Durduk yerde direnilmez. Yine ortada hiçbir sorun yokken, büyük bedellerin verileceği hamle kararları alınmaz. Varoluşun tabiatında vardır, varlığa yönelik bir tehdit olduğunda o varlık kendisini korur, yani direnişe geçer. Aksi taktirde saldırılar karşısında yok olup gider. Bu var olmak isteyen her varlık için olduğu gibi, toplumsal gerçeklikler için de geçerlidir. Bir toplumsal gerçeklik olarak Kürtler de varlık sorunu yaşamaktadır. Hem de yüz yılı aşkın bir süredir varlık sorunu yaşamaktadır. Yani varlıkları ve buna bağlı olarak özgürlükleri tanınmamaktadır. Buna karşı yüz yılı aşkın bir zamandır çok inişli çıkışlı da olsa bir direniş yürütmektedirler. Ve bugün 3. Dünya Savaşı koşullarındayız.
Kuşkusuz bu savaş da tıpkı ilk iki dünya savaşında olduğu gibi yeni bir dünya, bağlantılı olarak da bölgesel düzen getirecektir. Dünya savaşlarının sonuçları da küresel olmaktadır. Hele diğer iki dünya savaşına nazaran daha fazla Ortadoğu ve Kürdistan merkezli olan bu savaş, Kürdistan ve Ortadoğu’nun geleceğini her açıdan belirleyecektir. Zaten reel sosyalist sistemin Sovyetlerin şahsında dağılmasıyla birlikte içine girilen 3. Dünya Savaşı en yoğunluklu bir şekilde Ortadoğu ve Kürdistan’da sürmektedir.
Bu savaşı yürütenler savaşın sonunda Ortadoğu’nun toplumsallık yönü ağır basan manevi kültürünü kapitalist modernitenin bireyciliğe dayanan maddi kültürüne ardına kadar açarken, Kürdistan da dahil tüm Ortadoğu toplumlarının kapitalist modernite tarafından işgal edilmesini hedeflemektedirler. Bu yönüyle söz konusu 3. Dünya Savaşı, geçmiş dünya savaşlarından farklı olarak çok daha fazla ideolojik ve kültüreldir. Böylelikle kapitalist modernite sistemi henüz tam olarak hükmedemediği Kürdistan ve Ortadoğu toplumlarına da tam hakim olmak istemektedir.
Bu savaş ağırlıklı olarak kültürel ve ideolojik temelli olsa da savaşın yürütücüleri olan küresel sermaye güçleri ve hegemonik güçler daha fazla ekonomik çıkar elde etmek ve sömürebilmek için bölgesel statükoyu temsil eden rejimleri de hedeflemektedirler. Bu nedenle de kendileriyle iş birliğine yanaşmayan, kapılarını küresel sermayeye sonuna kadar açmayan tüm örgüt, yapı ve rejimler düşürülmeye çalışılmaktadır. Bu da ideolojik-kültürel saldırıyla ekonomik sömürüyü iç içe geçirmektedir. Afganistan, Irak, Libya rejim değişiklikleri bu kapsamda gelişen değişikliklerdir. Yine bölgenin pek çok ülkesinde başta İran ve Suriye olmak üzere mevcut rejimlerin değiştirilmek istendiği de bilinmektedir. Kısacası küresel sermaye güçleri önlerinde engel gördükleri ve gerçekte tarihsel despotizmi temsil eden ve bu nedenle bölge halkları tarafından da kabul görmeyen bu rejimlerin yıkılması, daha işbirlikçi yönetimlerin işbaşına gelmesi için büyük bir mücadele ve savaş vermektedir.
Üçüncü Dünya Savaşı’nı yürütenlerin bir diğer hedefi de bölgeyi amaçları doğrultusunda dizayn etmenin önündeki tüm engelleri aşmaktır. Kürdistan’a ilişkin de kendilerine uşak haline getirdikleri KDP temelli planlamaları olan bu güçlerin yaptığı uğursuz planları boşa çıkaran, dahası ulusal ve bölgesel çapta daha farklı planlar geliştiren Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi bu savaşın en önemli amaçlarından olmaktadır.
Tarihsel arka planı olsa da günümüzde Kürtlerin yaşadığı varlık sorunu işte bundan ileri gelmektedir. Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi ve buna dayalı olarak yeniden dirilen Özgür Kürtlük bu kapitalist planlamalar önünde engel ve tehlike olarak görülmektedir.
Önder Apo’nun savaşa müdahalesi
Bu savaşın çok önemli bir evresi olan Uluslararası Komplo sonrası İmralı tabutluk sistemine alınan Önder Apo’nun Irak’ın 2003 işgaliyle yeni bir evreye giren 3. Dünya Savaşı’na müdahalesi ise demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü demokratik toplum paradigmasını geliştirmek olmuştur. Devlet dışı bu paradigma ile toplumsal güçler açısından sorunların çözümünü devletçi paradigmada aramayı bırakmış; kendisini, önderi olduğu Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Özgür Kürt’ü kapitalist modernitenin temsil ettiği hiyerarşik-devletçi sistemin dışına çıkarmayı bilmiştir. Toplumun çoklu, eşitlikçi ve özgürlükçü doğasından gelen farklılıkların eşitçe birliği anlamındaki demokratik özerkliklere dayalı demokratik konfederal sistem, toplum dokusuyla uyumlu olduğundan küresel sermaye güçlerine en büyük darbe olmuştur. Önder Apo’nun ideolojik-politik düzlemde geliştirdiği bu büyük yenilikler, kapitalist modernite güçleri açısından Önder Apo ve PKK’yi çok daha büyük tehlike haline getirmiştir.
Bu özgür ve eşit yaşam paradigmasının özellikle de Rojava devrimiyle kendisini daha da görünür kılması, devrimin küresel kapitalist sistemin bölgeyi yeniden dizaynda etkili bir şekilde kullanmak istediği DAİŞ’e karşı kazandığı büyük zafer sonunda etki gücünü arttırarak dünyaya açılması, 3. Dünya Savaşı’nı yürüten küresel sermaye güçlerini daha da telaşlandırmış, kapitalist modernite açısından varlık sorunu doğurmuştur. Zira bu devrimle insanlık, reel sosyalist sistemin yıkılmasının ardından ve kapitalist modernite koşullarında ilk defa toplumsal doğaya uygun bir çıkış yolu, alternatif bulmuş oluyordu ki, bu alternatif de kendisini pratik yaşamda sınıyor ve başarılı olduğunu tüm dünyaya gösteriyordu. Böylelikle insanlık için, ezilen tüm toplumsal kesimler, kadınlar için yeni bir umut doğuyordu.
İşte Kürdistan’da, 3. Dünya Savaşı’nın yürütüldüğü Ortadoğu’da gelişen kadın özgürlükçü bu devrimin dünyaya etkisi artınca, kapitalist modernitenin hegemon güçleri bir taraftan DAİŞ’e karşı uluslararası koalisyon adıyla içine girerek devrimi yozlaştırmaya çalışırken, diğer yandan da TC’yi devrimin mekânı olan Rojava’ya ve Rojava’yı da yaratan Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırtmaktadırlar. Küresel kapitalizmin kendisini sarsan bu devrimi kaynağında tasfiye ve yozlaştırma amacı ile tek amacı ve varlık koşulu Kürt soykırımı olan TC’nin amaçları çakışınca, soykırımcı TC küresel kapitalizmin verdiği desteği çok büyük bir fırsata dönüştürerek özellikle de Kobanê zaferinin yaşandığı, DAİŞ’in yenilgiye uğratıldığı tarihten yani 2015’ten itibaren adına ‘Çöktürme Planı’ dediği bir soykırım planı temelinde, günümüze değin süren bir yok etme saldırısı yürütmektedir.
Hala da tüm hızıyla süren bu büyük savaşta amaç Önder Apo’nun tümden etkisizleştirilmesi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi ve buna dayalı olarak da Özgür Kürt’ün soykırıma uğratılmasıdır. Bu yönüyle plan TC’nin planı olduğu kadar, soykırımcı TC’ye her türden desteği veren küresel kapitalist güçlerin ve her ikisine uşaklığın en alasını yapan ve tarihi Kürt ihanetini eksiksiz temsil eden KDP’nin de planı ve amacı olmaktadır.
