ve içine girdikleri davranışlara bak. Sergiledikleri komutanlığa bak ve savaşçılarımızın neye zemin olduklarına bak ve kızlarımızın, Zilanların ardılları olması gerekenlerin sarıldıklarına bak. Bu öfke yaratmaz mı? Bu değerlere ihanet olmuyor mu? Bunu nasıl sıradan geçiştirebiliriz? Bu düşüşü nasıl felsefe haline getireceksiniz? Bu duruşu nasıl kabul edeceksiniz? Bu şahadetlere karşı nasıl böyle duracaksınız? Bir de yaşam özgürleşiyor, yüceliyor. Ona karşı nasıl duracaksınız? Halen anlaşılamadı mı diyeceksiniz? Hisler, duygular oluşmuyor mu, diyeceksiniz? O zaman siz kimsiniz? Ama sizi anlamak çok zor. Bir basit askeri kuralı işletemedik, demek nedir? Peki nerede askeri irade? Düşman iradesinin kırılması şöyle kalsın, benim el yordamıyla tek başıma 25 yıl önce düşmanın paytaxtından alıp, buraya getirdiğim irade nerede? Bükülmez, yenilmemiş iradeyi siz böyle mi temsil edeceksiniz? Gözümüzün içine baka baka nereden nereye getirdiğimizi değerlendirme, onun gölgesi altında düşmana oyna, düşmanın objektif ajanlığını yap: Bu ayıp olmuyor mu artık? Söylenecek bir lafı bile yok. Çaresizlik kaynağı. Çok ayıplı bir duruş değil mi? Elebaşlarınız gidiyor, gitsin. Yarınız gitse hiç üzülmem. Benim için bir zaferdir derim. Ama tekrar söylüyorum. Ben yine Gilgamiş kadar arkadaş canlısıyım. Yemem yediririm, içmem içiririm, yaşamam yaşatırım. Ama aynı zamanda affetmediklerim de vardır. Mutlaka bunları tanımanız gerekiyor.
En büyük otorite; duygu yüceliği; düşünce, irade yüceliğidir
Çok büyük bir otoriteyi size dayatmak istemiyorum. Bundan hoşlanmıyorum da. Çaresiz olduğum için değil, küçüklere bir otorite dayatmanın anlamı yoktur da ondan. Anlayacak bir gücü olmayanlara hangi otoriteyi dayatayım? Kaldı ki en büyük otorite; duygu yüceliği; düşünce, irade yüceliğidir. Bunlar beni yeterince otoriter kılmıştır. Ama ya sizler, ne zaman saygıdeğer bir otoritenin sahibi olacaksınız? Benim yanımda doğrular yaşar. Benim yanımda güzellikler yaşar. Benim yanımda savaşta zafer, yaşamda aşk yaşar. Ne zaman bunlara ulaşacaksınız? Bunlar önemsiz mi? Bunlar gereksiz mi? Peki ya yaptığınız, ya yediğiniz, içtiğiniz tarz, ya sevip-seviştiğiniz tarz değerli mi? İşe yarıyor mu? Bir şeyi kurtarıyor mu? Bu sorulara mutlaka bir cevabınızın olması gerekir. Hem de bir daha aldattılar beni. Kötü uzlaştım demeyin. Bunları bırakın. Bunlardan gerçekten bir şey çıkmaz. Bana değil, en başta gerçekten her birisi birer abide olan şehitlere, Newroz şehitlerine ters oluyor. Yaşamın özgürlük kanunlarına ters oluyor. Sizi kaba şekillendirmek istemiyorum. Dört dörtlük emrin uygulayıcıları olarak da görmek istemiyorum. Zaten böylelikle savaşçı kılınamayacağınızı da biliyorum.
