Rêber Apo, “Ortadoğu’yu çözmek insanlığı çözmektir” diyordu. Kürt sorununu çözümlemek ve çözmek ise Ortadoğu’yu değiştirmek ve demokratikleştirmektir. Yani Ortadoğu’da sorunlar oldukça derin, kapsamlı ve çok boyutludur. Kuşkusuz çözümü de kolay olmayacaktır. Yüzlerce yıldır süren mücadeleler bunun böyle olduğunu fazlasıyla göstermektedir. Bu da Kürt halkının büyük şanssızlığı ya da tarihin omuzlarına yüklediği büyük onursal bir görev olmaktadır. Yine Önder Apo bu konuda, “Kürt sorunundan çok Kürt kördüğümü demek daha gerçekçidir. Nasıl ki İskender’in Gordion kördüğümünü kılıçla da olsa çözmesi tüm Asya’nın fethini mümkün kıldıysa, Kürt kördüğümünün çözümü de başta Ortadoğu olmak üzere tüm toplumların demokratik fethini, özgür yaşama şansını mümkün kılacaktır” diyordu. Sorun budur. Büyüklüğü, zorluğu ve karmaşıklığı da buradan ileri gelmektedir.
Ortadoğu’da 19. yüzyılın ortalarına dek ne asimilasyon ve özümseme politikaları ne de kültürel soykırım vardı. Bilakis konfederal yapılanmalara denk düşen sistemler söz konusuydu. Toplumlar ve topluluklar özgün ve özerk kültürel yaşamlarını sürdürebilmekteydi. Ama ne zaman ki kapitalist modernite Ortadoğu halklarının direnişini kanla bastırdı ve Ortadoğu’da mantar gibi çoğalan ulus devletler inşa ettilerse, işte o zaman halklar için deyim yerindeyse her şey değişti ve bir baş aşağı gidiş süreci başladı. Öyle ki Ortadoğu’da krizli, sorunlu ve çatışmalı olmayan bir yer kalmadı. Hemen her karış toprağında kan gölcükleri oluştu. Oysa üç semavi din bu topraklarda doğmuştu. Hz. İsa’nın ilk sözü “sevgi”, Hz. Muhammed’in ise “oku” olmuştu. Ne var ki Yahudilerin, Hristiyanların, Müslümanların inandıkları aynı tanrının emrine uyması iddiasıyla birbirlerini öldürmeleri maalesef halen de devam etmektedir. Daha sonra İngiltere Ortadoğu’ya milliyetçiliği ve hanedanlığı dayattı. Kuşkusuz amacı Ortadoğu’nun sorunlarını çözmek değildi. Aksine halkları etnik ve inanç milliyetçiliği adına birbirine boğazlatıp güçten düşürmekti. Hanedanlık ve krallıklar da bunun üzerinden varlıklarını ve saltanatlarını sürdürebildi. Bir de Sovyet sosyalizminin Ortadoğu müdahalesi oldu. Reel sosyalizm ise Ortadoğu’ya BAAS Partileri örneğinde olduğu gibi devlet sosyalizmini örgütlemeye çalıştı. Sonuçta Ortadoğu halkları hem Sovyet hem de İngiliz politikalarının bir sonucu olarak bedel ödeyip acı çekmenin dışında rahat bir nefes alıp demokratik ve özgür bir yaşama kavuşamamıştır. Bütün bunlara bir de tarihten gelen, biriken ve karmaşıklaşan Kürt sorunu da eklenince çözüm için denklemin doğru kurulması ve net formüle edilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Buna göre, Ortadoğu demokratikleşerek mi Kürt sorunu çözülecek yoksa Kürt teşî’si dönecek ve Ortadoğu demokratik uygarlık çağına mı ulaşacaktır?