İşte 12 Eylül 2022 tarihinde ikinci yılını doldurduğumuz ve üçüncü yılına büyük bir direnişle girdiğimiz ve kısaca ‘Özgürlük Zamanı’ diye ifade ettiğimiz büyük özgürlük hamlesi böylesi bir savaş ortamında, bu büyük tasfiye konseptini boşa çıkarma ve Kürtlerin varlık ve özgürlük sorunlarına çözüm geliştirme amacıyla geliştirilmiş ve bugüne kadar sürdürülmüştür.
Özgürlük Zamanı
Önder Apo kendisiyle 2019 yılında yapılan en son görüşmelerden birinde, içinde bulunulan dönemin 1918’li yıllara benzediğini belirtmiştir. Yani 1. Dünya Savaşı’nın son dönemlerine ve Ortadoğu da dahil savaş coğrafyasının yeniden dizayn edileceği yıllara benzetmektedir. Sovyetlerin dağılmasıyla içine girilen 3. Dünya Savaşı da geçen süre zarfında belli bir noktaya gelmiş ve çok kısa sürede sonuçlanacağını belirtmek mümkün olmasa da bölgemizde yeni dizaynlar giderek daha fazla belirginlik kazanmaya başlamıştır. Bu yönüyle bölgesel dizaynın nasıl olacağının giderek daha fazla netleşeceği günümüzde, Kürtlerin varlık ve özgürlük sorunlarının çözülüp çözülmeyeceği bu savaş sürecindeki örgütlenme ve savaşma düzeylerine göre belli olacaktır.
İşte Özgürlük Zamanı hamlesi çok tarihi olan bu sürecin doğru okunması sonucu geliştirilmiş bir hamledir. Kürtlerin bu hamlede göstereceği performans geçmiş hamlelerden farklı olarak Kürtlerin varlığını doğrudan etkileyecek bir karakterdedir. Yani ideolojik, örgütsel ve politik olarak yeterli örgütlenmeleri ve savaşmaları durumunda yüz yıldır yaşadıkları varlık sorunlarını aşmaları ve özgürlüklerine kavuşmaları mümkün hale gelecekken, bunu yeterince yapamamaları halinde de soykırıma uğratılmaları çok büyük bir olasılık olacaktır. Nitekim her iki dünya savaşında da soykırıma uğratılmış halklar vardır. Birincisinde Ermeniler, Asuri-Süryaniler, ikincisinde ise Yahudiler büyük bir soykırımı yaşamışlardır. Üçüncüsünde Kürtlerin aynı kaderi yaşamaması ve varlık sorununu çözmesi tamamen kendi savaşma potansiyeline bağlıdır. Aksi taktirde yukarıda da belirttiğimiz gibi soykırımcı TC, ona her türden desteği veren küresel kapitalist güçler ve onların soykırımcı saldırılarını meşrulaştırmanın aparatı konumundaki Kürt ihanetini temsil eden KDP, bunu gerçekleştirmek için var gücüyle çalışmakta, adeta çırpınmaktadır. O nedenle Özgürlük Zamanı hamlesinin diğer hamlelerden farkını iyi anlamalı, doğru kavramalı ve gereklerini büyük bir hassasiyetle yerine getirmeliyiz.
Kuşkusuz ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesi önüne Kürtlerin varlık sorunlarını gidermeyi ve Kürt özgürlüğünü sağlamayı koymuştur. Bunu da birkaç olgunun gerçekleşmesine bağlamıştır. Bu olguları da ‘Tecride, Faşizme ve İşgale Son! Özgürlüğü Sağlama Zamanı!’ şeklinde formüle etmiştir. Yani özgürlüğü sağlamayı, özgür olmayı; Önder Apo üzerindeki tecrit sisteminin ortadan kaldırılmasına, AKP-MHP iktidarında temsilini bulan faşizmin yıkılmasına ve soykırımcı TC’nin Bakur, Rojava ve Başûr’daki işgaline son verilmesine bağlamıştır. Yani Özgürlük Zamanı hamlemiz bunları başarmayı amaçlamış, varlık sorununu çözmeyi ve özgür olmayı buna bağlamıştır. O halde amaçlanana ulaşıp ulaşılmadığına bakılarak, bu hamlenin ne kadar başarılı olduğunu ölçmek mümkündür.
Formel bir mantıkla Önder Apo üzerindeki tecrit ve işkence sürdüğüne, Önder Apo’dan haber bile alınamadığına, AKP-MHP faşizmi hala iktidarda olduğuna ve Bakur-Rojava-Başûr işgali hala sürdüğüne göre, demek ki ‘Özgürlük Zamanı’ hamlemiz henüz amacına ulaşamamış, varlık sorunumuz henüz çözümlenmemiş, özgürlüğümüz sağlanamamıştır. Aynı mantıkla gidersek, soykırımcı TC’nin, ona her türden desteği veren küresel kapitalist sistemin ve ihanetçi KDP’nin Önder Apo’yu etkisizleştirme, PKK’yi tasfiye etme ve buna dayanarak özgür Kürt’ü soykırıma uğratma hedefi gerçekleşmediğine göre, düşman güçler de amaçlarına ulaşmış değildir. Demek ki hala her iki taraf da amaçlarına ulaşabilmek için çok kıyasıya bir mücadele ve savaş halindedir. Anlaşılan o ki taraflardan biri amaçlarına ulaşana kadar bu son büyük savaş sürecektir. Bu durum, Kürtlerin varlık ve özgürlük savaşını yaşamın her alanında zafer çizgisinde sürdürmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu büyük savaşta zafer elde etmek ve amaca ulaşabilmek için neyin yapıldığını, neyin yapılmadığını veya eksik yapıldığını bilince çıkararak, yetersizlikleri aşmak da zorunluluktur. Bunu yapmayan tarafın amaçlarına ulaşması söz konusu olamaz. Soykırımın kıskacına alınmış bir halkın ve hakkında tasfiye kararı verilmiş bir hareketin öz gücüne dayanmaktan, kendi pratiğinden çıkaracağı dersler temelinde dönem görevlerine asılmaktan başka da çaresi yoktur.
Özgürlük Zamanı hamlesinin iki yılında başarılanlar
Peki, bu geçen iki yılda neleri başardık? Ne kadar ilerleme kaydettik? Kuşkusuz amacımıza henüz ulaşamadığımıza ve üzerimizdeki soykırım ve tasfiye konseptini boşa çıkaramadığımıza göre, yaptıklarımızdan ziyade yapmadıklarımıza veya eksik yaptıklarımıza odaklanmak ve hamlenin üçüncü yılında bunları gidermek daha anlamlı ve gereklidir. Zira biliyoruz ki var olmak ve var kalmak için mutlaka zaferle taçlandırmamız gereken bir hamleyi sürdürmekteyiz. Böyle de olsa, hamlenin iki yılda ortaya çıkardığı kazanımlara da kısaca göz atmakta yarar vardır:
Birincisi, hareketimizin tasfiyesinin hedeflendiği ve bunun için seferberlik halinde olunduğu bir dönemde direniş halinde olmak oldukça önemliydi. Pek çok örgüt ve hatta devletin verili soykırımcı rejim ve küresel kapitalist sistemin cenderesinde kendisini alabildiğine güçsüz ve hiçbir şey yapamaz halde gördüğü, teslimiyet bayrağını çektiği bir dönemde; saldırı ne düzeyde ve kimden gelirse gelsin, buna karşı direniş tutumunu almak ve tamamen öz güce dayalı olarak direnebilmek hafife alınmaması ve değeri bilinmesi gereken çok önemli bir durumdur. Bu, özgürlüğe tutkuyla bağlı olma, yaşamı uğruna ölecek kadar sevme çizgisinin gereklerine göre gerçekleşme anlamındadır. Bu anlamıyla Özgürlük Zamanı hamlesi hem konjonktürü doğru okuması hem de PKK çizgisi temelinde geliştirilmiş olmasından ötürü oldukça anlamlıdır.
Kürt Özgürlük Hareketi topyekûn bir yok oluşun, eş deyişle soykırımın önünü alabilmek için büyük bedeller pahasına böylesi bir karar almıştır. Bu kararı ve aldığı direniş tutumuyla kapitalist modernite sistemine karşı devrimci tutumun nasıl olması gerektiğini de ortaya koymuştur. Bu kapsamda her parçanın kendi özgünlüğüne göre sloganlaştırdığı amaçlarla özgürlük hamlesine katılması her parçanın kazanımlarının korunmasını ve direniş ruhunun zinde tutulmasını sağlamıştır. Ve gelinen aşamada tüm parçalarda çok önemli ölçüde var olma ve özgürlüğü sağlama direnişi sürmektedir. Bu kapsamda savaşılmakta ve mücadele edilmektedir. Mücadele ve savaş halinde olmak önemlidir, zira mücadele etmeyen ve savaşmayan Kürt yok olan ve olacak olan Kürt’tür.
