GERİLLA DİRENİŞİ AKP’Yİ BOZGUNA UĞRATTI
Kandil savaşını dördüncü stratejik hamlenin dışında kesinlikle görmemek, değerlendirmemek, ele almamak lazım. Aslında büyük bir komploydu, oyundu. Özgürlük mücadelemiz Kuzey’de hamleye kalkarken bizi geriden, Kandil’den vurarak, gücümüzü parçalamayı, yönümüzü tersine çevirmeyi öngören bir saldırıydı. Buna karşı gerilla kahramanca bir direniş yürüttü. Bütün saldırılarına rağmen İran, gerillalarımızı yerinden oynatamadı. Bu saldırıda Doğu Kürdistanlı büyük devrimci komutan Simko Rojhilat yoldaşı şehit verdik. Saldırıların böyle bir direnişle kırılması, ardından da doğru bir siyasi yaklaşım ile AKP’nin İran’ı üzerimize saldırtan siyasi komplosunun boşa çıkartılması çok önemli bir siyasi ve askeri gelişme oldu. 2012 yılında kuzey’de, Batı’da yürütülen mücadelenin bu düzeyde gelişmesi, devrimci halk savaşını çok daha etkili bir biçimde yürütülüyor olmasında Kandil savaşında elde edilen sonuçların kesinlikle çok büyük bir etkisi vardır. Kandil saldırısı tehlikeli bir komploydu. Bu bakımdan hem Kandil direnişini hem de geliştirilen politikaları doğru anlamak, genel Kürdistan özgürlük mücadelesi içindeki yerini, silahlı-siyasi-ideolojik mücadele içindeki yerini görüp, anlamak önemlidir. Kandil direnişinde bozulan, AKP ve ABD’nin birlikte hazırladığı komplodur.
Dünyanın en özgür alanı şimdi Batı Kürdistan
Geçen dönemde Özgürlük hareketi açısından diğer önemli bir gelişmeyse Batı Kürdistan’da gelişen devrim olmuştur. Bu parçadaki devrim tüm paçalardaki devrimi mücadeleyi olumlu etkileyen bir düzeye ulaşmıştır. 19 Temmuz’da Suriye’deki çatışmaların da etkisiyle güçlü bir devrimsel hamle gerçekleştirildi. Şimdi Batı Kürdistan’da devlet bazı yerlerde varlığını hala sürdürse de ağırlıklı olarak yönetim Kürt halkının elindedir. Halk kendi demokratik sistemini örgütlüyor. Kendi demokratik öz yönetimini kuruyor. Kendi kendini yaşatmanın ve yönetmenin çabası içindedir. Dünyanın en özgür alanı şimdi Batı Kürdistandır. Bütün Kürdistan’ın en özgür yeridir. Son bir aydır Batı Kürdistan’ın böyle bir özgürlük alanı haline gelmiş olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Bu özgür, demokratik ortamın, gelişmenin kuşkusuz önümüzdeki süreç üzerinde büyük etkisi olacaktır. Suriye demokratik devriminin gelişmesinde temel ayak olacaktır. Suriye’de en örgütlü, en bilinçli toplum olarak Kürtlerin olduğunu herkes kabul ediyor. Kürdistan’da atılmış adımın Suriye’deki demokratikleşmenin temel direği olacağı teslim ediliyor. Tabii bu devrimci etki Suriye’yle de sınırlı kalmayarak bütün Arabistan’a yayılacaktır. Suriye’de gelişen Kürt-Arap demokratik birliği temelinde Kürt-Arap ilişkileri yeni bir boyut kazanabilir. Kürdistan özgürlük devrimiyle Arap demokratik hareketinin Ortadoğu’yu yeniden yapılandıracak bir birliği objektif ve sübjektif düzeyde Suriye’deki gelişmeler üzerinde sağlanabilir.
Diğer yandan zaten Kürdistan özgürlük devriminin gelişimi üzerinde büyük bir etki yapıyor. Güney Kürdistan’ın demokratikleşmesinde etkisi kesinlikle derin olacaktır. Güney Kürdistan’daki rejim siyasi, sosyal ve ekonomik olarak hala bir içerik kazanmış değil. Güney Kürdistan’da yirmi yıllık bir yönetim gerçeği yaşanıyor olmasına rağmen, dalgalıdır, muğlaktır, şekilsizdir. Çok sağlam da değil. Her an tehdit altındadır. Bütün bu durumların aşılması, Güney Kürdistan’da demokratik kurumlaşmasının gelişmesi açısından Rojava’daki halk demokrasisinin büyük bir etkisi olacaktır.