Suriye’yi ayakta tutan dinamikler
Burada değinmek istediğimiz Kuzey ve Doğu Suriye ve Suriye’deki durum ve gelişmeler olmaktadır. Bilindiği üzere bundan 12 yıl önce Ortadoğu’da bir “Arap Baharı” başlamıştı. “Arap Baharı” havasıyla bazı diktatörlükler yıkılmış, ama maalesef gelen gideni aratır olmuş; gidenlerin yerine yeni diktatörlükler kurulmuştu. Sonuçta taşlar tam yerinden oynatılmamış ve değişen fazla bir şey olmamıştı. Ama o zaman ki havayla Arap Baharı dalgası Suriye’ye dayandığında tartışmalar yeni boyutlar kazanmıştı. Zira Suriye herhangi bir Ortadoğu ülkesi değildi. Olası bir rejim değişikliğinin Ortadoğu üzerindeki etkisi birçok açıdan bambaşka olacaktı. Şam rejimi Arap Baharı dalgası karşısında üç ay ya da altı ay dayanabilir mi tartışmaları üzerinde yoğun analizler yapılmaktaydı. Şimdi Suriye krizi veya Suriye’de yaşanan derin bunalımın 12. yılı dolmaktadır. Suriye rejimi yıkılmadı. Peki bunu mümkün kılan neydi? Yani Suriye’yi bunca yaptırım ve saldırılar karşısında ayakta tutan hangi güç ve dinamiklerdi?
Bunda Suriye’nin dayanaklı ve güçlü ekonomisi etkili oldu, denilemezdi. Zira Suriye hiçbir zaman öyle güçlü bir ekonomiye sahip olmadı. Komprador burjuvazi düzeyini aşan devlet kapitalizmi biçiminde örgütlendirilmeye çalışılan bir ekonomik durum vardı. Yani son derece zayıf, kırılgan, kendine bile yetmeyen bir ekonomiye sahipti. Peki, Suriye rejimi, üzerindeki ağır ekonomik ambargoya, siyasi ve askeri baskılara karşı askeri gücüne dayanarak ayakta kaldı denilebilir mi? Kuşkusuz hiç böyle bir durum söz konusu değildir. Geriye tarihsel olarak “siyaset Şam’da öğrenilir” denilen bir gerçeklik ve asla küçümsenmemesi gereken Şam’ın siyasi aklı kalır ki bu gerçekten önemlidir. Dengeleri ve çelişkileri iyi gören bir Şam aklı, bunlardan yararlanmasını iyi bilen bir Şam yeteneğinin olduğu doğrudur. Ama bunlar da tek başına Suriye’nin ayakta kalmasına yetmezdi. ABD ve Avrupa’nın Suriye politikası önemliydi. İlk başta Suudi Arabistan vb güçleri de yanlarına alarak ılımlı İslam ya da ılımlı muhalefet dedikleri güçleri destekleyip Şam’ı tasfiye edebileceklerini düşünmüşlerdi. Ne var ki ABD, Avrupa ve bazı Arap ülkelerinin bu politikaları iflas etti, başarılı olamadı. Çünkü; Suriye her şeyden önce Rusya, İran, Hizbullah vb güçlerle birlikte direndi. Bunlarla çok uzun süreli, çok yönlü ve stratejik düzeyde ilişkiler ve antlaşmalar yapılmıştı. İkincisi, DAİŞ’in Suriye’de etkili olması bazı dengeleri ve hesapları bozuyordu. Bu koşullarda Suriye’de Baas rejiminin tasfiye olması demek DAİŞ ve türevlerinin iktidar olması demekti. Bunu soykırımcı, işgalci, faşist Erdoğan dışında kimse istemezdi. En başta İsrail istemezdi. Aynı şekilde ABD ve Avrupa istemezdi. Suudi Arabistan istemezdi. İran hem Suriye yönetimiyle olan stratejik ilişkileri gereği hem de Şia inancına karşı DAİŞ vb güçlerin palazlanmasını ve iktidar olmasını zaten istemezdi. Rusya’nın Suriye yönetimiyle uzun yıllara dayanan stratejik düzeydeki ilişkileri ve DAİŞ’e karşı olan tutumu netti. Dolayısıyla ABD, Avrupa ve İsrail için Suriye’de radikal İslamcı bir rejim yerine oldukça güçten düşürülmüş, her açıdan zayıf konumda olan bir BAAS rejimi daha çok tercih edilir olmuştu. Fakat bütün bunların yanında ve esas olan Rojava’nın yani Kürtlerin tutumu ve geliştirdiği politikalardır.