İkincisi, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü merkezine alan Özgürlük Zamanı hamlesi geçen iki yıllık süre zarfında özellikle uluslararası alanda pek çok değişik eylem ve etkinlikle büyük bir ivme kazanmıştır. Ulusal ve bölgesel karakteri aşarak giderek daha fazla küresel bir önder haline gelen Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için girişimler en fazla bu dönemde gelişmiştir. Önder Apo’nun etkisi hem halkımız hem bölge halkları hem de dünya insanlığı, kadınlar ve gençler üzerinde daha fazla artmıştır. Bu da soykırımcı rejimin, küresel kapitalist sistemin ve ihanetçi KDP’nin Önder Apo’yu etkisiz kılma seferberliğini darmadağın etmiştir. Önder Apo onların istediği gibi etkisizleştirilememiş, toplumsal güçler açısından takip edilen, önder olarak kabul gören en etkili kişilik haline gelmiştir.
Üçüncüsü, Kürdistan özgürlük gerillasının fedai çizgideki savaşma kabiliyeti de 3. Dünya Savaşı koşullarında insanlık adına çok büyük bir kazanımdır. Teknik destek de dahil NATO’nun verdiği her türden destekle, çağın en gelişkin silahlarıyla soykırımcı TC’nin gerçekleştirdiği tüm saldırılara karşı, son iki yılda Kürt özgürlük gerillasının gösterdiği destansı direniş, kahramanlıklarla ve büyük başarılarla doludur. Savaş tünellerine ve hareketli timlere dayalı gerilla direnişi NATO destekli ve NATO’nun ikinci büyük ordusu olmakla övünen, karşısında kimsenin duramayacağı düşünülen TC ordusuna kök söktürmektedir. Girdiği her yerde çok büyük kayıplar vererek, nöbetini havadan tutturarak kalabilen TC’ye karşı fedai çizgideki gerilla direnişi, sadece Kürtler açısından değil özgürlük savaşı veren tüm hareketler için de çok büyük bir kazanımdır ve derslerle doludur. Kürdistan özgürlük gerillası kapitalist modernite koşullarında tekniğe karşı nasıl savaşılacağını herkese göstermekte, büyük öğretmektedir. Amacıyla bütünleşmiş, duruşunu ideolojikleştirmiş ve kendini eğitmiş özgürlük gerillasının en büyük ve en gaddar ordulara karşı neler yapabileceğini gözler önüne sermiştir.
Dördüncüsü, soykırımcı rejim AKP-MHP faşist iktidarı şahsında tarihinin en teşhir halini yaşamış ve yıkımın eşiğine getirilmiştir. Stratejik konumundan faydalanarak kendisini herkese peşkeş çeken soykırımcı TC’nin ne denli Kürt, kadın, insanlık ve doğa düşmanı, ahlaksız ve vicdansız olduğu tüm açıklığıyla görülmüştür. Kürdistan’da uyguladığı vahşet, savaşta kullandığı kimyasal ve taktik nükleer silahlarla herkesçe görülmüştür. Dünya insanlığı nezdinde savaş suçlusu, DAİŞ ortağı, Kürt düşmanı karakteri her yönüyle anlaşılmıştır. Kürt soykırımını gerçekleştirmek için vermediği taviz, gitmediği kapı kalmayan soykırımcı rejimin ne denli rezil, sözüne güvenilmez bir diktatörlük olduğu herkesçe görülmüş ve anlaşılmıştır ki, tüm bunları mümkün kılan Kürdistan özgürlük gerillasının tarihi direnişi olmuştur.
Beşincisi, Kürt ve Kürdistan tarihinin en büyük laneti konumundaki ihanetçi KDP’nin soykırımcı TC ile Kürtlerin kökünü kurutmak için seferber olmuş Erdoğan-Bahçeli ile ne denli kader ortaklığı yaptığı en fazla bu dönemde açığa çıkmıştır. Bu yönüyle Barzaniler önderliğindeki KDP, tarihinin en teşhir olmuş halini yaşamaktadır. Kürt soykırımı planının pratik uygulayıcısı konumundaki TC’ye sunduğu gönüllü destek ve gerillayı kuşatarak ona kalleşçe saldıran, pusular kuran duruşuyla Kürt halkı nezdinde toplumsal, siyasal, vicdani, ahlaki ve ideolojik açıdan mahkûm olmuştur. Mevcut durumda Kürt soykırımını gerçekleştirmek isteyen düşman güçler tarafından, kullanışlılığı nedeniyle ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Kürt halkı nezdinde ise hiçbir meşruiyeti kalmamış, Kürt ve Kürdistanlılığı istismar ederek Kürdistan’ın tüm zenginliklerine konan, onları sömüren bir ihanet şebekesidir.
Altıncısı, Özgürlük Zamanı hamlesiyle Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm saldırılara rağmen bağımsızlıkçı ve direnişçi duruşunu koruyor oluşu; Türkiye, Ortadoğu ve tüm dünyada verili sömürücü sistemlere karşı mücadele yürüten tüm sistem karşıtı toplumsal güçlere çok büyük bir moral ve manevi güç aşılamaktadır. Tüm toplumsal güçlere, kadınlara, gençlere, kendi olmak isteyen tüm halklara, kültürlere ve özgürleşmek isteyen tüm insanlara özgürleşmek ve kendi olmak için ne yapmak gerektiğini her yönüyle göstermiştir. Herkes Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi ve Özgür Kürt şahsında kendi olmak, kendi kalmak ve özgürleşmek isteyenlerin nasıl bir duruş sergilemeleri gerektiğini anlamıştır. Bu duruş, özgürlük mücadelesi veren her kesime büyük bir ilham olmuştur. Bu da Kürtlerin tüm dünya insanlığı içindeki tanınırlığını arttırmış, Kürtlere olan saygıyı büyütmüştür. Bağlantılı olarak Kürt sorununu dünyanın gündemine daha fazla taşımış, sorunu daha fazla uluslararası bir sorun haline getirmiştir.
Daha da uzatabileceğimiz bu hususlar, kuşkusuz daha da beslenip büyütülmesi gereken kazanımlar olmaktadır. PKK çizgisinde direnişle elde edilen kazanımların, direnişin aynı çizgide büyütülmesiyle daha da arttırılacağı açıktır. Zira Kürtler ne elde ettilerse direnerek, savaşarak elde ettiler ve özgürlüklerini de bazılarının söylediği gibi savaşmayarak değil, tersine büyük özgürlük savaşını vererek elde edeceklerdir.
Özgürlük Zamanı hamlesinin hedefleri hala başarılmayı bekleyen konumdadır
Kuşkusuz odağa yerine getirilmemiş görevleri koymak ve bunları hamlenin üçüncü yılında başarmak hayati önemdedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi hamlenin amacı olan tecridin, faşizmin ve işgalin ortadan kaldırılması görevi hala başarılmayı beklemektedir. Bunlar hamlenin genel ruhunu verirken, her parçanın kendi önceliğine göre de önüne koyduğu hedefler vardır. Parçalar açısından da bakıldığında hala hedeflere ulaşılmış değildir. Zaten farklısı da söz konusu olamazdı. Zira Kürt sorunu bütünlüklü bir sorundur, her parça açısından olduğu gibi tüm Kürdistan için de sorunu yaratanlar aynı güçlerdir. O nedenle Kürt sorununda çözüm parça esaslı değil, bütünlüklü olacaktır. Yani Kürtler ya topluca varlık ve özgürlük sorunlarını çözecek ya da topluca soykırıma uğratılacaklardır. Bu kapsamda Başûr’un statüsü aldatmamalıdır. Onun da ne denli pamuk ipliğine bağlı olduğu ve büyük tehlikelerle karşı karşıya kaldığı yeterince ortaya çıkmış ve anlaşılmış durumdadır. Herkesten daha çok da soykırımcı TC’nin hem Başûr’u işgal etmek hem de ‘hata’ olarak değerlendirdiği Başûr statüsünü ortadan kaldırmak için ne denli iştahlı olduğu Barzani’nin kader ortağı Erdoğan’ın söylemlerinden anlaşılmış durumdadır. Kısacası tüm Kürdistan parçaları açısından da Özgürlük Zamanı hamlesinin hedefleri hala başarılmayı bekleyen konumdadır.
