Bundan önceki kısımda Devrimci Halk Savaşı’nın bağlı olduğu amaçlar ya da yerine getireceği görevler üzerinde durduk. Önderliğimiz tarafından temel amaç olarak, “Varlığını Koruma ve Özgürlüğünü Kazanma” tanımı getirilmişti. Varlığını korumak, yani soykırımı durdurmak, yok etmek, ulusal ve toplumsal varlığı güvenceye almak, onun yaşam güvenliğini ortaya çıkartmaktır. Özgürlüğünü kazanmak da, elbette her düzeyde toplumsal özgürlüğün sağlandığı bir demokratik sistemi, demokratik toplum sistemini ortaya çıkartmaktır.
Bundan önceki kısımda Devrimci Halk Savaşı’nın bağlı olduğu amaçlar ya da yerine getireceği görevler üzerinde durduk. Önderliğimiz tarafından temel amaç olarak, “Varlığını Koruma ve Özgürlüğünü Kazanma” tanımı getirilmişti. Varlığını korumak, yani soykırımı durdurmak, yok etmek, ulusal ve toplumsal varlığı güvenceye almak, onun yaşam güvenliğini ortaya çıkartmaktır. Özgürlüğünü kazanmak da, elbette her düzeyde toplumsal özgürlüğün sağlandığı bir demokratik sistemi, demokratik toplum sistemini ortaya çıkartmaktır. Sadece dar bir ulusal özgürlük ile sınırlı değiliz. Dikkat edilirse, ulusal özgürlük mücadelesini; dil, kimlik, kültür özgürlüğü mücadelesini bir paradigma mücadelesi halinde ele alıyoruz. Sınıflı, cinsiyetçi toplum sisteminin aşılarak her kesimin, her kişinin, bütün toplulukların özgürce katıldığı, örgütlü olarak yer aldığı, yaşamlarını kendi örgütlülükleri temelinde özgürce sürdürebildikleri bir demokratik sistemi ortaya çıkartmayı hedefliyoruz.
Bazıları bunu dar bir dil kültür sorunu gibi ortaya koymaya çalışıyorlar. Bazıları “bu özgürlükleri devletle sağlayabiliriz” diyorlar. Biz, bu iki görüşü de doğru bulmuyoruz. Kürt sorunu, ulusal sorun ne dar bir dil kültür sorunu, kültürel özgürlükle yalnız başına çözülebilecek bir sorun, ne de devletin özgürlük ve demokrasi getirmesiyle çözülecek bir sorundur. Kürt sorunu kapsamlı ve bütünlüklü bir sorundur. Aslında hiyerarşik devletçi sistemin yarattığı bütün toplumsal sorunları içinde taşıyan bir sorundur. Kapitalist modernitenin hakim kıldığı sorunların hepsini şimdi yaşıyor. Dolayısıyla dil kültür özgürlüğü bile ancak bütünlüklü bir toplumsal özgürlük yaklaşımıyla, kadın özgürlüğü ekseninden başlamak üzere, tüm toplumsal kesimlerin, bireylerin, azınlıkların ekonomiden güvenliğe kadar bütün alanlarda özgür yaşayabilecekleri bir sisteme ulaşmayı ifade ediyor. Onunla birleştiği zaman ancak gerçekleşebilir, kalıcı olabilir. Önder Apo, geçmişte de “ancak özgür bir halkın dili özgür olabilir” dedi. Kendisi özgür olmayan halka dil ve kültür özgürlüğü getiremezsiniz. Köle bir halk özgür konuşamaz, özgür düşünemez ve yaşayamaz. O bakımdan da özgürlüğü daraltıcı yaklaşımlar doğru değildir. Onlar dar milliyetçi yaklaşımlar oluyorlar.
Diğer yandan yine devletçi, milliyetçi yaklaşımlar da çözümleyici değillerdir. Kürt’ü, Türkçe veya Arapça soykırımdan geçirmek değil de, Kürtçe soykırımdan geçirmek gibi bir şey oluyor. Bazıları bunu bir ilerleme sayıyorlar. Hiç olmazsa ölecekse de, anladığı dilden ölsün denebilir. Fakat biz bu ehveni şer yaklaşımını doğru bulamayız. Bir özgürlük hareketi olarak kendimizi böyle bir ilkede, anlayışta tutamayız. Ölmemesini ve özgür yaşamasını sağlatacak, yaratacak bir yaklaşımı elbette esas alırız. O bakımdan da devletin özgürlük değil, toplumsal özgürlükleri, demokrasiyi, doğal toplumu, toplum doğasını parçalayan, darbeleyen, bölen, çatıştıran, çeliştiren, ona egemenlik ve kölelik getiren, baskı ve sömürü yaratan bir sistem olduğunu anlamamız gerekiyor.
Devleti kutsayan, öven düşüncelerin hepsi devletler tarafından üretilmiş düşüncelerdir. Toplumlar üzerinde, insanlar üzerinde egemenlik kurabilmek için yaratılmışlardır. Eğer gerçekten bir devletçi kişi değilsek, devletçilikten beslenen, yemlenen konumda değilsek o zaman gerçekçi bakmamız lazım. Bütün kötülüklerin kaynağını “özgürlükleri, güzellikleri, iyilikleri de yarat, sen bunun yaratıcısı olacaksın” diye ele alamayız. Bu, tutarsızlık olur. Zaten dikkat edilirse bu, şimdiye kadarki özgürlük düşüncelerinin, eylemlerinin yaşadığı temel iç tutarsızlıktı. Onun için hep birer eylem ve güzel arayış olarak kaldılar. Geçici gelişmeler olabildiler. Toplum doğasını geliştiren, demokratik yapıda ilerleten bir sistem olamadılar. Bu çelişkiyi de devletçi düşünce ortaya çıkarttı. Doğal toplumu parçalarken, toplumsal zihniyeti de bu biçimde yeniden yapılandırdı. Kendi egemenliğini sürekli kılacak, varlığını sürekli yaşatacak bir zihniyet temeline oturttu. İşte bu, oradan geliyor. Bunu bilmek ve anlamak zor değildir.
Devletçi paradigmaya karşı demokratik toplum paradigması
Biz özgürlük mücadelesini bir paradigmasal mücadele olarak ele alıyoruz. Yani devletçi paradigmaya karşı, demokratik toplum paradigmasının gerçekleşmesi, hakim kılınması, toplumsal sistemin buna göre oluşturulması temelinde ele alıyoruz. Bütün alanlarda özgürlüğü öngörüyoruz. Bu bizim felsefemiz, ideolojik siyasi çizgimizdir. Kısacası siyasi programımızdır. Bu temelde amaçlar, görevler olarak soykırımı durdurmak, yıkmak, demokratik toplumu inşa etmek olarak ortaya koyduk. Mevcut temel ilkenin pratikte gerçekleşmesini böyle öngördük. Bunu mevcut devletçi sistemin daraltılması ve KCK sisteminin örgütlendirilip korunması, savunulması olarak da belirttik.
KCK sistemi esnek bir sistemdir. Çünkü demokratiktir. Demokratik sistemler esnektirler. Devletçi sistemler katı, mutlakçı ve egemenlikçidirler. Dolayısıyla KCK sisteminin inşası, yaşatılması, var edilmesi ucu açık olarak birçok boyutta gerçekleşebiliyor. Onun temel yedi boyutunu ortaya koyduk. Bu bizim parti programımızdır. PKK programının temel yedi ilkesini ya da bölümünü ifade ediyor. Böyle tanımlayabiliriz. Bu bölümlerin, gerçekleştirilmesi gereken görevlerin ayrıntıları vardır. KCK sisteminin örgütlendirilmesi ve işler kılınması partimizin temel görevidir. KCK sisteminin esnekliği, kendi başına var olabildiği gibi, devletçi sistemlerle de iç içe, yan yana belli bir ilişki ve çelişki temelinde var olabilme özelliğine sahip bulunmasından ileri geliyor. Devletçi sistemleri hemen reddedip tümden yok etmeyi hedeflemiyor; “ya devletçi sistem var olur ya da ben var olurum” demiyor. Bunu söyleyenler ulus devletçi sistemlerdir. Dikkat edilirse, ulus devletler kendilerinden başka bir varlık kabul etmiyorlar, tanımıyorlar, var olanları yok etmek istiyorlar.
KCK sistemi öyle değildir. Kendi başına da var olabilir, devletsiz de varlık gösterebilir, yaşayabilir. Fakat çok değişik düzeylerde devletçi sistemlerle de iç içe var olabilir. Yine bütünlüklü, öngörülen yedi boyutun tümünü yetkince örgütleyerek, bütünlüklü bir sistem halinde var olabileceği gibi, bir veya birkaç boyutun örgütlenmesiyle, bir boyutun belli bir düzeyde örgütlenmesiyle de var olabilir. Böyle oldu diye KCK sistemi yoktur, Demokratik Konfederalizm oluşmamıştır denilemez. Eksikliklerinin olduğu söylenebilir. Yine “hala inşa edilmesi gereken yönleri bulunuyor” diye ifade edilebilir. Ama KCK sisteminin varolması için illa yedi boyutun yüzde yüz inşa edilmiş, örgütlendirilmiş olması da gerekmez. Yüzde otuzu örgütlenebilir, yüzde altmışı da örgütlenebilir, yüzde yüzü de örgütlenebilir. Bir boyut yüzde seksen örgütlenebilir, bir boyut yüzde kırk da örgütlenebilir. Bütün bunlarla da KCK sistemi var olabilir. KCK sistemi, aynı zamanda demokratik mücadele sistemidir. Özgürleşme ve demokratikleşme mücadelesi süreci de diyebiliriz. O bakımdan yerine getireceği görevler de buna göre belirleniyor. Bu noktada böyle bir mücadeleyi yürütmenin hedefleri de buradan ortaya çıkıyor.
Biz geçmişte de savaş yürüttük. 1 Haziran 2004’ten bu yana, düşük yoğunluklu bir aktif savunma savaşı içinde olduk. Bu savaşı orta yoğunluklu düzeye de çıkartmaya çalıştık. Son zamanlarda deneme düzeyinde de olsa yaşadık. Daha önce uzun süreli halk savaşı temelinde, sert gerilla savaşımları içerisinde olduk. Belli bir hedef programımız oluştu. Kimleri hedefleyeceğimiz ve nasıl vuracağımız konularını hep önemli bir sorun yaptık. Değerlendirdik, tartıştık, ele aldık, planladık ve ona göre pratik geliştirmeye çalıştık. Şimdi Devrimci Halk Savaşı, meşru savunma duruşumuzda yeni bir savaş duruşu olarak ortaya çıkmaktadır. Yerine getirmekle yükümlü olduğu temel görevleri vardır. Bu görevleri gerçekleştirmede neleri hedefleyeceğini, neleri yıkıp kuracağını ve koruyacağını da program düzeyinde netleştirmemiz gerekmektedir.
Biz geçmiş dönemlerde de savaşlar yürüttük. O savaşın da belli hedefleri vardı. Geçmiş dönemdeki savaşımızın hedefleri neyse ona göre hareket edildi. Geçen dönemde böyle yaklaşımların ortaya çıktığını gözledik. Bu da, Devrimci Halk Savaşı’nda eskiyi tekrarlamak oldu. Hem paradigma değişmiş, hem buna dayalı programımız değişmiş, hem de stratejimiz değişmiş, ama biz yürüttüğümüz savaşın hedeflerinde ve yöntemlerinde değişiklik yapmıyoruz. O halde bu tutum ne paradigma ve program değişimini ne de strateji değişimini kabul ediyor, kaldırıyor. Hiçbir şeyin değiştirilmemiş olduğu anlamına geliyor. Çünkü pratikte ne yaparsak düşüncemizin, amaçlarımızın o olduğu anlaşılıyor. Ya da gerçek anlamda onlardan oluşuyor. “Biz, düşünce olarak şunları öngörüyoruz, ama pratikte de başka şey yapıyoruz” diyemeyiz. Bu pratik, bu düşünceye uygundur. O zaman o düşüncenin hiçbir değeri olamaz. Gerçek olan pratiktir.
