Her halkın, farklı inanç gruplarına, kültürlerine mensup toplulukların hem tarihinde hem de güncel yaşamsallıklar itibarıyla yaşadıkları acılar, zorlanmalar vardır. Yaşanan bu zorlanmalar ve acılar kendi özgünlükleri içerisinde bir anlam ifade etmektedirler. Bu yönleriyle birbirleriyle kıyaslanmaları da hiçbir koşulda mümkün olmamaktadır. Kürdistan halkının yaşadıkları acıları ve zorlanmaları bunlardan ayrı düşünmenin de olanağı bulunmamaktadır.
Kürdistan halkının son iki yüz yıllık tarihinin de büyük acılarla dolu olduğu bilinen bir gerçekliktir. Gerek Osmanlı devletinin son yüzyılı gerekse de TC Devleti’nin kuruluşundan günümüze kadar Kürdistan tarihine kanla yazdıkları hakikatleri bunun en somut gerçekleşme biçimini anlatmaktadır. Özellikle de TC’nin yakın tarihi içerisinde son kırk yılı bunun en somut örnekleri ile doludur. Dersim Jenosidi sonrasında, kanla, katliamla, sürgünle bastırılmanın ardından, Apocu Hareketin ortaya çıkışıyla ayağa kalkarak direnişe geçen Kürdistan halkına karşı TC’nin her türlü soykırım saldırıları bu konuda yaşananlar arasında yer almaktadır. Daha çok da son 40 yıl içerisinde Kürdistan halkı üzerinde uygulamaya konan gerek fiziki gerekse de kültürel soykırım saldırıları bunun en somut göstergeleridirler. 1990’lı yıllarla birlikte yaşananlar hafızalarda canlandırıldığında burada kastedilenlerin ne olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmış olacaktır.
1990’lı yıllarda yaşananları hafızalarda canlandırmak o kadar zor olmayacaktır. Çünkü günümüz Kürdistan nüfusunun en dinamik kesimi o yıllarda doğmuş, şekillenmiş ve bugünlere gelmişlerdir. O yıllarda Kürdistan halkına karşı yapılan zulmün bizzat yaşayanı ve canlı tanıklarıdırlar. Binlerce köyün boşaltıldığı, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilerek açlığa, yoksulluğa, acılara mahkum edildiği; o güne kadar yaşadıkları ve kendilerini var ettikleri yurtlarını, evlerini terk etmeye zorlanarak göç yollarına çıkarıldığı o yılları/günleri yaşamışlardır. Şirnex’te, Cizîr’de, Nisebên’de, Amed’de, Serhed’te, Çukurova’da asker, polis kurşunlarıyla yüzlerce Kürdün nasıl katledildiğine tanıklık etmişlerdir. Kaçırılan insanların, işkence edilerek katledilmiş cesetlerini toprağa vermişledir. Binlerce kaybın akıbetini öğrenememişlerdir. On binlerce insanın faili belli cinayetlerde nasıl katledildiklerini, yüz binlerce insanın işkenceden geçirilerek zindanlara atılışlarını görmüşlerdir.
Tüm bu yaşananları herkesten daha önce gören, gördükleriyle toplumu haberdar kılmaya çalışanlar da olmuştur. Bunu yaparken de büyük bedeller ödemişlerdir. Bu bedelleri ödeyenlerin başında da özgür, alternatif, demokratik basın-yayın emekçileri, kurumları gelmektedir. Böyle bir gerçeklik içerisinde 1990’lar, o güne kadar ödenen bu bedellerin zirve yaptığı yıllar olmuştur. Yazarından çalışanına, dağıtanından taşıyanına, okuyanına, yazı işleri müdürüne varıncaya kadar yüzlercesi canını vermiştir. Binlercesi işkencelerden geçirilerek, zindanlara alınmışlardır.
