Diplomasi tarihi ve kavramı ele alınırken genelde ilk tartışma nasıl ve hangi ihtiyaçtan kaynaklı başladığı üzerine olur. Pozitivist bilimci ekol, diplomasiyi devlet sonrası süreçle başlatıp ilk somut belgesinin de Kadeş Antlaşması(1) olduğunu belirtir. Gerçekten halklar ve topluluklar arası ilişkiler devletle mi başlamıştır? Kadeş Antlaşması öncesi ilişki ve ittifaklar olmamış mıdır? Yine bu ilişki ve ittifaklar, ilgili taraflar arasında üzerinde anlaşılan kararlara gidilmesini sağlamamış mıdır? Görüşme, tartışma, anlaşma devletli uygarlıkla birlikte mi başlamıştır?
Pozitivizmin tahrip etmediği ve kendisine göre yorumlamadığı hakikat alanları neredeyse kalmamıştır. İlk insan topluluklarından başlayıp, toplumsallaşmaya doğru gelişen sürecin devletsiz, sınıfsız ve sömürüsüz yaşadığına dair ne delil varsa pozitivizmin “hurafe ve gerçekdışı” olduğu suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Devletçi zihniyet bu anlamıyla kendisinden önce var olan doğal toplum dönemini yok sayarak, toplumsallaşmanın komünal ve özgür özünü inkâr etmiştir. Pozitivist bilimcilik bununla da yetinmeyerek, toplumsal olana dair ne varsa önce gasp etmiş sonra istismar ederek kendine mal etmiştir. Bu yönüyle egemen anlayış; toplumsal yaşamda diplomasi ihtiyacını doğuran nedenleri ve süreçleri de kendi anlayışına göre çarpıtmayı bir zorunluluk olarak görmüştür.
Bilindiği üzere insanın toplumsallaşma süreci kültürleşme süreci olarak ifade edilir. Böylece oluşan düşünsel, bilimsel ve kültürel birikim zamanla niteliksel bir sıçrama yaparak toplumsal yaşamın sürekliliğini sağlayan ileri bir değere dönüşmüştür. Bu kültürleşme süreci aynı zamanda toplumsallaşma hikayemizi oluşturmaktadır. Hayatta kalma, hayata anlam yükleme ve özgür yaşama çabamızı besleyen bu süreç, topluluklardan topluma dönüşme ve kolektif bilinç oluşturma sürecidir. Bunun en önemli boyutu ise insanın toplumsal bir varlık olmasından kaynaklı sürekli paylaşma ve etkileşimde bulunma çabasını devam ettirmesidir.
İşin özü insanın klan içinde başlayan hikayesi zamanla başka klan gruplarıyla kurduğu ilişki ve diyaloglarla büyüyerek devam etmiştir. Bugün bile dünyayı anlama çabamızdan göreceğimiz üzere hayatın sınırlara sığmayan bir özü, özgürlük amacına odaklı bir çeşitliliği var. Her insanın, her insan topluluğunun mekân ve imkanlara şekil verme, ondan faydalanma konusunda insanı hayrete düşüren yöntem zenginliği vardır. Bir topluluğun edindiği yöntem ve araçlar başka bir topluluk için yeni bir gelişmeyi ifade etmektedir. Toplumsallaşan insan gerçekliği, birbirinden uzak duran veya kaçan değil, uygun yöntem, koşul ve gerekçeler ile birbiriyle iletişim kurmayı öncelemiştir. İlk insan topluluklarından beri, maddi ve manevi olarak ayrı ayrı oluşan kültürel birikimleri sentezleme ve toplumsallığa dönüştürme sürecinde topluluklar arasında gelişen ilişkiye, ilk diplomasi ilişkisi denilebilir.
Toplumsal bir varlık olarak insanın doğada tek başına yaşaması ve bir tür olarak devamlılığını sağlaması mümkün değildir. Bu gerçeklik insanın tarihte bireyci anlayışla yaşadığı fikrini geçersiz kılıyor. Çokça söylendiği gibi doğal toplum dönemlerinden beri topluluktan ve onun ekosisteminden kopmak, bu eksende bireyci çabalara girişmek ölümle eşdeğerdir. Dolayısıyla toplumsallık içerisinde bulunmak; insanın insanlaşma ve kültürleşme sürecini hızlandırmış, farklı toplulukların maddi-manevi ihtiyaçlarını birbirlerinden tedarik etmelerine pozitif bir zemin sunmuştur. Bu temelde diplomasi aslında toplumsal gelişimin bir aşamasında belirginleşmiş, zamanla yol ve yöntemleri bakımından özgünlük kazanmış bir alandır. Bu süreçte bir klandan bir kabileye, bir kabileden bir aşirete uzanan ilişkilere gösterilen hassasiyet, konulan kurallar ve toplumsal ihtiyaçlar temelinde oluşan gelenekler aslında sonradan diplomasi denilen ilişkinin ilk yöntemleri olarak kayda geçmiştir.
Bu nedenle kapitalist modernite bilimciliğinin çokça tekrarladığı gibi diplomasi olgusu devletle ortaya çıkmış bir hakikat değildir. Aksine toplumsallık ile ihtiyaç duyulmuş ve örgütlendirilmiş bir gelenektir. Diplomasi; ihtiyaç duyulduğu dönemin kendi koşullarında bilgeliği, yetkinliği, kendisi gibi olmayanı anlama becerisini ve sorun çözme kapasitesini göstermek demektir. Bu açıdan bu kadar hassas olan bir görevi herkesin yapması mümkün değildir. Topluluklar adına bu konuda görev üstlenecek kişiler dönemin toplumsal kültürünü ve değerlerini temsil edecek olgunluğa ve yetkinliğe sahip olmak zorundadırlar. Topluluklar arası ilişkileri geliştirmek ya da düzenlemek bu kadar hassas bir konuyken bu toplulukların söz konusu ilişkileri yürütecek kişileri belirlemede yüksek bir dikkatli ve hassasiyet göstereceklerini tahmin etmek zor değildir. Önemli bazı antropologlar, topluluklar arası ilişkilerin karakterini incelerken bu boyutun önemini vurgulamışlardır.
