Değerli Yoldaşlar!
Yeni bir 1 Mayıs sürecini yaşıyoruz. Bilindiği gibi 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Büyük çoğunluğu, hatta tamamına yakını işçi ve emekçi olan Kürtler için de 1 Mayıs önemli bir gündür. Bu 1 Mayıs’ta biz Küresel Özgürlük Hamlemizi yeni bir zafere taşımak istiyoruz. 8 Mart ve Newroz’la başlattığımız süreci 1 Mayıs ruhuyla yeni bir kitlesel eylem zirvesine ulaştırmayı öngörüyoruz. Bunlar temelinde başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, emekçi halkımızın, işçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin 1 Mayıs’ını kutluyoruz. 1 Mayıs’ta meydanları dolduran, özgürlük ve demokrasi için mücadele eden herkesi selamlıyoruz. Abdulkadir Çubukçu, Mehmet Emin Aslan ve Ramazan Kaplan yoldaşlar şahsında, yine 1 Mayıs 1977 Taksim şehitleri şahsında tüm 1 Mayıs şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Tüm halkımızı, dostlarımızı bu 1 Mayıs’ta Önder Apo’nun özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemizi zirveye taşımak üzere bulunduğu her yerde güçlü etkinlikler geliştirmeye, 1 Mayıs kutlamalarına öncülük etmeye çağırıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Bilindiği gibi 18 Mayıs şehitler günümüzdür. Mayıs ayı ise şehitler ayımız oluyor. 18 Mayıs 1977’de Antep’te sömürgeci-soykırımcı güçlerin ajanları tarafından katledilen Haki Karer yoldaşın şehadet günü, Partimiz tarafından Kurdistan Şehitler Günü olarak ilan edilmiştir. Haki Karer’in anısına her mayıs ayında geliştirilen eylemlerle de, mayıs ayı boydan boya şehitler ayı haline getirilmiş durumda. Bu temelde de mayıs ayı Partimiz tarafından Şehitler Ayı olarak ilan edilmiştir. Bunlar temelinde öncelikle bize böyle bir şehitler ordusunu yaratan, özgürlük mücadelemizin öncülüğünü şehitler ordusu temelinde garantiye alan Önder Apo’yu saygıyla selamlıyoruz. Haki Karer yoldaş şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 48’inci şehitler yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.
Bilindiği gibi mayıs ayı, Türkiye devriminin önderlerinin şehit düştüğü bir ay olma özelliğini de taşıyor. 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler. Yiğitçe direniş içerisinde şehit düştüler. 18 Mayıs 1973’te TKP/ML önderi İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi. Yine Sinan Cemgil ve arkadaşları 31 Mayıs’ta dağda gerillacılık yaparken savaşarak şehit düştüler. Böylece mayıs ayı Türkiye Devrim Şehitleri Ayı haline de geldi. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya ve Sinan Cemgil şahsında tüm Türkiye devrim şehitlerini de saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Türkiye ve Kurdistan devrimlerinin birleşik gelişimini, kardeşliğini ve stratejik bütünlüğünü zafer çizgisinde somutlaştırarak bu şehitlere borcumuzu ödeyeceğimizi ve yoldaşça gereken yanıtı vereceğimizi ifade ediyoruz.
Yine mayıs ayında, Birinci Dünya Savaşı içerisinde Arap aydınları Şam’da 16 Mayıs 1916’da toplu olarak katledildiler. Arap devrimciler mayıs ayını şehitler ayı olarak anıyorlar. Hatta Çerkeslerin bile mayıs ayını şehitler ayı olarak tanımladıkları ifade ediliyor. Dikkat edilirse bölge halkları açısından da mayıs ayı çok önemli mücadelelerin verildiği, kanın döküldüğü, bedel ödendiği bir aydır. Kürtler açısından böyle olduğu gibi Türkiye halkları, Arap halkı açısından da böyledir. Dolayısıyla tüm bu Mayıs Ayı şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Anılarını Ortadoğu birliği ve demokratik Ortadoğu konfederalizmi mücadelesinde, halkların kardeşliği mücadelesinde yaşatacağımızı belirtiyoruz.
Özgürlük yürüyüşümüz şehitler öncülüğünde oldu
Diğer bütün şehitlerimiz de Haki Karer yoldaşın izinden gittiler. Haki Karer yoldaşın başlattığı kervanın yolcuları oldular. Böylece 18 Mayıs 1977’de Antep’te Haki Karer yoldaşın şehadetiyle bir özgürlük yürüyüşü başladı. Şehitler kervanı yola koyuldu. Özgürlük hareketimiz, özgürlük yürüyüşümüz şehitler öncülüğünde oldu. Önderlik gerçekleşmesi, pratikte şehitler ordusu olarak somutlaştı ve bütün mücadele, Parti ve halk, şehitlerin komutasında ilerledi, yürüdü ve bugüne kadar geldi.
İşte PKK böyle bir harekettir. Önderlik ve şehitler hareketi olmak demek, doğru bilinen, doğru görülen yaşam tarzında sonuna kadar mücadele etmek demektir. Yani doğru yaşam için fedai çizgisinde mücadele etmeyi ifade ediyor. Bu nedenledir ki Hareketimiz, Partimiz bir fedai partisi haline geldi. Fedaileşen bir parti, fedaileşen bir halk ortaya çıktı. Faşist-soykırımcı-sömürgeci zihniyet ve siyasetin dayattığı ölümü, yok oluşu reddederek özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yeniden doğuşu, dirilişi ve bölge halklarının, insanlığın özgür yaşamına en büyük katkıyı sunan bir fedai mücadeleyi ortaya çıkardı. Bu nedenledir ki şimdi PKK öncülüğünde, şehadet çizgisinde fedailer hareketi olarak yürütülen mücadele, bugün bütün insanlığa yol gösteriyor. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm ezilenler, PKK öncülüğünde halkımızın yürüttüğü bu mücadeleye Kürt gerillasının, Kürt kadınlarının, Kürt gençlerinin yürüttüğü mücadeleye hayranlıkla bakıyor. Gitgide tanıdıkça, anladıkça katılım gösteriyor, büyük destek veriyor.
Kurdistan’da, Önderlik ve şehitler hareketi olarak başlayan ve özgürlük mücadelesini zafer aşamasına getiren Hareketimiz, şimdi küresel bir hareket haline geliyor. Önder Apo paradigma değişimi ile birlikte kendisini küresel bir Önderlik haline getirdi. Bütün ezilenlerin önderi yaptı. İktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı bütün sorunlara çözüm üreten yeni bir düşünceyi, çizgiyi ortaya koydu. İşte şehitler gerçeğimiz, bu çizgiyi en doğru anlayan ve en başarılı uygulayanlardır.
Önderlik şehitlerin intikamını almak, anılarını yaşatmak için ortaya çıktı. PKK, Haki Karer’in anısına örgütlendi, gelişti. Önder Apo bunu böyle ifade etti; PKK için, “Haki Karer’in anısının örgütlenmesi ve eyleme geçirilmesidir” dedi. Önderliksel çıkış Türkiye Devrim Şehitleri’nin doğru anlaşılması ve anılarına doğru sahip çıkılarak onların izinde yürünmesiydi. Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin başlattığı mücadelenin sürdürülmesiydi. Önder Apo, her zaman bunu övgüyle, kıvançla ifade etti. Önderliksel çıkışın, Hareketimizin Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi içinden çıkan bir hareket olduğunu her zaman söyledi. Kendisinin 12 Mart 1971 darbesine karşı Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin başlattığı mücadeleyi sürdüren bir devrimci olduğunu her zaman belirtti.
12 Mart 1971 darbesine karşı geliştirilen direnişi en iyi anlayan, ona en eleştirel ve özeleştirel yaklaşan, o direnişi en doğru ve güçlü sahiplenen, derslerini en doğru temelde çıkartarak özümseyen kişilik Önder Apo oldu. Böyle bir yoğunlaşma yaşadı ve sonuçta çıkardığı dersler temelinde PKK’nin temellerini attı. Grup hareketini geliştirdi. Kurdistan’a taşıdı. Grup haline gelindiği süreçte 18 Mayıs 1977’de Antep’te grubun öncülüğünü yapan, Önder Apo’nun yardımcısı olan Haki Karer yoldaşın katledilmesi yaşandı. Böyle bir katliam karşısında Önder Apo “Başımızdan aşağıya kaynar sular döküldü gibi hissettik” dedi. Haki Karer yoldaşın şehadetinden bu düzeyde, bu derinlikte etkilendi. Dolayısıyla bu şehadeti en doğru anlayan ve sahiplenen de yine Önder Apo oldu.
Ve bu temelde PKK’nin örgütlenmesini gerçekleştirdi. Partileşme sürecini başlattı. Haki Karer yoldaşın anısı temelinde iki karara vardıklarını söyledi. Birincisi, silahlı direnişi başlatma, yani devrimci intikam savaşını, misilleme eylemlerini başlatma ki bugün de hala Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın yürüttüğü mücadele, bu temelde başlatılmış olan mücadele, silahlı direniş oluyor. Bu kutsal bir mücadeledir.
Diğeri ise partileşmeye karar verilmesi, bu temelde parti program taslağının hazırlanarak partileşme sürecinin başlatılmasıdır. Onun sonucu olarak 27 Kasım 1978’de Lice’nin Fis Köyü’nde yapılan toplantıyla PKK kuruldu. Silahlı direniş kararı alındı ve ona adım atıldı. Partileşme kararı verildi, parti olmaya adım atıldı.
Pratik eylem şehadet çizgisinde gelişti. Şehitlerin anısına doğru sahip çıkma, onların izinden doğru yürümeyle gelişti. Haki Karer yoldaşın şehadetinin birinci yıldönümünde anısına örgütlendirilen eylemlilik içerisinde Hilvan’da 19 Mayıs 1978 günü Halil Çavgun yoldaş faşist-sömürgeci-soykırımcı güçlerin saldırısı temelinde katledildi.
Halil yoldaşın şehadeti mücadelenin yerelleşmesi, kitleselleşmesi, halklaşması anlamına geliyordu. Nitekim, Halil Çavgun yoldaşın anısına Hilvan direnişi düzenlendi ki bu muzaffer direniş bugüne kadar yol göstericiliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Haki ve Halil yoldaşların anısı temelinde yürütülen mücadele 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi ardından zindanda ve yurtdışında etkili bir biçimde sürdü. Yine büyük direnişler, eylemler ve büyük şehadetler Mayıs ayında, Haki Karer yoldaşın şehadet yıldönümü süreçlerinde yaşandı. 1 Mayıs 1982’de Beyrut’ta, Filistin halkıyla omuz omuza, siyonizme ve emperyalizme karşı savaşırken Abdulkadir Çubukçu yoldaşı şehit verdik. Abdulkadir Çubukçu yoldaşın şehadeti Kurdistan ve Filistin halklarının savaş mevzilerinde, savaş arkadaşlığı olarak kardeşleşmesi, yoldaşlaşmasını ifade ediyordu. Filistin halkının direnişini bir Arap direnişi, bir Arap devrimciliği olarak tanımlarsak Kürt-Arap kardeşliği, stratejik ittifakı daha 1980’lerin başında, 1 Mayıs 1982’de Abdulkadir Çubukçu yoldaşın hem Kürt gerillası, hem Filistin gerillası olarak şehit düşmesi temelinde gerçekleşti. Biz, Filistin ve Arap halklarıyla Kürt halkının kardeşliğini kan dökerek, yaşamı paylaşarak, ortak düşmana karşı birlikte mücadele ederek gerçekleştirdik. Bazıları gibi, özellikle de Tayyip Erdoğan ve AKP güruhu gibi bunu Filistin halkının mücadelesinden nemalanmak için yapmadık. Tam tersine halkların kardeşliğini, ortak mücadelesini ve birlikte zaferini yaratmak için yaptık. Bu en sağlam kardeşleşmedir. Bugün de hala Ortadoğu’nun en devrimci gücü, en devrimci ittifakı bu temelde ortaya çıkıyor. Kuzey Doğu Suriye’de yaşanan, gerçekleşen budur. Dolayısıyla Kürt-Arap ittifakı, kardeşliği, ortaklığı, birlikte yaşamı ve mücadelesi sadece Rojava Devrimi’yle ortaya çıkmadı. Daha 1980’lerin başında PKK’nin Filistin Kurtuluş Örgütü ile birlikte Lübnan’da yaşadıkları ve yürüttükleri mücadele ile temelleri atıldı. Bu ittifakın temelleri kanla sulandı. Silah arkadaşlığıyla perçinlendi. Dolayısıyla sağlamdır ve bugün de bu sağlamlık tümüyle sürüyor.
Mayıs ayının her gününde şehitler verdik
Diğer yandan aynı süreçte zindanda da büyük bir direniş yaşandı. 17 Mayıs 1982’de Ferhat Kurtay ve arkadaşları, “Dörtler” dediğimiz arkadaş grubu zindanı aydınlatan, 12 Eylül karanlığını yıkan büyük bir direniş ortaya koydular. Necmi Öner, Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Ferhat Kurtay yoldaşların büyük direnişi, Haki Karer’in anısına doğru sahip çıkma, onun izinden yürüme direnişiydi. Dörtlerin direnişi, Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın Newroz direnişini, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişine bağladı. Büyük zindan direnişinin omurgası oldu. Büyük zindan direnişinin yaratılmasına ve zindanda faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin ideolojik olarak yenilmesine yol açtı. İşte şehadet çizgisinde süren mücadelenin sonuçlarını görüyoruz. Bu mücadelenin zindanda ve dağda mayıs ayında şehitler vererek dağa taşırıldığını, gerillada somutlaştığını biliyoruz.