En büyük emir; duygu büyüklüğündeki düşüncenin doğru kıvılcımındaki kuraldır. Işık hızı kadar hızı, tüm enerjik kesilmiş bireydir. Bunu biz yaratmaya çalışıyoruz. Bunları şunun için söylüyorum: Bazılarınız bizimle olmaya talip, bizimle partileşmeye, bizimle ordulaşmaya oldukça istekli. Ama bende bunun tanımını yapmak zorundayım. Sadece gereklerini açıklıyorum, tercih sizindir. Partileşmede zorlama yok, ordulaşmada zorlama olmaz. Ama tekrar vurguluyorum; bizdeki düşünme ve yapma hızı politikada ışık hızı ayarındadır. ‘Düşünemedim, konuşamadım, yapamadım’ demek bir ilkeye ters düşmek, bir Önderlik çalışma ilkesine ters düşmektir. Çünkü burada politika ve askerlik ışık hızında iş yapar, yani yapmanın en son sınırıdır. Işığın bir özelliği daha var; yakıcıdır, aydınlatıcıdır. Öyle olmak gerekiyor. Diyeceksiniz bu şimdiye kadar pek uygulanmamış bir tarzdır. Ama bizim yaşadığımız kölelik tarzı da hiçbir yerde uygulanmamıştır. Bu köleliğe, ancak bu tarz etkili bir cevap olur. Başka çaresi yok. Bütün insanlık kitaplarını araştırdım, ilacı budur diye bir sonuç çıkardım. Anlayışlı olmalısınız.
Bana göre bunun tutkulusu olmak önlenemezdir. Yoksa sönmüş, güçten-kuvvetten kesilmiş olmanın özgürlüğü olamaz, onun tercihi olamaz. Tabiî ki ışık hızında koşmalıyız. Onun yakıcı aydınlığında yaşamalıyız. Biz tercih ettik diye suç mu işledik? Hayır. En gerekli olanı gerçekleştirdik ve oluyor. Tam tersine ne yaşam, ne savaş bunsuz olmuyor. Karşı cephedeki düşman almış eline en son tekniği ve sayı üstünlüğüne, anayasasına ve emirlerine de dayanarak üzerimize geldi, geliyor. 25 yıl geçti. Ciddiye almadım demeyeceğim, bu düşmanı ciddiye aldım. Ama şu temelde ciddiye almadım: Yenilmez, onakarşı bir şey yapılmaz enleminde ciddiye almadım. Halen onun bana ulaşmaması için tam bir koşu halindeyim. O hiç bir zaman bana ulaşamayacak, diyorum. Vuruş tarzıyla beni kesemeyecek. Ona o şansı hiç vermeyeceğim. Zaten vermedim de, yeter artar bile. Bu nasıl oluyor? Ciddiye almamla oluyor. O sizin bir türlü ciddiye almadığınız düşmanı, ben çok ciddiye alıyorum. Sürekli nefesini ensemde hissediyorum. Ama durmuyorum. Mertek oluyor, gözünüze giriyor, görmüyorsunuz. Ama ben onu her yerde görüyorum. Ve hep olduğu yerde de durdurmuşum. Bu savaşmak için gerekli. Ama diğer bir şey daha yapıyorum. O da nedir? Yenme işleri! Siz ne bu anlamda görüyor ciddiye alıyorsunuz, ne de yenme işleri konusunda kendinize güveniyorsunuz. Hayır, güvenin. Hiçbiriniz benim kadar sıfırla başlamadı, imkansızlıklarla boğuşmadı, iğne ucuyla kuyu kazmadı. Ben hepsini yaptım. Hepinizin imkanları benimkinden fazla. Özgürlük dağındasınız, en güvenilir fedailer birliği içindesiniz. Vuracak silahınız da fena sayılmaz. Gerisi ne? Gerisi; yenme kişiliği. “Ben yaşamak için yenerim, yenmek için yaşarım” felsefesine müthiş bağlanmak. Düşüncede yenme, hayatın her işinde yenme, özellikle örgütte, özellikle düşmana karşı bir eylem planında, bütün gerekli olanlar yapılır. Savaşa girilir ve yaşanır. Yenmeyle yaşamı ve savaşı bütünleştirme. Bunu yapmanız tek yol oluyor.