Gerek Kürdistan halkı gerekse de onun alternatif, demokratik sesi olan Özgür Basın-yayın emekçileri, kurumları ödedikleri bu bedelleri büyük kazanımlara dönüştürebilmişlerdir. Büyük kazanımların altına imzalarını atabilmişlerdir. Her şeye rağmen, tırmanışa geçen fiziki, kültürel soykırıma karşın görev ve sorumluluklarını yerine getirme arayışı ve mücadelesi içerisinde olmaları da bunu göstermektedir. O nedenledir ki, TC Devleti’nin bugün 1990’larda olduğu gibi hain Barzani ailesini de yanına alarak Kürdistan halkına karşı yürüttüğü soykırımcı topyekûn özel kirli savaşını kat be kat aşan saldırıları karşısında varlığını koruma ve özgürlüğe ulaşma mücadelesi içerisinde rollerini oynayarak, yeni gelişmelerin önünü açmaya devam etmektedirler. Bugün ödenmeye devam edilen bedeller de bunu kanıtlamaktadır.
1990’lı yıllarda Kürdistan halkına karşı yürütülen topyekun özel-kirli savaş gelinen aşamada Bakurê Kurdistan sınırlarını aşarak dört parça Kürdistan’a ve yurt dışında yaşamak zorunda bırakılan halkımıza karşı yürütülen bir soykırım biçimini almıştır. Başûr ve Rojava Kurdistan topyekun hale getirilen bu imha saldırılarının daha da derinleştirildiği alanlar haline getirilmişlerdir. Kürdistan dağları, ovaları, yerleşim merkezleri, ekonomik yaşam alanları, temiz su ve enerji kaynakları bombalanarak kullanılamaz hale getirilmektedir. Ormanları yakılmaktadır. Ekonomik kaynaklarına ve üretim alanlarına, ulaşım araçlarına, yollarına ve ortak kullanım alanlarına savaş uçakları ve SİHA’larla bombalar yağdırılmakta ve katliamlar yapılmaktadır. Aynı şekilde Rojhilat Kurdistan’ın sınır hatları da sürekli saldırı altında tutulmakta ve buralarda yapılan katliamlara her gün yenileri eklenmektedir.
Soykırımcı TC Devleti yaptığı bu faşist saldırılarda tek başına da hareket etmemektedir. Kürdistan’ı egemenliği altında tutan devletlerle sürekli bir işbirliği halinde hareket ederken, ajanlaşan işbirlikçi ihanet güçlerini de kullanmaktadır. Dört parça Kürdistan’da işlediği tüm savaş suçları ve katliamları hep bu güçlerle birlikte yapmaktadır. Kaba bir işbirlikçilik tanımından da öteye geçerek tamamen Kürdistan halkına karşı işlenen suç şebekesi haline gelen Barzani ailesinin konumu tamamen böyle bir özellik taşımaktadır. Öyle ki dört parça Kurdistan’da akan Kürt halkının kanında eli bulunmaktadır. Bugün Barzani ailesinin elinde ve denetiminde olan her kurum soykırımcı TC Devleti’nin Kürtlere karşı işlediği savaş suçlarının birer karakolu haline getirilmiştir. Yine aynı şekilde Barzani ailesine hizmet eden her kişi bir MİT elemanı olarak çalışmakta ve hareket etmektedir.
Yurt dışında hedef haline getirilen Kürtlere karşı yürütülen soykırım saldırılarının yürütülmesinde de Barzani ailesi Kürt düşmanı rolünü oynamaya devam etmektedir. Özellikle de Kürdistan’da soykırımcı TC Devleti’nin her katliamının ve işlediği savaş suçunun ardından yaptığı açıklamalarda bu kendini çok somut bir şekilde göstermektedir. Barzani ailesi yaptığı bu açıklamalarla soykırımcı TC Devleti’nin Kurdistan’a yönelik saldırı ve işlediği savaş suçlarını onaylayarak, meşrulaştırmaktadır.