1 Mayıs sürecinde şehitler verdik; 2 Mayıs 1983 günü Qendîl’de Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin yoldaşlar şehit düştüler. Mehmet Karasungur yoldaş Hilvan ve Siverek direnişinin komutanıydı. Botan’da gerilla hazırlıklarının temellerini attı. Ülkeye yeniden dönüş ve Botan’da gerillanın gelişimi için gerekli olan pratik hazırlık çalışmalarını Agit arkadaşla birlikte yürüttü. PKK’nin ilk Askeri Konsey sorumlusuydu. Yani ilk askeri komutanıydı. Partimizin Merkez Komite üyesiydi. Şehit düşmeden önce hem bu görevi yürütüyordu hem de Kurdistan’da çeşitli emperyalist ve sömürgeci çevrelerin çıkarı için çatışmaya giren işbirlikçi güçlerin kendi aralarındaki çatışmaları önlemek istiyordu. Bir derin yara olarak Kürt toplumunu sarsan bu olumsuzluğa son vermek istiyordu. Özgürlük, eşitlik temelinde, devrimci mücadele temelinde Kürt halkının ulusal birliğinin yaratılmasına çalışıyordu. Bir yandan gerillayı geliştirmek, diğer yandan Kürt halkının özgürlük çizgisindeki ulusal birliğini yaratmak için mücadele yürütürken şehit düştü.
Bunun anlamı; gerillayla Kürt halkının özgürlük temelindeki ulusal birliğinin iç içe olduğunu gösterir. Gerilla Kürt ulusal birliğinin öncüsüdür, yaratıcısıdır. Ruh, duygu, düşünce ve pratik olarak gerçekleştiren öncüsüdür. Bunu bizzat Mehmet Karasungur yoldaşın eyleminde, kişiliğinde ve şehadetinde görüyoruz.
Ardından gerilla mücadelesi geldi. Gerillada her yıl şehitler verdik. Daha 15 Ağustos 1984 Atılımı’nın birinci yıldönümü olmadan 1 Mayıs 1985’te Garzan’da Ramazan Kaplan ve grubu bir haftalık çatışma içerisinde şehit düştü. Yine 25 Mayıs 1985’te Semsûr (Adıyaman) Toroslar’a gerillayı taşımak için giden Hacı yoldaş (Sabri Gözübüyük) Bozova’da arkadaşlarıyla birlikte günlerce süren çatışma içerisinde şehit düştü.
Hareket olarak daha gerillanın ilk yılında, Mayıs ayında büyük çatışmalara girdik, eylemler geliştirdik ve şehitler verdik. Bu sonraki yıllarda da devam etti. 1 Mayıs 1988’de Mêrdîn’de Mehmet Emin Aslan yoldaş şehit düştü. 25 Mayıs 1988’de Şemzînan ’da Cimşit (Ahmet Kesip) yoldaş şehit düştü. Mehmet Emin Aslan ve Ahmet Kesip de Partimizin Merkez Komite üyeleriydiler. Birisi Serhat’ın öncüsü, komutanı, birisi Mêrdîn halkının en çok tanıdığı öncüsü konumundaydı. 11 Mayıs 1992’de de Garzan’da eyalet komutanlığı görevini yürütürken Mizgin arkadaşı şehit verdik.
15 Ağustos Atılımı ardından gerillanın her mayıs ayında şehitler vermesi neyi gösterdi? Devrimci eylem ve özgürlük mücadelesi şehitler çizgisi gerillada yaşıyor ve sürüyor. Bunu gösterdi. Her şeyi gerillanın devraldığını, ve gerilla öncülüğünün geliştirdiğini ortaya koydu. Mizgin yoldaşın şehadeti hem bir sanatçı hem de kadın olarak çok büyük bir anlam kattı. Hem sanatçılığı hem de özgürlük savaşçılığını ve komutanlığını kişiliğinde birleştirdi. Bunları kadın özgürlük militanlığında, kadın özgürlük çizgisinde birleştirdi. Sara yoldaşın başlattığı kadın özgürlük mücadelesini her alanda komple bir devrimci öncü, önder olarak her yerde başarıyla uygulamanın sembolü, örneği oldu. Bütün bunlar bizim soy damarlarımızdır.
Yine 1997 Mayıs’ında Hewlêr katliamı yaşandı. Helîn, Salih ve Ozan yoldaşların öncülüğünde sayısı henüz netleşmeyen yetmiş civarında yoldaş Kürt işbirlikçi ve hainleri tarafından Hewlêr’de alçakça katledildiler. Bugün TC ile birlikte Medya Savunma Alanları’nın işgali için savaş yürüten KDP’nin ne olduğunu 16 Mayıs 1997’de yaşanan Hewlêr katliamına bakarak anlamamız lazım. İşbirlikçiliğin ve ihanetin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu bu olaya bakarak görebiliriz Hiç de hafife alınamayacak, basit yaklaşılamayacak bir durum olduğu açık. İşbirlikçi ve ihanete karşı yürüttüğümüz büyük mücadele içerisinde de büyük şehitler verdik.
Dikkat edilirse mücadelemiz her mayıs ayında yeni hamleler yapmış, yeni değerler ortaya çıkartmıştır. Yeni şehadetlere yol açmış, şehitler zincirine yeni halkalar katmış, dolayısıyla Partimizin özgürlük yürüyüşünü daha çok güçlendirmiştir. Bu yürüyüş gerilla ile birlikte sürekli büyümüştür. Mayıs ayındaki şehitler yürüyüşü uluslararası komplo ardından da sürdü. 26 yıldır uluslararası komploya karşı yürüttüğümüz mücadele şehitler öncülüğünde, şehitler komutasında süren bir mücadele olmaya devam etti. Şehadet çizgisi daha çok somutlaştı. Büyük fedai ruhu ortaya çıkarttı. Uluslararası komploya karşı da şehitler çizgisinde fedaice yürüttüğümüz mücadelede mayıs ayı önemli bir ay olmaya devam etti. Yürüttüğümüz mücadele temelinde mayıs ayında şehitler vermeye devam ettik. Neredeyse her gününde şehitler verdik.
Önderliğin İmralı koşullarında geliştirdiği demokratik ulus paradigmasını yeni yeni anlamaya çalıştığımız 2005’te bir kazayla Uta ve Amara yoldaşlar şehit düştüler. Bu arkadaşlar, gerçekten de yeniden yapılanma sürecine, kadın özgürlük çizgisine öncü düzeyde katılma yönünde coşkulu, moralli katılanlardı. Biri Almanya’dan, biri Türkiye’den gelmişti. Demokratik konfederalizm paradigması ekseninde kendisini yeniden yapılandıran Kurdistan özgürlük mücadelesini uluslararası komploya karşı savunmak, dünyaya yaymak için Önder Apo’nun geliştirdiği mücadeleyi herkesten önce görüp anlayan, ona sahip çıkan, onunla bütünleşen, onu yürütmeyi sahiplenen bir çizgideydiler ve böyle bir yürüyüş içerisinde talihsizce şehit düştüler.
12 ayın her gününde şehitler verdik
Yine uluslararası komploya karşı Güneşimizi Karartamazsınız çizgisinde yürütülen mücadele de aynı kararlılıkla devam etti, Apocu fedai duruşlar ortaya çıkardı. Bu temelde Güneşimizi Karartamazsınız mayıs ayı fedailerini de saygıyla anıyoruz. Yine 2007 yılı Mayıs ayında Erdal yoldaş Önder Apo’ya dönük zehirleme saldırısına karşı misilleme olarak Ankara Ulus Meydanı’nda Türk Genelkurmayı’na karşı düzenlediği fedai eylemle düşmanın yüreğini titretecek korkular saldı. Erdal arkadaş Hareketimizin seçkin bir neferiydi. 25 Mayıs 2012’de Andok ve Eriş yoldaşlar aynı çizgide Kayseri’de düşmanla girdikleri büyük çatışmada düşmana ağır darbeler vurarak şehadete ulaştılar. Komploya karşı her gün şehitler vererek yürütülen bu tarihi direniş içerisinde 27 Mayıs 2020 şafağında Partimizin Merkez Komite üyesi Kasım Engin yoldaş da Medya Savunma Alanları’nda şehit düştü.
Kuşkusuz sadece uluslararası komploya ve TC’nin faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırganlığına karşı yürüttüğümüz mücadelede şehitler vermedik. Bu süreçte mücadelemiz, Bakur’dan Başûr’a, Rojava’dan Rojhilat’a kadar Kurdistan’ın her dört parçasında da uluslararası komplonun yeni konseptine karşı direniş çizgisinde büyük bir kararlılıkla devam etti. Saldırılar kadar direniş de tüm Kurdistan’ın dört parçasına yayıldı. Biz bir bilinçlenme, örgütlenme çalışması geliştirirken bu güçler her fırsatta bize saldırı ile cevap vermekten geri kalmadılar. Güya Ortadoğu’da ABD etkisine karşı en çok mücadele ettiğini söyleyen İran Devleti Kürt özgürlük militanlarını idam etmekten uzak durmadı. 9 Mayıs 2010’da Şirin Elemhuli ve arkadaşları mücadele tarihimizde ilk idam edilen yoldaşlar oldular. Rojhilat özgürlük mücadelesinin hangi çizgide ve nasıl geliştirilmesi gerektiğini bu yoldaşlar kan vererek, yiğitçe ve düşman karşısında durarak gösterdiler.
Bu anlamda en temel eğitim ve örgütlenme kaynağımız bu şehitler gerçeği oluyor. Önderlik çizgisi böyle bir şehadet yürüyüşünde doğruluğunu ve zafer gücünü net bir biçimde ortaya koymuş, dost-düşman herkese açıkça göstermiş bulunuyor. Bizim bu gerçeği doğru anlamamız gerekir. Bu, kendiliğinden olmadı. Doğru bir anlayış ve çabayla oldu. Büyük bir cesaret ve fedakârlıkla oldu. Fedaileşmeyle oldu. O halde şehitler çizgisini, o çizgide fedaileşme ruhunu, bilincini bugün her zamankinden daha fazla anlamak, özümsemek ve temsil etmek durumundayız.
Daha Hareketimiz ortaya çıkarken bu gerçeği belirledi. Önder Apo devrimci teoriyi ortaya çıkartıp onu örgüte ve eyleme dönüştürürken şehadet gerçeğini tanımladı, önemi üzerinde durdu. Şehitler çizgisinde yürütülecek bir mücadeleyle ancak Kurdistan’da zafer kazanılabileceğini belirtti. Toplumun eğitilip örgütlenmesi, mücadeleye çekilmesinin şehitler öncülüğünde olabileceğini değerlendirdi. Faşist-soykırımcı-sömürgeci zihniyetin, küresel kapitalist modernite sisteminin saldırılarının şehitler çizgisinde yürütülecek bir mücadeleyle kırılabileceğini, ruhta, duyguda, düşüncede, davranışta özgürleşmenin, kendini yenilemenin, yeniden doğuşun, kişilik devrimini gerçekleştirmenin şehadet çizgisinde yürütülecek bir mücadeleyle şehitler öncülüğünde başarılabileceğini öngördü ve bu öngörü pratikleşti. Bugün en temel gerçeklik haline geldi. Kurdistan’ın varlık ve özgürlük hakikatini oluşturdu. Bugün halkı eğiten, mücadeleye çeken, birleştiren, özgürlük bilincini, ruhunu, iradesini, cesaret ve fedakârlığını kazandıran temel iki kaynağımız var; Önderlik ve şehitler gerçeği. İşte Önderlik ve şehitler hareketi olmak pratikte bu biçimde somutlaşmış bulunuyor.
Şehitler çizgisinin kararlı başarılı uygulayıcısı olmalıyız
48’inci şehitler yılına girerken Hareket ve halk olarak bu gerçeği her zamankinden daha fazla anlamamız ve özümsememiz gerekiyor. Bizi biz yapan, bugünlere getiren, eğiten, örgütleyen, birleştiren, ruh ve bilinç kazandıran, irade ve güç veren kesinlikle Önderlik ve şehitler gerçeğidir. O halde 48’inci yılında şehitler gerçeğini Önderlik çizgisi temelinde her zamankinden daha doğru anlamalıyız. Bu çizgide daha etkili yürümeli, şehitler çizgisinin kararlı, başarılı uygulayıcısı olarak tüm yoldaşlar topluluğu olarak bunu mutlaka bilmeli ve gerçekleştirmeliyiz. Böyle bir mücadele sürecinde buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. En temel güç kaynağımız da şehitler gerçeğidir. Örneğin düşmanın gücünden bahsedildiğinde işte şu kadar gücü var, şu düzeyde saldırılar gerçekleştiriyor diyoruz, ama bilinmeli ki bizim de güç kaynağımız Önderlik ve şehitler gerçeğidir!
Dikkat edelim bu gücün kaynağı zayıf değildir. Doğru anlaşılır, iyi değerlendirilir, iyi sahiplenilirse, Önderlik ve şehitler kaynağının ifade ettiği güçten daha büyük bir güç yoktur. Elli yıldır bütün gerici saldırılara rağmen bu güç ayakta kalmayı ve sürekli gelişme sağlamayı bilmiştir. Yenilmezliğini kanıtlamıştır. Zafer kazanma özelliğine sahip olduğunu herkese göstermiştir.