Düşmanın yarattığı kişiliği yenmek
Düşman yalnız bu cephede değil, o gördüğünüz gibi ciddiye de alınır. Ama basit bir tedbirle. Mesela nedir o? Dağın en kolay giremeyeceği noktaya hepiniz girebilirsiniz. O cephe savaşında iyi bir mevzidir. Bu zor değildir. Bir kuş beyni kadar beyin sahibi olsanız bile yaparsınız. Ama orda iş yapmak, düşmanın yendiği kişiliği yenmek, düşmanı yenecek kuralı örgütü her hazırlığı yapmak. İşte siz bunu yapamıyorsunuz. Bu bir yaşam hakkı, savaşta bir militanlık tarzı olamaz. Savaşın Newroz’-larına girdiğimizde ben hep şunu sanmıştım: Bu çocuklar, bu gençler, bu militanlar girerler dağa dedim, ondan sonra düşmanın işi bitmiştir. Ortadoğu sahasından dedim, suyun ötesine geçerler gerisi bitti. Hiç teori bile geliştirmek istemedim. Bir tüzük, yönetmelik bile hazırlamak istemedim. Çünkü dedim ki, dağların dili herkese konuşacağını, savaşacağını zaten gösterir. Başıma öyle çorap ördüler ki, o hain, o alçak işte ’85 Newroz’unda gerçekten sevdiğim yoldaş, en hoşuma giden bir kişilik Agit (Mahsum Korkmaz) -bu okulumuzun isim sahibi- bir şey söylüyordu. Beraberdik, tartışıyorduk bu Newroz’u. ’85 Newroz’unu kazanmaya çalışıyorduk. Daha sonra da ülkede işte bugünde yakamızı bırakmayan aşağılık hırsızı, köylü kurnazını, kara yürekli ve yoldaş düşmanını, tespit ediyor ve yine kendini eğitmemiş kadroyu da tespit ediyor.
Agit biliyorsunuz, bu ayın 27’sini 28’e bağlayan gecenin şehididir. “Bu köylü kurnazlığını bu partide yaşatmayacağız.” diyor. Yine bu kadroların diyor müthiş eğitilmesi gerekir, aksi halde diyor, bunlar 15 Ağustos hamlesini yenilgiye götürecekler. Ve dedikleri kelime kelime doğru ve belki de o ihanet onu katletti. Ve onun o birliğindeki adamlar onu hiç anlayamadılar ve ondan sonra savaş bozuldu. O bizim her şeyi yapabilirler dediklerimiz, çok kötü gittiler. Ve ortaya çıkanlar da hırsız. Halen çok acı kişiliklerinizde yaşayanlar az değil. Komutanlığı birliğini başarıya değil, kötü ölüme göndermek, yaşam olanaklarını yoldaşına vermek değil de, canını alarak kendini yaşatmak. Böyle anlayanlar az mı? Bunu tartışmak bile istemek bana ne kadar zor geliyor ve bu gerillayı, bu orduyu bu hale getirenler, ünlü Komutan Z’nin savaş tarzına yatanların yaşam tarzı ne kadar yakışıksız. Dağlar kadar imkanla buluştuğunda bile bir Agit iradesi olamama veya tüm şehitlerimizin iradesini böyle çiğnemek. Bu sizin ağır suçunuzdur demeyeceğim, acı gerçeğinizdir. Bırakın, savaşa böyle gitmeyin. Böyle sürdürecekseniz, kalın kaldığınız yerde veya gidin gideceğiniz yere.