Diplomasi toplumsallaşma sürecinin en doğal ve demokratik iletişim yöntemi
Doğuşu ve çıkışı itibariyle toplumsal olan, toplumun doğal ihtiyaçlarının bir ürünü olan diplomasi, nasıl olur da bu kadar toplum dışı bir alana dönüştürülür? Diplomasi toplumsallaşma sürecinin en doğal ve demokratik iletişim yöntemi iken nasıl olur da toplum üstü bir hale getirilebilir? Dolayısıyla diplomasi; toplumun ihtiyaçlarını karşılama mecburiyetinden doğan topluluklar arası ilişki geliştirme sürecinde ortaya çıkan önemli bir faaliyettir. Bu kadar toplumsallaşma süreciyle paralel gelişen bir mekanizma nasıl olurda toplumdan çalınır ve topluma karşı kullanılır? Topluluklar ve halklar arası ilişkilerin gelişiminde bu düzeyde rol oynayan diplomasi şu an toplumun en uzağına konumlandırılmış durumdadır. Sistem anlayışında diplomasi yapmak demek tam olarak toplumun arkasından iş çevirmek demektir. Ne yazık ki bu konuda oluşan gizem, toplumu bile ikna etmiştir. Öyle ki nispeten demokratik olan rejimler bile diplomasi kurumlarını zorlayamaz, bilgi talep edemez durumdadır.
Erkek egemen devletçi akıl çıkışında diplomasi demek; hırsız, veri toplayan ve kopyacı bir sistem demektir. Erkek akıl, devletin inşası için nasıl ki toplumsal kültürün öncüsü olan kadından ilk icatlarını çalmışsa, toplumsal yarar ve fayda taşıyan her gelişme karşısında da bu hırsızlığını sürdürmüştür. Ekonomi, sağlık, bilim, savunma, astronomi, felsefe vb üretim araçları ve yöntemleri toplumsallaşma süreci içerisinde ortaya çıkmış olan değerlerdir. İnsanlığın toplumsallaşma devrimi boyunca yarattığı birikimin toplamı olan bu boyutlar insanlığın ve toplumun gelişimine hizmet etmiştir. Fakat bu değerler hiyerarşinin doğuşu ve devletin inşası ile birlikte adım adım toplumdan çalınıp egemen devlet sınıfının denetiminde çarpıtılmış ve toplum karşıtı amaçlarla kullanılmaya başlanmıştır.
Tarihsel toplumun geliştirdiği yöntemlerden birisi olan diplomasi, topluluklar arası ilişkiler devletin doğuşu sonrası gasp edilen ve içi boşaltılan, çıkarları eksenli kullanılan alanlardan birisidir. Üniversitelerde uluslararası ilişkiler derslerinde devletlerin yürüttükleri diplomasi faaliyetleri temsil ettikleri toplumlar adına yaptıkları belirtilir. Ancak toplumlar diplomasi adı altında yürütülen bu faaliyetlerden haberdar olmadıkları gibi kendi adlarına alınan kararlardan dahi haberdar değillerdir. Toplumun faydası ve yararı devletlerin ihtiyaçları üzerinden belirleniyor. Toplumun iradesini görmeyen ve tanımayan devletler ise bu süreci “uluslararası ilişkiler” gibi ironik bir isimle pozitivist bilime kazandırmış oldular. Devletli çağın toplum ve birey iradesi bu şekilde zuhur ediyor. Liberalizmin demokrasi ve yurttaş kriterleri bu şekilde belirlenmiş oluyor. Çağımızın en liberal demokratik devlet örneklerinde de toplumsal ilişkiler ulus-devletlerin mutlak denetiminde yürütülüyor.
Önder Apo, Kürt gerçekliğini ve özgürlük sorununu ele alırken mevcut sorunun sağlıklı kavranması için süreci varlık-yokluk mücadelesine kadar inceledi ve tartıştı. Ulus-devlet çağında bir halkı yok saymak kolay bir iş değil. Kürt inkârı bir kişiye ya da bir gruba değil, dünyaya kabul ettirilmeye çalışıldı. Hakikat mücadelesi ise kimsenin gündeminde değildi. Halklar açısından var olan bir gerçeklik devletler açısından bir kararla yok sayılabiliyordu. Toplumsallığın ve komünal yaşamın kültürel beşiği olan Kurdistan’da varlığını bugünlere kadar taşımış olan bir halka karşı bile yürürlüğe konulan yok sayma, tarihsel toplumun demokratik ve komünal değerlerine, ahlaki ve politik toplum mekanizmalarına karşı da uygulanabilir. Kürtlüğün varlığını kabul ettirmek ile hakikate karşı yürütülen her türlü saldırı ve karartmaya karşı mücadele etmek aynı diyalektiği içeriyor. Kürt gerçekliğine karşı yürütülen soykırım savaşı ile kadın öncülüklü toplumsallığın ürünü olan tarihsel toplum değerlerine karşı yürütülen imha savaşı aynı zihniyet, yöntem ve referanstan besleniyor. Kadının tarih sahnesinden silinmeye çalışılması kötülüklerin ve soykırımın sınırsızlığını gözler önüne serdi. İnsanı doğanın herhangi bir varlığı olmaktan tutup bilinçli bir toplumsal değere dönüştüren kadın devrimciliği saldırıya uğradı. Değerleri gasp edildi. Çarpıtıldı. Kadına karşı kullanıldı. Bu soykırım yöntemi kadına karşı kullanıldığı gibi topluma, doğaya, gençlere, ahlaka, politik olana karşı da kullanıldı.