Pratik eski paradigma, eski program ve stratejiye göreyse o zaman sen bu değişikliklerin hiçbirini yapmamışsın, yeniye gelmemişsin, eskiyi yaşıyor ve yaşatıyorsun demektir. Bunların çok fazla yaşandığını biliyoruz. Bu konu, bu hususlar bütün toplantılarımızın, konferanslarımızın, yönetim toplantılarımızın, eğitimlerimizin temel tartışma, eleştiri ve özeleştiri konusu oluyor. Böyle olduğu bilinmektedir. Bu anlamda bilinmeyen, netleşmemiş bir durum söz konusu değildir. Bu da doğru değildir. O zaman değişememiş oluyoruz, eskiyi tekrarlıyoruz. Sürecin gerisinde kalıyoruz. O çabanın, mücadelenin ne kadar cesur ve fedakar olursa olsun sonuç vermesi, başarı getirmesi mümkün değildir. Bir kere çizgiye uygun değildir. O halde biz içinde bulunduğumuz sürecin gereklerine göre bir mücadele yürütüyoruz. Teorimizi ona göre oluşturmuş, programımızı ona göre belirlemişiz. Stratejimizi ona göre çiziyoruz. O halde hedefler programımızı da yürüteceğimiz savaşta buna göre belirlememiz lazım. Programımızın ortaya koyduğu, savaşla gerçekleştirmek istediğimiz görevlerin gereğine göre bir hedef programımızın oluşması gerekli.
Şimdi buradan baktığımızda, yeni bir hedefler programına ihtiyacımız vardır. Özellikle 1 Haziran 2004’ten bu yana yürüttüğümüz mücadelenin hedefler programı, orduyla çatışmaya girmekti. Askeri güçlere darbe vurup devleti diyaloga zorlamayı hedefleyen bir savaştı. Bu zorlamayı kuvvetlendirebilmek için zaman zaman polislere de vurabilsek, ekonomik hedefleri de programımıza alabilsek diye çalışmalar, arayışlar içinde olduk. Bu iki alanda kısmi girişimler yaşandı. Gerçekten de zayıf kaldı. Çoğunlukla bunlar kağıt üzerinde kaldılar, sözde kaldılar. Genel planda ise sadece askeri hedeflere, belli taktiklerle eylem yapabilen, askeri saldırılar karşısında kendini savunmaya çalışan bir savaş duruşu içinde olduk.
Demokratik Konferderalizm inşasını bütün boyutlarda gerçekleştirmeliyiz
Şimdi dikkat edilirse böyle bir duruşla bundan önceki bölümde ortaya koyduğumuz görevleri yerine getiremeyiz. Yani sömürgeci soykırım sistemini kıran, parçalayan, işlevsiz kılan, mevcut ulus devlet sistemini gerileten, daraltan, sınırlayan, onun yerine KCK sistemini, Demokratik Konfederalizm sistemini bütün boyutlarıyla örgütleyen ve savunan bir gelişmeyi ortaya çıkartamayız. Böyle bir mücadeleyi yürütemeyiz bile. O halde amaçlarımız bunlarsa, amaçlarımız devleti veya soykırım sistemini bu düzeyde geriletmek, yerine demokratik toplum sistemini inşa etmek ise, devleti sınırlandırıp daraltarak, Demokratik Konfederalizmi onun yerine inşa etmekse ve bunu bütün boyutlarda yapmak ise o zaman bütün bu boyutları içeren bir mücadele yürütmek zorundayız.
Devrimci Halk Savaşı’nın çalışma programı, eylem programı, mücadele programının bütün bu yedi boyutu içerisine alan düzeyde olması lazım. Her alanda mücadele yürütebilmemiz gereklidir. Yanlış anlama olmamalıdır. Mücadeleyi elbette her alanda yürütmeliyiz. İnşayı bütün boyutlarda gerçekleştirmeye çalışmalıyız. “Her boyutta aynı düzeyde gelişmeler olmaz, farklılıklar olur” demek, bütün boyutlarda mücadele etmek gerekmez anlamına gelmiyor. Bu da olabilir. Örneğin fiilen geçen altı yedi yıllık süre içerisinde, hemen hemen sadece siyasi boyut öne çıktı. Çok sınırlı bir kültürel boyut mücadelesi verdik. Kısmen de gerilla düzeyinde bir askeri boyut mücadelesi oldu. Onun dışında mücadelenin hepsi siyasi boyutta oldu. Ne ekonomik boyutu geliştirdik, öyle bir mücadele yürüttük, ne sosyal, ne de hukuki boyutu geliştirdik. Aslında öz savunma boyutunu bile işlemedik, ciddi bir diplomatik boyut geliştirmedik. Sosyal, kültürel boyuta ilişkin bazı şeyler istedik. Ama bu, Demokratik Konfederalizm istemek değildir.
O halde niye istedik? Karşı tarafı teşhir etmek için istedik. Yoksa devlet yapsın diye değil. Devletin gerçeğini ortaya çıkartabilmek, Kürt sorununun nasıl bir sorun olduğunu herkese gösterebilmek için istedik. Çelişkileri ortaya koymak, açığa çıkartmak için istedik. Bazen de yanlışlık oldu. Bazıları da bunları devlet yapacak diye sandılar. Devletten ister oldular. Bu da bir yanlışlık oldu. Eleştiri ve özeleştiriyle düzeltmemiz gereken bir hususu oluşturuyor. Şimdi “kendi irademizle, öz gücümüzle, direnişimizle KCK sistemini inşa edeceğiz, Demokratik Konfederalizmi örgütleyeceğiz, devleti daraltacağız, sınırlandıracağız, Kürt sorununu kendi gücümüzle çözeceğiz” derken elbette ki kimseden bir şey isteyemeyiz. Başkaları bir şeyler yapsın diye istekte bulunamayız. Her şeyi yerinde, zamanında doğru bir planlamayla kendimiz yapmak durumundayız. Onun için de böyle büyük bir mücadele yürütüyorsak, o halde KCK sisteminin bütünlüklü bir inşasını da gündemimize koymak durumundayız. Savaş yürütmenin gereği de budur.
Savaş gibi bir mücadeleyi göze alıyorsak, onun önüne büyük hedefler koymak durumundayız. Bir savaşı geliştirebilmek, sürekli kılabilmek, dayanaklarını oluşturabilmek için kendimizi, toplumu örgütlemek durumundayız. Mevcut Devrimci Halk Savaşı’nda savaşı kendi programı, planı doğrultusunda geliştirdiğimiz ölçüde KCK sistemi örgütlenir, KCK sistemini örgütleyebildiğimiz oranda biz savaşı geliştirebiliriz. Çünkü savaşı geliştirecek güç, o sistemdir. Savaş ekonomik dayanağını, hukuki, sosyal gücünü, siyasi gücünü, mali gücünü, kültürel gücünü elbette ki örgütlülüğünden alacaktır. Bunlara dayanacak ki savaş yapılabilsin, yaşayabilsin. Sadece bir savaş olmaktan çıkarak, bir toplumsal olay haline gelsin. Toplumsal devrime dönüşsün. Yoksa silahlanmış güçlerin, ne yapmak istedikleri belli olmayan bir vuruşması haline gelebilir. Bu tehlike her zaman vardır. Biz bu biçimde savaşamayız. Devrimci Halk Savaşı, kesinlikle böyle bir savaş değildir. Savaş, bu duruma düştüğü zaman çeteleşmiş olur. Amaçlarından, ilkelerinden ve ölçülerinden kopmuş, sadece vuruşmayı içeren, intikam duygularını körükleyen veya tatmin eden bir olay haline gelmiş olur. Böyle bir savaş da, kesinlikle Devrimci Halk Savaşı değildir. Devrimci Halk Savaşı’nın her şeyden önce böyle olmayacağını bilmemiz, anlamamız gerekiyor.
Bu çerçevede değerlendirdiğimizde Devrimci Halk Savaşı’nın hedefler programını yeniden ve yeterli bir biçimde inşa etmemiz gerekiyor. Bütün boyutlara göre de bunları tanımlamamız lazım. Örneğin ekonomik ve ekolojik boyuta ilişkin hedefler programımız elbette olacaktır. KCK’nin öngördüğü, demokratik modernite çizgisinin öngördüğü bir ekonomik boyut vardır. Önderlik savunmada, “tekelci, bu temelde tahakkümcü, sömürücü ekonomiye, sadece pazar için meta üretimine karşıyız” diyor. Demokratik Konfederalizmin ekonomik sistemi böyledir. Bu da tümüyle ekolojik sisteme dayalı bir ekonomik yapılanmadır. Ekonomik ve ekolojik toplumu, temel toplumsal duruş olarak tanımladı. Şimdi bunlarla çelişen, bunlara zarar veren ekonomik yapılar bizim hedefimizdir ve biz onları reddediyoruz. Böyle bir ekonomik modelle örgütlemeyi öngörüyoruz.
Diğer yandan savaş yürütüyoruz. Savaşa hizmet eden, özel savaşa bağlı geliştirilen, özel savaşın destekçisi, mali kaynağı olan ekonomik yapılar, ekonomik hedeflerimiz arasında olacaktır. Biz, bütün ekonomik sisteme karşı değiliz. Dışımızda, devlet veya özel kişiler tarafından geliştirilen bütün ekonomik faaliyetleri reddetmeyeceğiz. Bizim dışımızdaki bütün ekonomik faaliyetler yasaktır, hepsi hedefimizdir diyemeyiz. Öyle dersek yanlış olur. Kendi ekonomik modelimizi geliştirmeye çalışacağız. O inşa görevidir.
Bunun dışında da, toplumsal yaşam içinde yer edinebilen, demokratik sistemle temelde çok fazla çelişmeyen, ekonomik faaliyetleri meşru göreceğiz, kabul edeceğiz. İster kamu çalışması temelinde olsun, isterse özel mülkiyet temelinde olsun, bunları meşru göreceğiz. Bunlar dışındaki ekonomik kaynakları hedefleyeceğiz. Bunun yanında bir de kooperatif, kolektif, toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı esas alan, kullanım değeriyle yüklü ekonomik faaliyetleri örgütleyeceğiz. Her alanda inşa etmeye, geliştirmeye, böylece toplumun ekonomik ihtiyaçlarını, beslenme ihtiyaçlarını kendi üretimiyle sağlayacağı bir durumu ortaya çıkartmaya çalışacağız.
Çift dilli eğitim
Yine sosyal boyut alanında hedeflerimiz var. Bu, eğitim, sağlık, spor gibi faaliyetleri içeriyor. Bu noktada da neyi hedefleyeceğimizi iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Örneğin eğitim faaliyetlerinde tümüyle asimilasyona dayalı, devlet ideolojisiyle donatmayı hedefleyen eğitim faaliyetlerini engelleyeceğiz. Ama eğitimi tümden yok mu edeceğiz? Örneğin DTK “çift dilli eğitimi kabul ediyoruz” diye karar aldı. Demokratik toplumun çift dilli varolmasını öngördü. Bu önemli bir karardı. Bunu eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın diğer bütün alanlarında gerçekleştirmeyi öngörebiliriz. En azından eğitimin bir kere böyle olmasını, çift dilli olduğu, asimilasyonu öngörmediği, bir de bir ideolojik faaliyet, beyin yıkama faaliyeti olmadığı müddetçe, bu tür eğitim faaliyetlerine izin vermeliyiz. Ama böyle olmayan, tamamen asimilasyonu öngören eğitim kurumlarını da hedef alacağız. Bunun dışında demokrasiye açık, çift dilliliği kabul eden eğitim ortamlarını elbette ki hedeflemeyeceğiz. Buna karşıt kendi eğitim sistemimizi, etkili olduğumuz oranda örgütleyip geliştirmeyi de öngöreceğiz. Kendimiz inşa etmezsek, var olanı, devlete ait olanı da tümden durdurursak o zaman doğru olmayan, sürdürülemeyecek bir durum ortaya çıkar. Oysa yanlış bulduklarımızı gerilettiğimiz ölçüde, doğru gördüğümüzü, demokratik gördüğümüzü inşa edeceğiz. Dikkat edilirse eğitim alanında da hem hedefleyeceğimiz, hem de kabul edeceğimiz durumlar var. Ayrım yapmamız gerekiyor. Hepsini birden hedeflersek, o doğru olmaz. O zaman devleti tümden reddeden bir duruma geliriz. 1980’li, ’90’lı yıllardaki uzun süreli halk savaşı stratejisinin çerçevesine düşeriz. Demokratik Konfederalizm veya devlet artı demokrasi programını reddetmiş oluruz.