O halde 48’inci şehitler yılında bu gerçeği daha iyi özümsemek, bu gücü daha iyi bilince çıkartmak ve pratikleştirmek durumundayız. Bunu gerçekleştirirsek 48’inci şehitler yılımız her zamankinden daha fazla mücadele ve zafer yılı olur. Hiçbir düşman saldırısı bizi durduramaz, zayıflatamaz, kıramaz. Buna sonuna kadar inanalım. Bu inançla 48’inci şehitler yılında Önderlik ve şehitler çizgisini daha çok özümseyelim, bu çizgide daha fazla yoğunlaşalım, daha doğru anlayalım ve daha başarılı uygulayalım. Tüm yoldaşların böyle yaklaşacağına, mayıs ayı itibariyle şehitler gerçeği üzerinde daha çok yoğunlaşarak Önderlik ve şehitler çizgisinde kendilerini yenileyip daha güçlü savaşan ve daha büyük başaran militanlar haline getireceklerine inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Biliyoruz, bizden Önder Apo’nun durumuna ilişkin yeni, güzel bilgiler duymak istiyorsunuz. Tüm yoldaşlarda, halkımızda ve dostlarımızda böyle bir duyarlılığın fazlasıyla oluştuğunun farkındayız. Zira hepimiz aynı durumdayız. Fakat ne yazık ki sizlere iletebileceğimiz, ifade edebileceğimiz herhangi yeni bir durum söz konusu değildir. Bu mutlak iletişimsizlik denen süreç dördüncü yılında devam ediyor.
Bunu tecrit olarak algılamamak gerekiyor. Tecrit 26 yıldır İmralı’da zaten hep vardır. İmralı sisteminin kendisi baştan günümüze bir tecrit, işkence ve soykırım sistemidir. Kürt halkına karşı yürütülen yüz yıllık soykırımın son 25 yılının yönetim merkezidir. Kürt soykırımı 25 yıldır İmralı sistemi temelinde yürütülüp yönetiliyor. Önder Apo üzerindeki saldırı, baskı olarak somutlaştırılıyor ve bütün topluma, Kürt halkına, Kurdistan’ın her tarafına yayılıyor. Kuşkusuz sadece Kurdistan’la sınırlı kalmıyor. Türkiye’ye de, dünyanın dört bir yanına da yayılma konumundadır. Çünkü herkes tecridin kendisini etkilemekte olduğunun farkına vardı ve bunu açıkça da ifade ediyorlar.
Bu tecrit dördüncü yılında mutlak iletişimsizlik biçiminde sürüyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğü bunu bir siyaset haline getirdi. Önder Apo’nun bir sözünün bile dışarıya çıkmasına, halkımıza, Partimize, insanlığa ulaşmasına izin vermek istemiyor. Bundan korkuyor. Önderlik düşüncelerinden, Önder Apo’nun sözlerinden ne denli korktuğu açıkça görülüyor.
Peki, korkan sadece AKP-MHP faşist diktatörlüğü ve TC Devleti mi? Hayır! Bir bütün küresel kapitalist sistem böyle. Çünkü İmralı sistemi, uluslararası komplonun ortaya çıkarttığı bir sistemdir. Uluslararası komplo da Kürt sorunu temelinde yaratılmış olan bir faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırı durumudur. Dolayısıyla bütün bunların hepsi Kürt sorunu denen, yani Kürt toplumuna yüz yıldır soykırım olarak uygulanan zihniyet ve siyaseti ifade ediyor.
Yani Kürtlerin sorunu değildir. Dünya devlet ve iktidar sisteminin, küresel kapitalist modernite sisteminin bir sorunudur. Sorun olan onlardır. Kürtlere soykırım dayatıyorlar. Soykırımcı zihniyet ve siyaseti taşıyorlar. Sorun, bu zihniyet ve siyasetin kendisidir. Dolayısıyla Önder Apo’ya saldırı tüm bu güçlerin saldırısıdır. İmralı’da dört yıldır mutlak iletişimsizliği uygulayanlar bu güçlerin hepsidir.
Nitekim bu sonunda kanıtlandı.
CPT denen kurum geçtiğimiz hafta 2023 yılı raporunu yayınladı. Basın toplantısında sorulan sorulara cevaplar verdi. Her şey orada ortaya çıktı. Mevcut uygulamaların sadece AKP-MHP faşist diktatörlüğünün uygulamaları olmadığını, CPT’nin de, Avrupa Konseyi’nin de, Avrupa Birliği’nin de, dolayısıyla BM kurumuna kadar küresel kapitalist modernite sisteminin bütün kurumlarının ortak olarak uyguladıkları bir saldırı olduğu netleşti. CPT’nin ifadeleri çok açıktı. Adı işkenceyi önleme kurumu ama işkenceye karşı bir söz söyleyemiyor. “Rapor yazdık” diyor ama raporunu açıklayamıyor. “Raporu ancak Türk devleti açıklar” diyor. O zaman rapor CPT’ye ait olamaz. Kim açıklayabiliyorsa ona aittir.
Diğer yandan CPT bir denetleme kurumu değil, olası işkenceleri önlemek için oluşmuş bir kurum da değil. Sadece yürütmeye rapor veren bir kurumdur. TC Devleti’ne rapor veriyor. Avrupa Konseyi’ndeki bütün devletlere rapor veriyor. O devletlerin birer kurumu, birer memuru niteliğinde. Zaten işkenceyi, baskı ve zulmü bu devletler uyguluyor. O halde CPT denen kurum, işkenceyi önleme kurumu olmuyor. İşkenceyi uygulama kurumu oluyor. İşkenceyi meşrulaştırma kurumu oluyor. Yani bir demokratik kurum değil. Faşist-sömürgeci uygulamalarının, işkence ve baskı uygulamalarının yürütme kurumu oluyor. Ama kendisine farklı bir ad takmış, farklı bir fonksiyon edinmiş ve bu temelde insanları, halkları, toplumları aldatıyor. Bir aldatma kurumudur. En azından söylenenlerden bunu çıkartabiliriz. Fakat avukatların ifade ettikleri, dile getirdikleri hususlar farklıdır. İş Kürtlere, Önder Apo’ya gelince böyle davranıyor. Başka yerlerde aynı davranışı sergilemiyor. Yani mücadele etme rol ve misyonu var. Fakat bunu uygulamıyor.
25’inci yılda Önder Apo’nun durumu yeniden değerlendirme konusu olacaktı. Hukuki açıdan yeniden yargılanma gündeme gelecekti. Hatta tahliyesi, zindandan çıkması söz konusu olacaktı. Fakat elbirliğiyle bunu önlemeye çalıştılar. Geçen yıllarda AKP-MHP faşizminin uyduruk disiplin cezaları olarak ortaya koydukları, 25’inci yılda böyle bir değerlendirmeyi engellemek için ortaya konulan bir kılıftı. Öyle anlaşılıyor ki bu sadece AKP-MHP yönetiminin yaklaşımı ve istemi değildir. CPT de, Avrupa Konseyi de, bütün Avrupa kurumları da, İmralı’yla sorumlu olan herkes aynı planlamada birleştiler. Ortak bir plan olarak geliştirdiler. Uyduruk disiplin cezaları yarattılar. Öyle disiplin cezasının ortaya çıkmasını gerçekleştirecek bir neden kesinlikle yoktu. Bunların hepsi sadece bu 25’inci yıldaki değerlendirmeyi engellemek için uydurulan hukuki kılıflardı.
CPT’nin, basının sorularına “bizim yapacağımız bir şey yok” demesi buradan ileri geliyor. Yani “biz yapacağımızı yaptık, anlamıyor musunuz” demek istiyorlar. İşin gerçeği budur. Bunu doğru anlamamız gerekli, bu konuda kendi durumumuzu iyi değerlendirmemiz lazım. Demek ki hukuki ve siyasi mücadeleyi daha etkili yürütmeliydik. Bu tür oyunları bozacak bir hukuki aktivite gösterebilmeliydik. Yine hukuk üzerinde baskı uygulayabilecek, bu tür oyunları bozabilecek bir eylemliliği ortaya çıkarabilmeliydik. Özeleştiri vermemiz gerekiyor. Evet, geçen 26 yıllık mücadele içerisinde büyük bir eylemlilik içerisinde olduk. Herkesten önce Önder Apo direndi. İmralı’yı tarihin en büyük zihniyet devriminin, entelektüel devriminin gerçekleştiği alan haline getirdi. Paradigma değişimini gerçekleştirdi ve kendisini küresel Önder yaptı, bütün ezilenlerin önderi haline getirdi. Beş bin yıllık iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı tüm sorunlara çözüm üreten düşünceler, çözüm projeleri ortaya koydu. Kendisini tüm işçi-emekçilerin, ezilen halkların, tüm kadın ve gençlerin önderi yaptı.
Küresel özgürlük hamlemizi daha fazla geliştirmemiz gerekir
Halbuki İmralı sisteminin özü neydi? Önder Apo’nun düşünemez, duyamaz, hiçbir şey ürütemez hale getirilmesiydi. İmralı sistemini kuranlar böyle bir sistem kurduklarını iddia etmişlerdi. “Orada her gün on sefer ölünür” demişlerdi. Apo’nun “işi bitti” diye sayfalar dolusu açıklamalar yaptılar. Türkiye toplumunu bu biçimde aldatmaya çalıştılar. Bunların hepsini biliyoruz. Ama Önder Apo öyle bir ortamı bir okula dönüştürmeyi bildi. En büyük direnişi, mücadeleyi o koşullarda da yürütebildi ve tarihin en büyük devrimci gelişimini, düşünce devrimini paradigma değişimiyle birlikte İmralı mücadelesi içerisinde geliştirdi. Şimdi her şeyden önce bu gerçeği de çok iyi anlamamız gerekir.
Peki, bizim mücadelemiz bu Önderlik mücadelesine denk düştü mü? Önder Apo’nun 26 yıldır İmralı’daki direnişini doğru anlayıp yeterince bir örgüte ve eyleme dönüştürebildik mi? Kendimize sormamız gereken soru bu oluyor. Bakınız hukuki hileler yaptılar, yapıyorlar. Bunu bozamadık. Hukuku işletmiyorlar. İşletsinler diye baskı yapamamışız. Bir defa buradan bu sonucu çıkartacağız; Eksik kalmışız. Bir bütün olarak özeleştiri vermemiz gerekiyor. Zaten bu kış boyu yaptığımız toplantılarda, yürüttüğümüz tartışmalarda bunları değerlendirdik ve böyle bir özeleştiri yaklaşımı içinde olduk. Şimdi ortaya çıkan olaylarla bu daha fazla somutluk kazandı.
İkincisi hukuki ve siyasi mücadeleyi daha çok geliştirmeliyiz. Bu süreçte özeleştirisini verdiğimiz yetersizlikleri aşmamız gerekiyor. “Özeleştiri veriyoruz” demekle olmaz. Hatayı düzeltirsek, yetersizliği giderirsek özeleştiri vermiş oluruz. O bakımdan da İmralı direnişini doğru anlayan ve onun gereklerini pratikte doğru ve başarılı hayata geçiren bir düzeye kendimizi getirmemiz lazım. Şimdi yapmamız gereken kesinlikle budur. Bu hile ve oyunları ancak böyle bir mücadele ile kırarız. Evet, 26 yıldır bir mücadele yürütüyoruz. Binlerce şehit verdik. Onlarca uluslararası komplo planını boşa çıkardık. Uluslararası komplo bir günde sonuç almak isterken 26 yıldır yürüttüğü saldırılarda başarısız kalan bir duruma düşürüldü. Bunlar önemli gelişmelerdi. Hareketimizin, halkımızın, dostlarımızın direnişinin bir sonucuydu. Fakat bunun yetersizliğini geçen yıl da fark ettik ve onu aşmak üzere 10 Ekim 2023’te başlayan Önder Apo’nun özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü isteyen küresel düzeyde bir özgürlük hamlesi başlattık. Bu oldukça önemli ve anlamlıydı. Bu hamle eksikliklerimizin, yetersizliklerimizin görülmesi ve onların giderilmesi hamlesiydi. Dolayısıyla geçmişi bu temelde irdelememiz gerekiyor. Nerede eksik kaldık, hangi yetersizlikleri gösterdik, bunu nasıl giderebiliriz, nasıl daha yaratıcı, zengin eylem biçimleriyle bu hukuki hileleri ortadan kaldıran, faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırıları kıran, İmralı işkence ve tecrit sistemine son veren bir mücadele gücü haline gelebiliriz? Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset üzerinde baskı uygulayarak, onu yenilgiye götüren bir sonucu nasıl ortaya çıkartabiliriz? Şimdi sormamız gereken sorular bunlardır. Bu temelde kendimizi de sorgulayıp yenilememiz ve küresel özgürlük hamlemizi bu temelde daha fazla geliştirmemiz gerekir.
