Bir Önderlik ve şehitler partisi olan PKK’nin 33. kuruluş yıldönümünü yaşıyoruz. Halkımızın öncüsü PKK 34. mücadele yılına giriyor. PKK’nin resmi mücadele tarihinin 34. yılına girişinin başta partimizin yaratıcısı olan Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, halkımıza ve insanlığa kutlu olmasını diliyoruz. PKK’nin gerçek yaratıcısı ve sahipleri olan kahraman şehitlerimizi; Hakiler, Mazlumlar, Kemaller, Hayriler ve Agîtlerle başlayan, bugün Rüstemlere, Çiçeklere, Alîşêrlere, Rozerînlere, Brusklar ve Rukenlere kadar ulaşan ve sayıları on binleri bulan kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle birkez daha anıyoruz.
Değerli yoldaşlar
Bir Önderlik ve şehitler partisi olan PKK’nin 33. kuruluş yıldönümünü yaşıyoruz. Halkımızın öncüsü PKK 34. mücadele yılına giriyor. PKK’nin resmi mücadele tarihinin 34. yılına girişinin başta partimizin yaratıcısı olan Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, halkımıza ve insanlığa kutlu olmasını diliyoruz. PKK’nin gerçek yaratıcısı ve sahipleri olan kahraman şehitlerimizi; Hakiler, Mazlumlar, Kemaller, Hayriler ve Agîtlerle başlayan, bugün Rüstemlere, Çiçeklere, Alîşêrlere, Rozerînlere, Brusklar ve Rukenlere kadar ulaşan ve sayıları on binleri bulan kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle birkez daha anıyoruz. 34. PKK yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren herkese üstün başarılar diliyoruz.
Değerli yoldaşlar
Çok iyi biliyoruz ki, parti gerçeğimiz bir Önderlik ve şehitler gerçeğidir. PKK, Önder Apo’nun ve kahraman şehitlerimizin duygu, düşünce ve davranışlarının cisimleşmiş halidir. PKK, Önderlik ve şehitlerimizin yaşayan gerçeğidir; pratikleşen ve örgütlenip mücadeleye dönüşen halidir. Partimiz PKK baştan beri bir Önderlik hareketi olarak doğmuş, şekillenmiş ve gelişmiştir. İlk kelimesinden bugünkü zihniyet dünyasına, ilk eyleminden büyük özgürlük mücadelesine, bir kişiden özgürlük için ayağa kalkmış direnen bir halka kadar hepsi Önder Apo’nun dehası, emeği ve çabasıyla ve bir Önderlik hareketi biçiminde gelişmiştir. Partimizin yaşayan ruhu, ölçüleri ve özellikleri, teorisi ve pratiği, hepsi Önder Apo öncülüğünde gerçekleşmiştir ve bir Önderlik şekillenmesini ifade eder.
Önder Apo ise her zaman PKK’nin bir şehitler partisi olduğunu söylemiş, “gerçek anlamda şehitler PKK’lidir demiş, kahraman şehitlerimizin PKK biçiminde yaşadığını ifade etmiştir. Dolayısıyla gerçek PKK, gerçekleşen PKK bir Önderlik ve şehitler partisidir. Bunun dışında PKK’nin özünü, gerçeğini doğru ve yeterli bir biçimde temsil eden bir başka güç yoktur. Bu bakımdan PKK’li olmak demek, Önderlik ve şehitler çizgisinde yürümeye karar vermek ve bunu gerçekleştirmek demektir. PKK’li olmak demek, Önderlik ve şehitlerin ölçü ve özellikleriyle donanmayı esas alıp, bu temelde kendini yeniden yaratmak demektir. PKK’li olmak demek, Önderlik ve şehitler izinde cesaret ve fedakarlıkla yürümeyi bilmek demektir. Her zaman bu parti gerçeğini böyle anlayacak, bu temelde katılacak ve gereklerini bu çerçevede yerine getireceğiz.
Önderliğimizin ve bizim böylesi bir PKK tanımımız yanında, bir de halkımızın, Kürt halkının PKK tanımı vardır. O tanım da PKK gerçeğinin doğru anlaşılması ve esas alınması bakımından hayati önem taşır. Dikkat edilirse, her gün, her zaman meydanlarda genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle Kürt halkı “PKK halktır, halk burada şiarını en yüksek sesle haykırmaktadır. PKK’yi bilinçlenen, örgütlenen ve irade kazanan Kürt halkı olarak görmektedir. PKK’nin halklaşan gerçeğini vurgulamaktadır. PKK’yi kendisi olarak görmekte ve bu temelde sahip çıkmaktadır. PKK’yi Kürt kimliği, ruhu, düşüncesi, bilinci, iradesi, özgür ve demokratik yaşamı olarak ele almakta ve hayata geçirmektedir. Böylece Kürt halkının PKK’yle özgürlük ve demokrasi çizgisinde yeniden dirilerek yaşam bulmuş olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bir de böyle bir PKK tanımı ve gerçeği vardır. Yani özgürleşen, örgütlenen, irade kazanan bir Kürt insanı, Kürt halkı olmaktadır. Özgürlük için ayağa kalkıp direnen halk gerçekliğini ifade etmektedir. Bir de bu PKK gerçeğini, özgürlük için ayağa kalkmış halktan oluşan PKK gerçeğini doğru görmemiz, anlamamız, bu gerçeğe sahip çıkarak, onu derinliğine yaşayıp sonuna kadar yaşatmayı bilmemiz gerekir.
Özgürlük hareketimizin resmen PKK adıyla örgütlenip mücadele edişi 33 yılını doldurmaktadır. Bunun bir de kuruluş mücadelesi süreci vardır ki, toplam olarak 39 yılı bulmaktadır. Bu 39 yılın Kürt tarihinin en görkemli dönemi olduğu tartışmasızdır. PKK’yle Kürt tarihi yeni bir hamle yapmış, özgürlük ve demokrasi çizgisinde insanlığa büyük katkılar sunan yeni bir çıkışı başarmıştır. PKK’yle Kürdistan’ı bölüp parçalayan ve Kürt halkına yok oluşu dayatan sürece dur denilmiş, özgürlük ve demokrasi çizgisinde yeni bir insan ve halk yaşamı başlatılmıştır. PKK’yle Kürdistan’da yaşam daha güzel, daha onurlu, daha anlamlı ve daha mücadeleci hale getirilmiştir.
Bugün bilinçte, örgütlenmede ve yaşamda özgür Kürtlük adına ne varsa bunların hepsi PKK’nin imzasını taşır. Bu 39 yılda ruhu kurutulmuş bir topluluğa özgürlük ruhu, duygusu tüketilen bir halka duygu yüceliği, bilinci parçalanan ve esir alınan bir halka özgürlük bilinci kazandırılmıştır. Kültürel soykırım kıskacına alınarak örgütlenmesi dağıtılıp tarihten silinmek istenen bir halktan özgürlük bilincine, iradesine, örgütlülüğüne, cesaret ve fedakarlığına sahip olan, direnen ve mücadele eden, demokratik insanlığa moral ve coşku kazandıran yeni bir halk gerçekliğine ulaşılmıştır. Kürtlük adına, özellikle özgür Kürtlük adına bugün yaşayan ne varsa bunların hepsi geçen otuz dokuz yıllık mücadele süreci içerisinde PKK tarafından yaratılmıştır.
Kürdistan özgürlük ve demokrasi mücadelesi yenilmez kılındı
Bugün bu gerçeği sadece biz söylemiyoruz, artık herkes söylüyor. Sömürgeci soykırım rejimini yöneten, temsil eden güçler de yarım ağızla da olsa bu gerçeği artık ifade ve itiraf etmek zorunda kalıyor. Özgür Kürtlüğün PKK ile yaratıldığını ve temsil edildiğini artık herkes teslim ediyor. Bu gerçeğin Önderlik doğuşuyla bağlantılı olduğunu ve her şeyin Önderlik çizgisinde yaratıldığını herkes kabul etmek zorunda kalıyor. Bugün yaşayan ve direnen Kürt ruhunun, bilincinin, direncinin Diyarbakır zindan direniş gerçeğinde oluştuğunu herkes kabul ve ifade ediyor. Sömürgeci soykırım rejiminin her türlü maskeleyici, karartıcı, bastırıcı gerçeğini parçalayarak, kırarak Kürt olgusunu ve sorununu açığa çıkartıp ortamı aydınlatanın 15 Ağustos 1984 Atılımı temelinde gelişen gerilla direnişi olduğunu artık herkes kabul ve itiraf etmek zorunda kalıyor. İşte bir hareket ve mücadelenin tarihsel büyüklüğü ve derin anlamı burada yatar. Yani kendi haklılığını düşmanına bile kabul ve itiraf ettirme gerçeğinde ifadesini bulur. PKK’nin yürüttüğü Kürdistan özgürlük mücadelesi de böyle haklı ve büyük bir tarihsel mücadele olduğunu ortaya çıkardığı sonuçlarla artık kanıtlamış durumdadır.
Şöyle dikkatle bir etrafımıza bakalım, Kürt halkının yaşadığı gerçekliği dikkatle inceleyelim: Ortada PKK’den, PKK’nin öncülük ettiği özgürlük ve demokrasi mücadelesinden, PKK’yle yaratılan özgür Kürt gerçeğinden başka yaşam adına elle tutulur ne vardır? Başka hiçbir şeyin olmadığı dikkatli her gözlemci tarafından netçe görülecektir. Bu bakımdan PKK sömürgeci soykırım sistemi altında inkar ve imhayla yok edilmek istenen bir halktan özgür yaşamak isteyen, özgürlük bilinci ve iradesi kazanan, özgür yaşam için örgütlenip direnen bir halk gerçeğine ulaşmanın adı olmaktadır. Demek ki 39 yıl boşa gitmemiştir. Demek ki 39 yılda yaşanan zorluklar, acılar boşuna değildir. Demek ki bu 39 yılda verdiğimiz on binlerce şehit yersiz ve anlamsız olmamıştır, verilmemiştir. Tersine Kürdistan da her şey, özgürlük bilinci, ruhu, iradesi, örgütlülüğü, eylemi, yaşamı, özgür bir toplum olma gerçeği bu 39 yıldaki kahramanca mücadeleyle kazanılmış, zorluklar ve acılarla boğuşularak yaratılmıştır. Özgür birey ve toplum olarak tarihte yeniden yer etme, kahraman şehitlerimizin yarattığı gerçeklik olmuştur. Eğer böyle kahramanca bir mücadele verilmeseydi, eğer bu büyük zorluk ve acılara karşı büyük bir cesaret ve fedakarlıkla direnilmeseydi, eğer bu kahramanlıklar gösterilmese ve büyük şehitler verilmeseydi, elbette Kürt halkı, Kürt özgürlüğü bugünkü düzeyde olmayacak; şimdiki gibi Kürdistan’daki mücadele bütün Ortadoğu’daki gelişmeleri yönlendiren bir düzeye gelmeyecekti. Kürt özgürlük mücadelesi Ortadoğu halklarına demokrasi ve kardeşlik taşıyan bir konuma gelemeyecekti. Tersine bugün hiç kimse Kürtlükten, Kürt sorunundan söz etmeyecekti. Kürdistan Ortadoğu’ya özgürlük yayan bir kale değil, sömürgeciliğin, emperyalizmin, gericiliğin, kokuşmuşluğun, tükenişin alanı haline gelecekti. Belki de Kürtlük yok olacak, tarihten silinecekti. İşte PKK ile bütün bunlar önlendi. Sömürgeci soykırım rejiminin Kürt’ü tarihten silme amaçları yıkılarak, özgür insanlık alemine başı dik, örgütlü ve onurlu bir biçimde Kürt halkının katılışı sağlandı. Kürdistan özgürlük ve demokrasi mücadelesi yenilmez ve zapt edilmez kılındı.