Diğer yandan Kuzey Kürdistan’daki Devrimci Halk Savaşı direnişine, bu temelde gelişen Demokratik Özerklik devrimine büyük bir güç verecek, destek verecektir. Zaten şimdiden neredeyse birleşmiş durumdadır. Düşmanı aynı, dayanışması çok güçlüdür. Kuzeydeki Kürt halkı büyük bir moral aldı, bu gelişmeleri sahiplendi. Önümüzdeki süreçte bu etki daha fazla olacak ve genel Kürdistan özgürlük devriminin gerçekleşmesinde böyle bir ivmelendirici rol oynayacak. Rojava devrimi, Filistin direnişinin Arap ulusal hareketi üzerinde oynadığı role benzetiliyor. Batı Kürdistan’ın Kürdistan özgürlük mücadelesinde oynayacağı rol bir Kürt Filistin’i olarak değerlendirilebilir. Nasıl ki Mısır’daki gelişmeler bütün Arap dünyasını etkiliyorsa, Kuzey Kürdistan’daki gelişmeler de bütün Kürdistan’ı etkilemektedir. Rojava’daki gelişmeler de Filistin’in Arap dünyasına yaptığı etkiye benzer etkiler bütün Kürdistan’da yapma özelliğine sahiptir. Tabii ki bu benzetmeler içeriği aynı olmamakla birlikte doğrudur.
Tabii Rojava’daki gelişmeler birden bire doğmadı. Bazılarının sandığı gibi Rojava’yı devlet teslim etmedi. Mücadele edilerek alındı. Bazılarının sandığı gibi Şam’da çatışma oldu, boşluk oldu fırsatçı yaklaşımlarla bazı yerler ele geçirilmemiştir. Hiçbir hazırlık olmasaydı Şam’da devlet yıkılsa bile Kürdistan’da yine de bir şey olmayabilirdi. Bu bakımdan öyle ucuz, dar değerlendirme, yaklaşım içinde olmamak lazım. Bu sonuçlar gerçekten de son bir buçuk yıllık süre içerisinde Batı’daki devrimci demokratik güçlerin planlı, örgütlü, büyük bir çabasıyla sağlanmıştır. Suriye’deki gelişmeler ardından bunun sonuçlarını karşılamak üzere çok yoğun bir demokratik halk örgütlülüğü çalışmasını Batı Kürdistan’ın yurtsever demokratik güçleri planlı bir biçimde yürüttüler. Diğer yandan doğru bir siyaset izlediler. Kimseyle ucuz düşmanlık içine girmedikleri gibi kimsenin kuyruğuna da takılmadılar. Bağımsız bir siyasi duruş, özgür bir siyasi duruş gösterdiler. Demokratik Suriye, Özgür Kürdistan’dan yana olan herkesle stratejik ilişkiye, ittifaka hazır olmak kadar, demokratikleşme yönünde çaba harcayan, değişim isteyen herkesle de her türlü taktik ilişkiye açık bir çizgi izlediler. Bunu hem siyasi ilişki ve ittifaklarda hem de mücadele tarzında yürüttüler. Birçok milliyetçi tahrik, oyun böyle siyasi yaklaşımlar temelinde bozuldu, boşa çıkartıldı.