Sağlık kurumlarının halka hizmet eder hale getirilmesini önemsememiz lazım. Bunları reddetmeyeceğiz. Örneğin şimdi öyle bir duruma gelmiş ki, zaten bir topluma hizmet kurumu olmaktan öteye asimilasyon kurumuna dönüştürülüyor. “Türkçe bilmeyene sağlık hizmeti verilmez” diye kural koyan, uygulama yapan yerler var. Bunlar soykırımcı ocaklardır. Elbette bunları etkisizleştirmek, böyle olmaktan çıkartmak gerekiyor. Ama halkın sağlık hizmetlerini, demokratik çerçevede bir hizmet olarak, kesinlikle asimilasyona ve sömürüye yer vermeyecek şekilde yerine getiren kurumları kabul etmeliyiz ve hedeflememeliyiz. Diğer yandan kendi sağlık kurumlarımızı geliştirmeliyiz. Bu faaliyet en kolay geliştirilecek faaliyettir de. Devlet buna el attı, toplumu kendine bağlamak için, özel savaşın bir faaliyeti olarak kullandı. Biz yapamadık. Bunu da savaşla yapmak gerekmiyordu ki! Aslında savaşsız geçen yasal, legal dönemde en rahat, en fazla yapabileceğimiz bir faaliyetken çok az yapabildik. Şimdi bu konular üzerinde daha fazla durmamız gerekiyor.
Spor ve benzeri, gençliğin bu yönlü eğitimleri de aynı konudur. Dikkat edelim, toplumu, ulusu temsil eden kurumları geliştiremedik. Sporu özendiren, genişleten, geliştiren, gençliğin fiziki eğitimi haline getiren bir politikayı izleyemedik. Aslında bu kadar belediyeler vardı. Bunları çok fazla yapabilirlerdi. Ancak öyle olmadı. Ulusu, toplumu müsabakalarda temsil edecek doğru dürüst bir spor kulübü bile örgütleyemedik. Bu, bizim için geri bir durumdur. Aslında devletten beklentili duruşun sonucu oldu. Önünde engeller olduğundan dolayı olmadı. Bu engeller aşılabilirdi. Fakat aşamadık. Şimdi bunu geliştirmenin imkanları vardır.
Mevcut hukuk sistemini Kürt halkının özgür duruşunu suç sayıyor
En önemli boyutlardan biri hukuki boyut oluyor. Mevcut hukuk sistemini, yargı sistemini işletmeyeceğiz. Çünkü bu hukuk ve yargı soykırımcıdır. Kürt halkının özgür duruşunu suç sayıyor, terörizm sayıyor ve insanlık dışı görüp cezalandırıyor. Biz o hukuk kurumunu, sistemini, yargısını kabul edemeyiz. Dolayısıyla onu işlemez kılacağız. Onun yerine Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü esas alan bir hukuk anlayışı ve yargı sistemini geliştirip örgütleyeceğiz ve işler kılacağız. Dikkat edilirse, hukuk alanı bile çok önemli bir mücadele alanı oluyor. Mevcut mahkemeler işlediği müddetçe, onların neyi suç saydığı, neyi doğru bulduğu ortadadır. Onlar, soykırım mahkemeleridir. Öyle toplumsal sorunlara bakmıyorlar. O yönlü olanlar var. Belki halk içerisindeki olayları çözümleyen mahkemeleri biraz düzelterek, demokratikleştirerek işletebilir. Fakat hiç düzeltilmeden kesinlikle işletilemez. Sistemi o alan koruyup yürütüyor.
Böyle bir dönemde siyasi hedefler programımız önemlidir. Var olan bir siyasi yönetim, idari sistemler var. Devleti temsil eden vilayetler, kaymakamlıklar, muhtarlıklara kadar örgütlendirilmiş ve sürdürülüyor. Buna dayalı bir partiler rejimi var. Merkezden Kürdistan’a kadar geliyor. Hepsi merkeze bağlama, mevcut haliyle sömürgeciliğe hizmet etme, soykırımcılığa hizmet etme özelliği taşıyor. Bu bakımdan mevcut partiler sistemini, Ankara’daki meclisi Kürt gerçeğini kabul edip, Kürt halkının demokratik hakların öngörmediği müddetçe, sömürgeci, soykırımcı göreceğiz. Dolayısıyla da işletmeyeceğiz. Çünkü demokratik siyasetin, PKK’nin örgütlenmesine izin verilmiyor. Bırakalım PKK’yi, orta sınıf hareketi olarak gelişen örgütlenmelere bile izin verilmiyor. HEP’ten DTP’ye kadar bir sürü parti kapatıldı. Şimdi dört bine yakın Kürt siyasetçisi, BDP’li tutuklanmış, zindanlara konmuştur. Terörist sayılıyorlar. Bu halde AKP’nin, CHP’nin, MHP’nin üyesi olmayı, onları Kürdistan’da örgütlemeyi biz de işbirlikçilik, ajanlık ve ihanet sayacağız. Diğer yandan devleti örgütleyen ve yöneten kurumlar var. Bunları işlemez kılacağız. Temel hedeflerimiz, elbette ki bunlar olacaktır.
Bunlar yerine demokratik siyaseti ve demokratik öz yönetimi geliştirmeyi öngöreceğiz. Demokratik siyaset kapsamında, Kürt halkının varlığını, özgürlüğünü, kimliğini kabul eden, halkların kardeşliği temelinde iç içe, birlikte yaşamayı öngören ideolojileri, siyasetleri, örgütlenmeleri esas alacağız, izin vereceğiz. Bunları reddetmeyeceğiz, ama Kürt’ün, Kürt halkının varlığını reddeden, haklarını tanımayan, özgürlük ve demokrasi mücadelesini terörizm sayan düşüncelerin, siyasi partilerin örgütlenmesine izin vermeyeceğiz. Bunları işbirlikçilik, ihanet, ajanlık sayacağız. Aynı şekilde devlet kurumları, idari yönetimler olarak da bu biçimde devlet sistemine hizmet eden kurumları etkisizleştireceğiz. Onun yerine, demokratik siyasetin alanını açacağız. Soykırımcı ve sömürgeci olmamak kaydıyla siyasal özgürlük getireceğiz. Çünkü onlar demokratik siyaseti reddediyorlar. Demokratik öz yönetimi reddediyorlar. Belediyeleri, siyasetçileri tutukladılar. Biz de onları reddedeceğiz. Onların kabul etmediği, reddettikleri ölçüde biz de devleti reddedeceğiz. Böylece mevcut idari sistem yerine de, demokratik öz yönetimi Demokratik Konfederalizm örgütlenmesi temelinde geliştireceğiz. Kadın, gençlik, emekçiler, değişik kesimlerin, azınlıkların, hepsinin demokratik örgütlenmesinden oluşan kolektif öz yönetimler ortaya çıkartacağız. Demek ki siyasi boyut çok daha önemli bir mücadele alanı olacaktır.
Diplomatik boyut da bir mücadele alanıdır. Aslında bize karşı, Kürt halkına, onun özgürlüğüne karşı en çok saldırı yürütülen bir alan, diplomatik alandır. Kuşatmaya alınmaya çalışılıyoruz, dünyadan tecrit edilmek isteniyoruz. Kürtleri kötülemek, terörist saymak için her türlü faaliyet yürütülüyor. Hükümetin, devletin en kapsamlı faaliyetlerinden biri bu alandadır. Buna karşı bir diplomatik mücadeleyi daha güçlü geliştirmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar bu konuda sınırlı bir faaliyet yürüttük. Fakat bunun kapsam ve içerik olarak geliştirilmesi lazım. Soykırım rejimini teşhir ve deşifre eden, insanlık katliamı yaptığını açıkça gösterebilen, bütün dünya kamuoyuna bunu anlatabilen diplomatik faaliyet içinde olacağız. Hem soykırım sisteminin, AKP yönetiminin PKK’yi, Kürtleri terörist, terör örgütü saydırmayı hedefleyen diplomatik faaliyetini boşa çıkartmaya çalışacağız, hem de mevcut soykırım rejimini teşhir eden bir diplomatik faaliyet yürüteceğiz. Devletlere dönük de olabilir, toplumlara, sivil toplum kuruluşlarına yönelik çalışmalar da olabilir, ama esas olarak toplumları, demokratik kurum ve kuruluşları esas alacağız. Ama bunun da önemli bir faaliyet olduğunu bileceğiz. Böyle bir çaba da yürüteceğiz.
Dil ve kültür asimilasyonuna karşı şiddetli bir mücadele yürütülmelidir
Diğer bir mücadele alanı da, dil ve kültür alanıdır. DTK çift dilliliği kabul etti. Bu reddedilmeyebilir. Fakat Kürt dilinin korunması, geliştirilmesi, öğretilmesi, kullanılması için kurumlaşma, kaynak aktarma ve planlı bir çalışma yürütmek gerekecek. Yine Kürt kültürünün geliştirilmesi açısından da bu geçerli olmaktadır. Demokratik bir kültür faaliyetine karşı çıkmamak gerekiyor. Kültürel kardeşlikleri öngören bir faaliyeti kabul etmeliyiz, ama kültür asimilasyonunu kesinlikle reddetmeliyiz. Dil ve kültür asimilasyonuna karşı çıkmamız gerekiyor. Ona karşı şiddetli bir mücadele yürütmek gerekli. Diğer yandan hem Kürt dili, hem de Kürt kültürünü açığa çıkartma, geliştirme, yaşanır kılma için Kürt sanatını edebiyatını örgütlemek üzere yoğun planlı bir faaliyet içinde olacağız. Bunu bir düzeyde geliştirmişiz, ama çok daha fazla geliştirmek gerekiyor. Tarihsel gerçeklikleri açığa çıkartan çalışmalar yapmak lazım. Dil, kültür, tarih alanını kurumlaştırmak da gerekmektedir. Bunlara dönük soykırımcı, asimilasyoncu saldırıları, yönelimleri bu çerçevedeki kurumlaşmaları etkisizleştirmeyi öngörmek gerekecek.
Bir de askeri boyut, askeri hedefler var. Devleti ayakta tutan silahlı kuvvetler ve silahlı kurumlardır. Türkiye’de şimdi silahlı kuvvet, 10-15 tane örgütlenme olarak ortaya çıkıyor. Türk devletinin Kürdistan’daki örgütlenmesi böyledir. Türkiye’deki boyutun ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Normal ordu yanında bir sürü özel ordular var. Koruculuk ordusu, polis ordusu, resmi polisler, sivil polisler var. Ajan ağı var. Gizli JİTEM örgütlülüğü var. İstihbarat örgütlenmeleri var. Bunların hepsini askeri kapsamda saymak gerekiyor. Dolayısıyla da bunlar, özel savaşı askeri boyutta yürüten güçlerdir. Devrimci Halk Savaşı, bunları etkisizleştirecek, imha edecek bir mücadeleyi ifade ediyor. Bu anlamda elbette ki, diğer bütün alanlarda faaliyet yürütebilmek, mücadele edebilmek için bu askeri boyutlu mücadelenin geliştirilmesi lazım. Çünkü bütün o faaliyetleri, kurumları bu güçler savunuyorlar. Bunlar etkisizleştirildiği ölçüde, diğer alanların savunması kalmayacak.
