Öncelikle, başta Önder Apo olmak üzere tüm partili yoldaşların, kahraman gerilla güçlerimizin, kadınların ve gençlerin, halkımızın ve dostlarımızın Newroz Özgürlük Bayramı’nı kutluyorum. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan şahsında tüm Newroz şehitlerimizi ve devrim şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Kürt halkı ve dostları 2025 yılının Newrozu’nu Kürdistan’ın dört parçasında, yurtdışında, oldukları her yerde büyük bir moral ve coşkuyla kutladılar, kutluyorlar. Daha öncesinden Kürdistan kadınları ve dostları 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Önder Apo’nun halkımıza ve Türkiye halklarına sunduğu Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu perspektifiyle kutlayarak, sürecin öncüsü olacaklarını ilan etti. Bu yılki Newroz, Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’nu sahiplenerek halkımız ve dostları tarafından büyük bir bilinç, coşku ve kararlılıkla milyonlar tarafından kutlandı. Kürtler, tarihinde Newroz’u bin yıllardır kutlaya gelmiştir. Bu anlamda Newroz ulusal birliğin, dirilişin ve özgürlüğün ruhu olarak hep kutlana gelmiştir.
Tarihten günümüze kadar insanlık tarihinde direniş ve kahramanlık her zaman belirleyici bir rol oynamış ve halkların yaşamında sürekli yüceltilmiştir. Direniş ve kahramanlık her zaman yol göstermiş ve umutları diri tutmuştur. Eğer bir halk kör bir kuyuda ve derin bir uykudaysa ya da bir topluluk ölüm-kalım sınırında ise onu uyandıracak direnişe ve kahramanlara kesinlikle gereksinim vardır. Tarihten günümüze kadar bu tür kahramanlıklara çokça rastlanılmaktadır. Her toplumun ve halkın hatta her kültürün ve inancın kahramanları da olmuştur. Kahramanlar yok oluşun eşiğinde olduğu zamanlarda ya da umut zerresinin bile olmadığı anlarda ortaya çıkarak umudun yeşermesine ve özgürlüğün gelişmesine neden olurlar.
Bundandır ki tarih bazen kişiliklerde anlam bulur, yaşanır. Burada, tarihe damgasını vuran tarihsel kişiliklerden söz ediyoruz. Dinler ve siyasi toplumsal mücadeleler tarihinde bunları bazen peygamberler, bazen askeri komutanlar, bazen düşünürler, filozoflar ve büyük siyasi kişilikler biçiminde görmek mümkündür. Tarihin önemli kavşaklarında tam da sözün bittiği an denilen zamanda ortaya çıkan bu kişilikler aslında tarihin tam kendisi olmaktadırlar. Normal zamanların, sorunların ya da olayların karşılığı elbette normal sözler, eylem ve davranış biçimleri olacaktır. Normalin ötesinde yani olağanüstü denilen şeylerde ise tüm sorunları, sınırları aşan dahiyane ve olağanüstü gelişmelerden ya da durumlardan söz etmek gerekir. Tarihe yön veren kişiliklere baktığımızda toplumların ahlaki ve politik yaşamına büyük katkıda bulunarak rollerini oynamışlardır. Eğer bu kişilikler o dönemde görev ve sorumluluklarını yerine getirmemiş olsalardı tarihin seyri o topluluk ve toplumlar için herhalde bambaşka olurdu.
Her toplum kendi kahramanını
kendi içinden çıkarmak zorundadır
Dünya tarihine baktığımızda zulme, baskıya, işkenceye ve her türlü haksızlığa karşı başkaldırarak tarih sahnesinde yer almış, bir döneme damga vurmuş ve insanlığın gelişimine katkıda bulunmuş kişilikler mevcuttur. Kürdistan tarihinde de buna benzer kişilikler olmuştur. Ama konu Kürdistan olunca bin yılların vermiş olduğu esaretten dolayı ortaya çıkan kahramanlar ve tarihi kişilikler istedikleri sonuca ulaşamamış, umutları ve hayalleri yarım kalmıştır. Günümüz dünyasında Kürtler statüsü ve devleti olmayan en fazla nüfusa sahip olan bir halktır. Sürekli imha ve soykırımla karşı karşıya ve varlığı hep inkâr edilmiştir. Bu demektir ki çok derin, son derece ağır, içinden ve üstesinden kolay çıkılamayacak ve gelinemeyecek bir sorun vardır, yani ender bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir sorunun çözümüne el atan kişilik de o düzeyde ender olmak durumundadır. Zira sorunun varlığı, diyalektiğin gelişim yasası da bunu gerektirir. Yoksa Kürtlerin özgürlüğü için dünyanın başka bir yerinden bu sorunu çözmek için gökten bir kurtarıcı gelmeyecekti. Her ot kendi kökü üzerinden yeşerir misali her toplum da kendi kahramanını, kurtarıcısını kendi içinden çıkarmak zorundadır. Kurtarıcı olan kişi sorunun bizzat kendi içinden, sorunun yakıcılığını iliklerine kadar hissederek ve sorunun olduğu yerde yani Kürdistan’da ortaya çıkacaktı. Buna ister çağın ister