Suriye’nin varlığını sürdürmesinde Kürtlerin etkisi
2011 ve 2012 yılını iyi anımsamak gerek. DAİŞ faşist çeteleri büyük korku salan bir heybetle Suriye’de Şam’ın dışında neredeyse her yeri işgal etmişti. Faşist Erdoğan da tüm gücüyle DAİŞ faşist çetelerine destek vermekteydi. DAİŞ çetelerinin Suriye’ye aktarılması, eğitim ve lojistik destek konusunda DAİŞ’le tam bir ittifak içerisindeydiler. DAİŞ’in özellikle işgalci Türk devletinin desteğiyle örgütlendiği ve saldırıda olduğu bir dönemde Şam’ın bu gelişmeler karşısında daha ne kadar dayanabileceği tartışmaları olmaktaydı. Bu tarihi ve kritik süreçte Rojava’nın yani Kürtlerin geliştireceği tutum ve politika çok önemliydi. O kadar önemliydi ki Suriye yönetiminin kaderi ve tüm geleceği gerçekten Kürtlerin bu süreçte nasıl davranacağına, Şam’a karşı nasıl bir politika geliştireceğine bağlıydı. Eğer Kürtler tarihin en kritik ve kırılgan olduğu o zaman bazı uluslararası güçlerin manüpüle etmesi ve yönlendirmesi ile hareket edip Suriye yönetimini hedeflemiş olsalardı bugün BAAS rejimi denilen bir şey kesinlikle olmayacak, Suriye bambaşka bir minvale girmiş olacaktı. Dolayısıyla bugün Şam yönetimi halen ayakta ve varlığını sürdürmekteyse bunu kesinlikle Kürt halkına teslim etmeli, Kürt halkına gerçekten borçlu olduğun bilmeli ve kabul etmeli. Demek ki biraz önce saydığımız faktörler Suriye yönetimini o zor ve kritik süreçte ayakta kalmasına yetmemiştir. Suriye yönetimi için belirleyici ve kader tayin edici önemde olan kesinlikle Kürtlerin Şam’la çatışmayan, daha o zaman bile her türlü sorunlarını Şam ile görüşmeler yoluyla tercih eden ilkeli, tutarlı tutumu ve doğru politikaları olmuştur. Bu bağlamda Suriye yönetiminin o günlerden bugüne ancak bu sayede geldiğini, Rojava’nın doğru ve ilkeli tutumu olmasaydı varlığını sürdürmesinin mümkün olmayacağını belirtmek asla abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.
Kürtler de bu süreçte kuşkusuz hiç boş durmadılar. Bırakalım boş durmayı her anı bir saldırı ve soykırım tehdidi altındaydı. DAİŞ cellatları amansız saldırı halindeydiler. Kobanê, boğazına bıçağın dayandığı bir konumdaydı. Saldırı çok büyük, direniş de haliyle çok amansız biçimde sürmekteydi. Sonuçta büyük direniş ve büyük bedeller pahasına da olsa Kobanê savunulmuştu. Yurtsever devrimci Kürt kadınları öncülüğünde faşist DAİŞ çetelerine Kobanê’de tarihsel bir kırılma yaşatılmıştı. Bir dönüm noktasıydı. DAİŞ çeteleri için tarihin baş aşağı gidiş başlangıcı, Kürtler için ise direnişin zirvede sürdüğü ve tarihi zaferle taçlandırıldığı bir süreçti. Sonrası Kuzey ve Doğu Suriye Özerk yönetiminin hem alan olarak daha çok genişlediği hem de inşa ve savunma mücadelesinin at başı verildiği yıllardı. Rojava devrimi mekan olarak küçük bir devrimdi. Fakat önemi, etkilenme ve büyüklük anlamında Ekim Devrimi kadardı. Başta insanlık ve kadınlar olmak üzere etkilenmeyen yoktu. Hepsinden önemlisi her türlü milliyetçilik adına oluk oluk kanların aktığı bu topraklarda zulme, haksızlığa ve soykırıma karşı tarihte ilk kez Kürt, Arap ve Hristiyan halklarının kanları birbirine karışarak direniş sürdürülmekteydi.
