İmralı işkence ve mutlak tecrit sistemi salt TC icadı olmuş olsaydı, bu sistemin bu şekilde sürdürülmesi söz konusu olamazdı.Hiçbir hukuk sisteminde yeri olmayan, tamamen özel kanunlarla yönetilen İmralı sistemi bir kapitalist modernite icadı olduğundan ve arkasında hegemonik güçler bulunduğundan bu haliyle sürdürülebilmektedir. Bu da göstermektedir ki komployu gerçekleştiren güçler, amaçlarına ulaşabilmek ve Önder Apo’nun toplumla buluşmasını engellemek için İmralı tabutluk sistemini bizzat işletmektedirler.
9 Ekim 1998 Uluslararası Komplonun ve bu komploya karşı direnişin 24. yılına giriyoruz.15 Şubat 1999 tarihinde Önder Apo’nun Kenya’da TC’ye teslim edilmesiyle birinci aşaması tamamlanan komplo, tam yirmi dört yıldır sürüyor. Sürüyor çünkü, komplocu güçler komplo ile hedeflediklerine hâlâ ulaşabilmiş değiller. Önder Apo’yu etkisizleştirme, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve buna dayanarak Kürt soykırımını gerçekleştirme hedefleri başarılamamıştır. Bugün de aynı güçler, aynı amaçlar doğrultusunda yine Önder Apo’ya, Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt halkına karşı olan savaşlarını yürütüyorlar.
Uluslararası Komplo diyoruz çünkü, komployu planlayan ve komplonun o şekilde sonuçlanmasına neden olan TC değildi. TC’nin ne çapı ne gücü bu düzeyde bir komployu yapmaya yeterdi. Zaten Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen savaş da salt onun savaşı değildi, savaşı da tek başına yürütmüyordu. Kapitalist modernitenin hegemon güçleri olan ABD, İngiltere ve İsrail söz konusu komployu planlamış ve daha başka pek çok devleti de buna ortak ederek uygulamıştı. TC’ye ise Önder Apo’nun Kenya’dan teslim alınması kalmıştı.
Uluslararası güçlerin komplodaki bu rolü sadece Önderliğimizin esareti ile de sınırlı kalmamış, Önder Apo’nun tutulduğu İmralı tabutluk sisteminin oluşturulmasında da belirleyici olmuşlardır. Önder Apo’yu İmralı’da karşılayanın AB Konseyi üyesi oluşu, İmralı sisteminin asıl sahibinin kim olduğunu da ortaya koymuştur. Zaten dönemin TC Başbakanı Bülent Ecevit de bir röportajında, “Hâlâ ABD’nin Apo’yu bize neden teslim ettiğini anlamış değilim” diyerek komployu gerçekte kimin yaptığını itiraf etmiştir.
Dolayısıyla öncesi bir yana tam yirmi dört yıldır kapitalist modernite sistemi Önder Apo’yu etkisizleştirmek, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek ve buna dayanarak Kürt soykırımını gerçekleştirmek için uğraşıyor, mücadele ediyor. Firavun ve Nemrut sistemiyle kıyaslanamayacak düzeyde güç kazanmış olan bu iktidarcı devletçi sistemin tüm gücü, Önder Apo’ya, Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve özgür Kürt’e yönelmiş durumdadır. Bu, aynı zamanda tam yirmi dört yıldır soykırımcı-sömürgeci TC faşizmi ve işbirlikçi-ihanetçi Kürtlük de dahil kapitalist modernite sistemine karşı tarihi ve görkemli bir mücadelenin de verildiği anlamına gelmektedir.
Günümüzün modern tanrılarının hâlâ amaçlarına ulaşamamaları, karşılarında büyük bir direnişin, mücadelenin olduğunu gösterir. Zaten herkes de bu kadar büyük bir yönelime maruz kalmasına rağmen Önder Apo’nun, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve özgür Kürt’ün hâlâ varlığını nasıl koruyabildiğini, dahası gelişmeler yaratabildiğini merak ediyor, anlamaya çalışıyor. İnsanların kendilerini yalnız, güçsüz hissettiği, tüm gücü devletlerde gördüğü kapitalist modernite koşullarında bu direnişin nasıl gerçekleşebildiğini merak etmeleri ise son derece doğal oluyor. Gerçekten de başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilen insanlık için anlaşılması, kavranması, doğru dersler çıkarılarak mücadelenin rehberi haline getirilmesi gereken bir durumla karşı karşıyayız.
Evet, karşı karşıya olduğumuz bu gerçeklik hiç kuşku yok ki Önder Apo gerçekliğidir. Çünkü; komploya karşı direnen, mücadele eden, gelişme yaratan Önder Apo hakikâtidir. İçinde Önder Apo’nun olmadığı, kaynağını ondan almayan, ona dayanmayan hiçbir gelişme söz konusu değildir. Dolayısıyla hâlâ süren bu Uluslararası Komploya karşı nasıl direnildiğini, varlığın nasıl korunduğunu ve gelişmelerin nasıl yaratıldığını anlamak ve sonuç çıkarmak isteyenlerin bakacakları yer de Önder Apo’nun özgürlükçü, mücadeleci, bağımsızlıkçı karakteri ve yaşam duruşudur. Tam yirmi üç yıldır İmralı işkence ve tabutluk sisteminde en ağır tecrit koşullarında, özel savaşın her türüne maruz kalmasına karşın, kapitalist modernite sistemini, soykırımcı-sömürgeci rejimi ve işbirlikçi-ihanetçiliği yenmeyi başaran Önder Apo hakikâtidir.
İmralı tabutluğunda yaşamı yaratmak
Önder Apo İmralı işkence ve tabutluk sisteminde kendisini yaşatan şeyi, “Ayakta durmayı, çürümemeyi zihnim ve iradem belirleyecekti” cümlesiyle ortaya koydu.