Ordu için bir şeyler söyleyeceğim; şehitlerin sözü temel emirdir. Hakiki gerilla Agit’tir ve O’nun o güzel duyguları, o güzel sözcükleri bizim için emirdir. Hepsinin de var, Zilan’ın da öyle. Onun tüm sözleri bizim için bir emirdir ve zaten iyi yürüdüler. Mühim olan çok zaferli olmaları değil, bir tek de olsa zaferli olmalarıdır. Onu egemen kılacağız! Kadın da, erkek de, delikanlı da bunu egemen kılacak! Başka türlü bu ordu içine girilmez, bu ordunun andı bu iki isimdir. Gücünüz varsa, gereklerini yapacaksanız, andınızı için. Ve sözcükleri birer emirdir. Bir sayfası bile yeterlidir, savaşmak için, hata yapmamak için!
Bunları artık anlayacaksınız. Ordu işlerini çok istiyorsunuz. Ben size parti işlerini de anlattım. Mazlum parti demektir. Kemalleri, Hayrileri binlerce büyük şehidi daha var. Militan onlardır. Ben bile onların bir sözcüsüyüm. Yarın ne olacağım belli olmaz, ama şimdiye kadar sözcülük yaptım. Ordu kuruluşunda kadında Zilan, erkekte Agit-Mahsum ilk adımdırlar. Son adımları birlikte atacağız. O temelde olacak. Anlaşılmayacak hiç bir yönü yok. Çok eğitime, çok teoriye ihtiyaç olduğunu da sanmıyorum. Açıklık, zihin ve yürek açıklığı, ölçülü adımlar gerekli. Zilan yepyeni bir savaşçıydı, kendi eylemini ne kadar kusursuz örgütledi. Agit kelime hatası bile yapmadan ilk gerilla birliğini oluşturduğundan son nefesine kadar güzeldi, anlamlıydı. Gerillanın teorisini de, pratiğini de iyi yürütüyordu. Vuruldu, diyebilirsiniz. Zayıflıkları da olabilir.
Bir gerilla komutanı kolay ölmemeli, ama oldu. Kalanlar var, askerler var, sözcüler var. Onlar ne güne duruyor? Sizler ne güne duruyorsunuz? Kalanı tamamlayacaksınız. Vasiyet değil, yalnız emirdir. Gereklerini yapacaksınız. Onun için hem parti sözünüzü, hem ordu sözünüzü doğru verin diyorum.
Çirkini, düşüreni, güçlendirmeyeni yaklaştırmayın kendinize
25. Newroz PKK sözü, ordu sözü kesinlikle anlaşılmalıdır. Doğru verilmelidir ve kimsenin çiğnetmesine de fırsat verilmemelidir. Tekrar söylüyorum. Bu büyük şahadetlere bağlanış, halkımızın gerçekten ciddiye alınması gereken -yetersizde olsa- özgürlük umutlarını sahiplenme; bundan daha birinci bir görev düşünülebilinir mi? Düşmana, haine, işbirlikçiye ve içimizi karıştıranlara öfkemiz var. Verilecek cevap; doğru bağlanış, doğru partileşme ve yetkin ordulaşmadır. Ben hiç de böyle kuru bir şekilciliği dayatmayacağım. Ama onun en şahane partilisi ve askeri olmayı bilmek sizin şerefiniz olmalıdır. Başka türlüsü ne kurtarır, ne yaşatır. Sadece yaşatırsa hain gibi, işkenceci gibi, itirafçı gibi yaşatır. Onu mu kabul edeceksiniz? Asla diyeceksiniz. O zaman geriye doğrusu kalıyor. Şunlar da çok kötü artık: Bir köylü gibi, işte bugünü kurtaracak kadar çalıştık. Bu da en az diğeri kadar tehlikeli. Böyleleri içimizde çok. Merkezimizi, orta kademelerimizi ve tabanımızı nerdeyse işgal etmişler. Bugünü kurtardık diyen köylü, dünyanın en rezil köylüsüdür, en karnı aç emekçisidir. Bu PKK’ye tümüyle ters, ordusuna ters, bana da tamamen terstir. Kabul etmiyor, yanlış buluyor ve en ciddi tehlike kaynaklarından birisi sayıyorum. Köylünün namus kurtarma anlayışı gibi, sözde namusunu, onurunu kurtarıyor. Ama köylü şu anda parçalandığı toplum gerçeğidir. Özgürlük anlayışıyla dünyada dolaşan insanımız en zavallısıdır. Partide bunu temsil etmenin anlamı yok.