Kürt diplomasisi devletçi aklın etkisine sokulamaz
Tarihsel toplumda soykırım olgusu fiziki bir teşebbüs olarak başlamadı. Soykırımı eyleme dönüştürmenin inancı, fikri, stratejisi ve taktiği gerekiyor. Bu açıdan soykırım önce anlamda, kavramda ve değerde başlıyor. Bu soykırım mekanizması toplumsallığı kırıma uğratarak, kadını kırıma uğratarak, komünal ve özgür yaşam değerlerini kırıma uğratarak kendisini bugüne taşıdı. Benzer şekilde sosyal bilimleri ve buna bağlı diğer bilim alanlarını da bu soykırım ile sakatladı. Özgür ve demokratik yaşam için direnenler soykırım rejimini bu derinlikte ele almazsa, ihtiyaçlarını doğru belirleyip örgütlemezse, kapitalist modernitenin çarpıtma ve denetime alma politikalarına karşı ideolojik mücadele vermezse aynı mekanizmanın kurbanı olmaktan kurtulamaz.
Kürt halk gerçekliğine karşı yürürlükte olan soykırım rejiminin önemli bir boyutu diplomasi alanında devam ediyor. Önder Apo’nun ilk faaliyetleri de aslında bu alandan doğru yürütülen saldırıları boşa çıkarma ve karşısında halkların demokratik mücadele ilişkilerini geliştirme amacı taşıyordu. Üniversite faaliyetlerindeki ilk örgütlenmelerinden tutalım Ortadoğu çıkışına kadar her adımda “halklar arası demokratik ve özgürlük değerlerine dayanarak nasıl diplomasi yapılmalı” sorusuna cevap vermeye çalıştı. Kürt diplomasisinin devletçi aklın etkisinde sıkıştırıldığı alanın soykırıma hizmet ettiğini Önder Apo gördü. Çünkü halkımız ve ülkemiz üzerinde devam ettirilen soykırım politikası devletlerin iradeleri dışında bir gücün etkisi ile gelişmedi. Ülkemizin ve halkımızın statüsüzlüğü tam olarak bu devletlerin mutabakatı ile yürürlükte tutuldu, tutuluyor. Bu çağın soykırım makinaları olarak çalışan ulus-devletler, demokratik toplum hareketlerinin mücadele etmesi gereken gerçekliklerdir. Bunun yanında bu devletlerin politikalarını değiştirmek ve soykırım siyasetini boşa çıkartmak için etkilemek de gerekiyordu.
PKK’nin çıkışına kadar Kürt tarihinde birçok tarihsel olay yaşandı. Diplomasi açısından da Kürt halk kültürünün taşıdığı komünal ve demokratik değerler ile toplum içi ilişkiler ve toplumlar arası ilişkiler yürütüldü. Ama devletli uygarlık formunda yaşanan Kürt deneyimlerinde bu durumu aşan özel bir örneğe pek rastlanmadı. Devletçi uygarlık dil, din, kültür fark etmeksizin tek bir kalıba dökülmüş bir kimlik yaratmaya çalışıyor. Sümerlerden günümüze gelindiğinde varlığını koruyan farklılıkların giderek tekleştiği, ulus-devlet çağı ile birlikte tek tornadan çıkmış gibi bir şekil aldığını görüyoruz. Kürt tarihinde diplomasi adına yapılan çalışmaların bu devletçi gelenekten etkilendiği ve bu zihniyeti aşamadığı görülüyor.
Önder Apo PKK’yi örgütlerken toplumun sıkıştırıldığı bu tuzağı görmüştü. Kürt halkının yüz yüze kaldığı imha ve inkar siyaseti aslında kadına, topluma, doğaya, iyiye ve genel olarak hakikate karşı da yürütülen bir savaş durumuydu. Kürt gerçekliğinde değişim yaratmak kapitalist modernitenin bozuma uğratmaya çalıştığı tüm değerleri anlama ve aralarındaki kopmaz bağı görmeyi de gerektiriyordu. Bu yönüyle hakikate karşı soykırım mekanizması vardı. Birinde gelişme yaratmak diğerlerinde de gelişme yaratmayı zorunlu kılıyordu.
Ulus-devletlerin diplomasi adına yaptığı çıkar savaşıdır
Özgürlük Hareketimizdeki paradigma değişimi ulus-devlet çağının yanılgılarını kendi pratiğimizde eleştirme ve ortaya çıkan yeni gerçeklikler ışığında hakikat savaşımızı yeniden düzenleme çabasını ifade ediyordu. Tarihsel toplumun, devrim gerçekliğinin ve hakikatin yetersiz anlamlandırılmasına bir müdahale içeriyordu. Kürtlerin sorunu devlet kurmak veya devletler tarafından anlaşılmamak değildi. Kürtler tam da doğru anlaşıldıkları için bu soykırım sürecine alınmış, kendilerini yüksek insani ve demokratik değerlerle(!) tanımlayan devletlerin ortak imzaları ile soykırım mekaniğine sıkıştırılmışlardı.
Devletçi zihniyet Kürt sorunu gerçekliğini nasıl ele aldığını birçok sefer ortaya koymuştur. Ulus-devlet çıkarları en aleni hakikatleri bile yok sayma ve yok etme konusunda oldukça kararlıdır. Bu zihniyete dayalı diplomasi ilişkilerinin de ulus-devlet politikasından daha iyi olması beklenemez. Her ne kadar üniversitelerde, akademilerde ve terminolojide diplomasi için “uluslararası ilişkiler” denilse de bu gerçeği ifade perdelemek için belirtiliyor. Diplomasi adı altında yapılan faaliyetler ulus-devletlerin mutlak çıkar savaşıdır. Temsil ettiklerini söyledikleri halkların, toplumların beklentileri ve çıkarlarıyla hiçbir ilgileri yoktur. Ulus-devlet rejimi için halklar arası ilişkiler birkaç folklorik ve kültürel şovun bir sahnede sergilenmesinden öteye gidememektedir.