Kürt realitesinin lütfu ve doğurganlığı diyelim isterse 300 yılda bir insanlığın ortaya çıkardığı kişilik diyelim ama ne denilirse denilsin Kürdistan’da tarih bir kez daha tarihsel bir kişilikle yani Önder Apo’yla yazılmakta ve doğrultu kazanmaktadır. Çağımızın Neron, Firavun ve Nemrutlarına karşı çağın yeni tarihsel önderliğiyle karşılık verilmektedir. Bilindiği gibi çokça direnen, çokça yiğitlik gösteren ve tarihi bununla dolu olan bir halk olmamıza rağmen, ne acıdır ki esaret koşullarından kurtulamayışımızın en önemli nedeni ise bu “makus kaderi” tersine çevirecek bir öncü ve önderlikten halkımızın yoksun kalmasıdır. Biliniyor ki, sömürgeci bir güç eğer bir halkı sömürge ve bağımlılık ilişkileri içerisinde tutmak istiyorsa, esas olarak iki yolu dener. Birincisi; tarihine, geçmişine, tüm gerçekliğine yabancılaştırmak, tarihini tersyüz ederek tanınmaz hale getirmektir. İkincisi ise; o halkı, o toplumu örgütsüz ve önderliksiz bırakmaktır. Bunların ikisi de egemen güçler tarafından halkımızın başından eksik edilmemiş ve günümüze kadar çeşitli biçimlerde sürekli denenmiştir. Yıllardır baskı ve zulüm altında halk olarak yaşamamızın temelinde bu iki neden yatmaktadır. Günümüzde halkımızın başına bela olan bu her ikisini de tersine çevirmiş bulunmaktayız. Hem tüm gericiliğin bin yıllara varan engellemelerine rağmen çağın en güçlü önderliğine ulaşmış bir halkız hem de kahramanlarıyla tarih yazan bir partiye sahibiz. Bu da geçmişten güçlü dersler ve önemli sonuçlar çıkardığımızın kanıtı olmakta ve geleceğe de bu temelde kararlı adımlarla yürümekteyiz.
Kürtlerin varlığını koruması sahip oldukları
derin kültür ve gelenek sayesindedir
Soykırımcı-sömürgeci Türk devleti konu Kürtler olunca Kürtler adına olan her şeyi, tüm değerleri yok etmek, erozyona uğratmak, yok saymak için ne lazımsa yapmıştır. Özellikle Kürtlerin tarihsel bilinç ve hafızasını imha etmeyi amaçlamıştır. Kürtlerin dil, kimlik, kültür ve gelenekleriyle oynamıştır. Bunun için yapmadıkları çarpıtma, oyun ve entrika kalmamıştır. Newroz’u yıllarca yasaklamış, katliamlar gerçekleştirmiş ama sonuç alamadığı için bahar bayramı olarak tanımlamak zorunda kalmışlardır. Sırf Kürtlere ait olduğu bilinmesin diye bir Türki bayramı olarak değerlendirmek istemişlerdir. Kürtlere unutturmak, hafızalarından silmek için çırpınıp durmuşlardır. Toplumlar elbette ancak kök hücreleriyle, gelenekleriyle, kültürleriyle varlıklarını sürdürebilirler. Bunların olmadığı bir yerde halkların ve toplumların varlığından ve özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir. Bu anlamda kültür deyip geçmemek gerekir. Kapitalist modernite güçleri Ortadoğu halkları üzerinde 200 yıldır tüm hışmıyla egemenlik kurmaya çalışmaktadır. Buna rağmen Ortadoğu halkları teslim olmamakta, halen çeşitli biçimlerde direnerek kapitalist modernite güçlerinin istedikleri ve bekledikleri sonuca tam ulaşmalarını engellemektedir. Burada Ortadoğu halklarının sahip olduğu bin yılların derin ve sarsılmaz kültürünün belirleyici olduğu kesindir. Aynı gerçeklik Kürtler için fazlasıyla geçerli olmaktadır. Med İmparatorluğu’ndan sonra Kürtlerin tarihinde baş aşağıya doğru bir gidiş olmuştur. Savaş, soykırım, sürgün ve katliamlar hiç eksik olmamış, öyle ki Kürtler ve Kürdistan hem coğrafik hem sosyal hem de inançsal ve mezhepsel olarak adeta lime lime parçalanmış, iğdiş edilmiştir. Bu durum yüz yıllarca böyle sürmesine rağmen Kürtlerin varlığını koruması ve günümüze kadar direnmesi hiç şüphesiz sahip oldukları derin kültür ve gelenek sayesindedir. Zaten bizlere 20. yüzyıla kalan tek miras da bu olmuştur. Buna rağmen Cumhuriyet tarihinde ‘son isyan’ olarak anılan Ağrı İsyanı’nın ardından Türk devletinin Ağrı Dağı’na bir mezar kazıp üzerine “muhayyel Kürdistan burada meftundur” yazarak karikatürize etmesi de Kürtlere kader biçme, Kürt sorununu kendilerine göre bitirerek halletme anlamına gelmektedir. Tam da Kürt halkının var olup olmadığı tartışıldığı, her şeyin üzerinin örtüldüğü sanıldığı böyle bir zamanda Önder Apo’nun Ağrı Dağı’ndan başlayıp Kürdistan’a yaptığı sefer vardır. Hani derler ya kaybettiğin yerde arayacaksın, Önder Apo da bitti denilen yerde bir yürüyüş başlatmıştır. Ardından tarihin az tanıklık ettiği biçimde baş aşağıya doğru giden kötü gidişata Önder Apo’nun güçlü müdahalesi söz konusudur.