Uluslararası komploda yer alan kimi Avrupa devletleri de Barzani ailesinin bu suç ortaklığından güç alarak TC Devleti’nin yurt dışında yaşamak zorunda kalan Kürtlere karşı işlediği savaş suçları ve yaptıkları katliamları desteklemeye devam etmektedirler. Bunun bir sonucu olarak da yurt dışında yaşayan Kürtlere yapılan saldırılara, katliamlara olanak tanımakta ve güç vermektedirler. Özgür Kürt medyasına yönelik bir kampanya biçiminde yürütülen saldırılar, verilen zararlar, gözaltılar, açılan davalar ve yapılan “yargılamalar”, oturum belgeleri verilen siyasal mültecilerin belgelerini iptal ederek, TC’ye teslim edilmeleri bu konuda yaşanan en somut örneklerdir. Bu yönleriyle Kürdistan’ın diğer parçalarına ve yurt dışına taşırılan soykırım saldırıları günümüzde Kürdistan halkına karşı işlenen savaş suçlarının vardığı boyutun da bir göstergesi olmaktadır.
1990’lı yıllarda olduğu gibi, Kürdistan halkı kendisine karşı yürütülen soykırım saldırılarına karşı bugün de direnmektedir. Önder Apo’nun tarihi İmralı direnişi ile başta Zap, Metîna olmak üzere Medya Savunma Alanları’nda gerillanın düşmanı darbeleyerek kahreden direnişi, Rojava Kurdistan’da, Kürdistan’ın şehir ve yerleşim merkezlerinde, Türkiye metropollerinde, yurt dışında yaygınlaşarak, etkili hale gelen direnişler bunun somut göstergeleridirler.
Kürdistan halkı bu tarihi direnişinde yalnız değildir. Devrimci, demokratik güçlerin desteğini yanında görmektedir. Uluslararası alanda oluşan bu etki, soykırımcı TC Devleti’ni daha fazla teşhir etmekte, yalnızlaştırmakta ve bir kamuoyunun oluşumuna neden olmaktadır. Ancak bunun karşısında 1990’lı yıllarda olduğu gibi, soykırımcı TC Devleti kendi gerçeğini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktan geri kalmamaktadır.
Saldırılar imha savaşının bir parçası
Soykırımcı TC Devleti’nin hain Barzani ailesi ile birlikte, Irak merkezi yönetimi içerisinde yer alan rantçı kesimlerle ortaklaşarak yürüttüğü saldırılar, yaptığı katliamlar ve işlediği cinayetler de bunlar arasında yerini almaktadır. Aslında bir TC provokasyonu olan, 2017 yılının Eylül ayında Barzani ailesi eliyle uygula “bağımsızlık referandumu” sonrasında ilmek ilmek örülmeye başlayan bu saldırılar, her yönüyle kendi rengini belli eden PKK düşmanlığında ifadesini bulan bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik Kürtlerin özgürlük ve demokrasi arayışlarının, mücadelelerinin boğulmak istenmesinden başka bir şey değildir. Bugün nihayetinde yapılmak istenenler de bunu göstermektedir.
Bugün sınır boylarında, PKK’nin etkin olduğu alanlarda Irak sınır birliklerinin, Barzani paralı askerlerinin, ilhakçı, soykırımcı TC ordu güçlerinin bir plan doğrultusunda koordineli hareket etmeleri bunun bir göstergesidir. Son birkaç yıldır aralarında yapmış oldukları görüşmeler ve antlaşmalar da bunun en somut belgeleri olmaktadır.
Dikkat edilirse, bu her üç güç; Şengal, Mexmûr ve Medya Savunma Alanları’na karşı yapılan saldırılarda anlaşmış ve ortak bir planlama doğrultusunda birlikte hareket etmektedirler. Hatta PKK düşmanlığı eksenine oturttukları saldırılarını yürütürlerken, milliyetçiliklerini süsledikleri millet, vatan, bayrak gibi öne çıkardıkları söylemleri ayaklar altına almaktan geri kalmamaktadırlar. Özellikle de bu Irak ve Barzani ailesi şahsında çok bariz bir şekilde kendisini dışa vurmaktadır. Bu durum, resmi olarak uluslararası alanda bu güçlerin hakimiyeti altında olduğu kabul edilen Güney Kürdistan topraklarının TC’nin ilhakına açılmasında, satılmasında, kiralanmasında, TC bayraklarının dikilmesinde somutluk kazanmaktadır. TC’nin Irak devlet sınırları içerisinde kalan Güney Kürdistan hava sahasının tamamında Şengal’den, Pêncewîn’e, Silemanî’ye, Musul’a, Kerkük’e varıncaya kadar her yerde savaş uçaklarını, SİHA ve İHA’larını kullanmaktadır. Güney Kürdistan’ın derinliklerine uzanan geniş bir coğrafyayı askeri işgal ve ilhak alanı haline getirdiği bölgelerde istediği gibi hareket etmesi, dağları, ovaları, yerleşim merkezlerini bombalaması, buralarda kimyasal, yasaklı bombalar kullanması, katliamlar yapması, ormanları, ekili alanları, bağları, bahçeleri, köyleri, evleri yakması, insanları göçe zorlaması ise gelinen aşamada bu bölgelerin Irak rejimi ve Barzani ailesinin onayıyla TC’nin sınırları içerisine dahil edildiğinin somut birer kanıtı olmaktadır.