Toplum, kültür, halklar tabiatları itibariyle özgürlüğe ihtiyaç duyarlar. Hangi kimlik üzerinden ele alırsak alalım, gelişimlerini tamamen bu özgürlüğe borçludurlar. Ulus-devletin ebed-ezel olduğu, en kudretli gücün kendisi olduğu illüzyonu bu gerçekliği değiştiremez. Toplum üzerindeki mühendisliğin bu kadar ileriye götürüldüğü, görünür-görünmez sınırların bu kadar toplumu kuşattığı bir ortamda bile halklar karşılıklı ilişkilenmeyi, kültürel paylaşımı, aynı değerler etrafında bir araya gelmeyi zorunlu görüyor, önemsiyor. Bu durum yaşamın diyalektiğine uygun bir süreci ifade ediyor. Toplumsallaşma dediğimiz süreç tam olarak bu ilişki biçimi ve yöntemi ile devrimlerini gerçekleştirdi. Topluluklar arası kültürel ve tecrübe paylaşımı olmasaydı insanlık belki de doğada fark edilemeyen herhangi bir canlı olarak kendisini bekleyen ihtimallerle yaşamaya devam edecekti. İnsan doğası toplumsallığa dayalı bir gelişim yaşadı. Günümüze kendisini bu şekilde ulaştırdı.
Kürt halkının özgürlük mücadelesi ulus-devletlerin kapısında özgürlük dilenmekle başarıya götürülecek bir şey değildir. Tarihte Kürtlük adına buna benzer yöntemlere başvuranlar oldu. En kıymet görenleri ise sömürgeci ve işgalci devletlerin kapısında ancak işbirlikçilik statüsü kazandı. Kürtlüğe dair tek bir tanım, kabul, statü yaratamadı. Dolayısıyla devletçi zihniyetin aklıyla Kürt diplomasisi yapmak özgürlük değil, gönüllü kölelik getiriyor. Önder Apo Kürt diplomasisini ulus-devletin bu tuzağından kurtarmak için savunmalarında kapitalist moderniteyi ve onun ideolojik temellerini ayrıntılı çözümleme gereği duydu. İşbirlikçi çizginin Kürt halkının özlem duyduğu özgürlük istemini nasıl kullandığı bilinen bir gerçekliktir. Duyulduğunda iştah kabartan bu retoriğin pratik olarak içine girildiğinde nasıl en rezil işbirlikçiliğe dönüştüğünü görebiliyoruz. Günümüzde bu işbirlikçi çizgiyi temsil eden ve devletçi çözümü talep eden yapıların Kürt halkının soykırımını amaçlamış devletlere nasıl hizmet ettiğini görmek oldukça ironik ve ders çıkarılması gereken bir örnektir.
Önder Apo, “Kürtlere ilişkin ulus-devlet diplomasisi çözümleyici değil tıkayıcı, Kurdistan parçaları arasında çelişkiyi arttırıcı ve düşman ulus-devletlere açık davetiye çıkaran birçok olumsuz role tanıklık etmiştir. Bu nedenle yeni bir diplomasiye, demokratik ulus diplomasisine şiddetle ihtiyaç vardır” demektedir. Kürtlere karşı yürütülen soykırım siyasetini besleyen, Kürt halkının demokrasi ve özgürlük sorununu çözmeyen, üstelik sömürgeci devletlerin çıkarlarına hizmet ettiği son iki yüzyılda sayısız örnekle kanıtlanmış olan ulus-devlet diplomasisini terk etmek gerekiyor. Anlam ve düşünce dünyamız üzerinde ağır etkileri olan ulus-devlet zihniyeti ile mücadele ancak demokratik ulus zihniyetini yeterince bilince çıkarmak ve uygulamakla mümkündür.
Ulus-devlet elbisesi topluma dar geldiği için parçalanıyor
Kapitalist modernite ve onun siyasal sistemi olan ulus-devlet çok hassas bir toplum kırım savaşı yürütüyor. Toplumun tüm boyutlarını kontrol etmek, her türden alternatif demokratik ve özgürlükçü hareketi tasfiye etmek için ciddi bir yoğunlaşma ve yatırım yapıyor. İnşa ettiği sistem krize dayalı nefes alabiliyor. Krizlerin bittiği, sorunların aşıldığı bir noktada kapitalist modernite kendisi için de ölüm çanlarının çaldığını biliyor. Bundan dolayı kriz ve sorunların kontrollü devamlılığı bu sistem yürütücülerinin en temel ihtiyacıdır. Ortadoğu alanında Kürt ve Kurdistan sorunu da kapitalist modernitenin bu ihtiyacından kaynaklı geliştirilmiştir. Kürt sorununu, Filistin sorununu yaratan bu sistem elbette ciddi bir çıkarı olmadan, çıkarlarını büyütecek bir neden bulmadan mevcut sorunların çözümünün önünü açmayacaktır. Dünyanın küresel sorunlarını gündemine aldığını belirten devletlerarası kurumlar ve organizasyonlar da aynı görev ve işlevle ikame edilmiştir. Sorunların kapitalist modernite adına denetimini ve kontrolünü yapan bu tür yapılardan çözüm çıkmayacağı da nettir.
Halklara, kadınlara, doğaya, gençlere karşı kurulmuş bu sisteme karşı mücadele etmek kendi öz dinamiklerine dayanarak toplumsal diplomasiyi geliştirmek gerekiyor. Önder Apo’nun özgürlük yürüyüşü ve PKK’nin kendi deneyimi ulus-devlet diplomasisine karşı demokratik ulus diplomasisini somutlaştırdı. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile başlayan ittifak ve güç birliği arayışı demokratik ve özgürlükçü toplumların en geniş ilişki ve ittifakını gerçekleştirme hedefine kadar büyüdü. Devletlerin toplumları bastırma, sömürme ve demokratik hareketleri tasfiye etme diplomasisine karşı, halkların ortak demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğünü amaçlayan mücadelesi gündeme girdi. Ulus-devletlerin gerici ve soykırımcı ittifakına karşı halkların demokratik ve ortak yaşam ittifakı kurumsallık kazandı.