Partinin çizgi iradesi değil, ordunun bir kuralına yaratıcılıkla bağlanamıyor. Hep tekleşmeden bahsediyor. Aslında kendisini tekleştiriyor. Sözüm ona özgürlükle özerkliği karıştırıyor. Tek kalsın, biraz PKK’nin üzerinde yaşasın ve biraz da çalışsın. Bunu bırakın. Bütün yaratıcılığı, bütün yazmamız gereken destanları komikleştiriyor. Bu yaşam pratiğini de kesinlikle terk edin. En az kötü niyet kadar bundan da nefret ediyoruz. 25 yıldır hala tam yoğunlaşamadık diyenler var. Zilan bir yıllıktı, nasıl yoğunlaştı? Agit de 15 yıllık savaş tecrübesine sahip değildi. 2 yıllıktı, nasıl yoğunlaşmıştı? Yazdıkları tam bir gerilla günlüğüdür. Yaptıkları da tamamen en zor koşullarda gerilla pratiğidir. Demek ki, bunun yoğunlaşmayla, eğitimle fazla alakası yok. Dürüstlükle, kararlılıkla, içtenlikle, işine yüksek duygularla, arzuyla bağlanmayla ilişkisi vardır.
Bunlar eksiktir. Bunları yaratacaksınız kendinizde. Hepiniz bunu yaratabilirsiniz. Bu eğitim düzeyiyle, bu tecrübeyle bin kat Zilan’ın, Agit’in üstünde bir rol oynayabilirsiniz. Zaten onlar bir çağrıdır, koşacak olan biziz. PKK’nin şehit anısına bağlılığı kesinlikle böyle anlaşılmalıdır. O hak edilmeyen ve çoğunun da sözüm ona komuta tarzından kaynaklanan bütün o gencecik savaşçıların son nefesleri bir emirdir. Bunu iliklerine kadar nakşetmeyen kişi komutan olamaz. Bunu mutlaka çözecek, gereklerini yerine getireceksiniz. Ancak o zaman sizi kabul edebilirim.
Kendi kabul sınırlarımı dile getirmek istiyorum: Bu parti içine girişte; “vay kendimi şöyle yaşatmak istiyorum, vay parti temsilciliğini şöyle kullanmak istedim” ben bu sözcükleri duymak bile istemem. Değil bu temelde yıllarca yaşamak, siz tek bir şey için PKK’lileştiniz. İşte tanımını yaptım. Bu kadar ideolojik esaslar, bu kadar siyasi çizgi ve bu kadar candan bir yoldaşlık; siz bunun için PKK’lileştiniz. Siz bunun için PKK’nin alan koordinesi, filan alan temsilcisi oldunuz, yoksa bu basit güdülerinizi yaşamak için değil. Biz sizinle böyle sözleşme yapmadık. Neden yalancı oluyorsunuz? Kim dedi, PKK’de böyle yaşanılır? Nerden çıkarıyorsunuz? Ortaya çıktı ki, böyle yaşamanızı düşman istemiş. Önünüze kadar yeminizi de atmışlar, siz bunu yiyorsunuz. Bu göz göre göre düşmanı oynamaktır. Bu PKK’lilik değildir. Duymak bile istemiyorum, bırakacaksınız. Bir hırsız gibi, o iğrenç suratın kendisini dayatması gibi. Ben kolay öldürmem, kolay öldürme belki insanı bir nefeslik tatmin edebilir. Ben düşmanımla böyle boğuşmak istemiyorum. Stalin de öyle yaptı. Binlercesi ortaya çıktı ve şimdi mezarı bile belli değildir. Ben öyle yapmak istemiyorum. Onlar beni öldürse bunun bile anlamı vardır. Benim onları kolay öldürmemin fazla anlamı yoktur. Ve böylelerini, böylelikle partide kalmak isteyenleri de uyarıyorum.