Özgür Kürt bilinci ve yaşamı çevresine yön verecek kadar örgütlü ve etkili hale getirildi. Kürt sorunu bütün boyutlarıyla açığa çıkarılarak demokratik çözümü acilen gerçekleştirmek üzere siyaset gündemine dayatıldı.
Hepimiz bütün bu büyük ve tarihi gelişmelerin coşkusunu, heyecanını, güzelliğini yaşarken, Kürt halkı bu temelde yeniden dirilişin coşku ve heyecanı içindeyken, hatta sömürgeci düşman bile PKK’nin yarattığı özgürlük ve demokrasi gerçeğini gittikçe daha fazla kabul ve itiraf eder hale gelirken, bazıları hala PKK’yi anlamadıklarını, PKK’nin mevcut mücadeleden vazgeçmesini, silah bırakmasını söyleyebiliyorlar. Hala bazıları PKK’nin geçmişte iyi şeyler yapsa da artık bundan sonra rolünün tamamlandığı safsatasını ileri sürebiliyorlar. PKK’ye karşı geçen 39 yılda her türlü gericilikle, emperyalizm ve sömürgecilikle işbirliği yaparak yürüttükleri saldırıları bugün de Kürt sorununun çözüm aşamasında yine aynı uğursuzluk ve hainlikle yürütmeye çalışıyorlar.
Önder Apo ile avukatları dört aydır görüşemezken, Kürt demokratik siyaseti içindekiler zindanlara doldurulmuşken, Kürt halkı üzerinde faşist terör en azgın bir biçimde sürdürülürken, özgürlük gerillasına karşı kimyasal silah dahil her türlü silah kullanılarak azgın bir imha saldırısı yürütülürken, AKP hükümeti PKK’yi imha ve tasfiye edeceğini açıkça söylerken, hala bazıları bu faşist soykırımcı saldırıların hizmetçisi, suç ortağı haline gelebiliyor, PKK’ye dil uzatma ve saldırma cüretini gösterebiliyorlar. Bazıları bu katliam ve soykırım rejiminin açık suç ortağı olurken, bazıları da onların suçlarını örten asma yaprakları olma konumuna düşüyorlar. İşte bu gerçeklerin hepsini iyi görmemiz, tanımamız gerekiyor. 39 yıllık PKK gerçeği bütün bunlar açısından son derece aydınlatıcı bir özellik taşıyor. Soykırım nedir? Sömürgecilik nedir? Yabancı egemenlik nedir? Faşizm nedir? Bütün bu zulüm ve baskı biçimlerinin hepsi başka yerde olduğundan çok daha açık bir biçimde Kürdistan’da netleştirilmiş bulunuyor. Çünkü bütün bu zulüm ve baskı biçimleri Kürdistan’da en acımasız biçimde uygulanmıştır. Öte yandan zulme, faşizme, soykırıma, sömürgeciliğe karşı direnme nasıl olur, halkların özgürlük ve demokrasi direnişi nasıl yürütülür, bütün bunlar da tüm çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Bu bakımdan kim sömürgeci, kim özgürlükçü, kim hain ve işbirlikçidir? Bütün bunların hepsini aydınlatmış ve netleştirmiş bulunuyoruz. Otuz dokuz yıllık PKK mücadelesiyle Kürdistan’da açığa çıkartılan ve aydınlatılan temel gerçeklikler bunlar oluyor. Bunları iyi görmemiz, anlamamız, bu 39 yıllık tutumuyla PKK’yi çok iyi tanır, anlar hale gelmemiz ve bunlardan çıkardığımız dersler ve sonuçlarla özgürlük mücadelesine daha bilinçli, daha örgütlü ve iradeli bir biçimde yönelmemiz gereği vardır.
Önceki yıllar gibi PKK’nin 33. mücadele yılının da büyük aydınlatıcılığı ve önemli sonuçlar yaratmış olma durumu söz konusudur. Resmi kuruluşunun 33. mücadele yılı da oldukça görkemli ve zorlu bir temelde gerçekleşmiştir. Gerçi PKK’nin her yılı öncekilerden daha amansız bir mücadele yılına sahne olmuştur. Aynı gerçeklik 33. mücadele yılında da bozulmamış, devam etmiştir. 33. PKK yılı da en büyük direnişlere, mücadelelere ve özgürlük çizgisinde önemli ve kalıcı kazanımlara sahne olmuştur. PKK’nin 33. mücadele yılının sağladığı kazanımların belli başlılarını kısaca özetlersek şunları ifade edebiliriz:
Kürt sorununun barışçıl, siyasi yollarla çözülebileceği herkese gösterilmiştir
Her şeyden önce 33. parti yılında Önderlik savunmaları temelinde gerilla olarak, hareket ve halk olarak kendimizi yenileme, bilinçlendirme, Önderlik çizgisini daha derinden anlama ve bu temelde özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha doğru ve taktik anlayışla yürütme gücü kazanmış olduğumuz tartışmasızdır. Önder Apo’nun son savunmaları temelinde bu geçtiğimiz yılda çok yoğun bir bilinçlenme, tartışma yaşadığımız; Önder Apo’nun felsefesini, zihniyetini, yöntemini özümseme noktasında büyük gelişmeler kaydettiğimiz kesindir. Özellikle gerilla gücü olarak biz bu süreci son derece örgütlü ve planlı bir biçimde yürütmeye çalıştık. Her alandaki gerilla güçlerimiz Önderlik savunmaları ve yürüttüğümüz mücadelenin pratik dersleri temelinde kapsamlı eğitimler gördüler. Derin bir eleştirel ve özeleştirel yoğunlaşmayla bilinç ve davranış bakımından yaşadıkları hata ve yetersizlikleri ortaya çıkarmaya ve aşmaya, bu temelde önderlik ölçü ve özellikleriyle donanmaya çalıştılar.
Değişim ve yeniden yapılanma projesi temelinde çok kapsamlı bir zihniyet değişimi, örgütsel düzeltme ve taktik yaratıcılık kazanma yönünde kapsamlı gelişmeler yaşadık. Bütün bu çabalarımızın sonuçlarını HPG VI. Konferansı’nda karara dönüştürerek, artık HPG’nin değiştiğini, yeni Önderlik paradigması ve savaş çizgisi temelinde devrimci halk savaşı esaslarına göre kendisini yenileyip yeniden yapılandırdığını ilan ve ifade ettik. Benzer bir durumu bir bütün olarak özgürlük hareketimiz ve Kürt halkı da yaşadı. Belki hala zihniyette ve davranışta Önderliği yeterince özümseyemeyen ve pratikleştiremeyen yanlarımız var. Hala düzeltmemiz, geliştirmemiz gereken yönlerimiz ve kazanmamız gereken özelliklerimiz var. Bunları elbette ki önümüzdeki süreçte gerçekleştirmeye çalışacağız. Ancak bütün bunların varlığı geçtiğimiz yılda Önderlik çizgisinde kendini yenilendirme ve yeniden yapılandırma doğrultusunda yürüttüğümüz çalışmaların ortaya çıkardığı büyük gelişmeleri gölgeleyemez, yok sayamaz. PKK’nin 33. mücadele yılında gerilla hareketi olarak Önderlik çizgisinde partileşmede ve gerillalaşmada önemli bir mesafe kat ettiğimiz, değişim ve yenilenme sürecini güçlü bir biçimde geliştirdiğimiz kesindir. Bunun etkisi önümüzdeki yıllarda sürekli pratiğe yansıyacak, tarihi bir gelişme olarak 33. parti yılının temel bir kazanımı olarak en başta vurgulama gereği vardır.
Diğer yandan 33. PKK yılının en önemli olay ve gelişmelerinden biri olarak İmralı’da Önder Apo’nun yürüttüğü çalışmaları ve devletle sürdürdüğü görüşmelerde ulaşılan düzeyi vurgulamak gerekir. İmralı’da gerçekleşen Önder Apo devlet görüşmelerine paralel, PKK-devlet görüşmelerinin de yaşanmış olduğu geçen süreçte birçok boyutuyla kamuoyuna yansımış durumdadır. Uzun bir diyalog süreci içinde gerçekleşen bu görüşmeler, Önder Apo’nun Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için hazırlayıp sunduğu siyasi protokollere kadar ulaşmıştır. Her ne kadar AKP hükümetinin onaylamaması sonucu müzakere aşamasına geçilememiş, dolayısıyla süreç Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü yönünde gelişemeyerek bir tıkanmaya ve bundan dolayı çatışmalara yol açmış olsa da, mücadeleye zemin oluşturacak protokollere kadar ulaşmış olunması PKK-TC görüşmelerinin önemli bir olay olduğunu açıkça gösterir. Bugün o süreç işlemiyor olsa ve kapsamlı bir çatışma durumu yaşanıyor bulunsa da, mevcut görüşmelerin önemsiz olduğu ve tümden etkisini yitirdiği söylenemez. Kuşkusuz bu da 33. parti yılının çok önemli bir kazanımı olmaktadır. Çünkü Kürt sorununun barışçıl, siyasi yollarla çözülebileceğini göstermektedir. Eğer taraflar gerçekten demokratik davranırlarsa, özellikle TC devleti ve onu yönetenler Kürt olgusunu, Kürt halk gerçeğini ve bu halkın demokratik haklarını kabul ederlerse, Kürt sorununun barışçıl demokratik yöntemlerle, diyalog ve görüşmelerle çözülebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla çatışmanın, savaşın bir kader ve zorunluluk olmadığı, eğer çözüm niyeti olur ve demokratik davranış gösterilirse savaşsız ve çatışmasız bir çözümün mümkün olduğu ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan hem Önder Apo’yla hem partimizle TC devlet heyetinin bu kadar uzun süre ve açık görüşme yapmış olması bugün AKP hükümetinin savaş dayatmasını ve buna gerekçe olarak sunduğu savların hepsini çürütmektedir. Özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söz ve ifadelerini bizzat bu gerçeklik boşa düşürmektedir. Söz konusu görüşmeler PKK’nin ‘cani örgüt, cinayet örgütü, terör örgütü!’ olduğunu söyleyenleri açıkça yalanlamaktadır. Bu tür söylemlerde bulunanlara “Madem PKK böyleydi, nasıl o düzeyde kapsamlı ve uzun görüşmeler yapabildiniz diye sormazlar mı? Demek ki aslında bugün söylediklerine AKP’nin kendisi de, onun yöneticileri de gerçekten inanmamaktadır. Dünkü tutumlarıyla bugünkü söylem ve tutumları derin bir çelişki oluşturmaktadır. Bu da onların inanırlığını, güvenirliğini zedelemekte, yok etmektedir. Saldırgan olanın ve çözümsüzlükte ısrar edenin AKP hükümeti ve TC devleti olduğunu açıkça göstermektedir. Böylece AKP hükümeti deşifre ve tecrit olmakta, Türkiye ve dünya kamuoyundaki etkisi azalarak, gittikçe Kürt sorununda çözümsüzlüğü ifade eden faşist milliyetçi bir çizgiye kaydığı kamuoyu tarafından ifade edilmektedir. Aslında her ne kadar kalıcı bir çözüm yaratmamış olsa da, hem İmralı’daki hem de dışarıdaki görüşmeler özgürlük mücadelemiz açısından önemli bir gelişmeyi ve kazanımı ifade etmiştir. Tersinden çözümsüzlükte ısrar eden AKP’nin faşist milliyetçi politikaları açısından ise ciddi bir darbe ve kayıp anlamına gelmiştir. Çünkü AKP’nin manevra alanını daraltmış, inanırlığını ve güvenirliğini zedelemiştir. Ne yapmak istediği konusunda net ve kararlı bir tutuma sahip olmadığı gerçeği herkes tarafından görülür olmuştur. Bu da AKP’yi ve onun eliyle yürütülmeye çalışılan topyekun imha ve tasfiye konseptini zayıf ve güçsüz kılmaktadır.