Halkından, hareketinden, yoldaşlarından fiziki olarak koparılmış biri, en büyük güç kaynağı olan toplumsallığından koparıldığı için en güçsüz ve savunmasız duruma düşürülmüş demektir. Hele bunu yapanların çağın tanrıları olan hegemon güçler olduğu düşünüldüğünde ne denli büyük bir kıskacın, yalnızlaşmanın içine alındığı anlaşılır. Ortada Önder Apo ve düşman vardır. Eşitsiz bile denemeyecek koşullarda bir mücadele yaşanmaktadır. Bir taraf komplo ile hedefini ele geçirmenin zaferini yaşarken, diğer taraf halkından, yoldaşlarından, insanlardan uzak bırakılmanın, ele geçmiş olmanın en derin yalnızlığını yaşayacaktır. Böylesi bir durumda kişiye kendisinden başka yardım edecek, güç ve destek sunacak kimse yoktur. Toplumsuz kalmaktan doğan güçsüzlüğü aşmanın tek yolu ise kişinin kendisinde toplumsallığın tüm gücünü oluşturmasıdır. Yani kendisini en temel güç kaynağı olan toplum haline getirmesidir. İşte, İmralı’daki her şey böylesi bir ortamda gerçekleşti, gerçekleşiyor.
Yirmi dört yılın sonunda görülen ise şu oluyor: Yok etmek, etkisizleştirerek sıradan bir kişi haline getirmek istedikleri Önder Apo bugün sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu halklarının önderi haline gelmiş durumdadır. Bugün giderek artan ölçüde dünya insanlığı Önder Apo’yu daha fazla tanıyor, düşünceleriyle aydınlanıyor ve düşüncelerini yaşam ve mücadele felsefesi haline getiriyor. Bu yönüyle güçsüz kılmak istedikleri Önder Apo bugün dünyanın en etkili halk önderi konumuna gelmiş durumdadır.
Ömür biçtikleri ve tasfiye olacağına kesin gözüyle baktıkları PKK, komplo öncesiyle kıyaslanamayacak düzeyde güçlenmiş, Kürdistan’ın en etkili ve yaygın örgütlenmiş hareketi haline gelmiştir. Bölgenin demokratikleşmesinin kilidi olmuştur. Tecrit etmek ve hamle yapamaz duruma getirmek istedikleri; kriminalize ederek ‘terör listeleri’ne aldıkları Kürt Özgürlük Hareketi bugün dünyada en bilinen, tanınan, büyük bir ilgiyle takip edilen, tüm ezilenlere ilham veren sistem dışı hareket haline gelmiştir.
Hakkında ölüm fermanı verdikleri, soykırıma uğratmak için seferber oldukları Kürt halkı ise Önder Apo rêberliğinde ve Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde bilinçlenmede, örgütlenmede, varlık ve özgürlük sorunlarını gidermek üzere harekete geçmede, yaşamı kadın hakikâtine dayalı özgürleştirmede çok büyük gelişmeler kaydetmiştir. Bugün özgür Kürt’ün soykırımcılığa, işbirlikçiliğe ve kapitalist moderniteye karşı vermiş olduğu mücadele tüm dünya insanlığı için ışık olmaktadır.
Açık ki tüm bunlar Uluslararası Komplonun önemli ölçüde boşa çıkarıldığını, en azından geçen zaman zarfında komplocuların bu uğursuz hedeflerine ulaşamadığını ortaya koymaktadır. Bir diğer açık olan şey de; bu gelişmeleri, direnişi anlayabilmek için tüm bunların yaratıcısı olan Önder Apo gerçekliği üzerine yoğunlaşmak gerektiğidir. Evet, tüm bu umut veren görkemli direnişi anlayabilmek, Önder Apo duruşunu anlamakla mümkündür. Bu gerçekliği ise en iyi zaten Önder Apo’nun kendisi ifadelendirmektedir.
Önder Apo’nun bozduğu planlar
Kuşkusuz Önder Apo’nun İmralı’daki direnişçi duruşu, bir anda ortaya çıkmamıştır. Hatta denilebilir ki, İmralı gibi bir tabutluğun uluslararası güçlerce geliştirilmesinin nedeni ile İmralı direnişini sağlayan duruş aynıdır. Bu yönüyle Önder Apo’nun İmralı’da gösterdiği tarihi direniş yeni değil, kaynağını daha çocukluk yıllarında gördüğümüz toplumcu, iradeli, özgürlükçü önderliksel duruştan almaktadır. Zaten egemenlikçi sistemin bir bütün halinde Önder Apo’ya yönelmesinin nedeni de budur.
Önder Apo Kürt Özgürlük Hareketi’ni kurarak, Kürt sorununun gerçek yaratıcıları olan hegemonik güçlerin Kürdistan ve Ortadoğu planlamasının dışında bir şey yapmıştır. Bu da kapitalist modernite sisteminin radarlarının hemen devreye girmesine neden olmuştur. Denetime alıp, çıkarları temelinde kullanamadıkları bu hareketin etkisizleştirilmesi görevini bu güçler, ilkin soykırımcı-sömürgeci TC ve onun işbirlikçiliğini yaparak Kürt’e karşı ihanet tutumuna giren KDP’ye vermişlerdir. Tüm desteklerine karşın bu güçlerin bu görevi yerine getirmede başarılı olamadıkları anlaşılınca da bizzat devreye girmişlerdir. İşte söz konusu 9 Ekim 1998 Uluslararası Komplosu bu temelde gerçekleşmiştir.
Geliştirdikleri İmralı tabutluk ve mutlak tecrit sistemiyle Önder Apo’yu etkisizleştirip sıradanlaştırma stratejisini yürütmektedirler. Zaten dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye uygulanmayan mutlak tecridin İmralı’da Önder Apo’ya uygulanmasının nedeni de budur. İmralı işkence ve mutlak tecrit sistemi salt TC icadı olmuş olsaydı, bu sistemin bu şekilde sürdürülmesi söz konusu olamazdı. Hiçbir hukuk sisteminde yeri olmayan, tamamen özel kanunlarla yönetilen İmralı sistemi bir kapitalist modernite icadı olduğundan ve arkasında hegemonik güçler bulunduğundan bu haliyle sürdürülebilmektedir. Bu da göstermektedir ki komployu gerçekleştiren güçler, amaçlarına ulaşabilmek ve Önder Apo’nun toplumla buluşmasını engellemek için İmralı tabutluk sistemini bizzat işletmektedirler.