Özellikle bu gizli açık istihbarat güçleri ve ajan ağı, bütün polis örgütlenmeleri soykırım rejimini ayakta tutmanın temel kurumları oluyorlar. Bunlar halk üzerindeki baskı kurumlarıdır. Koruculuk sistemi yine öyle. Hepsi özel savaş kapsamında geliştirildi ve bu özel savaş örgütlenmeleri, kontrgerilla ve ordudur. Fakat bazılarına yaklaşımda yöntem zenginliği içinde olmak savaşın ve askerliğin bir gereği olmaktadır. Savaşı kazanabilmek için, düşmanını daraltmak, küçültmek, savaş faaliyetinin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Şimdi biz de bunları öngöreceğiz. Böyle düz, kaba bir yaklaşım içinde olmayacağız. Örneğin koruculuk sistemi, özel savaşın örgütlediği bir kurumdur. Ama onunla mücadele ederken, yöntemlerimizi doğru seçeceğiz. Bize karşı bir oyun olarak geliştirildi. Kürt’ü Kürt’e kırdırtmak için, bir iç çatışma politikası olarak var edildi. Biz de bu politikayı boşa çıkartacak politik yaklaşımlar geliştireceğiz. Yani askeri hedeflerle savaş elbette ki askeri boyutta olacak, ama taktik de yapmayı, politik davranmayı da bileceğiz. Çünkü mevcut askeri örgütlülük bir özel savaş örgütlülüğüdür. İçinde çok fazla politik oyunlar var. Örneğin koruculuk bunlardan birisidir. Koruculuğa karşı mücadelede dikkatli olacağız.
Devrimci Halk Savaşı’nı sadece askeri boyutlu savaş olarak görmeyeceğiz
Yine askeri yükümlülük, vatan savunması anlamında oluşturulan orduyu hedeflerken dikkat edeceğiz. Bizimle savaşmak istemeyenleri öncelikli hedef yapmayacağız. Mevcut durumda siyasetle ordu arasında da çelişkilerin olduğunu belirttik. Ordunun içinde, “savaşla bu iş çözülmez” diyenler çoktur. Halka ve gerillaya saldırmayan operasyon yapmayan, sadece vatan güvenliği düzeyinde kalan güçleri savaş dışı tutmak için uygun yaklaşımlar, tutumlar, taktikler geliştireceğiz. Devlet sınırlarının korunmasına, oluşmasına karşı değiliz. Sınırları oluşturan, koruyan güçleri de bu anlamda, o düzeyde kaldığı ölçüde, başka devletlere karşı sınır güvenliği düzeyinde kaldığı, gerillaya ve halka karşı savaşmadığı ölçüde savaş hedefi yapmayacağız.
İstihbarat, ajan ağlarını şiddetle etkisizleştirmeyi, bu ihbarcı ajan ağını dağıtıp kaçırtmayı öngören bir politik yaklaşımımız da olacaktır. Şiddetle birlikte, hepsini yok etmek değil de, örgütlülüklerini parçalamak, dağıtmak, kaçırtmak temel bir hedef olacaktır.
Kısaca silahlı olan bütün güçler, savaşın hedefi konumundalar, ama o güçlerin içinde de ayrım yapacağız. Kimi, ne kadar askeri eylemin hedefi yapacağımızı, ne kadar politik mücadeleyle yaklaşacağımızı, nasıl taktikler geliştireceğimizi, karşı gücü kendi içinde zayıflatmak için neler yapacağımızı bileceğiz. Savaş dışı kalanları da hedef yapmayacağız. Saldırmayan, savaşa girmeyenleri savaşımızın hedefi kesinlikle yapmayacağız. Bu bakımdan öyle düz, eli silahlıdır, düşmandır diye, dümdüz bir askeri yaklaşım değil de, düşmanın içine girebilen, onu kendi içinde parçalayıp dağıtmayı, çatışmadan da savaşa girmez hale getirmeyi, etkisizleştirmeyi de içeren bir çalışmamız ve askeri duruşumuz olacaktır. Bunu bu süreçte önemli ölçüde geliştireceğiz.
Öyle genelkurmaydan başlamış bir ordu değil de, ere kadar, her savaşçıya kadar durumunu değerlendirmeyi öngören bir savaş yaklaşımımız olacaktır. Her karakola göre, her askeri birliğe göre, her komutanlığa göre, onun durumuna göre, özellikle aracılar ortaya çıktığında onları doğru kabul edeceğiz. Böyle davranmayı işbirlikçilik veya uzlaşma olarak görmeyeceğiz. Etkili savaş yapmanın, bir ideolojik siyasi amaca bağlı savaş yapmanın gerekleri olarak öngöreceğiz.
Geçmişte sadece askeri hedeflerle sınırlı bir savaş yaklaşımımız vardı. Şimdi artık bu aşılıyor. Eğer sadece askeri hedeflerle sınırlı kalırsa, bu çok dar bir yaklaşım olacaktır. Şimdiye kadar nasıl ki KCK sistemini sadece siyasi boyut olarak ele aldıysak, bu sefer de sadece askeri boyut olarak ele almış olacağız. O da bizi istediğimiz sonuca götürmeyecek ve kesinlikle daraltacaktır. Siyasi boyutta sonuç alamayışımızın önemli bir nedeni, burada daralmış olmamız oluyor. Karşı taraf da siyasi çözüme yanaşmıyor, ama biz de onu çözemiyoruz. Çünkü dar kaldık. Sadece siyasi boyutla kaldık. Ekonomik, sosyal, kültürel ve öz savunma boyutunu örgütleyemedik. Dolayısıyla karşıt güçler hukuku işlettiler, cezaevine doldurdular, çözümsüzlüğü dayattılar ve bizi boşa çıkardılar. Yani karşı tarafın çözümsüzlüğü dayatmasına fırsat vermiş olduk. Onun üzerinde bütünlüklü bir baskı oluşturamadık.
Şimdi savaş sürecinde de, sadece askeri boyutla sınırlı kalırsak, benzer bir durum ortaya çıkacaktır. Bu da geçmişteki savaştan farklı olmayacaktır. O savaşta istediğimiz sonucu nasıl tam alamadıysak, şimdi de alamayız. O halde şimdi demokratik siyasi mücadele yerine, Devrimci Halk Savaşı’nı geçirirken, dar bir askeri yaklaşım içinde olmayacağız. Devrimci Halk Savaşı’nı sadece askeri boyutlu bir savaş olarak görmeyeceğiz. KCK’nin tümünü harekete geçireceğiz. Yedi boyutta da mücadeleyi öngöreceğiz. Ekonomik, sosyal, hukuki, siyasi, diplomatik, kültürel boyutu da, askeri boyut gibi harekete geçireceğiz. Bütünlüklü ele alacağız. Hedefler programımız bütün bu alanları içerecektir. Böyle olursa doğru yaklaşmış oluruz. Hedefler programımızı doğru oluşturmuş oluruz.
İkinci önemli husus da, bütün bu boyutlarda hedefleri belirlerken, ideolojik siyasi ölçülerimizi, programımızı öngöreceğiz. Yani böyle düz bir biçimde, bizim dışımızda olan her şeyi düşman görüp ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi alanda bizim dışımızda olan her şeyi, düşman sayıp yok etmeyi hedeflemeyeceğiz. Devlet artı demokrasi kuralına uygun yaklaşacağız. Kürt ve Kürdistan gerçeğini kabul eden, Kürt sorununu çözmeye yaklaşan, demokratik davranan, demokratik toplum örgütlenmesiyle çelişmeyen kurumları, faaliyetleri meşru kabul edeceğiz. Düşman kabul etmeyeceğiz, hedeflemeyeceğiz. Onlarla ittifak yapacağız, onları savunacağız. Yaşamalarına izin ve imkan vereceğiz.
O halde bütün bu alanlarda hedefleyeceğimiz güçler kimlerdir? Elbette ki tekelci sömürücü güçlerdir. İnkarcı imhacı, faşist, sömürgeci, asimilasyoncu, katliamcı güçlerdir. Bu ayırımı iyi yapabilmemiz gerekiyor. Bunu yapabilmek için de ideolojik siyasi çizgiye, programa hakim olacağız. Paradigmaya hakim olacağız ve paradigmasal yaklaşım göstereceğiz. Doğru yanlış ayrımını buna göre yapacağız. Milliyetçi devletçi paradigmaya göre değil, demokratik toplum paradigmasına göre yaklaşacağız. Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma’ya göre yaklaşacağız. Bizim doğrularımız bunlardır. Başkaları bunu yanlış görebilir, onların görüşüne göre yanlış yapacağız. Biz, kendi doğrularımızı uygulayacağız. Ama kendi doğrularımızı, Önderlik çizgisinin gereklerine göre, isabetli ve yerinde belirleyeceğiz. Bu konuda hata yapmayacağız. Hata yapmamak için de bunları bilip anlayacağız. Çizgiye hakimiyetimiz olacak. İdeolojik siyasi çizgiye hakimiyeti olmayan, amaçlarımızı, programımızı bilmeyen elbette ki bu savaşı yürütemez. Bu savaşı doğru yürütebilmek, doğru bir hedefler programı belirleyebilmek için bu çizgiye hakim olmak gerekiyor. Onun için de kendimizi eğitmemiz gerekiyor.
Devrimci Halk Savaşı’nda, askeri olarak karşı tarafı vurmuş mu, vurmamış mı durumu başarı ölçüsü olmayacaktır. Ondan önce hedefi doğru ve yeterli seçip seçmediğine bakacağız. Seçtiği hedefin, yaptığı işin programımıza ve çizgimize uygun olup olmadığına bakacağız. Uygun değilse, düşman hedefini tümden yok etmiş olsa bile, o düşmanca bir faaliyet olacaktır. O durum, düşmana değil, bize zarar verecektir. Onun için, önce hedefin doğru seçilip seçilmediğine, isabetli seçilip seçilmediğine bakacağız. Ondan sonra, hedef doğru bir tarzda vurulabilmiş mi, vurulamamış mı, taktik ve tarz doğru olmuş mu olmamış mı, ona bakacağız. Bütün bu alanlarda doğruyu yapmak gerekecek. 2010 Haziran-Temmuz savaşı bu ölçülere göre değerlendirildi. Önderlik, buna göre değerlendirdi. Bazı arkadaşlar “kayıp verdiğimiz, hedefi vuramadığımız için eleştiriliyoruz, başarısız sayılıyoruz” diyorlar. Hayır! Önderlik, çok başarılı olan eyleme de “yanlıştır, çizgimiz dışındadır, reddediyoruz” dedi. Yüzde yüz askeri başarı elde etmiş olan bir olaya, “bize değil, düşmana hizmet ediyor” dedi.
Bir kere önce hedefin doğru seçilmesi, ideolojik siyasi çizgiye uygun olması, hedefler programımıza uygun olması önem taşıyor. Ondan sonra, hedefin bir de doğru bir taktik ve tarzla, başarılı bir biçimde vurulması önem taşıyor. Başarılı eylem bunu gerektirecektir. Hedefler programında bu iki hususa dikkat edeceğiz. Bunlar yeni olan hususlardır. Değişik olan durumlardır. Eski yaklaşımlarla, mantıkla sürmeyecek durumlardır. Yeni Devrimci Halk Savaşı’nın hedefler programında yeni anlayışları, değişiklikleri ifade ediyor. Bu değişimi iyi görmemiz, doğru görmemiz, doğru anlamamız, buna uygun bir yaklaşım geliştirmemiz gereklidir. Devrimci Halk Savaşı’nın başarısı, bir de böyle çok dikkatli ve yeterli oluşturulmuş bir hedef programıyla, hedef seçimiyle ancak gerçekleşebilir. Bunu bilmek ve esas almak durumundayız.