33. PKK yılının önemli bir kazanımı olarak 12 Haziran genel seçimlerinde özelde Kürt demokratik siyasetinin, geneldeyse Türkiye demokrasi hareketinin aldığı sonuçları da ifade etmek gerekir. AKP’nin bütün engellemelerine ve devlet imkanlarını kullanmasına, birçok gücün AKP arkasında saf tutup onu desteklemesine, demokratik siyasetin yüksek seçim barajı nedeniyle parti olarak, örgütlü bir biçimde seçimlere katılmasına izin verilmemesine ve son derece eşitsiz koşullarda ve imkansızlıklara dayalı olarak bağımsız aday gösterme yöntemiyle katılmasına rağmen, 12 Haziran seçimlerinde Emek, Özgürlük ve Demokrasi Blok’unun elde ettiği sonuçları gerçekten de tarihi bir siyasi kazanım olarak görmek gerekir. Bu durum 29 Mart 2009 yerel seçim başarısını ve 12 Eylül 2010 referandum sonuçlarını perçinleyen, daha da geliştiren, Kürt halkının siyasi tutumunu ve tercihini kararlı bir biçimde netçe ortaya koyan bir sonucu ifade etmiştir. Öyle ki Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun mevcut durumda ulaşılabilecek hemen hemen en yüksek milletvekili seçtirme düzeyine ulaşmıştır. 12 Haziran genel seçimlerinin en önemli bir siyasi sonucu bu olmuştur. Bu durum tersinden AKP’nin hesap ve umutlarının başarısız olması ve gerçekte seçimi kaybetmesi sonucunu doğurmuştur. Her ne kadar oylarını artırmış olsa da, planlamalarını ve hedeflerini gerçekleştirecek güce ulaşamamıştır. AKP herhangi bir siyasi parti değildir. Ancak devleti tümüyle ele geçirdiğinde kazanımlarını koruyacak bir karaktere sahiptir. İşte AKP’yi hemen seçim ardından adeta çılgına çeviren, muhalefetin siyasi iradesini kırmak için her türlü küfür ve hakaretle saldırıya geçmesine yol açan, bunu BDP’ye, Kürt halkına ve Kürt özgürlük hareketine karşı topyekun bir saldırıya kadar vardıran temel husus da işte budur.
AKP seçimle alamadığını faşist baskı ve terörle almak istemesidir
12 Haziran seçim sonuçları en çok da AKP’nin umut ve hesaplarını bozmuştur. Onun mecliste yeni anayasa yapacak kadar bir sayıya ulaşıp Türkiye’yi istediği gibi kendi çıkar ve hegemonyası temelinde yeniden yapılandırma umut ve hesapları özellikle Demokrasi Bloğu’nun elde ettiği kazanımlar nedeniyle boşa çıkmıştır. Bu da AKP’yi günümüzde uyguladığı saldırgan politikaları izlemeye götürmüştür. Seçimle hesap ettiği, planladığı sonuçlara ulaşamaması onu baskıyla, terörle hegemonyasını kurma, istediğini kabul ettirme arayışına yöneltmiştir. Özellikle Kürt özgürlük hareketine, Kürt demokratik siyasetine karşı ideolojik, siyasi ve askeri planda son aylarda geliştirdiği topyekun imha ve tasfiye amaçlı saldırılar bunu ifade etmektedir. Eğer seçimde istediği sonuçları alsaydı mevcut politikaları izlemeye ihtiyacı kalmayacaktı. Şimdiki saldırgan politika izlemesinin nedeni seçimde alamadığı sonuçları faşist baskı ve terörle almak istemesidir. Bu da gösteriyor ki, AKP seçimde kaybetmiş, aslında 12 Haziran seçiminin esas kazananı genelde Türkiye demokrasi hareketi, özel olarak da Kürt demokratik siyaseti olmuştur.
Son olarak 14 Temmuz’dan bu yana gelişen kapsamlı çatışma ve savaş durumunun yarattığı sonuçları da bunlara eklememiz gerekiyor. Aslında bu sürecin hemen seçim ardından 15 Haziran’la birlikte başladığı bilinmektedir. Önder Apo da seçimden itibaren ortaya çıkacak sonuçlara göre yeni bir sürecin gelişeceğine işaret etmişti. Nitekim 12 Haziran seçimlerinde demokratik siyasetin kazandığı büyük başarıyı dikkate alarak AKP hükümetine sürecin barışçıl siyasi çözüm yönünde ilerlemesi için somut çağrılarda bulundu. Operasyonların durdurulmasını, yeni anayasa ve barış komisyonlarının kurulmasını önerdi. Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde rol oynayabilmesi için kendi koşullarının düzeltilerek fırsat verilmesi durumunda, sürecin barışçıl siyasi çözüm temelinde gelişeceğini açıkça ifade etti. Bu konuda Türk başbakanına ve yeni oluşan meclise çağrı yaptı. Önder Apo’nun bu görüş ve çağrısına Yürütme Konseyimiz de olduğu gibi katıldı. Operasyonların durdurulması, protokollerin kabul edilmesi ve Önder Apo’nun koşullarının düzeltilmesi temelinde sürecin barışçıl siyasi çözüm yönünde ilerleyeceğini kamuoyuna açıkça deklere etti. Bu konuda yeni meclise ve AKP hükümetine çağrıda bulundu.
Fakat süreç gösterdi ki, AKP hükümeti Kürt sorununun çözümünden yana değil. Barışçıl siyasi çözüm sürecinin gelişmesini istemiyor. Aslında Türkiye’nin demokratikleşmesi diye bir sorunu yoktur. Onun derdi kendi hegemonik iktidarını daha çok sağlamlaştırma ve kurmadır. Bütün iktidar kanallarını kendi denetimine almadır. Seçim sonuçlarını ve yeni anayasa çalışmalarını AKP’nin hegemonik iktidarını sağlamlaştırma temelinde kullanmak istemesidir. Dolayısıyla bu yaklaşımı temelinde AKP hükümeti seçimden sonra gerilimi artırdığı gibi, Önder Apo’nun ve yönetimimizin talep ve çağrılarını görmezden gelmiş, reddetmiş, tersine Kürt demokratik siyasetini imha ve tasfiye operasyonlarını daha da artırarak, Kürt halkının siyasi iradesini kırıp esir almaya dönük bir saldırıyı geliştirmiştir. Operasyonları durdurmadığı gibi, askeri ve siyasi operasyonları daha da kapsamlı hale getirip hızlandırmıştır. Önder Apo’nun koşullarını düzeltmediği gibi, İmralı’da avukat görüşmelerine yasak koymuştur. PKK’yi imha ve tasfiye etmek istediğini açıkça ilan ederek topyekun bir saldırı içine girmiştir.
İşte 14 Temmuz’dan itibaren hareket ve halk olarak biz de Demokratik Özerklik hamlesiyle bu topyekun imha ve tasfiye saldırısına karşı yeni bir direniş süreci içerisine girmek durumunda kaldık. AKP hükümetinin imha ve tasfiye amaçlı saldırıları bizi Demokratik Özerkliği kendi gücümüzle, direnerek inşa etmek zorunda bıraktı. Bu da her alanda AKP’nin imha ve tasfiye amaçlı saldırganlığına karşı gerilla, halk ve bir bütün hareket olarak direnmemizi gündeme getirdi. Son dört ayı aşkın süredir Kürdistan’da yeniden böyle kapsamlı bir çatışma süreci yaşanıyor. Otuz yıldır süren savaşın en şiddetli dönemlerinden biri yaşanıyor. Çatışmalar tarafların karşılıklı hamleleriyle şimdiye kadar olan en şiddetli boyutlardan birine ulaşmış bulunuyor. AKP hükümeti ABD ve NATO’dan aldığı destekle içte psikolojik savaşı ve faşist terörü azgınca geliştirerek gerillayı ezmek, Kürt halkının siyasi iradesini kırmak ve böylece Özgürlük hareketimizi imha ve tasfiye etmek istiyor. Biz de hareket ve halk olarak bu faşist ve soykırımcı saldırganlığa karşı Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlamak ve Demokratik Özerkliği inşa etmek üzere topyekun bir direniş gösteriyoruz. İdeolojik olarak, siyasi olarak, askeri olarak, diplomatik olarak her alanda direniş mücadelesini çok boyutlu bir biçimde geliştiriyoruz.
Direniş mücadelemiz 33. kuruluş yıldönümünde yine bir zirveye ulaşmıştır
PKK’nin 33. kuruluş yıldönümünü yaşarken, bu direniş mücadelesi en ileri boyutlardan birine, yeni bir zirveye ulaşmış bulunuyor. Yeni parti yılına hareket ve halk olarak böyle kapsamlı bir ideolojik, siyasi ve askeri direniş mücadelesi içerisinde giriyoruz. PKK’nin direniş gerçeği, direniş ruhu, direniş tutumu yeni bir parti yılına girerken de devam ediyor. Henüz nasıl sonuçlanacağı belli olmasa ve ciddi zorluklar, kayıplar ve bedeller pahasına yürütülse de, şu ana kadar yürüttüğümüz direniş mücadelesinin ortaya çıkardığı çok önemli sonuçlar ve kazanımlar olmuştur. Elbette sonuçlanmamıştır ve nereye ulaşacağı bundan sonra yaşanacak mücadelenin sonuçlarıyla belli olacaktır. Fakat şu ana kadarki direniş mücadelemizin ortaya çıkardığı sonuçları da önemli kazanımlar olarak görmek gerekir. Her şeyden önce şunu bilelim: Seçimler ardından AKP hükümeti demokratik siyasetçileri tutuklamaya ve iradelerini kırmaya dönük saldırı içine girerken, yine Önder Apo üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve imha sürecini geliştirirken, hareket ve halk olarak, özellikle de gerilla olarak bizim buna karşı direnemeyeceğimizi, direnmek istesek bile etkili bir direniş geliştiremeyeceğimizi düşünüyordu. “Ben istediğimi söylerim, istediğimi ezerim, istediğimi tutuklarım, istediğimi yaparım diyor, fakat buna karşı Kürt halkının ve PKK’nin yapabileceği çok fazla bir şeyin olamayacağını sanıyordu. Böyle yanlış bir hesap içindeydi. Oysa dört aylık direniş AKP’nin bu hesap ve umutlarını kökünden kırarak yerle bir etti. Dersim’den Serhat’a, Amanos’a, Amed’e, Zagros’tan Botan’a, Haftanin’den Kandil’e, Doğu Kürdistan’a kadar yürüttüğümüz direniş mücadelesi AKP’nin umut ve hesaplarını kökünden bozdu. Özellikle Şemdinli’de, Çukurca’da kahraman gerillamızın geliştirdiği ve Türk ordusuna tarihinin en ağır kayıplarını yaşatan büyük direnişler ordu ve hükümet olarak Türkiye yönetiminin iradesini ciddi biçimde kırdı. Şimdi bunun sonucunda AKP hükümeti büyük bir çıkmaz içindedir. Kendi eliyle yarattığı ve içine girdiği bu çatışma sürecinden nasıl çıkacağının, nasıl kurtulacağının arayışı içindedir. Hükümetin ciddi bir biçimde zorlanmakta olduğunu bizzat kendi sözcüleri ve taraftarları açıkça ifade etmektedirler.