Önder Apo kuşkusuz sadece kapitalist modernitenin hegemonik güçlerine değil, aynı zamanda soykırımcı-sömürgeci rejime de büyük sorunlar yaşatmıştır. ‘Öldü’ denilen Kürt’ü dirilten Apocu Hareket’in aynı dönemde ortaya çıkan diğer örgütlere hiç benzemediğini erkenden fark eden soykırımcı TC, Apocu Hareket’in gelişmemesi, büyümemesi için seferber olmuştur. Çabalarını 12 Eylül 1980 askeri faşist darbeyle bir üst aşamaya vardırarak Apocu Hareketi Diyarbakır Zindanı’nda yok etmeyi öngörmüştür. 12 Eylül askeri faşist cuntanın en vahşi yüzünü Diyarbakır Zindanı’nda ve Kürdistan’da göstermesi, Apocu Hareket’i Türkiye sol hareketlerinden ve diğer Kürt örgütlerinden ne denli ayrı gördüğünün ispatı olmaktadır. Sonuçta çöken, başarısız olan bu askeri cunta olurken, Önder Apo’nun daha çıkarken TC’nin yaptığı tüm faşist, soykırımcı planlamaları ne denli alt üst ettiği de anlaşılmıştır. Bugün de aynı denklem AKP-MHP faşizmi ile yaşanmaktadır.
Önder Apo’nun çıkarken planlarını bozduğu bir diğer kesim de, Kürtlerin yaşadığı tüm acılarda belirleyici düzeyde rol oynayan, işbirlikçilikle başlayan giderek ihanetçileşen Kürt egemen sınıfıdır. KDP’de en rafine haline ulaşmış olan bu kesim kendisini Kürt’ün ağası ve Kürdistan’ın sahibi olarak görmüştür. Kendisini halkına değil, göbekten sömürgeci güçler de dahil dış güçlere bağlayan bu kesimlerin Kürdistan’ı ve Kürtlüğü istismarı, Önder Apo’nun çıkışıyla büyük bir darbe almıştır. Kürdistan’daki otoriteleri sarsılmış, Kürt halkı ve Kürdistan adına söz söyleme tekelleri ellerinden alınmıştır. Apocu Hareket ile halkımız kendi içinden çıkan ve halkı için kendisini feda eden öncülüğüne kavuşmuştur. Kürt halkının hepsinden sonra kurulmasına karşın Apocu Hareket’e tümünden daha fazla teveccüh göstererek, etrafında kenetlenmesi, onu sahiplenmesi kaynağını bu gerçeklikten almıştır.
Önder Apo’nun oyun bozan, halkçı, toplumcu, bağımsızlıkçı, özgürlükçü karakteri, yaşamı ve mücadeleci gerçekliği tüm bu istismarcı, kan emici, iktidarcı güçlerin bir araya gelerek bilinen Uluslararası Komployu geliştirmesinin nedeni olmuştur. Güncelde hâlâ varlığını en amansız şekilde sürdüren İmralı tabutluk sistemi, Kürdistan özgürlük gerillasına karşı ezmeyi amaçlayan operasyonlar, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye konsepti kapsamında yapılanlar, özgür Kürt’ün yaşadığı her yere hegemonik güçlerin yönlendiriciliği temelinde gelişen operasyonlar ve halkımızın hâlâ soykırım kıskacında tutulması bu gerçeklikten kaynağını almaktadır. Bu yönüyle komplo aynı güçlerce hızından hiçbir şey yitirmeksizin aynı amaçları başarmak üzere sürdürülmektedir.
An’da tarihin, kişide toplumun dile gelmesi
İşte Önder Apo’nun İmralı’daki direnişi tüm bunlara göğüs geren, bunları boşa çıkaran, sadece direnmekle kalmayan aynı zamanda gelişme yaratarak tüm saldırıları püskürten tarihin en özgürlükçü direnişi konumundadır. Bu yönüyle İmralı’daki direniş sadece kendisini düşmana teslim etmeme anlamında gerçekleşen bir direniş değildir; tersine, yapılan tüm uğursuz planlamaları boşa çıkaracak düzeyde gelişme yaratan bir direniştir. Gelişerek, değişerek, oluşarak, toplumlaşarak halklar aleyhine yapılanları boşa çıkaran, kadınlar başta olmak üzere tüm toplumsal güçleri büyüten, güçlendiren bir direniştir. An’da tarihin, kişide toplumun dile gelmesi denilen şey tam da bu olmaktadır.
An’da gerçekleşen mücadele hiyerarşik devletçi sistemle yaşanan tarihi bir hesaplaşma olurken, kişide kazanılan zafer tüm toplumsal güçlerin zaferi olmaktadır. İşte İmralı direnişi bu kadar derindir, anlamlıdır, tarihidir ve sonuçları bakımından hayatidir. Yaşatıcı, büyütücü, geliştirici ve dönüştürücüdür. O nedenle üzerinde ne kadar yoğunlaşılsa ne kadar anlaşılsa dersleri ne kadar çıkarılsa yeridir ve özgürleşmek için gereklidir. Bizim de yapmamız gereken; hepimizi yaşatan, hepimize büyük özgürlük olanağı açan tarihin bu en büyük özgürlük direnişini anlamak, özümsemek ve gereklerini yerine getirmektir.
Bu en büyük özgürlük direnişini zafer çizgisinde geliştiren Önder Apo, bu duruşta iki temel kavramlaştırmanın belirleyici olduğunu söyledi:
“…Öyle büyük gerekçelerim olmalıydı ki tecride dayanabileyim, tecritte de olsa büyük bir yaşamın sergilenebileceğini kanıtlayayım. Bu temelde düşününce, öncelikle iki kavramsal gelişmeden bahsetmeliyim.
