19 Temmuz 2012’de Rojava Kurdistan’da gelişen devrimci hamlenin 12’nci yıldönümünü yaşıyoruz. Öncelikle devrimin mimarı Önder Apo’yu derin saygı ve sevgiyle selamlıyoruz. Böyle bir Devrimci Atılımı başlatan ve 12 yıldır savunan kadınları ve gençleri, başta Kürtler olmak üzere tüm Kuzey Doğu Suriye halklarını kutluyoruz. Bu Özgürlük Devrimi’nin binlerce şehidi var. Tüm bu kahraman şehitlerimizi Şilan ve Xebat yoldaşlar şahsında saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Yine 10 yıl önce Kobanê inşa sürecine katılmak için yola çıkan ve Suruç’ta katledilen Türkiyeli devrimci gençleri saygı ve minnetle anıyoruz.
Kuşkusuz Rojava Kurdistan gibi küçük bir alanda 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde Demokratik Modernite Çizgisi temelinde böyle bir devrimci hamlenin gelişmiş olması çok önemli ve büyük devrimci derslerle doludur. Elbette başta hareketimiz olmak üzere halkımızın, tüm insanlığın bu derslerden öğrenecek çok şeyi var. O bakımdan Rojava Kurdistan’da başlayan ve Kuzey Doğu Suriye’yi içine alan bu Özgürlük Hamlesi’ni, onun 12 yıllık deneyiminin zengin derslerini tartışmak, değerlendirmek elbette gerekli. Kuşkusuz bunu, bu deneyimi yaşayan devrimciler yapmalı. Bu zengin dersler temelinde hem önlerini aydınlatmalı hem de kadınlar başta olmak üzere tüm ezilenlerin kurtuluş mücadeleleri için bu dersleri yararlanabilir hale getirmeliler. Bu yönlü kısmi bir çaba da var. Fakat henüz yeterli düzeyde böyle bir değerlendirmenin yapıldığı söylenemez.
Şu anda parça parça da olsa devrimin dersleri temelinde değişik düzeylerde değerlendirmeler yapılıyor, kutlamalar, açıklamalar var, yine çok sayıda toplantı ve tartışma söz konusu. Kuşkusuz bunları daha bütünlüklü ve derinlikli hale getirmek ve bu temelde deneyimin derslerini tümden açığa çıkartmak lazım. Çünkü devrimci mücadele açısından hem önümüzdeki sürecin aydınlatılması hem de güç kazanılması buna bağlı. Elbette 19 Temmuz’da gelişen devrim önemli bir konuma sahip. Mevcut haliyle çok fazla övülüyor da. Ama eleştirenler de az değil. Hatta Rojava’da yaşanılanlara devrim gözüyle bakmayanlar bile var. O yüzden gerçek durumu daha fazla yazılı ifadeye kavuşturmak, yine sanat ve edebiyatla anlamlandırmak gerekiyor.
Kuşkusuz ders çıkartabilmek için eleştiri-özeleştiri gerekli. Ama “Sezar’ın hakkını da Sezar’a vermek” lazım. O yüzden 12 yıldır Kuzey Doğu Suriye halklarının sürdürdükleri mücadeleyi, verdikleri emeği, döktükleri kanı, bu temelde ortaya çıkarttıkları sonuçları doğru ve yeterli bir biçimde ortaya koymak, haklarını teslim etmek lazım. Bu bakımdan değerlendirmelerin daha zengin ve bütünlüklü olması gerekir. Yoksa tek yanlı yaklaşım ve değerlendirmeler gerçekliği bütün yönleriyle ve yeterli düzeyde ortaya koymaz. Bizim bu devrimci deneyimi, en fazla bu temelde değerlendirmemiz, zengin derslerini çıkartmamız gerekiyor. Kuşkusuz bunu herkesten çok bizim yapmamız lazım. O yüzden başkalarından bunu yapmasını bekleyemeyiz. Çünkü bu herkesten daha çok bizim hakkımız ve görevimiz oluyor. O halde bu görevin gereğini zamanında yerine getirebilmeliyiz. Bu konuda var olan eksikliklerimizi aşabilmeliyiz. Bu anlamda yapılan tartışmaları, değerlendirmeleri daha kapsamlı, derin ve bütünlüklü kılmalıyız. Buna ihtiyaç var. Ama elbette bunu bir toplantıyla, bir devrim kutlaması ya da anmasını içeren açıklamalarla yapamayız. Ama burada bazı temel hususlara satırbaşları halinde kısaca dikkat çekebiliriz. Biz o düzeyde bazı şeyleri ifade ederek bu tarihi günü anlamlandırmak istiyoruz.
Bizler gelişen bu devrime “Rojava Özgürlük Devrimi ya da Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Devrimi diyoruz ama kuşkusuz bu devrim, bu dar alanla sınırlı değil. Tekil ele almamak gerekli. Her şeyden önce bu devrim, Kurdistan Özgürlük Devrimi’nin bir parçası. O bakımdan Rojava Devrimi’ni, Kurdistan Özgürlük Devrimi’nin kopmaz bir parçası olarak ele almak, o bütünlük içerisinde değerlendirmek, kendi özgünlüklerini de bu bütünlük içinde görmek gerekli. Böyle ele alınmazsa hata yapılır. Daha baştan bu devrimci hamleye hatalı, yanılgılı yaklaşılmış olur. Çünkü böyle arayışlar var. Bu açıdan ifade etme gereği duyuyoruz. Devrim hangi gün oldu? Devrim ne zaman başladı biçiminde Rojava Kurdistan’da tartışmalar oluyor. Bunları çeşitli biçimlerde duyuyoruz. Dolayısıyla Rojava parçasını, Kurdistan’dan, Rojava Devrimi’ni, Kurdistan Devriminden kopartmak yanlış ve hatalıdır. O yüzden böyle bir duruma düşülmemeli.
Rojava Devrimi 1979 Temmuz’unda başladı
O halde Rojava Devrimi’ni, Kurdistan Özgürlük Devrimi’yle birlikte ele almak, değerlendirmek, o devrimin bir parçası olarak görmek ve 12 yıllık deneyimin derslerini de bu temelde çıkartmaya çalışmak en doğru yaklaşımdır. Kuşkusuz böyle ele aldığımızda devrimin 1979 Temmuz başında Önder Apo’nun Rojava’ya geçişiyle başladığını ifade edebiliriz. Bu tarihten itibaren Önder Apo öncülüğünde Rojava’da özgürlük düşüncesi gelişti. Bu temelde insanlar taraftar, sempatizan, militan oldular. Partiye katıldılar. Gerillaya katılıp Kuzey, Güney ve Doğu Kurdistan’da savaşa dâhil oldular, çalışma yürüttüler. Rojava Kurdistan’da çok önemli bir bilinçlenme, örgütlenme ve eylem gelişti. Bütün bunların hepsi Önder Apo’nun 1979 Temmuz başında Kobanê’ye geçişiyle başladı. Her şeyden önce bu gerçekliğin altını çizmek lazım.
Önder Apo, tam 20 yıl boyunca bu alanda devrimci çalışma yürüttü. Neredeyse tanımadığı, tartışma yürütmediği insan kalmadı. Bu süreç içerisinde herkesi değişik düzeylerde etkiledi ve eğitti. Rojava Kürtleri içinde güçlü bir özgürlük bilinci, iradesi, örgütlülüğü ve eylemi geliştirdi. Bu çalışmalar, başta Kuzey Kurdistan olmak üzere yürütülen gerilla savaşına ve bir bütün Özgürlük Mücadelesi’ne çok büyük değerler kattı. Hem genel planda mücadeleye öncülük etti hem de Rojava Kurdistan halkının çok güçlü bir biçimde katılım yapmasına vesile oldu. Bunların hepsi devrimdi. Sadece Kuzey Kurdistan’da gelişen bir devrim değil, Rojava Kurdistan’da da gelişen bir devrimdi. Önder Apo, devrimi, “devrimci bilinç, örgütlenme ve devrime katılım” olarak tanımladı. Devrimci ayaklanmayı da böyle gördü. O yüzden Önder Apo, bir kişinin, bir yurtseverin ya da bir devrimcinin bu temelde devrime katılmasını ve ayağa kalkışını bir ayaklanma ve devrim olarak gördü. Dolayısıyla Rojava Kurdistan halkı, kadınları, gençleri en kapsamlı, devrimci, özgürlükçü eğitimi ve örgütlenmeyi, bu temelde bilinç, fedakârlık ve cesaret kazanmayı Önder Apo’nun bu dönemde yürüttüğü çalışmalar içinde geliştirdi, sağladı.
Özellikle Kuzey Kurdistan’da yürütülen Özgürlük Mücadelesi, yine gerilla savaşı hiçbir zaman Rojava’dan kopuk olmadı. 2011-’12 yıllarında Devrimci Halk Savaşı temelinde Kuzey Kurdistan’da geliştirmeye çalıştığımız Devrimci Savaş, esas etkisini konjonktürün de uygun olmasıyla Rojava Kurdistan’da göstermiştir. Dolayısıyla böyle tarihi, büyük devrimci bir hamlenin 2012 yılında gelişmiş olması sadece Arap sahasında gelişen olaylarla ya da anlık, konjonktürel bir hareket olarak izah edilemez. Tersine bu alanda 20 yıl boyunca Önder Apo’nun yürüttüğü çalışmalarla, yine komploya karşı mücadele temelinde 2012 yılına kadar Rojava Kurdistan’da ortaya konulan eylemsellikler ve ulaşılan bilinç düzeyiyle, özellikle 2010-2012 yılları arasında Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde Kuzey Kurdistan’da devrimci mücadeleyi geliştirmenin bir sonucu olarak bu gelişmeye ulaşıldı. Bu gerçeği iyi görmemiz, anlamamız, 19 Temmuz’da başlayan Rojava Devrimci Hamlesi’ni bu temelde değerlendirmemiz, onun Kurdistan bütünlüğü ve Önder Apo’nun başlattığı çalışmalarla olan bağını doğru görüp ifade etmemiz lazım. Yoksa başlangıcı başka yerde aramanın ya da parçalayıcı yaklaşım içinde olmanın bizi doğru sonuca götürmeyeceği açık. Eğer yaklaşım bu temelde gelişirse Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi’nin güncel görevlerini, stratejisini, taktiklerini, tarzını doğru ve yeterli bir düzeyde geliştiremeyiz. Dolayısıyla bu yanlış bakış açıları, güncel, pratik görevler açısından da doğru, yeterli olmayan sonuçlar verir.