Devrimci Halk Savaşı’nın özellikleri
Devrimci Halk Savaşı’nın özellikleri ve yürütücü güçleri üzerinde de durmak gerekmektedir. Amaçlarını, görevlerini, hedeflerini belirlemeye ve düşmana yaklaşımının nasıl olacağını tanımlamaya çalıştık. Bunlar önemli hususlardır. Düşman yaklaşımı kadar, dost yaklaşımının da tanımlanması gerekmektedir. Kitle çizgimizin de doğru anlaşılıp, uygulanması gereklidir. En azından bizim dışımızda olan, karşımızda gibi görünenleri nasıl ele alacağımızı netleştirmemiz gerekiyor. Kimi, nasıl hedefleyeceğimizi, düşman ya da karşıtlarımıza karşı mücadele yürütürken nelere dikkat edeceğimizi ortaya koyduk. Kimi ilk hedef yapacağımızı, kimi tarafsız kılıp, pasifleştirmek için nasıl bir yol izleyeceğimizi, kiminle uzlaşacağımızı belirlemeye çalıştık. Bunlar mutlaka olmak durumundadır. Bunlar olmadan, böyle bir yaklaşım göstermeden ve ayrım yapmadan içine gireceğimiz bir savaş, bizi çıkmaza sokacaktır. Her şeyden önce, yanlışa götürecektir. Vurmamamız gerekenleri vurdurtur, uzlaşmamız gerekenlerle çatışmaya girmemize yol açar, ilk etapta etkisizleştirmemiz gerekenleri etkisizleştirememeye götürür. Bu da başarıyı engeller. Demek ki başarılı olmak için, bunlara dikkat etmek gerekecektir. Savaş öyle dümdüz bir iş değil, karmaşık bir iştir. Seçimi iyi yapmak ve bir de planlı hareket etmeyi bilmek gerekiyor. Görevleri bu çerçevede ortaya koyduk.
Devrimci Halk Savaşı’nın görevleri salt askeri boyutlu değildir. KCK’nin bütün boyutlarını içine almaktadır. Programımızın uygulanmasını içermektedir. Önderlik de, “bütün boyutlarıyla KCK devreye girer” dedi. Bu açık bir durumdur. Bu da bizim, hedefler programında yeni bir yaklaşım içine girmemizi gerektirmektedir. İki hususa dikkat etmemiz gerektiğini söyledik: Bir, sadece askeri hedeflerle sınırlı kalmayacağız. O, dar bir yaklaşım olur. Devrimci Halk Savaşı’nın programına, özüne aykırı olur. İkincisi ise, hedefler içerisinde ayrım yapmayı bileceğiz. Bütün hedefleri aynı oranda, düz bir biçimde karşıya almayacağız. Öncelik vereceklerimiz yanında tali plana koyacaklarımız olabilecektir. O tür sıralamalar yapabileceğiz. Bu kesinlikle gerekecektir. Ancak böyle yapar, buna göre bir savaş planlaması ortaya çıkartabilirsek başarılı oluruz.
Görevleri ve hedefleri böyle olan bir savaşın temel özelliklerinin, karakterinin ve bu savaşın nerede olacağını, hangi güçler tarafından nasıl yürütüleceğini de netleştirmemiz gerekmektedir. Bunları netleştirmezsek, hata yapacağız. Geçmişte yürüttüğümüz savaşa ilişkin görüşlerimiz, buradan doğan bir mevzilenmemiz var. O devam ediyor, sürüyor ve değiştiremiyoruz. Bu anlamda da eskide tekrar, Devrimci Halk Savaşı’nın gereklerini görememe, kendini buna göre değiştirememe ortaya çıkıyor. Örneğin “orta yoğunluklu savunma savaşına geçelim” dediğimiz süreçte ciddi bir değişiklik yapamadık. Eylem yoğunluğundan öteye bir değişiklik düşünülemedi. Sadece kırsal alanda, dağda askerle çatışan pozisyonda kaldık. Ciddi bir biçimde onun ötesine geçemedik. 2010 yılında bu durumu ciddi bir şekilde eleştirdik. “Şehirlerde eylem alanı olmalı” diye somut kararlar aldık. Bunun üzerine dağdaki gerillayı tutup şehre indirdiler. “Şehirde gerillacılık yapıyoruz, haydi eylem yap” dediler, Ne dağa sıkışmış, orduyla çatışmayı aşamayan bir savaş, orta yoğunluklu savaş olabildi, ne de dağda orduyla savaşmaya göre eğitilmiş, hazırlanmış gerillayı, hemen kolundan tutup şehre göndererek, “haydi burada savaş” demekle savaş yapabildik. Girişimlerimizin büyük bir çoğunluğu başarısızlıkla sonuçlandı. Kayıplar verdik. Demek ki böyle olmuyor. O halde bu savaşın özelliklerini, zeminini, güçlerini iyi tayin etmek ve somutlaştırmak gerekiyor. Çünkü somutlaştırmadığımızda, “kolaydır, nasıl olsa anlaşılır” dediğimizde anlaşılmadığını gördük. Ciddi hatalar yapıldı ve hala da yapılmaktadır. Bu tür hatalara fırsat vermemek, onları giderebilmek için bu konuları değerlendirip netleştirmemiz gerekiyor.
Her şeyden önce, Devrimci Halk Savaşı’nın nasıl bir savaş olacağını, neleri esas alacağını, nerelerde yürütüleceğini netleştirmemiz gerekli. Bunu da netleştirirken, amaçlarımıza ve hedefler programımıza uygun bir belirleme yapmak durumundayız.
PKK, ilk şiddet kullanımına geçerken, şehirlerde, kasabalarda ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı şiddet temelinde mücadele yürüttü. Bir askeri örgütlenme içine girmedi. Parti örgütlenmesiydi, ama bir savaş da yürüttü. Yaşananı savaş olarak tanımlamak hatalı değildir. Devlet buna karşı taktik değiştirip imha etmek üzere saldırıp daha farklı güçlerini harekete geçirirken, bu konumda mevzilenmiş, savaşan gücün de değişiklik yapması, güvenliğini sağlaması, kendini koruması, düşmanla daha etkili savaşır hale gelebilmesi için tedbir geliştirmesi gerekiyordu. Tedbirlerin önemli bir boyutu, zemin ve sistem değişikliği yapmasıydı. Bunu yapmakta zorlandık. Şehirden dağa çıkması, bireysel savaşçılıktan örgütlü savaşçılığa, birlik savaşçılığına, gerillacılığa geçmesi gerekiyordu. Bunu yapamadık. Siverek mücadelesi bunu hedefleyen bir mücadeleydi. Başarılı olamadık, anlayamadık. Siverek’te de, diğer alanlarda da zemin değişikliği, biçim ve sistem değişikliği de yapamadık. Kavramamız ve değiştirmemiz çok zor oldu. Bu da bir sürü kayba yol açtı. Bu durumun ’79-80-81’deki kayıplarımızda önemli bir payı vardır.
Daha sonra 15 Ağustos Atılımı, kıra dayalı bir örgütlenme ve savaşı öngören bir atılım olarak gerçekleşti. 15 Ağustos temelinde gelişen gerilla, bir kır gerillası oldu. Kırda örgütlendi, savaştı ve kıra göre kendini eğitti. Kırdaki yaşamını ve faaliyetlerini sürdürebilmek için, ihtiyaç duyduğu kadar kitlelerle ilişkilendi. Kırda kitle ilişkisi geliştirdi, daha çok köylerde örgütlendi ve köylülüğe dayalı bir savaş yürüttü.
Düşman bu durumu ’93-94-95 sürecinde değiştirip köylülüğü ortadan kaldırdı. Düşman, suyu kurutarak balığı yakalama taktiğine başvurdu. Gerillanın içinde hareket ettiği halkı yok ederek, gerillayı açığa çıkartıp avlamak istedi. Bu kadar köy yakma, yıkma, köyleri boşaltma durumu bunun için gerçekleşti. Diğer yandan kontrgerillayı geliştirdi. Kır koşullarında gerillaya karşı saldırı yürütebilecek savaş birlikleri örgütlemeye çalıştı. Onun tekniğini yaratmaya çalıştı, karşı gerilla yarattı. Doğan Güreş, “Türk PKK’sini yarattık” diyor. Yani PKK gerillası gibi eğitilmiş, onlar gibi donatılmış, örgütlenmiş, onlar gibi yaşayan, hareket eden bir askeri sistem geliştirdik, birlikler yarattık ve kırsal alana sürdük diyor. İşte kontrgerilla budur.
1994 yılından sonra bunlarla savaştılar ve gerillayı bu taktikle ezmek istediler. Köylerin boşaltılması durumu, gerillanın halk dayanağını, milis örgütlenmesini ortadan kaldırdı. Kontrgerilla, coğrafyayı etkili kullanmada gerillaya zorluk yarattı. Bu çerçevede biz de, daha çok araziye dayandık, coğrafyayı daha derin kullanmaya yöneldik. Önderliğin geliştirdiği taktikler böyleydi. Düşmanın bu kontrgerilla taktiklerine karşı, bir askeri taktik, tedbir olarak daha genişliğine ve derinliğine coğrafyayı kullanma, yeraltı sistemini geliştirme öngörüldü ve kısmen geliştirildi. Daha sonra 1998 yılında gerçekleşen ateşkes ile birlikte dağlık alanlara çekildik. Bu, 1999 yılında daha çok somutluk kazandı. Komploya karşı mücadele sürecinde daha fazla dağların derinliklerine, doruklarına, yine Güney’e çekilme oldu. Gerillanın mevzilenmesi buna göre oluştu.
1 Haziran 2004 yılından itibaren savaşa başladığımızda, gerillanın mevzilenmesi, örgütlenişi buna göreydi. Savaşı da buna göre yaptı, bunu aşamadı. Dağların en doruklarında kalan, dolayısıyla üzerine gelen orduyla çatışan, sadece askeri hedeflere vurabilen, onun ötesinde örgütlenmesi, gücü, hazırlığı olmayan, dolayısıyla da savaşamayan bir gerilla gerçeği ortaya çıktı. Bunu gidermek için biraz tartışmalar yürütmeye çalıştık, ama dikkat edilirse şimdiye kadar alanlarda bunun çok anlaşıldığı ve gereklerine göre çalışmaların yeterince yapıldığı söylenemez. Son yıllarda buna yönelim oldu, şimdi belli bir pozisyon alma, mevzilenmeyi değiştirme, belli bir çalışma yürütme var. Bu gittikçe derinleşiyor da, ama yeni olan bir şeydir ve henüz netleşmemiş, tamamlanmamış bir durumdur. Bir zemin değişikliği yapmak bile ciddi zorlukları içermektedir. Anlayış ve doğru bir hareket gerektiriyor. Bizde, bunu anlama ve gerekeni yapma çok zayıf işlemekte ve kayıplar verilmektedir. Başlangıçta şehirden dağa çıkarken kayıplar verdik ve çok zorlandık. Sonraki süreçlerde dağda köyler yok edilip kontrgerilla geliştirildiğinde coğrafyayı genişliğine ve derinliğine kullanma durumuna geçmede çok zorlandık. Bir sürü kayıp verdik. Bu, “köye dayalı yaşam” tarzı diye eleştirildi. Köye dayalı yaşam, o hareket tarzlarına ve ağır kayıplara neden oldu. Çünkü ortada köy kalmamıştı, aslında tasfiye edilmişti. Geriye kalan köyler de, düşman tarafından örgütlendirilmiş köylerdi. Birer tuzaktılar. Halk desteği sürdürüyoruz diye, düşmanın tuzağına düştük ve avlandık. Hepsi pusuydu ve bizi ciddi biçimde zorladı.
Her taktik değişiklikte ciddi bir zorlanma yaşıyoruz
Komploya karşı mücadele içerisinde, pasif savunma konumunda, coğrafyanın en derinlerine üslenip mevzilendik. Bu kez de kitleden ve köye dayalı yaşamdan tümden koptuk. Daha sonra savaş yeniden gündeme gelince, bu sefer savaşmaya hazır olamadık. Ne düşman hakkında bilgimiz vardı, ne halk örgütlenmemiz vardı, ne coğrafyanın diğer alanlarını kullanabilecek gücümüz vardı. Böyle bir değişiklik yapamadık. Üzerinden altı yedi yıl geçmesine rağmen hala yapamadık. Geçen dönemde kayıplarımızın bu kadar çok olmasında bu durumun önemli bir payı vardır. Zemin değişikliğini, mevzilenmeyi basit bir olgu olarak görmemeliyiz. Bunu yapmada bile zorlanıyoruz. Her taktik değişikliği bizi ciddi bir biçimde zorluyor. Onu anlama, ona göre planlama yapma, mevzilenmemizi değiştirmede çok zaman kaybediyoruz. Hareket tarzında hantalız, anlama olayında geç anlıyoruz, dolayısıyla çok zaman kaybediyoruz ve bu durum da kayıplara yol açıyor. Bu bakımdan bu hususları iyi değerlendirmek, tartışmak ve önceden netleştirmek gerekiyor.