Ne kadar savaşçı olduğumuz çok açık. Bir hırsızın, bir namussuzun suratıyla, kurnazlığıyla 10 yıl denediler, 15 yıl denediler. Şimdi biraz kaçtılar, gizlenmişler. Şu gücün, şu devletin içinde, düşmanımız hep onları kucaklamaya çalışıyor. Örgütlemiş, örgütleyebilir ve kurduğu örgütün başına bunları geçirebilir de.Tıpkı Mazlumlara, Hayrilere, Kemallere karşı yapmaya çalıştıkları gibi. Bazılarına dediler ki “sizi komutan yapacağız, burada başlarsanız. Sizi Kürdistan’daki tüm itirafçıların komutanı yapacağız”. Ama neredeler şimdi yaşasaydılar nerede olacaklardı? Yaşamları her gün ölüm. Bu yolu bırakın. Sizi zorlamıyorum. Size yaşamayın demiyorum. Ben bütün ürettiklerimle yaşamanız için bunları söylüyorum. Bütün bu emekleri size sunuyorum, bunlar doğru yaşam değerleridir. Bir hırsız gibi, bir çingene gibi -onların da emekçilerine saygım var- tarzınıza söylüyorum. Bu işi böyle peşkeş çekmenin anlamı yoktur. Kaldı ki yaşamın doğru yolu var. Büyük yoldaşça yaşam paylaşılabilinir, örgüt kuralları da paylaşılabilinir, taktik tartışma da paylaşılabilinir. Kadın-erkek diyeceksiniz.
Aşkı yaratıyoruz, bundan daha büyüğü olur mu? Ortaya çıktı: Savaş aynı zamanda büyük aşk içindir. Bunu neden anlamayacaksınız. Cinsleriniz çok düşmüş değil mi? Cinsleriniz size dayatıldığı veya belletildiği tarzıyla konuşması korkunç bir düşüş değil mi? Onunla ülke gitmedi mi? Onunla toplum olmaktan çıkmadınız mı? Onunla en çaresiz birey haline gelmediniz mi? Evet, o zaman çirkini, düşüreni, güçlendirmeyeni yaklaştırmayın kendinize. Daha birbirinizi tanımamışsınız, ana topraklara bağlanmamışsınız, bir yiğitlikle daha kendinizi kanıtlayamamışsınız. Kim, kimi, kimden nasıl çalacak? Hangi aşktan, sevgiden bahsedeceksiniz? Ana toprağına daha bağlanmamış, düşmanına iki darbe vuramamış, bir kinini düşmanına, bir sevgisini yoldaşına daha doğru-dürüst sunamamış.
Yiğitliğin olduğu yerde, en yüce ilişkiler, sevgiler, aşklar oluşur
Yarın ne olacağı belli olmayanın buluşması mı olur? Kucaklaşması mı olur? Sevgisi mi olur? Cinsiyeti mi olur? Artık bu oyunu kişiliğinizde bozun. Size doğruları söylüyorum. Yiğitliğin olduğu yerde, en yüce ilişkiler, sevgiler, aşklar oluşur. Bunların olmadığı yerde her şey; hele kadın-erkek boyutunda sadece haramdır demeyeceğim, tam bir ajanlık rolü oynanır. Bunu lütfen anlayın. Hem partimizin yoldaşlık gerçeğinde en çok da ordulaşmada hassas olun, ve en büyük savaşın, bu yaşam tarzındaki savaş olduğunu anlayın. İslam dinindeki en büyük savaşın nefs savaşı olduğunu unutmayın. Bunu en büyük verenler, en büyük savaşanlar olur. Ve ardında da sel gibi özgür yaşamın yolunu açarlar. Demek ki bu savaş ölüme kolay gitmenin adı değil, özgür yaşamın sağlam köprüsüdür. Başarı ile geçersek özgür yaşamla buluşacağız.