Suriye krizinden 11 yıl sonra bugüne baktığımızda durum nedir? On milyondan fazla Suriye vatandaşı ülke topraklarını terk etmiştir. Yüz binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Suriye topraklarının üçte biri halen soykırımcı, işgalci TC Devleti’yle birlikte olduğu ve tam olarak desteklediği faşist çetelerin denetimindedir. Suriye devletinin ekonomisi çökmüş, büyük bir yıkım, yokluk ve yoksulluk yaşanmaktadır. Bu yıllarda göreceli de olsa Kuzey ve Doğu Suriye halkları belli bir güven ve istikrar yaşamıştır. Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetim alanlarında her türlü devletçi, iktidarcı, cinsiyetçi, milliyetçiliğe karşı büyük bir mücadele verilmiştir. Tüm topluluklar, kültürler ve halklar özgür, demokratik ve barış içinde birlikte yaşamanın bilinç ve heyecanını yaşamaktadır. Sistemlerini inşa yolunda önemli adımlar atmışlardır. Ne var ki demokratikleşmeyen bir Suriye’de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim modelinin varlığını güven içinde tek başına sürdürmesi kolay değildir. Özerk Yönetimin uluslararası alanda bir siyasi statüye kavuşması ve bu temelde güvence kazanması Suriye’nin genelinde tüm sorunların siyasi, demokratik, barışçıl ve kalıcı bir çözüme kavuşmasına bağlıdır. Denklemi şu şekilde kurmak da yanlış olmayacaktır; demokratik bir Suriye başta Kürt sorunu olmak üzere tüm etnik ve kültürel sorunlar çözüldükçe gelişecektir. Doğru ve gerekli olan demokratik ve özgür toplumun yanında devletin de demokrasiye duyarlı hale getirilmesidir. Demokrasi gerçekten halkın kendini doğrudan ve tam yönetmesiyse gerçekleşir, doğru ve doğal olan budur.
Suriye şu anda bundan henüz çok uzaktır. Devlet nasıl demokratikleşecek ya da daha doğrusu demokrasiye duyarlı hale getirilecektir. Aslında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin şimdi hatta daha baştan beri hep yapmaya çalıştığı da bu olmaktadır.
Suriye yönetiminin diplomatik zaferi
Bilindiği üzere Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi 18 Nisan 2023 tarihinde Rakka’da çözüm için bir deklarasyon yayınladı. Suriye devlet yönetimine ve tüm kesimlere ortak çözüm oluşturma çağrısı yaptı. Suriye’nin çok müdahaleli bir alan olması kuşkusuz bu deklarasyon ve çözüm için yapılan çağrının tam olarak yerini bulmasını zorlaştırmaktadır. Koalisyon güçlerinden oluşan yani onlarca devletin içinde olduğu bir güç Suriye’de bulunmaktadır. Bunun anlamı onlarca ülke Suriye sorunlarına müdahildir. Diğer taraftan İran ve Rusya bulunmaktadır. Sömürgeci soykırımcı Türk devleti ise ülkenin neredeyse üçte birini zaten işgal etmiş durumdadır. Katar vb güçler ayrıca sürekli ilgilidirler. Türk devletinin başını çektiği güçler uzun süre Suriye rejiminin yıkılmasını hedeflemişlerdi. Şimdi ise Şam’la görüşmeler yolunu tercih eden bir noktaya gelmişlerdir. Rusya ve İran baştan beri Suriye yönetimiyle stratejik ilişki içinde her türlü desteği sunmuşlardır. ABD, Avrupa ve İsrail ise Suriye rejimini yıkmak yerine güçten düşürülmüş, zayıf bir Esad rejimini uzun zamandan beri tercih eden bir politika izlemişlerdir. Arap Birliği ülkeleri 11 yıl sonra Suriye devletiyle tek tek ilişki geliştirmektedir. Arap Birliği üyelik için yeniden Suriye yönetimine resmen çağrı yapmıştır. Bütün bunların gösterdiği şudur; Şam yönetimi nedenleri, nasılı ve niçinleri bir tarafa, sonuçta siyasi ve diplomatik kuşatılmışlık çemberini büyük ölçüde kırarak diplomatik bir zafer kazanmıştır. Doğal olarak kendisine olan güveni artmış durumdadır. 11 yıl sonra Suriye yönetiminin durumunu kısaca bu biçimde özetlemek mümkündür.