Birincisi; Kürtlerin toplumsal statüsüne ilişkindi. Şöyle düşünüyordum: Benim özgür yaşamı arzulamam için toplumun, bağlı olduğum toplumun özgür olması gerekir… Sosyolojik açıdan birey özgürlüğü tamı tamına toplumun özgürlük düzeyiyle bağlantılıydı. Bu varsayımı Kürt toplumuna uygulayınca algılamam oydu ki; Kürtlerin yaşamı, etrafına duvar örülmemiş zifiri karanlık bir zindandaki yaşamdan farksızdı…
Yaşamımda ikili bir yanı iyi kavramak gerekir. O da, Kürtlükten kaçış ve tersine Kürtlüğe yöneliştir. Uygulanan kültürel soykırım gereği kaçış için koşullar her yerde her an hazır ve nazırdır. Kaçışı daimi teşvik edicidir. Ahlaki ilke tam da burada devreye girer. Bireysel kurtuluş pahasına kendi toplumundan kaçış ne derecede doğru veya iyidir?..
Şuna ikna oldum: Benim içinde özgür yaşayacağım bir dünyam yoktur! Burada iç ve dış cezaevi arasında epey mukayesede bulundum. Sonuçta dışarıdaki tutsaklığın birey için daha tehlikeli olduğunu fark ettim. Bir Kürt bireyinin dışarıda kendini özgür sanarak yaşaması büyük bir yanılgıdır. Yanılgı ve yalanın egemenliği altında geçecek bir yaşam, kaybedilmiş ve ihanete uğramış bir yaşamdır…
Demek istediğim şudur: Toplumsal varlıkları mutlak kölelik içinde olanlar, hatta dağılmayı yaşayanlar için her yer benzer özellikler taşır. İçerisi kötü dışarısı iyi, silahlısı kötü silahsızı iyi gibi yersiz ayrımlar varlık ve özgürlük mücadelesinin asli çabasını değiştirmez. İnsan yaşamı ancak özgür olduğunda anlam taşıdığına göre, özgürlüksüz nerede yaşanırsa yaşansın, orası her zaman karanlık bir zindandır.
İkinci kavram, birincisiyle bağlantı içinde hakikât algısının gelişmesidir. Zindanda tahammül gücünün tek ilacı hakikât algısını geliştirmektir. Yaşamın geneline ilişkin olarak hakikât algısını güçlü yaşamak, yaşamın en keyifli anına, daha doğrusu yaşamın anlamına erişmektir. İnsanlar niçin yaşadıklarını doğru kavramışlarsa, herhangi bir yerde yaşamak kendileri için sorun olmaz. Yaşam sürekli hata ve yalanlar içinde geçerse anlamını yitirir. Böylece yaşamın yozlaşması denen olgu ortaya çıkar. Keyifsizlik, rahatsızlık, kavga, küfür yoz yaşamın doğal sonucudur. İnsan yaşamı, hakikât algısı gelişkin olanlar için tam bir mucizedir. Yaşamın kendisi büyük heyecan ve coşku kaynağıdır. Yaşamda evrenin anlamı gizlidir. Bu gizi fark ettikçe, zindanda da olsa yaşama katlanmak diye bir sorun olmaz. Zaten zindan özgürlük içinse, orada büyüyecek olan hakikât algısıdır. Hakikât algısıyla büyüyen yaşam en zor acıları bile mutluluğa dönüştürebilir.”
İmralı özgürlük duruşunun bize anlattıkları
Kapitalist modernite sisteminin yani dönem ceberrut tanrılarının tüm şimşeklerini üzerine çeken, düşman görülen, yok edilmesi için seferber olunan, en ağır koşullarda tutulan, tüm bilgi alma imkânlarından mahrum bırakılan, hiç kimseye tek bir söz bile söylemesine izin verilmeyen, mutlak işkence, baskı ve tecrit koşullarında tutulan Önder Apo gerçekliğinden insan olmak, insan kalmak, Kürt olmak ve Kürt kalmak isteyenlerin öğreneceği çok şey var.
Fiziki özgürlüğünden mahrum bırakılarak, en koyu bir tecrit sistemine alınmış bir insan olarak Önder Apo, kapitalist modernitenin özenle ve kişiye özel kurduğu İmralı tabutluğunda görkemli direnişiyle devasa gelişmeler yaratırken; özgür yaşadığını düşünen biz dışarıdaki insanlar, Kürtler ve Önder Apo’ya bağlı olduğunu söyleyen ve bu uğurda mücadele yürüten militanlar olarak ne kadar direnişçi ve gelişme yaratıcı olduğumuzu ölçmemiz gerekir. Çok büyük yetersizlikler yaşadığımız açık. Tıpkı Önder Apo’ya yönelik yapılan ve Önderliğimizin esaretiyle sonuçlanan Uluslararası Komplonun en büyük nedenlerinden birinin ‘yetersiz yoldaşlık’ olması gibi, İmralı işkence sisteminin bu haliyle sürdürülebilmesinde de yine aşılamamış ‘yetersiz yoldaşlık’ ve ‘yetersiz insanlık’ belirleyici rol oynamaktadır. Önder Apo öz gücüne dayanarak direnmekten ve kendisini düşmanın en güçlü olduğunu düşündüğü mekânda bile yeniden doğurmaktan; biz ise bizzat Önder Apo’nun bizlere verdiği muazzam olanakları ve insan olmaktan gelen potansiyelimizi yeterince kullanmamaktan vazgeçmedik.
Aslında direnmiş ve başarmış biri olarak Önder Apo, bizim de düşman karşısında zafer elde edebilmemiz için ne yapmamız gerektiğini de ortaya koymuştur. Zaten görüşleriyle, davranışlarıyla, tarz, tempo ve yaşamıyla bize her zamanda ve her mekânda özgür insan duruşunun nasıl olduğunu yeterince göstermiştir. Almak istediğimiz kadar bizim olduğunu, Önder Apo’dan ne kadar besleneceğimizi bunu isteme düzeyimizin belirlediğini hepimiz çok iyi bilmekteyiz.