Demek ki hamlenin başarılı olabilmesi için bütünlüklü yürütülmesi gerekiyormuş. Bu durumda hamlenin ne kadar bütünlüklü, birbirini besler tarzda yürütüldüğünü ele almak gerekecektir.
Açık ki bu konuda çok ciddi yetersizlikler ortaya çıkmıştır. Yani her çalışma alanı ve parça imkân ve koşullarına göre yapması gerekenleri yapmamıştır. Bunlar olmadığından da hala tecrit ve işkence sistemi sürmekte, faşizm zayıflamış da olsa varlığını devam ettirmekte ve topraklarımız işgal altındadır. Peki, bizi bu kadar parçalı hale getiren gerçekte nedir, neden düşmanın bize karşı bütünlüklü bir şekilde yürüttüğü savaşı, bizler varlık ve özgürlük sorunu yaşayan bir halk ve hareket olarak çok ihtiyacımız olduğu halde bütünlüklü savaşı yürütememekteyiz. Açık ki bunun nedenlerinin anlaşılması ve bilince çıkarılarak aşılması gerekmektedir.
Kuşkusuz bunun pek çok nedeni ve pek çok şeyle bağı vardır. Ama önemli olan en esaslı olanlarını tespit etmek ve çözümleyerek aşmaktır. Bu çerçevede bakıldığında en önemli nedenin içinde bulunulan Devrimci Halk Savaşı stratejisine göre olamama olduğunu belirtmeliyiz.
Özgürlük Zamanı hamlesi Devrimci Halk Savaşı’nın bir hamlesidir ve bu strateji temelinde yürütülmek durumundadır, aksi taktirde bu hamlenin başarıya ulaşması söz konusu olamayacaktır. O halde her parçanın, çalışma alanının, her kadro ve yurtseverin Devrimci Halk Savaşı stratejisini doğru kavraması, gereklerini ne kadar yerine getirdiğini anlaması ve şu ana kadar yerine getirmediği görevlerini başarıyla yerine getirmeye odaklanması zafer için olmazsa olmazdır. Kimse bize bir şey vermeyeceğine dahası devletçi sistem kökümüzü kurutmak için seferber olduğuna göre bunu yapmaktan başka da çaremiz yoktur.
Her şeyi belirleyecek olan Devrimci Halk Savaşıdır
Yukarıda içinde bulunulan 3. Dünya Savaşı koşullarını, ulaşılan teknik düzeyin soykırımcı güçlere ne denli avantajlar sunduğunu belirtmiştik. Bilim ve tekniğin egemenlerin tekelinde olmasından dolayı normalde toplumu geliştirmesi gereken bilim; bugün soykırımcı güçlerin toplumu dağıtmak, sömürmek, baş eğmeyenleri ortadan kaldırmak için kullanılmaktadır. TC’ye verilen silah ve teknik destek bu temeldedir. Dolayısıyla bilimsel teknik buluşlar savaş stratejilerinde de büyük değişimler yaratmıştır. 3. Dünya Savaşı’nın ilk iki dünya savaşından farklı olmasında ve bunca yıldır sürmesinde bunun da etkisi vardır. Teknik imkânı pek olmayan, insandaki öz güce ve topluma dayanmaktan başka çaresi olmayan Kürt halkı açısından tekniğe dayalı yürütülen 3. Dünya Savaşı koşullarında var olmak ve zafer elde etmek ancak Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde mümkün olacaktır. Geçmişte klasik gerillacılıkla devletleri yıkmak veya anti demokratik rejimleri değiştirmek mümkün iken, günümüzde bu her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Peki, teslim olunmayacağına, özgürlük ideallerinden vazgeçilmeyeceğine göre o halde ne yapılmalıdır? İşte Devrimci Halk Savaşı stratejisi tam da bu eşitsiz koşullarda tekniği işlemez kılmak, soykırımcı rejimleri yıkmak, savaş gücüne dayanarak toplumsal doğaya uygun yeni sistemler inşa etmek için geliştirilmiş bir zafer doktrinidir. O halde devrimci olduğumuzu unutmamalı, devrim yapma gibi bir görevimizin olduğunu bilmeli, bunun yolunun da Devrimci Halk Savaşı’ndan geçtiğine kesin kanaat getirerek bu kapsamdaki görevlerimizi başarıyla yerine getirmeliyiz. Bu yönüyle görevli olduğumuzu bilmeli, Devrimci Halk Savaşı kapsamında verilmesi gereken savaşı kimseye devretmeden bizzat yürütmeliyiz.
İşte tüm yetersizlik de buradan çıkmaktadır. Çağ değişmesine, savaş stratejilerinde değişiklik olmasına, dahası Önder Apo da bunu görerek bizim de savaş stratejimizi değiştirmesine rağmen hala savaşa dair eski algılar hakim haldedir. Hala savaş sadece profesyonel gerillanın işi olarak görülmekte, hala sadece gerilla savaş gücü olarak ele alınmakta, geriye kalan kesimler de kendilerini destekçi pozisyonda tutmaktadır. Bu da savaşın büyümemesine; düşmanın her cephede zorlanmamasına ve özgürlük iradesi ve duruşunu temsil eden Önder Apo ve özgürlük gerillasına odaklanmasına neden olmaktadır. Bu yönüyle bugün eğer Önder Apo’ya yönelik bu kadar büyük bir tecrit ve işkence sistemi uygulanıyor ve Kürdistan özgürlük gerillasına karşı kimyasal ve taktik nükleer silahlarla insanlık suçu işlenerek savaşılıyorsa, bunda toplum olarak Devrimci Halk Savaşı kapsamında yerine getirmediğimiz görevlerin belirleyici etkisi vardır. Yani yaşanan saldırılardan bizler de görevlerimizi yerine getirmeyerek sorumluyuz.
Kast edilen herkesin profesyonel gerilla gibi elde silah savaşması değildir, yapabilenlerin bunu da yapmaları kuşkusuz gereklidir, ama önemli olan herkesin topyekün bir savaşla yok edilmek istendiğini dolayısıyla düşman sahibi olduğunu ve var olmak ve özgür olabilmek için de savaşması gerektiğini idrak etmesi, buna göre yaşaması, çalışması ve hareket etmesidir. Yani her Kürt bireyinin düşmanı vardır hem de kendisini yok etmek isteyen, bunun için bütün gücüyle seferber olmuş bir düşman. O halde düşmana düşmanlık yapmak, var kalmanın, var ve özgür olmanın zorunlu hali oluyor. İşte yapılmayan budur. Soykırımcı rejim Bakur ve Türkiye’nin her yerinde Özgür Kürt’e, kadınlara, gençlere, farklı etnik ve kültürel topluluklara, tüm demokratik çevrelere iradelerini kırmak, teslim almak için saldırmaktadır, o halde bu kesimlerin onurlarından taviz vermeden insanca yaşayabilmelerinin tek yolu düşmana karşı direnmeleridir. Böyle yapmaları halinde Devrimci Halk Savaşı kapsamında savaşmış, dönem görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böyle yapmaz da devletçi paradigmanın bir gereği olarak, ‘birileri gelip beni-bizi kurtarsın’ derlerse o zaman Devrimci Halk Savaşı kapsamındaki görevlerini yerine getirmemiş, kendilerini ölüme yatırmış, Önder Apo ve Kürt özgürlük gerillası üzerinde bir yük haline gelmiş olurlar. Durum bu kadar açıktır.
Şimdi her parti kadrosunun, her parti sempatizanının, her özgürlük arayışçısının Kürdistan’ın her yerinde bu görevlerini ne kadar yerine getirdiğini tartması, ölçmesi, derinlikli bir özeleştiri vererek var olmak için harekete geçmesi gerekmektedir. Yani ne kadar savaştım, mücadele ettim; tıpkı özgürlük gerillası gibi özgürlük isteyen biri olarak gerillanın yaptığı gibi düşmana ne kadar darbe vurdum, kendimi ne kadar savundum, düşmanın soykırımcı planlarını ne kadar boşa çıkardım vb diye sorması gerekiyor. Aksi yaklaşımlar, ruh halleri süreç dışıdır ve gerçekte yok olmaya doğru gidiştir. Zira belirttiğimiz gibi bu savaş, hepimizin son büyük savaşıdır. Ya toplu kurtuluş, özgürlük ya da toplu yok oluş, soykırım! Denklem bu kadar keskindir.