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne gelince, biraz önce belirtiğimiz gibi sistemlerini inşa ve savunma yolunda önemli adımlar atmıştır. Fakat Özerk Yönetimi resmi olarak tanıyan henüz kimse yoktur. Ne Arap ülkeleri ne Avrupa ve Amerika ne de Rusya bunu yapmıştır. ABD ve Avrupa’nın Özerk Yönetimle ilişkileri halen DAİŞ’e karşı verilen mücadele ekseniyle sınırlıdır. Yani ilişkiler, askeri ve istihbarat boyutlarını aşmamıştır. Siyasi resmi ilişkilerin Özerk Yönetimi tanıma gibi bir durumları söz konusu değildir. Bu konuda olumlu yönde değerlendirilebilecek ibareler son derece zayıf hatta neredeyse yok gibidir. Aynı durum Rusya ile Özerk Yönetimle ilişkide olan diğer ülkeler için de geçerlidir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin en büyük sorunu ya da şimdiki en büyük handikabı tam da bu noktadır. Aslında bir paradokstur; yüzyılın devrimi, ikinci büyük Ekim Devrimi denilen Rojava devrimi uluslararası siyaset ve devletler tarafından ne yazık ki bu düzeyde karşılanmaktadır. Koalisyon güçleriyle birlikte DAİŞ çetelerine karşı verilen mücadele belli bir noktaya geldikten sonra Koalisyon güçlerinin Özerk Yönetimle ilişkileri hangi düzeyde olur belli değildir. Tarihte örnekleri bolca görülen, işleri bittikten sonra Özerk Yönetimin kendi başına kalması da her zaman bir olasılık olarak görülmek durumundadır. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi kuşkusuz pragmatik değil paradigmasal olarak çözümü Suriye içinde araması ve bunun için büyük gayret göstermesi doğru olandır. Nitekim Özerk Yönetim bu konudaki tutum ve yaklaşımını her fırsatta birçok toplantı, konferans ve çalıştay platformlarında ısrarla belirtmiş, dile getirmiştir. Bunu sadece siyasi bir retorik olarak değil Kürt, Arap, Hristiyan halklarını bu temelde bilinçlendirmeye, benimsetmeye çalışmıştır. Ortadoğu gibi bir yerde cins, din, devlet ve etnik milliyetçilik adına bireylerin ve toplulukların birbirlerini boğazladığı ve katlettiği bir zamanda Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Demokratik Ulus paradigması elbette yüksek bir anlam ve değer ifade etmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye halkları çok iyi bilmektedir ki her türden milliyetçiliğe dayalı savaşların ve çatışmaların önünü almak ancak toplumun bilinçlendirilmesi ve Demokratik Ulus birliğiyle mümkündür. Kuzey ve Doğu Suriye üzerindeki kuşatılmışlık, baskı, tecrit ve izolasyonu ortadan kaldırmanın yolu da halkların oluşturacağı ve örgütleyeceği Demokratik Ulus Birliğini yaratmaktan geçmektedir.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin deklarasyonuna yönelik tutumlar
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin 18 Nisan 2023 tarihinde yayınladığı, aynı zamanda bir çağrı niteliğinde olan deklarasyonu bu biçimde okumak ve anlamlandırmak gerekir. Deklarasyon gerçekten son derece demokratik, barışçıl, hiç kimseyi ret etmeyen, kapsayıcı, Suriye’nin bütünlüğünü esas alan, müzakereye açık, gerçekçi ve uygulanabilir içeriktedir. Burada çözüm için güçlü bir demokratik irade ve çok büyük bir iyi niyet vardır. Bunda cins, din, devlet, etnik milliyetçiliğine rastlamak mümkün değildir. Bölen, parçalayan, paylaşan bir zihniyet hiç yoktur. Devlet ve iktidar karşıtlığı zaten her cümlesinde görülmektedir. Yani ayrılma, ayrı bir devlet tercihi kesinlikle söz konusu değildir. Suriye’nin zenginlikleri olan gaz, enerji, tarım vs tüm Suriye halklarınındır. Deklarasyonda bu konuda dar, yerel milliyetçiliği çağrıştıran bir şey kesinlikle söz konusu değildir. O halde bu kadar makul, demokratik, uygulanabilir bir deklarasyon ve çağrı neden karşılık bulmasın! Çağrı ve deklarasyonun öncelikli ve önemli muhatabı olan kuşkusuz başta Suriye yönetimi olmaktadır. Deklarasyonda BMGK’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde ilgili tüm tarafların ve güçlerin konuya ilişkin tutum belirlemeleri ve olumlu yaklaşım göstermeleri gerçekten hayati önemdedir.