Erken iktidar hastalığına kapılmamak gerekir
Bütün bu çalışmalar yirmi yıla yakın Önder Apo’nun yürüttüğü çalışmaların yaratmış olduğu kazanımların örgütlülüğe dönüşmesi temelinde gelişti. Yoksa bir yılda, bir buçuk yılda hemen bu düzeyde bir gelişme yaratmak mümkün değildi. Büyük bir temel zaten Önderlik tarafından atılmıştı. Komplodan sonraki on yıl içerisinde bu durum hem tasfiyecilerin olumsuz yaklaşımları hem de devletin saldırıları sonucu zayıflatılmıştı. Umut, güven, inanç toplumda epeyce azalmıştı. Son bir buçuk yıllık planlı, dikkatli bir çalışma bu durumların aşılmasını, yeniden umut, inanç kazanılmasını sağladı. Bu hazırlıklar elverişli ortamla da birleştiği an bir özgürlük devrimi hamlesine dönüştü. Doğru devrimci çalışmasının ne olduğunu, devrimin nasıl yapıldığını buradan görüyoruz. Demek ki hazırlıklı olursan, fırsatlar, imkanlar her zaman gündeme gelebilir. Bunları değerlendirdiğin zaman zaten devrimci hamle ortaya çıkar, devrimci sonuç alınır. Yoksa zorla, şiddetle devrim yapılamaz. Devrimi öyle görmemek lazım. Rojava’daki pratik devrimcilerin görevinin, rolünün ne olduğunu, devrimsel gelişmelerin nasıl hazırlandığını, nasıl gerçekleştiğini bize çok net biçimde gösterdi. Ders çıkartacağımız hususlar çoktur. Diğer parçalarda yürütülecek mücadele açısından Rojava’nın bir buçuk yıllık pratiği son derece öğretici derslerle doldur. Tabii süreç bitmemiştir, kalıcılaşmamıştır, devam etmektedir. Hatta çok hareketli, devam eden, kaygan bir süreç söz konusudur. Bu bakımdan da Batı’daki özgürlük mücadelesi yürütenlerin çok dikkatli olmaları gerekiyor. Mevcut kazanımları korumak kadar onu korumanın en önemli yolunun hem örgütlülüğü sağlamlaştırmak hem de devrimi derinleştirmek ve büyütmek, geliştirmek olduğu tartışmasızdır. Bu bakımdan var olan imkanları devrimi büyütme ve derinleştirme amacıyla seferber etmek lazım. Hata yapmamak gerekiyor. Rehavete düşmemek lazım. Erken iktidar hastalığına kapılmamak gerekiyor. Bu konuda tartışmalar, eleştiriler epeyce var. Bu tür eğilimler çok yanlıştır ve gerçekten de büyük bir tehlike olabilir. 2012 yılının kalıcı devrim hamlesinin en büyük parçası da burada gerçekleşmiş durumda. Bu devrim herkese ruh veriyor, umut veriyor, cesaret veriyor. Güçlü bir heyecan kaynağı. Dolayısıyla bu devrime ucuz yaklaşmak bu değerleri yaratanlara ve tarihe karşı sorumsuzluk olur.
Bu devrimin Kuzey Kürdistan’daki Devrimci Halk Savaşı üzerinde büyük bir etkisi var. Tabii ki geçen bir yılda en büyük mücadele Kuzey Kürdistan’da gelişti. Hem büyük bir savaş verdik hem de güçlü bir halk direnişi yaşandı. Geçen bir yıl 15 Ağustos direnişi temelinde gerçekleşen en kapsamlı savaş yıllarından biri oldu. Belki askeri boyut bazı yıllarda yaşandığı kadar olmadı, ama amaç bağlılığı, planlılığı, şiddeti, yarattığı sonuçlar bakımından en büyük savaş yıllarından biri oldu. Bir kere bu gerçeği görmek lazım. Bu savaşın doğruları var, yanlışları var. Ancak bu değerlendirmeleri yaparken, tek yanlı, dar yaklaşım içinde olmamak lazım. Her şeyden önce ucuz yaklaşmamak lazım. Büyük savaş yılına basit, ucuz, sanki hiçbir şey olmamış gibi bütünü görmeden, tek tek olaylara bakarak yaklaşmak büyük bir yanılgıdır. Hiçbir zaman insanı doğru düşünceye, doğru sonuca götürmez. Bir kere yaşanan mücadelenin büyüklüğünü, derinliğini görmek lazım. Bu noktada bu mücadeleyi yürüten tarafların duruşlarını, anlayışlarını, hedeflerini de çok iyi gözetmek gerekir. Bu gün üç yüz doksan gündür Önder Apo, bütün dünyayla bağlantılarını kesmiş, mevziiye girmiş, bu direnişi yürütüyor. Bir kere bu bir yıllık savaşı değerlendirirken her şeyin başına bu direnişi koymamız gerekiyor.