10 Ekim’den 15 Şubat’a kadar bir süreç yaşandı. Mücadelemiz dünyanın dört bir yanına yayıldı. İşçi ve emekçilere, kadın ve gençlere, ezilen halklara ulaştı. Dünyanın dört bir yanından insanlar Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele eder hale geldiler. Önderlik gerçeğini, Kurdistan özgürlük mücadelesini tanıdılar. Kendilerini Önderlik çizgisiyle tanıştırdılar, eğittiler. Özgürlük savaşçısı haline getirdiler. Bir küresel özgürlük ve demokrasi hareketi gelişmeye başladı. Bunlar kuşkusuz önemli adımlardı, yeni başlangıçlardı, yeni açılımları ifade etti. Fakat güçlendirmemiz gerekiyor. Var olanı kesinlikle yeterli görmemeliyiz. İşte ikinci aşama olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde özgür kadın mücadelesi, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleme temelinde bir zirveyi ortaya koydu. Kadın tutumunu herkese gösterdi. Newroz’da Kürt halkı bir kere daha Önderliğine ve özgürlüğüne ne kadar bağlı olduğunu dost-düşman herkese göstermiş oldu. Bir açık kongre ve platform düzeyinde bunu eylemle ifade etti. On milyonlarcası Newroz meydanlarını doldurup Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü haykırarak bunu yaptılar. Bunların sonucu 31 Mart yerel seçimlerine yansıdı. 4 Nisan Önder Apo’nun doğum gününün kutlanması eylemlerine yansıdı. 1 Mayıs yeni bir zirve oluyor. 1 Mayıs eylemlilikleriyle yakalanan bu ivmeyi zirveye taşırabilmeliyiz. Bunun yanında eylemsellikleri süreklileştirmeyi başarmalı ve kopuk kopuk olmasına izin vermemeliyiz. Süreklileşen, birbirinin devamı ve tamamlayanı olan, gittikçe büyüyen ve sonucu dayatan bir eylem çizgisini ortaya çıkartmamız gerekiyor.
Kısaca şehitler ayını Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi’ni geliştirmeyle birleştirmeliyiz. Kendimizi Özgürlük Hamlesi’ni geliştirecek eylemliliğe sevk etmeliyiz. Bunu dört parça Kurdistan’da, dünyanın dört bir yanında yapmalıyız. Nerede Kürtler ve Kürt dostları varsa orada eylemlilik daha fazla gelişmeli. Daha fazla yaratıcı olmalıyız. Gerilla direnişimizi, ideolojik mücadelemizi, propaganda ve ajitasyonumuzu, sanat ve edebiyatımızı, gençlik ve kadın eylemlerimizi, kitle eylemlerimizi düşman oyunlarını bozacak, İmralı tecrit ve soykırım sisteminin sürdürülmesini sağlamaya çalışanların bütün saldırılarını kıracak düzeye getirmemiz gerekiyor. Bu bakımdan da var olanı aşmamız lazım.
O halde tüm yoldaşlar bu gerçeklik üzerinde daha çok durmalılar. Durum ciddidir. Şunu unutmayalım ki 25 Mart 2021’de telefon konuşmasında Önder Apo kardeşine öfkeyle “suç işliyorsunuz” derken bu gerçekleri ifade etti. Oyun ve hile vardı. Avukatlar gelsin, ben mücadele edeceğim demek istedi, avukatların niye gelmediğini sordu. Avukatların gidişini yasaklayarak Önder Apo’nun mücadelesini önlediler. Biz bunu kıramadık. Hukuki mücadeleyi dışarıdan yürütemedik. Önder Apo’nun öfkesi, suç dediği şey buydu ama bunu aşamadık. Bunu o zaman yeterince de anlayamadık. Şimdi gerçekler daha net açığa çıkmıştır, somutluk kazanmıştır. Hepimiz, tüm kadrolar ve yurtsever halk olarak bunu görecek durumdayız. O halde durumdan ders çıkartmamız gerekli. Var olan durumumuzu aşmamız lazım.
Büyük eylemlilikle bu durumu kırmadıkça Önder Apo’nun ifade ettiği suçluluk durumunu sürdürüyoruz demektir. Buradan çıkabilmek için İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini parçalayacak, bu hileleri, oyunları yerle bir edecek bir mücadeleyi her alanda ve çok yönlü olarak mutlaka ortaya çıkartmak zorundayız. Bu gerçeği böyle görmemiz lazım. Bu mutlak iletişimsizlik hali ancak böyle kırılır. Önder Apo’nun mücadele etme, düşüncelerini dışarıya taşırma, siyaset yapar hale gelme konumu böyle sağlanır. Bizim görevimiz de bunu gerçekleştirmektir. O halde tüm yoldaşlar bu bilinçle hareket etmeli ve “artık yeter” diyerek eski durumdan çıkıp 24 saat ve sürekli bir eylemlilik pozisyonuna kendisini ve halkı geçirmelidir. Böyle arada bir yapılan eylemlerle bu olmaz. Bu hamle mutlaka sonuç alacak. Özgürlük hamlemiz daha çok büyüyecek, gelişecek ve zaferi dayatacak. Çünkü bu bir zafer hamlesidir. Başka türlüsü kabul edilemez. Başka bir sonuca kesinlikle razı olamayız. Bu konuda zindanlardan dağlara, dört parça Kurdistan’dan yurtdışına kadar yürüttüğümüz bütün mücadeleleri tekrar tekrar gözden geçirip değerlendirerek eksikliklerini, yetersizliklerini bulup aşarak İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini parçalayacak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacak bir eylem düzeyini mutlaka yaratmalıyız. Bu bizim artık ertelenemez, anı anına gerçekleştirmemiz gereken bir görevdir. Tüm yoldaşların bu duruma böyle yaklaşacağına, kendi pozisyonunu değerlendireceğine ve içinde bulunduğu ortamı, tüm imkanları ve fırsatları doğru kullanma temelinde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için zafer kazanan bir eylemliliğe dönüştüreceğine inanıyoruz.
Son derece sert ve yoğun bir mücadele içindeyiz
Değerli Yoldaşlar!
Burada siyasi ve askeri durum üzerine çok şey söylememiz gerekmiyor. Zira hepimiz içindeyiz, yaşıyoruz ve ne yaşadığımızı bilince çıkartıyoruz. O bakımdan esas olarak siyasi ve askeri durumun ne olduğunu anlıyoruz. Bazı ufak tefek olayları çok abartıp uzun uzadıya tartışmaya da gerek yok. İşin ana doğrultusunu bilmek ve o temelde görev ve sorumlulukların bilincine vararak onların gereklerini yerine getirmek bizim için yeterli oluyor.
Buradan baktığımızda gerçekten içinde bulunduğumuz mücadele süreci olağanüstünün de ötesinde bir durumu ifade ediyor. Olağan bir mücadeleyi zaten yaşamıyoruz. Ama mevcut duruma olağanüstü de diyemeyiz. Durum bunun da ötesindedir. Neden olağanüstünün de ötesindedir? Birincisi, herkes bu mücadelenin içinde. İkincisi, bin bir türlü hile, oyun, saldırı var. Üçüncü, AKP-MHP faşist diktatörlüğü, hatta TC Devleti neredeyse varlığını bu mücadeleye bağlamış durumda. Zaten kendileri buna “ölüm-kalım mücadelesi” diyor. Yani Kürtleri soykırıma uğratamazlarsa Türklüğün biteceğini iddia ediyorlar. Böyle olunca içinde bulunduğumuz mücadele sürecini olağanüstüyle de izah edemeyiz. Daha ötesinde bunu bir ölüm-kalım mücadelesi olarak görmemiz gerekir. Bu, bir süreden beridir böyle. Son dokuz-on yıllık süreç böyledir. Bu Çöktürme Eylem Planı denen topyekun faşist-soykırımcı saldırı karşısında devrimci halk savaşı temelinde yürüttüğümüz topyekun özgürlük ve demokrasi direnişimiz bunu ifade ediyor. Genel süreç böyle. Ama bu son iki-üç yıl ise bu konuda çok daha ileri bir düzeyi ifade ediyor.
O nedenle de son derece sert ve yoğun bir mücadele içinde olduğumuz bilinen bir gerçek. Bunları öyle çok dile getirmek, ifadeye kavuşturup öyle bırakmak elbette yeterli değil. Bildiğimizi daha güçlü anlayıp gereklerini pratiğe dökmek, uygulamak gerekir. Biz de öyle yapmaya çalışıyoruz. Son dönemlerde geçen sürecin derslerini daha doğru çıkartarak böyle bir mücadele sürecinin zafer kazananı olmak için her türlü çabayı harcıyoruz. Örneğin geçtiğimiz kış sürecini bu anlamda büyük bir hamle süreci olarak değerlendirdik. 10 Ekim 2023’te başlattığımız Küresel Özgürlük Hamlemizi, kış sürecinde bütün cephelerde çok etkili bir biçimde yürüttük. En başta kahraman gerilla güçlerimiz, geçtiğimiz kışı en büyük hamle süreci haline getirdi.
Zap gerillası düzenlediği devrimci operasyonlarla AKP-MHP faşist diktatörlüğüne tarihinin en ağır darbelerini vurdu. Rojhat ve Erdal arkadaşların 1 Ekim 2023 Ankara eylemiyle başlayan süreç, günümüze kadar sürekli gelişme sağlayan, ivme yapan, gerillanın başarılarıyla dolu olan, faşist-soykırımcı düşmana öldürücü darbeler vuran bir eylem süreci oldu. Gerçekten de anlamlı, başarılı bir süreçti. Hep değerlendirmeye çalıştık. Kahraman gerilla güçlerimizi başarılarından dolayı sürekli kutladık, selamladık. İyi bir performans tutturulduğunu ifade ettik. Bu pozisyon devam ediyor. Geçen süreçte bu gelişme her şeye damgasını vurdu. Bunun sonucu kitle hareketinde görüldü. Örneğin 15 Şubat Komplosu’nu protesto eylemleri güçlü geçti. 8 Mart ve Newroz eylemleri Küresel Özgürlük Hamlemize yeni zirveler yaptırdı. Yine bütün bunların sonucu 31 Mart yerel seçimlerinde kendisini gösterdi. Seçim sonuçlarını ayrıntılı değerlendirmemize gerek yok. Ama şunu ifade edebiliriz ki AKP, seçim kaybeden, seçimde yenilen, birinci parti olma özelliğini kaybeden konuma düştü.
Daha önce de, 7 Haziran 2015’te de başarılı olamamış, seçimi kazanamamıştı, ama hile yaparak yeni bir seçimle durumu değiştirme imkanı buldu. Şimdi onu da yapamaz bir durumdadır. Artık sandıktan çıkma meşruiyetine sahip bir Tayyip Erdoğan yönetimi yok. Dolayısıyla bu Türkiye içinde ve dışında da etkili oluyor.
Diğer yandan halkımız bir kere daha tüm baskıya, zulme, hileye rağmen faşizme geçit vermedi. Kayyumları süpürüp attı. Kendi kendini yönetmede, kentini yönetmede ısrarlı olduğunu ortaya koydu. Özgür yaşam iradesini, iddiasını ve ısrarını herkese gösterdi. Türkiye’nin demokratikleşmesinde ısrarlı ve kararlı olduğunu dosta-düşmana bir kere daha göstermiş oldu. Türkiye siyasetinde bunlar temelinde bir değişiklik yaşanıyor.
İşte 2023 Mayıs seçimlerini kaybedenler olarak Kılıçdaroğlu, İYİ Parti ve benzerleri bir değişim ve dönüşüm yaşadılar. Şimdi seçim kaybeden AKP’nin içi kaynıyor. Eskisi gibi her şeye hakim bir Tayyip Erdoğan kişiliği yoktur. Bu gücünü kaybetti. Çeşitli biçimlerde yeniden yaratmak, kendini hakim kılmak istiyor ama gerçekleştirmesi mümkün görünmüyor. 2015 gibi yapamaz. Dolayısıyla değişiklik olacak. Biz değişen Kemal Kılıçdaroğlu değişecek olan Tayyip Erdoğan’dır dedik. Gerçekten de o durum şimdi yaşanır hale geldi. Türkiye siyaseti değişmek zorunda. Başka türlü kendisini var edemez. Kürt özgürlüğünü ve demokrasiyi dayattığımız için kendisini değiştiremiyor da. Dolayısıyla tam bir çıkmazı, çözümsüzlüğü ve çürümeyi yaşıyor. Şuan sömürgeci, soykırımcı devleti ve yönetimi içine soktuğumuz durum kesinlikle böyle bir durumdur.
Kış sürecinde bir yandan hamlesel bir mücadele yürütürken diğer yandan önemli hazırlıklar yaptık. Geçmişi analiz edip eleştiri-özeleştiri ile derslerini çıkartarak ve yeni süreci, yıl mücadelesini planlayarak yıla daha hazırlıklı ve bütünlüklü giriş yaptık. Bu da yıl mücadelesi açısından çok önemli bir durum olmaktadır.
Bu hamlenin sonuçlarını doğru değerlendirmek ve hazırlıklarını doğru ele alıp pratikleştirmeye ihtiyaç var. Yeterince tartışmalar yapılmış, kararlar alınmıştır. Bizim için süreç hamlesel düzeyde pratikleşme sürecidir. Küresel Özgürlük Hamlemizi zafer yolunda ilerletme sürecindeyiz. Hepimizin her an, her gün, her zaman böyle bir konumda olması gerekiyor. Böyle olursak kış boyunca her alanda yürütülen hamlenin yarattığı birikimi, örgütsel hazırlıklarımızla değerlendirerek gerçekten de İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini paramparça edebilir, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün önünü açacak bir mücadele sürecini geliştirebiliriz. Buna hepimiz inanmalı, bunu öngörmeli, planlamalı ve büyük bir inanç ve kararlılıkla, yaratıcı tarz ve kazanımcı üslupla pratikleştirmeliyiz.