Direnişin kültürleşmesi
Kürtlerin varlığının bile tartışıldığı bir dönemde zamanın adıyla Kürdistan Devrimcileri, Apocular Kürdistan’da bambaşka bir rüzgar estirmeye başlattılar. Bu müthiş bir ulusal uyanış sürecidir. Kürdistan’da kısa sürede birkaç yıl içinde on binler, yüz binler ayağa kalkmıştır. Bir taraftan yoğun ve yaygın bir ulusal bilinçlenme, ideolojik mücadele diğer taraftan sivil ve resmi faşist güçlere ve işbirlikçi feodal kompradorlara karşı ilk silahlı eylem ve mücadele başlamıştır. Soykırımcı-sömürgeci Türk devletinin buna verdiği karşılık Maraş Katliamı ve ardından Kürdistan’da sıkı yönetim ilan etmek olmuştur. Bu zorlu süreçte PKK, kuruluşunun ilanını büyük eylemliliklerle ilan etmiş, düşman da olanca gücüyle saldırı ve operasyonları geliştirerek karşılık vermiştir. Bu süreçte Partimizin Önder kadroları Mazlum, Kemal ve Hayriler de dahil binlerce kadro ve militan tutuklanmış, zindanlara doldurulmuştur. 12 Eylül Faşist Darbesi gerçekleşmiş, böylelikle hareket olarak tüm zamanlarımızın en zor ve en kader tayin edici kritik sürecine girilmiştir.
Önder Apo bu süreçte her zamanki dahiyane öngörüsüyle geri çekilme taktik kararını verirken zindanlar, zindan direnişi halk ve parti geleceğimizi, kaderimizi belirleyecekti. Askeri Faşist Cunta kendi deyimiyle PKK’nin kökünü kazıyacağına dair kendinden emindi. Ne de olsa partinin önder kadroları Mazlum, Hayri, Kemal, Sakine ve Ferhatlar ellerinde esirdi. PKK bitirilecekse burada zindanlarda bitirilmeli diye düşünüyor ve buna inanıyorlardı. Bunun için işkencede sınır tanıma olmayacak, her türlü vahşeti uygulayacaklardı. Direniş mutlak ezilecek, ruhlar ve yürekler teslim alınacaktı. Direnişte ısrar edenler nefes almamalı, yürekleri karartılmalı, iradeleri kırılıncaya dek vahşet uygulanmalıydı. Faşist cunta zindan direnişlerine böyle bakıyordu. Dolayısıyla süreç çok sert, kıran kırana geçmekte, olağanüstü bir savaş söz konusuydu. Direniş kesintisiz sürmekte fakat yetmemekteydi. Tehlike gün geçtikçe yakınlaşarak kendini hissettirmekte, buna mutlak ve kesin bir cevap gerekmekteydi. Tehlikenin büyüklüğü kadar o düzeyde ve o sertlikte tarihi bir direniş biçimi geliştirilmeliydi. Başka türlü teslimiyetin önü alınamazdı. Bu nedenle tarihi ve sert bir direniş gerekli ve zorunluydu. Çünkü denenen ve uygulanan direnişler sonuç vermiyordu. Bu durumu çok derin, güçlü ve amansız yoğunlaşarak yaşayan bir de Mazlum Doğan yoldaştı. Bir şeyler yapılmalı, mutlak teslimiyetin önü alınmalı diye yoğunlaşıyordu. Tarihin emrettiği, söylenmesi gereken söz artık söylenmeli, eylemi de gerçekleştirilmeliydi. Mazlum yoldaş bunu kimseye, başka bir yoldaşa sen söyle, sen yap diyemezdi. ‘Kendim söyleyecek, kendim yapacağım’ diyordu. Bu öyle bir söz ve öyle bir eylem olmalıydı ki ilk olmanın anlam ve onurunu yaşamalıydı. Yani ilk söyleyecek, ilk yapacak olan kendisiydi. Bir çağrı, bir haykırış, tarihe müdahale niteliğinde bir eylem olmalıydı, öyle de oldu.
Çağdaş Kawa’nın doğuşu…
Mazlum yoldaş, 1982’nin 21 Mart’ında Diyarbakır Zindanı’nda bir kör hücrede üç kibrit çöpüyle Newroz ateşini yakarak, karanlığı aydınlatıp ölümsüzleşti. Evet, kahramanlık ve aydınlık! Kahramanlıklar tarihte hep şafak vaktinde çıkmışlardır. Zifiri karanlık şafağın müjdecisidir. Can vermek üzereyken can simidi olmak anlamında yaşamı diriltmek zifiri karanlığın ardından şafak vaktine uzanmak. Teslimiyetin önü böyle alınmıştır. Bu direnişe ve zafere bir çağrı, mücadelede çığır açmaktır. Bunun içindir ki Mazlum yoldaş, “direnmek yaşamaktır” demiştir. Tarihsel arka planı ve perspektifi ise hiç kuşkusuz Newroz’un adına ve özüne uygun biçimde yeniden yaşatılmasıdır. Üç kibrit çöpüyle karanlıkların aydınlığa açılması olarak 21 Mart Newroz gününün seçilmesi de bilgecedir. Çağdaş Kawa doğmuştur artık. Bilindiği gibi Asur İmparatorluğu döneminde imparator Dehaq’ın insan beynini yiyerek ne kadar acımasız ve zalim olduğu ifade edilmektedir. Burada bir kez daha diyalektiğin engel tanımaz, zıtların birliği yasası hüküm sürmektedir. Yani zalim Dehaq varsa özgürlüğün sembolü Newroz’un ateşini yakan Demirci Kawa da olmalıydı. Demirci Kawa’nın örsüyle zalim Dehaq’ın kafasını uçurması Kürtlerin şahsında tüm Ortadoğu’da halkların özgürlüğünü müjdeleyecek ve halklar o günden bugüne her 21 Mart’ta Newroz ateşini harlayarak direnişin ve özgürlüğün sembolü anlamında kutlayacaktı. Tarih bir kez daha Amed Zindanı’nın zifiri karanlığında aydınlığı yaratan Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın ‘Direnmek Yaşamaktır’ şiarıyla yaktığı üç kibrit çöpü ile bir halkın direnmesine ve mücadelesine, tarihe müdahalesine sahne olacaktı. 2639 yıl önce olduğu gibi Kürtler bugün bir kez daha Önder Apo’nun rehberliğinde Ortadoğu halklarının özgürlüğüne kavuşmasının soylu görev ve sorumluluğuyla Newroz’a cevap olmakta, kutlamaktadır.