On bin tutuklumuz var. Demokratik siyaseti parçalamak için yaptılar bunu. Hiç suçsuz, yargısız bir şekilde insanları hapiste çürütülüyorlar. Ama bir çöp bile koparamadılar. Halk üzerinde, gençler, kadınlar üzerinde faşist polis terörü 12 Eylül döneminde bile yaşananı aşan düzeydedir. Üç yüze yakın gerilla şehit düştü bu süreçte. Başta Xebat arkadaş olmak üzere Rojava’da da şehitler verdik. Yani orada da mevcut gelişmeler öyle direnmesiz, kansız olmadı. Bu bakımdan Rojava’da hiç savaşmadan kazanıldı denilemez. Ama az savaşla çok sonuç alındı. Bakur’da ise çok savaştık, ama istediğimiz sonuçlara henüz tam ulaşamadık. Demek ki Kuzey’deki savaşımızın düzeltilmesi gereken yanları var.
Diğer yandan karşı tarafın yaklaşımlarını da görmek gerekli. Bu savaş sürecinin gelişmesi AKP’nin politikaları sonucu oldu. 12 Haziran 2011 seçimlerine kadar bir süreci hareketimiz yürüttü, Önder Apo yürüttü. Artık bir dönemece gelindi. 12 Haziran seçimleri Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini de yarattı. Görüşmeler İmralı’da, Oslo’da siyasi çözümü gerçekleştirecek bir müzakere sürecine adım atma noktasına geldi. Eğer gerçekten TC devleti ve AKP hükümetinin niyeti çözüm olsaydı, bu gelişmelerin sonucu siyasi çözüm için müzakereler başlatır, müzakerelerin başarılı olması için de Önder Apo’ya özgür çalışma yürütme imkanı ve fırsatı tanırdı. AKP bunu kabul etmedi. Halbuki biz hareket olarak böyle bir Önderlik, yönetim ve halk tam bir bütünlük içinde evet dedik. AKP hükümeti hiçbir çağrıyı, talebi kabul etmedi. O zamana kadar yürütülen görüşmelerin sonuçlarını reddetti. 12 Haziran seçimlerinde alınan yüzde elli oy oranını artık iktidarını tümden sağlamlaştıracağı, karşısındaki bütün siyaseti çökerterek tüm iktidarı ele geçireceği bir fırsat olarak değerlendirdi.
Seçim sonrası Tayyip Erdoğan’ı usta olarak ilan ettiler ve böyle bir saldırıyı herkese karşı yönelttiler. CHP’ye de yöneltti, MHP’ye de yöneltti. Kuşkusuz en fazla da BDP’ye yöneltti. BDP’ye siyasi iradelerini kırmak için saldırdılar. Seçilen milletvekillerini bırakmadılar. Baskıyı ve tutuklamaları artırdılar. Bunun yanında PKK’ye karşı tutumlarını da net ortaya koydular. Şimdiye kadar yaptıklarımızın hepsi oyundu, biz aslında PKK’nin kökünü kazımak istiyoruz, imha ve tasfiye etmek istiyoruz, bitireceğiz’ diyerek saldırıya geçtiler. Takvim de vermişlerdi. Tayyip Erdoğan’ın kendini akıllı sanan bir danışmanı Mart 2012’ye kadar PKK’nin sonu gelecek diye Türkiye kamuoyuna güvence bile verdi. Ama bu adamın kendinden menkul kehanetleri tutmadı. PKK bütünlüklü bir direniş içerisinde mücadelesini yükseltiyor. Devrimci Halk Savaşı başta Zap Zagros olmak üzere yoğunlaşmış durumda. Çılgına dönen, titreyen Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin kendi sonlarını gördüğünü söylemek gerekir. Bu duruma bakıp AKP planlarını, hedeflerini göz ardı etmemek lazım.