Diğer yandan hepimiz düşman çabalarını da yakından takip ediyoruz. Kış boyu gerillanın ve halkımızın hamlesel eylemleri karşısında AKP-MHP faşist diktatörlüğü bir yandan sarsıntı yaşarken diğer yandan adeta mekik diplomasisi içinde olarak çeşitli yerlerden güç toplayıp yeni işgal hamleleri yapmaya kendini hazırlamaya çalıştı. Bunu gösterişlerle kamuoyuna ilan da etti. “2024 yazına kadar Irak’ta PKK’yi yok edeceğini” bizzat faşist şef Tayyip Erdoğan ilan etmiş durumda. Rusya’dan Avrupa’ya, Amerika’ya, Irak’tan İran’a gitmedikleri yer, görüşmedikleri güç kalmadı. Pazarlıklar çerçevesinde İsveç’in NATO’ya girişi konusunda NATO’dan ve ABD’den belli bir onay ve destek de almıştı. Fakat gördük ve anladık ki bu desteğe ve güce fazla güvenemedi. Bununla geçmişi aşan bir işgal saldırısı yapamayacağını kendisi de gördü. Bunun için İran ve Irak’a yalvar yakar olmaya başladı. Bu temelde İran Devleti’yle görüştü. Irak ile birçok görüşme yaptı.
Yine Irak ve Güney Kurdistan güçleriyle müşterek güç oluşturup Zaxo’dan Silêmanî’ye uzanan bir hatta asker konumlandırarak gerillayı güneyden kuşatabilmek için Güney Kurdistan yönetimiyle defalarca görüşme yaptılar. En son 22 Nisan’da Tayyip Erdoğan hem Bağdat’a hem de Hewlêr’e gitti. Onlarca anlaşma imzaladıklarını söylüyorlar. Dört-beş aylık bir pazarlık sonucunda bazı anlaşmalar yapar hale geldiler. KDP yönetimi Erdoğan’ı Hewlêr’de büyük bir gösteriyle karşıladı. Her tarafı TC bayraklarıyla donattı. Görüşme ve anlaşmadan çok Tayyip Erdoğan parlatılmaya çalışılıyor. Seçim yenilgisini aştırtacak, Güney’deki sözde Kürt yönetiminin ne kadar destek verdiğini göstererek kendisini dünyaya kabul ettirecek bir konumu yaşıyor.
Buradan bazı sonuçlar almaya çalıştılar. Değerlendirilip tartışılıyor. Irak Devleti’ne PKK’nin yasaklı örgüt olduğunu kabul ettirdiler. Özellikle su pazarlığı yaparak, Dicle ve Fırat sularını kullanarak Irak’ı bazı şeylere zorlamaya çalıştılar. Bunun karşılığında “kalkınma yolu projesi uyguluyoruz” diyorlar. Yansıyan sonuçlardan anlaşıldığı kadarıyla KDP ihaneti ve desteği dışında geçmişi aşan bir askeri desteğin çok görülmediği söylenebilir. Müşterek güç oluşturma yönünde adım atamadılar. Öyle anlaşılıyor ki İran ve Irak cephesi, yine YNK hattı bunu tam kabul etmedi. Fakat su pazarlığı karşılığında yol projesi oluşturdular. Her halde elde ettikleri bu yol oluyor. Bu yolu da Kurdistan’ı kuşatacak şekilde, Kurdistan’ın dışında oluşturdular. Mevcut kalkınma yolu dedikleri Önder Apo’nun “orta alan” dediği alanda bir yol inşa etmektir. Büyük ihtimalle yol yapıyoruz diye daha çok güç, daha çok asker, daha çok istihbarat birimleri sokarak bu alanlarda bizim etkinliğimizin gelişmesini önlemeye ve Güney Kurdistan’ı güney hattından kuşatmaya çalışmak istiyorlar. Böylece Irak’ta daha fazla güç bulundurup hareketlilik geliştirmeye çalışacaklar. Onun ötesinde çok fazla bir şey gözükmüyor. 16 Nisan’da Metîna’yı parça parça işgal etmeye dönük bir saldırı hareketini geliştirmeye yöneldiler. Bunu Merkez Karargah Komutanlığımız, yine HPG-BİM açıklıyor, yeterince bilgi veriliyor. Mevcut durum, işgal saldırılarını arttırma anlamına gelmektedir.
Bununla birlikte toplumsal alanda baskı ve saldırılarını devam ettirmektedirler. Türkiye ve Kurdistan’da basın emekçilerini tutukladılar. Belçika’ya özgür basına dönük 23 Nisan’da operasyon yaptırtmayı sağladılar. AKP basını, bu saldırıları planlayan ve örgütleyenin AKP’nin olduğunu ele veriyor. Tartışmalar, eleştiriler, baskılar geliştiğinde Belçika Devleti, Fransa’nın isteği üzerine bunları yaptığını söyledi. Bunu Fransa yapmış olsa da Fransa’ya yaptıranın Türkiye olduğundan, AKP-MHP faşist diktatörlüğü olduğundan hiç kuşku yoktur. Nitekim Tayyip Erdoğan Irak’ta görüşmeler yaparken Belçika yönetimi de Stêrk ve Medya Haber TV merkezlerine dört saatlik baskın yaptı. Özgür basını susturarak yaptıkları bütün kirli, insanlık dışı saldırıların üstünü örtmeye çalıştılar. Demek ki kirli işler geliştirecekler. Katliamları, baskı ve zulmü arttırma çabası içinde olacaklar. Basına saldırıları bunu gösteriyor.
Seçimden çıkan sonuçlara dayanarak Parti yönetimi olarak, “Mevcut Tayyip Erdoğan yönetiminin ömrünü uzatabilmesi için savaşı geliştirmesi, tırmandırması gerekiyor” şeklinde bir değerlendirme yaptık. “Teröre karşı mücadele ediyorum” diye Türkiye ve dünyada destek bulmaya çalışması, Türkiye’de muhalefet ile uzlaşmaya çalışması, bunu sağlayabilmek içindir. Bu anlamda önümüzdeki dönemde Güney’de ve Rojava’daki işgal saldırılarını daha fazla arttırması söz konusu olacaktır. Başka türlü Tayyip Erdoğan ne Türkiye’de uzlaşma yaratabilir, ne kazandıklarını, çalıp çırptıklarını kalıcı kılabilir, ne de iktidar ömrünü uzatabilir.
Bu günlerde CHP Genel Başkanı’yla görüşmeye çalışıyorlar. CHP de destek vermeye çalışıyor. Anlaşılıyor ki iki tarafta öyle bir yumuşuma, uzlaşma arayışı içinde olacak. Bunu gerçekleştirebilmek için de PKK’yi hedef ve gerekçe yapacaklar. Bu anlamda düşmanın saldırıları sürecek. Dolayısıyla süreci yanlış değerlendirmemeliyiz. Hem Tayyip Erdoğan yönetiminin varlığını sürdürebilmesi için, hem de TC Devleti’nin bekası söylemlerinden anlaşılıyor ki Kurdistan’daki savaşı derinleştirmeleri zorunludur. Yani bir yandan özgürlük mücadelesinin gelişimini sınırlandırmak, gerillayı zayıflatmak, hareketin diğer çalışmalarını sınırlandırmak isteyecekler, diğer yandan da “teröre karşı mücadele” adı altında Türkiye’de şovenizmi, ırkçılığı, milliyetçiliği geliştirerek Kürt karşıtı, Kürt düşmanı bir uzlaşma yaratmaya çalışacaklar.
AKP-MHP faşist yönetiminin bölgede bütün çabası da buna dönük. İran’dan destek almaya çalıştılar. Fakat çok umdukları gibi olmadı. En azından şimdiye kadar ki yansımaları böyle. Irak’ın böyle olduğunu belirttik. Diğer yandan bu Gazze Savaşı’nı bütün güçleriyle tırmandırmaya çalışıyorlar. Yani İran-İsrail savaşı yaratabilmek için AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yapmadığı provokasyon ve tahrik kalmadı. DAİŞ’i bile İran’a saldırttı. İsrail yönetimi de benzer bir biçimde tahrikçi bir konumda. Çünkü Gazze’deki katliamlarını, işgal saldırılarını daha çok arttırabilmesi için gerekçelere ihtiyacı var. Bu temelde fırsat buldu, Suriye’deki İran generallerini vurdu. Dolayısıyla geçtiğimiz dönemde bir düzeyde İran-İsrail çatışması ortaya çıktı. Türkiye amacına ulaştığını düşünerek neredeyse zil çalıp oynayacaktı. Fakat pratik öyle gelişmedi. İran’ın İsrail’e saldırısı, İsrail’in İran’a askeri saldırıları Türkiye’nin istediği gibi askeri darbe vurma temelinde gelişmedi, daha çok propaganda amaçlı oldu. Henüz İran’ı Türkiye’nin istediği gibi bir savaşa çekebilmiş değiller. Ama daha çok tahrik etmeye çalışıyorlar. Gazze’de yaşananları doğru anlamamız gerekiyor. Biz geçen süreçte doğru değerlendirme yaptık ve doğru politika izledik. Çok açık ki Türkiye ve İsrail arasındaki çıkar kavgası, elbirliğiyle Gazze halkının katledilmesine ve yurdundan sürülmesine yol açtı.
Mevcut durumda İsrail ile Türkiye arasında kısmi bir çıkar çatışması var. Bu kesinlikle böyle. Ama her ikisi de kendi çıkar çatışmasını Gazze halkının kanı üzerinden yürütüyor. Bu anlamda elbirliği etmiş durumdalar. Dolayısıyla Gazze’deki savaştan İsrail Devleti ile birlikte AKP-MHP faşist diktatörlüğü de sorumludur. Sonuç olarak Gazze halkı katlediliyor.
Hamas’ın yaptıklarını yüceltmeye çalışmak
Bazı çevreler Hamas’ın yaptıklarını yüceltmeye çalışıyor. Neredeyse Tayyip Erdoğan’ın siyasetini solculuk, sosyalizm adına olumlayanlar çıkacak. Bunların gerçekle bir alakası yoktur. Öyle bir siyaset söz konusu olamaz. Gerçek olan Ortadoğu’da yeni çıkar çatışmasıdır.
ABD, Arap-İsrail uzlaşmasına dayalı bir enerji yolu, yeni bir Ortadoğu oluşturmaya çalışırken TC Devleti, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün Kürt düşmanı siyaseti nedeniyle dışlandı. Ortadoğu’daki konumunu tümüyle kaybeder hale geldi. Bunu sabote etmek için Ermenistan’dan yol açmaya çalıştılar, Karabağ savaşını çıkardılar ama olmadı. Hamas’ı İsrail’e saldırttılar, Gazze Savaşı’nı çıkardılar yine olmadı. Hala Irak ile birlikte bazı Arap devletlerini de katarak kalkınma yolu projesiyle alternatif yol oluşturup sistemi kendisine mecbur ve muhtaç bırakmak istiyor. Böyle somut bir çıkar kavgası var. Yüz yıl önce şekillenen Ortadoğu değişim sürecinde. Sistem, 1923 Lozan Antlaşması’yla oluşturduğu Ortadoğu’yu artık yürütemiyor, değiştirmek istiyor. Yeni çıkar alanları, çıkar sistemi yaratmaya yöneliyor. Mevcut politikalarıyla bu da esas olarak Türkiye’yi daralttı. Türkiye’nin Ortadoğu’daki önemini en aza indirdi. Bu gerçeği görüyorlar. Sabote edemezlerse Türkiye parçalanmaya kadar gidebilir. Sevr Antlaşması’nın öngördüğü düzeye düşebilir. Bunun farkındalar ve can havliyle saldırıdalar. Ancak ne saldırıyla sonuç alabilirler ne de teslim olarak sonuç alabilecek durumdalar. O bakımdan mevcut durumda şunu öngörmeliyiz: AKP-MHP faşist diktatörlüğü Medya Savunma Alanları’na, Şengal’e, Kuzey Doğu Suriye’ye dönük saldırılarını arttırarak sürdürebilir. Daha yoğun saldırılar yapabilir. Bunun için hazırlıklı olmamız lazım. Bir yandan hazırlık içinde olurken diğer yandan aktivitemizi de sürdürmeliyiz. Yani her an saldırı olacakmış gibi bir beklenti içinde olup ona göre direnme hazırlığında olmamalıyız. Duruşumuz böyle olurken diğer yandan biz de mevcut hazırlıklarımızı hamlesel düzeyde pratiğe geçirmeliyiz. Kesinlikle beklenti içinde olmamalıyız. Pasif savunma konumuna düşmemeliyiz. Bu kesinlikle hatalı olur.
Evet, her türlü saldırıyı direnişle kırmak için dikkatli, saldırılara karşı hazırlıklı olmalıyız. Ama diğer yandan biz de taktik saldıran güç olmalıyız. Siyasi, ideolojik, askeri alanda bunu yapmalıyız. Gençlik ve kadın örgütlülük alanı olarak bunu yapmalıyız. Gerilla hareketi olarak savaşı metropollere, kentlere, ovaya yayarak bunu yapmalıyız. Bunu asla düşman kuşatmasına fırsat vermeyecek temelde yapmalıyız. İdeolojik mücadelemizi, sanat-edebiyat çalışmalarımızı, propaganda-ajitasyonumuzu buna göre geliştirmeliyiz. Özellikle katılımı çok daha yoğun kılmalı, örgütü büyütmeliyiz. Çalışmalarımızda bir daralma, pasif savunma konumuna düşme, bekle-gör konumunda kalma olmamalıdır. Zaten bir hamle yürüttük, devam ettiriyoruz. Hazırlıklar yaptık, hazırlıklarımızı düşman saldırısını beklemeden, hatta onu boşa çıkartmayı hedefleyecek şekilde uygulamaya sokmalı, kendimizi aktif olarak saldırı yürütür konumuna getirmeliyiz.