İkinci nokta ise 19 Temmuz Devrimi’nin, 12 yıldır Kuzey ve Doğru Suriye’de yaşanan gelişmelerin, Suriye bütünlüğünden ayrı ele alınamayacağı gerçeğidir. Bu bağlamda hem coğrafi hem de bir siyasi bütünlük olduğunu söyleyebiliriz. En azından bu devrim sahası, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Suriye devlet bütünlüğü içerisindeki yerini koruyor. O bakımdan hem bu devrimci gelişmeyi değerlendirirken bu bütünlükten etkilenme, onu etkileme durumunu dikkate almalıyız hem de güncel, devrimci görevleri belirlerken, bu bütünlük kapsamında ele almalı, değerlendirmeliyiz. Kesinlikle bu noktada da dar ve parçalayıcı yaklaşım içinde olunmamalı.
Dikkat edilirse öncelikle bu iki husus üzerinde durduk. Çünkü 19 Temmuz Devrimi’ni, hem Kurdistan hem de Suriye bütününden koparan dar yaklaşımlar ziyadesiyle var. Neredeyse Rojava’yı bu dünyadan koparan, dar bir ada gibi ele alan çok yanlış, gerçeği tersyüz eden bir yaklaşım söz konusu. Dolayısıyla Kurdistan bütünlüğünden ne anlaşılması gerektiği, ona göre belirlenecek yaklaşımın ne olacağının tam olarak bilinememesi durumu var. Zaten geçen süreçte bu nokta bir tartışma konusu olarak sürekli önümüzde oldu.
Aynı biçimde Demokratik Suriye Devrimi’ni geliştirme görev ve sorumluluğu da çok üstlenilmiyor. Devrimi, Suriye Devrimi yapma, Demokratik Devrim haline getirme, hatta Suriye üzerinden Arap sahasına, Ortadoğu’ya yayma, bir bölgesel devrim haline getirme, onu öncü kılma gerekliyken, kendini sadece var olan Suriye Yönetimi’yle çözüme, uzlaşmaya odaklayan ya da ona karşıt olan bazı güçlerle ilişki içerisinde kendisini savunabileceğini sanan yaklaşımlar çok fazla var. Pratiğe baktığımızda bütünlüklü ve yayılan bir gelişmeyi göremiyoruz. Ya da çok dar, çok sınırlı bir gelişme söz konusu. Örneğin Suriye’ye yayılmak istediğinde de neredeyse Kürt toplumundan kopmuyor. Eğitip örgütlemek için nerede Kürt varsa onu arıyor. Kendisini sadece Kürt toplumuyla sınırlandırıyor, Kürtlere karşı sorumlu görüyor. Sınırlarının dışına çıktığında bile bu tutumu aşamıyor. O yüzden bu yönlü çıkışları çok dar ve zayıf kalıyor.
19 Temmuz Devrimci Hamlesi’ne cüret etmek tarihi bir olaydı
Şimdi devrim 13’üncü yılına girdi. Yaşanan 12 yıllık bir süre var ve bu hiç de az bir süre değil. Eğer biz de bu bağlamda paradigmamız temelinde yaşanan bu “Devrimci Durumdan” söz edeceksek, bunun en çok yaşandığı yer Suriye idi. Dolayısıyla Suriye’nin her alanında en güçlü devrimci çalışmalar, eğitim ve örgütlenmeler geliştirilebilirdi. Sömürgeci-soykırımcı TC Devleti’yle birleşmiş gerici, faşist, çeteler dışında kalanların hepsi aslında eğitilebilir, örgütlendirilebilirdi. Bu temelde devrim çok daha etkili ve güçlü kılınabilirdi. Bunun için imkân ve fırsatlar fazlasıyla vardı. Hiç kimse bunun imkânı ve fırsatı yoktu, o nedenle yapamadık diyemez. Yine hiç kimse siyaset gereği böyle yapmamız gerekiyordu da diyemez. Eğer öyleyse ortada çok büyük bir yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla böyle bir yaklaşım devrimin felsefi, ideolojik, örgütsel boyutlarını, yine enternasyonal boyutunu görememe anlamına gelir. Özgürlük Devrimimizin bölgesel ve küresel karakterine ters düşülmüş olur. Öyle olursa da doğru anlayış ortaya çıkmaz. Bunu net olarak görmemiz gerekli. Mevcut durumda o var olan darlık, aşırı savunmacılık, “aman kazanımları koruyalım, kaybetmeyelim” diye çırpınan yaklaşımlar biraz da bu anlayışlardan kaynaklanıyor. O tutumlar, bu anlayışların bir sonucu oluyor.
Evet, Arap sahasında 2010’dan itibaren gelişen halk serhildanlarının Suriye’de kendisini göstermesiyle bu devrimci hamle gelişti. Suriye içinde gelişen çatışmalar, mevcut yönetimi sarsınca, sınır hatları başta olmak üzere boşluklar oluştu. Egemen devlet gücü ve yönetiminin olmadığı, insanların kendi başına kaldığı bir durum ortaya çıktı. Kuşkusuz böyle bir ortamı değerlendirip 19 Temmuz Devrimci Hamlesi’ne cüret etmek tarihi bir olaydı, yine çok anlamlı, önlemli ve değerliydi.
Bu devrimi, Kurdistan ve Suriye devrimiyle birlikte ele almayan ondan kopartan yaklaşımlara dönük eleştirilerimiz, yaşanan devrimin içeriğinden kaynağını alıyor. Onunla uyumlu olmadığı için bunları ifade ediyoruz. Evet, bu tür dar yaklaşımlar o zaman da vardı. Fakat bu düzeyde etkili, belirleyici değildi. Öyle olsaydı, bu devrim değil 12 yıl, 12 hafta bile yaşamazdı.
Zaten bu hatalı yaklaşımlar nedeniyle kısa bir süre sonra imha saldırılarıyla karşı karşıya geldi. Kansız devrim, kendini koruyup yaşatabilmek için fazlasıyla kan akıtmak zorunda kaldı. Bu yanılgılı yaklaşımdan dolayı o kadar çok kan akıtıldı.
Elbette faşist-soykırımcı TC başta olmak üzere bölge gericiliği böyle bir devrime saldıracaktı. Yine küresel düzeyde saldırılar olacaktı. Onun için direnmek, savaşmak, kendini savunmak gerekecekti. Fakat yaşanan saldırı ve olayları tamamen bu çerçevede ele alamayız. Yaşanan birçok olay, dar yaklaşımların sonucunda ortaya çıktı. Bu da beraberinde daha çok kan dökülmesine ve zarar görülmesine neden oldu. Mevcut durumda devrim görevlerini doğru anlama ve zamanında yeterince yerine getirmede de bu yaklaşım rol oynuyor. O nedenle tek yanlı, dar, kopuk, parçalayıcı yaklaşımlardan uzak durulmalı. Kesinlikle bu tür anlayış ve yaklaşımlar doğru değil. Bundan kurtulmak gerekli. Buradan kurtulamazsak bu 12 yıllık büyük devrimci deneyimin zengin derslerini doğru ve yeterli bir biçimde ortaya çıkaramayız. Ancak doğru bir yaklaşım ve ele alışla bu dersleri ortaya çıkartabiliriz.
Üzerinde durmamız gereken üçüncü noktası ise Önderlik ve şehitler gerçeğinin böyle bir devrimci hamlede doğru ele alınması konusudur. İfade ettik, bu devrimci süreci Önder Apo, 1979 Temmuz başında Kobanê’ye geçişle başlattı ve bu alanda tam 20 yıl çalışma yürüttü. Bu temelde çok büyük bir birikim ortaya çıkardı. Yine Önder Apo’un, PKK’nin yürüttüğü mücadeleyle Kuzey, Güney ve Doğu Kurdistan’da sağlanan gelişmeler de anında, ilk elden ve doğrudan Rojava Kürt toplumu üzerinde, yine Kuzey Doğu Suriye halkları üzerinde etkisini gösteriyordu. Sadece bu alanla da sınırlı kalmıyor, tüm Suriye, hatta Lübnan toplumu üzerinde de derin etkiler ortaya çıkartıyor, izler bırakıyordu. Bu şekilde bu alanda yaşanan kişilik devrimlerinden, aile devrimlerinden, yine yaşanan güçlü kadın devrimlerinden bu tarihi hamleyi yapmaya götüren düzey ortaya çıkartılmıştır. O yüzden yaşanan o cesareti, hamleciliği bir kişisel keramet olarak görmemek lazım. Bunun, Önder Apo’nun, partinin, gerillanın, dört parça Kurdistan’daki halkın mücadelesiyle olan bağını iyi görmemiz gerekli. Diğeri Demokratik-Ekolojik-Kadın Özgürlükçü Paradigmanın etkileri, Rojava toplumu içinde yayılması, onları eğitmesi, daha cesur, fedakâr, daha bilinçli kılması durumu ve gerçeğidir.