Tarihsel önderler ve kişilikler çağın sorunlarına çözüm üretmek için kendi yol arkadaşlarını yaratır ve bu şekilde döneme cevap olurlar. Önder Apo ile yol yürüyen partimizin öncü kadroları Haki, Kemal, Mazlum, Hayri, Sakine ve niceleri bunun kanıtı ve ispatıdır. Önder Apo, Mazlum Doğan yoldaşın kendi şahsına yönelik şunu duyduğunu “Arkadaşın yol yürüyüşü kartal uçuşuna benziyor. Hem de sürekli yükseklerde seyrederek uçuyor” demektedir. Kartal gibi yükseklerde süzülen bir Önderliğin kartal gibi süzülen yol arkadaşları olması gerekmekteydi ve olan da buydu.
Önder Apo Mazlum yoldaş için “Mazlum direnişçiliği partinin büyük ruhudur. Mazlum buradan Botan’a doğru bir cesaret köprüsüdür. Bu köprü üzerinden özgürlük dağlarına ulaşacağız” demiştir. Partimizin kurucu üyelerinden olan Mazlum yoldaş, direnişi kadar stratejik yoğunlaşma ve sahip olduğu derin öngörü, bilinç ve ufkuyla da gerçek bir Apocu önderdi. İyi hatırlıyoruz, 81’de Mazlum arkadaştan gelen bir mektup vardı. Dışarıda hepimiz okuduk. Yurtdışında ‘süreci nasıl değerlendirebiliriz’ diye tartışırken, kimileri ‘hemen savaşı başlatalım” diye görüş belirtiyor, kimileri önlerine mültecileşmeyi koymuş ve savaşın başlatılabileceğine hiç ihtimal bile vermiyordu. Ve kimileri de uzaktan seyredip bazı hesaplar içerisine girerken, Mazlum arkadaş gönderdiği mektubunda aynen şunları söylüyordu: “Hazırlık ve toparlanma taktiği doğrudur. Acelecilik ve gözü dönmüş atılganlıktan sakınmak gerekir. Bizce örgütlenme, propaganda ve askeri hazırlık bir-iki yıl sürmelidir.” Oysa o dönemde Önder Apo dışında sanıyorum kimsenin süreci böyle değerlendirecek durumu yoktu. Bu anlamda bizler, Mazlum arkadaşın süreci ve görevleri değerlendiren, ileriye yönelik önerilerini de ekleyerek sunmuş olduğu mektubunu temel bir perspektif ve talimat olarak esas almaya ve sonuçlar çıkarmaya çalıştık. Gerçekten de bu mektubun hepimizin üzerinde büyük bir etkisi olmuştu. Belirttiğimiz gibi, 12 Eylül faşizmine karşı sergilenen direnişler, kimimizi bilinçli düzeyde, kimimizi duygusal temelde, kimimizi başka şekilde etkiliyor, ayakta tutuyordu.
Mazlum yoldaş, hedefine tam odaklanan
Apocu bir kişiliktir
Önder Apo Mazlum yoldaş için, “içimizde en çok okuyan, araştıran, inceleyen, Marksizmi etüt eden” demektedir. Direnişi sonsuz ve sınırsız, bilinci ve hamuru da böyle gelişmiş ve gerçekleşmiştir. Önder Apo’nun “eğer bu dönemde arkadaşların zindan direnişi olmasaydı ve ihanet sonuna kadar gitseydi Kürdistan bitmiş olacaktı” belirlemesi elbette çok önemliydi. İşte zindan direnişinin harcı ve hamuru olan Mazlum yoldaş ile ancak çığır açılmış, teslimiyetin önüne geçilmiş, en genel olarak da Kürdistan’ın baş aşağı gidişatına müdahale edilmiştir. Sonraki tarihsel Dörtler Direnişi ve Büyük Ölüm Orucu partimize ve halkımıza yeniden nefes aldırtmış, güç toplamasını sağlamış, direnişi büyütmüştür. Bazı zamanların ve tarihsel kavşakların kişiliklerle anılması ve anlamlandırılması kesinlikle doğrudur. PKK tarihinde teslimiyete karşı direniş, Amed Zindanı ve Newroz derken elbette ilk akla gelen ve bilinmesi gereken Mazlum Doğan yoldaş olmaktadır. O zamanlar ve tarihi süreçler onun kişiliği, söz ve eylem birliği ve diyalektiğiyle ancak en iyi ve en doğru anlaşılır. Tarihe, partiye ve halka karşı sorumluluk nedir diye düşündüğümüzde Mazlum Doğan yoldaşın kişiliğine bakacağız. Emek kahramanıydı. Bilinçte, yoğunlaşmada, değerleri koruma ve yaratmada, yoldaşlık ilişkilerinde ve devrimci yaşamda Mazlum yoldaşı anladığımız ve içselleştirdiğimiz kadar yolun yoldaşı olabileceğimizi bilerek merak saracağız. Mazlum yoldaşta dur durak yoktur. Her anı çalışmak, üretmektir. Bu anlamda gerçek bir emek kahramanıdır. Zoru hatta daha da ötesini yenmek Mazlum yoldaşın direnmek karakteridir. Yılmak, yorulmak yoktur Mazlum yoldaşta. Elbette hedefine tam odaklanan Apocu bir kişiliktir, coşkun sular gibidir. Yaşam uğruna kendini feda edebilecek kadar bağlı, onurlu yaşamı her şeyin üstünde tutmuştur. Kural ve disiplin ölçüleriyle partiyi her zaman güçlü sahiplenen, bu konuda kesinlikle taviz vermeyen Apocu bir kişiliktir. Mazlum yoldaşın ideolojik propaganda gücü yüksektir. Müthiş etkileyen bir yoldaştır. Şehadetiyle, sözü ve eylemiyle tarih yazmış ve hep öyle anılacak, öyle yaşayacaktır. Newrozlar milyonlarla Mazlum Yoldaşla kutlanmaktadır. Mazlum yoldaşın 21 Mart 1982’de verdiği direniş mesajı ve bayrağı Dörtler tarafından devralınmış ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucuyla soluksuz bir maratona dönüşmüştür.