Soykırımcı TC Devleti, Irak hükümeti ve ihanetçi Barzani ailesinin Güney Kürdistan’da yürüttüğü bu doğrudan askeri işgal ve ilhaka, sömürgeci, faşist saldırılara, baskı-işkence ve katliamlara karşı Kürdistan Özgürlük Gerillası ve yurtsever Kürdistan halkı yiğitçe direnmekte ve bu direnişte büyük bedeller ödemektedir. Bu vahşi saldırılar sonucunda kadınından, erkeğine, yaşlısından gencine çocuğuna varınca kadar onlarca sivil yaşamını kaybetmekte ya da yaralanarak organlarını yitirmektedirler.
TC ve Barzani ailesinin Irak hükümetinin onayını alarak işledikleri insanlık ve savaş suçlarını Kürdistan ve bölge haklarına, dünya insanlığına duyurmayı insanlık görevi olarak kabul eden Özgür Basın ise, yürütülen sömürgeci, soykırımcı faşist saldırıların doğrudan hedefleri arasında yer almaya devam etmektedir. Kürdistan’ın diğer parçalarında ve yurt dışında olduğu gibi, Güney Kürdistan’ın her yerinde açık saldırıların hedefi halindedir. Bunun bir sonucu olarak alındıkları işkence merkezlerinden geçirilerek zindanlara alınanlar, haber yapması yasaklananlar olduğu gibi, bilinçli hedefler haline getirilerek katledilenler de olmaktadır. Silemanî’de Barzani ailesinin çetelerince katledilen Nagihan Akarsel bunların arasında yerini almıştı. Şimdi bu cinayetlere yenileri eklendi; Zap’ta Rosîda Mêrdîn, Silemanî’de Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn katledildiler. Birlikte aynı araçta bulunan basın-yayın çalışmalarını yürüten arkadaşları arasında yaralananlar da oldu.
1990’larda Bakurê Kurdistan, Türkiye metropolleri ve aynı şekilde hain Barzani ailesi de dahil edilerek Başûrê Kurdistan’ın da bir parçası haline getirilmeye çalışıldığı soykırımcı topyekun özel kirli savaşın tırmandırıldığı bir dönemde Özgür Basın doğrudan saldırıların hedefi haline gelmişti. O süreçte, Özgür Basını hedef alanlar tırmanışa geçen sömürgeci vahşetin, topluma ve dünya insanlığına ulaştırılmasının ancak bu şekilde engellenebileceğini düşünmüşlerdi. Önlerine koymuş oldukları bu hedefe ulaşabilmek için tüm imkanlarını seferber etmişlerdi. Özel kanunlar çıkarılarak, basın-yayın organları tamamen devlet kontrolü altına alınmıştı. Devlet güçlerine basın-yayın organlarının basımının, dağıtımının engellenmesi için ne gerekiyorsa yapılmasını sağlayacak her türlü hareket serbestliğine, yetki kullanımına imkan sunulmuştu. Bunlar arasında cinayet, bombalama, insan kaçırma, zindanlara atma, işkence, sürgün, sansür gibi faşist yönelimler de vardı. TC Devleti o günün koşullarında oluşturduğu böyle bir konsepti kendisi için temel bir politika haline getirmişti. Bunun bir sonucu olarak da Musa Anter, Cengiz Altun, Hafız Akdemir, Ferhat Tepe ve daha onlarca Özgür Basın emekçisi katledilmiş, yaralanmış, işkencelerden geçirilerek zindanlara alınmış, ağır hapis cezalarına çarptırılmıştı. Gazeteler, dergiler kapatılmış çıkan yayınlara da sansür getirilmişti. Gazete binaları bombalanmış, dağıtım araçları, bayiler yakılmıştı. TC Devleti Kürdistan’da, Türkiye metropollerinde yaygın ve etkin kıldığı tüm bu yönelimlerini uluslararası güçlerin onay ve desteği ile yerine getirmişti.