Önder Apo’nun içinde tutulduğu koşullar ve bu gerçekler ortadayken hâlâ Önder Apo’nun kendilerini içinde bulundukları zorlu durumdan kurtarmasını bekleyenler var. Soykırımcı saldırılara karşı direnişleriyle yeterli tutumu geliştiremeyenler, bir an önce Önder Apo’nun imdatlarına yetişmesini, söz söylemesini, bu soykırım saldırılarının azalmasını sağlayacak yumuşak bir ortamı geliştirmesini isteyenler var. Açık ki, bu çok büyük bir vicdansızlık olduğu kadar ters bir taleptir. Böylesi bir beklenti vicdansızlıktır ve bu talepler görevlerimizi, bizim yapmamız gerekenleri yine o en ağır koşullarda tutulan özgür insana yüklemiş oluruz. Dahası Önder Apo Kürt halkına, yoldaşlarına ve tüm insanlığa bir kişinin sunabileceği her şeyi fazlasıyla sunmuştur. Sadece görüşlerini değil, görüşleriyle oluşturduğu kişiliğini, yaşamını, tarzını, temposunu özcesi tüm hakikâtini sunmuştur. Bu yönüyle Önder Apo gerçekliği, herkes açısından gözle görülür bir hakikât halindedir. Ters bir taleptir çünkü, Önder Apo’nun İmralı duruşu direniş duruşudur ve bu duruştan çıkarmamız gereken sonuç ise daha fazla mücadele, daha fazla direniş ve daha fazla savaşmaktır. Önder Apo gibi tarihin en keskin direnişçisinden, özgürlük savaşçısından zafer kokmayan, uzlaşma yollarını arayan duygu ve düşüncelerimize göre bir tavır geliştirmesini beklememeliyiz. Bu, en hafif deyimle saygısızlık ve haksızlık olur.
Öte yandan bugüne kadar verdiklerini yerine getirdik mi ki daha fazlasını isteyelim ve daha fazlasına ihtiyaç duyalım? Açık ki Önder Apo’dan daha fazlasını istemeyi meşru kılacak hiçbir şey ortada yoktur. Vicdanlı olunduğunda Önder Apo’nun bize her şeyi sunduğu görüleceği gibi, yaşanan tüm kişisel, örgütsel, toplumsal zorlanmaların, sıkışmaların nedeninin ise verilenleri yeterince almamaktan, özümsememekten ve gereklerini yerine getirmemekten kaynaklandığı açıkça anlaşılacaktır. O halde bize gerekli olan kendimizi bu durumdan çıkarmaktır. Bunun için de bize yine gerekli olan tüm bunları aşarak devrimci, Kürt ve insan olmaktan gelen tüm görevlerimizi özgürlük çizgisi temelinde başarıp Önder Apo gerçekliğini esas almak, Önder Apo’nun gittiği yoldan gitmektir.
Toplumsallığın gerçekleşmesi için zihin ve iradi güç gerekir
Önder Apo kendisini ayakta tutanın, çürümeyi engelleyenin irade ve zihniyet gücü olduğunu belirtti. Demek ki zihniyette güçlü olmak, iradi bir duruş göstermek en güçlü gibi görünen düşmanlara karşı bile insanı yenilmez kılıyor. Kuşkusuz bunun tersi de doğrudur; yani zihniyet gücünün olmaması ve iradi zayıflık en zayıf düşman karşısında bile insanı donanımsız bırakır, çürütür, yozlaştırır. Özgürleşerek insan olmak ve insan kalmak isteyenler olarak demek ki bizim de kendimizi zihniyette oluşturmamız ve buna dayanarak güçlü bir iradeye sahip olmamız gerekir. İnsan sal ve toplumsal olan her şeyin birer inşa olduğu gözetildiğinde düşmanımız olan iktidarcı-devletçi-erkek egemenlikçi sistemin zihniyetiyle kendimizi eşitlikçi, özgürlükçü, adil, demokratik bir şekilde inşa edemeyeceğimiz açıktır. Kendimizi ancak hiyerarşik-devletçi-erkek egemenlikçi sistemin dışına çıkararak, toplumsal doğanın eşit ve özgür özünden gelen zihni yapılanmasıyla yeniden inşa edebiliriz. Bunun yeni duygular, yeni düşünceler, yeni davranışlar ve özü itibariyle yeni bir yaşam olduğu açıktır. Keskin duyguların ve doğru düşüncelerin hamuruyla kendimizi bu sisteme kafa tutan, direnen ve bu soykırımcı sisteme karşı zafer kazanan bir irade ve güç haline getirebiliriz.
İradeli olabilmek için de büyük bir zihniyet yani düşünce, vicdan yani duygu gücüne ulaşabilmek gerekir. Aksi taktirde sadece isteyen pozisyonda kalınır. Nitekim bugün pek çok kişi barış, huzur, refah, eşitlik, özgürlük, demokrasi, adalet vb şeyler istemektedir ama bunların hiçbiri de gerçekleşmemektedir. Çünkü; bu kesimler sadece istemektedir. İstemlerini somut bir gerçekliğe dönüştürecek düzeyde kendilerini bir zihniyet ve irade gücü haline getirmemişlerdir. Halbuki istenilene ulaşmak, büyük bir iradi duruşu gerektirir. Verili kapitalist modernite koşullarında hiçbir egemenin hiç kimseye hiçbir şeyi mücadelesiz vermeyeceği gerçeği gözetildiğinde, tamamen toplumsal doğanın özünden gelen bu değerlere ulaşabilmenin yolu, büyük eylemlerin sahibi olabilmek, eş deyişle büyük bir irade gösterebilmektir.