AKP’nin imha ve tasfiye konseptine karşı mücadelemiz henüz güçlü bir biçimde sürüyor olsa ve tam kalıcı bir sonuca ulaşmamış bulunsa da, şimdiye kadarki sonuçları itibariyle AKP’nin, PKK’nin direnemeyeceği, kendisine darbe vuramayacağı, savaşamayacağı yönündeki hesap ve beklentilerinin bozulmuş olması bile çok önemli bir sonucu ifade etmektedir. AKP faşizmine, sömürgeciliğine ve soykırımına vurulmuş ciddi bir darbe olmaktadır. Her halükarda PKK’nin direnebileceğini, gerillanın kahramanca direniş çizgisini her koşulda geliştireceğini, Kürt gençliğinin daha çok gerillalaşarak özgürlük ve demokrasi mücadelemizi her koşulda yürüteceğini ve Kürt halkının özgür yaşamdan asla vazgeçmeyeceğini, olacaksa bir yaşam bunun mutlaka özgürce olacağını, buna göre bir tutumu ve direnişi geliştirebileceğini netçe ortaya koymuştur. Dolayısıyla PKK’nin ilk gündeki doğuşundan itibaren esas aldığı özgür ve demokrasi çizgisinin bugün de devam ettiğini, gelişerek ve derinleşerek tüm toplumu kucaklama temelinde sürdüğünü ortaya koymuştur. PKK mücadelesinin, ruhunun, direncinin, ideolojik ve siyasi çizgisinin devam ettiğini dost düşman herkese göstermiştir. Bu da 33. parti yılının çok önemli bir durumu ve kazanımını ifade etmektedir. Görülüyor ki, 33. PKK yılında da önceki yıllar gibi özgürlük ve demokrasi çizgisinde direnilmiş, mücadele edilmiş ve önemli kazanımlar yaratılmıştır. Faşist soykırımcı saldırganlık ne kadar barbar ve katliamcı olursa olsun ve mücadele ne kadar bedel isterse istesin, böylesi bir saldırganlığa karşı cesaret ve fedakarlık gösterilip her türlü bedel ödenerek PKK direnişçiliği ve Kürt kahramanlığı 33. parti yılında da yaşatılmış ve geliştirilmiştir. Bu anlamda 33. parti yılımızda PKK’nin şanına ve çizgisine, Önderlik ve şehitler gerçeğine uygun büyük bir mücadele ve kazanım yılı olmuştur.
Bazıları yani psikolojik savaş uzmanı AKP kalemşörleri bu gerçekleri çarpıtarak “PKK yanlış hesap yaptı, doğru değerlendiremedi, Arap Baharından etkilenerek bir Kürt baharı yaratmak istedi, ama başarılı olamadı diyorlar. Yani AKP’nin imha ve tasfiye amaçlı saldırıları karşısındaki direnişimizin başarılı olmadığını propaganda ederek halkımızı etkilemeye çalışıyorlar. Tabii bunların hepsi bilinçli ve planlı psikolojik savaş uygulamalarıdır. Gerçekleri çarpıtmaya ve toplumu yanlış yönlendirmeye yönelik bu çabalar otuz yıldır Türk devletinin ve son olarak da AKP hükümetinin yürüttüğü özel savaşın temel bir parçasıdır. Biz hareket ve halk olarak düşman gerçeğini, onun yürüttüğü özel savaş ve psikolojik savaş gerçeğini çok iyi biliyoruz. Kaldı ki hareket olarak biz hata ve eksikliklerimizi görmede, açığa çıkarmada, eleştirip düzeltmede herhangi bir sakınca görmüyoruz. Bu konuda en demokratik, en açık örgüt ve hareket konumundayız. Nerede hata yaptık, yanlışımız oldu, neresi eksik kaldı, bunlar nasıl giderilebilir hususlarını herkesten çok biz kendimiz tartışıyor ve düzeltiyoruz. Neyi başardığımızı, nerede başarısız olduğumuzu her zaman korkusuzca ve kaygısızca ifade ediyoruz. Şimdi de varsa eksiklik ve hatalarımızı bulmaktan, gidermek için çaba harcamaktan geri durmadığımız açıktır. Bu bakımdan bizi bu tür propagandalarla etkileyebileceğini sananlar boşa uğraşıyorlar.
PKK’yle Kürdistan’da her gün, her mevsim, her yıl bahar yaşanıyor
Diğer yandan PKK’nin bir Kürt baharını yaratamadığını söylemek aslında en büyük yalanı söylemektir. Arabistan’da ocak ayından bu yana bir bahar yaşandığı söyleniyor. Oysa PKK’yle Kürdistan’da her gün, her mevsim, her yıl bahar yaşanıyor. Kürdistan bir bahar ülkesi, Kürt halkı baharlaşmış bir halk haline getirilmiş bulunuyor. Ortadoğu’da sekiz aydır yaşanan özgürlük mücadelesi Kürdistan’da PKK’yle 33 yıldır yaşanıyor. Bu gerçeği göremeyenler, görüp de çıkarları gereği ifade etmeyenler elbette ki tarihin en büyük körü ve yalancısı durumuna düşüyorlar. 33 parti yılında olduğu gibi bugün de Kürdistan’ın dört bir yanında; kuzeyinde, güneyinde, doğusunda, batısında özgürlük ateşi gür bir biçimde yanıyor. Her alanda gençler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar özgür bir yaşam için büyük bir cesaret ve fedakarlıkla mücadele ediyorlar. Halk direniyor, gerilla savaşıyor, Önder Apo direnişe öncülük ediyor. Kürt halkı en güzel günlerini özgür yaşam için bedeli ne olursa olsun, cesaret ve fedakarlıkla ödeme temelinde kendi özgücüyle dişiyle tırnağıyla direnerek, sökerek özgür ve demokratik yaşamı adım adım kazanıyor, yaratıyor. Bundan daha güzel ne olabilir ki? Bir halk için bundan daha iyi, daha güzel, daha mutlu bir durum nasıl olabilir? İradesizlik mi, örgütsüzlük mü, direnişsizlik mi, kölelik mi, boyun eğmecilik mi daha güzeldir? Kürtlere bunlar da dayatıldı. Bazı dönemlerde belli bir toplum kesimine bunlar da yaşatıldı. Ama PKK’yle artık kölelik kırılmıştır, sömürgecilik yenilmiştir, soykırıma dur denilmiştir. Özgür birey, özgür toplum gerçeği ortaya çıkarılmıştır. Özgür yaşamın önü açılmış, büyük özgürlük yürüyüşü başlatılmıştır. Resmi parti yılı olarak otuz üç, ilk çıkış olarak otuz dokuz yıldır sürüyor bu yürüyüş. 33. yılın sonunda özgürlük yürüyüşümüz daha canlı, daha gür, daha bütünlüklü, daha umutlu daha kapsamlı devam ediyor. Zafere kadar da devam edeceğinden hareket ve halk olarak asla kuşku duymuyoruz.
Değerli yoldaşlar
PKK’nin resmin kuruluşundan itibaren 34. mücadele yılına girerken son derece kritik bir süreçten geçtiğimiz kesindir. Sürecin kritikliği hem imkanların hem de tehlikenin birlikte var olmasından ileri gelmektedir. İçinde bulunduğumuz mücadele sürecinin doğuş ve gelişme süreci değil çözüm süreci olması da sürecin kritikliğini ortaya koymaktadır. Yani genelde 39 yıllık, resmi olarak da 33 yıl boyunca PKK öncülüğünde yürüttüğümüz özgürlük ve demokrasi mücadelemizin hangi düzeyde kalıcı siyasi sonuçlar ortaya çıkaracağı bu içinde bulunduğumuz süreçte netleşecektir. Bu nedenle biz bu içinde bulunduğumuz sürece final süreci dedik. Belki de 34. parti ve mücadele yılımız final sürecinin sonucunu tayin edecektir. Dolayısıyla kalıcı bir siyasi yapılanma ortaya çıkacaktır. Kürdistan üzerinde onlarca yıldır yürütülen çok yönlü mücadele bir sonuca bağlanacak, belli siyasi sonuçlar yaratacaktır. Aynı şekilde 20 yıldır Ortadoğu’da süren savaşın da bölgenin siyasal yapılanmasında kalıcı sonuçlar ortaya çıkarmaya doğru gittiği netçe görülmektedir.
Ocak ayından bu yana Tunus ve Mısır’dan başlayarak gelişen ve bugün Suriye üzerinde odaklaşan, Arap Baharı biçiminde isimlendirilen süreç buna işaret etmektedir. Bu durumu çok önceden Önder Apo III. Dünya Savaşı olarak tanımlamıştı. Belli ki Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı, Ortadoğu eksenli bir dünya savaşını son 20 yıl içerisinde yaşadık ve halen de yaşıyoruz. Bu savaş dünyanın birçok bölgesini de içine almış, çok değişik düzeyde çatışmalara ve siyasi mücadelelere yol açmış, belli siyasi sonuçlar ortaya çıkarmış bulunuyor. Tıpkı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi III. Dünya Savaşı’nın odaklandığı yer de tartışmasız Ortadoğu’dur. Bu süreç, 1990-91’de gelişen Körfez krizi ve savaşıyla başlamıştır. Günümüze kadar da bu savaş Doğu Avrupa’da, Kafkasya’da, Asya’nın çeşitli kesimlerinde, Afrika’nın ve Amerika’nın çeşitli alanlarında belirli düzeyde sürmüştür. İçinde bulunduğumuz süreçte bu savaşın Ortadoğu’da bir sonuca gideceği gözüküyor. III. Dünya Savaşı’nın da sonuçlanma aşamasına gelinmiş bulunuluyor. Fakat bu sonucun nasıl olacağı Kürdistan ve çevresindeki mücadelenin sonuçlarıyla belirlenecektir. Nitekim silahlı çatışmalı durum Suriye ve İran alanına gelip dayanmış durumdadır.
Kürdistan üzerindeki çok yönlü mücadele ve savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Irak’ta her ne kadar Saddam rejimi yıkıldıysa da, henüz kalıcı bir siyasi yapı yaratılabilmiş değildir. Türkiye de çok köklü bir değişimi ve yeniden yapılanmayı yaşıyor. Tıpkı büyük savaşlar yaşayan, rejimleri yıkılan ülkeler gibi yeni bir anayasa yapmaya çalışıyor. Ortadoğu’nun hemen bütün ülkeleri yeni anayasa arayışı içindeler. Bu ne anlama geliyor? Eski siyasi yapılarla rejimlerin götürülemediğini, bu nedenle yeni siyasi yapıların şekillenmesini, kurulmasının zorunlu hale geldiğini ifade ediyor. Bu bakımdan partimizin 34. mücadele yılının hem Kürdistan’da hem de Kürdistan’ı egemenlik altında tutan devlet sınırları içerisinde köklü değişikliklerin yaşanacağı bir yıl olacağı daha şimdiden anlaşılıyor. Bu değişikliklerin aynı zamanda Ortadoğu’daki yeni siyasi statünün nasıl şekilleneceğini belirleyeceği netçe görülüyor. İşte böyle kritik bir değişim ve yeniden yapılanmanın yoğunca yaşandığı bir mücadele ortamında bütün siyasi güçler kendi durumlarını tekrar tekrar gözden geçiriyorlar. Sürece uygun politikalar yaratmaya, ilişki ve ittifaklar oluşturmaya, dolayısıyla bu değişim ve yeniden yapılanma sürecinden başarıyla çıkmaya çalışıyorlar. Mücadele oldukça kapsamlı yoğun ve karmaşık geçiyor. Dolayısıyla bu karmaşıklığı görmek, anlamak önceden çeşitli güç ilişkilerini ve farklı kesimlerin geliştireceği politikaları bilince çıkarmak ve buna göre politika, örgütlenme ve eylem geliştirmek, tutum ve tedbir almak bu süreçten başarıyla çıkabilmek için çok önemli hale gelmiştir. Bu bakımdan da daha derin anlamaya, daha fazla öngörüye, daha dirayetli ve iradeli duruşa, daha çok çabaya, örgütlenmeye ve birliğe, mücadeleye ihtiyaç duyuluyor. Bu gerçeği tüm yoldaşların çok iyi görmesi ve anlaması gerekiyor.