Yeni bir savaş hamlesine girerken, bu değişimleri yeterli bir biçimde yapmazsak, tehlikeli durumlarla karşı karşıya geliriz. Yine ağır kayıplar veren ya da başarımızı önleyici durumlara düşebiliriz. Bu tür durumlara düşmek istemiyorsak, hem bu konuları netleştirmemiz hem de iyi anlamamız gerekmektedir. Gerilla esnek bir güçtür, her yerde oldukça esnek bir biçimde gerekenleri de yapmalıyız. Bunları en iyi gerilla yapabilir. Gerilla yapamazsa, başka hiçbir ordu yapamaz. Ama bizdeki gerillacılık böyle esnek değildir. Bu anlamda iyi gerillalaşamayan bir duruşumuzun olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Zaten tartışıyoruz, eleştiri, özeleştiri yapıyoruz, düzeltmeye çalışıyoruz. Bütün eleştirilerimiz, çabalarımız, eğitimlerimiz bu nedenle yapılmaktadır. Kaynağını buradan almaktadır.
Önderlik de mevcut görevler kapsamında, savaşı hangi zeminde ve nasıl bir tarzla, yöntemle yürütebileceğimiz konusunda üç tür savaş tarzından söz etmektedir. Devrimci Halk Savaşı’nın geliştirilmesi açısından, “bunları değerlendirir, kendileri için uygun olanları seçerler” diye belirttiği hususlar bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, geçmişte olduğu gibi dağa dayalı, dağda yoğunlaşan savaş tarzının sürdürülmesi, savaş türünün devam ettirilmesidir. İkincisi, şehirlerde Sovyetik genel bir halk ayaklanmasının yapılmasıdır. Üçüncüsü ise kıra ve şehre dayalı, birlikte, dengeli ve ortak bir savaşın geliştirilmesidir.
Bunlardan hangisini esas alacağımızı, neyi öngörürsek programımızla, hedeflerimizle uyumlu olacağını ve bizi başarıya götüreceğini netleştirmemiz gerekiyor. Bu konular önemli olmaktadır. Hala bu konularda tam netlik sağlamış değiliz. Kavram olarak ifade ediyoruz, ama içeriği aydınlatılmamıştır. O nedenle de “şehirde savaşalım” deyince hemen dağdaki birkaç gerillayı şehre göndermek bir çare olarak görülüyor.
Eskisi gibi dağda savaşmanın bize neler getirip götürdüğünü ele almak gerekmektedir. Coğrafyaya dayanmak önemlidir. Kürt tarihinde olduğu gibi bizim gerilla mücadele tarihimizde de dağ, kendini savunmanın önemli aracı durumundadır. En büyük dayanaklarımızdan birisi olmaktadır. Eğer gerilla bütün saldırılara rağmen yenilmediyse, ezilmediyse bunda dağın, coğrafyanın, dağa dayalı gerilla mücadelemizin önemli bir payının olduğunu belirtebiliriz. Belki belirleyici demek abartı olur, fakat belirleyici temel unsurdan bir tanesinin dağ ve dağa dayanmak olduğu tartışmasızdır. Öyle olmasaydı, biz bu kadar saldırı karşısında yenilmez bir gerilla düzeyini tutturamazdık. Gerçekçi olmalı, geçmişi doğru değerlendirmeli ve günümüzdeki duruma da doğru bakmalıyız, ders çıkarmalıyız. Bu bakımdan savaşı uzun süreli kılmamızın, gerillayı yenilmez kılmamızın çok önemli bir unsurudur. Dağ ve ona dayanabilmemiz, onu kullanabilmemiz, temel bir savaş etkeni olarak değerlendirebilmemiz böyle bir sonucu verdi.
Fakat diğer yandan dağdaki savaşla zafer de kazanamadık. Düşman saldırılarını, büyük kayıplar vermeden boşa çıkartabildik, savaşın süresini uzatabildik. Bu anlamda kendimizi yenilmez kıldık, fakat düşmanı yenilgiye uğratan bir savaş ortaya çıkartamadık. Ona darbeler vurabildik, biraz zayıflatıp zorlayabildik. Orduyu ve onun koruduğu devleti yenilgiye uğratan, dağıtan, bu anlamda askeri zafer kazanan bir sonuç elde edemedik. Şimdiye kadar dağda yürüttüğümüz mücadelenin böyle bir sonucu vardır. Bize bu dersi tecrübe gösteriyor. Eğer böyle devam ettirmek istersek, bu sonuca razı olursak, dağa dayanarak veya dağı kullanarak bu savaşı daha da sürdürebiliriz. Bunun önünde bir engel yoktur. Dağ, hala buna imkan veriyor. Devletin yediği darbe, Ortadoğu’daki dağınıklık, Kürt halkının bilinç ve örgütlülük düzeyinin yarattığı destek, var olan gerilla örgütlülüğümüz, bunların tümü birlikte ele alındığında dağda böyle bir gerillacılığı daha uzun bir süre sürdürebileceğimizi ortaya koyuyor. Bunun önünde hiçbir engel yoktur. Elbette ki bu kendiliğinden olmaz; büyük bir ideolojik, örgütsel ve askeri faaliyetle olur. Böyle bir faaliyet gösterilirse, gerilla mücadelesi bu temelde uzun süre devam ettirilebilir. Mevcut veriler bunu imkan dahilinde kılıyor. Eğer başka şeyler yapamazsak, diğer alanlarda başarılı olamayacaksak, “her şeye rağmen bunu sürdürmek iyidir” derim. Yenilip yok olacaksak, teslim olup gideceksek, son çare olarak bunu sürdürsek iyidir.
Önderlik uyardı. Direnişin uzun sürmesi belki yozlaşmalara yol açabilir. Böyle uzayıp süren savaşlar yozlaşma yaratır. Ama o yozlaşmaları da ideolojik faaliyetle düzeltme, giderme imkanları vardır. PKK, bu konuda da bir tecrübe kazanmıştır. 2003 ve 2004 yıllarındaki provokatif tasfiyeci eğilimler bizi neredeyse yıkımla yüz yüze getirmişti. Bu tür yozlaşmaları aşmak ve düzeltmek kolay olmuyor. Yenilgi, oradan da gelebilir. Fakat biraz duyarlı olunur, ideolojik, örgütsel yaklaşım gösterilir, mücadele edilirse, provokatif tasfiyeci eğilimler, yozlaşmalar, çetecilik bertaraf edilebilir, temizlenebilir. Gerillada ideolojik, siyasi öncülük, parti öncülüğü oturtulabilir, sürdürülebilir. Bu temelde de direniş devam ettirilebilir. Bu, içinde yozlaşma tehlikelerini taşır. Yozlaşmadan doğacak tehlikeyi, yenilgi ihtimallerini taşır. Bu, halka zorluk yaşatır. Savaş halinde bir toplumu uzun süre tutmak her bakımdan zorlayıcı olur. Yani öyle kolay gerçekleşecek bir durum değildir. Ama yenilip imha olmaktansa, ya da teslim olup yok olmaktansa bütün bu zorlukları göğüsleyerek, direnip varolmayı sürdürmek daha iyidir. Başka bir şey yapılamazsa, bu tercih edilen olmalıdır.
Fakat bu ilk tercihimiz, tek tercihimiz de olmamalıdır. Şimdiye kadar bunu uyguladık. Başka türlü Türk soykırımcı rejim karşısında ayakta kalmak mümkün değildi. Çünkü bu soykırımcı rejim vahşiydi, saldırgandı ve katlediyordu. Onu boşa çıkartmak, dizginlemek, katliamcı saldırılarını etkisiz kılmak öyle kolay bir iş değildi. Bunu yapabilmek için coğrafyayı böyle esas aldık. Gerilla dağda kökleşti, derinleşti ve buradan mevcut sonucu ortaya çıkarttı. Birinci planda silah gücüyle, nicelik gücüyle, halkı ayaklandırmasıyla değil, dağa dayanması ve dağda düşmanı, orduyu yıpratmasıyla ayakta kaldı. Halk desteği de yenilmezliğinin önemli bir gücü oldu. Yine cesaret ve fedakarlığı önemli bir güç oldu. Birkaç etken vardır. Onlardan birincisi, dağ ve coğrafya olarak görülebilir.
Siyasi çözümün olması için karşı tarafın da kabul etmesi gerekiyor
Ama artık bir düzeye geldik. Bunu hep böyle sürdürmek nereye kadar götürebilir? Geldiğimiz nokta artık siyasi çözümü gerektirmektedir. Biz, buna dayanarak yaklaşık yirmi yıldır siyasi çözüm gerçekleşsin diye bir çaba içerisinde de olduk. ’93 başında ateşkes ilan etmiştik. Bu süreç, on sekiz yılını doldurup on dokuzuncu yılına giriyor. Böyle bir duruş temelinde siyasi çözümün gerçekleşmesini istedik. Çünkü bu duruş ancak ona yol açabilir. Dikkat edilirse, on sekiz yıldır da gerçekleştiremedik. Siyasi çözümde bizim duruşumuz, çabamız tek başına yeterli olmuyor. Siyasi çözüm bir uzlaşma durumudur. Tarafların hepsinin kabul etmesi gerekiyor. Karşı taraf kabul etmediği zaman, bizim çabalarımızı boşa çıkartabiliyor. Nitekim şimdiye kadar boşa çıkartıldık.
Mevcut durumda bunu devam ettirirsek de ne kadar çözümleyici olup olmayacağı da belli değildir. Karşı taraf bunu yine boşa çıkartabilir. Gücü ve imkanı oldukça da böyle davranır. Bu konuda mevcut inkar ve imha sistemini doğru anlamalıyız. Bu sistem, dünyanın hiçbir yerinde uygulanan bir sistem değildir. Başka sistemlerle bunu karıştırmamamız gerekiyor. Bu anlamda ısrarı, inadı vardır. Bir ruh hali ve psikoloji olmuş. Bu sistem, tüm dünya siyasetini kendi içinde birleştirmiş bir sistemdir. Bu bakımdan da, o sistem de dayatır. Bunun için çözümsüzlük devam edebilir. Buradan yola çıkarak “biraz daha uzatırsak çözüm çıkacak” demek doğru olmayabilir. Çözüm, çıkabilir de çıkmayabilir de. “Kesin çıkacaktır” denilirse, doğru söylenmemiş olur. Çünkü o sadece bize bağlı değildir, karşı tarafın da öyle bir yaklaşım göstermesine bağlıdır. Karşı taraf böyle bir yaklaşım göstermeyebilir. Tersine davranabilir ve bu uzun sürebilir. Bunları göze alarak, bir çözümden ziyade varolma biçimi olarak direnişi uygulayabiliriz. Fırsat oluşur, çözüme de yol açabilir, ama bu durumun bir çözüm garantisi yoktur. Onun için ilk tercih, tek tercih olmamalıdır. Eğer varsa imkanları çözüm arayışımızı başka yollarla yürütebilmeliyiz. Başka imkan yoksa o zaman çaresizliğin çaresi olarak, bu tür bir savaş devam ettirilebilir. O da yanlış değildir. Bu durum biraz daha direnerek varolma, özgürleşme sürecini devam ettirebilir ve derinleştirebilir.
İkincisi; şehirlerde Sovyetik bir halk ayaklanmasıdır. Biz bunu nasıl ve ne kadar uygulayabiliriz? Kürt halkı da, yirmi iki yıldır serhildan halindedir. Fakat Kürt halkının yirmi iki yıldır uyguladığı serhildan, Sovyetik ayaklanma denilen tarzdan farklı gelişti. Aslında bir devrim hareketi oldu. Biz buna “ulusal diriliş devrimi” dedik. Bu süreç, bireyin ve toplumun kendine gelmesi, inkarın, imhanın etkilerini ruhundan, psikolojisinden, duygusundan, davranışından atarak, kendini yeniden yaratması süreci oldu. Siyasi çözüm yaratma eylemi değil de, ideolojik, psikolojik ve toplumsal çözüm yaratma eylemi oldu. Kürt halkının yirmi iki yıllık serhildanı böyledir.