AKP tarihinin en zor dönemini yaşıyor
14 Temmuz 2011’de demokratik özerklik ilanı ardından, Önder Apo’nun, “artık siyasi çözüm koşulları kalmamıştır” diyerek geri çekilmesiyle birlikte geçen bir yılı aşkın süre içerisinde Kuzey Kürdistan’da son yirmi sekiz yıllık sürecin en kapsamlı savaşlarından birinin yaşandığı tartışmasız bir gerçektir. Bir kere böyle bir direnişi yürütmek çok anlamlı ve değerlidir. Bizi ayakta tutan, düşmanı bu kadar zorlayan, gelecek için hala umutlu kılan, atılım içinde olmamızı sağlatan bu direniştir. Böyle bir direniş ile AKP’nin planları bozuldu. Şimdi artık PKK’yi yok etme planlarından söz etmiyorlar. Ne diyorlar, hala savaşta ısrar ediyorlar diyorlar. Sanki kendilerine savaşı durdurma sözü vermiş olan var gibi. Nereden nereye geldiler. 12 Haziran’dan sonra yok edeceğiz, bitireceğiz, kökünü kazıyacağız derken şimdi savaşın sürüyor olmasından hayrete kapılıyorlar.
AKP tarihinin en zor dönemini yaşıyor. AKP sözcülerinin çılgınca ifadeleri bunu gösteriyor. Bülent Arınç da itiraf etti zaten, başarılı olmadık’ dedi. Bu bir yıllık direniş karşı tarafın planlarını bozdu, ciddi bir biçimde zorladı. Başarısızlığını itiraf eder noktaya getirdi. Bu önemli. Fakat sonuç aldı mı, Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirdi mi, özgürlük devrimini devrimci halk savaşı temelinde adım adım başarıya götüren sonuçlar ortaya çıkardı mı? Buradan baktığımızda da mevcut durum yetersizdir. Gerçekten de olması gereken sonuçları alma noktasında yetersizdir. Bunu da bir eleştiri, özeleştiri olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Bu eleştiriyi, özeleştiriyi neye karşı yapacağız, ölçü ne olacak? Kuşkusuz önderlik duruşu olacak. Direniş gerçeği olacak. Önderlik 390 gündür en küçük bir tereddüt yapmadan belirlediği sonuçları gerçekleştirmeye tam bir bağlılık içerisinde duruş gösteriyor. Bütün yapılanları, yapılamayanları bu Önderliksel duruş, Önderliksel aydınlatma temelinde değerlendirmeye tabii tutmak zorundayız.
AKP’ye karşı demokratik siyaset, halk büyük direniş içerisindedir. Çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar direniyor. Yani polis terörü kesinlikle halkı sindirmedi, korkutmadı. Tersine daha fazla direniş istiyor halk. Meydanlarda daha büyük direniş için gerillayı intikam eylemine çağırıyor. Bundan daha iyi ne olabilir? Düşmanın, AKP hükümetinin satın alarak, baskı uygulayarak halkı direnişe karşı çıkarma çabalarına rağmen halk AKP’ye karşı çıkıyor, daha fazla PKK’nin direniş siyasetini onaylıyor, daha fazla direnişe çağırıyor.
Rojava’daki devrimsel gelişme devrimci halk savaşı çizgisinde Kuzey Kürdistan’da da gelişecektir. Şemdinli’de adım adım, kısmen gerçekleşmeye doğru giden budur. Zagros’un kırsal alanlarında gerillanın denetim kurma çabası, bunu şehirlerdeki etkinliğe dönüştürme çabası bu temeldedir. Bir Devrimci Halk Savaşı hamlesi içerisindeyiz. Dikkat edilirse doğu cephesi, İran cephesi en azından 2011’deki gibi zorlayıcı olmaktan çıkarılmış, kısmen etkisiz kılınmış durumdadır. Güney cephesi, Irak hattı yine benzer bir durumdadır. Güney yönetimi düşmanla belli bir ilişkisi olsa, bir düzeyde düşman saldırılarına kapıyı açsa da AKP hükümetinin istediği gibi onlarla birleşerek saldırı pozisyonunda olmaktan uzaktır. Suriye cephesi, Batı Kürdistan’daki gelişmeler böyle bir süreçte bütün Kürdistan’daki Devrimci Halk Savaşı hamlesine büyük katkı sunan, öncülük eder pozisyondadır. Suriye’deki durum halihazırda bizim Kürdistan’dan hamle geliştirerek bölgesel düzeyde öncülük etme, inisiyatif kazanmamıza fırsat veriyor. Annan Planı işlemedi. Yeni birisi görevlendirildi. Eylül başından itibaren bir değişiklik olacağa benziyor. Bunun mevcut askeri siyasi mücadele durumu ne kadar değiştireceği belli değildir. Kısmi değişiklikler beklenebilir. Yani Suriye’de artık yolun sonuna doğru gidiliyor. Eylül başından itibaren önemli değişiklikler olacak mı, yoksa 2012 yılı böyle mi geçecek, çok net değildir. Fakat görünen şu; ABD hala Suriye’ye etkili bir biçimde müdahale etmeye hazır değil. Buna ne askeri olarak hazır ne de diplomatik olarak hazır. Rusya’yla, Çin’le görüşmeleri sürüyor, ama çok fazla sonuç almışa benzemiyor. Bu nedenle ara süreci muhalefeti askeri bakımdan destekleyip Suriye içindeki iç çatışmaları körükleyerek, tahrik ederek doldurmaya çalışıyorlar. Bu anlamda en azından önümüzdeki aylar açısından bir hamle inisiyatifinin ortaya konulacağı çok fazla gözükmüyor.