Partimizin 3. Kongresi’nde Mazlum yoldaşın şehadet tarihi olan 21 Mart ile Egîd yoldaşın şehadet tarihi olan 28 Mart arası günleri Ulusal Kahramanlık Haftası olarak ilan edilmiştir. Egîd yoldaş için Önder Apo, “Mazlum’un buradan Kürdistan dağlarını aştığı cesaret köprüsünde ilk yürüyen önder komutan” demiştir. Önder Apo zindanlardaki tarihi direnişlere ve düşmanın vahşet uygulamalarına verebileceğimiz en doğru ve en anlamlı karşılık bir an evvel Kürdistan dağlarında direnişi yükseltmek olduğunu belirtirken en başta Egîd yoldaşı görevlendirmiştir. Nasıl ki Newroz ve zindan direnişi doğrudan ve tam olarak Mazlum yoldaş ile anlam bulmuş, onunla bütünleşmiş ve başarıya ulaşmışsa, Kürdistan’da özgürlük gerillasının örgütlendirilmesi ve Şanlı 15 Ağustos tarihi atılımı da Egîd yoldaşla özdeşleşmiş, onunla anlam kazanmış, zafer çizgisinde durmadan gelişmiştir.
Azim, cesaret, kararlılık,
gerçek bir mücadeleci kişilik: Egîd
Egîd kişiliği gerçekten baştan aşağı bir direniş ve zafer kişiliğidir. Bu anlamda 15 Ağustos tarihsel atılımını Vietnam’ın meşhur “Dien Bien Phu Zaferi”yle, Egîd yoldaşı da zaferin generali Giap’la benzeştirmek kesinlikle yanlış olmayacaktır. Askeri strateji ve taktiğin geliştirilmesi ve pratikleşmesi açısından da bu böyledir. General Giap, Vietman’da kırk yılı aşkın süren bir halk savaşının temellerini atmıştı. 34 kişilik silahlı propaganda birliği bu savaşın ve oluşturulan halk ordusunun mayası olmuştu. Egîd yoldaş, şanlı 15 Ağustos Zafer Atılımı’nı 27 savaşçıyla gerçekleştirmişti. Kırk yılı aşkın yenilmezliği kanıtlanan bu gerilla gücünün bugün Kürdistan’ın dağlarında direnerek düşmana nasıl kök söktürdüğü gözler önündedir. Kürdistan’da kölelik yaşamının parçalanması gerilla ile gerçekleşmiştir. Düşmanın 15 Ağustos Zaferi’nden sonra ömür biçtiği ‘72 saat ömürleri kaldı’ dediği gerilla, Kürdistan’da destanlar ve devrimler yaratmaya devam etmektedir. Kürdistan tarihinde hiçbir direniş ve isyan bu kadar uzun sürmemiş, kalıcı büyük başarı ve zaferler yaratmamıştır. Bunda elbette Önder Apo’nun tarihsel kişiliği, yetiştirdiği yol arkadaşları Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin, Sakinelerin ve Egîdlerin varlığı ve ruhu belirleyicidir.