Açık ki böyle anlamakta, hissetmekte, eyleme geçmekte ciddi yetersizliklerimiz var
Varlığımızı borçlu olduğumuz savaşa doğru yaklaşmalıyız
Düzeltilmesi gereken öncelikli husus, savaş olgusuna doğru yaklaşımdır. Zira bu konuda akıllara durgunluk verecek düzeyde bir gerilik söz konusudur. Ülkemiz ve bölgemiz bir dünya savaşının merkezi halindeyken, Önderliğimizin yaşayıp yaşamadığından bile bihaberken, düşman güçler yasaklı her türden silahları kullanarak Kürtlerin varlık ve özgürlüklerinin garantisi olan özgürlük gerillasını yok ederek, Kürt soykırımının önünü savaşla açmaya çalışırken, Kürt halkından, dahası Kürt halkının öncüsü olduğunu iddia eden kimileri sanki savaşmadan, savaşsız da Kürt var olabilir ve özgür yaşayabilirmiş gibi yaklaşmaktadırlar. Dahası bugüne getirdikleri bedenlerini bile Kürdistan özgürlük gerillasının verdiği destansı özgürlük savaşına borçlu oldukları halde bunu yapmaktadırlar. Açık ki düşman güçler var olmamızın ve özgürlüğümüzün olmazsa olmaz koşulu olan Devrimci Halk Savaşı’na girilmemesi için çok büyük bir özel savaş yürütmektedir. Anlaşılıyor ki bu da bazılarını etkiliyor. Soykırımcı rejim, onun işbirlikçisi ihanetçi KDP ve küresel kapitalizm Devrimci Halk Savaşı stratejisinin kendileri açısından ne denli tehlikeli olduğunu gördüklerinden bunu bu şekilde engellemeye çalışmaktadır.
Bakur’da özellikle demokratik siyaset çevresi, düşmanın yarattığı basıncın da etkisiyle bolca savaş karşıtlığı adı altında bu hayati stratejiyi tırtıklarken, aslında dayandığı zemini yaratan olguyu yok ettiğini fark bile edememektedir. Yaşanan gerçek bir akıl tutulması durumudur. Halbuki savaş karşıtlığı yapılacağına, soykırımı amaçlayan savaşla var olmanın koşulu olan özgürlük savaşını ayırmak ve bu temelde direnmek daha gerekli ve yaşatıcıdır. Savaş karşıtlığı yerine, neden bu soykırımcı düşmana karşı daha fazla özgürlük savaşı veremedik, diye özeleştiri yapılmalıdır. Başa gelen savaşıldığı için değil, yeterince savaşılmadığı için gelmektedir. Soykırımcı TC’ye karşı zafer kazanıp, onun soykırımcı zihniyetinde gerekli düzeltmeleri gerçekleştirmeden, savaşmadan onurlu Kürt ve insan olunacağını sanmak en büyük akıl dışılık ve düşmanı hiç mi hiç tanımamaktır. TC öyle bir düşmandır ki ana karnındaki çocukları bile gelecekte sorun olmasınlar diye katleden bir soykırımcıdır. İktidarı için kendi aile üyelerinin tümünü ortadan kaldıran bir düşman, Kürtlere ne yapmaz, dahası ne yapmıyor ki? Biraz yoğunlaşma, olanları anlamaya çalışma, TC’nin ne denli Kürt düşmanı olduğunu anlamaya yetecektir. Bunu görememe, düşman kavramında muğlaklık yaşama soykırımcı rejimin Kürt insanını ne denli ele geçirdiğini, işgal ettiğini gösterir. O açıdan savaş karşıtlığı yapılacağına, düşmanın en kritik yerlerine yerleşmiş ve kendisini yurtsever Kürt olarak tanımlayan insanların yapacakları değişik eylemler soykırımcı faşist rejimin felç olmasını ve soykırımcı politikalardan vazgeçmesini sağlayabilir. Bu hala da geçerli bir husus olduğu gibi yapılması gereken en doğru şeydir. Zira seni yok etmek için seferber olmuş bir düşmana karşı içi boş barış söylemleriyle barış dilencisi olunmaz. Kürt insanı açısından var olmanın ve özgür yaşamanın anahtarı soykırımcı rejimi yıkıncaya kadar ona düşmanlık yapmaktır. Çünkü bu rejim soykırımcıdır, Kürt’e düşmandır.
Yanı sıra Bakur demokratik siyaset alanının tutturduğu bu söylemin önü açılmakta, bu kapsamda yapılan bir açıklama günlerce soykırım medyasında yer edinmekte, bunun dışındaki hiçbir söyleme hiçbir değer biçilmemektedir. Aslında KDP’ye yaklaşıldığı gibi yaklaşılmaktadır. Nasıl ki KDP’ye bugün Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanışlı bir aparat olduğu için ‘değer’ veriliyorsa ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin olmadığı koşullarda KDP’nin de kökü bu güçlerce kurutulacaksa, Bakur’daki bu kişilere de soykırımcı rejimin yaklaşımı aynıdır. Yani kendilerine savaşı kötüledikleri, verilen özgürlük savaşının gereksizliğini söyledikleri, bu yönüyle rejime nefes aldırdıkları ölçüde yer verilmekte, bunun dışında ne kendilerine ne de diğer söylemlerine hiçbir değer verilmektedir. Gerçek bu kadar çıplak ve ortadayken, bunun bazılarınca görülmemesi, Kürt toplumsal gerçekliğinden ne denli kopulduğunu ve düşman gerçekliğine ne denli cahil yaklaşıldığını ispatlar. Açık ki Bakur sahasında Kürt halkı ve demokratik güçler adına siyaset yaptığını iddia edenlerin kendilerini soykırımcı rejimin özel savaş yöntemlerinden kurtarmaları ve çok daha büyük bir sorumlulukla yaklaşmaları gerekmektedir.
Ancak toplum savaşırsa zafere ulaşılabilir
Bakur çok gerekli olduğu halde savaşmak yerine savaş karşıtlığı yaparken, Rojava ise toplum olarak savaşmak yerine kendilerini koruyacağını söyleyen askeri güçlere destek vermekle yetinmektedir. Bunun yetmediği, işgalleri engelleyemediği Afrin, Serêkanî ve Girê Sipî örneklerinde görüldü. Savaşı kesin zaferle taçlandıracak düzeltmelerin Devrimci Halk Savaşı kapsamında yapılmaması durumunda yeni Afrinlerin yaşanması kaçınılmazdır.
Devrimci Halk Savaşı stratejisi var olmak için gerekli olan savaşın ancak toplumun savaşması halinde kazanılacağı anlamına gelir. Örgütlü toplumun içinde olmadığı, savaşmadığı bir savaşı ne kadar haklı olunursa olunsun kazanmanın koşulları ortadan kalkmıştır. Nitekim Afrin savaşçılar az savaştığı için işgal edilmedi, tersine toplum özgürlük savaşçılarıyla birlikte savaşmadığı için Afrin işgal edildi. Kuşkusuz burada suçlanan halk değildir. Nihayetinde toplumun öncüleri toplumu nasıl eğitip örgütlerse toplum da o temelde hareket edecektir. Rojava devriminin öz savunma gücü olan YPG ve YPJ halka kendilerine destek verilmesi halinde toplumu koruyacaklarını belirttiği için halk böyle yaklaşmıştır. Var ve özgür olmak için birlikte savaşmanın gerekli olduğunu, toplumun içinde olmadığı, savaşmadığı bir özgürlük savaşını kazanmanın mümkün olmadığını topluma söyleseler, toplumu bu temelde eğitip bilinçlendirerek örgütleseler ve toplumu harekete geçirmiş olsalardı kuşkusuz ki kazanacaklardı. Şimdi de Rojava’nın yeni soykırımcı işgallere maruz kalmamasının tek yolu budur. Ne devrimi yozlaştırmak için orada bulunan uluslararası koalisyon, ne mevcut durumda Erdoğan’ı iktidarda tutmak için büyük çaba sergileyen Rusya, ne de kendisi de sömürgeci olan ve bu zihniyetinden henüz vazgeçmemiş Suriye Rojava’yı koruyabilir. Rojava’nın var olmasının ve devrim kazanımlarının korunmasının tek yolu, Devrimci Halk Savaşı stratejisi kapsamında profesyonel gerillanın ve bu güçlerin yanı başında kendi öz savunmasını yapan örgütlü toplumun birlikte savaşmasıdır.