İmralı Direnişini ve bu direniş etrafında uluslararası komploya karşı yürütülen mücadelenin Rojava Kurdistan’daki gelişimini ve onun üzerindeki etkisini görmek gerekli. Bütün bunlar Önderlik etkileridir. Bunları Önder Apo’nun yaptığı etki, verdiği eğitim, sağladığı gelişme bağlamında ele almak, görmek gerekli. Yani ortada böyle bir Önderlik, öncülük gerçeği var. İşte bütün bunlar bu gerçeğin hayata geçirilmesi, pratikte yaşam bulması oluyor. Yoksa başka bir çalışmadan dolayı bu sonuçlar ortaya çıkmış değil, ya da ondan önce Kurdistan’da yaşanmış direnişlerin etkisiyle de bir bağlantısı yok, yine farklı Kürt örgütlerinin geliştirdiği etkilerle de olmamıştır. Tersine, bu yapıların etkilemeleri hep olumsuz olmuş, zarar vermiştir. O yüzden Devrimci Özgürlük çalışması, bir de o olumsuz, zarar verici etkileri gidermek için çaba harcamıştır.
Önderlik gerçeği ile birlikte şehitler gerçeğini de doğru değerlendirmek lazım. Önder Apo’nun geliştirdiği, PKK’nin örgütleyip yürüttüğü Kurdistan Özgürlük Savaşı’na, Rojava Kurdistan halkı, kadınları ve gençleri çok etkili katıldılar. 1979-‘80’den itibaren ev sahipliği yaptılar. Kapılarını açtılar, imkânlarını paylaştılar. 1985’ten itibaren de hem Rojava’daki imkânları toparlayıp gerilla savaşının gelişmesine sevk ettiler hem de yüzlerce, binlerce genci Kurdistan’ın hangi parçasında olursa olsun savaşa seferber ettiler. Bu temelde Rojava gençliği 15 Ağustos 1984’ten itibaren başlatılan Gerilla Atılımı’nın içinde yer aldı. Etkin bir katkı sundu. Değerli katılımları oldu. Büyük zorluklara göğüs gerdi ve büyük direnişlerin geliştirilmesinde temel bir rol oynadı. Xebat arkadaşın yaptığı gibi kuryelikten komutanlığa kadar nerede hangi görev ve iş varsa onların hepsini yapan, gerektiği yerde de kan döken, şehit düşen bir gerçekliği ortaya çıkardı.
Yani 19 Temmuz 2012 Devrimci Hamlesi başlamadan önce Rojava zaten devrim içindeydi. O nedenle devrimin anlaşılması, daha somuta kavuşması için sembolik olarak bir gün belirlenebilir. Bunun için 19 Temmuz tarihi uygundur da. Çünkü önemli bir hamleydi, doğru bir değerlendirmeye dayanıyordu. Apocu atılımcı ruhu ifade ediyordu. Büyük bir cesaret ve fedakârlık işiydi, cüretli bir tutumdu. Çünkü olandan çok daha ağır sonuçlarla da karşılaşabilirdi. Bu tehlike ve belirsizliğe rağmen fırsat ve imkânlar ortaya çıkınca söz konusu hamleyi yapmaktan geri durmadı. İşte bu hamleyi, yürütülen bu devrimci çalışmalar, ortaya çıkan bu devrimci değerler, gelişmeler, bilinç ve örgütlenme ortaya çıkardı. Herkes bilmeli ki bunlar olmasaydı 19 Temmuz 2012’de Rojava’da hiçbir şey olmazdı. Gerçek böyledir ve bu gerçeği böyle kabul etmek lazım. O yüzden bütün bu gerçeklerden kopuk gelişen yaklaşımlar, anlamalar, bu temelde gelişen bilinç, yine yapılan siyasi değerlendirmeler yanlıştır. Bu bakımdan da toplumu eğiten, örgütleyen, cesaretlendiren, bir bütün olarak mücadeleye her şeyini verir hale getiren bu şehitler gerçeğiydi. Neredeyse 19 Temmuz 2012 öncesi Rojava’da şehidi olmayan aile kalmamıştı. Sadece bir şehit de değil, bazıları bu mücadeleye iki, üç şehit verdi. Hem erkekleri hem de kadınları çok aktif bir şekilde katılım gösterdiler. Özellikle şimdi işgal altında olan Efrîn kadınlarının katılımını her zaman bilincimizde tutmalıyız. Dolayısıyla Afrin’e yaklaşımın nasıl olması gerektiğini o bilinçten çıkartmalıyız. İlk katılımlar da öyle oldu. Bu alanın ilk kadın şehitleri Efrînliydi. Gerillanın Kuzey Kurdistan’da daha yeni yeni tutunmaya çalıştığı bir dönemde Dicle arkadaşlar mücadele içinde yer alıp şehit düştüler.
Rojava Devrimi’nin, Kadın Özgürlük Devrimi olması herkesi etkiliyor
Yine alanda bulunan Arap halkından da katılımlar oldu. Bu vesileyle Aziz arkadaşı da saygıyla anmak lazım. Böyle bir ortamda biraz da sol-sosyalist bilinç sahibi olmanın etkisiyle de erkenden devrime, savaşa katılmaya cesaret etme, savaş alanına çıkma ve savaşıp şehit düşme erdemini gösterdi. Bunların büyük etkisini her zaman önde tutacağız, esas alacağız. O yüzden bu devrim, bir Önderlik ve şehitler devrimidir. Bunu böyle görmeyen devrime yanlış yaklaşmış olur. Hele hele böyle görmeyip de kendine göre anlayış oluşturmaya kalkanlar devrimin gerçeğini çarpıtırlar. Bu yanlış ve tehlikelidir. Ne olursa olsun her fırsatta bunu böyle ifade etmeliyiz. Sadece ifade etmekle kalmamalıyız, derinden anlamalıyız da. Önder Apo’nun ifadesiyle iliklerimize kadar hissetmeliyiz ve o gerçeklikten, Önderlik ve şehitler gerçeğinden hiçbir zaman kopmayan, ters düşmeyen bir duruşun, anlayışın sahibi olmalıyız. Ters düşücü yaklaşımlara fırsat ve aman vermemeliyiz. Böyle yapamazsak, bu temelde bir ideolojik duruş gösteremezsek o zaman Önderlik ve şehitler gerçeğine doğru yaklaşmamış oluruz. Onların yarattığı bu büyük değerleri doğru anlayıp yeterince sahiplenen ve başarıyla hayata geçiren haline gelemeyiz.
Kuşkusuz tüm özgürlük güçlerinde, özellikle Kürt halkında, kadınlarında bir duyarlılık var. Kuzey Doğu halklarının tümünde de böyle bir bilinç ve duyarlılık var. Bu çok iyi. Zaten 12 yıl bu kadar karmaşa ortamında ayakta kalmasını sağlatan temel gerçeklik de bu duyarlılıktır. Önderlik ve Şehitlere olan duyarlılıktır. Orada biraz zayıflama olsaydı bu kadar karmaşa ortamında devrimin bu kadar ayakta kalması, sürmesi gerçekleşmeyebilirdi.
Dördüncü nokta ise devrimin kadın karakteri ve devrime katılımı, kadının bu temelde gelişen öncülüğüdür. Bu gerçeklik yoğunca da tartışılıyor. Gerçekten de şimdiye kadar gelişmiş hiçbir devrimci hamlede olmayan bütünlükte, derinlikte, kapsamda bir kadın katılımı var. Zaten “Kadın Devrimi” denmesi de bu temelde yaşanan gerçekliği ifade ediyor. Başta kadınlar olmak üzere bu gerçeği birçok değerlendirmeci “Rojava Kadın Devrimi” adıyla dile getiriyor. Bunu daha anlamlı kılmak, daha kapsamlı ele almak, daha iyi anlamak, derslerini daha da doğru çıkaran, geliştiren bir bilinç ve örgütlülüğe kavuşturmak lazım. Çünkü kadın özgürlük çizgisinin devrime hâkim olması, bu çizgiye bizzat kadınların kendini eğitip örgütleyerek öncülük etmesi, tüm mücadele alanlarında bunu gerçekleştirmesi, devrimi derinleştiren, yayan ve yenilmez kılmaları, yaşanan devrimci sürece büyük bir güç kaynağı olarak geri dönüyor. Bu gerçeklikten başka da devrimi bu düzeyde güçlendirecek, etkileyecek, geliştirecek bir güç yoktur.
Kuşkusuz gençliğin katılımı da çok cesur ve fedakârca. Fakat hem anlayış, çizgi olarak, hem de bizzat örgütsel öncülük ve eylem olarak kadının örgütlü katılımı başat durumda. İşte YPJ örgütlülüğü bütün dünyayı etkileyen bir özgürlük savaşçılığını ortaya çıkardı. Yine Kongra-Star örgütlülüğü kadının bilinçlenip örgütlenmesi, siyasette, kültürde, sanatta, sosyalitede, eğitimde, toplumsal yaşamın her alanında etkili hale gelmesini, öncülük eder konuma oluşmasını ifade ediyor. Bunu önemli ölçüde de gerçekleştiriyor.
Bu boyutuyla kadın mücadelesi, 21’inci yüzyıl devrimlerine de karakter kazandırıyor. 21’inci yüzyıl bu temelde Kadın Özgürlük Yüzyılı olarak ilan edildi. Yine 21’inci yüzyıl devrimleri Kadın Özgürlük Çizgisi’nde gelişecek devrimler olarak tanımlandı. Bunu neredeyse dünyada birçok çevre kabul eder ve bu biçimde değerlendirir hale geldi. Kuşkusuz böyle bir düzeyin ortaya çıkmasında Önder Apo’nun değerlendirmeleri, görüşleri belirleyici, önemli bir rol oynuyor. Ama aynı zamanda onun bir pratikleşmesi olarak da Rojava Devrimi’nin, Kadın Özgürlük Devrimi olması gerçeği pratik olarak herkesi etkiliyor. Bu rolü etkili bir biçimde oynuyor. Önder Apo’nun jineoloji temelindeki değerlendirmelerini güçlendiriyor, destekliyor, uygulanabilirliğini kanıtlıyor ve bunu herkese de gösteriyor.