Önder Apo Egîd yoldaş için sıklıkla ‘yaşasaydı’ demektedir. Atfettiği önem, rol ve beklentisi çok büyük olmuştur. “Egîd silahlı direnişin en önde gelen önder komutanıdır” demiştir. Büyük zorluklar karşısında yılmadan, azim, cesaret ve kararlılıkla savaşmıştır. Savaş stratejisini ve teorisini pratikte anlamlı mükemmel birleştiren komutan kişilik derken Egîd yoldaşı hep örnek vermiştir. Partideki her türden çizgi dışı savaşımı ve tasfiyeciliğe karşı yine Egîd yoldaşı örnek göstermektedir. Büyük yurtseverlik ile tanımlamıştır. Egîd yoldaşın kişiliği her zaman, her konuda net tutum ve direniş sahibidir. Üslubunda kem-küm etmek yoktur. Bir durumu veya yetersizliği gerekçelendirerek izah etmek yerine nedenleriyle birlikte anlamayı ve sonuç çıkarmayı esas alır. Eleştiriyse eleştiri, gerektiğinde ise en açık ve kapsamlı özeleştiride bulunmayı parti ahlakı ve işleyiş gereği erdemlilik olarak görmüştür. Egîd yoldaşta bu anlamda liberalizm, uzlaşma, orta yolculuk, dolaylı ve muğlak bir üslup ve duruş kesinlikle yoktur. Mütevazi kişiliği, sorunlar karşısında radikal çözüm, öneri ve yöntemlerini geliştirmeye hiçbir zaman engel olmamıştır. Sorunlarla uzlaşarak yaşamak hiç Egîd yoldaşa göre değildir. Doğru olduğuna inandığı ne ise mutlaka söyleyen ve pratik gereklerini büyük bir gayretle yerine getiren bir komutandır. Kendisini asla kalıplara hapsetmez, sınırlandırmazdı. Var olanla yetinmek sadece olanı korumak da Egîd yoldaşa göre değildir. Çünkü o sürekli kazanımları büyütmek ve yeni başarılara ulaşmanın arayışındadır. Bu nedenle de hamlecidir. Teori-pratik bütünsellik dediğimiz diyalektik gelişimi kendinde müthiş gerçekleştirmiştir. Edilgen, statükocu, bekle gör, kendiliğindenci anlayış ve tutumlara karşı tahammülsüz gerçek bir mücadeleci kişiliktir. Egîd yoldaşın cesaret, başarı için azim ve kararlılık en belirgin özellikleridir. Kişiliğiyle halkı ve özelikle de savaşçı yapısını etkilememesi, güçlü irade, söz ve eylem sahibi yapmaması zaten düşünülemezdi. Egîd yoldaşın yanında ve komutasında olan her savaşçı mutlak başaracağına inanır, onda zafer kişiliği gelişirdi. Öngörü sahibiydi. Görüş ve önerileriyle partiye daima güç ve olanak sağlamayı esas alırdı. Önder Apo Egîd yoldaş için şunları belirtmektedir: “Eğer Egîd yoldaşımız yaşasaydı, söylediği gibi bu bozgunculuğa, sözüm ona bu köylü iktidarcılığına geçit vermeyecekti. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, bu görevin gerekleri yerine getirilmediği için biz büyük zorlanmayı yaşadık. Bizzat yoldaşın incelemeleri vardı. Daha 1985’in sonları için şunu söylüyor: “Birliklerimizin partinin ideolojik, politik çizgisiyle mutlaka eğitim almaları gerekir, bu olmazsa yozlaşmanın önüne geçilemez. İki; kitle ile ilişkiler bozulmuştur, mutlaka doğru yürütülmesi gerekir. Üç; üslenmeden kopuk, özellikle köylere dayalı bir yaşam vardır, bu da mutlaka aşılmalıdır.” Bu üç saptama aslında her şeyin özünü belirliyor. Egîd yoldaş Önder Apo tarafından PKK 3. Kongresi’ne katılmak üzere Ortadoğu’ya çağrılır. Ancak yoğun savaş ve operasyonlar ortamında bu mümkün olmaz. Bunun üzerine Egîd yoldaş operasyonda kalan ve gidilmesi gereken yerlere gitmesi gereken arkadaşları da yanına alarak hem gücü korumaya hem de düşmanı darbeleyecek planlar geliştirmeye çalışır. Tam da bu sırada yoğun operasyonlar ortamında Gabar’da düşmanla karşı karşıya kalırlar. Egîd yoldaş çatışma sırasında halen de tam olarak netleşmeyen biçimde 28 Mart 1986’da şehit düşer. Böylelikle Egîd yoldaşın katılamadığı partimizin 3. Kongresi yoğun bir ideolojik ve çizgi mücadelesiyle gerçekleşir. Şahin Baliç, Kör Cemal ve Şemdin Sakık kişiliğinde temsil edilen asi avare, çete ve köylü anlayışları mahkum edilir.
PKK tarihinde ilk kez Lübnan’ın Beka Vadisi’nde Mahsum Korkmaz adıyla parti askeri okulu açılır. Bu okulda binlerce öğrenci mezun olur. Yüzlerce, binlerce kadro, komutan ve savaşçı Egîd ve Mazlum ismini alarak çizgiyi yaşatma ve zafer mücadelesini verirler. Egîd yoldaşın şehadet günü olan 28 Mart Ulusal Kahramanlık Günü olarak ilan edilir. Ulusal Kahramanlık haftası da ilk kez Partimizin 3. Kongresi’nden sonra kutlanır. Kürdistan’da bugün binlerce Mazlum, Egîd vardır. Anıları hayatın her alanında geliştirilen görkemli direniş ve mücadelede yaşatılmaktadır.
PKK tarihi kahramanlıklar tarihidir
Halk tarihimizde büyük yiğitliklerin, soylu direnişlerin yaşandığını gören bundan önemli sonuçlar çıkararak günümüz pratiğiyle bağlarını kurmaya çalışan, bunu da yürüttüğü mücadelede temsil eden bir partiyiz. Olumsuz olan, kaybettiren ve yenilgiye götüren ne varsa bunlardan kapsamlı dersler çıkararak mahkum eden, aynı zamanda yiğitlik ve kahramanlık adına ne varsa buna büyük değer biçen, hatta bunlara daha görkemlilerini ekleyen, bir daha tarihten silinmemecesine bir miras ve gelenek haline getirerek gelecek kuşaklara da taşıyan bir hareketiz.