Doğal olarak en başta Suriye yönetiminin tutumuna bakmak gerekmektedir. Şam yönetiminin eskiye oranla kendine güveni artan bir konumda olduğu doğrudur. Özellikle diplomatik tecritten kurtulan konumunu şimdi nasıl değerlendirecek bu önemlidir. Bu noktada Şam yönetiminin önünde iki seçenek bulunmaktadır. Bazen bu seçeneklerden biri diğerinden daha baskın olsa da birinci seçenek Şam’ın kendine olan güvenle demokratikleşme yolunu tercih etmesi, bu temelde çözüm için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile müzakere yapmasıdır. Böyle olursa Suriye adeta yeniden doğmuş olacaktır. Hemen tüm yaralarını saracak, güçlü bir restorasyon hamlesini başlatacak, böylece çözülen Kürt sorunu temelinde demokratikleşen Suriye kesin olarak Ortadoğu’da örnek bir konuma gelecektir. Ancak ulus devletçi BAAS zihniyeti buna ne kadar isteklidir, esasen önemli olan budur. Zira ulus devletçi zihniyetin demokrasiye açık ve istekli olmadığı bilinen bir gerçekliktir. Önder Apo ulus devletleri çözümlerken 16. Louis ve Saddam’ı örnek vermişti. Yani ulus devletçi zihniyetin Suriye’de belirtiğimiz gelişmeleri yaşayan bir konuma gelmesi imkansız değildir. Ama kolay olmayacağı da bir gerçekliktir. Bu sadece Suriye devleti için değil belki de daha fazla tüm Ortadoğu ulus devletleri için geçerlidir. Avrupa ulus devletlerinde yüzyıllara uzanan bir demokrasi mücadelesi vardır. Halklar bu mücadelelerde büyük bedeller ödemiştir. Avrupa’nın bugün yaşadığı demokratik değerler bu temelde kazanılmıştır. Ortadoğu ulus devletlerin kuruluşu ise farklıdır. Bir İngiliz-Avrupa projesi olarak üstten kurulan devletlerdir. Dolayısıyla bu ülkelerde demokrasi mücadelesi ve değerleri yok gibidir. Eğer Suriye devleti stratejik düşünüp Suriye’nin demokratikleşmesini benimser ve devlet olarak demokrasiye biraz duyarlı hale gelirse Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin yaptığı çağrı ve yayınladığı deklarasyona kuşkusuz olumlu tepki gösterecektir. Görülen odur ki Suriye yönetimi buna şimdilik sorumlu bir düzeyde tepki veren, olumlu bir tutum içerisinde değildir. Fakat böyle de olsa Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Suriye’ye dayalı bir çözüm için ne kadar ısrar eder ve bunun için çaba gösterirse yerindedir. Eğer Şam yönetimi demokratikleşme ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile çözüm için müzakere yolunu tercih etmezse o zaman ne olur? Suriye’de siyasi çözüm için şimdiye kadar birçok uluslararası toplantı gerçekleşti. Ne Cenevre ne de Astana toplantıları bir çözüm geliştiremedi. Tüm sorunlar halen olduğu yerde durmaktadır, hatta katlanarak daha da büyümekte ve karışık bir hal almaktadır. Böyle bir süreçte Şam’ın önündeki en büyük sorun Türk devleti ve partnerleri tarafından işgal edilen topraklarının nasıl özgürleştirileceğidir. Şam’ın önünde iki seçenek bulunuyor; ya Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile uzlaşarak işgal altındaki toprakları özgürleştirecek ya da işgalci Türk devleti ile ilişkilerini geliştirip ortak düşman dedikleri Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin varlığına son verecektir.