Bu anlamda bir direnişçi konum vardır. Mevcut direnişçi konumu sürdürdüğümüz gibi, hamleci, girişken hale de gelmeliyiz. Örneğin gerillamız Metîna’da, diğer alanlardaki işgal saldırılarına karşı kahramanca direniyor. Her gün eylemler yaparak düşmana ciddi darbeler vuruyor. HPG ve YJA Star gerillasını, tüm savaşan güçlerimizi selamlıyor, başarılarını kutluyoruz.
Diğer yandan özgür basın emekçileri hem Kuzey Kurdistan’da, Türkiye’de hem de Avrupa’da geliştirilen saldırılar karşısında gerçekten direngen bir tutum takındılar. Mücadeleci tavır ortaya koydular. Bu direnişi elbette geliştirmek ve sürdürmek lazım. Özgür basın emekçilerinin direnişini de selamlıyoruz.
Yine siyasi alanda geliştirilen baskılar karşısında, özel savaş saldırıları karşısında Wan halkının direnişi, Şirnex halkının direnişi çok önemli ve anlamlı oldu. Her alanda gençlik ve kadın öncülüğünde kitle eylemlerimizin gelişmesine yol açtı. Bunlar da önemli ve anlamlıydı. Faşist-soykırımcı özel savaş saldırıları karşısında yurtsever tutumun ne olması gerektiğini ortaya çıkardı. Bu direnişleri de selamlıyoruz.
Zindanlar sürekli bir direniş halindeler. Açlık grevi eylemini yeni bir eylemliliğe dönüştürdüler. Hem eylem geliştirdiler hem de bunu farklı boyutlara taşıyarak yaratıcı bir yaklaşımın sahibi oldular. Eylem çeşitlenmesi yarattılar. Direnişi daha aktif, etkili hale getirmek için bir arayış içindeler. Bu temelde zindan direnişini de selamlıyoruz.
Dikkat edilirse topyekun direniş konumumuz sürüyor. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde tüm alanlarda, tüm Parti ve halk gücümüzün direnişi etkili bir biçimde sürüyor. Bunu yaratıcı kılmalıyız, zenginleştirmeliyiz, girişken, hamleci bir hale getirmeliyiz. Bu temelde de direnişlerimizi sürdürmeliyiz.
Yani bir yandan düşman saldırılarını takip edip onları kıracak mevzilenme, hazırlık konumunda olurken diğer yandan yürüttüğümüz hamleyi ideolojik, siyasi, askeri, kitlesel her bakımdan aktif mücadelelerle geliştirmeliyiz, zenginleştirmeliyiz, büyütmeliyiz. Bizim hamleci, mücadeleci olmamız gerekiyor. Bu konuda kesinlikle yanlış anlama, bekle-gör anlamında pasif konuma düşme, imkanları, fırsatları değerlendirmeme olmamalı. Tüm yoldaşların bu süreci böyle doğru değerlendireceğine, hem düşman saldırılarını kırma hem de hamlesel mücadeleyi geliştirmede her alanda üzerine düşen görev ve sorumluluğu pratikte başarıyla yerine getireceğine inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Türkiye bütün imkanlarını seferber ederek, dünyanın dört bir yanını dolaşıp kendini herkese pazarlayarak, herkese yalvar yakar olarak güç toplamak için çalışıyor. Sınırlı düzeyde de bu gücü buluyor. Bu bir gerçek.
Diğer yandan stratejik olarak, ideolojik olarak çok zayıf durumdadır. Mevcut pazarlamalarla da istediği güç ilişkilerini yaratma durumu zayıftır. İran’ı o kadar tahrik etti, görüşme yaptı, çaba harcadı, ama eskiyi aşan bir destek aldığını sanmıyoruz. Irak ve Güney Kurdistan ile yürüttüğü görüşmelerde, ekonomik olarak kendi askeri hareketliliğini arttırma temelinde belli imkanlar elde etti. Burada özellikle suyu, hem de Kurdistan’ın suyunu bir silah olarak kullandı. Fakat öngördüğü askeri planlamayı hayata geçirecek bir destek bulamadı. Hatta Iraklı birçok güç, siyasi parti, lider buna karşı çıktıklarını ilan ettiler. YNK üzerindeki baskı da çok fazla sonuç vermiyor.
Bizim “orta alan” dediğimiz alanda bu yol vesilesiyle güçlerini arttırmaya çalışacakları anlaşılıyor. Şimdiye kadar ortaya koyduğu işgal gücünü kabul ettirdi. Şunu biliyoruz: Irak Devleti sınırda yirmi kilometrelik alanı zaten Türkiye’ye vermiş. Bu, eski anlaşmalardan da kaynaklanıyor. Şimdi Türkiye bunu kırk kilometreye çıkarmaya çalışıyor. Bir de Irak yönetiminin, YNK’nin de KDP ve Türkmenlerle birlikte gerillaya, PKK’ye karşı ortak savaşa girmesini istiyor. Fakat böyle bir askeri destek bulduğunu sanmıyoruz. Anlaşılan o ki su karşılığında ticareti geliştirecek ve ekonomik destek sunacaklar.
Tayyip Erdoğan bizzat Barzanilerin ayağına gitti
Bu yol projesini dikkatle takip etmeliyiz. Oraya dayanarak daha fazla güç getirmeye çalışacaklar. İstihbaratlarını, faşist, özel savaş güçlerini o hatta daha çok mevzilendirmeye çalışacaklar ve müşterek güçle yapamadıklarını bu biçimde yapmaya çalışacaklar. Konumlanmasını güçlendireceği bu alanlardan bize saldırarak planlarını gerçekleştirmek isteyecekler. Bu anlamda bu alanlara karşı bizim de daha duyarlı bir yaklaşım içerisinde olmamız gerekmektedir. Bu alanlar için hem tedbirlerimiz olmalı hem de girişken ve mücadeleci olmalıyız. Öyle bir orta alan denetimini Türk devletinin, AKP-MHP faşizminin elde etmesine izin vermemeliyiz. Burası bizim için önemli bir mücadele alanı olarak ön plana çıkmış durumdadır.
Öte yandan AKP-MHP faşist ittifakı aylardır Putin’i davet ediyor ama bir türlü getiremediler. Yine haftalardır propagandasını ettikleri Amerika ziyareti boş çıktı. Amerikan yönetimi, Beyaz Saray sözcülüğü böyle bir planlarının olmadığını açıkladı. Halbuki AKP basını “dört yıldır ilk defa Tayyip Erdoğan özel davet ediliyor. Erdoğan, Amerika’da yeniden kabul görmeye başladı” gibi bir propagandayla Erdoğan’ı şişirmeye çalışıyordu. Görüldüğü üzere mevcut ABD yönetiminin böyle bir planı yok. Dolayısıyla bunların hepsinin yalan ve şantaj olduğu ortaya çıktı. Sanki ABD’ye baskı uygulayarak kabul ettirmek istiyorlardı. Fakat umduklarını bulamadılar. Şimdi Temmuz’da yapılacak NATO zirvesinde ABD Başkanı’yla görüşme randevusunu ancak alabildiler. Oysa daha bir hafta önce Irak Başbakanı, Amerika’ya resmi ziyarette bulundu, ABD Başkanlığı’yla görüştü. Dikkat edelim Tayyip Erdoğan’ın pek bir etkisi kalmamış. Alman Cumhurbaşkanı geldi, önce muhalefetle sonra Tayyip Erdoğan ile görüştü. Bu durumda Tayyip Erdoğan ile görüşen sadece Barzaniler var. Onlar da TC bayraklarıyla donatarak bunu yaptılar. Barzaniler Erdoğan’ı neden bu denli şaşaalı karşıladılar? Çünkü onu ayaklarına getirdiler. Tayyip Erdoğan bizzat Barzanilerin ayağına geldi. Neredeyse ayaklarını öpecek. İktidar ömrünü uzatabilmek için o kadar Barzanilere muhtaç hale gelmiş. Bu bir gelişme değil, ne kadar zayıf düştüğünün işareti. Bunu ne KDP için bir gelişme olarak görebiliriz, ne de AKP ve Tayyip Erdoğan için.
KDP biraz iş yapıyormuş gibi görünüyor ama her şeyin PKK sayesinde olduğunu herkes görüyor. Kendilerinin bir marifeti yok. PKK düşmanlığıyla prim yapıyorlar. Önder Apo eskiden buna “Apo primini yiyorlar” diyordu. KDP şimdi bu konumdadır. İhaneti bu noktada seyrediyor. Sözde dünya Lideri! Tayyip Erdoğan ise ABD’ye gidemedi, Putin ile görüşemedi, Alman Cumhurbaşkanı’yla ancak muhalefet görüşmesinden sonra görüşebildi. İşte bu durumunu Hewlêr ve Bağdat’ta görüşme yaparak, onların ayağına giderek, bayraklarla onlara propaganda yaptırarak bunu kapatmaya ve kendisini parlatmaya çalıştı. Bu zayıflığını gidermek istedi. Bu gerçeği görmemiz lazım. Mevcut hükümetin öyle uzun vadeli, güçlü bir konumu yok. İçte de olmayacak. Hem partide hem Türkiye’de iç çalkantılar gelişecek. Biz akıllı davranır, siyasi-örgütsel çalışmalarımızı geliştirir, savaşı tırmandırıp etkili darbeler vurabilirsek içte de dağılma ve parçalanma ortaya çıkacaktır. Bunun karşısında gerçekten bizim konumumuz daha güçlüdür.
Bu anlamda Hareket olarak geçen yıllarda yaşadığımız zorluğu aştık. Bu kış sürecinde Zap hamlesi gerçekten yeni bir taktik açılım oldu. AKP-MHP faşizmine öldürücü darbeler vurdu. Gerilla artık bir mevzii ve tepede bile NATO’nun ikinci ordusunu durduracak bir performansa ulaştı. Halk direnişimiz, gençlik ve kadın direnişimiz her alanda üst düzeyde. Dahası potansiyelimiz çok güçlü. Dikkat edelim AKP-MHP faşizmi kendi rezervlerini bitirme noktasına gelmiş, kendi kendini tüketiyor. Zaten seçim sonrası “bu bir bitiş değil” diyerek kendisi için denizin bittiğini Tayyip Erdoğan ilan etmiş oldu. Biz ise potzansiyelimizin hala ancak yüzde otuzunu, kırkını harekete geçirebiliyoruz. Yüzde altmışı, yetmişi potansiyel olarak duruyor. Bunu yarıyı biraz aşacak düzeyde harekete geçirirsek o zaman çok etkili bir konumda olacağımız kesin. Bunun için kendi durumumuza bakmamız gerekiyor.
Düşmanı da takip edelim, taktik ve tarzını çözelim. Saldırılarına karşı hazırlıklı olalım ama esas olarak kendi gücümüzü harekete geçirmeyi bilelim. Potansiyelimizi eğitip örgütleyerek daha etkili pratiğe sevk etme gücünü gösterelim. İşte sorunumuz burada. Bu anlamda gerçekten ciddi bir biçimde darlık, tutuculuk, idarecilik, kendini sınırlandırma, bürokratizm var. En azla yetinme var. Etrafta bu kadar imkan ve fırsat var. Her birimiz asgari düzeyde o imkan ve fırsatları değerlendirsek büyük gelişmeler ortaya çıkar. Ama çeşitli nedenlerle duruyoruz. Dar yaklaşıyoruz. Yüzeysellik var. Hamleci, girişken değiliz. Taktik saldırı pozisyonunda değiliz. Aşırı bir savunmacılık var. Bu savunmacı duruşu kesinlikle kırmamız lazım. Savunmacılık yalnız başına tedbirli olmak demek değildir. Hem tedbirli, dikkatli olalım hem de saldırı pozisyonunda olalım. Taktik saldırıyı her zaman uygulayalım. Pasif savunma ölüm demektir. İmkanları görüp değerlendirmemek ölümdür.
İmkanları görüp iyi değerlendirerek AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratacak, 31 Mart’ı siyasi ve askeri yenilgiye dönüştürecek, Küresel Özgürlük Hamlemizi zafere taşıyacak bir aktiviteye eylemliliğe, mücadeleye dönüştürmeliyiz. Bunu ideolojik mücadelede, sanat-edebiyat çalışmalarında, kitle çalışmalarında yapmalıyız. Halkı örgütlemeyi de, kitle direnişini de çok daha etkili geliştirmeliyiz. Bu anlamda Apocu tarz, üslup ve tempo esastır. Devrimcilik pratiğe yöneldi mi tarz, üslup ve tempo olur. Önder Apo hep böyle söyledi. Apocu tarzda darlık, sınırlandırma, büzülme, savunmacılık yoktur. Apocu tarz girişkendir, yaratıcıdır, hamlecidir, her türlü imkanı değerlendirir. Dar, kendini sınırlandıran değildir. Benim işim bu değildir diyerek devrimci görevlerden geri çekilmez. Komple devrimcidir, bütünlüklüdür. Apocu üslup kazanımcıdır. İş yapıcıdır. İnşacıdır, eğiticidir, örgütleyicidir. Apocu tarzın temposu yüksektir. Önder Apo buna “24 saat maraton koşusu” dedi. Bize değil maraton koşusu “kaplumbağa gibi bile yürüyemiyorsunuz” diyordu. Maraton koşucusu, yüz metre koşucusu olmak lazım. Ama tempomuz zayıf. Zaman, fırsat ve imkânlar az değerlendiriliyor.