Kuşkusuz bu konuda öyle tamamlanmış bir süreçten bahsedemeyiz. Çünkü Kadın Özgürlük Mücadelesi’ne öyle bir sınır çizilemez. Aslında sınırsız bir devrim durumunu ifade ediyor. Dolayısıyla Rojava’da yapılanlar sonuca gitmiştir, her şey gerçekleşmiştir diyemeyiz. Öyle dersek devrim bitmiş olur. Devrim biterse yaşam da biter. Öyle düşünmek kıyametle özdeştir. Öyle ele almayacağımıza göre o zaman yapılacak çok şey var. Hem teorik-ideolojik olarak geliştirilmesi gereken yanlar var hem de toplumun eğitilmesi, örgütlendirilmesi, mücadeleye katılması bakımından geliştirilmesi gereken yanlar var. Ama mevcut durum da Rojava Özgürlük Devrimi’ni, bir kadın devrimi yapabilecek bir yeterliliğe fazlasıyla sahiptir.
Rojava Devrimi devrimciler için bir çekim merkezi oldu
Yine beşinci nokta ise devrimin enternasyonal karakteridir. Onu da önemli bir özellik olarak ifade etmemiz lazım. Öncelikle kadınlar ve gençler başta olmak üzere hem tüm işçileri, emekçileri, halkları, tüm bölgeyi ve insanlığı etkiledi hem de devrimciler için bir çekim merkezi oldu. Gerçekten sosyalizme inanan, gönül veren, sosyalist olarak yaşamak isteyen, hele hele reel sosyalizmin çözülüşü ardından doğru sosyalizm arayışında olan devrimci gençler, kadınlar için bir toplanma alanı, bir eğitim ve eylem alanı olma özelliği taşıdı. Bu temelde neredeyse dünyanın dört bir yanından devrimciler, sosyalistler Rojava sahasına geldiler. Devrimci çalışmaya değişik düzeylerde katıldılar. En fazla da DAİŞ’e karşı yürütülen o tarihi savaşa cesaretle, fedakârlıkla katıldılar. Onlarcası şehit düştü. Dolayısıyla bu alanın başta kadınlar olmak üzere tüm ezilen halklar için bir enternasyonal çekim merkezi haline gelmesi, böyle bir gelişmeye öncülük etmesi bu temelde gelişen enternasyonalist mücadeleyle, yine bu mücadelede yaşanan şehadetlerle bağlantılıdır.
Aslında Rojava diye bir şey yoktu. Kuşatılmış, daracık bir alandı. Bırakalım Rojava’yı, kimsenin dünyada Kurdistan’dan haberi yoktu. Önder Apo “Adının bile söylenilmesinden korkulan ülke, halk” dedi. Kimse Rojava ve Kurdistan’daki Özgürlük Mücadelesi’ne bu düzeyde bakmıyordu. Bu temelde bir bilinç ve bilgi sahibi değildi. Özellikle gerici önderlikler tarafından Kürtler, devrimci-sosyalist-demokratik hareketlere olumsuz yansıtılmış, tanıtılmıştı. Kuşkusuz bunda da baş rolü Barzaniler oynamıştı. Barzani öncülüğündeki KDP’nin ilişkileri, mücadele tarzı, ittifakları, yaptıkları Kürt halkını, ilerici, özgürlükçü, demokratik halklar âleminin bir üyesi değil, küresel kapitalist modernite gericiliğinin, yine ulus devlet gericiliğinin bir parçası haline getirmişti. Kuşkusuz bu Kürtler için büyük bir engel teşkil ediyordu.
Birincisi Kürtler inkâr edilen, adı bile bilinmeyen bir halktı. Dolayısıyla bu inkâr ve imha zırhını kırmak gerekiyordu. İkinci olarak da bu inkârın aşıldığı yerde, bu sefer zarar verici, olumsuz yansımalar öne çıkıyordu. O yüzden bu etkinin de kırılması, düzeltilmesi gerekiyordu. Kuşkusuz bu durum, tanınmayanı tanıtmaktan daha zordu. Kürt halkının, Kurdistan ülkesinin, Kurdistan Özgürlük Mücadelesinin tanınmasında, Rojava Özgürlük Devrimi belirleyici rol oynadı. Bu yönüyle de büyük anlam taşıdı. Bunu hem dünya kadınları ve gençleri içinde hem de halklar ve tüm demokratik çevreler içinde yaydı. Kürt ve Kurdistan gerçeğini, Kürt özgürlük bilincini, iradesini, Önder Apo’nun düşünceleriyle birlikte bütün dünyaya yayan bir etkide bulundu. Bu da çok çok önemli, belirleyici karakterlerden bir tanesi oluyor. Devrimin kadın karakteriyle birlikte bu enternasyonalist karakterini de çok iyi anlamak lazım. Kesinlikle buna halel getirmemek gerekir. Çok büyük değerdir. Büyük emekler ve akıtılan kan temelinde bu oluşmuştur. Kurdistan’a ve Kürt halkına büyük katkı sunmuştur. Dolayısıyla onu doğru anlamamız ve doğru değerlendirmemiz gerekir. Dolayısıyla en temel güç kaynağımız her zaman bu doğrultu ve çizgide olmalı. Bundan asla sapmamak lazım.
Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm
Uluslararası alanda çok tartışılan, dikkat çeken, küresel ortamı etkileyen, hele hele Ortadoğu ortamında daha etkili olan diğer bir boyut da Demokratik Ulus boyutu ve bu temelde gelişen devrimdir. Yine örgütlenme ve siyasi yapı bakımından kendine Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizmi esas almasıdır. Bu yaklaşım, farklılıkların demokratik birliği ve katılımı temelinde kendini var ediyor. Bu bakımdan da her farklılığın kendini özgürce, özgün olarak örgütleyip geliştirdiği ve kardeşçe bir arada yaşamayı öngören demokratik birliğe katıldığı bir anlayışı, dayanışmayı, siyaseti kendine esas alıyor.
Nasıl beş bin yıldır gericiliğin en çok tutunduğu nokta cinsiyetçilikse, iki yüz, üç yüz yıldır milliyetçilik de böyle bir rol oynuyor. Bu süreçte çok fazla öne çıktı. Hem devlet ve büyük ulus şovenizmi, milliyetçiliği, hem de ezilen milliyetçiliğin ortaya koyduğu milliyetçilikler sorunları çözmek yerine, daha da ağırlaştırıp karmaşık hale getirdiler, çözümsüz kıldılar. Savaşın ve çatışmanın en temel gerekçesi oldular. Bu temelde de yüz yıldır milliyetçilik zirvede seyrediyor. Günümüze doğru gelindikçe de milliyetçi etki daha da artarak öne çıkıyor. Bu milliyetçilikten dolayı iki yüz yıldır Ortadoğu bir kan gölü olmuş durumda. Her yerde savaş var, herkes birbiriyle savaş halinde ve çatışıyor. Demokratik bir birlik, bunu sağlayacak demokratik özerklik öngörülmüyor. Esas alınan çizgi, güçlünün zayıfı ezip yok etmesi çizgisi oluyor. Bu da en yoğun çelişki ve çatışma etkeni olma özelliği taşıyor. 1990’dan bu yana hala Ortadoğu 3’üncü Dünya Savaşı’nın merkezi olmaya devam ediyor ve bunun ne zaman nereye gideceği de belli değil. Zaman geçtikçe savaş daha da derinleşerek yayılıyor. Zaten Kurdistan 200 yıldır bu milliyetçilik nedeniyle kan gölüne dönmüş durumda. Sürekli bir çelişki ve çatışma halinde.
Dünyanın birçok alanı da bu durumdan pek de farklı değil. Bu bakımdan faşist-tekçi-merkeziyetçi ulus devlet yapıları en ağır sorun, en büyük gericilik konumunda. O yüzden mevcut çatışma ortamının aşılması için demokratik özerklik gerçekleştirilebilir bir çözüm modeli olarak önümüzde duruyor. Fakat bu gerçeğe rağmen çözüm modeli en az Ortadoğu’da tartışılıyor. Kuşkusuz tersi olması lazımdı. Arap toplumunun, yine Ermeni ve Asuri toplumlarının bunu anlaması, tartışması, sahiplenmesi gerekiyordu. Ortadoğu bilinçlenmesinde bir zayıflık vardır. Bu zayıflık hem Önder Apo’nun savunmalarda ortaya koyduğu teorinin Ortadoğu’ya taşırılması konusunda böyledir, hem de Rojava Özgürlük Devrimi’nin yarattığı pratiğin Ortadoğu’ya, Arap alemine doğru ve yeterli ulaştırılmasında böyledir. Bu noktada yetersiz, hatalı yaklaşımlar var. Özellikle karşıt güçlerin bundaki rolü ve taşıdıkları milliyetçilik bunda başat bir etkendir. Türk, Arap ve diğer milliyetçilikler bunda temel rolü oynuyor. Gerçek örtbas ediliyor. Bu şekilde Rojava Özgürlük Devrimi’nin Demokratik Ulus karakterinin üzeri maskelenmek isteniyor. Bizim bu çabaları kırarak doğru anlayışla bu tutumları bertaraf etmemiz gerekli. Ama dünya bunu çok iyi anlıyor. Özellikle sosyalist, devrimci hareketler, yine demokratik güçler, kısaca bu tekçi ulus devlet faşizminden, despotizminden, diktatörlüğünden zarar gören, onunla çözüm bulamamış olan güçler, çözüm arayışında olanlar adeta bu demokratik ulus çizgisine bir kurtuluş gibi sarılıyorlar. Rojava Özgürlük Devrimi’nde böyle bir pratik gerçeklik vardır.