Rusya uzun zamandan beri Türk devletiyle Suriye’yi uzlaştırmaya çalışan bir politika yürütmektedir. Rusya’nın bu politikasına İran’ın da zaman zaman ortak olduğu bilinmektedir. İran’ın hem imparatorluk geleneğinden kalma Ortadoğu üzerindeki hakimiyet rekabeti hem de inanç farklılığı nedeniyle Türk devleti ile kalıcı ve esaslı uzlaşmaya varması kolay değildir. Fakat diğer taraftan Rusya’nın ısrar ettiği dörtlü toplantılar söz konusudur. Türkiye’de seçimler gündemdeyken Suriye’nin sorunu ağırdan aldığı, seçim öncesinde Erdoğan’a bir şey kazandırmak istemediği ortadadır. Diğer taraftan Erdoğan’ın seçimleri kazanma olasılığı vardır. Bu takdirde dörtlü toplantıların nitelik kazanma durumu olabilecektir. Erdoğan’ın Suriye politikasında gelinen noktada Şam yönetimiyle ortak Kürt düşmanlığı üzerinde atmayacağı bir adım, vermeyeceği hiçbir taviz yoktur. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin varlığına son vermek Türk devleti için en temel uzlaşı noktasıdır. Bu temelde Türk devletinin sınırda 30 km derinlikte Suriye topraklarında ve Kuzey ve Doğu Suriye’de açık saldırı ve operasyon yapması mümkündür. Bunun karşılığında Türk devletinin işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmesi her zaman düşünülebilecek bir olasılık olmaktadır. Fakat şu da vardır; uluslararası toplum ve uluslararası güçler Rusya ve İran’ın da içinde olduğu bir stratejinin Suriye’de sırf Kürtler ve Özerk Yönetim üzerinde hayat bulmasını kabullenmeleri de çok zor bir olasılıktır. Aynı yaklaşım Arap Birliği için de geçerlidir. Nitekim yakın zamanda toplanan Arap Birliği toplantısında Kürtlerin ve Özerk Yönetimin karşıtlığı anlamına gelen hiçbir karar alınmamış, olumsuz bir söylem gelişmemiştir. Arap Birliğinin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin yaptığı son çağrı ve yayınladığı deklarasyona ilişkin olumlu ya da olumsuz bir tutumu da görülmemektedir.
İran Kürt iradesinin kırılmasını istiyor
İran, TC’yle Suriye devletinin ortak Kürt düşmanlığı temelinde Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarını içten içe memnuniyetle değerlendirecektir. Belki bu tutumunu açığa vurmayacaktır. Ama İran’ın da arzuladığı şey Kürt iradesinin kırılmasıdır. Böyle olmakla birlikte İran’ın Suriye politikasında Kürtlere ilişkin Türk devletinden farklı bir yanı da şudur: Belki daha çok esnek ve daha yumuşak, dolayısıyla sıradan diyebileceğimiz Kürtlerin de içinde olduğu bir çözüm modelini tercih edebilecektir. ABD ve Avrupa’nın Suriye’deki varlığından ve etkisinden büyük rahatsızlık duyduğu için bunlarsız bir çözümü arzulayacaktır. Ama köklü, nitelikli, gerçekten demokratik bir Kürt çözümü ya da Özerk Yönetimin varlığını kabul eden düzeyde Suriye’nin demokratikleşmesini hedefleyen bir çözüme açık olduğunu da sanmıyoruz. Buna rağmen bunda ısrar etmek Suriye’yle demokratik makul bir çözüm arayışında olmak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi için en doğrusudur.