Kendini eğitip düzeltti. İnkar ve imha sisteminin, asimilasyonun ve soykırımın kendi düşüncesi, dili, kültürü, davranışı, yaşamı üzerindeki etkilerini yıktı. Kendini yeniden yarattı. Kişilik, kimlik ve kültür devrimi yaptırdı. Siyaseti de biraz zorladı. Siyasi çözüm dayatmalarında bulundu. Tutumunu ortaya koydu. Fakat siyasi çözümü gerçekleştiren, bu düzeyde zorlayan bir eylem düzeyine nicelik olarak da nitelik olarak da gelmedi. Amed’de Newrozlarda bir milyonu da buldu, ama o bir günlük kutlama oldu. Newroz bayramı kutlamalarında milyonları yakaladı, on milyona da ulaştı, ama sürece yayılmış oldu, parça parça oldu. Bir anda bütünlüklü ve siyasi çözümü dayatıcı olmadı. Siyasi çözümü talep etti, propaganda edici, uyarıcı oldu, ama dayatıcı ve gerçekleştirici olmadı. Nitelik olarak da hep silahsız serhildanlar olarak gerçekleşti. Açıklamalar yapan, protesto eden, talepler ortaya koyan eylemler oldu. Karşı taraf üzerinde bir siyasi çözümü zorlayan, dayatan bir nitelik kazanmadı. Öyle bir örgütlülüğe, donanıma sahip olmadı. Hep karşı tarafı teşhir eden, kendi tutumunu ve talebini ortaya koyan, ruha, duyguya, zihniyete hitap eden, onları değiştirmeyi öngören bir eylemlilik oldu. Böyle bir eylem içinde, Kürt bireyi ve toplumu kendini yeniden yarattı. Kürt’ü inkar eden zihniyetin kırılmasını da sağlamaya çalıştı. Eylemlerin böyle bir propaganda edici, eğitici, talep edici karakteri vardı, ama bundan öteye geçmedi.
Kürt kültür devrimi, demokratik devrim belli bir düzey kazandı. Bunu küçümsememek gerekiyor. Yine soykırımı teşhir etmede de bir düzey kazanıldı. Uluslararası kuşatma anlamında inkar ve imha sistemi çok zorlanmaktadır. Bu sistem birçok yönden zayıflatılıp parçalandı. Güney’deki gelişmeler bunları zorladı. Türkiye toplumu üzerindeki etkisi zorlayıcı bir hale geldi. Artık kuşatmayla, Türkiye toplumunu aldatan, yanıltan, Kürt’ün inkarına göre oluşturulan zihniyet, psikoloji, düşünce biçimleri kırıldı. Türkiye toplumu, insanı da biliyor ki, TC sınırları içindeki toplum homojen değil ve herkes Türk değildir. Kürtler de var ve bir toplum halindeler. Şimdiye kadar bu yok sayılmış ve yasaklanmıştı. Bu devleti oluşturanlar, yönetenler bu anlamda doğru söylememiş, yalan söylemiş, bazı gerçekleri gizlemişlerdir. Bunlar açığa çıkmıştır. Artık bunları Türkiye toplumunun çok değişik kesimleri de biliyor ve anlıyor. Türk aydınlarının önemli bir bölümü ifade ediyor. En faşist olanlar bile reddedemiyorlar. MHP bile “Kürt kardeşlerimiz” demek zorunda kaldı. Bu da ortaya çıktı.
Fakat dikkat edilirse tüm bu gelişmelere rağmen siyasi çözüm yaratamadı ve Kürt sorununun çözümü sağlanamadı. Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştiremedik. Bunun için gerekli müzakere, uzlaşma oluşmadı. Dolayısıyla anayasal, yasal düzenlemeler gelişmedi. Demokratik Özerklik, yani devletle Demokratik Konfederalizmin yönetim paylaşımı ve ilişkisinin düzenlenmesini ifade eden, hukuki bir sisteme yol açamadık. O, Demokratik Özerklik çözümü olacaktı. Bu gerçekleşmedi ve bu biçimde de artık gerçekleşmeyeceği kanıtlanmış oluyor. Bu durumda yeni bir eylemi, stratejik değişikliği, Devrimci Halk Savaşı’nı gündeme getiriyoruz. Çünkü aynı durumla bunu yapamayız.
Sovyetik ayaklanma bundan farklıdır. Hem bütünlüklü hem de nitelik olarak kullandığı araçları, örgütlülüğü, içeriği farklı bir eylemliliktir. Bu anlamda, yirmi iki yıllık Kürt serhildanı, Sovyetik bir ayaklanma, silahlı bir halk ayaklanması değildir. O düzeye getirilmedi. Bu duruma gelmemesini Önderlik ve parti sağladı. Biz isteyerek o duruma getirmedik. Mevcut durumu sürdürdük. Şimdi bu durumu değiştirip ayaklanmayla sonuca gidip gidemeyeceğimiz, onun başarısının olup olmayacağı, bütün alanlarda böyle bir silahlı ayaklanmaya girersek kazanıp kazanmayacağımız önemli tartışma konuları olmaktadır. Eğer sonuç almak istiyorsak, mevcut gelişmeler bunu da dikkate almayı, değerlendirme ve tartışma yapmayı gerektiriyor. Çok yönlü bakmamız gerekmektedir. Ayaklanmayı hangi düzeyde örgütleyeceğimizi, böyle bir eylemin başarı şansının, bunu gerçekleştirmenin verilerinin, yine tehlikelerin ne olup olmayacağını ölçüp değerlendirmemiz gerekmektedir.
Bazı veriler vardır. Mevcut serhildanlar bunun için bir hazırlığı ifade etmektedir. Halkta bir bilinçlenme var. Uzayan serhildanlar sürecinde, artık silahsız eylemselliğin sonuç vermediği yönünde bir kanaat da oluşmuş durumdadır. Halk tarafından da, bu biçimde sonuç alınmadığı, artık bu duruma bir son vermek gerektiği söyleniyor. Halkın örgütsüz de olsa, silahlı olma durumu, silahı kullanma gücü vardır. Ortadoğu’daki gelişmeler, birçok ülkede yaşanan iç savaşlar bir ölçü, özellik olarak Kürdistan’ı da etkiliyor. Gerilla var, gerilla buna bir düzeyde öncülük de edebilir. Bunlar olumlu verilerdir.
Fakat karşıtı olarak bir de mevcut inkar ve imha sisteminin özellikleri vardır. Böyle bir ayaklanmaya girişimin ne ile karşılaşacağı, ona dönük ne tür saldırıların olacağı ve ne kadar savunulabileceği belirsizdir. Çok fazla risk içermektedir. Karşı karşıya olduğumuz sistem, bu konuda vahşi ve saldırgandır. Bu kadar gelişmeye rağmen hala Kürt inkarını aşmıyor. Böyle sert bir silahlı dayatma bunu yaptırtabilir mi, yoksa bir karşıt saldırı, soykırım, katliamla mı yüz yüze gelir ihtimali de güçlü bir biçimde vardır. Mevcut rejimin karakteri kesinlikle böyledir. Öyle halk ayaklandı, bir şeyler istiyor diye bazı ülkelerde görüldüğü gibi çatışmaya girmeden, geri çekilecek durumu yoktur. Yönetimi de, kurumaları da öyledir. Milliyetçilik ve faşizm kurumlaştırılmıştır. Birçok örgütlü devlet kurumuna yedirilmiş durumdadır. Onlar bu zihniyetin gereğine göre hareket edeceklerdir. Bu da çatışmanın büyüyeceği anlamına geliyor. Askeri boyutta karşı saldırılar çok fazla olacaktır. Bu durum, devleti yıkımla tehdit edecektir. Bu anlamda devletin varlığını koruma anlamında bir katliam girişimi gelişecek ya da katliamcılık kendini öyle tanımlayabilecek. O zaman dışarıdan açık veya örtülü destek alma ihtimali de vardır. NATO’dan, Avrupa’dan, ABD sisteminden siyasi ve askeri müsamaha görüp destek alabilir. Çünkü mevcut devlet ve ordu onların da bir parçası durumundadır. Onlar da çıkarlarını bu devlet ve ordu üzerinden yürütüyorlar ve bunların varlığını öngörürler. O anlamda dışta da biraz müsamaha görebilir.
Bu koşullarda hem böyle bir durumu ne kadar savunabileceğimiz, saldırılar karşısında güvenliği ne kadar sağlayabileceğimiz, hem de böyle bir eylemi sürekli kılarak, zafer kazanmaya ne kadar götürebileceğimiz ciddi bir sorudur. Ciddi riskler ve tehlikeler içeren bir sorudur.
En doğru Devrimci Halk Savaşı kırda ve şehirde dengeli bir biçimde yürütülecek bir savaştır
Üçüncüsü; kırda ve şehirde dengeli bir biçimde yürütülecek bir savaştır. Bu, daha makul ve sonuç alıcı görünüyor. Bu, tercih etmemiz gereken oluyor. Şimdiye kadar yürüttüğümüz savaş, sadece kıra dayalı yürütülen savaştı. Bizi yenilmez kıldı, direniş içinde tuttu, ama kesin zafere ulaşmamızı da engelledi. Bizim koşullarımıza bir Sovyetik ayaklanma da çok uygun düşmüyor. Bedeli çok ağır olacaktır. Sonucu çok belli olmayan riskli bir olaydır. Ama kırda ve şehirde dengeli bir savaş yürüterek, kendimizi örgütleme, Demokratik Konfederalizmi örgütleme ve sömürgeci soykırım rejimini parça parça darbeleyip zayıflatma, geriletme ve sınırlandırma daha çok gerçekleştirme imkanına sahiptir. Bu, daha iyi uygulayabileceğimiz bir tarz olabilir. Bu bakımdan da biz, Devrimci Halk Savaşı’nın zemini olarak bunu esas alıyoruz. Onun için geçen yıldan beri dağda, ovada, şehirde bütünlüklü bir savaştan, savaş güçlerinin her yerde mevzilenmesi, örgütlenmesi gerektiğinden söz ettik. Buna göre yeni bir yaklaşım içine girdik. Bu anlamda savaş zeminimiz değişmektedir. Bütün planlamalarımızı bu değişikliğe göre yapmalıyız.
En doğru Devrimci Halk Savaşı, kırda ve şehirde dengeli bir biçimde yürütülecek bir savaştır. Kırda bir parçasının olması, kıra dayanması hem şehirde gelişebilecek saldırılar, katliamlar karşısında bir savunma gücü olma hem de sürekliliği sağlama, yenilmez kılma unsuru olmaktadır. Şehirde savaş yapmak, şimdiye kadar kırda yapıp da sonuç alamadığımız, zafere gidemediğimizin eksikliğini giderebilir. Orada Demokratik Konfederalizm sistemimizi örgütleyen, kendi yönetimimizi inşa eden sonuçları, genelde olmasa da parça parça bazı alanlarda alabilir, bunu sürekli gelişen bir mücadele olarak uygulayabiliriz. Mevcut durumu aşmamıza, demokratik toplum örgütlülüğü ve yönetiminde daha ileri bir düzeyi ortaya çıkartmamıza imkan verebilir. İkili yönetim ortaya çıkarabiliriz. ’90’ların başında kırsal alanda yarattığımız ki o zaman paradigma değişikti bir ikili yönetim durumu vardı. Ona benzer bir durumu şimdi şehirlerde Demokratik Konfederalizmi örgütleme temelinde- daha etkili geliştirebiliriz.
Devlet iktidarını sınırlayan, onun yerine halkın demokratik öz yönetimini geliştiren, Demokratik Konfederalizm sistemini örgütleyerek, toplumu yeni bir yaşam içine çeken gelişmeleri parça parça yaratabiliriz. Bazı alanlarda biz çok etkili oluruz, bazı alanlarda çok sınırlı oluruz devlet çok etkili olur. Ama ikili bir yönetim durumunu ortaya çıkartabiliriz. Yönetim değişikliğini yaratabiliriz. Demokratik Konfederalizmin inşasını gerçekleştirebiliriz. Bu da Kürt sorununun çözümü açısından yeni bir aşama ortaya çıkartır ve yeni bir ilerlemeye işaret eder. Bazı yerlerde sorunu çözebiliriz, yüzde seksen doksan etkinliğimizi kurabilir, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi faaliyetleri de tümüyle elimize geçirebiliriz. Oralar için sorun çözülmüş olur. Bazı yerlerde ise çözme mücadelesi yürütürüz. Yeni bir mücadele yürütme imkanımız ortaya çıkar.