Zap direniş çizgisini dikkate alalım. Arkadaşlarımızın tünelde, tim olarak ne kadar imkanları var. Düşmanın kuşatıp hakimiyet kurduğu alanda çok az bir imkan ile düşmana nasıl etkili darbeler vuruyorlar. Halbuki onun dışındaki yerlerde imkan ve fırsatlarımız Zap ve Avaşîn’e göre on kat, elli kat fazla. Ama değerlendirilmiyor.
Bilinç örgüt ve eylem bütünlüğü şart
Küçük-büyük demeyelim ve her türlü eylemi yapalım. Ama küçük eylem yaparken büyük eylemimiz de olsun ki küçük eylemin bir anlamı olsun. Devrimci halk savaşı ya da öz savunma savaşı futbol müsabakası olarak değerlendiriliyor. Böyle olur mu? Ondan sonra özel savaş her türlü saldırıyı yapınca “çocuğumuz uyuşturucu kullanıyor, insanlıktan çıkıyor” deniliyor. Elbette çıkar. Bu dünyada mücadeleyle yaşanıyor. Herkes mücadele ederek ayakta kalıyor. Hiç kimseye öyle hazır yaşam yok. Hele hele bu Kurdistan’da ölüm kalım savaşı. Dört başı mamur soykırımcı saldırı altındayız. Kurdistan ne öyle sadece işgal edilmiş bir ülke ne de öyle klasik sömürgecilik var, her yönden gelişen bir soykırımla karşı karşıyayız. Düşman bizi yok etmek için bu kadar çaba veriyor, emek harcıyor, yaratıcı davranıyor. Hiç olmazsa biz de yaşamak için en az onun kadar duyarlılık gösterelim, mücadele edelim. Herkes mücadeleye girsin, herkesi mücadeleye çekelim. Bu konuda zayıflıklar var. Öz savunma tartışmaları oluyor. Ama bu tartışmaları yaparken kavramların içini boşaltmaktan vazgeçmek gerekir. Önder Apo kavramları kullandı, Parti kullanıyor. Elimizde birer hazine gibidirler. Ama onların içini boşalt, özünden çıkart, sadece kavramı kullanarak gerçekleşmiş olduğunu say. Öyle olmaz.
Evet, öz savunma bir bilinç işidir. Ama aynı zamanda bir örgüt, eylem, savaş işidir. Öz savunma savaşı diye bir gerçeklik var. Eylem, bilinçle, eğitimle olur. Bilinçsiz olursa önü aydınlanmaz, her türlü çeteciliğe varabilir. O yanlıştır. Başarısızlığa uğrayabilir. Ama bu sadece bilinç düzeyinde kalırsa, örgüte ve eyleme dönüşmezse hiçbir şeye yaramaz. Boş laf olmaktan öteye geçmez. O bakımdan bu öz savunma tartışmalarını doğru yapmak, doğru anlamak lazım. Bilinç, örgüt, eylem bütünlüğü şart. Bu üçlü bir bütünlüğe ulaştığında doğru bir öz savunma anlayışına ulaşılabilir.
Ve bu bizim savaş doktrinimizin, sistemimizin esası oluyor. Biz savaşan halk gerçekliğini öz savunma savaşı temelinde yaratıyoruz. Halkı kendi savunmasını sağlayacak bir eğitim, örgütlenme ve eylemlilik içine çekmek istiyoruz. Başka bir savunma gücümüz yoktur. Herkes kendi savunmasını kendisi yapacak. Bunun için adına öz savunma diyoruz. Başkasına bırakılmıyor, başkalarına havale edilmiyor. Kendisi yapıyor. Çünkü özgürlük bunu gerektiriyor. Özgür yaşam, güvenlikli, savunmalı yaşamdır. Güvenliğini, savunmasını başkasına bırakan köle olur, özgür olamaz. Kim savunmayı elinde tutuyorsa, savunmasını elinde tuttuğunu köleleştirir. Çünkü güç kendisinde olur. O halde öyle güçlere bel bağlamamak lazım. Kendimizi güç sahibi yapmak için öz savunma bilincini, örgütünü, eylemini geliştirmemiz lazım. Özel savaş saldırılarına karşı öz savunma savaşını her alanda örgütlemeliyiz. Gençlik ve kadın hareketi örgütlemeli. Bütün halkı örgütlemeli. Eli silah tutan, savaş yapabilen herkes kendi güvenliğini sağlamak, kendi savunmasını geliştirmek, düşman saldırılarına karşı direnmek, savaşmak durumunda. Bu bakımdan ciddi bir yaklaşım ve tarz düzeltmesine ihtiyaç var. Apocu tarzı, üslubu, tempoyu geliştirmeye ihtiyacımız var. Yanılgılardan, hatalardan kendimizi kurtarmamız gerekiyor. Mevcut imkânları, fırsatları değerlendirmek, hazırlıklarımızı pratiğe geçirmek için böyle bir tarza, üsluba, tempoya kavuşmalıyız. Bu darlığı, yüzeyselliği, idareciliği, bürokratizmi, kendini sınırlandırmayı tümden yıkıp geçmeliyiz. Tutucu olunamaz. Bir devrimci niye beklesin; gücünü, imkânlarını niye pratiğe geçirmesin? Önder Apo, “Neyi bekliyorsunuz, imkânları, fırsatları, bildiklerinizi mezara mı götüreceksiniz” diyordu. Mezara götürmeyeceksek o zaman anı anına pratiğe geçirmemiz lazım. Gücümüzü, imkânlarımızı, fırsatlarımızı her birimiz olduğumuz her yerde her düzeyde değerlendirmeliyiz.
Bir de mevcut haliyle çalışmalarımızda çok fazla legalize olma, yani yasalcılık var. Birçok alanda neredeyse sadece legal çalışma yürütülüyor. En çok da öncülük konumunda olan gençlik ve kadın çalışmaları böyle. Peki, faşist diktatörlük altında devrimci çalışma kendisini sadece yasal olanla sınırlayabilir mi? Yasal, yani legal çalışma ile devrim yapılabilir mi? Faşist diktatörlük yıkılabilir mi? Mevcut düzen değiştirilebilir mi? Bunların olmayacağı açıktır. Sadece legal çalışma ile yetinmek demek, kendini sistem içi haline getirmek demektir. Oysa biz bu sistemin içine girmeye çalışan değil, bu sistemi değiştirmek için mücadele eden bir gücüz. Bu durumu da değiştirmemiz gerekiyor. Mevcut legalci, yasalcı anlayış ve tarzı aşıp, illegal örgütlenme temelinde serhildan ve öz savunma savaşı geliştirmeyi mutlaka başarmalıyız.
Bu bakımdan içinde bulunduğumuz süreçte düşman saldırılarını kırabilmek, sürecin kazanan mücadelesini ortaya çıkartabilmek için bizim tarz, üslup ve tempomuzu düzeltmemiz, geliştirmemiz, Apocu çizgiye uygun hale getirmemiz gerekli. Tüm yoldaşların bu süreçte bu konular üzerinde daha çok duracağına, bu temelde birbirini eğiteceğine ve Apocu tarz, üslup ve tempoyla kendilerini donatarak eskiyi aşacaklarına, kendilerini yenileyerek bu sürecin başaran, kazanan militanı haline getireceklerine inanıyoruz.
Demokratik modernitenin ideolojik boyutu bilimsel demokratik sosyalizmdir
Değerli Yoldaşlar!
Tarz, üslup ve tempoda doğruluk ve yeterlilik, zihniyette ve ideolojik duruşta doğruluk ve yeterlilik ister. Yani bilincimizi ve yaşam tarzımızı özgürlük çizgisinde düzeltmek ve geliştirmek durumundayız. Önder Apo bize hep şunu söyledi: “Savaşta değil yaşamda kaybediyorsunuz.” Kendisinin de hep yaşam tarzıyla kazandığını belirtti. O halde bizim de kazanan çizgiye girebilmemiz, onu pratikleştirebilmemiz için yaşam tarzımızın kazandırıcı olması lazım. Yani özgürlük çizgisinde gelişmesi gerekli. Bu anlamda zihniyetteki o kalıplaşmış durumları kırmalıyız. Gerçekten zihniyet kalıplarımızı kıralım, atalım. Zihniyet devrimini sürekli geliştirelim. Önderliğin zihniyet yapısını sürekli okuyalım, inceleyelim, düşünelim, anlamaya çalışalım. Bu temelde kendi zihniyet kalıplarımızı kıralım. Büyük bir mücadele yürütelim. Düşünmekten, düşünce değişimi yaşamaktan, düşünce zenginliği yaratmaktan korkmayalım.
Diğer yandan ideolojik duruşumuzu, çizgimizi düzeltmemiz gerekli. Hatalar, eksiklikler var. Sınıf ve cins mücadelesinde eksiklikler var. Erkek egemen zihniyet ve sisteme karşı, onu anlama ve mücadele etmede ciddi yetersizliklerimiz var. Dolayısıyla kadın özgürlük çizgisini anlama, özümseme, onu yaşam tarzımız haline getirmede zayıf kalıyoruz. İdeolojik mücadelenin esası Önderliği doğru anlamak ve Önderliğe bütünlüklü katılmaktır. Bunun da esasında sınıf ve cins mücadelesini doğru anlayıp yeterli yürütmek var. Şimdi 1 Mayıs’ı yaşıyoruz. Sosyalist anlayışımızda zayıflık var. Önderlik çizgimiz için “Bilimsel ve demokratik sosyalizm” dedi. Demokratik modernitenin ideolojik boyutu bilimsel, demokratik sosyalizmdir.
Burada sadece bir ulusal özgürlük yok. Onun temelinde kadın özgürlüğü ve ekoloji var. Toplumsal ekolojiye ve kadın özgürlüğüne dayalı bir toplumsal özgürlüğü öngörüyor. Ahlaki ve politik toplum ölçüleri budur. Kapitalist baskı ve sömürüye karşı bizim ideolojik ölçülerimiz, ahlaki-politik değerlerimiz bundan oluşuyor. Ama Önder Apo haklı olarak “toplum sınıflarla tanımlanamaz” deyince birçok arkadaş sanki günümüz toplumlarında sınıf yok, sınıflar ortadan kalktı, dolaylısıyla sınıf mücadelesi ortadan kalktı şeklinde bir yaklaşımın sahibi oldular. Biz hangi sınıfın hareketiyiz? Adımız üzerimizde, işçi partisiyiz. İşçi ve emekçi halk hareketiyiz. Elbette ki küçük burjuva sınıfa karşı mücadele ediyoruz. Küçük burjuva kaypaklığına, yüzeyselliğine, darlığına karşı yoğun bir ideolojik mücadele, zihniyet mücadelesi yürütmemiz lazım.
Egemen sınıfın işbirlikçilik ve ihanetine karşı mücadele etmeliyiz. KDP, ihaneti ve işbirlikçiliği zirveye vardırmış ama çoğu alanda KDP’nin mevcut haliyle katılacağı ulusal birliğe dönük çağrılar var. Bazıları bu noktada bizi eleştiriyor ve ses çıkaramıyoruz. Neredeyse ulusal birlik konusunda KDP ile aynı yerde tutuluyoruz. İşbirlikçilik, ihanet mahkum edilmeden, özgürlük esas alınmadan ulusal birlik mi olur? Hangi birliği kuracağız? İşte bütün bunlar sınıf mücadelesini gerektiriyor. İşçi ve emekçi olmanın, politik ve ahlaki toplum olmanın gereklerini iyi anlayacağız, o özellikleri iyi özümseyeceğiz. Bunun için de küçük burjuva bireyciliğine, mülkiyetçiliğine, kaypaklığına, yüzeyselliğine, darlığına, tutuculuğuna karşı, egemen sınıfın işbirlikçiliğine ve ihanetine karşı aktif biçimde mücadele edeceğiz. Hem de egemen sınıfa karşı ideolojik-politik düzeyde, küçük burjuva sınıf saldırılarına karşı ideolojik düzeyde etkin mücadele yürüteceğiz.
Ancak böyle bir mücadele geliştirirsek cins mücadelesini doğru yürütebiliriz. Erkek egemen zihniyet ve sistemi doğru anlarız. Çünkü erkek egemen zihniyet ve sistemi, iktidar ve devlet sistemi, sınıflaşma ve özel mülkiyet ile eş zamanlıdır, birbirlerine bağlı ve besleyen tarzda gelişmişlerdir. Hepsi de kadının köleleştirilmesi üzerinden gelişti. Onun için Önder Apo kadın için “İlk ezilen ulus, ilk ezilen sınıf, ilk ezilen cins” dedi. Dolayısıyla kadın özgürlük mücadelesinde, cins mücadelesi de vardır, sınıf mücadelesi de vardır, ulus mücadelesi de vardır. Bu bakımdan özel mülkiyet dünyasını aşamayanlar, iktidar ve devletle özel mülkiyetin, erkek egemen zihniyet ve sistemin, egemen sınıf olmanın bağını göremeyenler ne kadın özgürlüğünü doğru anlayabilirler, ne toplumsal özgürlüğü doğru anlayabilirler, ne de doğru, yeterli sınıf ve cins mücadelesi yürütebilirler. Bu bir gerçek. Bu durumda yeni paradigmayı anlamazlar. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayı doğru anlayıp özümseyip bilince çıkaramazlar. Onu yaşamlarına ve mücadelelerine aktaramazlar. O halde bu konular üzerinde daha çok yoğunlaşmamız gerekli.