Soykırımcı TC Devleti’nin tüm bu yönelimlerine rağmen, Özgür Basın “Gerçekler Karanlıkta Kalmayacak” şiarıyla önüne çıkarılan engelleri aşarak, üstlendiği tarihi görev ve sorumluluklarının gereklerini yerine getirmişti. Hatta denilebilir ki, dönemin en devrimci faaliyetlerinden biri olarak tarihteki yerini almıştı. Kuşkusuz bunun ortaya çıkardığı sonuçlar da olmuştu. Bu sonuçlar sadece gerçeklerin karanlıkta kalmasının önüne geçilmesiyle sınır değildi. Toplumsal bilinç ve buna dayalı bir tarih yazımını ortaya çıkarmıştı. Toplumun bu bilinçle oluşan ruhsal ve moral değerlerle donanımlı kılınmasını sağlamıştı. Yeni nesillerin edindiği değer ölçülerine göre bir yaşam çizgisine kavuşmasında etkin bir rol oynamıştı. Böylece tarihin yönü ve geleceğin belirlenmesinde, her hangi bir boşluğun oluşmasına imkan tanımayarak, en etkin güçlerden biri olarak insanlık ve tarih nezdinde hak ettiği yeri almıştı.
Gülistan Tara ve Rosîda Mêrdîn
Bugün hiç kimse Özgür Basın’ın 1990’lı yıllarda oynadığı bu rolü inkar edemez. Yine bugün Kurdistan özgürlük bilincinin topluma taşırılması ve bugünlere ulaştırılmasında Özgür Basın’ın oynadığı bu rolü görmezden gelemez. Gülistan Tara (Gülistan Tekik) ve Rosîda Mêrdîn (Emine Demir) de yaşanan böyle bir toplumsallık ve şekilleniş içerisinde yer aldılar, oluşan moral değerlerin temsilini kendi şahıslarında somutlaştırarak bir vücuda, bedene kavuşturdular.
Gülistan Êlih’de, Rosîda Mêrdîn Qoser’de yaşama gözlerini açmışlardı. Kürdistan yurtseverliğinin gelişkin olduğu bu her iki Kürdistan kentinde Apocu Hareket ve düşünce yapısı, toplumun ruhsal şekillenmesi ve sahip olduğu moral değerlerin oluşumunda en temel etkenleri oluşturmaktaydı. Onun içindir ki, sürekli olarak soykırımcı TC Devleti’nin hedefinde olan Kürdistan kentleri arasında yer almaktaydılar ve 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi öncesi ve sonrasında olduğu gibi, 1990’lı yıllarda da bu özelliklerini korudular. Bu özellikleri nedeniyle soykırımcı TC Devleti’nin özel kirli savaşını topyekun imha savaşına dönüştürdüğü 1990’lı yıllarda sömürgeci-faşist baskının en fazla yoğunlaştığı Kürdistan kentlerinden oldular. Fakat buna karşı Kürdistan yurtseverliğinin direnişe dönüştüğü, savunulduğu kentler haline gelmekten ve bu uğurda büyük bedeller ödemeyi göze almaktan da geri kalmadılar; ağır hakaretlere uğradılar, işkencelerden geçtiler, zindanlara alındılar, kadını ve erkeğiyle, çocuğu, genci ve yaşlısıyla bedenlerinin toprağa düşmesinden hiçbir şekilde tereddüt etmediler.