Aslında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim modelinin ve öngörülen demokratik bir Suriye’yi en çok savunan ve destekleyen Rusya olmalıdır. Çünkü Rusya’nın Suriye’yle 50 yıllık anlaşmaları vardır. Ayrıca Rusya zaten federasyonlar üzerinden kurulan bir ülkedir. Yani bu tür bir modele ve bundan kaynaklı söylem ve argümanlara Sovyet döneminden de kalma fazlasıyla aşinadır. Ne var ki aşırı çıkarcı, ben merkeziyetçi politikası ve özellikle de başta Ukrayna Savaşı olmak üzere birçok konuda ABD ve NATO karşıtlığına denk düşen TC’yle çakışan yaklaşımları bunu engellemektedir. Zira Rusya’nın öncelikli sorunu kendi sorunları, Ukrayna ve diğer sorunlar olmaktadır. İçinde bulunduğu sıkışıklıktan kurtulmak, rahat bir nefes almak için en çok Suriye konusunda taviz verebilir durumdadır. TC’yle ilişkileri bu bağlamdadır. Bu nedenle Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin yaptığı çağrı ve yayınladığı deklarasyona en az şimdilik olumlu bir cevap vermesi olasılık dahilinde görülmemektedir. Farklı bir açıdan baktığımızda aynı durum ABD ve Avrupa için de geçerlidir. Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik durumu, bir NATO ülkesi olması ABD ve Avrupa’nın Kuzey ve Doğu Suriye politikasını doğrudan etkilemektedir. Yoksa başta ABD olmak üzere Belçika, İtalya, İsviçre ve daha birçok Avrupa ülkelerinde federasyon benzeri modellerin olduğu bilinmektedir. Yani bu güçler de özerklik, federasyon vb kavram ve argümanlara aşinadır. Ama iş Kürt sorunu ve demokratikleşme sorunu olunca bu güçlerin çok fazla hevesli olmadığı, her türlü ahlaki ve politik ölçülerden uzak kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak buna göre strateji ve politika geliştirdikleri bilinmektedir.
Belirtildiği gibi Suriye devleti de halen Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin çağrı ve deklarasyonuna olumlu bir tepki gösterebilmiş değildir. Suriye yönetiminin bilakis buna içten içe büyük bir öfke duyduğu hissedilmektedir. Umut ederiz ki Şam yönetimi krizden 12 yıl sonra az da olsa toparlanan ve kendine güveninin geliştiği konumunu demokratikleşme ve çözüm yolunda değerlendirmeyi tercih eder. Yoksa miadı zaten çoktan dolmuş olan ulus devletçi zihniyetin Suriye’de mutlak kırılacağı ve aşılacağı kesindir.
Özetle; süreç son derece karışık ve karmaşıktır. Çok boyutlu sorunların, denklemlerin ve müdahalelerin olduğu Suriye’de halen her şey görecelidir. Dolayısıyla büyük tehlike ve riskler kadar birçok şans ve çözüm olasılıklarına da açık olan bir süreç yaşanmaktadır. Bu süreçte demokratik güç sahibi olanlar ve gücünü doğru kullanmasını bilenler kazanacaktır. Suriye halkları bunu artık hak etmiştir. Bu topraklarda, toprağın suya hasret gibi Ortadoğu halklarının demokrasi ve özgürlüğe hasretleri çok büyüktür. Önder Apo’nun Demokratik Ulus paradigması mutlaka gerçekleşecek ve halklar demokratik ve özgür yaşam özlemlerine kavuşacaktır.