Onun için biz her şeyimizi ortaya koyduk. Dedik ya kelime düzeyinde bile hiçbir aracı yoktu, yarattık, size sunduk. Bu partileşmek, büyük ordulaşmak içindir. Ordulaşma yenilmemek, yenmek içindir. Ve bütün bunlar esirgenen bu toprakların en büyük özgürlük savaşçılarının yaşam aşklarının bir kez daha adlandırılması, onun temsili içindir. Ben de bunun mütevazi bir temsilcisiyim. Çoktan bitmiş düşmanın adeta kuruttuğu toplumumuzun ölçüleri de demeyeceğim, onlar da yok. Özgürlük kuralları uğruna benim çabam önemli ve gerekli. Toplum bir şey veremedi, benim kendime vermem gerekli. Görüyorsunuz ki kendim için yapmamışım. Korkunç bir bireycilik içinde değilim. Hiç kimse böylesine parçalanmış bir gerçeklikten böyle birleştiremedi. Bir halkı ve halk olmaktan artık çıkmış, adını bile utançla ağzına alan, aldıkça da daha çekinen bir gerçeklik haline gelmiş. Sizleri bugün gururlu bir düzeye getirdik. Devrim yapan bir halk, en devrimciyim diyen insanlar haline getirdik. Bu basit bir gelişme değil. Bu 25 yıl benim yıllarım; korkunç yıllarım, amansız yıllarım. Ve hiç böbürlenmiyorum. Ama anlaşılmasını da istiyorum.
Bunlar gerçekten bu halkın ülkesini ve büyük özgürlüğünü yaratmak içindir. Ondan aldım size verdim. Siz de halk için gerekli olanı verin diyorum. İyi bir çağrıdır, gerekli bir çağrıdır. Hiç sıkılmaya gerek yok. Çünkü bu sizin gerçeğinizin dile getirilişidir. İnanılmaz bir tarzla yapmışım. Eğer kendini koruyacak başka bir şey yoksa, ona dostluk edecek -kendisi de dahil- kimsesi kalmamışsa ve en çok birlikte yürünmesi gerekenler bile içerde bu kadar parti dışılık, ordulaşmaya bu kadar ters kendilerini dayatırlarsa, tabi ki benim kıyamet koparmam gerekiyor. Çılgınca savaşmam gerekiyor. Böylesi yoktur. Sizler gibisi de yoktur.
İstemiyordum, zor geliyor bana. Tekleştim, müthiş yalnızlaştım, ama korkmadım. Muhteşem yalnızlık dedim buna. Şimdi daha iyi anlıyorum o yitik ülkenin yalnızlığını, kendini çoktan unutmuş halkın yalnızlığını. Buna sadık kalmışım. Ve ne güzel olmuş diyorum: Ülkem kadar yalnız ve halkım kadar kimsesiz.
Olacaksa ülkem, dostlarıyla kabulü temelinde olmalı, olacaksa bu halk, ben onunla, o benimle ve dostlarıyla olmalı. Yalnızlığı gidereceksek sahte dostlarla, yol arkadaşlarıyla değil, olacaksa insanlıkla bir beraberlik eşitçe ve özgürce, olacaksa yoldaşlık; onun duygularını da, onun acılarını da, onun sevinçlerini de olduğu gibi paylaşmak temelinde olmalı. Düşüncede de öyle, irade de öyle. Giderilecekse yalnızlık bu temelde giderilebilinir. Neden ahbap-çavuşluk yapayım ki? Neden dost olamayacaklara sonuna kadar bağlanayım ki? Neden kendini kurtaramayacak halka ağlayarak, sızlayarak bağlanayım ki? Böyle olacağına tek ya şayayım. Gerektiğinde bir tanrı kadar, gerektiğinde hiç yaşamamak üzere ve böyle yaptım. Doğruydu ve güzeldi de. Abartmıyorum; yapılması gerektiği gibi yapıldı. İnsanlık da artık görecektir ki, yaşanılması gerektiği gibi çaba harcandı ve o yaşamın yoluna girildi.