Tarihimizi ancak biraz kendi pratiğimize yedirerek, doğru kıyaslamalar yaparak kavrayabiliriz. Ve bizim tarihimizin esası, temel taşları, harcı, tartışmasız kendisini pratikleriyle kabul ettiren, en anlamlı tavrın sahipleri ve yol göstericileri olan, en büyük değerlerimiz şehitlerimizdir. Zira bu mücadelenin tüm kademelerinde, özünde, harcında onların emeği, direnişi ve kahramanlığı vardır.
Yiğitlik, kahramanlık, mertlik her ne kadar bir moral, ahlaki kavram gibi ele alınsa da bizde çok daha ciddi siyasal kavram haline gelmiştir. Bir de bir halk kahramanlığı seviyesine çıkarttığımız temelde PKK’nin pratiği, eşine ender rastlanan bir kahramanlık, aynı zamanda yiğitlik, mertlik pratiğidir. PKK’deki yiğitlik olağan, herkesin cesaret edip sergileyebileceği bir yiğitlik değildir. Onu insanlık tarihinde yerli yerine oturtmaya çalışıyoruz. Ve inanıyoruz ki, PKK’de şahlanan yiğitlik, insanın yeteneklerinin azami ifadesidir. Hiç kimsenin cesaret edemediği hatta düşünmesinden bile korktuğu pratiğe yönelmek ve bunun gereklerini yerine getirmek asıl kahramanlıktır. Ve bunlar parti tarihimizde, parti kadrolarımız, öncülerimiz tarafından söylenmiş ve gerekleri yerine getirilerek kanıtlanmıştır. Bu yönüyle tarihimizi tam da bir kahramanlıklar tarihi olarak da görüyoruz. Bugün savaş tünellerinde yaşanılan kahramanlığı başka türlü nasıl izah edebiliriz.
Kürt halkı ve dostları şimdi yeni bir Newroz ve Ulusal Kahramanlık Haftası’nı kutlamaktadır. Önder Apo yeni sürecin adına “Barış ve Demokratik Toplum” dedi. Bu şiar ya da manifesto aslında 50 yıllık tüm mücadelemizin kazanımlarını özetlemekte ve temsil etmektedir. Bu anlamda ne kadar büyük bir heyecan, inanç ve bağlılıkla anlayarak sahiplensek yeridir. Newroz ve Ulusal Kahramanlık Haftası elbette tam da böyle bir bilinçle coşkuyla kutlanmaktadır. Hiç olmadığı kadar yediden yetmişe tüm gençlerin, kadınların, yaşlı nine ve dedelerin, herkesin ama yek vücut tüm halkımızın dostlarıyla birlikte bu kutlamalara milyonlar ve on milyonlar olarak katılması bir gerekliliğin de ötesinde tarihin bizlere bir emri, dolayısıyla bir zorunluluk olmaktadır. İçinde bulunduğumuz süreç hassasiyetleri olan ve ciddiyetle yürütülmesi gereken bir süreçtir. Bu süreçte herkesin yapması gerekenler vardır. Ama en başta kadınlar ve gençler bu sürecin dinamosu ve temel güçleridir. Kadınların ve gençlerin öncülük rolü her zamankinden daha yakıcı ve belirleyici niteliktedir. Kadınlar ve gençler Kürtlerin dostlarıyla birlikte aktif bir örgütlenmeyle, demokratik eylemlilikleriyle sürecin ruhuna göre hareket edeceklerdir. Bu süreçte herkes, her birey beraberinde onlarca insanı örgütleyerek bu anlamlı sürece katılarak rolünü oynamalıdır. Ancak böylelikle binler, on binler olacak, milyonlar on milyonları bulacaktır. Tarihte bazı anlar vardır ki iki kez yaşanmaz. Yaşadığımız şimdiki zaman böyle bir zamandır. Dolayısıyla tarihsel bir fırsattır. Hak ettiği kadar güçlü değerlendirmek hepimizin onur ve boyun borcudur. Söz konusu olan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile birlikte 50 yıllık kazanımlarımızın ve değerlerimizin kabul edilir kalıcı bir hal almasıdır. Bunun kuşkusuz kendiliğinden ve kolay olmayacağı açıktır. Riskleri ve tehlikeleri de vardır. PKK elbette gafil avlanmayacak, halkımız her zaman Önder Apo’yla bütünleşmeyi esas alacaktır. Bu anlamda rafine düzeyde bilinçlenme, eylem ve hareket halinde olacağız.
PKK 50 yıllık kazanım ve değerlerin kendisidir
Rojava devrimi haykırmaktadır. İnsanlık vicdanında yer ettiği kadar tescili kaçınılmazdır ve yaşamsal önemdedir. Kürt inkarı üzerindeki karanlık demir perde ilk kez parçalanarak kalkmış olmaktadır. Kürtlerin özgürlüğüyle birlikte Türkiye özgürleşecektir. Bu tüm parçalarda Kürtlerin özgürlüklerine bir adım daha yaklaşması demektir. Önder Apo’nun manifesto çağrısı bundandır ki önemlidir, tarihseldir. Büyük anlamı ve tarihsel karşılığı Newroz’da ve Ulusal Kahramanlık Haftası’nda her yerde halkımız dostlarıyla birlikte ayağa kalkarak kutlaması Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle birlikte bizi özgürlüğe kavuşturacaktır.