Kürt olduğumuzu, Kürtler hakkında soykırım kararının verildiğini, bunu soykırımcı güçlerle birlikte kapitalist modernitenin yanı başımızdaki güçlerinin verdiğini bir an için bile unutmadan, Devrimci Halk Savaşı kapsamındaki görevlerimizi kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, tüm çalışma alanlarında mutlaka başarıyla yerine getirmeliyiz. Savaşı sadece askeri güçlerin işi olarak görmek yerine kendimizi düşmana darbe vuran, düşmana düşmanlık yapabilen, ondan işlediği tüm suçların hesabını sorabilen bir direnişçi, savaşçı haline getirebilmeliyiz.
Şengal, Maxmur da dahil Başûr’da ise yetersizlikler daha farklı bir düzlemde yaşanmıştır. Burada esas yetersizlik profesyonel güçlerde yaşanmış, düşmana darbe vurması, düşmana karşı savaşması gereken güçler kendilerini düşmanın hedefi olmaktan kurtaramamıştır. Soykırımcı TC’ye küresel güçlerin, Irak hükümetinin ve ihanetçi KDP’nin açtığı büyük alan yeterince görülmemiş, rutin çalışma ve yaşam düzeni terk edilmediğinden bırakalım düşmanı vurmayı, alınan darbeler nedeniyle süreci zorlayan bir duruş ortaya çıkmıştır. Halbuki saldıran düşmana karşı her yerde etkili darbeleme eylemlerini yapmanın koşulları fazlasıyla bulunmaktaydı ve bulunmaktadır. Açık ki soykırımcı TC özgür Kürt’ün olduğu her yerde saldırmaktadır. Bu kapsamda Germiyan’da Mamoste Şemal’i, Süleymaniye’de Zeki Çelebi’yi, Maxmur’da Ebuzeyd’i, Şengal’de de Êzidîlerin öncülerinden Said Hesen’i, Dijwar’ı ve daha nicelerini katletmiştir. Yanı sıra Kürt Özgürlük Hareketi’nin toplum içinde çalışma yürüten kimi öncü kadrolarını da hedeflemiştir. Tüm bu saldırılar karşısında ajan, işbirlikçi kişi ve kesimlere yönelmek, TC hedeflerine karşı caydırıcı eylemler yapmak Başûr’u işgale karşı korumanın tek koşulu haline gelmiştir. 98’de gerçekleştirilen ve Önder Apo’nun esaretiyle ilk aşaması tamamlanan Uluslararası Komplo’nun, hareketin tasfiyesiyle ikinci aşaması tamamlanmak istenen Başûr’da ancak böyle var olunabilir ve Başûr’da yurtseverlik ancak böyle yaşatılabilir. Aksi taktirde Kürt ihanetinin merkez üssü haline getirilmiş Başûr bu hastalığını ve lanetini Kürdistan’ın her yerine yayacak ve Kürt soykırımında çok büyük bir rol oynayacaktır.
Kısacası Başûr alanında da kuşkusuz direniş sürse de Devrimci Halk Savaşı kapsamında yerine getirilmesi gereken görevlerin çok azı yapılmıştır. Büyük ve stratejik zaferi getirecek görevler ise hala başarıyla yerine getirilmeyi bekliyor.
Diğer parçalar gibi olmasa da Rojhilat, 3. Dünya Savaşı kapsamında İran’ın da gündemde olması, rejimin anti demokratik yapısı ve süren Kürt sorunu nedeniyle Özgürlük Zamanı hamlesine daha fazla katılması gereken bir alan konumundadır. Zaten Kürdistan’ın ve Kürt sorunun bir parçası olması nedeniyle Kürt ve Kürdistan için geçerli olan tüm tehlikeler Rojhilat için de geçerlidir. Fark TC yerine İran’ın daha çok öne çıkmasıdır. Ancak TC’nin Rojhilat güçlerine de fırsat buldukça saldırdığı, orada da Kürt varlığına düşman ve olası kazanımlarına karşı olduğu açıktır. Yanı sıra İran’ın 3. Dünya Savaşı kapsamında kapitalist modernite güçlerince yeniden dizayn edilmek istendiği gözetildiğinde, Rojhilat’ın da tehlikelerle yüz yüze kalmaması, dahası orada da varlık ve özgürlük sorununun çözümü için Devrimci Halk Savaşı kapsamında yapılması gerekenler vardır. İran’ın anti demokratik yapısına karşı İrani halkların özgürlük, eşitlik ve demokrasi talepleriyle dış güçlerin gerçekleştirmek istediği rejimi değiştirme çabalarının objektif olarak buluşması, İran devletinin kendisini tehlikede hissederek daha da saldırgan hale gelmesine neden olmaktadır. Bu durum zaten anti demokratik olan İran rejiminin daha da sertleşmesine, otoriterleşmesine neden olmaktadır. Rojhilatlı genç bir Kürt kadını olan Jîna Emini’nin alçakça katledilmesi, yine sık sık gerçekleştirilen idamlar rejimin karakterini gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla bu parçadaki halkımızın ve öncü güçlerin her tür saldırıya karşı hazırlıklı olmaları, kendi öz savunmalarını yapmaları, İrani halklarla birlikte demokrasi mücadelesini büyüterek rejimi değişime zorlamaları gerekmektedir. Zaman zaman gündemde olan dış güçlerin gerçekleşmeyecek müdahalelerine bel bağlamadan, ne yapılacaksa bizzat yapmak burada da esas alınmalıdır. Zira dış güçlerin Ortadoğu’ya neden geldikleri, burada ne aradıkları, özellikle de Kürtler konusunda ne düşündükleri yeterince açığa çıkmış durumdadır.
Avrupa kuşkusuz sürecin başından beri eylem halindedir. Kürt sorununun gerçek yaratıcısı ve ABD ile birlikte 3. Dünya Savaşı’nın yürütücüsü olan Avrupa’da, Kürdistan’da yürütülen varlık ve özgürlük savaşında zafer kazanmak için çalışmak büyük anlam ifade etmektedir. Söz konusu Avrupa devletlerinin kendi çıkarları temelinde soykırımcı TC’ye verdikleri destek, kendilerini de Kürt soykırımının ortağı haline getirmektedir. O nedenle Kürdistan’daki savaşın ve Avrupa devletlerinin bundaki rollerinin Avrupa kamuoyuna daha fazla yansıtılması, bu temelde Avrupa demokratik kamuoyunun daha fazla duyarlılık göstermesinin sağlanması oldukça gereklidir. Zira biliyoruz ki ne yapılıyorsa Avrupa halkları adına yapılmaktadır ve Avrupa halkları sömürgeci devletleri gibi düşünmemektedir. Kuşkusuz bu kapsamda yapılanlar vardır, ama oldukça yetersiz ve geri olduğu da açıktır. Sürecin ne denli hassas ve kritik olduğunu derinden bilince çıkarmaya ihtiyaç vardır. Yaratıcı yol ve yöntemler bularak Avrupa hukukunu yerle bir eden İmralı tabutluk sistemi, Kürt özgürlük gerillasına yönelik kullanılan kimyasal ve taktik nükleer silahlar, Kürt halkına yönelik sistematik şekilde sürdürülen soykırım politikaları daha fazla teşhir edilebilir, demokratik kamuoyunun ilgili devletlere daha fazla baskı uygulaması sağlanabilir.
Yanı sıra düşünceleri tüm insanlık için çıkışın yolu olarak görülen Önder Apo sistem karşıtı hareketlere, kadınlara, toplumsal güçlere daha fazla tanıtılabilir ve bu vesileyle bu güçlerin Özgürlük Zamanı hamlesinin de amacı olan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması çalışmalarına daha fazla katılmaları sağlanabilir. Yine Kürdistan’da büyük bir özveri ve fedakarlıkla yürütülen büyük gerilla direnişine daha fazla katkı sunulabilir, destek olunabilir. Tüm bunlar Devrimci Halk Savaşı kapsamında yerine getirilmesi gereken, mevcut durumda eksik kalınan ama giderilmesi gereken önemli hususlardır.
İdeolojik zafer olmadan askerlikte ve siyasette başarılı olunamaz
Parçaların ve yurt dışının durumu biraz böyleyken temel çalışma alanları olan ideolojik, toplumsal ve askeri alandaki duruş da önemli yetersizlikler taşımaktadır.