Kuzey Doğu Suriye alanı halkların, aşiretlerin, kabilelerin iç içe geçtiği bir alandır. Diğer alanlara göre etnik grup ve inançların daha fazla bir arada bulunduğu ve birlikte yaşadıkları bir alandır. Tarihsel olarak öyle şekillenmiş. Osmanlı hoşuna gitmeyen kesimleri oraya sürmüş, yine Şam ve Bağdat birçok insan ve topluluğu bu alana sürmüş. O yüzden bu Fırat havzası, özellikle Reqa, Dêrazor havzası böylesi sürgün toplulukların toplandığı bir yer olmuş. Son dönemlerde aynı şeyi Suriye Devleti de yapıyor. İnsanları bu alana sürüyor. Yine alanın bazı bakımlardan çekiciliği de var. Bütün bu etmenler birleştiğinde etnik yapının fazlasıyla iç içe geçtiği bir alan karşımıza çıkıyor.
Kuşkusuz tam da böylesi bir alanda Demokratik Özerkliğe dayalı demokratik konfederalizmin geliştirilmesi, yani demokratik ulus dediğimiz anlayışın örgüte ve siyasi yaşama dönüştürülmesi çok önemli. Herkesin dikkate aldığı, öğrenmek istediği çok eğitici-öğretici bir ders oluyor. Çünkü en fazla çekişme ve çatışmanın olacağı, boğazlaşmanın gelişeceği bir sahayı böyle demokratik ortak yaşamın oluşturulduğu bir saha haline getirmek gerçekten de insanlığın yaşadığı sorunların çözümü açısından büyük önem arz ediyor. Bu bakımdan da çok önemli bir örnek ve bir ilk oluyor. O yüzden dersleri çok fazla. Gerçekten bir model ve önemli ölçüde de uygulanıyor. Tam kurumlaşmış, sistem kazanmış bir yapısı yok. Bu devam eden inşa sürecinde adım adım gerçekleşiyor, deneme ve sınamalarla anlaşılır kılınıyor. Yarar getirmeyen, yanlışlık içeren yaklaşımlar düzeltiliyor. Tabii bütün eksik ve yetmezliklerine rağmen şu anda bu alanda olduğu gibi insanların ortak amaç doğrultusunda çelişkisiz, çatışmasız bir şekilde, böyle kardeşçe iç içe geçip birlikte yaşadığı bir ortam dünyanın başka hiçbir yerinde yok. İşte bu mevcut milliyetçi boğazlaşmanın ortadan kaldırılması, demokratik ulus tanımının doğru anlaşılıp uygulanması ve böylece milliyetçilik sorunlarının yol açtığı çatışma ve kanın ortadan kaldırılması için bu deneyimin ortaya koyduğu çözüm gücü son derece önemlidir. Çünkü şimdiye kadar ki düşünce akımlarının ve politik projelerin çözüm bulamadığı bir durumdan bahsediyoruz.
Çetelerin lideri Tayyip Erdoğan
Son olarak 12 yıldır yürütülen savaşın, direnişin sonuçlarına da bakmak lazım. Şimdi, AKP yönetimi ve TC Devleti bütün gücüyle Hafız Esad yönetimini kandırmaya çalışıyor. Yakın zamanda aynı ilişkilenmeyi Bağdat yönetimiyle geliştirdiğini ve bazı sonuçlar aldığını gördük. Şimdi aynı şekilde, çok daha etkili bir biçimde Beşar Esad yönetimiyle de sonuç almak istiyor. Tabii tüm bunları yaparken de Kürtleri sürekli kendi hizmetinde tutmak için tehdit altında tutuyor.
Şimdi, TC’nin Şam yönetimini kandırma stratejisindeki en temel argümanı nedir? Kuşkusuz Kuzey Doğu Suriye yönetiminin bölücü olduğu, Suriye’ye zarar verdiği, dolayısıyla bölge için bir çatışma etkeni olduğu argümandır. Yani bu şekilde Beşar Esad yönetimine, senin en büyük düşmanın bu siyasi yapılanmadır diyor. Aslında tam tersi bir durum söz konusu ve arkadaşlar da sık sık bu gerçeğe vurgu yapıyorlar.
Bugüne kadar geçen bu 14 yıllık süreçte Beşar Esad yönetiminin ayakta kalmasında Rusya ve İran’ın desteği önemli bir yere sahiptir. Fakat Kuzey ve Doğu Suriye’de ortaya çıkan devrimci gelişme ve bu temelde yürütülen 12 yıllık direnişin sağladığı destek çok daha fazla etkili olmuştur.
Peki, bu nasıl oldu? Biliniyor, başta bu İhvan-i Müslim’ine bağlı çeteler vardı. Kendilerini çeşitli adlarla ifade ettiler. Sonunda kendilerine Özgür Suriye Ordusu dediler. Şimdi güya Muhalif Suriye Hükümeti kurmuşlar. Bu oluşum tamamıyla Tayyip Erdoğan’ın kontrolü altındadır. Zaten liderleri de Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Yine onlarla birlikte El-Kaide’nin kolları alana saldırdı. En son DAİŞ saldırısı gerçekleşti; Musul’dan başlayan DAİŞ saldırısı tüm gücünü Suriye’ye yöneltti, Şam’ı almayı öngördü. Sonuçta Kuzey Doğu Suriye’yi işgal edebilmek için bütün gücünü seferber etti.
İşte Kuzey Doğu Suriye’deki bu devrimci mücadele, 19 Temmuz Özgürlük Çıkışı ve bu temelde gelişen değerlerin korunması için gelişen bu çeteci saldırılara karşı kanla başla direnilmeseydi, Beşar Esad yönetiminden hiçbir şey kalmazdı, esamesi bile okunmazdı. Zaten bir dönem neredeyse yok olma noktasına gelmişti. Tamam, çeşitli güçlerden aldıkları destekle belli bir direnç gösterdiler ama ÖSO’nun, İhvan-i Müslim’inin, El-Kaide ve DAİŞ’in içten geliştirdiği çete saldırılarını Kuzey Doğu Suriye Direnişi kırdı.
Tarihsel olarak Hafız Esad yönetimini en çok zorlayan muhalif güç bu İhvan-i Müslim’indi. Halep’te, Hama’da, Humus’ta fırsat buldukları her an ayaklanma geliştiriyorlardı. Hafız Esad yönetimi sürekli topun ağzındaydı. Yani o düzeyde örgütlüydüler. Hafız Esad, ancak katliamlarla kendi yönetimini ayakta tutabildi. Daha o zamandan böyle bir güçtüler. Dolayısıyla Arap sahasında yaşanan gelişmeyle birlikte Şam’daki yönetimi sarsarak bütün Suriye’yi ele geçirmeleri içten bile değildi. Baştan itibaren ABD ile TC buna birlikte destek verip geliştirmeye çalıştı. 2015’e kadar da ittifak halindeydiler ve bu iş için tüm imkânlarını seferber ettiler, kamplar kurup bu yapıyı silahlandırdılar. Sonra ABD ile AKP’nin politikaları çelişti. Bu bakımdan tümden ortadan kalkmasa da o kesimlere ABD’nin verdiği destek azaldı. Ama AKP-MHP faşizminin desteği sonuna kadar devam etti. O yüzden bu düzeyde destek gören örgütlü bir güç tüm Suriye’yi işgal edebilir, Şam Yönetimini yıkıp tümden ele geçirebilirlerdi. Zaten çeşitli dönemlerde o noktaya da gelindi. O yüzden bütün bu faşist-çeteci saldırıları kıran, dolayısıyla Şam’daki Yönetimin bugüne kadar ayakta kalmasını sağlayan temel etken, Kuzey ve Doğu Suriye’de yürütülen devrimci direniş olmuştur.
Bu çetecilik sadece Suriye’yi tehdit etmiyordu bütün Ortadoğu’yu tehdit ediyordu. Sadece Ortadoğu’yu da tehdit etmiyordu bütün insanlığı tehdit ediyordu. Dünyanın her tarafında DAİŞ saldırıları, tehdidi vardı. İnsanlık DAİŞ terörüyle korkar hale gelmişti. O yüzden Kuzey ve Doğu Suriye Direnişi sadece Suriye rejiminin yaşamasına değil, bir bütün insanlığı bu faşist-çeteci saldırılardan korudu. Bu bakımdan etkisini dünyaya, bütün insanlığa yaydı. DAİŞ’i yenen devrim oldu ki ne Irak, ne de Suriye bir an bile olsa DAİŞ karşısında duramıyordu. Eğer birileri DAİŞ’in Bağdat ve Şam’a olan yürüyüşünü Rojava’ya yönlendirmeseydi hem Bağdat’ı hem de Şam’ı almaları işten bile değildi. Her iki başkentin düşmesine de ramak kalmıştı. Ama Kobanê’de başlayan büyük direniş bunu engelledi.
Aslında Kobanê, DAİŞ’e karşı direnişin başlangıcı, onun yenilgisinin alanı oldu. Ama çok daha öncesinden bu çeteci güçlerle karşı karşıya gelinmişti. 2013 Ocağından itibaren Serêkaniyê’de ÖSO ve El-Kaide türevleriyle çatışmalar yaşandı. Tüm bu süreç bu çeteci güçlerin Suriye’yi ele geçirmelerinin önünü aldı, önledi.
Şimdi bunların yerine AKP-MHP faşizmi saldırıyor. Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’yi işgal etmiş durumda. Yine İdlib taraflarını tümden kontrol ediyor. Bu şekilde AKP-MHP faşizmi bütün Suriye’yi işgal etmekle tehdit ediyor. Mevcut konumu budur. Sürekli olarak harita üzerinden “Bana sınır üzerindeki 30 km’lik alanı vereceksiniz” diyor ama fırsat bulsa, uygun ortam oluşsa kesinlikle bu istemle sınırlı kalmaz, tüm Suriye’yi işgal eder. TC yöneticilerinin bilinç altında kesinlikle bu var. Zaten bunu fırsat bulduklarında söylemekten de çekinmiyorlar. En büyük amaçları Emevi Cami’sinde namaz kılmaktır. Şam’ı alarak Emevi Sultanlığı’nı yeniden Ortadoğu’da tesis etmek istiyorlar. Bunu kendileri ifade ediyorlar. Yoksa bu bizim bir suçlamamız ya da yakıştırmamız değil.