AKP hükümeti Kürt birliğini bozmaya çalışıyor
Bu durum tabii ki tek hamle yapma gücüne sahip hareketimizi gündeme getiriyor. Devrimci Halk Savaşı hamlemizin 2012’nin güzünde gelişmesi, inisiyatif kazanması için ortam, koşullar çok uygundur. ABD’nin Türkiye’ye destek vermesi, AKP hükümetini saldırıya teşvik etmesi de bizim bu hamlemizin çok fazla gelişmesini engellemeye dönüktür. Kendileri hamle yapamıyorlar, korku içindeler. Eğer PKK başarılı bir biçimde askeri gelişme sağlar, AKP yönetiminde çözülme ortaya çıkartırsa bunun etkisi bütün Ortadoğu’ya olur ve ben kaybederim kaygısı taşıyor. Bu bakımdan bize dönük yalan, yanlış propaganda yapıyorlar. Dışişleri bakanı Türkiye’yi destekliyoruz derken PKK’ye de tehdit savurdu. İran, Suriye PKK’ye silah veriyor gibi asılsız, gerçek dışı propagandalar yapılıyor. Yani gerillamızın geliştirdiği devrimci hamleleri zayıf düşürmeye, etkisiz kılmaya çalışıyorlar. Ama bunların etkisi de çok fazla olmaz.
AKP hükümeti Kürt birliğini bozmaya çalışıyor. Çünkü en çok darbe yedikleri, korktukları yer budur. Bütün Kürdistan genelinde Kürt örgütlerinin birlik olmasını engellemeye çalıştıkları gibi parçalardaki birlikleri de bozmaya çalışıyorlar. Rojava’ya dönük politikaları böyle oldu. Ahmet Davutoğlunun Hewler’e gelişi bu temeldeydi. Batı Kürdistan’daki birliği, ittifakı bozmak için yoğun bir çaba içindedir. Diğer yandan Türkiye demokrasi hareketinin birliğini ve beraberliğini engellemeye dönük büyük çabalar sarf ediyorlar. Bunun için de psikolojik savaşı çok ileri düzeyde geliştiriyorlar. Birçok oyun geliştiriyorlar. Yine diplomasi yoluyla İran’ı, Irak’ı yanlarına çekip, PKK’yle çatışır kılmak istiyorlar. Avrupa’nın, ABD’nin desteğini hat safhada alıyorlar. Rusya’dan Çin’e, Afrika’ya, Amerika’ya kadar bütün devletleri dolaşıyorlar. PKK’nin terör örgütü ilan edilmesi karşılığında Türkiye’yi pazarlıyorlar. Uluslararası alandan tecrit etmek, NATO’nun, ABD’nin desteğini almak, İran’ı, Irak’ı bizimle çatışmaya sokmak, demokrasi hareketinin gelişimini ve birliğini engellemek, Kürt örgütlerinin birliğini bozup çelişkili kılmak, böylece PKK’yi içerde ve dışarıda kuşatıp tecrit ederek geliştirdiği imha saldırılarıyla zayıflatıp marjinal kılmak veya Devrimci Halk Savaşı hamlesinin başarısını engellemek için tüm imkanlarını seferber ediyor.