Toplumsallık dediğimiz hakikat bir boyutu ile başkaldıran ve teslim olmayan halk geleneğinin devamı, diğer boyutuyla da içinde bulunduğumuz çağın gerçeklerine göre kendini yaşamsallaştırma çabasıdır. Topluma böyle baktığımızda farklı coğrafyalarda, kendi ezilen kimlikleri ile mücadele eden sayısız halk hareketi olduğunu görebiliriz. Ulus-devlet elbisesi topluma dar geldiği için parçalanıyor. Hiçbir gücün mutlak suretle bir elbiseye hapsedemediği bu hakikat, akışkan yaşamın özüdür. Günümüz diplomasisine baktığımızda ulus-devletlerin diplomasi diye yürüttüğü faaliyetlerin toplum karşıtı, kadın ve özgürlük düşmanı, tek renkli, tek tipli örnekler yaratmaya çalışan faaliyetler olduğunu görüyoruz. Bu diplomatik faaliyetlerin hiçbir aşamasında toplumun iradesi, eğilimi ve rızası yoktur.
Bilgi ve bilim çağı olarak adlandırılan bu dönem aslında hakikatin en fazla perdelenmeye çalışıldığı dönemdir. Buna rağmen toplumumuz yaşananları sorguluyor, yaşanan çarpıtmayı anlamaya ve kavramaya çalışıyor. Ulus-devletlerin politikaları daha fazla sorgulanıyor, bu politikaları değiştirmeye dönük toplumsal örgütlenme ve faaliyetler gelişiyor. Demokratik ulus diplomasisi devletlerin dar çıkarları yerine toplumun en geniş yaşamsal ihtiyaçlarının siyasetini yapmayı önüne koyuyor. Demokratik ulus diplomasisi özgürlük paradigmamızın boyutları üzerinden her halkla, her inançla, her grupla ilişkilenmeyi, toplum üzerindeki bu soykırım rejimine karşı ortak mücadele etmeyi hedefliyor. Soykırım politikalarının hedefi olan halkların mağduriyet ifadeleri bu süreci durdurmuyor. Ulus-devlet rejiminin en geniş mutabakatı ile yapılan tarihsel suçları bazen teşhir etmek bile oldukça zor oluyor. Nitekim ulus-devletler ideolojik aygıtlar ve kurumlarıyla en aleni hakikatleri bile çarpıtabiliyor. Ama toplumda gelişmiş bir ittifak, halklar arasında büyüyen ortak mücadele ulus-devlet zihniyetini yenilgiye uğratacak en temel araçları ve yolları açığa çıkarıyor. Devlet gerçekliği bugünden yarına yok edilemeyebilir. Ama demokratik ulus diplomasisi ile bu zihniyetin soykırım politikalarına karşı mücadele edilebilir, etkisizleştirilebilir ve sonuç alınabilir.
Yakın tarihte demokratik ulus diplomasisinin önemli örnekleri var. Vietnam savaşına karşı küresel protestolar, Irak işgaline karşı gelişen tepkiler, Kobani direnişinin desteklenmesi için dünya halklarının küresel eylem kampanyaları, kadın katliamına karşı gelişen eş zamanlı eylemler demokratik ulus diplomasisinin kimi örnekleri olarak belirtilebilir. Deyim yerindeyse halklar arası özgür ağlar aracılığı ile yaşanan ilişkilenme ve paylaşımlar devletçi diplomasinin alternatifini ortaya çıkarıyor. Önder Apo demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigma ile dünyada parça parça ele alınan ve uygulanan bu hakikati bütünlüğe, programa ve bir stratejiye kavuşturdu. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik kıskacına alınmış toplumu en temel demokratik toplum değerleriyle buluşturdu. Yani demokratik ulusun yol haritasını çıkardı.
Önder Apo’nun öncülüğünü yaptığı bu zihniyetin diplomasisini geliştirme sorumluluğu ise bizim önümüzde duruyor. Bu konuda yoğun bir pratik ve çabamız var. Ama demokratik ulus diplomasisinin sonuç alıcı bir tarzda gerçekleşmesi önünde önemli sorunlarımız da var. Bu sorunların başında ulus-devlet zihniyetinin etkisi altında olan yaklaşımlarımız var. Devlete dayalı diplomasi yapmak, devletleri temel muhatap olarak görmek, çözümü onlardan beklemek en temel sorunumuzdur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi devlet gerçekliği toplumsal sorunlarımızın en başat aktörüdür. Varlığı ve pratik politikasıyla sürekli bu sorunları büyüten, kullanan durumdadır. Devlet gerçekliği gözetilmeden çözüm örgütlemek eksik ve yanlış olacaktır. Ama devlet gerçekliğini, onun tarihsel reflekslerini doğru çözümleyip toplumsal diplomasi yapmak en sağlıklı ve sonuç alıcı diplomasiyi geliştirecektir. Bu gelişmeyi yaratmak ise ulus-devlet zihniyetini doğru ve derinlikli çözümlemeyi-aşmayı, demokratik ulus zihniyetine ise yeterli yoğunlaşma-uygulamayı gerektiriyor.
Hareket olarak birçok alanda ve şekilde yürüttüğümüz diplomasi çalışmalarımız devlet odaklı ilerliyor. Yaşadığımız alanlardaki devlet gerçekliğini dikkate alalım. Diplomasi çalışmalarımızın bir boyutu da devlete hitap etmek, etkilemek, politikalarında değişim yaratmak olmalı. Ama toplumsal destek olmadan hiçbir devlet bu tür girişimleri dikkate almıyor. Tam da bu nedenle içinde yaşadığımız farklı toplumlar ve halklarda devletten daha çok topluma gitmeli, paradigmamızın değerlerini paylaşan her hareket, parti, grup, kurum ve kişilerle ilişkilenmeli ve mücadelemizi anlatmalıyız. Halk ve hareket olarak, kadın ve gençler olarak, demokrasi ve özgürlük mücadelesi verenler olarak yaşadığımız zeminlerde neler yapabileceğimizi tartışmalı, planlamalar çıkarmalıyız. Bu tür çevreleri etkilemek gibi görüş ve önerilerini almak da oldukça önemlidir. Tek yanlı ilişkilenmeler sonuç almamaktadır. Demokratik ulus diplomasisi sadece destek isteme, mağduriyet ifade etme faaliyeti değildir. İfade ettiğimiz insanlık ve özgürlük değerlerine sahip çıkma, bunun için ortak mücadele etme, bu mücadeleyi ortak amaçlarla yapma kararlılığıdır. Bu yönleriyle mevcut pratiğimize baktığımızda ortada olan tempomuzun ve yoğunlaşmamızın ne kadar zayıf kaldığını görebiliyoruz. Tam olarak bu nedenle zihniyet sorunlarını en temel eksiklik olarak ifade ediyoruz.