Verili durumda sınırlı sayıda faşistin, soykırımcının dışında hemen herkes Kürt sorununun çözülmesini, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yıkılmasını, hatta Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün gerçekleşmesini, tüm farklılıkların eşit ve özgür temelde yaşayabildiği bir demokrasinin gelmesini arzulamaktadır. Ama bu kadar yaygın ve insani olan bu taleplerin hiçbiri de gerçekleşmemektedir. Çünkü; bu istemlerin elde edilebilmesi için yeterli bir çaba, irade gösterilmemektedir. Açıkça görülüyor ki, tüm bunların zihniyet ve irade gücü olmayla direkt bağı vardır.
Kim özgür, kim tutsak?
Bağlantılı olarak Önder Apo İmralı işkence sistemine karşı kendisini birey olarak değil de toplumun bir üyesi olarak görerek, toplumsal hareket ederek direnebilindiğini ortaya koydu. Bu özgür insan duruşundan ders çıkaracaksak bizim de o temelde yaklaşmamız gerektiği açıktır.
Her davranışın, her duruşun arkasında bir zihni yapılanmanın yattığı gerçeğini gözettiğimizde, Önder Apo’nun böyle davranmasını sağlayan da yine onun düşünüş biçimidir. Önder Apo hiçbir zaman kendisini Kürtlükten ve Kürdistanlılıktan ayrı ele almamış, tersine kendisini Kürtlük ve Kürdistanlılıkla özdeşleştirmiştir. Çünkü; insanın varoluşsal olarak toplumsal olduğunu, insani olanın da ancak toplumsal olabileceğini derinden bilmektedir. İnsan açısından kurtuluş da, esaret de, acı da, sevinç de toplumsallıktadır. Bu durumda Önder Apo şahsında İmralı’ya konulan Kürtlük olmaktadır. O nedenle Önder Apo da kendisini Kürtlük ile özdeşleştirerek Kürt’ün var olmak için yürütmesi gereken mücadeleyi yürütmüştür. Bu çok ağır bir yük olsa da Önder Apo bundan kaçmamanın, bununla yüzleşmenin büyük cesaretini ve gücünü gösterebilmiştir. Önder Apo’yu farklı kılan da onun bu yönüdür.
Çoğumuzda olmayan ise bu cesarettir. Bu kadar büyük bir yükün altından kalkamayacağımızı düşünür, bu gerçeklikle yüzleşmekten korkar ve Kürtlükten dahası giderek ağır bir yük halini almış olan insan olmaktan kaçarız. Tikelimiz olan Kürt olmaktan, evrenselimiz olan insan olmaktan kaçarız ama tüm çabamıza rağmen bunu başaramayız. Başaramayız çünkü, Önder Apo’nun deyimiyle, “Toplumsal gerçeklikten kaçış zannedildiğinden de zordur.” Başaramayız çünkü, yüzleşemediğimiz güçsüzlüğümüz hep bizimle birlikte olur. Böylelikle tekilliğinden, tikelliğinden ve evrenselliğinden kaynaklanan sorunlarını çözememiş biri olarak hep zayıf, iradesiz ve güçsüz oluruz. Bu da yaşamı zorlu, çekilmez, keyifsiz kılar.
Nitekim güya özgür koşullarda olmamıza ve Önder Apo da en zorlu koşullarda tutulmasına karşın Önder Apo ile kıyaslandığında yaşamanın coşkusunu çok farklı ve yetersiz düzeyde yaşarız. Sanki fiziki özgürlüğü elinden alınmış olanlar bizler, fiziki özgürlüğü olan da Önder Apo imiş gibi olur.
Demek ki özgür ve yaşam dolu olabilmek için fiziki koşullar belirleyici değilmiş.Demek ki zindanda olunduğu ve en zor koşullarda tutulduğu halde insan en özgür olabilirken, dışarıda olunduğu halde ise en tutsak, zevksiz, coşkusuz olunabiliyor. Bu da bizi kimi filozofların tartışma konusu yaptığı ‘içsel ve dışsal özgürlük’ kavramlaştırmalarına götürür.
Demek ki insan fiziki olarak tutsak olduğu halde ruhsal olarak özgür olabiliyormuş.Demek ki insan fiziki olarak ‘özgür’ olduğu halde de ruhsal olarak tutsak olabilirmiş.
Kaldı ki dışarısı sanıldığı gibi hiç de özgürlüklerin her yönüyle yaşandığı bir alan değildir. Hemen her şey sömürgeci-soykırımcı rejim ve kapitalist modernitenin denetimi, kısıtlaması altındadır. Dahası bu kısıtlılık hali Kürtlerde yaşandığı düzeyde olmasa da tüm insanlık için de geçerlidir. Gerçekte iktidarcı-devletçi ve erkek egemenlikçi sistemin olduğu ve girdiği her yer bir tür zindandır. Çünkü; bu sistemin yaşandığı yerde özgürlük, eşitlik, adalet özsel sorunlardan dolayı söz konusu olamaz. İktidarcı-devletçi sistem içinde çoğu zaman fiziki özgürlük kapsamında sunulan ve insanların kendilerini özgür sanarak yaptıkları insanların ruhsal ve zihinsel olarak bu sistemce daha fazla tutsak kılınmasının aracı olur. Önder Apo bu nedenle dışarıdakiler olarak bizlerin özgür olduğumuza ilişkin büyük bir yanılsamayı yaşadığımızı, kendimizi aldattığımızı, yaşadığımızın anlamdan yoksun bir yalan olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle bize gerekli olan kendimizi özgür insanlar olarak değil de özgürlüğe ihtiyacı olan insanlar olarak görmemizdir. Dışarıdakiler olarak bizlerin bu özgürlük yanılsamasını ve yalanını yaşamamız özgürlüğe yönelmede bir sorundur. Bu durum kişi, Kürt ve insanlık olarak içinde bulunduğumuz tahammül edilemez duruma tahammül etmemize, yalanı gerçekmiş gibi yaşamamıza ve yaşam karşıtı kapitalist sisteme, onun Kürdistan versiyonu olan soykırımcı düzene karşı tüm gücümüzle harekete geçmememize neden olmaktadır.