Şimdi TC işgalini de yine bu direniş kırıyor. Onun saldırttığı çete güçlerini Kuzey Doğu Suriye Devrimi, Direnişi zayıflattı, darbeledi ve yenilgiye uğrattı. TC, bu şekilde sonuç alamayacağını görünce bu sefer doğrudan kendi askeri gücüyle işgal saldırılarına girişti. Kuşkusuz bu saldırılara karşı da sadece Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi karşı durdu, mücadele etti. Diğer bir ifadeyle sadece Suriye’nin Kuzey Doğu parçasını korumadı, bütün Suriye’yi savunma konumunda oldu.
Esad yönetiminin ne kadar direnme gücünün olduğunu biliyoruz. Çok fazla bir gücü yok. İktidar ve devlet sistemi, yine BM nezdinde meşruiyeti olmasına rağmen çok fazla bir rol oynayamıyor. Sınırlarını, kendine ait topraklarını bile koruyamıyor. Değil Kurdistan’ı, Kürtleri korumak kendine ait toprakları bile koruyamadı. O açıdan, başta TC saldırıları olmak üzere İhvan-i Müslim’in, DAİŞ ve El-Kaide saldırılarına karşı da sadece Suriye’nin Kuzey Doğu parçasının değil, bütün Suriye’nin savunulmasında, güvenliğinin sağlanmasında Kuzey Doğu Suriye’de yürütülen direniş belirleyici rol oynadı. Verilen mücadelede büyük şehitler verildi. Çok fazla kan döküldü. Tarihin en anlamlı, önemli savaşlarından biri yaşandı. O yüzden bu savaşın dersleri, hem strateji ve taktik bilimi açısından çok önemli, hem de devrimci siyasetin geliştirilmesi, doğru taktik ve tarzın kazanılması açısından çok önemli.
Başta da belirttik, devrimi sadece siyasi yönetime bağlamamak lazım. Siyasi yönetimin değişimine devrim dememek gerekli. Önder Apo savunmalarda bu hususu çok belirgin bir biçimde ortaya koydu. Bunu iktidar ve devlet sistemi açısından yaptı. Dolayısıyla iktidar ve devlet sisteminde tarihsel olarak yaşanmış değişikliklerin devrim olarak anlaşılmasını, tanımlanmasını doğru bulmadı. Birçok devrimci anlayış ve teoriyi böyle tanımlıyordu. Kuşkusuz Kuzey Doğu Suriye Özgürlük Hareketi böyle bir durumu esas almıyor.
19 Temmuz 2012 ile birlikte Rojava’da siyasi yönetim el değiştirdi. Elbette siyasi değişiklik de, yönetim olmak da çok çok önemli. O bakımdan bu tür tarihlerin devrim için sembol yapılması anlaşılırdır. Fakat devrimi belirlenen bu zamanla başlatınca, onun yönetiminin elden gitmesini devrim bitti diye de ele almamak lazım. Devrimi böyle daraltmamak gerekli. Rojava’daki devrim, bir hakikat devrimi. Hakikat devrimi de bir zihniyet ve yaşam tarzı devrimidir. O halde 1979 Temmuz’undan itibaren başlayan ve günümüze kadar gelen, 40 yılı aşan bu devrimci çalışma sürecinin ortaya çıkarttığı zihniyet ve yaşam tarzı değişimlerini, gelişimlerini incelemek gerekli. Gerçekten bu devrimci çalışma, Rojava Kürt toplumu ve Kuzey Doğu Suriye halkları üzerinde zihniyet boyutuyla nasıl, hangi düzeyde bir değişim-dönüşümü beraberinde getirdi? Halkı, bu milliyetçi, dinci, cinsiyetçi, pozitif bilimci düşüncelerden ne kadar uzaklaştırdı? Demokratik uygarlık bilincini, çizgisini, demokratik modernite kuramını ne kadar anlaşılır kıldı? Onun zihniyet yapısını, ideolojik çizgisini, tarzını, üslubunu, temposunu ne kadar aldı? Bir de bu boyutuyla 19 Temmuz 2012 ile başlayan devrimci hamleyi, Rojava Özgürlük Devrimi’ni değerlendirmemiz gerekir.
Önderlik eğitimi ve çabaları Rojava Kürtlerini toplum haline getirdi
Gerçekten seksenli, doksanlı yıllarda bizzat Önder Apo alanda çalışırken Rojava toplumu, kadınları, gençleri nasıl bir zihniyet değişimi, yaşam tarzı değişimi gerçekleştirdiler? Ne kadar eğitildiler? Ahlaki ve politik toplum çizgisinde kendilerini ne kadar değiştirdiler, eğittiler, toplum olma özelliği kazandılar? Öncesinde o düzey yoktu. Değişik yerlerden gelmiş, toplanmış bir topluluk durumundaydı. Rojava Kürtleri toplum haline Önder Apo’nun eğitim ve çalışmalarıyla geldi. O bilinç böyle oluştu. Şimdi o bütünlük böyle yaşanıyor. Öncesinde böyle bir bütünlük yoktu. Cizre’yi Kobanê ve Efrîn ile birleştirmenin imkânı yoktu. Hiçbir parti birleştiremedi. PKK dışında, Rojava’nın hepsinde örgütlenmiş hiçbir parti yoktur. Sadece PKK örgütlendi. Biz o zamanları çok iyi biliyoruz. Diğer partiler, bir kabilenin, yörenin ya da belli bir çevrenin partisi olarak var oldular. Bu parçalılık toplumun da duruşuydu.
Şimdi Rojava’da bunları aşan bir Kürt toplum gerçekliği ve bütünlüğü ortaya çıkartılmışsa bu 40 yılı aşkın süredir yürütülen özgürlükçü-devrimci çalışmalar sayesindedir. Bu zaman dilimi içinde de seksenli ve doksanlı yıllarda Önder Apo’nun yürüttüğü çalışmalar bugünkü sonucu ortaya çıkartan zemini yarattı. En büyük zihniyet değişimi o zaman yaşandı. Özgürlük bilincini, toplumsal olma bilincini o zaman edindiler. Yine kadınlar özgürlük bilincini o zaman edindi. Önder Apo, kadınlarla özel olarak ilgilendi. Kadınlar içerisinde özel çalışmalar örgütledi, yürüttü. Bu temel üzerinden Rojava Kadın Devrimi gelişti. Yoksa öyle kendiliğinden, sonradan gelişmedi, öyle hiç yoktan, birden bire ortaya çıkmadı.
Şimdi 12 yıldır önemli bir çalışma yürütülüyor. Hem siyasetin, ekonomik-toplumsal yaşamın kendini örgütlemesi açısından hem de kültürel gelişmenin derinleştirilip örgütlendirilmesi noktasında devam eden önemli bir devrim süreci var. Ama devrimi dar ele almamalıyız. Kurdistan, Suriye ve Ortadoğu bütünlüğüyle değerlendirmeliyiz. Kuşkusuz daha da tehlikelisi devrimi sadece siyaset ve yönetimden ibaret gören tutum ve anlayışlardır. Bu yaklaşımın devrimle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Devrim, bir zihniyet ve yaşam tarzıdır, bir ideolojik değişim ve gelişmeye tekabül eder. Devrimi, zihniyet devrimi, ideolojik devrim, yaşam tarzı devrimi olarak görmeli ve bu temelde bunu geliştirmeliyiz.
Bu çerçevede geçen süreçte imha edici saldırılar çok oldu. Bu yüzden askeri direnişler öne çıktı. Bu direnişi sürdürebilmek için en karşıt olunan güçlerle bile askeri ittifaklar yapıldı. Bunlar yanlış da olmadı. Önemli sonuçlar da verdi. Bu bakımdan mevcut imkân ve fırsatlar gelişen bu saldırılar temelinde kullanıldı. Bunu insan görüyor, anlıyor. Anlaşılır bir durumdur da. Öyle anlamaz olmamalıyız. Tabii fırsat buldukça bu siyasi-askeri zeminden, zihni ve ideolojik boyuta da kendimizi taşırmamız, devrimin ideolojik ve kültürel boyutunu geliştirebilmemiz gerekli. İdeolojik devrimi, kültür devrimini, dolayısıyla ahlak devrimini ne kadar geliştirirsek devrim o kadar toplumsallaşır, o kadar kökleşir, o kadar kalıcı olur, o kadar yenilmez hale gelir. Yoksa devrim sadece siyasi ve askeri başarılarla korunup geliştirilemez. Siyaset ve askerlikte kazanmakta vardır, kaybetmekte. İmkân da elde edersin, zarar da görürsün. Oradan elde edilen imkânlar güç oluşturuyor ve bu güç önemli. Yaşamda rol oynuyor. O nedenle siyasi-askeri boyutu hiçbir zaman göz ardı etmemek, küçümsemek önemli ama toplum yaşamını, devrimci çalışmayı, dolayısıyla devrimi sadece siyasi ve askeri bir olay olarak görmek yanlıştır. Dar, yetersiz ve parçalayıcı bir yaklaşımdır. Devrimin esas boyutunu, temelini görmemeyi ifade ediyor. O bakımdan devrimin zihniyet boyutunu, ideolojik boyutunu daha iyi görmeli ve daha çok değerlendirmeliyiz.