Devlete odaklı diplomasi yapmak, toplumu diplomasinin öznesi olarak görmemek, etkilemek istediğimiz güçlerin siyasetlerini de yeterince değiştirmiyor. Devletler doğaları gereği statükocudurlar. Varlıklarını korumayı temel strateji olarak belirler, çıkarlarını büyütmeyi de yeni hamleler ile sürdürmek isterler. Siyaset yapma süreçlerine halkı katmak istemezler. Ama toplumsallaşmış gündemleri ve talepleri dikkate almadan da siyaset yapılamayacağını bilirler. Önder Apo Kürt sorununu yaratan güçlere birçok yöntemle mesaj veriyordu. Ama esas olarak topluma hitap ediyor, halklarla stratejik ilişkiler geliştirmeye çalışıyordu. Kurdistan’ı sömürgeleştiren güçlerle stratejik ilişkilerin ortaya çıkması mümkün değil. Böyle bir zemin olsaydı Kürt sorunu gibi devasa tarihsel bir mesele yaratılmazdı. Bundan dolayı Önder Apo dost edinmeye, mesajlarını bu dostlar aracılığı ile halklara ulaştırmaya çalıştı. Diplomasi çalışmalarımızın belki de en önemli zeminini Önder Apo bu çabasıyla oluşturdu.
Avrupa merkezli zihniyet kalıpları hamle yapmamız önünde ciddi engeldir
Çalışmalarımızda ortaya çıkan önemli yanılgılardan birisi de diplomasi faaliyetlerimizin Avrupa zemininde başladığı ya da ancak bu zeminde yürütüleceği algısıdır. Avrupa, Kürt sorununun yaratılmasında ve toplumsal sorunların büyümesinde önemli bir rol oynamıştır. Olumsuz rolü oldukça fazladır. Ama yoğun çalışarak, toplumu örgütleyip etkileyerek olumlu sonuçların da yaratılacağı bir mekandır. Bu gerçekliğe karşı diplomasi faaliyetlerimiz esasında Ortadoğu’da başlamıştır. Önder Apo’nun PKK’yi geliştirme, amacı ve hedeflerini dünyanın gündemine sokma, özgürlük mücadelemizi dünya halklarına ulaştırma konusunda ilk adımları attığı alan Ortadoğu’dur. Mücadelemizin en yoğun geliştiği, savaşımızın en ağır yaşandığı alan da Ortadoğu’dur. Halk ve kültür olarak Ortadoğu’luyuz. Bu fiziksel ve düşünsel gerçeğe rağmen en az yoğunlaştığımız alan Ortadoğu’dur. Diplomasi yapmak denilince nedense aklımıza batı, daha özel olarak da Avrupa gelir. Önder Apo 1998’de Ortadoğu’da kalma koşulları yok edilmişken demokratik bir çözüm için Avrupa’ya çıkış yapmayı, çokça bahsedilen demokratik değerlerin olduğu bu mekanlarda Kürt sorununu çözüme kavuşturmayı istemişti. Kürt halk Önderliği’nin bu çabasına verilen cevap ise asrın komplosuyla esir alınması ve faşist TC rejimine teslim edilmesiyle sonuçlandı. Yani Avrupa uygarlığına ve retoriğine bu yönüyle gereğinden fazla anlam vermemek gerektiğini yaşatılan komplo ile bir kez daha anladık.
Ortadoğu ülkemizin ve Hareketimizin temel mücadele alanıdır. Komşu halklar ve güçler yaşadığımız tarihsel sorunlarda etkili oluyor. Tarihsel olarak aynı coğrafyada birlikte yaşayan halklar olarak ilişki geliştirmek, işgalci ve sömürgeci güçlerin yarattıkları tehditlere karşı birçok alanda toplumsal mücadeleyi örgütlemek en acil ihtiyaçtır. Ama Avrupa merkezli bakış açıları ve zihniyet kalıpları bu konuda hamle yapmamızın önünde en ciddi engeldir. Ortadoğu alanında demokratik ulus diplomasisi yapabilecek kurumlarımız ve alanlarımız Avrupa’ya gösterdiği ilgiyi ve heyecanı Ortadoğu’ya göstermemektedir. Önder Apo’nun paradigması dünyanın her yerinde heyecan yaratıyor. Bu konuda yapılan eğitimler, seminerler, toplantılar, eylemler önemli bir işarettir. Ama Ortadoğu halklarıyla yürütülen tartışmaların daha doğrudan sonuçları oluyor. Önder Apo kapitalist modernitenin son iki yüz yıllık sayısız seferlerine rağmen Ortadoğu’dan demokratik uygarlığı tasfiye edemediğini, demokratik modernite değerlerinin toplumsal yaşamda ve kültürde etkisini ve ağırlığını sürdürdüğünü belirtiyordu. Kapitalist modernite ile siyasi ve ekonomik çelişkiler olmakla birlikte asıl çelişki toplumsal düzeyde ve kültüreldir. Bu boyutuyla paradigma çalışmalarımız için en uygun diplomasi sahalarının da başındadır. Bu öneme sahip olan Ortadoğu’daki faaliyetlerimiz mevcut durumdan da anlaşılacağı üzere bahsettiğimiz zihniyet sorunları bu alanda da devam etmektedir. Ulus-devletin milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik hastalığı en çok bu bölgede ekilmek isteniyor. Ahlaki ve politik toplumun doğduğu bu topraklarda kapitalist modernitenin ekmeye çalıştığı hastalıklara karşı mücadele yürütmek, bölge halklarıyla toplumsal değerler üzerinden ortaklaşmak gerekiyor.