Êlih ve Qoser bu temel özelliklerini, soykırımcı TC Devleti’nin asimilasyoncu ve imhacı saldırıları karşısında korudukları gibi, kızları ve oğullarıyla o topraklarda doğan evlatlarını özlerine bağlı kalarak büyütmenin onurunu yaşadılar.
Gülistan Tara ve Rosîda Mêrdîn daha çok genç yaşlardan itibaren tercihlerini bu yönde yaparak, bu öze bağlı bir bilinçle yaşamayı kendilerine esas aldılar. Yönlerini özgürlükten yana belirleyerek, uğruna mücadeleye katıldılar. Böyle bir gerçeklik içerisinde Gülistan Tara, Önder Apo’nun uluslararası komplo ile rehine olarak alınıp soykırımcı TC Devleti’ne teslim edilmesi karşısında ülkesini seven, halkına bağlı ve Apocu Harekete inanan her Kürdistanlı gibi öfkesini dile getirmekten, harekete geçirmekten geri kalmadı. Önder Apo’nun fparadigması teleminde kendini eğitti, güçlendirdi ve Özgür Basın çalışmalarında örnek alınan bir öncü haline getirdi. Hiçbir ayırım gözetmeden görev ve sorumluluklar üstlendi.
Rosîda Mêrdîn de, farklı Kürdistan kentlerinden olmalarına ve birbirlerini tanımamalarına rağmen Gülistan Tara ile aynı nedenlerden yola çıkarak, tercihini özgürlük ve uğurda yürütülen mücadeleden yana belirledi. Özgür Basın çalışmalarına katıldı. Azadiya Welat Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğü görev ve sorumluluğunu üstlendi. Karşılaştığı tüm zorluklara, tehditlere, hakkında sömürgeci mahkemelerin açtığı “davalara” rağmen üstlendiği görev ve sorumluğun gereklerini layıkıyla yerine getirmekte ısrarlı oldu. Üstlendiği bu görev ve sorumlulukları yerine getirme koşulları ortadan kalkınca yönünü hep hayalini kurduğu Kürdistan Özgürlük dağlarına çevirmekten geri kalmadı.
Rosîda Mêrdîn Kürdistan özgürlük dağlarına ulaştığında Özgür Basın çalışmalarında yer aldı, deney ve birikimlerini arkadaşlara taşırmaktan geri kalmadı. Gülistan Tara ile yolları çakıştı. Birlikte çalıştılar. Üstlendiği görev ve sorumlulukları hep en iyi şekilde yerine getirmeyi esas aldı. Savaşın en sıcak alanlarında çalışmalarını yürüttü.
Gülistan Tara, Rosîda Mêrdîn ve bugün sayısı on binlere varan öncüsünün yürüttüğü Kürdistan halkının gönül verdiği, sahiplendiği mücadelenin yakalamış olduğu gelişme düzeyi karşısında, uluslararası komplocu güçlerin desteğini arkasına alan soykırımcı TC Devleti ve hain Barzani ailesi 1990’lı yıllarda olduğu gibi birlikte yürüttükleri özel-kirli savaşlarını topyekun bir imha savaşı haline getirerek hedeflerine ulaşmak istemektedirler. Bunun için de tüm güçleriyle harekete geçmişlerdir. Hedeflerinde Önder Apo, PKK ve yurtsever Kürdistan halkı vardır. Asıl olarak önlerinde engel olarak gördükleri ve korktukları da bunlardır, bunlara dayalı olarak gelişen mücadele gerçekliğinin açığa çıkardığı gelişmelerdir. O nedenle de bu engelleri aşmak ve önlerine başka engellerin çıkmaması için, aldıkları onay ve verilen desteğe güvenerek hiçbir kural kaide tanımadan savaş ve insanlık suçlarını işlemeye devam etmektedirler. Özgür Basına yönelik yapılan saldırılar; işkenceler, zindanlara atılmalar, çıkarıldıkları “mahkemelerde” verilen ağır hapis “cezaları”, kaçırılmalar, öldürülmeler, tehditler, yasaklamalar vb. hep bu saldırılar içerisinde yer almaktadır. Eğer bu özel-kirli savaş saldırılarında sonuç alırlarsa hedeflerine ulaşabileceklerini düşünmektedirler.