Düşmanın düşmanı olmayı başarmak ve düşmanı sürekli darbelemek
Açık ki kişi, Kürt ve insan olarak xwebûna ulaşabilmemiz için mutlaka gidermemiz gereken çok ciddi felsefik sorunlar yaşamaktayız. Aksi halde ne tekilliğimiz olan özgür bireyliğimiz ne tikelimiz olan Kürtlüğümüz ne de evrenselimiz olan insanlığımız kalır.
O koşullarda kendisini ‘hakikât avcısı’ olarak tanımlayan Önder Apo’nun Kürt işbirlikçiliğine, TC soykırımcılığına; toplum, doğa ve insana düşman kapitalist moderniteye vurduğu darbelerin bir tanesini bile dışarıdakiler olarak vurabiliyor muyuz? Bırakalım darbe vurmayı kendimizi bu güçlerin istismarından kurtarıp, nesnesi olmaktan çıkarabiliyor muyuz?
Bu güçler Önder Apo’dan bu denli büyük bir nefret duyar ve onu cezalandırmak için bu kadar seferber olurken, Önder Apo ile aynı idealleri paylaşan, aynı şeylerin gerçekleşmesini isteyen bizler için düşman neden bu düzeyde düşmanlık yapmamaktadır? Demek ki düşman için o kadar da sorun çıkaran, ona darbe vuran pozisyonda değiliz. Demek ki düşman yürüttüğümüz mücadeleden ve performansımızdan o kadar da ürkmüyor.
Düşman neden Önder Apo’nun tek bir sözcük bile söylemesine izin vermezken, bizim bu kadar söz söylememizi sorun yapmamaktadır?
Düşman neden Önder Apo’ya tek bir bilgi kırıntısının bile ulaşmasını engellerken bizim elimize içinde her şeyin olduğu söylenen interneti veriyor, bizim her türden bilgiye ulaşmamızı kendisi açısından sorun görmüyor? Özcesi bu çok çelişik halleri uzattıkça uzatabiliriz ama Önderlik ile aramızdaki duruş farkını görmemiz açısından bu kadarı bile yeterlidir. Zaten Önderliğimiz de potansiyelimizin ancak %1’ini harekete geçirdiğimizi belirtmiş ve eleştirmişti. Yine dışarıda olması halinde AKP-MHP faşizmini altı ay gibi bir sürede yıkabileceğini söylemişti. Bu da gösteriyor ki sorduğumuz sorular, Önderliğimizin devrimci, Kürt ve insan olmamızla bağlantılı eleştirileriyle örtüşmektedir. O halde bunun neden böyle olduğunu açığa çıkararak, kendimizi Kürt işbirlikçi-ihanetçiliğinin; soykırımcı-sömürgeci TC rejiminin ve her şeyin doğasıyla oynayacak düzeyde sapkınlaşmış kapitalist modernitenin gerçek birer düşmanı haline getirmemiz gerekir. Açık ki içimizde, ruhumuzda, zihnimizde, duygularımızda akışkanlığımızı öldüren, insan olmaktan gelen muazzam potansiyelimizin açığa çıkmasını engelleyen; bizi yaratmaktan, gelişmekten, değişip dönüşmekten alıkoyan tutsaklıklarımız var.
İnsanın varoluşsal olarak politik ve ahlâki bir varlık olduğu gerçeğini gözettiğimizde içteki bu tutsaklıklarımızın gerçekte bizi insan olmaktan da alıkoyduğunu hemen anlarız. Çünkü; insan olmak demek, insan türünün var oluş hali olan toplumsallığın korunup kollanması, geliştirilmesi demektir. Zaten insan türünün mayası olan politika toplumun gelişip güzelleşmesi içinken, ahlâk da bulunanı uygulamak oluyor. Yani bir tür toplumsallığa bağlanmış teori-pratik bütünlüğü olmaktadır.
Hiçbir şey bireycilik kadar insanı insan olmaktan çıkar(a)maz
Kaybedilen nokta, insanın bu mayasından uzaklaşmasıdır. İnsanın bu egemenlikçi düzeni kabul etmesinin veya onun egemenliği altında yaşamaya katlanmasının, kendisine yapılan her türden hakareti sineye çekebilmesinin, bu kadar nesneleştirilebilmesinin nedeni; insanın toplumsal olan özünden koparak bireycileşmesidir. Bu yönüyle insanı insan olmaktan çıkaran esas şey, bireyciliktir. Yani politik ve ahlâki olan özden uzaklaşmadır. Politika ve ahlâktan eş deyişle özünden uzaklaştıkça insan bireycileşir, bencilleşir, sadece kendisini düşünür. Böylesi birinin kendisinin de varoluş hali olan toplumsal olanı düşünmesi, onun için yoğunlaşması, onu bulması ve yapması söz konusu olamaz.
Yaklaşık yedi bin yıllık hiyerarşik devletçi sistem tarihinde hiçbir sistem kapitalist modernite kadar insan türünün varoluş hali olan toplumsallıkla bu denli oynamamış, bireyciliği-bencilliği bu denli geliştirmemiştir. Geçmişte insanlar klanları, kabileleri, aşiretleri, ülkeleri için yaşarken, günümüz insanları kapitalist modernite ayartıcılığında sadece kendileri için yaşarlar. Tüm yaşam alabildiğine kışkırtılmış, tüm bentlerini yıkmış, doyumsuz güdülerin tatmini için tüketilmektedir. Bunun için gerekli olan paraya ulaşmaktan başka yaşamın bir amacı bırakılmamıştır.
İşte kapitalist modernite koşullarında ve onun bombardımanı altında, statüsüz ve soykırımın kıskacına alınmış bir halk olarak bizim de önümüze yaşam diye çıkarılmak istenen bu oluyor. Bu, kişinin yani tekilin insanlıktan yani evrenselliğinden kopartılmasıdır. Bireyleştirerek, gerçekte ise bencilleştirerek temel güç kaynağımız olan toplumsallığımızdan yani tikellik olarak Kürtlüğümüzden, evrensellik olarak da insanlığımızdan bizi kopartarak güçsüzleştirmekte ve rahatlıkla güdülebilecek, iradesiz nesneler haline getirmektedir.