AKP politikalarını iyi anladığımız gibi, bunları bozma kabiliyetimiz de, gücümüz de vardır. Kürt birliği açısından örgütler de, toplum da önemli ölçüde duyarlı hale getirilmiş durumdadır. AKP istediği kadar baskı yapsın, taviz versin öyle kolay kolay etkileyip sonuç alamaz. Bu birliği bozmaya kimsenin gücü yetmez. Kiminle, hangi ilişkiyi geliştirirse geliştirsin bu konuda başarısız olmaya mahkumdur. Kürt ulusal kamuoyu bu konuda oldukça duyarlı, örgütlü pozisyondadır. Türkiye’nin demokrasi güçleri yavaş gelişse de onlar da son iki yılda sağlanan gelişmelere dayanarak gerçekleri biraz daha iyi gördüler. Eskiyi aşan bir tutarlılık içinde bir yaklaşım gösteriyorlar.
Suriye’nin çözülmesi Türkiye’nin de çözülmesidir
AKP hükümeti dışarıda da birçok gücü yanına çekmek için provokasyonlar yapıyor. İran ve Irak’a yönelik bu yönlü politikaları söz konusudur. Davutoğlu’nun Kerkük’e gitme hikayesi, Bahçeli’nin gitme girişiminin hepsi Irak’ı işbirliğine zorlamak içindi. Maliki yönetimiyle PKK’ye karşı işbirliği kurmaya çalışıyorlar. Suriye’deki kırk tane İranlıyı bizzat Türkiye tutuklatmıştır. İran’ı PKK’ye karşı savaşa zorlamak için bunları yapmaktadırlar. Tayyip Erdoğan önce düşman ilan etti, sonra bu tutuklamalar gelişti. O kadar sıkışmışlar ki böyle basit yollara başvuruyorlar. Bunları kimse yutmaz. Bu yollarla İran’ı ve Irak’ı yanlarına çekemezler. Çünkü bölgede büyük bir çatışma var. AKP gerçek yüzünü ortaya koydu. AKP u dönüşü de yapmıyor. Keskin bir viraj çiziyor. Bir gün bakıyorsun “kardeşim” diyor; dost, can ciğer kuzu sarması, ertesi gün bakıyorsun hançeri sırta saplamış. Libya’da da bunu yaptı, Suriye’ye de bunu yapıyor. İran bu oyunları gördü. Son bir yıl içerisinde tamamen Amerika’nın ajanı konumunda bir politika izledi. Aslında Kandil direnişiyle İran’a bu gerçeği biz gösterdik. 2500 yıllık devlet geleneği var, kendilerini siyasetin kurdu olarak görüyorlar, ama AKP oyununu fark edemediler. Ancak şimdi AKP’nin oyununa gelecek durumda değiller.
AKP’nin içte de durumu zayıftır. Ordu ile çatışmalılar. Ordu henüz denetime alınmış değil. Topladılar, hapse koydular, şimdi emekliye ayırdılar hepsini. AKP ele geçirmeye çalışırken ortada sistemi olan ordu bırakmadı. Neredeyse savaşacak komutan bulamayacaklar. Şemdinli’ye, Hakkari’ye gönderecek komutan bulamıyorlar. AKP’nin tutumu nedeniyle geçen yıl genelkurmay tümden istifa etti. Ordunun içi karışıktır. AKP belli bir etkinlik sağladı, ama her şeyi ele geçirmiş değil. Adeta sırat köprüsünden geçer durumda. AKP’nin telaşı da, gerilimli ruh hali de bundan. Özcesi karşımızdaki gücün politikaları çözülmüş ve zayıf durumdadır. Dışarıdaki konumunun da zayıflığı dikkate alınırsa bizim başlattığımız Devrimci Halk Savaşı hamlemizin zafere götürmemizin önü açık, koşulları her zamankinden elverişli, imkan ve fırsatları her zamankinden çoktur. Dolayısıyla bunun geliştirilip bir zafer hamlesine dönüşmesi bize kalıyor. Özellikle de gerillaya kalıyor. Gerillanın doğru mevzilenmesi, planlı hareket etmesi, örgütlü savaşması gerillacılıkta derinleşmesine kalıyor.