Dikkat edilirse, böyle bir süreçte küresel kapitalist sistemin öncü güçleri önemli bir aktör olarak sürece müdahil olmaya çalışıyorlar. Buna ABD öncülüğü diyoruz. ABD müttefikleriyle birlikte bu süreci kendi çıkarları doğrultusunda, küresel kapitalizmin çıkarları ve ihtiyaçlarına uygun olarak yürütmeye, yönetmeye ve yeni Ortadoğu’yu küresel kapitalizmin çıkarları temelinde şekillendirmeye çalışıyor. Bunun için Tunus ve Mısır’da başlayan ve bütün Arap alemine yayılan halk isyanlarını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye ve değerlendirmeye çalışıyor. Bu konuda çok yoğun bir çaba içinde olduğu, değişik politikalar geliştirdiği görülmektedir. Gerektiğinde ekonomik yaptırımları, gerektiğinde siyasi ambargoları uyguladığı gibi, gerektirdiğinde de askeri müdahalede bulunmaktan çekinmiyor. Özellikle Libya olayı bu gerçeği net biçimde açığa çıkardı ve gösterdi. Şimdi Mısır ve Tunus’tan itibaren gelişen ve Libya’da ulaşılan sonuca dayanılarak Suriye ve İran’daki karşıt rejimleri etkisizleştirmeyi hedefliyor. Bunların yanında Türkiye’de yeni bir anayasa hazırlayarak artık kendi çıkarlarına hizmet etmeyen 12 Eylül faşist askeri rejimin kalıntılarından kendini kurtarmayı ve Irak’ta yürüttüğü mücadelenin sonuçlarını kalıcı bir siyasi yapıya dönüştürmeyi hedefliyor. ABD politikalarının bu temelde gelişmekte olduğunu görmek ve anlamak zor değildir. Bunun için de elbette çeşitli güçlerin desteğine, yeni ilişki ve ittifaklara ihtiyaç duyuyor. Bu noktada ABD politikaları önündeki en önemli sorunlardan bir tanesi Kürt sorunu oluyor. Kürt sorunu Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de mevcut rejimlerin nasıl değişip şekilleneceği konusunda belirleyici bir rol oynama konumunda bulunuyor. Bu bakımdan da ABD’nin de giderek Kürt politikasını somutlaştıracağı ve yoğunlaştıracağı anlaşılıyor. Bu konuda TC’nin imhacı ve inkarcı kliği gibi Kürtleri tümden reddedip Kürt iradesini tümden etkisizleştirmeyi öngörmese de, ABD politikalarının da güçlü bir Kürt iradesinin ve demokrasinin ortaya çıkmasını istemediği anlaşılıyor. Bu anlamda ABD politikaları bir yandan eskinin o katı imhacı ve inkarcı çizgisiyle uyuşmazken, diğer yandan özgürlükçü ve demokratik güçlü bir Kürt iradesinin de ortaya çıkmasından yana değildir. Bu noktada özgür Kürt iradesini frenlemeye, denetlemeye, etkisizleştirmeye, dolayısıyla Kürtleri de kendi denetimine alarak Ortadoğu’daki yeniden yapılanma sürecinde istediği gibi kullanmaya çalışıyor. ABD’nin bu politik yapısını, duruşunu iyi görmek, analiz etmek ve buna uygun tutumları geliştirmeyi bilmek gerekiyor.
ABD Türk yönetimine ve AKP’ye ihtiyaç duyuyor
ABD yönetimi, özellikle Suriye ve İran’daki karşıt rejimlerle çatışırken ve Kürdistan’daki mücadeleyi yönetmeye çalışırken yeni ilişki ve ittifaklara ihtiyaç duyuyor. Onun için daha güçlü ittifaklar, dayanaklar gerekiyor ve bu noktada yüz elli yıldır kapitalist sistemin hazırladığı Türk devletini ve onun son yönetimi olan AKP hükümetini kullanmak istiyor. ABD politikaları daha çok Türk yönetimine ve AKP’ye ihtiyaç duyuyor. Onlara dayanarak özelikle İran ve Suriye’deki çatışmaları sonuca götürmek istiyor. Bu da Türkiye’nin durumunu, Türkiye’deki rejimin ve yönetimin politikalarını etkiliyor, öne çıkartıyor. Bölgesel mücadelede Türkiye’yi daha önemli bir aktör konumuna getiriyor. Fakat sadece Türkiye’ye dayanarak Ortadoğu’daki egemenlik mücadelesini yürütemeyeceğini ABD yönetimi de çok iyi görmüş ve anlamış bulunuyor. Bu bakımdan Arap iradesine eskisinden daha fazla yer vermeye çalıştığı gözleniyor. Yine İran’a son derece temkinli yaklaşıyor. Bunların yanında Kürt halkının stratejik rolünü, yerini, konumunu da her zamankinden daha iyi anlayarak Kürtlere de kendi politikaları doğrultusunda ve çıkarlarına uygun bir biçimde yer vermeyi uygun görüyor. Bu, elbette ki çok güçlü ve özgürlükçü olmayan, iradesi zayıf, ama çevresi üzerinde varlığını da hissettiren bir Kürt gücü aramayı ifade ediyor. Bizim bu ABD politikalarını görerek doğru değerlendirip buna uygun yaklaşımlar geliştirmemiz gerekiyor. Bir yandan yanlış politikalarla provokasyonlara gelerek yersiz çelişki ve çatışmalara girmemek kadar, Kürt gücünü ve iradesini zayıflatıcı, egemenlik altına alıcı, yönlendirici politikaların da uzantısı ve aleti haline gelmemeye dikkat etmemiz gerekiyor. Kendi gücümüzü özgür irade ve örgütlülük temelinde geliştirerek bölge halklarının kardeşliği, demokratik yaşamı ve birliği doğrultusunda barış ve demokrasi yönünde kullanmamız kesinlikle gerekli oluyor.
Diğer yandan başta Türkiye yönetimi olmak üzere Suriye, Irak ve İran yönetimlerinin ve değişik Kürt örgütlerinin geliştirdiği politikalar da var. Bunları da tek tek görüp buna uygun politik yaklaşımlar ve pratik mücadeleler geliştirmemiz gereklidir. Özellikle inkarcı TC sistemi, ABD politikalarının Türkiye’ye ihtiyaç duymasından da yararlanarak, son derece esnek, sinsi, oyalamacı ve pragmatist bir siyaset izleyen AKP eliyle Kürt imha ve tasfiyesini geliştirme çabası içindedir. AKP-ordu-bürokrasi uzlaşmasının da bu temelde geliştiği anlaşılıyor. Özellikle AKP ve Türkiye içindeki Kürt inkarı ve imhasını esas alan kesimler ABD’nin Suriye ve İran’la çelişki ve çatışması ve Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme sürecinde Türkiye’ye muhtaç olmasından yararlanarak, PKK’yi imha ve tasfiye planını hayata geçirmek istediği görülmektedir. Bu çerçevede ABD’nin gücünü PKK’nin ve Kürt halkının üzerine sürerek onları imha ve tasfiye etmek istediği anlaşılıyor. Bu oldukça tehlikeli, soykırımcı, faşist bir politikadır. Şu haliyle AKP ve Türkiye yönetimine hakim olan politik çizginin bu olduğu da ortadadır. Türkiye’den gelişen bu politikalara ve bu temelde ortaya çıkabilecek çeşitli oyun ve provokasyonlara karşı da uyanık olup ve etkili bir mücadele yürütürken, aynı zamanda demokratik bir Türkiye arayışı içinde olan tüm kesimleri uyarmamız, bilinçlendirmemiz, onlarla ilişki ve ittifak içerisine girerek demokratik Türkiye’yi yaratma mücadelesini yükseltmemiz gerekiyor.
İran ve Suriye rejimlerine gelince, özellikle Irak’ta Saddam yönetiminin devrilişi ardından PKK ve genelde Kürtlere karşı Türkiye’yle ittifak yaparak ABD politikalarının kendilerine yönelmesini ve bir tür uzlaşma yaratmayı başardılar. Bu politika kendilerini yedi-sekiz yıllık bir süre içinde yaşattı. Anti-Kürt üçlü ittifaka dayalı olarak hep yaşayabileceklerini, özellikle Türkiye’nin Kürt inkarı politikasından güç alıp Türkiye’yi etkileyerek ABD politikalarını etkisiz kılabileceklerini sandılar. Fakat bu politikanın ancak 7-8 yıllık hükmünün olduğu, artık sonunun geldiği, ABD politikalarının ve yürüttüğü III. Dünya Savaşı’nın Suriye ve İran’la savaş konumuna dönüşmeye başladığı açıkça görülüyor. Bu da anti Kürt üçlü ittifakının artık dağıldığını, Türkiye yönetiminin ve AKP hükümetinin Suriye ve İran’la gittikçe daha fazla çelişkili ve çatışmalı hale geldiğini görüyoruz. Hem ABD’yi hem de İran ve Suriye’yi iki koltuğunda taşıyıp idare etmeye çalışan Türkiye politikasının sonuna gelindiği ve TC’nin Libya olayından bu yana açıktan ABD’yle anlaşarak tümüyle ABD güdümüne girdiği anlaşılıyor. Bu durum giderek ABD’yle Suriye ve İran çelişki ve çatışmasını tırmandırırken, aynı zamanda Türkiye’nin de İran ve Suriye’yle çelişkili ve çatışmalı durumunun gelişeceğini bize netçe gösteriyor. Bu noktada AKP hükümeti İran ve Suriye’den önce PKK’nin ezilmesini istiyor. ABD politikalarının buna göre şekillenmesi için çaba harcıyor. Eğer biz doğru politikalar ile oyuna gelmez, provokasyonlara düşmez ve AKP hükümetinin komplo ve oyunlarını bozarsak, işte o zaman mevcut çelişkili ve çatışmalı durum en çok inkar ve imha sistemini zorlayacağını, bunun da Kürt iradesinin özgür bir biçimde daha fazla kendini açığa çıkartmasına yol açacağını gösteriyor. Yani mevcut durumda derinleşen çelişkili ve çatışmalı durumlar hem Kürt sorununun özgür Kürt iradesinin güçlü bir biçimde gelişimi temelindeki çözümü için imkan ve fırsat sunarken, hem de ciddi bir tehdit ve tehlikeyi de kendi içinde taşıyor. Bu noktada Kürdistan özgürlük hareketi olarak bizim gerçekleri zamanında ve yeterince aydınlatarak halkı bilinçlendirmek kadar, doğru ve etkili politikalar izleyerek ve örgütlü halkın mücadeleci gücünü yerinde ve zamanında eyleme dökerek sonuç alıcı pratikler geliştirmeye ihtiyacımızın olduğu açıkça görülüyor.
Yaşanan süreci doğru anlamalıyız
Bu siyasal durum dikkate alındığında, demokratik Kürt siyasetinin parçalarda ve genel Kürdistan’da birliğini ve ittifakını sağlam bir biçimde yaratması, Kürt halkını örgütleyerek örgütlü gücünü ve iradesini açığa çıkartıp harekete geçirmesi önemli olmaktadır. Birliğini yaratıp örgütlü gücünü açığa çıkarması temelinde çelişkili ve çatışmalı ortamlardan yaralanmayı bilmesi, gereksiz yere bölgesel ve dış güçlerle çatışmaya girmemesi, komşu halklarla birlikte kardeşçe ve demokratik birliktelik içerisinde yaşamayı öngören bir ilişki ve ittifak düzeni geliştirmesi, Kürt soykırımını yürütmek isteyen inkarcı faşist güçleri de teşhir ve tecrit ederek mücadeleyle etkisiz kılması gereklidir. Bunun için ABD politikalarını doğru anlamak, AKP’nin provokasyon ve oyunlarına gelmemek, ABD politikalarının uzantısı haline düşmemek kadar onunla gereksiz çatışma içerisine girmeyen bir tutumu geliştirip hakim kılmak gerekiyor.