Yukarıda 3. Dünya Savaşı’nın diğer dünya savaşlarından farklı olarak ideolojik, kültürel yönünün daha önde olduğunu belirtmiştik. Hedefin Ortadoğu’nun toplumsallığa dayalı manevi kültürünü kapitalist modernitenin bireyciliğe dayalı maddi kültürüne sonuna kadar açmak ve kültürel işgali gerçekleştirmek olduğunu belirtmiştik. Ortadoğu’nun geneli için geçerli olan bu durum, söz konusu Kütler olunca çok daha fazla böyledir. Neolitiğin yaratıcısı ve merkezi uygarlık sistemi boyunca da onunla hep çelişen, çatışan Kürt tarihsel toplum geleneği, bugün ise Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi’nde tümden kapitalist modernitenin karşıt kutbu olan demokratik moderniteyi temsil etmektedir. Kürdistan’ı bu güçlerden almakta, Kürt toplumunun öz değerlerine uygun hale getirmekte, Ortadoğu’yu Rojava devriminde olduğu gibi halkların eşit ve özgür ilişkisine dayalı demokratik konfederalizmle demokratikleştirmekte ve bunda başarılı olduğu ölçüde de dünyayı etkilemektedir. Bu yönüyle kapitalist modernitenin Kürdistan’a Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve bunları tarihsel toplumun doğasıyla uyumlu hale getirerek dirilten Önder Apo’ya yönelik her saldırısı tamamen ideolojiktir. Süren savaş da büyük ölçüde bu kapsamda sürdürülmektedir. İşte ideolojik alan çalışmalarının bu durumu görmesi, kazanmanın da kaybetmenin de ideolojik duruştan geçtiğini bilerek Özgürlük Zamanı hamlesi kapsamındaki görevlerine yüklenmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede bakıldığında ajitasyon -propaganda, kültür- sanat ve edebiyat çalışmalarının, toplamında da bilinçlendirme çalışmalarının oldukça yetersiz olduğu görülmektedir. Yukarıda savaş ve düşman olgularına olan yanılgılı yaklaşımlara, sürecin önemini, bağlantılı olarak görevlerini doğru kavramayan duruşlara ve bunların yarattığı tehlikelere değinmiştik. İşte tüm bunları giderecek olan ideolojik alan çalışmalarıdır. Şimdi ideolojik alandaki her bir kadronun, yurtseverin ve yine her bir komitenin 50. Önderlik Yılı’nda, 3. Dünya Savaşı koşullarında Özgürlük Zamanı hamlesi kapsamındaki görevlerini ne kadar yerine getirdiğini derinlemesine ele almaya, gerekli tartışmaları yaparak, eksik kalan şeyleri tamamlamaya ihtiyaç vardır. Soykırımcı güçlerin soykırım umutlarının canlı tutulmasında bu alanın rolünü yeterince oynamaması belirleyici önemdedir. Herkesin Zap, Avaşîn ve Metîna’da tünellerde soykırımcı rejimin kimyasal ve nükleer silahlarına rağmen direnen özgürlük gerillasının ideolojik duruşunu esas alması bir zorunluluktur. Zira bu duruş bir ölçüdür, parti çizgisi temelindedir ve başarı getirdiği ispatlanmış bir duruştur. O halde Kürt özgürlük gerillasının tünellerde gerçekleştirdiği, her anı kahramanlıklarla dolu olan tarihi direnişini esas alıp, mevcut duruşu buna vurmak ve bu özgürlük duruşuna ulaşmaya çalışmak hem ahlaki hem vicdani gereklilik hem de bir parti görevidir.
Ajitasyon-propaganda çalışmalarının esasının toplum eğitimi olduğundan ve toplumumuzun Devrimci Halk Savaşı stratejisi kapsamında yeterince bilinçlendirilip eğitilmediğinden, dolayısıyla görevlerini ve sürecin önemini yeterince kavramadığından, buna bağlı olarak da eyleme sürecin gerektirdiği ölçüde geçmemesinden bahsediyorsak, o halde sürecin bu şekilde işlemesinden kendimizi birinci dereceden sorumlu görmeliyiz. Biz toplumun içinde değiliz ve toplumsal çalışmalar yapmıyoruz, denilemez. Çünkü toplum içinde toplumsal çalışma yürütenlerden daha çok ajitasyon-propaganda alanı toplumsal çalışma yürütüyor. Bu alanın yaptığı tüm çalışma tepeden tırnağa toplumsal çalışmadır. Dolayısıyla ajitasyon-propaganda alanı toplumun eğitim, kültür, eylem vb her sorununun gerçek sorumlusudur. Toplumda istenilen değişiklikleri yaratmada bu alanın sahip olduğu olanaklar bir başka alanda kesinlikle yoktur. O halde bu durumu gidermek için bu alanda görev üstlenmiş profesyonel ve yerel kadroların herkesten daha fazla çaba sahibi olmaları üstlendikleri görev gereğidir.
Benzer şekilde sanat-edebiyat çalışmaları da toplumda, kişide yaratılması gereken kişilik devrimini sağlayacak esas çalışmalardır. Bu kadar duygu, düşünce, duruş ve toplamında kişilik çarpıklıklarının asıl sorumlusu bu çalışmalardır. Soykırımcı rejimin, küresel kapitalist sistemin ve ihanetçi şebekenin topluma, bireye yönelttiği özden uzaklaştıran bombardımanı esas olarak bu alanın karşılaması, topluma ve bireye kalkan olması görevi bu alanındır. Sanat ve edebiyatın doğru’yu, iyi’yi ve güzel’i kişide ve toplumda ekmesi; soykırımcılığın, ihanetçiliğin, işbirlikçiliğin kökünü kişide ve toplumda kurutması görevi de sanat- edebiyat alanına düşmektedir. Yine yeryüzünün en güzel, en fedakâr, en toplumsal insanlarından olan Kürdistan özgürlük gerillasının; böyle olmaya şiddetle ihtiyacı olan Kürt insanına ve insanlığa daha fazla tanıtılması çalışmaları da bu kapsamda yapılması gereken görevlerden olmaktadır. Kürtlerin varlık-yokluk savaşını verdikleri bir süreçte, bunu derinlemesine hissetmek, yaşanacak bir yenilginin yaratacağı soykırımı yine elde edilecek bir zaferin getireceği özgürlüğü derinlemesine hissetmek sanatçının ve edebiyatçının görevidir. Sanatçı ve edebiyatçı olmak böyle olmayı zorunlu kılmaktadır. Aksi duruşlar, sanata ve edebiyata maddi yaklaşımlar, popülizm, bireycilik sanatın ve edebiyatın yapılmadığını, kendilerine öyle deseler de edebiyatçı ve sanatçı olunamadığını ispatlar.
Sanat ve edebiyat camiası Kürt halkında soykırımcı rejime, küresel kapitalist sisteme ve ihanetçiliğe yönelik tepkilerin yetersizliğinden kendisini sorumlu görmelidir. Gerçekte sanatçıda ve edebiyatçıda bu tepkiler büyük, yine büyük özgürlük ideallerine bağlılık üst düzeyde, anlam ve his daha derin olsaydı, sanatçıların ve edebiyatçıların Kürt halkında da bunu en güçlü şekilde oluşturmaları işten bile olmazdı.
Bir halkın durumu, sanatçısının ve edebiyatçısının da durumunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla halkımızın içinde bulunduğu soykırım gerçekliği, çok gerekli olduğu halde yeterince harekete geçemeyen hali, gerçekte Kürt aydınının, sanatçısının ve edebiyatçısının da durumun ortaya koymaktadır. Kendisini bu kıskaçtan kurtaramayan, kendisini soykırımcılığa karşı direnen bir sanatçı, edebiyatçı ve aydın haline getiremeyenin toplumda gerekli duygu ve düşünceleri ekmesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla Kürt aydın, sanatçı ve edebiyatçıların hiçbir gerekçeye sığınmadan kendi gerçeklikleri ile daha fazla yüzleşmelerine, bunu anlamalarına ve devrim görevlerini başarıyla yerine getirme temelinde gerekli düzeltmeleri yapmalarına ihtiyaç vardır.
Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın direnişi çizgi haline gelmiştir
Hiç kuşku yok ki Özgürlük Zamanı hamlesine en güçlü şekilde katılan, üzerine düşen görev ve sorumlulukların gereklerini yerine getirmeye çalışan Kürdistan özgürlük gerillasıdır. Zaten bunu Zap, Avaşîn ve Metîna’daki görkemli direnişinde de herkese cesaret vererek, umut olarak göstermektedir. Direnen Kürtlüğü ve soykırımın önündeki en büyük engeli temsil ettiği için de diğer alanlarda yaşanan ve yukarıda belirttiğimiz yetersizliklerin de etkisiyle Önder Apo ile birlikte bugün bütün yönelimlere maruz kalmaktadır. Olağanüstü bir iradeyle direnen, düşmana çok büyük darbeler vuran, yine yukarıda belirttiğimiz gibi düşmanın yaptığı bütün planlamaları önemli ölçüde boşa çıkaran Kürdistan özgürlük gerillasının bu direnişidir. Fedaileşmede zirve anlamına gelen bu duruşun, gelinen aşamada parti çizgisi anlamına geldiği ve herkesi buna göre olmaya davet ettiği açıktır.