Devrimci Halk Savaşı hamlemiz 15 Ağustos’un 29 yıllık derslerini doğru bilince çıkartma temelinde zafere gideceği kesindir. Ama bunun için tabii ki askeri çizgi, gerilla çizgisini, onun örgüt, taktik, tarz ve komuta gerçeğini doğru anlamak ve özümsemek, pratiğe doğru uygulamak zorunlu. Bu savaşın gerçekten de bir ideolojik siyasi çizgisi, bir askeri çizgisi vardır. Devrimci Halk Savaşı böyle bir çizgiye sahiptir. Önderliğin teorik aydınlatıcılığı temelinde gelişiyor. Bir parti öncülüğü kesinlikle var. İdeolojik siyasi çizgiden bağımsız, ideolojik siyasi amaçlardan kopuk bir savaş gerçeği kesinlikle yoktur. Bu bir devrimci savaş, devrim hamlesidir. Dolayısıyla da önderlik çizgisini, parti öncülüğünün rolünü, gerçeğini iyi anlamak, özümsemek şarttır. Komuta özümsemeli, savaşçı özümsemelidir. Bu da doğru partileşmek demektir. Doğru partileşmek bizim gerçeğimizde tam gerillalaşmak demektir. Doğru komutanlaşmak, doğru savaşçı haline gelmek, gerillalaşmak, doğru ve yeterli birlik düzenine girmek demektir, örgütlenmek demektir. Askeri çizginin en önemli boyutu stratejinin doğru anlaşılmasıdır. Yani hangi amaçları gerçekleştirmek için bu savaşı veriyoruz? O amaçları hangi yol ve yöntemlerle gerçekleştireceğiz? Bu sorulara cevap veren stratejiyi, yani Devrimci Halk Savaşı stratejisini özümsemek lazım.
Kürt Özgürlük Hareketi hala yüzde yirmi kapasitesiyle savaşıyor. Savaş kapasitesi bu değildir. Şemdinli’den Karadeniz’e kadar mevcut güç takım takım örgütlense yüzlerce takım çıkar ortaya. Savaşa göre örgütlenmiş olan, düşmanı yirmi dört saat takip edip peşinde koşan bir gerilla takımının birkaç günde bir düşmanı kıstırıp vurma imkanı bulamaması mümkün değildir. Dolayısıyla doğru komutanlık ve gerillacılık geliştiğinde Türk devletinin bu güç karşısında dayanması zordur. Zaten teknik dışında savaşma gücü kalmamış gibidir.
Özcesi Agit komuta çizgisi etkili hale gelirse, mevcut HPG ve YJA Star örgütlülüğü üzerine kurulu savaş pratiği özgürlük devriminin zaferi olacaktır. Her yerde gerçekten de mevcut AKP hükümetini yenilgiye uğratacak bir Devrimci Halk Savaşı başarıyla gelişebilir.
Karşımızdaki güç, çökme noktasında. Yani savaş gücü yok. Tekniğe dayanarak, biraz şunu bunu tehdit ederek özellikle de psikolojik savaşı geliştirerek AKP kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Eğer doğru bir gerillacılık, planlı bir biçimde birkaç ay başarıyla pratikleşirse AKP’nin bütün maskesini düşürür. Bütün direnme noktalarını kırar, bir büyük çözülmeye götürür. Belki de Suriye’deki yönetimden daha önce Türkiye’deki yönetim çözülme yaşayabilir. Durumları çok da farklı değil. Çünkü çizgileri farklı değil. Aslında Suriye Türkiye’yi taklit ederek devlet oldu şimdiye kadar. Arap milliyetçiğinden etkilendi, ama Arap milliyetçiliğinin esasında da Türk milliyetçiliği var. Suriye daha çok Türkiye milliyetçiliğinden etkilenerek bugünkü sistemi, devleti kurdu. Suriye’nin çözülmesi her bakımdan Türkiye’nin de çözülmesidir. Dolayısıyla dikkat edilirse mevcut mücadele zaten Türkiye’yi de aynı çözülme noktasına getirdi.
Eğer dağda gerilla rolünü oynar ve serhildan da belirli düzede gerillayla bütünleşirse 2012’nin güz dönemi Suriye’dekinde daha çok Türkiye’de bir devrimci mücadele ve devrim ortamı yaratacaktır. Rojava’da gelişen özgürlük devriminin daha güçlü bir biçimde Kuzey Kürdistan’da adım adım gerçekleşmesini sağlayacaktır. Gerillanın ve halkın direnişi bunun gerçekleşeceğini göstermektedir.