Olması gereken çizgi fedailiktir
Rojava’da devrim, 10’uncu yılını tamamlarken ikinci on yılının Kültür Devrimi Dönemi olması yönünde görüş belirtmiştik. Bu yönlü tartışmalar da oldu. Bu temelde çalışmalar ne kadar gelişiyor, ne kadar etkili oluyor tam bilemiyoruz. Bir şey diyemeyiz. Fakat bu hususların önemini görmemiz lazım.
Hep Önder Apo’nun çalışmasından, parti öncülüğünden, gerilladan söz ettik. Sonuç olarak Önderliğin bu alanda geliştirdiği partileşme ve ortaya çıkardığı gerillalaşma düzeyi dünyada bir ilktir. Hiçbir tarihsel dönemde bu düzeyde, bu ölçüde bir partileşme ve gerillalaşma olmadı. Tarihte çeşitli fedai hareketlerin geliştirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Bir Hasan Sabah örneğine bile baktığımızda bilince dayanmadığını, bir intikam hareketi olarak geliştiğini görüyoruz. Bunu bilinçli hale getiren Önder Apo gerçeğidir. Dolayısıyla PKK ve PAJK’ta ortaya çıkan partileşmeyi, parti öncülüğünü doğru ele almak lazım. Sıradan, basit bir olay olarak görmemek gerekir. Dolayısıyla parti yaşamını, oradaki cesaret ve fedakârlığı, Apocu fedailiği dediğimiz çizgiyi, ölçüyü düşürmemek gerekir. Her şey buraya bağlı. Bu parti öncülüğüyle oluyor. 12 yıldır bu kadar saldırıya karşı direnişi bu fedai çizgi gerçekleştirdi ve başardı. O bakımdan bu fedai duruşu doğru anlamak ve parti ölçülerini asla zayıflatmamak gerekli. Buraya bireyciliği, özel mülkiyetçiliği, hileyi sokmamak lazım. Gerillanın, savaşın, parti yaşamının en önemli, belirleyici gerçeklerinden biri olan yoldaşlık gerçeğine halel getirmemek gerekir. Farklı imkânlar olunca “bunun zamanı geçti, şimdi yeme zamanı” diyerek bireyci, maddiyatçı, küçük-burjuva tutum ve anlayışlara girilmemeli. Böyle zihniyetler içimizde de çıkabiliyor. O nedenle kadro ölçüleri düşmemeli, öncü militan ölçüler düşmemeli, sıradanlaşmamalı. Onun cesareti, fedakârlığı, bilinci fedai çizgisi, maddiyat karşısındaki durumu, komünalitesi geriletilmemeli. Şunlar lazım diye bozmamak gerekli. “Tek yanlı, maddi, pratik düşünce bize lazım, böylesi daha iyi olur” deniliyor ama işin zihniyet ve ideolojik boyutu, yaşam tarzı boyutu hiç görülmüyor. Biz buna olumlu bakamayız. Bu kabul edilemez.
Aynı durum savunma ve gerilla açısından da geçerli. Zaten parti demek gerilla demektir. Öyle ortaya çıktı. Savunma ve güvenlik alanı asla pazarlanamaz. Adına “Öz Savunma” diyoruz. Kavramın içeriğinin bilincine iyi varmak gerekli. Öz savunma, başkasına ihale edilen iş olamaz. Sen başkasına güvenliğini, savunmanı teslim ve ihale edersen o öz savunma olamaz. Onların savunması olur. Dolayısıyla böyle bir yapı o ad altında örgütlülüğü ve silah gücünü de eline geçirirse her türlü sömürücü baskıcı güce dönüşür. Oradan da iktidar ve devlet doğar. O bakımdan insanlık tarihini inceliyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Klanı, doğal toplumu, neolitik devrimi, devletçi uygarlığı, iktidarın ortaya çıkışını inceliyoruz. Sömürü nasıl başladı? Nasıl başkalarının değerlerine el konuldu ve bunu kim yaptı? Kuşkusuz özel silahlı güçler yaptı. Silahı eline geçiren, dolayısıyla kendini kamu sorumlusu olarak ilan eden güçler yaptı. O yüzden şimdi öyle okuyup geçmemeliyiz. Anlayıp ders çıkartmalı ve doğru uygular hale gelmeliyiz. Savunma ve güvenliğe maddiyat ve bireycilik karıştırılamaz. Orada çizgi fedailiktir.
PKK bir fedai hareketi olarak doğmadı, gerilla da öyle değildi, elinde her hangi bir silahı yoktu. Uzun süre farklı ölçülerle mücadeleler yürüte yürüte böyle bir fedai çizgiye ulaşıldı. Yine bu mücadelenin gerekleri temelinde parti, gerilla ve savunmadaki fedai çizgiye ulaşıldı. 40 yıldır, 15 Ağustos 1984’ten bu yana bununla savaş yürütüyor. DAİŞ, ÖSO, yine El-Kaide ve AKP-MHP faşist-çete saldırılarına karşı Kuzey Doğu Suriye’yi bu bilinç ve örgütlülük, bu duruş savundu. Başka bir şey savunmadı. Ne silah savundu, ne de çeşitli yerlerden gelmiş “koalisyon” denilen güçler. Onların savunmaları sadece etkileyici güçtür. Belirleyici etkeni göz ardı etmememiz lazım. O nedenle bu savunma alanını maddiyat alanına dönüştürme, özel mülkiyet haline getirme kabul edilir bir durum değildir. PKK ve Kurdistan’daki savaş gerçeği bunu reddediyor. Bu bütün insanlık için geçerli. Küresel kapitalist modernite sisteminin yok sayıp yok etmek istediği Kürtler için bin kat daha geçerli. Önder Apo manifestoyu hazırlarken bunun pratik mücadelesi için “Yeni bir MED Hareketi başlatıyoruz. Gerekirse 300 yıl direneceğiz, savaşacağız” dedi. Bu anlamda ufak bir gelişme olunca hemen ilk feragat edilen savaş, savunma alanı olmamalı. Kürt’ü güç yapan, özgürlük gücü yapan çizgi bozulmamalı. Bunun kabul edilecek bir tarafı yok.
Yine devrimin zihniyet boyutunu geliştirmek gerekli. Kadronun bu temelde kendisini de örgütleyerek ahlaki-politik ölçülere göre halkın yaşam tarzında değişimi öngörmesi, örgütlü, yeni bir toplum yaratması lazım. Kapitalist modernitenin değişik uçlarından etkilenen, bu temelde ona benzeyen olmamalıyız. Bu konuda toplumu fazlasıyla eğitmek, bilinçlendirmek, örgütlemek lazım. Kuşkusuz bunun için de kadronun sürekli halkın içinde olması, halkla bütünleşmesi lazım. O yüzden halktan kopuk, halkın eğitimi ve örgütlenmesinden kendini sorumlu görmeyen kadro duruşu kabul edilemez. Zaten böyle bir kadro da olamaz. Eğer bu temelde doğru yaklaşılırsa bir avuç hain dışında Kurdistan’da herkes eğitilebilir. Çünkü bu dayatılana karşı yaşamı sürdürmenin tek yolu fedaice direnmektir, bunun dışında Kurdistan’da başka bir yol yok. Eğer bir Kürt olarak, bir insan olarak yaşamanın başka yolu olsaydı belki “herkesin kendine göre görüşü var, bireyci, maddiyatçı yaklaşıyorlar, o yüzden öyle oluyor” denilebilirdi. Fakat Kurdistan’da bunun koşulları yok. Kurdistan’da olan gerçekten de fedaileşme zeminidir. O halde devrimin gerçekten de ideolojik-kültürel boyutunu iyi geliştirmeliyiz.
Komün, demokratik toplumun demokratik ulusun çekirdeğidir
Örneğin ekolojik devrimi daha güçlü, daha derin, anlamlı ele almalıyız. Bir ekolojik bilinç, ekolojik planlama ve çalışma var mıdır? Hayır, çok yok. Ekoloji ekonomiyi, üretimi, bölüşümü içeriyor, o da toplumun örgütlülüğünü içeriyor. Mesela ekonomik yaşamda, toplumsal örgütlülükte komünal sistemi çok fazla geliştiremedik. Dediğimiz şeyler ortaya çıktı ama Rojava Devrimi 12 yıldır toplumu doğru bir komünal ve kooperatif sistemde eğitip örgütleyemedi. Ya da bunun ön modellerini henüz geliştiremedi. Ad ya da kavram olarak var ama içleri boş ve mülkiyet kokuyor. Hiç bireyci özel mülkiyetle komün, kooperatif olur mu? O komünal mülkiyet temelinde olur. Evet, Sovyetler Birliği’ndeki gibi “kamu mülkiyeti” adı altında devlet mülkiyetini, komünal mülkiyet saymamak lazım. Ama komün, demokratik toplumun, demokratik ulusun çekirdeğidir. Bu da doğru bir komünal sistemle olur. Bu bireyci-özel mülkiyet anlayışı aşılıp komünal sistem geliştirilemezse ne ekolojik devrim gelişir, ne de Kadın Özgürlük Devrimi. Kuşkusuz bu gerçeklik Kadın Özgürlük Devrimi için çok daha fazla önem arz ediyor. Düşünce ve silah gücünü ele geçiren, güç kazanan bireysel özel mülkiyeti ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla maddi şeylerden daha önce mülk yapılan kadın oluyor. Beş bin yıllık tarih böyle değil mi? O halde bunlar birbiriyle iç içe, birbirine bağlı hususlardır. Doğru bir ekolojik bilinç, örgütlülük, doğru bir kadın özgürlük çizgisi, yaşamı, o temelde özgür topluma ulaşmanın demokratik toplum ve komün olmakla kopmaz bağını kesin görmeliyiz. Dolayısıyla ideolojik devrim, kültür devrimi dediğimiz durum, toplumun ve bireyin demokratik komün ve özgür yaşam çizgisindeki eğitimi ve örgütlenmesidir. Bütün çalışmanın başına bunu koymaktır. Bütün parti çalışmalarını, öncü çalışmaları buraya seferber etmedir. Bunlar bakımından da Rojava’daki durumun değerlendirilmesi gerekiyor. Yetmezlikler açısından çeşitli gerekçeler öne sürülüyor ama hiçbirisi çizgi temelinde kabul görür değil.