Kadın özgürlük çizgisini doğru anlamalı ve bu temelde cins mücadelesini doğru geliştirmeliyiz. Erkek egemen zihniyet ve ruh halinden kopmak gerekiyor. Bu konularda PAJK’ın eleştirileri var. Önderliğe yanılgılı yaklaşımlarımızın temelinde de erkek egemen zihniyet ve ruh halini yaşatmak yatmaktadır. Sınıf mücadelesinden kaçış da cins mücadelesinden kaçmak içindir. Bir bütün olarak iktidar ve devlet sisteminden kopmama durumu vardır. Oysa kopuş esastır.
PKK Önderliksel çıkıştan itibaren koptu. Hatta iktidar ve devlet paradigmasından kopamadığı zaman bile devletçi, sistemden kopmuştu. Çünkü Kürt özgürlüğü bunu gerektiriyordu. Yeni paradigmayla özgürlük çizgisi, kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayanmaktadır. Oysa ekolojik bilinç hiç yok. Ekoloji, kadın özgürlüğüyle birlikte paradigmamızın üç ayağından birisi olmaktadır. Paradigmanın üçüncü ayağı demokratik, ahlaki-politik toplum oluyor, yani sosyalizmdir. Fakat bu gerçekliğe rağmen sosyalizmden çok fazla söz etmiyoruz. Ahlaki ve politik toplum ölçüleriyle uğraşmıyoruz. Dikkat edelim, o temelde mücadelemiz azdır. Kadın özgürlük hareketi bir düzeyde kadın özgürlüğünü geliştirmiş. Önderlik jineoloji ile bunun ölçülerini koydu. Yetersiz de olsa bu bir düzeyde yürütülüyor. Ama ekoloji hiç yok. Toplumsal ekolojinin ne bilinci var, ne örgütlenmesi, ne de eylemi var.
Doğayla bütünleşmeden, doğayla dost olmadan, doğayı doğru anlayıp kullanmadan kadın özgürlüğü, ahlaki-politik toplum olur mu? Olmaz. O halde doğanın kurtuluş mücadelesini yürütmeden sınıf kurtuluş mücadelesi de olmaz, cins kurtuluş mücadelesi de olmaz. Toplumsal kurtuluş mücadelesi de olmaz. Soykırım en çok doğaya saldırdı, tarihe saldırdı, kültüre saldırdı. Bunları gerçekleştirmek için en fazla doğaya saldırıyor. Kurdistan’ın yağmalanmayan, talan edilmeyen hiç bir yeri kalmadı. Colemêrg’te halk maden adı altında doğayı yok eden saldırılara karşı çıkıyor. Toplumda doğal refleks var ama biz bunu örgütleyemiyoruz. Bu bilinci geliştiremedik. O kadar orman yok edildi, su yok edildi.
Kurdistan’ın suyu Kürt soykırımında pazarlık konusu yapılıyor, biz buna müdahale bile edemiyoruz. Barajlarla doğa bu kadar tahrip edildi. Yanı başımızda tarihi değerler, kültürler yağmalanıyor. Hiçbirisini doğru dürüst bir mücadele gerekçesi yapamadık. Bu doğrultuda topluma bilinç verme, toplumdaki bilinci canlandırma, örgütlü hale getirme, eyleme sevk etme yok denecek kadar az. Böyle olmaz. Bu biçimde biz tabii ki paradigmaya doğru ve bütünlüklü yaklaşmamış, katılmamış oluruz. Paradigmayı esas almazsak toplumu eğitme, örgütleme, eyleme seferber etme gerçekleşmez.
Potansiyelimiz ham kalır, aktifleşmez. O yüzden en alt düzeyde aktifleşebiliyoruz. Önder Apo, “ancak yüzde bir pratikleşebiliyorsunuz” demişti. Yüzde doksanın üzerinde bir potansiyel var. Bu ideolojik, örgütsel duruşumuz nedeniyle böyle. Bunu kesinlikle aşmamız lazım. İdeolojik mücadele her şeyin başındadır. Siyasette, askerlikte, diğer alanlarda mücadele edip yaratıcı olup tarz geliştirip zafer kazanabilmek için öncelikle doğru ve başarılı bir ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi lazım. Bu herkesin görevidir. İdeolojik mücadele sadece bazı kadroların görevi, yönetimin görevi ya da ideolojik alan çalışmalarının görevi değil. Her Parti kadrosu ideolojiktir. Bir yaşam tarzı, ölçüleri, zihniyet yapısı vardır. Önder Apo tarafından belirlenen retleri ve kabul ölçüleri, değerleri vardır.
O halde reddettiklerini aşabilmek, kabul ettiklerini de yaşamsallaştırabilmek için mücadele yürütmek lazım. Kişilik devrimi mücadelesi dediğimiz buydu. Önder Apo buna “zihniyet ve vicdan devrimi” dedi. Bu devrimi geliştirmemiz lazım. Siyasi, askeri mücadele yürütüyoruz, birçok görev var. O nedenle ideolojik, örgütsel mücadele yürütülemez söylemi yanlıştır. Böyle bir şey söylenemez. Kim böyle derse daha baştan siyasi ve askeri mücadelede yenilgiyi kabul etmiş olur. Önder Apo’nun yaşam tarzında kaybediyorsunuz demesi, ideolojik, örgütsel çizgi mücadelesi yürütmüyorsunuz, orada kaybediyorsunuz anlamına geliyordu. O halde savaşta ve siyasette kazanan olmamız için ideolojik mücadele yürütmemiz ve kazanan olmamız lazım.
Zindan direnişinin, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin etkisi niye bu düzeyde sürüyor, azalmıyor, sürekli artıyor? Bir ideolojik mücadele ve zafer olduğu için. İdeolojik mücadelenin önemi, etkisi böyle bir şeydir. Tarz, üslup ve tempoda yeterli hale gelebilmemiz, Apocu tarz, üslup ve tempoyu özümseyip pratiğe geçirebilmemiz için her şeyden önce ideolojik duruşumuzun, doğrultumuzun doğru ve yeterli olması lazım. İdeolojik mücadelemizin yeterli, etkili ve başarılı olması gerekli. Tüm yoldaşların bu aktif pratikleşme sürecinde bu durumu dikkate alması, her şeyden önce ideolojik duruşunu gözden geçirmesi, ideolojik, örgütsel çizgi mücadelesini Apocu tarz ve üslupla doğru ve yeterli yapmak üzere sürekli esas alması gerekir. Başarının ölçüsü budur.
Küresel Özgürlük Hamlesi her şeyden önce kişinin kendini özgürleştirme hamlesidir
Bu bakımdan zafer çizgisinde, zafere ulaşma temelinde hamle yürüttüğümüze göre o halde bu hamleyi önce ideolojik, örgütsel çizgi mücadelesinde zafere götüreceğiz. Onun için Küresel Özgürlük Hamlesi her şeyden önce kişinin kendini özgürleştirme hamlesidir, kişilik devrimi hamlesidir. Kişilikte ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi hamlesidir. Her türlü köleliğe karşı kendi kişiliğinde mücadele yürütme hamlesidir. Kesinlikle dış düşmana karşı başarı, içimizdeki etkilerine karşı yürütülecek ideolojik, örgütsel çizgi mücadelesindeki başarıya bağlıdır.
Tüm yoldaşların bu süreçte zafer çizgisinde yürüyen olmaları için mücadelenin bu boyutunu böyle görecekleri, mücadeleyi böyle bütünlüklü ele alarak sürece katılacakları ve başaracakları inancındayız.
Değerli Yoldaşlar!
2024 yılı Mayıs Şehitler Ayına girerken özgürlük mücadelemiz açısından önemli olan bazı hususları bu biçimde bir kere daha ifade etmek istedik. Hem bazı yeni gelişmeleri değerlendirmeye çalıştık hem de tekrar da olsa bazı temel hususları yeniden dile getirdik. Bu, içinde bulunduğumuz mücadele sürecinin yakıcılığı, olağanüstülüğü açısından gerekliydi. Aynı zamanda bizim zafer çizgisinde bir küresel özgürlük hamlesi yürütüyor olmamız nedeniyle de gerekliydi. Çünkü hamle ilan etmek iyi, doğru ve gereklidir. Ama bu sonuca götürülürse, zafere ulaştırılırsa, başarılırsa bir anlam ifade eder. Ama öyle olmaz da sadece bir düzeyde kalırsa, yarıda kalırsa, sözü edilir ama pratiği gelişmezse, hele hele sonuca götürülmez, zafere ulaştırılmazsa o zaman doğru ve anlamlı olmadığı gibi yozlaştırıcı olur.
Böyle bir duruma düşmeyi de Apocu hareket olarak hiçbir biçimde asla kabul edemeyiz. Hiçbir yoldaş böyle bir durumu yaşamayı kabul edemez. Çünkü Apocu çizgi, Önderlik duruşu bunu reddeder. O halde böyle bir duruma düşmemek, yürüttüğümüz Küresel Özgürlük Hamlemizi zafere taşımak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak için günü, zamanı, anı, onun içerdiği imkân ve fırsatları iyi ve doğru değerlendirmemiz lazım. Bir saniyemiz bile boşa gitmemeli. Küçük bir imkân bile heder olmamalı. Her şeyi yerinde, zamanında, doğru bir biçimde özgürlük mücadelesine kanalize etmeliyiz. Tüm gücü, Parti’nin gücünü, gerillanın gücünü, gençlik ve kadının gücünü, tüm toplumu ve dostlarımızı mücadeleye en ileri düzeyde seferber etmeliyiz. İnsanları mücadele dışı tutan değil, mücadeleye çeken ve daha aktif mücadele eder hale getiren olmalıyız. Örgütü daraltan değil, büyüten olmalıyız. Gençliği “gidin başka işlerle uğraşın, kendinizi yaşatın!” diyen değil, en aktif mücadeleye, gerillaya, öz savunma savaşına çeken olmalıyız. Yurtsever gençlik, Apocu gençlik böyle olur demeliyiz. Bu temelde bütün toplumu aktif mücadeleye çekmeliyiz. Apocu çizgi buydu. Önder Apo’nun tutumu buydu.
Dikkat edelim Önder Apo’nun neredeyse ayakta duramayan bacısı görüşmeye gittiğinde, Önderlik, ona bile yerine getirsin diye bir sürü görev verdi. Sen bu halinle bir şey yapamazsın, yerinde otur, bir şey yapma şeklinde yaklaşmadı. Ama çoğumuz böyle yaklaşıyoruz. Ya davranışımızla böyle bir tutum içinde oluyoruz. Her gün örgütü büyütmezsek düşmanı yenecek gücü nasıl ortaya çıkartırız? Önder Apo doksanlı yıllarda iki gün katılım yapmayan bir eyalet komutanlığını derhal uyarıyordu. “Katılım olacak, bilanço, rapor vereceksin. Sen orada ne yapıyorsun, niye katılım yok” diyordu. Bunları bir kere daha ifade etmek istedik. Çünkü ölüm kalım mücadelesi yürütüyoruz. Bu durum daha fazla böyle sürmez. İmralı sistemi artık böyle devam edemez.
Evet, 25 yıl böyle devam etti ama hep böyle devam edemez. Önderlik bu durumu kabul etmez, etmiyor da. Bunu anlamıyor muyuz? En son Önderliğin kardeşine “hepiniz suç işliyorsunuz” söylemi hepimiz içindi. O halde kesinlikle bu durumdan kendimizi kurtarmamız, çıkarmamız gerekli. Onun için de içinde bulunduğumuz süreçte öyle dar, pasif duran, edilgen olan, az iş yapan değil, hamleler düzeyinde çok iş yapan olacağız. Komünal ve kolektif yaşamı daha çok geliştireceğiz. Çevremizi daha fazla mücadeleye, devrimci halk savaşına, harekete sevk edeceğiz. Her yerde, her türlü mücadeleyi geliştireceğiz. Bunun gerisinde bir durum kesinlikle kabul edilemez. Önderlik çizgisi ve şehitler gerçeği bize bunu emrediyor. Önderlik ve şehitler çizgisinde yürümek böyle bir devrimci olmayı gerektiriyor.
Bunları bir kere daha kısaca da olsa bu biçimde ifade etmek, yoldaşların dikkatini çekmek ve içinde bulunduğumuz koşullarda başarıyı getirecek bir devrimci pratiği tüm yoldaşların ortaya koymasını sağlamak istedik. Bu temelde de önemli hususların ifade edildiği kanaatindeyiz. Tüm yoldaşların bunlar üzerinde yoğunlaşacağına, yeterince ders çıkartarak hatalarını düzeltip eksikliklerini giderip içinde bulunduğumuz dönemde zafer kazanan Apocu militanlar haline geleceklerine inanıyor, tüm yoldaşların 1 Mayıs’ını bir kere daha kutluyor, herkesi Önderlik ve şehitler çizgisinde kendini yenileyerek Küresel Özgürlük Hamlemizin zaferini yaratan başaran öncü militanlar haline kendilerini getirmeye çağırıyoruz!
İlk Büyük Şehidimiz Haki Karer Ve Tüm Şehitlerimizin Anıları Ölümsüzdür!
Şehitlerimiz Her Zaman ve Her Yerde En Temel Güç Kaynağımızdır!
Kahrolsun Faşist-Sömürgeci- Soykırımcı Diktatörlük!
Yaşasın Özgürlük Ve Demokrasi Mücadelemiz!
Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
Şehid Namirin! – Bijî Yek Gulan!
Bijî Rêber Apo!