Tam bir zafer beklemek bizim gibi varlıklar için olur da, olmaz da. Olmadı diye üzülmemek de gerekir. Çünkü ardılları vardır. Tüm büyük hareketlerin sıradan bir takipçisi olsa bile çok iyi sonuçları alabilir. Bizim harekette de bu böyledir. Ben bu imkanlarla bakıyorum, herhangi sıradan biriniz bu tanımlara bağlı kalırsa benden daha fazla iş yapar. Bunu da abartmasız söylüyorum. Hepiniz benden daha fazla başarabilirsiniz artık. Biraz gerçeğine özde ve tarzda, hitapta ve yapış usullerinde inatçı olun, ölçerek-biçerek yapmaya çalışın: Başarılar kendiliğinden gelir. Bu anlamda aslında zafer elde edilmiştir. Gerisi herkesin bir tuğlayı kullanılacak yere kadar taşımasıdır. Plan, temel atıldığı gibi çatıya kadar da yükseltilmiştir. Gerisi ev işlerinin düzenlenmesidir, evin içinin düzenlenmesidir. Hiç zor değil. Bu anlamda ülkenin temeli atılmış, binası yükseltilmiş, hatta çatısı da kurulmuştur. Özgür bir halk gibi bu ülkenin içinde artık yaşama hesapları yapacaksınız. Evin içini kesin süsleyeceksiniz. Ve bir de değerlerinize sahiplik edeceksiniz. Burası şu şehidin yeri, burası şu güzelin yeri, burada şu kurala göre yaşanılır, şöyle bir hain-hırsız geldi mi, şöyle karşı konulur ve bu ülkeye, dolayısıyla bu ülkedeki insanlara şöyle bağlı kalınır. Ruhundan düşüncesine kadar, yasasından siyasetine kadar, hepsi belirtilmiştir. Gayet tabii insansınız, bunlar her zaman yaşama kafa yormayla olur.
Bütün çağdaş insanlık böyledir. Bir güzel yemeği yemek için bile çenenizi iyi hareketlendireceksiniz. En güzel yemek bile çenenizi çalıştırmadıkça zevk vermez. Mideye kötü oturur. Bu kadar özgür yaşam yakınlaşmışken, bu kadar özgürlük sofrası yenmeye açıkken, yaşamayı halen bilmiyoruz demeyin. Bu çok büyük bir ayıptır. Evin sofrası da, evin tüm güzellikleri de yerli yerindedir. Size düşen, sahiplenmek, biraz donatmak; daha çok da sahiplik etmek gerekiyor. Bu da bir dağdaki çobanın bile en çok yaptığı iştir. Siz militanlarsınız. Ne kadar parti, ne kadar ordu için gerekliyse o kadar; ne kadar halk için gerekliyse o kadar. Ne kadar düşmana karşı gerekliyse o kadar. Ne kadar hakkınızsa o kadar. Bu insanlığın geçmişi kadar geleceğidir.
Güzel bir Newroz karşılaması oldu. Oldukça şanslısınız. Bu okulumuzun öğrencileri ve bir de Ortadoğu’nun gerçekten çok önemli bir konferansı temelinde büyük bir aydınlığı, kararlarda yakıcılığı yaşıyoruz. Newroz’la böyle bütünleşmeniz yerindedir. Bu büyük şansı tabi kendi kararlılığınızda, sorumluluğunuzda ve gerçekten bu konuşmamızın ışığında böyle ele alır ve bundan sonrasını karşılamaya çalışırsanız, bu Newroz’un gerçeği bile tek başına sizleri zafere kadar savaştırır.
Bir kez daha buna inanıyor, selamlıyorum!