Dünyada ulus-devletler diplomasiyi imkanlara dayalı bir pazarlık şeklinde yürütüyor. Deyim yerindeyse toplumsal her değeri satılıp pazarlanabilen bir meta olarak görüyor. Bu tarzda bir diplomasiye ne halk olarak ne de Özgürlük Hareketi olarak girmek mümkün değil. Bunun hem ilkesel sorunları var hem de imkân sorunları var. “Savaş yenilince değil, düşmana benzeyince kaybedilir” diye ifade edilen veciz bir söz var. Topluma ve toplumsal olana karşı açılan savaşta kullanılan araçları ve yöntemleri toplumu ve toplumsal olanı savunmada kullanmak tutarlı ve sağlıklı değildir. Soykırım kıskacında olup varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamaya çalışan bir halkın bu araçlarla diplomasi yapması mümkün değildir. Demokratik ve özgürlükçü değerler demokratik ulus diplomasisinin temel gerekçeleridir. Bu değerlerle örgütlenme, bu değerlerle ilişki ve ittifaklar geliştirme hakiki olandır. Ezilenlerin, direnenlerin pazarlık konusu yapabilecek hiçbir toplumsal değeri yoktur. Toplumsal değerler korunmak ve geliştirilmek için vardır. İlişki ve ittifaklarda birbirini büyütme, geliştirme, destek olma, ön açma ve başarı için katkı sunma temel amaçlar olabilir. En büyük katkı ise ulus-devlet zihniyetine karşı demokratik ulus zihniyetini geliştirme ve örgütlemedir. Demokratik ulus zihniyeti ise Kürtlerin ve ezilen halkların en temel demokratik yaşam ölçülerine kavuşmasının pazarlık konusu yapılmasına karşı mücadele etmektedir.
Yaşam ve mücadele ölçülerimizi Önder Apo’nun tarzından alıyoruz. Önderlik perspektiflerini yaşamın ve mücadelenin her alanında esas perspektif olarak kabul ediyoruz. Demokratik ulus diplomasisinin öncü kadroları olabilir, olmalıdır. Ama toplumsal devrim hedefimiz varsa sadece bunlarla sınırlı kalmak tarihsel ivmeyi kaçırmak anlamına gelir. Önder Apo PKK diplomasisini kadroyu, yurtseveri, dostu, sanatçıyı, aydını, akademisyeni, din insanlarını, entelektüelleri örgütleyerek geliştirdi. Düşüncelerinin ulaşma imkanlarının çok sınırlı olduğu yerlere bile bir selamı, bir mesajıyla ulaşmayı başardı. Bir halk hareketiyiz. Neredeyse dünyanın her yerinde belli sebeplerle göç etmiş insanlarımız var. Dünyanın her yerinde kadın özgürlük mücadelesini önemseyen, geliştiren, izleyen kadınlar var. Milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik ile nefessiz bırakılmak istenen gençler, eşit ve özgür yaşam arayışında olan emekçiler var. Kültürel hareketlerden ekoloji hareketlerine kadar sayısız demokratik toplum mücadelesi veren gruplar, kişiler var. Önder Apo kadro gönderemediği alana yurtsever, yurtsever gönderemediği alana dost eğitip gönderiyordu. Halk olarak bu konuda gerçekten imkanlarımız var. Önderlik paradigmamızın her bir aktivisti, halkımızın her bir üyesi doğal bir diplomat gibidir. Topluma, özgürlük görevlerine karşı duyduğumuz sorumluluk oranında diplomat oluyoruz. Bu konuda diplomasi kurumlarımız toplumu bu perspektifle değerlendirmekte yetersiz kalıyor. Eğitmekte zayıf kalıyor. Perspektif vermekte ve harekete geçirmekte eksik kalıyor. Demokratik ulus diplomasisi asimetrik ve binlerce otonom grupla diplomasi yürütme imkanına sahiptir. Neredeyse dünyanın tüm halklarına bir şekilde ulaşmış durumdadır. Ama devamını getirmek, temas ettiğimiz her bir ilişkiyi demokratik modernitenin politik öznesi olarak değerlendirmek gerekiyor. Demokratik ulus diplomasisinin on binlerce kadrosu ve emekçisi vardır. Bunu uygun örgütsel formlara kavuşturmak, her bir politik özneyi eyleme geçirecek araç ve süreçleri örgütlemek tam olarak diplomasi kurumlarının görevidir.
Yaşamın çok berrak bir gerçekliği var. Herkes kendisinde olmayanı arar. Aradığı şeyi elde etmeye çalışır. Kazanmaya çalışır. Kürtler, kadınlar olarak, farklı inanç ve halklar olarak ihtiyaç duyduğumuz özgürlüğün şiddetini bizler hissediyoruz. Bu isteği karşımızdaki güçler istiyormuş gibi yaşama ve çalışmalara katılamayız. Çoğu zaman diplomasi çalışması yürütürken öyle bir rahatlık gelişiyor ki, anlam vermekte zorlanmamak mümkün değil. Varlık yokluk savaşı verdiğimizi söylüyoruz, soykırım kıskacında bir halk gerçekliğine sahip olduğumuzu belirtiyoruz. Ama davranış ve yaklaşımımız buna göre değil. Biz sadece aktaran ve söyleyen olmayı, yaşam hakkı kazanmaya yeter sayıyoruz. Önderliğimiz İmralı Zindanı’nda tarihte eşi benzeri görülmemiş bir tecritle toplumdan soyutlanıyor. Halk gerçekliğimize karşı sürdürülen soykırımın daha derin bir hali uygulanıyor. Peki bu gündemlerimizi ne kadar genelleştiriyoruz? Toplumun, farklı grupların, dostların, halkların gündemine ne kadar sokuyoruz? Önderliğin özgürlüğünün Kürtler için önemini anlatabiliyoruz belki ama toplum için, kadınlar için, daha demokratik ve özgür bir yaşam talep edenler için taşıdığı önemi kavratabiliyor muyuz? Bu konuda çalışıyoruz, eylemler yapıyoruz. Ama ne kadar sonuç alıyoruz?