Soykırımcı TC. Devleti ve hain Barzani ailesini böyle düşünmeye götüren de 1990’lı yıllarda topyekun hale getirildikleri özel-kirli savaşlarında istedikleri sonuca ulaşamamış olmalarından çıkardıkları sonuçlardır. Ve çıkardıkları bu sonuçlar arasında Özgür Basın’ın oynamış olduğu rol de yer almaktadır. 1990’lı yıllarda Özgür Basın yasaklama, işkence, katletme, kaçırılma, bombalama, yakma gibi her türden baskı karşısında göğüs germiş ve rolünü oynamıştı. Yaptığı haber, yayınladığı belge ve görüntülerle Kürdistan özel kirli savaş vahşetini Kurdistan ve Türkiye halklarının, dünya insanlığının gözleri önüne sermişti. Yine Kürdistan’da yürütülen özel kirli savaşta kullanılan araçları ve bunların kimler tarafından TC Devletine verildiğini deşifre etmişti. Bunların bir sonucu olarak da gerek iç gerekse de uluslararası alanda TC ve destekçilerine karşı tepkiler gelişmişti.
Günümüzde de soykırımcı, sömürgeci TC. Devleti tarafından tırmandırılan topyekun imha saldırılarına dönüşen özel-kirli savaş karşısında Özgür Basın rolünü oynamaktadır. Kullanılan kimyasal ve yasaklı silahların, taktik nükleer bombaların kullanılması, insanların katledilmesi, yaralanmalar, yakılan-yıkılan köyler, yok edilen ormanlar ve canlı yaşam, kirletilen temiz su kaynakları, işkenceden geçirilenler, hakarete uğrayanlar ve tüm bunlara karşı gerillanın direnişi, darbelenen düşman ve karşı koyan, tepki gösteren halk gerçekliğinin görüntüleri Kurdistan ve bölge halklarına, dünya insanlığına Özgür Basın tarafından en etkili ve görüntülü bir şekilde sıcak savaş alanlarından ulaştırılmaktadır.
Özgür Basın’ın yaptığı bu yayınlar iç ve uluslararası alanda da etkisini göstermektedir. Aynı şekilde duyarlı çevrelerin harekete geçmesini sağladığı gibi, sessiz kalmayı kendi çıkarlarına görenleri bile, açıklamalarda bulunarak bir şeyler söyleme zorunda bırakmaktadır. Hatta bunlar arasında tutum belirleme ihtiyacını duyanlar, karşı tutum belirlemeyi kendi çıkarlarına görenler bile çıkabilmektedir. Tüm bunlarda soykırımcı TC ve hain Barzani ailesini zorlamaktadır.
Başûrê Kurdistan şehirlerinde ve Medya Savunma Alanları’nda Özgür Basına yönelik saldırılarının asıl nedenini oluşturan da böyle bir gerçeklik olmaktadır. Böylesi bir süreçte Rosîda Mêrdîn (17 Mart 2024), Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn (23 Ağustos 2024) aynı yıl içinde soykırımcı TC Devleti ve Kürdistan’daki ihanetin odağı hain Barzani ailesi tarafından katledildiler.