Böyle dikkatli ve yaratıcı politika izlemek yanında, AKP eliyle geliştirilen imha ve tasfiye amaçlı soykırım saldırılarına karşı kesinlikle tavır almak, etkili mücadele etmek, bu saldırganlığı kırabilecek gücü ve iradeyi ortaya koymak mücadeleyi başarıya götürmek açısından zorunludur. Çeşitli oyunlarla ve psikolojik savaşla gerçekleri maskeleyerek geliştirilmek istenen bu politikaların faşist ve soykırımcı karakterinin teşhir edilerek imha ve tasfiye operasyonunun deşifre edilip tecridinin geliştirilmesi ve bu temelde direnişin geliştirilerek bu saldırıların kırılması gerekmektedir. Bununla birlikte elbette demokratik Türkiye’yi öngören bütün güçlerle, ideolojik çizgisi ne olursa olsun, Halkların Demokratik Kongresi temelinde bir birlik ve ittifakı geliştirebilmek hayati önem arz ediyor. Aynı zamanda dışımızdaki güçler arasındaki çatışmaların aleti konumuna düşmemek, dolayısıyla ABD’nin Suriye ve İran’la çatışması kadar Türkiye’nin de bu güçlerle çatışmasının tarafı olmamak politik ilkemiz olmalıdır. Bu siyasal ortamda Kürt halkının birliğine ve demokratik güçlerle ittifaka dayanarak, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını, Kürt sorununun demokratik temelde çözümünü birinci planda öngörme temelinde halkların kardeşçe ve birlik içinde demokratik yaşamlarını sağlatacak bir politika izlemek önem arz ediyor. Bazıları Kürtlerin bunu yapamayacağını sanıyorlar. Özellikle inkar ve imhadan yana olan bazı güçler bu ilkeli politikamızı çarpıtarak, bu temeldeki Kürt duruşunu farklı güçlerin uzantısına düşmekmiş gibi değerlendirmeye çalışıyorlar. Dışımızdaki bütün bölgesel ve küresel güçler kuşkusuz Kürtleri kendi etkileri altına almaya, kendi uzantıları konumuna getirmeye çaba harcıyorlar. Bu gerçekleri iyi görüp anlamamız, bunları yeterince teşhir ederek kendi özgür ve demokratik duruşumuzu birlik içerisinde sağlayıp ortaya çıkarmamız hayati önem arz ediyor. Bu noktada partimizin bir olgunluğu var.
Önder Apo’nun geliştirdiği ideolojik politik çizgi gerçekleri net biçimde ortaya koyarak önümüzü aydınlatıyor. Değişik parçalardaki Kürt örgütlerinin de bu konuda önemli bir olgunluğu yaşadığı, eskiye göre daha birlikçi ve olumlu biçimde olduğu gözleniyor. Bu, Kürtler açısından önemli bir tarihi gelişmedir. Gerçekten de bir ulusal konferans ya da kongrede birlik yaratma ve demokratik Kürt siyasal stratejisini oluşturma tarihsel görev haline gelmiştir. Bu temelde III. Dünya Savaşı sonuçlanırken, bunun güçlü bir Kürt demokratik duruşu ve iradesine yol açmasını ve Ortadoğu halklarının özgür iradelerini öngören kardeşçe ve demokratik birlik içerisinde yaşadıkları bir yeni siyasi sisteme kavuşmasını sağlatmaya çalışmak tarihi önem arz ediyor.
Değerli yoldaşlar
Partimizin 34. yılına girerken, çok net bir biçimde görülüyor ki, politik süreç oldukça karmaşık ve mücadeleci bir durum arz ediyor. Bu bakımdan sürecin bu gerçekliğini görmek, anlamak, çözümlemek ve buna uygun bir ideolojik, politik ve pratik bir duruş geliştirebilmek yaşamsal önemdedir. Her şeyden önce normal ve şimdiye kadar yaşadığımız süreçlere benzer bir süreç yaşanmıyor. Olağanüstü, kritik özellikler arz eden bir mücadele süreci içerisinde bulunuyoruz. Bu bakımdan da olağanüstü sürecin özelliklerine uygun bir tutumu, yaklaşımı olağanüstü bir kavrayış ve pratikle geliştirmemiz gerekiyor. Bunun için her şeyden önce bir kere sürecin bu karakterini doğru ve yeterli bir biçimde anlamaya ihtiyaç var. Bu süreci PKK’nin doğuş süreci gibi sanmak, 15 Ağustos Atılımı’yla gerillanın gelişme süreci gibi sanmak, hatta ’90’lı ya da 2000’li yıllar gibi değerlendirmeye çalışmak ve böyle algılamak büyük bir yanılgıdır ve süreci doğru anlamamaya götürür. Şunu iyi bilelim ki, o dönemlerin özellikleri farklıydı. Kuruluş döneminin özellikleri, gerillalaşma döneminin özellikleri, ’90’ların çatışmalı döneminin özellikleri, 2000’li yılların siyasi çözüm arayış sürecinin özellikleri farklıydı. Hem Kürdistan’da bizim yürüttüğümüz mücadelenin farklı süreçler ifade etmesi itibarıyla farklıydı, hem de bölgede ve dünyada yaşanan mücadelelerin farklı özellikler arz etmesi nedeniyle farklıydı. Şimdi bu değişim ve farkı iyi görmemiz ve algılamamız gerekli. Süreci doğru anlamaya ihtiyacımız var. Başarılı olabilmek için bir kere bu şarttır.
Bunları niçin belirtiyoruz? Çok yaygın olmasa da, içinde bulunduğumuz yeni sürecin özelliklerini tam ve yeterli olarak göremeyen, anlayamayan, dolayısıyla buna uygun politikalar, taktikler ve pratik eylem çizgisi geliştiremeyen tutumlar gözüküyor. Geçmişte alışılan durumlara göre, yaratılan alışkanlık ve oluşan tecrübeye göre bu sürece yaklaşmak, bu süreci onlarla kıyaslayarak “geçen yıl böyleydi, beş yıl önce şöyleydi, biz savaşı yürütürken şöyle yapıyorduk ve bu yeterli oluyordu. Dolayısıyla bugün de aynı şeyi yaparız ve yeterli olur gibi mukayeseli bir yaklaşımla süreci ele alan tutumlar görülmektedir. Bunun için de mevcut durumu anlamada ve ona uygun politikalar, taktikler ve tutum geliştirmede eksiklikler ortaya çıkıyor. İşte şimdi bütün arkadaşlar, “süreci anlamada eksikliğimiz oldu. Dolayısıyla 1 Haziran 2010 hamlesine yeterince hazırlanamadık, hazırlıklı yaklaşamadık, bu nedenle istediğimiz sonuç elde edilemedi. Hazırlıksız olmamızın nedeni de süreci iyi kavrayamamaktan geliyordu diyorlar. Benzer bir düzeyde olmasa da, bu yetersiz yaklaşımlar hala da etkisini gösteriyor. Birçok alanda hala geçmişle kıyaslayan, ona göre bu yılı değerlendiren, ele alan, genelde mücadele ve özelde savaşa bu temelde yaklaşmak isteyen tutumlar, eğilimler gözüküyor. Bu yanlıştır, süreci doğru anlamamaktan kaynaklıdır.
Süreci geçen yıllara göre mukayese etmek, bu çerçevede mücadeleyi normal ve yeterli görmek en hafif deyimle kendine göreliktir. Oysa siyasal sürecin ve bu yılın gereklerine uygun mu, değil mi, ona hiç bakmıyor. Halbuki içinde bulunduğumuz süreç çok farklıdır. Bu farklılık bizden farklı tutumlar göstermeyi, farklı görevleri yerine getirmeyi, farklı düzeyde bir ideolojik, siyasi ve askeri mücadele yürütmeyi istiyor. Bu gerçekler görülmediğinde güç ve imkanlar yeterince seferber edilmiyor, fırsatlar değerlendirilmiyor. Her alanda örgütlerimizin çok fazla gücü varken, mücadele imkanlarımız çok fazlayken, bunların yüzde onu bile yeterince değerlendirilemiyor. Adeta yüzde sekseni, doksanı atıl kalıyor, pasif kalıyor, potansiyel durumda kalıyor, aktifleştirilemiyor. Oysa arkadaşlarımız geçmişle kıyasladıkları için kendilerini yeterli görerek başarılı olduklarını sanıyorlar. Hala yılı kurtarma ve idare etme yaklaşımları görülüyor. Halbuki artık yılı kurtarmayı değil de, sonuç alıcı bir başarıyı geliştirecek tarzı yakalamayı bilmek gerekiyor. Dolayısıyla “iyi şeyler yaptık, bu yılı da kurtardık demek bir başarı olmuyor, hatta sürecin karakteri düşünüldüğünde, mücadeleyi tehlikelerle karşı karşıya getiren tasfiyeci bir pratik konumu ortaya çıkarıyor. Bu tür yaklaşımlar bizi bulunduğumuz süreç açısından yeterli olunup olunmadığını değerlendirmekten ve anlamaktan uzak bırakıyor. Ne geçen yıllarla mukayese ne de bazı iyi şeyler yapma bizim başarılı olduğumuzu gösterir. Bu gerçeği bütün arkadaşlarımız görmeli ve anlamalılar. Bu bakımdan birinci planda sürecin doğru anlaşılmasına, kavranmasına ve gereklerini başarıyla yerine getirecek bir mücadele duruşu gösterilmesine kesinlikle ihtiyaç vardır.
Mücadele ettiğimiz kadar kendimizi korur savunuruz
Diğer yandan örgütleme ve birlik çalışmalarını çok güçlü bir biçimde ele almamız gerekiyor. Geçen dönemlerdeki dar gruplarla, küçük örgütlerle yürüttüğümüz mücadeleler sonuç vermişti. Ama şimdi çözüm aşamasında bunlar sonuç vermez. Geçen dönemlerde yalnız kendi başımıza yürüttüğümüz mücadeleyle gelişmeler yarattık. Ama şimdi çözüm döneminde daha kapsamlı ilişki ve ittifaklara, demokratik Kürt sistemini yaratmaya ihtiyacımız var. Eski pratik tutumlarla sonuç alamayız. Bu bakımdan da hem halk örgütlenmesini daha geniş tutmamıza, hem de daha geniş ilişki ve ittifak siyaseti izlememize kesinlikle gerek var. Bu noktada siyasi çizgiyi ve mücadeleyi geliştirmemiz lazım. Mevcut durumda bazı adımlar atıldı. Kuzeyde, batıda, güneyde, doğuda, Kürdistan genelinde ulusal konferans çerçevesinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Fakat hala tam bir sonuca gitmiş değil. Yeterince sonuca ulaşılmış olmaktan uzak bir durum var. Niye böyle yapıyoruz, böyle bir ittifak niçin gerekli, bunu bütün arkadaşlarımız çok iyi anlamak durumundalar. Güçlü bir politik duruş ve ulusal birlik yaratmalıyız ki, hem Kürt halkının gücünü etkili harekete geçirebilelim hem de imha, inkar ve tasfiye politikalarını boşa çıkartabilelim.
Yine böyle bir süreçte zamanında ve yetkin eylem gücü olmaya ihtiyaç var. Taktik geliştirebilmek, hamle yapabilmek, siyasi ve askeri mücadeleyi yerinde ve zamanında etkili bir biçimde geliştirebilmek, buna hazır olmak büyük önem taşıyor. Çünkü mücadele ettiğimiz kadar bize dönük tasfiye ve imha operasyonlarını boşa çıkartabiliriz. Mücadele ettiğimiz kadar kendimizi koruruz, savunuruz. Mücadele ettiğimiz kadar bir siyasal güç ifade edebiliriz ve bu temelde değişik güçlerle ilişki ve ittifak geliştirebiliriz. Bunun için elbette etkili taktikler, doğru bir mücadele tarzı geliştirmeye ihtiyaç vardır. Düşmanı küçültmek, daraltmak, faşist soykırımcı güçleri teşhir edip hedeflerken bazı güçleri tarafsızlaştırmak, biraz demokratik eğilimi olan bütün güçlerle de değişik düzeylerde ilişki ve ittifak içerisinde olmayı bilmek lazım. Eylem çizgimizi de böyle bir politikayı hayata geçirecek tarzda geliştirmemiz gerekiyor. Kime vuracağımızı, kiminle dost olacağımızı, kiminle birleşip kiminle karşı karşıya geleceğimizi hem iyi belirlemeli hem de doğru ve etkili bir biçimde uygulamalıyız.