KCK sisteminin devreye girmesi biçimindeki amaç ve buna göre belirlediğimiz hedefler programı da, bizim böyle bir dağda, kırda ve şehirde dengeli savaş yürütmemizi gerektiriyor. Mevcut belirlediğimiz amacı, programı hayata geçirecek savaş tarzı da bu oluyor. Çünkü yedi boyut saydık. Bu boyutlara ilişkin, görevleri yerine getirmek, hedefleri etkisizleştirecek bir savaş yürütmek ancak kırda ve şehirde yürütülecek bir savaşla olur. Sadece kırda savaş yürütürsek, bu boyutları uygulayamayız, hedefler programımızın sadece askeri boyutunu uygularız. Sadece kırda, dağda savaşırsak, KCK’nin örgütleme amacını gerçekleştiremeyiz. Sovyetik ayaklanmaya girersek de, onun garantisi yoktur ve riski çoktur. Başarı şansı azdır. Bizim ülke, toplum ve soykırım rejimi koşullarına çok uygun düşmüyor. O halde bizi, başarıya götürecek bir sistem olarak görünmüyor.
Ama kırda ve şehirde, ortak, dengeli bir savaş amaçlarımızı hayata geçirmemize, öngördüğümüz hedefler programını uygulamamıza, bu anlamda devlet artı demokrasi formülünü gerçekleştirmemize, Kürdistan’ın değişik alanlarında parça parça ikili bir yönetim yaratmamıza yol açabilir. Bu anlamda yürütülecek savaşın bedelini ödeyebiliriz, risklerini karşılayabiliriz. Bu biçimde katliam tehlikelerini aza indirmiş oluruz. Diğeri devleti tümden yıkmayı hedefler. Böyle bir durumda devlet de kendini korumak için her türlü saldırıya girecektir. Türk devleti, inkar sistemi böyle bir özelliğe sahiptir. Ama böyle bir savaş, onları da bir sınır içinde tutabilir. Örneğin Türkiye toplumunu daha büyük katliamlar karşısında duyarlı kılabilir. Uluslararası kamuoyunu Türk devlet katliamlarına destek vermekten alıkoyabilir. Devleti tümden hedeflemeyeceği, yok etmeyi öngörmeyeceği için devletten beslenen, çıkarlarını devletle sürdüren birçok çevreyi telaşlanmaktan ve katliamlara destek vermekten uzak tutabilir. Bu bakımlardan önemlidir. Böyle bir savaşı yürütme imkan ve koşulları daha fazladır. Coğrafya da buna uygundur. Bu konuda geçmiş savaş pratiğimiz bize imkan veriyor. Yine yirmi bir yıllık serhildan süreci, şehirlerdeki siyasi mücadele düzeyi buna imkan veriyor. O bakımdan en doğru, en kolay ve en sonuç alıcı bir biçimde yapabileceğimiz savaş türü olarak bunu görmemiz gerekiyor.
Bu bakımdan da savaş zeminimizi böyle yeniden netleştirmemiz gerekiyor. Devrimci Halk Savaşı’nın temel bir özelliği bu oluyor. Eskisi gibi sadece kırda, askeri boyutlu bir savaş değildir. Sovyetik bir ayaklanma da değildir. Bu, kıra ve şehre dayalı ortak, dengeli bir savaş türüdür. Devleti sınırlandırmayı, Demokratik Konfederalizmi inşa etmeyi hedefleyen bir savaş türüdür. O halde savaş zeminimizi buna göre oluşturmamız lazım. “Kırda ve şehirde savaş yürüteceğiz” denildiğinde iki savaşçıyı şehre gönderip “biz şehirde savaşa başladık” demek değildir. Nasıl ki ’80’lerin başından itibaren kır bir savaş alanı olarak görülüp ona göre plan yapıldıysa, savaşçı eğitilip mevzilendirildiyse, bu temelde direnilip yenilmez bir gerilla ortaya çıktıysa, şehir savaşını da böyle öngörmek gerekmektedir. Bir iki kişinin, milisin veya gerillanın şehre aktarılmasıyla olacak bir iş değildir. Eşit ve dengeli görmek gerekmektedir. Bu noktada rolleri var. Dağ, bize stratejik duruş, yenilmezlik ve her türlü katliama karşı savunma gücü verecektir. Şehir savaşı ise hedeflerimizi yok etme ve amacımızı gerçekleştirme, Demokratik Konfederalizmi inşa etme, demokratik toplum örgütlülüğünü ve yönetimini yaratma imkanı verecektir. Her iki savaşın da farklı katkıları ve rolleri vardır. Hepsi birleştiğinde devleti darbeleyip daraltan, demokratik toplumu örgütleyen, Demokratik Konfederalizmi geliştiren bir sonucu yaratan savaşı ortaya çıkarır. Savaş gerçeğini bir de bu yönleriyle ele almamız gerekmektedir.
Gerilla önemini koruyacak rolünü daha büyümüş olarak oynayacaktır
Bu zeminlerde savaş yürüten kuvvetlerden bir tanesinin kır gerillası olacağı kesindir. Bu gerilla varlığını, önemini azaltmayacaktır. Tam tersine önemini, varlığını koruyacak, rolünü daha büyümüş olarak oynayacaktır. Bunun için de zayıflatılması, azaltılması değil, aksine güçlendirilmesi, büyütülmesi gerekmektedir. Bu yönlü herhangi bir yanlış anlayış içine girmemek gerekiyor. İkincisi, savaşı yürütecek yeni bir gerilla türü geliştirmemiz gerekmektedir. Buna öz savunma da dedik. Fakat çok sahip çıkılmadı, çok benimsenen veya sahiplenilen bir durum olamadı. Halihazırda yavaş yavaş gelişmektedir. En ciddi eksikliğimiz zaten burada yaşanıyor. Bunu geliştirmemiz gerekmektedir. Dağa, kıra göre eğitilmiş, örgütlendirilmiş, tecrübe edinmiş savaşçıyla şehirde savaş yürütülmez. Çünkü o dağ savaşçısıdır. Şehrin koşullarına göre insan seçmek, ona göre eğitmek, ona göre örgütlemek, ona göre savaş tarzı geliştirmek ve savaştırmak lazım. Bu apayrı bir savaş alanıdır. Bu alanın özelliklerine göre gerilla örgütlememiz, şehir gerillacılığı yapmamız gerekmektedir. Bir, kır gerillacılığı, iki, şehir gerillacılığı diyebiliriz. Temel bir savaş gücünün şehir gerillacılığı olması gerekmektedir.
Üçüncüsü de, serhildandır. Gençlik ve kadın örgütlülüğüne dayalı, legal imkanları da kullanan, fakat onunla kendini tam bağlamayan, meşruiyeti kendine hep esas alan, meşru savunma kapsamında hareket eden bir serhildan hareketi de devam etmelidir. Bu son dönemlerde daha çok gelişti. Önemli bir tecrübe birikimi ve belli bir örgütlülüğümüz de vardır. Bunun da üçüncü bir kuvvet olarak devam etmesi gerekiyor. Bu serhildanın bir ucu kitle eylemliliğidir. Dolayısıyla legal alan varolduğu müddetçe demokratik siyaset yürütmelidir. Bir ucu da sivil itaatsizlik denen, yasalara uymayan ama ateşli silah kullanmayan, meşru örgütlenmelere dayanan, gençlik, kadın örgütlülüğünü öngören bir eylemlilik düzeyi, serhildanıdır. Bütün bunları içine alacak bir eylem alanı olarak öngörmemiz gerekmektedir. Böyle bir mücadele sürdürülebilir. Çünkü yirmi bir yıllık bir geçmişi var ve bir sistem haline de geldi. Şehirde, dağda gerilla mücadelesi var. Böyle bir mücadelenin, serhildanın düşman katliamlarına yol açmasına izin verilmemelidir. Bu konuda sınır koymamız gerekiyor. Şehirde savaş yaparken de, savaşı gerillaya dayalı ayrı yapmak, serhildanı ayrı örgütleyebilmek gerekmektedir. Öyle olursa riskler vardır, ama bir duyarlılık da oluşmuştur. Yirmi bir yıldır bir tecrübe de oluşmuştur. Bu tecrübe yeni ortaya çıkmıyor. Dolayısıyla kolay kolay öyle saldırılara hedef olmaz. Saldırı yapanlar teşhir olup zorlanırlar. O hareket kendini savunabilir; polis karşısında ateşli silaha dayanmayan öz savunmayla, örgütlülükle, ona uygun araçlarla kendini savunabilir. Yine legal eylemlilikleri, kitle eylemlilikleri üst düzeyde geliştirilebilir.
Mevcut durumda Devrimci Halk Savaşı’nın özellikleri olarak: Bir, kıra ve şehre dayalı ortak, dengeli bir savaş olmak durumundadır. İki, bu savaşın güçleri olarak kır gerillası, şehir gerillası ile serhildanı öngörmeliyiz. Bu savaşın yürütüleceği üç temel ayak ve güç bunlardır. Diğer bütün boyutlarda da mücadele sürecektir. Bunları geliştirebiliriz. Şehir gerillacılığı ve serhildan şehirde oluyor. Diğeri ise kır gerillacılığıdır, dağa dayanıyor. Aslında bir güvence oluyor. Kır gerillacılığı şehirde eğitimin, örgütlenmenin, böyle bir mücadele yürütmenin bir dayanağı olarak rol oynuyor. Kır olmadan, şehirde bunların hiçbiri zaten olamaz. Ancak kırda gerilla varlığına dayanırsa, şehirde gerillacılık ve serhildan yapabiliriz. Geçmiş tarih bunu gösterdi.
Eğer PKK ilk çıktığında Kürdistan’da bir ayaklanma yapabilme imkanı olsaydı gerillaya geçmeye hiç gerek olmazdı. PKK bunu 1979 ve 80’li yıllarda yapabilirdi. Dağa dayanmadan şehirde gerillacılık olsaydı, ki PKK şiddet kullanmaya şehirde başlamıştı- onu elbette yapardık. Ama Kürdistan koşullarında o yöntem sürdürülemedi. Dağa dayanmak zorunda kaldık. Şimdi bu duruma kadar geldi. Bütün bunları tarihsel olarak yaşadık. Ama dağdaki gerillayla da bir direniş yürüttük, bugüne kadar geldik ama istediğimiz sonuca ulaşamadık. Hedeflerimizi tam elde edemedik. Bunu elde edebilmek için dağdaki gerillayı, kır gerillasını şehir gerillası ve serhildanla tamamlamak istiyoruz. Şehir gerillası da, söz konusu serhildan da, Kürdistan koşullarına özgü mücadele biçimleridir. İkisi de şimdiye kadar açığa çıkmıştır. Başka yerlerdeki şehir gerillacılığına benzememektedir. Yine serhildan da, başka yerlerdeki serhildanlara benzemiyor. Tamamen bizim koşullarımızda ortaya çıkan mücadele biçimleridir. Bu üç mücadele biçimini iki zeminde etkili bir biçimde uygulayabilirsek, öngördüğümüz amaçları başarabiliriz. Bunu başarma koşulları, imkanları fazlasıyla vardır. Bu yapılamazsa dağ, kırsal alandaki durum tercih edilebilirdi. Aslında o rolünü geçmişten şimdiye kadar oynadı. Daha fazlası, çaresizlik içinde uzatmak oluyor ve onu tercih etmemek lazım. Sovyetik ayaklanmayla da yapamayız. O halde Devrimci Halk Savaşı’nın zemini, temel güçleri ve eylem biçimleri böyle olmak durumundadır. Buna göre biz bu savaşı örgütleyip yürütmeliyiz.