Topyekûn direnişi diplomasi çalışmalarında geliştirme arayışımız olmalıdır
Planlama ve çalışmalarımızda rehavet içindeyiz. Bu ulus-devlet zihniyetinin hastalığıdır. Söyleyip geçme, anlatıp görevimizi yaptığımızı düşünme bizi tatmin edecek çalışma biçimi değildir. Bizim dünya halklarına ihtiyacımız var. Ulus-devlet düzeni kendimiz olma yolundaki her değeri sömürüyor, terörize ediyor ve halkımıza karşı kullanıyor. O zaman bu siyasete karşı herkesi harekete geçirme, topyekûn direnişi diplomasi çalışmalarında geliştirme arayışımız olmalıdır. Bahsettiğimiz bu amaçlara hizmet edecek herkese ulaşma, bu çevreleri ikna etme, etkileme, ulus-devletin toplum kırım politikalarına karşı mücadele etme konularında ısrarcı olmalı, takip etmeli, sonuç alıcı yöntemleri sürekli zenginleştirerek örgütlemeliyiz. Alanımız, kurumumuz, imkanımız ne olursa olsun, var olanla yetinen, ısrar etmeyen, koparıcı olmayan tarzlarla sonuç alamayız. Halk olarak en çok bizim ilişki ve ittifaklara ihtiyacımız var. İkna etmek bizim sorumluluğumuzdadır.
Özgürlük Hareketimizin ve paradigmamızın belirgin mücadele boyutları var. Kürt sorunu, toplumsal özgürlük sorunu, sınıfsal sorunlar, anlamlı yaşamı geliştirme sorunu kadına karşı yürütülen komplo ve savaş ile başladı. Bugün en liberal hareketler bile şekli de olsa kadın-erkek eşitliği tartışması yapmadan özgürlük hakkında söz kuramıyor. Demokratik zihniyetin en temel mücadele konusu da kadın özgürlük ideolojisidir. Diplomasi alanı erkek devlet aklının kontrol ve denetiminde tuttuğu bir sahadır. Erkek bir alandır. Şeklen de böyledir, ruh olarak da erkektir. Kadın özgürlük mücadelesinin en aktif olması gereken alanlardan birisi de demokratik ulus diplomasisidir. Kadın Özgürlük Hareketi’nin yapacakları başka bir tartışma konusudur. Demokratik ulus diplomasisi yapan kurum ve çalışmalarımız kadın özgürlük mücadelesini ve perspektifini de temel bir boyut olarak çalışmalarında işlemeli, ele almalı, toplumu bu çizgiyle buluşturmalıdır. Güncel yakıcılığı ile karşımızda olan siyasal sorunlar elbette gündemimiz olabilir. Ama hiçbir toplumsal ve siyasal sorun kadın özgürlüğü sorunundan bağımsız değildir. Demokrasi ve özgürlük sorununun kaynağı zaten kadına karşı başlatılan saldırıyla başlamıştır. Kötülüklerin kaynağı olan erkek devlet aklına karşı kadın özgürlük perspektifi çözüm yaratan demokratik ulus diplomasisinin de ilkelerinden biridir. Dolayısıyla dünya halklarına ve kadınlarına tarihsel bir güç veren kadın özgürlük ideolojisi diplomasi çalışmalarımızın merkezinde olmalıdır. Kürtlerin özgürlük sorununa yaklaşımı kadına yaklaşımımızı ifade etmeden anlaşılamaz. Devrimlere yaklaşımımız kadın özgürlük devrimi anlatılmadan kavranamaz. Kapitalist modernitenin erkek ve soykırımcı aklına karşı yaşamı savunmamız kadın kurtuluş ideolojisi bilinmeden anlaşılır olamaz. Bundan dolayı demokratik ulus diplomasisinin her bir çalışması kadın özgürlük devrimimizin edebiyatını ve pratiğini iyi takip etmeli, halklar diplomasisinde en stratejik boyutlardan birisi olarak işlenmelidir.
Diplomasi devletlerin tekelinde ve denetiminde, devletler arası ilişkilerin protokol ve kurallarının uygulama alanı olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Toplumsuz diplomasi böyle araçsallaşıyor. Diplomasi kendi başına bir güç ifade etmiyor. Diplomasiyi etkili kılan onun dayandığı ideolojik sütun, ölçü olarak kabul ettiği değerler, ilkeler ve toplumsal zemindir. Toplumlar açısından diplomasi örgütlü ve eylemli olunduğunda sonuç verir. Refleksleri ölmüş, etkileme ve değiştirme gücünden uzak hiçbir çalışma diplomasi yapamaz. En meşru ve genel konularda dahi durum buyken, büyük bir varlık savaşı verip de diplomasi yapmak kendi başına zorluklara sahiptir. Hem PKK’nin şimdiye kadar ortaya çıkardığı tecrübesi hem de tarihsel toplum birikimi demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın diplomasisinin önünün sonuna kadar açık olduğunu gösteriyor. Bizler ulus-devlet zihniyetine karşı bilinçli eylemcileriz. Gücümüzü Önderlik paradigmasından, bu paradigma ile anlam bağı kurduğumuz toplumdan, toplumun tarihsel demokratik ve komünal değerlerinden alıyoruz. Demokratik modernite direnişçiliği fedailiğin zirvesinde bir seyir izliyor. Demokratik uygarlığın değerleri tüm tecrit ve soykırım politikalarına rağmen Önderlik şahsında İmralı’da gelişiyor. Demokratik ulus diplomasinin de görevi bu tarihsel direnişin öncülüğünü yapmak, tüm insanlıkla bu değerleri buluşturup faşizmi yenilgiye uğratmaktır.