Değerli yoldaşlar!
Böyle bir tutumun sahibi olmaya biz yeterli partileşme diyoruz. Çok netçe görülüyor ki, bu karmaşık siyasi süreçte doğru yolu bulmak, bu ölüm-kalım mücadelesi içerisinde güçlü bir irade geliştirerek varlığını koruyup özgürlüğünü kazanmak ancak doğru ve etkili bir mücadele etmeyi bilmekle, yani partileşmekle gerçekleşiyor. Karmaşık süreçte önümüzdeki yolu doğru görebilmemiz, imha ve tasfiye saldırıları karşısında kendimizi koruma ve özgürleşme gücünü ve iradesini gösterebilmemiz, dost düşman ayrımını doğru yaparak dostla birleşirken, düşmanla savaşabilmemiz ancak partileşmeyle mümkün oluyor. Çünkü partileşmek doğru, yeterli ve derinlikli anlamak demektir. Çünkü partileşmek birlik olmak, örgütlenmek ve irade geliştirmek demektir. Çünkü partileşmek cesaret ve fedakarlık demektir. Çünkü partileşmek doğru tarz ve taktiği geliştirebilmek, yani gerillalaşabilmektir.
Şimdiye kadar da Önder Apo ve partimiz mücadelenin her döneminde başarının sırrının doğru ve yeterli partileşmek olduğunu söyledi. Başarılı mücadele etme ve kazanma partileşmede görüldü. Her türlü kayıp ve zarar ise partileşemeyen, parti dışı anlayış ve eğilimleri bünyesinde taşıyan kişilerden ve örgütsel yapılardan geldi. Bu bakımdan partileşmek başarının sırrı olurken, partileşmek kazandırırken, partileşmemek de kaybetmeyi ve zarar vermeyi getirdi. Şimdi aynı durum bu kritik mücadele sürecinde, çözüm sürecinde de geçerlidir. Böyle karmaşık bir dönemde süreci doğru anlayıp görev ve sorumluluklarımızın gereğini başarıyla yerine getirecek bir tutumu ve pratiği geliştirebilmemiz kesinlikle partileşme düzeyimizle gerçekleşecektir. Neden? Çünkü partileşmek demek anlayış kazanmak, Önderlik çizgisini özümsemek, partimizin ideolojik, eylemsel çizgisine hakim olmak ve bütün pratiği bu temelde geliştirmek demektir. Partileşmek demek zihniyet devrimi yapmak, Apocu bilinci derinliğine özümsemek, dolayısıyla doğru nedir, yanlış nedir, dost kimdir, düşman kimdir, bunların ayrımını doğru ve yeterli anlama durumuna gelmek demektir. Doğru bir anlayış olmadan, yeterince bir kavrayış olmadan nasıl etkili ve başarılı mücadele yürütebiliriz? Dost düşman kimdir ayırmadan, kime vuracağımızı, kime sahip çıkacağımızı bilmeden vuracağımızı neyle, nasıl vuracakken dost olacağımızla nasıl birleşeceğimizi anlamadan nasıl başarılı, etkili, sonuç alıcı bir mücadele geliştirebiliriz? Dikkat edelim: Doğru, yeterli ve derinlikli bir anlayış olmadan, ne yaptığımızı, ne yapmak istediğimizi, niçin böyle yaptığımızı ve nasıl yapacağımızı tüm yönleriyle ve derinliğiyle kavramadan nasıl iş yapabiliriz, nasıl pratik geliştirebiliriz? Demek ki ancak derinlikli bir anlayış, özümseme ve bilinç başarılı bir mücadelenin önünü açar, yolunu gösterir. Böyle bir bilince sahip olan bir kişi ve örgüt ancak zor ortamlarda, karmaşık durumlarda doğru yolu bularak etkili bir mücadele geliştirebilir.
Yine çok iyi biliyoruz ki partileşmek demek örgütlenmek demektir, birlik olmak demektir. Ortak bir irade yaratma demektir. Komite birliği, örgüt birliği, parti birliği, demokratik ulus birliği yaratmayı ifade eder. Önder Apo uluslaşmanın da bu temelde gerçekleştiğini ifade etti. Partileşme yokken sömürgeci soykırım düzeni Kürt toplumunun bütün örgütsel dokularını paramparça etmişti. Bireyciliği, örgütsüzlüğü, parçalanmışlığı had safhada geliştirerek bunun üzerinden imha ve inkar sistemini geliştirmeye çalışmıştı. PKK’nin doğuşu ise sömürgeciliğin geliştirdiği bu anlayışı, tutumu yıkmaya, birbirleriyle anlaşamayan, örgüt olamayan, bir araya gelemeyen toplumu birleştirip örgütlü kılmayı ifade etti. Önder Apo, küçük bir tavuk için komşusunu gözünü kırpmadan vururken, özgürlük gibi, demokrasi gibi, ülke gibi, toplum gibi yüce değerler için hiçbir şey yapmayan, hıncını komşusundan, çevresinden, karısından alan Kürt’e karşı mücadele ederek birbiriyle anlaşan, konuşan, tartışan, birbirini dinleyen, bir araya gelebilen, örgütlenebilen, ortak amaçlar etrafında birleşerek, örgütlenerek bu doğrultuda güçlü mücadeleler yürüten Kürt bireyini ve toplumunu yarattı. Önder Apo böyle bir mücadele yürüttüğünü ve sonucu da bu mücadeleyle yarattığını açıkça ortaya koydu. İşte günümüzde ortaya çıkan parti ve halk örgütlüğü, gerilla direnişi de bu temelde oluyor. Demokratik uluslaşma bu temelde gelişiyor. Kürdistan’ın bütün kent ve kasabalarında, dört parçasında, yurtdışındaki Kürtlerin bu kadar heyecanla bir araya gelmeleri, birbirlerini dinlemeleri, anlamaları, birbirlerine sevgi ve saygıyla yaklaşmaları, birbirine sahip çıkmaları, üzüntü ve sevinçte aynı duyguyu paylaşmaları bu temelde gerçekleşiyor. Bunlar olmadan, insanlar birlik olup örgütlenemeden nasıl ortak amaçlar peşinde iş yapabilirler, ortak tutum geliştirebilirler? Nasıl ortak bir irade ve yaşam ortaya çıkarabilirler? Besbelli ki bu mümkün değildir. Bütün bunların hepsi örgüt olmaktan, birlik olmaktan geçiyor. Örgütlenebilmek, birlik olabilmek de birbirini dinlemekten, anlamaktan geçiyor. Karşıdakine değer vermekten, onu sevmekten, saymaktan, onu dinlemekten, onun görüşlerine ve yaptıklarına değer biçici bir yaklaşım göstermekten, onu en az kendisi kadar değerli görüp anlamaktan, onunla birlikte iş yapmayı öngörmekten geçiyor. Yoksa hep benim dediğim gibi olacak denilirse, kendini dayatma olursa, elbette ki öyle bir duruş karşısında kimse birlik olmaz, oradan birlik çıkmaz. Kendini dayatan, kendi bildiğinin yapılmasını isteyen, kendi bildiği gibi herkesin hareket etmesini şart koşan bir durumdan birlik çıkmaz, örgütlülük oluşmaz. Tersine o tür tutumlar birlik içinde olanları bile bozarlar, dağıtırlar, parçalarlar.
Kadın özgürlük çizgisinde gerillalaşmak doğru partileşmektir
Partileşmenin diğer bir boyutu da eylem geliştirebilmek, örgüt ve mücadeleye yol açabilmek, pratikte iş yapıp gelişme ortaya çıkarabilmektir. Parti demek eylem demektir, hareket demektir. İş yapmak ve emek harcayıp önemli değerler ortaya çıkartmak demektir. Yoksa partileşmek durağanlıkla olmaz, hareketsizlikle olmaz. Oturmanın, yatmanın, pratiksizliğin partileşme olamayacağı çok açıktır. Bu bakımdan partileşmenin mücadeleyle bağını, eylemle bağını, örgütle bağını, taktik ve tarzla bağını iyi görmemiz gerekiyor. Ne kadar çok yaratıcı olunursa, eyleme yol açılırsa, taktik geliştirilirse, politik mücadele içine girilirse, pratik yapılırsa o kadar değer yaratılır, özgür yaşam için yeni değer ve imkanlar ortaya çıkartılır. Bu da tabii ki partileşmeyi ifade eder, gelişmeyi ifade eder. Bütün bunlar gösteriyor ki, partileşmek doğru ve yeterli gerillalaşmak demektir. Partileşmek, yirmi dört saat gerillacılıktır. Yirmi dört saat gerillacılık da zaferi ve özgürlüğü kazanmaktır.
Buradan partileşmeyle gerillalaşma arasındaki kopmaz bağlara geliyoruz. Gerçekten de Kürdistan’da partileşmek gerillalaşmak, gerillalaşmak da doğru bir çizgide partileşmek demektir. Aynı zamanda Önder Apo gerillalaşmanın özgürlükle ve kadın özgürlüğüyle bağını da ortaya koydu. Kadın özgürlük çizgisinde gerillalaşmanın doğru partileşmek olduğunu söyledi. Böylece partileşme, gerillalaşma ve kadın özgürlük çizgisinde özgürlük iradesi kazanma birbiriyle kopmaz bağlar ifade eden olgular oluyor. Bu gerçekleri iyi görerek doğru ve etkili bir biçimde bunları geliştirmemiz gerekiyor.
Değerli yoldaşlar
Şimdi böyle bir parti yıldönümünde bütün bunları niçin söylüyoruz? Besbelli ki sorunlarımız ve bütün bunlara çözüm olacak partileşmeye daha fazla ihtiyacımız var da onun için. Bir kere içinde bulunduğumuz karmaşık süreci doğru anlamak, görev ve sorumluluklarımızı yerinde, zamanında doğru ve yeterli bir biçimde görerek, başarıyla yerine getirebilmek güçlü bir partileşmeyi ve gerillalaşmayı sağlamaktan geçiyor. Partileşme ve gerillalaşma olmadan içinde bulunduğumuz dönemde başarının olamayacağı netçe anlaşılıyor. Şunu çok iyi bilmeliyiz: Her zamankinden, her dönemdekinden daha fazla bu çözüm döneminde başarı partileşmeye ve gerillalaşmaya bağlıdır. Ne kadar partileşme ve gerillalaşma o kadar başarı, o kadar zafer, dolayısıyla o kadar Kürt sorununun demokratik çözümünün, Demokratik Özerklik temelindeki çözüm gerçeğinin geliştirilmesi demektir. Bunun dışında herhangi bir çözüm yolu yoktur. Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlemizin başarısı kesinlikle partileşme ve gerillalaşmanın en yüksek düzeyde geliştirilmesine ve gerçekleştirilmesine bağlıdır…
Bu süreçte büyük emek ve çaba harcayan alanlarımız da var. Kahramanca bir mücadele içine girdiler, büyük şehitler verdiler. Düşmana öldürücü darbeler vurdular. Gerçekten de tarihi bir gerilla direnişini güçlü bir biçimde ortaya çıkardılar. Hiç kimse PKK’nin mücadele etmediğini, HPG’nin savaşmadığını, Kürt gençliğinin direnmediğini söyleyemez. Oyunlara gelinip boşa çıkıldığı, düşman saldırılarından korkulup geriye çekildiği iddia edilemez. Gerçekler nettir, açıktır, aydınlıktır. Baştan itibaren PKK’nin Önderlik ve şehitler çizgisinde dile gelen kahramanlık duruşunun 2011 hamlesinde de başarıyla geliştirildiği tartışmasızdır. Agitler ve Zilanların kahramanlık çizgisinin gerillada derinleşerek sürdüğü netçe ortadadır. Fakat bütün bunlara rağmen mücadele içerisinde de, savaş içerisinde de yeterince tarz ve taktik geliştiremememizden dolayı kayıp verdiğimiz, darbe yediğimiz, hatta kazandığımız zaferleri gölgeler durumlara düştüğümüz tutumlar da oluyor. Bunları da değerlendirmek, ortaya çıkartmak ve mahkum etmek zorundayız. Nasıl ki geriye çeken, pratikleşmeyen, pasif, didiştirici, çekiştirici, parçalayıcı yönetim ve savaşçı duruşunu mahkum ediyorsak, pratik mücadelede eylem içerisinde doğru ve yeterli tarz ve taktik geliştirememekten dolayı kayba yol açan, başarıyı gölgeleyen tutum ve sonuçları da eleştirip mahkum etmek lazım. Başka türlü doğruya ulaşamayız. İşte Çukurca’da neredeyse kazandığımız tarihi büyük zaferi gölgeleyecek sonuçlar ortaya çıktı. Halbuki bu düşmanın gücünden olmadı. Sadece çok basit bazı tedbirleri alamamaktan, yeterli bir tutum ve duruş gösterememekten kaynaklandı. Halbuki biraz daha dikkatli, duyarlı olunsa ve biraz daha ciddi ve disiplinli hareket edilebilseydi, kesinlikle düşman boşa çıkacaktı. 2011 güz hamlemiz en büyük zaferi yaratan hamle olarak tarihe geçecekti.