Gülistan Tara ve Rosîda Mêrdîn’in katli tesadüf değildi
Soykırımcı TC Devleti ile hain Barzani ailesi arasındaki ilişki herhangi bir çıkar ortaklığından daha öte bir anlam ifade etmektedir. Varlıklarını ve geleceklerini birbirlerinin ayakta kalmasına bağlamış bulunmaktadırlar. Gerek TC gerekse de Barzani ailesi hakimiyet kurdukları topraklar üzerinde yaşayan farklı halklar, inanç ve kültür toplulukları üzerinde yaptıkları katliam ve soykırımlara dayalı olarak varlıklarını korumak istemektedirler. Hatta çoğu kez döktükleri kan kurumadan, kendi içlerine yönelerek birbirlerinin kanını akıtmaktan da geri kalmamışlardır. Bu yönüyle kanla beslenen birer vampiri andırmaktadırlar. Her ikisi de adına hareket ettiklerini iddia ettikleri ülke ve halka yabancı ve istilacıdırlar. O nedenle de TC’nin; Türklükle, kendini Kürdistan’ın “meliki” gören Barzani ailesinin de Kürtlük ve Kürdistanlılıkla alakaları yoktur. Bir başka ifadeyle “bir başka kimlik” altında kendini yaşatan, geleceklerini güvence altında tutmaya çalışan devşirmelerdirler. Taşıdıkları bu özelliklerin birbirine benzemekte olması da içerisine girdikleri ortaklaşmanın en temel nedenleri arasında yer almaktadır. Bu yönüyle de adına hareket ettikleri iddiasında bulundukları halklara ve ülkelere intikam alırcasına bir düşmanlığın sahibidirler. Her iki gücün adına hareket ettiklerini savundukları halklar ve ülkelerde yaptıklarına, neden oldukları sonuçlara bakınca bunu görmek ve anlamak olanaklı bir hale gelmektedir.
Soykırımcı TC ve Barzani ailesi günümüzde kendi varlıklarını devam ettirme önünde en büyük engel olarak Önder Apo’yu ve onun önderliğinde özgürlük mücadelesi yürüten Kürdistan halkını görmektedirler. O nedenle de dört parça Kürdistan’da, hem Ortadoğu’da hem de uluslararası alanda iç içe geçerek Önder Apo’ya, PKK’ye ve Kürdistan halkına karşı soykırım amaçlı topyekun özel-kirli bir savaş yürütmektedirler. Onun içindir ki, Önder Apo’nun, PKK’nin, Kürdistan yurtseverliğinin olduğu ya da etkisini gösterdiği her yeri bu kirli savaşın hedefi haline getirmektedirler. Bu yönüyle nerede olursa olsun yaptıkları her saldırı, bu doğrultuda yapılan bir planlamanın parçası olmaktadır. Rosîda Mêrdîn’in şehit düştüğü Zap’taki, Gülistan Tara’nın şehit düştüğü Silemanî’deki saldırılar böyle bir özelliğe sahiptir.
Sadece bu da değildir. Soykırımcı TC ve hain Barzani ailesinin çeteleri yaptıkları her özel-kirli savaş saldırısında aynı mevzilerde bulunmakta, yapılan planlamada kendilerine verilen görevleri yerine getirmektedirler. Zap’ta ve Silemanî’de yaşananlar da bundan farklı değildir. Gelinen aşamada da soykırımcı TC ve hain Barzani ailesi Kürdistan’da işledikleri savaş ve insanlık suçlarına Irak hükümetini de dahil etmişlerdir. Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn’in katledildikleri saldırı öncesinde TC, Barzani ailesi ve Irak hükümeti temsilcilerinin yaptıkları toplantı sonucunu açıklamaları da bunu kanıtlamaktadır.
Tüm bu ve sıralayacağımız daha başka nedenler Rosîda Mêrdîn, Gülistan Tara, Hêro Bahadîn ve Başur Kürdistan’da yapılan tüm özel-kirli savaş saldırılarının, işlenen cinayetlerin ve yapılan katliamların bir tesadüf olmadığını göstermektedir.
Rosîda Mêrdîn, Gülistan Tara, Hêro Bahadîn’i Özgür Basının seçkin öncüleri olmakla birlikte, aynı zamanda Kadın özgürlük düşüncesinin, Kürdistan’ın özgürlüğü ve halkının kurtuluşunun birer öncüsü, yılmaz neferi ve temsilcileriydiler. O nedenle de şehadetleri sadece Özgür Basın için değil, tüm Kürdistan halkı için verilen büyük bir kayıp anlamına geldi ve birer özgürlük şehitleri olarak Kürdistan halkının kalbine gömüldüler. İnanıyoruz ki halkımız ve yoldaşları her zamanki gibi özgürlük mücadelesine daha fazla katılım sağlayarak bu yoldaşların anılarını yaşatacaklardır.