Bazı dönemlerde yaşanılanlar, içinde bulunulan şartlar nedeniyle geçici olarak kabul edilebilir ama o şartlar ortadan kalktıktan sonra o yaşanılanlar da değişmek zorundadır. Rusya değiştirmedi, Sovyetlerin başına ne geldi. Dolayısıyla bizim de bu tür değişiklikleri yapabilmemiz gerekli. Öyle bazı zorlukları göstererek toplumu eğitme ve örgütleme görevinden uzak durulmamalı, yine demokratik komün yaşamını, ahlaki ve politik toplum değerlerini büyütmekten geri durmamalıyız. Bunu kesinlikle geliştirmek gerekli. İşte kültür devrimi budur. Yeni bir ahlak böyle ortaya çıkacak. Yani azami kâr hırsıyla toplumu sömürmek için baskı altına alan doğayı yağmalayan değil de, tersine hep elindekini yanındakiyle, komşusuyla, yoldaşıyla en ileri düzeyde paylaşan bir zihniyet ve ahlak geliştirilmeli. Bunu yapacak bir insan duruşunu, bir toplum düzeyini ortaya çıkartmak gerekli. Buna “olmaz” dememek lazım. Bu öyle zorla olmaz. Bakın, Sovyetler Birliği’nde sadece 1921 ile 1938 arasında “Karşı Devrimci” denerek öldürülen insan sayısı resmi olarak 640 bin imiş. Tabii bunlar resmi rakamlar, karşıt uçta olanlar bu sayıyı milyonlarla ifade ediyorlar.
Evet, yaşanan savaştır. Yerinde ve uygun düzeyde olursa şiddet de gerekiyor ama bu biçimde olmaz. Böyle yaparsan sonun Sovyetler Birliği’nin sonu gibi olur. Dolayısıyla biz öyle yapmayacağız. Zaten paradigmasal olarak da iktidar ve devlet çizgisini esas almamak, bu konuda zihniyetin ve ideolojinin önemini ortaya koymak gerekiyor. Dolayısıyla eğitim, bilinçlenme bizim en temel silahımız olmalı. Bunu yapmadan, kullanmadan, bu temelde imkânları ve gücü seferber etmeden, devrimci ve öncü çalışmaları buraya bağlamadan hemen “olmuyor” demek, bu şekilde eskiyle uzlaşmayı aramak, bireyci, özel mülkiyetçi anlayışları öne çıkartmak doğru ve kabul edilebilir değildir. Öyle olmaz. Başta belirttik, eğer öyle olursa devrim zamanla o olumlu özelliklerini kaybedebilir de. Evet, şu anda dünyadaki tekçi ulus devlet faşizmine karşı Rojava’da demokratik konfederalizm, demokratik ulus temelinde oluşmuş bir kadın bilinçlenmesi ve etkinliği var. Ama bunlar ulusal bir örgütlülük oluyor. Dolayısıyla özgür olmak ve hakikate ulaşmak için bu yeterli değil. Toplum ve yaşam hakikatini tam olarak doğru bir şekilde açığa çıkartmaz. Onu aşmak, yeterli hale getirmek, bütün ideolojik-kültürel-sanatsal çalışma alanlarında derinleştirmek lazım. Eğitimin gücünü, sanat ve edebiyatın gücünü bu doğrultuda etkili bir biçimde kullanmak gerekli. Bunlar da sınırlılık var. Ya da eski paradigmayı aşamama var. Bilinç azlığı, inanç zayıflığı, irade eksikliği var.
19 Temmuz bir bilinmeyene doğru yürüme, cüret etmeydi. Ama bunun ideolojik devrim boyutunu tamamlamakta aynı cüretkârlığı göremiyoruz. Bu dünyadan çok kopmayalım, ayrı düşmeyelim, biraz onlara benzeyelim şeklindeki yaklaşımlar biraz daha fazla ön plana çıkarak etkili oluyor. O da zarar vericidir. Büyük imkânlar ve fırsatların heba olmasına yol açıyor.
Geçen 12 yıllık savaş, bu fedai savaşın gerçeklerini çok daha iyi açığa çıkartmıştır. Bütün toplum, insanlar bunu yaşayarak gördü. O temelde eğitim görme, örgütlenme ve bilinç edinme imkân ve fırsatları daha fazla oldu. Bu durum hala da devam ediyor. İmkânlar ve fırsatlar zamanında değerlendirilmezse, yapılması gerekenler yapılmazsa daha sonra bu mevcut imkân ve fırsatlar kaybolur. Ondan sonra da “ne yapalım koşullar değişti, imkân, fırsat kalmadı, dolayısıyla biz devrimden vazgeçtik” dememek lazım. Bizim Sovyetler Birliği deneyimini iyi anlamamız, değerlendirmemiz gerekli. O konuda pratikte yaşanmış olanları, neyin bozucu etkenler olduğunu iyi bilince çıkartmalıyız. Sadece o da değil, tarihteki bütün özgürlük hareketlerini, sonuçta yaşadıkları durumu, başlarına gelenleri eğer ele alıp değerlendirirsek doğruları burada bulabiliriz.
Şimdi yeni bir yıla, 13’üncü devrim ve mücadele yılına giriliyor. Bu yılda güvenliğe, savunmaya dikkat etmeliyiz. Bu temelde toplumsal inşayı da geliştirmeliyiz. Özellikle Parti’yi ve savunmayı fedai çizgisine oturtmalı, toplumun ahlaki-politik yapısını, değerlerini güçlendirmeliyiz. Bu temelde bir ideolojik-kültürel değerlendirmeye gidilirse bu hem devrimi derinleştirir, yayar hem de yenilmez kılar, büyük güç sahibi yapar.
13’üncü yılda da bu tür düşünce ve yaklaşımların daha çok gelişeceği, devrim gerçeğinin daha doğru anlaşılacağı, derslerinin daha derin ve yeterli bir şekilde bilince çıkarılacağı, devrimin ideolojik, zihniyet ve kültürel boyutunu geliştirmek için gerekli plan ve kararların pratikte ortaya çıkarılacağı inancındayız. Böyle olmaması için hiçbir neden ve engel yok. İstenirse, inanılırsa, doğru bulunursa yapılabilir. Bu konuda en avantajlı alan Rojava alanıdır. Rojava zemini, böyle bir hakikat devrimi ve demokratik modernite devrimi için bulunmaz bir zemindir. Dolayısıyla böyle bir tecrübe için de en uygun alan Rojava alanıdır. Çünkü Önder Apo onun temellerini hazırladı.
Şimdi tarih de bunu bir fırsat olarak, özgürlük hareketi ve Kurdistan devrimciliği olarak önümüze koydu. O halde doğru anlayalım, doğru yaklaşalım. O yüzden kendine göre ele alan, ya da başkalarından etkilenip sağa-sola yalpalayan, çarpıtan durumlara düşmeyelim. Kesinlikle eğer bizden yönlü böyle bir durum gelişmezse, toplum, her türlü özgürlükçü, komünal gelişmeye, ahlaki ve politik toplum değerlerini en üst düzeyde işletir hale getirmeye açıktır. O halde öncü çalışma olarak biz de bu bilinci, örgütlülüğü geliştirelim, buna destek verelim. Devrimi, bu temelde daha fazla derinleştirelim. Bu yapılırsa hem devrim derinleşir, kökleşir, toplumsallaşır hem de yenilmez hale gelir.
Bunlar temelinde yine en başta Önder Apo’yu saygıyla selamlıyoruz. Gerçekten Rojava’da devrim deyince her şeyden daha fazla Önderlik gerçeğini görmek, anlamak, onun derslerini çıkartıp ona bağlı kalmak gerekiyor. Böyle zengin dersleri olan devrimci bir deneyimin, Rojava’da 12 yıl geliştirilmiş olması önemli. Mucize demeyelim ama büyük öneme sahip. Öyle kolay bir iş değil. Tarihi değerler içeren bir durum. O halde 12’nci kuruluş yıldönümünde böyle bir devrimci adımı, hamleyi, cesaret ve fedakârlığı, ortaya çıkan bu cüreti, bu bilinç ve kararlığı, tıpkı 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Kararı gibi selamlıyoruz.
Eğer Rojava’da işler, şehit düşerken “Mezar taşıma borçlu yazın” bilinci ve anlayışıyla yürütülürse o zaman kimse ne o devrimin önünü kesebilir ne de kimse yenebilir. O halde bu ölçüye, bu çizgiye halel getirmemek lazım. Çeşitli basit maddi nedenlerden dolayı o çizgiden uzak durmamak gerekli. Bunlar çerçevesinde bir kere daha devrimin 13’üncü yılını selamlıyor, bu devrime emeği geçenleri ve yaratanları kutluyoruz. Devrimin şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, 13’üncü yılda Özgürlük Devrimini derinleştirmek, büyütmek ve yaymak için yürütülen çalışmalara üstün başarılar diliyoruz. İstiyoruz ki 13’üncü yılda Özgürlük Devrimi Rojava’da daha çok derinleşsin, kökleşsin, öncülük görevlerini daha fazla yerine getirsin, insanlığın umudu, ışığı ve yıldızı olmaya devam etsin. Bu özelliğini daha çok geliştirsin. Bunlar temelinde devrimi kutluyoruz. Mücadele yürütenlere de üstün başarılar diliyoruz.
– Yaşasın 19 Temmuz 2012 Devrimci Hamlesi!
– Bijî Rêber APO!