Gerilla iyi vurmanın yanı sıra kendini koruyabilmelidir
Diğer yandan Van’da, Siirt’te, Mersin’de yaşananlar var. Bunlar için söylenecek söz bulamıyoruz. Hem bu kadar cesur, fedakar olacaksın, iş yapmak için her yere girme cüretini göstereceksin, hem de bu kadar dikkatsiz, duyarsız, tedbirsiz olup elindeki aracı bile kullanamadan düşmanın eline geçeceksin! Bu kabul edilemez. Bu tutumlar parti ve gerilla çizgimize kesinlikle aykırıdır. Buralarda yaşananları hiçbir biçimde tasvip edemeyiz, sahip çıkamayız, mahkum ediyoruz. Kaldı ki, bu tür durumları baştan mahkum ettik. Hiçbir zaman dağda savaşmak üzere örgütlenmiş gerillanın arabalara bindirilip şehirlere gönderilmesini doğru bulmadık. Hatta son toplantılarımızda bunları yasakladık. Yapılmaması yönünde kararlar aldık. Buna rağmen hala birçok yerde yaşanıyor. Bir şey olmaz yaklaşımıyla bunlar harekete yaşatılıyor. “Şuradan çabuk gitsem ne iyi olur pragmatizmiyle oluyor. Unutmayalım ki Çukurca’daki yoldaşlar da beş saat dağda yürümeyi göze alsalardı, birinin burnu bile kanamayacaktı. Şimdi şehirde öyle olmaz, Van’daki gibi Siirt’teki gibi olmaz. Bilmem Mersin’deki gibi hareket edilemez. Bunlar nereden çıktı, hangi gerilla kitabında var, hangi konferans ve toplantı kararlarımız bunu aldı? Bunların hepsi arkadaşlarımızın kendi kararlarıdır. Bu tür sonuçlar parti ve HPG kararlarının, ilkelerinin çiğnenmesinden ileri gelmektedir. Bunları yapanlar da, yaptıranlar da bu kararlarımız karşısında sorumludurlar. Unutulmasın, bir gün gelir sorumlu olanlar bu yaptıklarından dolayı hesap verirler. Dolayısıyla herkes parti ve HPG kararlarına ve ilkelerine uygun bir pratik ve tutum içinde olmalıdır.
Şunu söylemek istiyoruz: Gerçekten de büyük cesaret, fedakarlık var. Birçok yerde düşmana yaklaşılıp vuruluyor da. Fakat arkasından kendini korumak mümkün olmuyor. Bazı yerlerde vuracağız derken, sadece kendimizi düşünme, düşmanın tutumunu, tedbirlerini hiç dikkate almama yaşanıyor. Bunun sonucunda ya vurmak isterken vuramıyoruz ya da vurmak isterken sonucu koruyamıyoruz. Kazandığımızı, zaferimizi yaşatamıyoruz, sürdüremiyoruz. Bu tarzı, tutumu kesinlikle aşmamız lazım. Bunun bizden kaynaklandığı, yetersiz anlayış ve planlama sonucunda ortaya çıktığı nettir. Burada sadece kendini düşünmek, kendi durumuna bakmak, ama kendi dışındaki duruma, düşmanın durumuna bakmamak, çevrenin ve coğrafyanın durumuna yeterince bakmamak, planlamayı yaparken tek yanlı yaklaşmak, sadece kendi gücüne bakarak yapıp kendi dışındakileri görmemek vardır. Bu ciddi bir askeri kusurdur. Bilgi toplama, keşif ve plan yapmada eksikliği gösteriyor. Bu daha ağır sonuçlara yol açıyor. O halde bu tür eksiklikleri, yanlışlıkları kesinlikle gidermek zorundayız. Gerillalaşmayı çok güçlü ve etkili bir biçimde taktik ve tarz alanında da geliştirmeliyiz. Demek ki 34. PKK yılının başarısı her zamankinden daha fazla gerillalaşmaktan, yirmi dört saat gerillacılığı her yerde başarıyla hayata geçirmekten, bunun için her zamankinden daha güçlü partileşmekten geçiyor. Bu da bütün yoldaşların, hepimizin önünde bulunan temel görev oluyor.
Değerli yoldaşlar
Kritik bir süreçten geçtiğimiz gibi yine kritik bir kış sürecine de giriyoruz. Bu kış her zamanki kışlar gibi olmayacak. 2011-2012 kışı farklı bir kıştır, başka bir kıştır, büyük mücadelelerin yaşandığı bir kıştır. Bu kışa böyle bakmalıyız. Kürdistan’da böyledir, Ortadoğu’da böyledir. Bu gerçeği görüp anlayarak bunun gereklerine uygun davranmayı her yerde hepimizin bilmesi gerekir. Çünkü bu kışta da Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlemiz sürecektir. Kürdistan’da final mücadelesi devam ediyor. Bunun için hem mücadele edeceğiz ve savaşacağız, hem de kış koşullarına göre hareket edip kendimizi koruyacağız ve yeni mücadelelere hazırlanacağız. Bunu her yerde uygun bir biçimde planlayıp ve yürütmemiz gereği vardır. Her alan bu çerçevede kendi koşullarını değerlendirmek zorundadır. Fırsatı, imkanı, uygun koşulları olanlar oldukları kadar gerilla direnişimizi, Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlemizi aktif, etkin mücadeleyle sürdürecektir. Kendisini buna göre örgütlemek, planlamak durumundadır. Elbette koşulların olmadığı, mevsimin zorlayıp imkan vermediği yerlerde de kendini korumak, gelecek için güçlü hazırlık yapmak esastır. Bunu herhangi bir yanlış anlamaya ve farklı değerlendirmeye düşmeden, her alandaki yönetimlerimiz, komuta kadememiz, savaşçı gücümüz kendi içinde değerlendirerek örgütlemek ve planlamak durumundadır. Kısaca mevsimin gereklerine göre hem kendimizi korumayı öngöreceğiz, hem de bu kışı büyük bir mücadele ve savaş kışı yapacağız. Durmak yok, direniş devam edecek. Ta ki AKP’nin imha ve tasfiye konsepti yerle bir edilene kadar, ta ki Önder Apo’nun barışçıl siyasi çözüm projesi uygulanır hale gelene kadar, ta ki Kürt sorununun çözümü yönünde adımlar geliştirilene kadar kesintisiz bir biçimde biz bu direniş mücadelemizi hareket ve halk olarak sürdüreceğiz.
Elbette gerilla bu mücadeleye öncülük edecek. Kış boyunca da gerilla öncülüğü esas olacak. Gerillayla birlikte halk direnişimiz de dört parçada ve yurtdışında kesintisiz bir biçimde gelişecek. Biz buna inanıyor ve Önderlik çizgisinde yüründükçe, kahraman şehitlerimizin çizgisinde ilerlendikçe bu mücadelenin başarıyla yürütüleceğini biliyoruz. Dikkat edilirse, her dönem olduğu gibi bu çözüm döneminde de Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlesinde de büyük şehitler verdik. Büyük direnişler gerçekleştirdiğimiz gibi bu direnişlerin kahraman şehitleri de ortaya çıktı. Xakurkê’de Rüstem Cudi, Alişer Koçgiri, Çiçek Botan, Rozerin Mardin ve diğer yoldaşlar, yine Zap’ta Brusk Amed, Ruken Bingöl yoldaş öncülüğündeki kahraman yoldaşlarımızın, büyük mücadeleleri, direnişleri yaşandı. Zagros’ta olduğu kadar Botan’da, Amed’de, Dersim’de, Amanos’ta, Kürdistan’ın dört bir yanında kahramanca direnişler içerisinde büyük şehitler verdik. Hepsi Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlemizi başarıya götürebilmek için büyük bir cesaret ve fedakarlıkla öne atıldılar. Önderlik ve şehitler gerçeğimizin izinde yürüdüler. Halkımızın özgürlüğü için kendilerini feda etmekten bir an bile çekinmediler. Onların hepsi büyük insanlık değerleridir, özgürlük değerleridir, Kürt halk değerleridir. Halka, özgürlüğe ve insanlığa bağlılığın gereğini yerine getirdiler. Özgür yaşamı uğruna ölecek kadar seven bir ruhun ve tutumun sahibi oldular. Her biri birer özgürlük gerçeği, insanlık abidesi, Kürt halkının varlık ve özgür yaşam sembolü haline geldiler.
Çok iyi biliniyor ki böyle öncüleri, önderleri, komutanları olan bir hareket zaferi kesinlikle yaratır. Çok iyi biliniyor ki, böyle kahramanlar yaratan, büyük cesaret ve fedakarlıklar gösteren bir halk kesinlikle yenilmez. Dolayısıyla mevcut mücadele sürecinde verdiğimiz şehitler yeni hamlemizin garantisi oluyorlar. Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlemizin kesin zafere ulaşacağının garantisi ve kanıtı olma gerçeğini ifade ediyorlar.
Böyle kahramanlar yaratmayı bilen, şehitler verebilen bir halk ve hareket zaferler yaratmaya, özgür yaşamaya layıktır. Bunları hak ediyor demektir. Dolayısıyla bu kahraman şehitlerimizin izinde ve onların çağrısına cevap olarak elbette Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlemizi zafere ulaştırmak için mücadeleyi daha da geliştireceğiz. Partimizi 34. yılını da büyük bir mücadele ve zafer yılı haline getireceğiz. Bu kış döneminde de kahraman şehitlerimize sahip çıkmak, onlara layık olmak ve onların bağlı olduğu amaçları hayata geçirmek için özgürlük ve intikam mücadelesini yürütmede güçlü bir hamlesel tutumu göstereceğiz.
Bu temelde biz birkez daha kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyor, partimizin 34. yıla girişini Önder Apo’ya ve tüm yoldaşlara kutlu olmasını diliyor, her alandaki tüm yoldaşların Önder Apo’ya özgürlük ve Demokratik Özerkliği inşa hamlesini zafere ulaştırmak için üzerinde düşen görev ve sorumluluğu başarıyla yerine getirmeye çağırıyoruz.
-Yaşasın PKK’nin 34. yıl mücadelesi!
-Yaşasın Önderlik ve şehitler partisi PKK!
-Yaşasın Demokratik Özerkliği inşa hamlemiz!
-Yaşasın gerilla direnişimiz!
-Bijî Rêber Apo!