Duruşumuz Önder Apo’nun özgürlük felsefesini ve kapitalist modernitenin bahsettiğimiz bu yaşamını harmanlayan ve bunları aynı anda birlikte yaşamaya çalışan bir duruştur ki, bu özsel olarak mümkün olamaz. Mümkün olamaz çünkü, bunlar özsel olarak karşıttır. Bunların ideolojik düzlemde, anlamda uzlaşması, buluşması söz konusu olamaz. Ama bizler gerçekleşmeyecek bir hayale kapılarak, aynı anda ve aynı bedende ikisini de yaşatmak istiyoruz. Aslında yaşadığımız tüm gerilim ve gerginliklerin nedeni de bu istemimiz olmaktadır. Bu yönüyle birbiriyle özsel olarak çelişik olan çok farklı şeyleri aynı anda yaşama gibi yanlış bir şeyi istememiz bize zarar veriyor.
Bir taraftan Kürt olmaktan gelen sorunlarımızın olduğunu biliyoruz; haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe maruz kalıyoruz. Adımız yasaklanarak yok sayılıyor, ülkemiz elimizden alınmış ve her şeyimize tecavüz ediliyor. Bu bizi incitiyor, acıtıyor, öfkelendiriyor ve bizi mücadeleci kılıyor. Tutum da alıyoruz. Ama dünyanın en haklı halklarından olsak da hala soykırımın kıskacındayız ve varlık sorunu yaşıyoruz. Çünkü; yürüttüğümüz mücadele özgürlüğümüz için yetmiyor, düşmanın soykırım saldırılarını ortadan kaldırmıyor. Bu durumda da düşmana kızıp ya ondan aman dilemek, ondan yumuşamasını beklemek gibi bir gafletin içine düşüyoruz ya da birilerinin gelip varlık ve özgürlük sorunlarımızı çözmesini bekliyoruz. Hem tüm sorunlarımızın çözülmesini istiyoruz hem de insanlık tarihinin en vahşi sisteminin soykırımcılık düzeyinde Kürdistan’a, onun özgürlük gerillasına, Önder Apo’ya saldırdığı bir dönemde bize bir şey olmasın istiyoruz. Boşuna idamlıkların idam oldukları ana kadar da af edileceklerine dair umut besledikleri söylenmemiş.
Önder Apo gibi kendimizi çözüm ve mücadele gücü haline getirmemiz gerekiyor
Açık ki, kapitalist modernitenin çıkar dünyasında, soykırımın kıskacına alınmış bir halk olarak bize güç ve destek sunacak bir güç odağı yoktur. En büyük güç kaynağı bizzat bizleriz. Aksi taktirde Kürt işbirlikçiliğini ve ihanetçiliğini temsil eden KDP’den bir farkımız kalmaz, yani KDP’lileşiriz. Bunun da xwebûn olmaktan çıkmak, başkalaşıma uğramak anlamına geldiği açıktır. Bu yönüyle birilerinden beklemek yerine, tıpkı Önder Apo’nun yaptığı gibi kendimizi çözüm ve mücadele gücü haline getirmemiz gerekiyor. Aksi halde varlık ve özgürlük sorunlarını çözememiş bir halkın üyeleri olarak normalleşmemiz, gerilimli durumdan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.
Kuşkusuz herkes gerilimler yaşar ama bu gerilimler niteliksel olarak hep farklı olur. Kürtlüğün ve insanlığın tüm yükünü yüklenmiş ve en ön cephede yedi bin yıllık iktidarcı-devletçi-erkek egemenlikçi sisteme karşı mücadele yürüten Önder Apo’nun yaşadığı gerginlikler ile düşmanı düşman olarak görme yetisini bile yeterince gösteremeyen, kapitalist ve Demokratik Moderniteler arasında arafta kalmayı tercih eden bizlerin yaşadığımız gerginlikler aynı değildir. Düşmanla en ön cephede çatışanların, düşmanı yenenlerin yaşadığı gerginliklerin tümü andaki doğumu, gelişimi sağlayan gerginliklerdir; tıpkı bir ananın çocuğunu doğurduğu andaki gerilimler gibi.
Kürdistan özgürlük gerillasının en zorlu ve eşitsiz koşullarda, iradelerine dayanarak Heftanîn, Metîna, Zap, Avaşîn ve Xakûrkê başta olmak üzere tüm Kürdistan’da yürüttüğü kahramanca direniş de bu niteliktedir. Yine dışarıdaki herkesi ezip geçen, sindiren 12 Eylül askeri faşist cuntayı; bedenlerini ve iradelerini en büyük silaha dönüştürerek yenen Mazlumlar, Kemaller, Hayriler, Ferhatlar ve daha nicelerinin durumu da böyledir. Her biri en anlamlı bir yaşamın sahibi olarak yaşadılar ve ölümleriyle yaşam yarattılar. Onurlu yaşam, onların fedaice direnmelerinin bir ürünü oldu.
Kendimizin hakikât avcısı olalım. Bizi böylesi büyük bir özgürlük duruşundan alıkoyan şeylerin avcısı olalım, onları bulalım ve bünyemizden atalım. Böylelikle kendi içimizdeki hakikât avcısı olalım ki, dış düşmanı da avlayabilelim. Dış düşmanı avlayabilmenin, dış düşmana gerçek anlamda düşmanlık yapabilmenin yolu, içe yerleşmiş düşmanı avlayıp bünyeden atmak oluyor. Bunun da çok büyük bir zihniyet gücü ve irade gerektirdiği açıktır. Eksik ve yetersiz ama özgür insan ve özgür toplum olabilmek için gerekli olan da budur. Sistem içinde sisteme karşı mücadele ederek başarılı olmak da bunu gerektirir.