Barış ve Demokratik Toplum çağrısını güçlü sahiplenirken birçok iblis ve oyun bozan da ortaya çıkacaktır. Hayatında hiç bedel ödemeyen, lafazanlığı meslek edinen sorumsuz, hayatta hiçbir karşılığı olmayanlar elbette kara çalacak, bin bir hakaret ve suçlamada bulunacaklardır. Ama bu onların işi ve onların mesleğidir. Önemli olan bizim Önder Apo’nun gerçekleştirdiği bu tarihsel hamleyi doğru anlamamız ve gereklerini kusursuz biçimde tam olarak yerine getirmemizdir. PKK elbette yok olmayacaktır. PKK 50 yıllık kazanım ve değerlerin ta kendisidir. Olacak olan demokratik dönüşümdür. Kendini sürekli yenileme, demokratik dönüşüm PKK’nin özü olmaktadır. Aksi tehlikelidir. Önder Apo çok önceleri, değişen dünya koşulları, yeni sosyal durum ve gelişmeler karşısında zaten PKK’de demokratik dönüşümü hep gündemimize koymuştu. Bizden ve dışımızdan kaynaklı nedenlerle zamanında gerçekleştirilmeyen demokratik dönüşüm büyük zarar verdiği, hatta yer yer kaybettirdiği olmuştur. İşte Önder Apo tüm bunların önüne geçmeye çalışmaktadır. Yoksa Önder Apo PKK’nin tasfiyesi ve silah bırakmanın bizim için ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Bundandır ki yasal ve hukuksal zemin oluşturulduğunda, gerekli siyasi ve anayasal düzenlemeler yapıldığında ancak bunun mümkün olacağını ve başarılabileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla sorun ne iyimserlik ne de karamsarlık sorunudur. Bundan öte bir gereklilik ve paradigmayı anladığımız ve örgütlediğimiz kadar başarabileceğimiz sorunudur. Önder Apo devletle açık bir müzakereden söz etmemektedir. Karşılıklı inisiyatif demektedir. Bu atılması gereken adımların karşılıklı atılması demektir. Elbette gereklilik anlamında sürecin olmazsa olmazları da bulunmaktadır. Her şeyden ve hepsinden önce Önder Apo’nun bir an evvel fiziki özgürlüğüne kavuşması, manifestoda belirtilen pratik sürecin gelişmesi için hayati önemdedir. Sorunun ve sürecin doğası gereği de olması gereken budur.
PKK kongresini toplayacaksa Önder Apo’suz olması mümkün değildir
Önder Apo gecikmeden hemen fiziki özgürlüğüne kavuşmadan yol alınamayacağı açıktır. Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşulları olmadan olmaz. Sınırsız ve engelsiz ilişki, iletişim ve görüşme olanakları olmak zorundadır. PKK kongresini toplayacaksa bunun Önder Apo’suz olması mümkün değildir. PKK kendini feshedecekse Önder Apo kongreye doğrudan ya da bir biçimde mutlaka müdahil olup yönetmek durumundadır. Silahsızlanma kararını ancak kongre alabilir. O vakit kongre toplanır ve gerçekleşirse ancak böyle bir karar alınabilinir. Tamamen kongrenin iradesine bağlıdır. Bir de kongrenin toplanma koşulları vardır. Maddi koşulları oluşturulmayan bir kongre elbette toplanamaz. Sürekli saldırı, operasyon, keşif ve savaş uçaklarının hareket halinde olduğu koşullarda kongreyi toplamak demek ham hayalden öte bir şey değildir. PKK’nin yetkili organları ve gerçekleştirilen PKK yönetim toplantılarında bunu açıkça ortaya konduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz Önder Apo tarihi bir karar vermiş, PKK de buna uyacağını, koşulları oluştuğu takdirde pratikleştireceğini belirtmiştir. İlan ettiği ateşkes kararı bu amaçladır. Fakat bir de Türk devletinin buna vereceği karşılık önemlidir. Dolayısıyla özgürlük hareketinin ve Kürt halkının her türden olasılığa karşı her düzeyde hazırlıklı olması asla rehavet ve gaflet yaşamaması gelişmelerin doğası gereğidir.
Önder Apo’nun başlattığı barış ve demokratik toplum çağrısının pratikte karşılık bulması ve sürecin bu minvalde ilerlemesi demek, dönüşen ve demokratikleşen Türkiye’yle birlikte Ortadoğu’nun dönüşmesi ve demokratikleşmesi demektir. Tarihselliği bundan gelmektedir. Aksi takdirde var olan sorunların ve şiddetin daha da ağırlaşarak süreceği kesindir. Bunun sadece Kürtlere değil tüm halklara, en başta da ret ve inkarda ısrar eden, savaştan vazgeçmeyen Türk devletine ve bölgenin tüm katı ulus devletçi güçlere ağır faturalar ödeteceği sır değildir. Bunun içindir ki Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu herkes için tarihsel bir anlam ve niteliğe sahiptir. Çok açık ki içine girdiğimiz süreç ciddiyet, duyarlılık ve sabır istemektedir. Yine doğru temelde büyük bir çabayı ve mücadeleyi gerektirmektedir. Süreç herkesi içine almakta ve geçmişi özeleştiri temelinde sorgulayarak ciddi bir demokratik değişim ve dönüşüm istemektedir. Biz tarafımızdan sürece böyle yaklaşıyor ve başarının da bu temelde olacağına inanıyoruz. İçte ve dışta herkesi de Barış ve Demokratik Toplum Dönemi’ne böyle yaklaşmaya çağırıyoruz.