Böyle de olsa, Kürdistan özgürlük gerillasının yürüttüğü savaş, daha geniş alanlara taşırılamamış olmasından ötürü yetersizlikler barındırmaktadır. Yine verilen savaşın Devrimci Halk Savaşı stratejisi kapsamında toplumla birlikte verilememesi bir diğer temel yetersizliktir ki, sonucu tayin edicidir.
İkinci partileşme döneminde asıl olan uzun süreli halk savaşı temelinde gerillanın savaşması ve halkın da savaşan gerillaya destek sunmasıydı. Geçmiş gerillacılıktan örnek olarak bu alınmış, Kürdistan’a uyarlanmış ve pratikleştirilmeye çalışılmıştı. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi bilimsel teknik gelişmeler ve 3. Dünya Savaşı süreci savaş stratejilerinde pek çok değişim yaratmış ve bu durum gerilla mücadelelerini de etkilemiştir. Dolayısıyla özgürlük savaşı yürütebilmek için gerillanın da kendisini döneme göre değiştirmesi bir zorunluluk halini almıştır.
Kuşkusuz bu kapsamda Kürdistan özgürlük gerillası büyük bir değişimi yaşamıştır. Modern gerilla haline gelmiştir, düşman güçlerinin büyük tekniğini önemli ölçüde boşa çıkarmıştır. Mevcut durumda da tim ve tünel savaşı denilen bir taktikle çok büyük bir savaşı yürütmektedir. Zaten bu değişiklikleri yaşamasa ve kendisini tepeden tırnağa ideolojikleştirmezse, eğitmezse hiç kimsenin bir gün bile dayanamayacağı bu savaşı bu düzeyde sürdüremez. Kürt özgürlük gerillasının bu tarihi direnişi, Apocu gerillanın dünya gerillacılık tarihine yaptığı çok büyük bir katkı olarak görülecek ve işlenecektir. Yetersizlik gerilla bulunduğu yerde, hazırlık yaptığı alanlarda bu düzeyde savaşırken, savaşı daha geniş alanlara yayamamasındadır.
İkinci partileşmenin aksine üçüncü partileşme döneminde sadece gerillanın savaşması ve halkın da lojistik ve savaşçı desteği sunması yetmez. Üçüncü partileşme dönemi örgütlü demokratik toplum anlamında KCK’nin örgütlendirildiği dönemdir ki, bu da kendi kendini yönetme ve savunma anlamına gelmektedir. Dolayısıyla üçüncü partileşme döneminin stratejisi Devrimci Halk Savaşı olmak durumundadır. Bu stratejide halk da tıpkı profesyonel gerilla gibi düşman güçlere karşı çok değişik yöntemlerle savaşmaktadır. Savaşı o denli yaymaktadır ki halkın olduğu yerde savaş yürütülmektedir. Böylelikle şu anda olduğu gibi dar bir alan savaşın mekânı haline gelmemekte; birilerinin savaştığı, toplumun ise seyrettiği bir gerçeklik yaşanmamaktadır. Yani herkes direnişçi, savaşçı olmakta, herkes düşmanın olduğu her yerde savaşmaktadır. Çünkü düşman her yerde ve herkese saldırmaktadır. İşte komutasını HPG’nin yaptığı bu büyük savaşta yaşanan yetersizlik, halkın buna hazır hale getirilmemesidir.
Gerillanın kendisini halkın koruyucusu olarak değil de halkı öz savunma temelinde örgütleyen olarak görmesi, yani paradigmasını değiştirmesi zafer için gereklidir. Yeterince üstlenilmeyen görev budur ve bu savaşın kaderini belirlemektedir.
Gerillacılık anlamında da gerillanın kendisini salt kırsala veya bazı mevsimlere sıkıştırması da dönem gerekliliklerine uygun olmamaktadır. Önder Apo yaz-kış, gece -gündüz, dağ-ova demeden bunların tümünü birleştiren her zamanda ve her mekânda savaşabilecek bir gerilla örgütlülüğünün gerçekleştirilmesinden bahsetti. Buna vurulduğunda oldukça gerillacılıktaki gerçekleşme düzeyinin yetersiz kaldığı, şehir gerillacılığının ise adeta hiç yerine getirilemediği ve bunun da düşmanı cesaretlendirerek ucuzca propaganda etmesine sebep olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla ruhta fedaileşmenin zirvesini yaşayan ve direnişiyle düşmanın tüm planlarını boşa çıkaran, Kürt halkına ruh ve güç veren, bütün insanlığa örnek olan Kürdistan özgürlük gerillasının savaşı yaygınlaştırma hususunda yaşadığı yetersizlikleri aşması dönem görevlerini yerine getirmesi bakımından bir zorunluluktur.
Önder Apo da savaşın KCK (örgütlü demokratik toplum) kapsamında, HPG komutasında, aynı anda on binlerin her alanda harekete geçmesi şeklinde tanımlayarak, Devrimci Halk Savaşı’nın nasıl verilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Açık ki bu savaş, adından da anlaşıldığı gibi profesyonel gerilla öncülüklü bir halk savaşı olmak durumundadır. Dolayısıyla halkı savaştan uzak tutan, halkı sadece destekçi pozisyonda tutan yaklaşımlar yanlış olduğu gibi, savaşı kendi işi olarak görmeyen yaklaşımlar da bir o kadar yanlış ve tehlikelidir.
Bu açıdan Özgürlük Zamanı hamlesinin gerçekte var olmak için verilmesi gereken Devrimci Halk Savaşı’nın bir hamlesi olduğunu bilerek tüm çalışma alanlarının, tüm parti kadro ve sempatizanlarının bir diğerine bırakmadan bu savaşı vermesi, kendisini savaşan bir militan haline getirmesi bir zorunluluk halini almıştır. Kuşkusuz ki böylesi bir sürecin öncüsü ise kadın ve gençlik olmak durumundadır. Zira üçüncü partileşme dönemindeyiz ve bu partileşme döneminin öncüsü kadın ve gençliktir.
Dolayısıyla söz konusu tüm görev ve sorumlulukları esas olarak üstlenip yerine getirmesi gereken kadın ve gençliktir. Zaten bu öncü rolleri nedeniyle düşmanın en fazla saldırısına uğrayan da yine kadın ve gençlik olmaktadır. O nedenle ideolojik, askeri, toplumsal tüm çalışmalarda öncülük düzeyinde yer alması gereken kadın ve gençlik belirtilenlerden ve geçmiş iki yıldan gerekli her türden dersi çıkarmalı, pratikleşme düzeyindeki yetersizlik nedeniyle özeleştiri yapmalı ve hamlenin üçüncü yılında görevlerini üstün bir başarıyla yerine getirmelidir.
Sonuç olarak belirtilen tüm bu yetersizliklerden gerekli derslerin çıkarılması, yerine getirilmemiş görevlerin gereklerinin büyük bir sorumlulukla başarılması hayati önemdedir. Süreç oldukça kritik ve hassastır. 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürtlerin soykırıma uğramaması için belirtilen yetersizliklerin mutlak surette aşılması ve dönem görevlerinin yerine getirilmesi bir zorunluluktur. Bu da Özgürlük Zamanı hamlesinin kesin başarıya kavuşturulması anlamındadır.
Özgürlük Zamanı hamlesinin başarıya ulaşmasıyla Önder Apo üzerindeki tecrit ve işkence sistemi son bulacak, AKP-MHP faşizminin temsil ettiği soykırımcı rejim yıkılacak ve Bakur, Başûr ve Rojava toprakları özgürleştirilecektir. Varlık sorununu çözen, özgürlüğüne kavuşan Kürtlük, demokratik Ortadoğu ve demokratik Dünya anlamına gelecektir. Hayati önemdeki Özgürlük Zamanı hamlesiyle 3. Dünya Savaşı’nı Kürtler şahsında ezilen insanlık, tüm toplumsal kesimler ve kadınlar kazanacaktır…