Besê Hozat
Uluslararası komplonun 24. yılına girdik. ABD’nin başını çektiği uluslararası komplocu güçleri nefretle kınıyoruz. Komplonun başını çeken ABD, İngiltere ve İsrail Kürt halkına ve insanlığa karşı tarihin en büyük suçunu işledi. Önder Apo’ya yönelik komployla Kürt soykırımına doğrudan dahil oldular. Türk devletinin soykırım politikasına uluslararası güçlerin açıktan desteğini ifade ediyor. 15 Şubat Uluslararası Komplosu, yeni bir Şark Islahat Planı’dır. Komplo Önder Apo şahsında Kürt halkına karşı yapılmıştır.
Önder Apo’nun duruşu, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai şehitleri ve direnen halkımız Önder Apo’nun fiziki esareti dışında komployu boşa çıkardı. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şehitlerinin ve bu çizginin devamcısı Viyan Soran yoldaşın şahsında tüm özgürlük şehitlerini büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Anılarına Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayarak cevap vereceğimizin sözünü veriyoruz.
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelesi evrenselleşti
Komplo Kürtlere karşı topyekün savaş biçiminde bugün de devam ediyor. Soykırımcı sömürgecilik, yüzyıllık Kürt soykırım politikasını başarmakta ısrarlı ve kararlıdır. Ancak dayanakları 1998-1999 yıllarında olduğu kadar güçlü değildir. Önder Apo’nun fikirlerinin bölgede ve dünyada yarattığı etki, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bölgede ve dünyada güçlü bir siyasi aktör ve denge gücü haline gelmesi, mücadelemizle Türk devletinin birçok yönüyle teşhir olması, komplocuların Türk devletine desteğini de zayıflatmıştır. Türk devleti siyasi, diplomatik, askeri, propaganda ve ekonomik tüm imkanlarını soykırım politikasını başarıya götürmek için kullandı. Ancak 23 yıldır istediği sonucu alamadığı gibi Önder Apo’nun etkisi Kürdistan’ın yanı sıra bölgede ve dünyada giderek arttı. Önder Apo’nun fikirleri halklarda ve özellikle kadınlarda büyük bir heyecan, umut, mücadele azmi ve başarma inancı yarattı. Önder Apo’ya evrensel düzeyde güçlü bir sahiplenme durumu gelişti. Şu anda Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama mücadelesi evrenselleşmiş durumdadır. Bu sonucun ortaya çıkmasında emeği ve katkısı olan halkımızı, kadınları ve tüm dostları yürekten selamlıyor ve kutluyoruz.
23 yıllık tecrit-işkence sistemi özünde bir komplo sistemidir. Komplo, Önder Apo şahsında Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve Kürt soykırımını gerçekleştirme planı olarak 23 yıldır tecrit-işkence sistemi biçiminde devam ediyor. Önder Apo üzerinde çok yoğun bir baskı, psikolojik ve özel savaş saldırılarının yürütüldüğünü biliyoruz. Tecrit sistemi bu saldırıları gizlemeye de hizmet ediyor. Önder Apo üzerinde dünyanın en ahlaksızca, vicdansızca, aşağılık bir siyaseti uygulanıyor. İmralı’da ne ulusal ne de uluslararası tek bir hukuk kuralı işletilmiyor. İmralı işkence-tecrit sistemi tarihin görüp yaşadığı en korkunç özel savaş sistemidir. Önder Apo üzerinde çok yoğun bir baskı, psikolojik ve özel savaş saldırılarının olduğunu çok iyi biliyoruz. Önderliğimize mücadeleyi durdurma baskısı yapılıyor. Faşist diktatör Erdoğan İmralı’da çok alçakça ağır bir tecrit ve baskı uyguladığı halde Önder Apo adına utanmazca konuşmalar yapıyor.
Demokrasinin yolu İmralı’dan geçer
Diktatör Erdoğan’ın Önder Apo adına yaptığı konuşmalar aslında tecrit sisteminin ve siyasetinin iflasını da gösteriyor. Son zamanlarda Erdoğan Önder Apo’yu dilinden düşüremez hale geldi. Yıkılma sürecine girmiş iktidarını Önder Apo’nun gücüne-etkisine sığınarak ayakta tutmaya çalışıyor. Önder Apo üzerinde mutlak tecrit uygularken Önder Apo adına her gün açıklamalarda bulunması hiç kuşkusuz faşist diktatörün utanmazlığını gösteriyor. Bu yola başvurması sıkışmışlığının ve çaresizliğinin de bir sonucudur. Zaten HDP derhal cevabını vermiştir. İmralı’nın kapılarının açılarak İmralı’nın ne düşündüğünü herkes kendisinden dinlesin, demiştir. HDP ve Kürt halkı Erdoğan’ın ne yaptığının bilincindedir. Bu nedenle yaptığı hesaplar daha ilk günden boşa çıkmıştır.
Faşist Erdoğan İmralı üzerinden geliştirdiği siyasetle baş aşağı gidişini durdurmaya çalışıyor. Bu konuda çeşitli hesaplar içinde olduğu, bazı amaçlar peşinde koştuğu açıktır. Hesaplarından biri; tecrit-işkence sistemine karşı yükselen büyük öfkeyi dindirme, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yükselen sesleri zayıflatma çabasıdır; işte bakın Öcalan ile görüşüyoruz, durumunu biliyoruz, sorun yok, demeye getiriyor. İkinci hesabı; çözüm beklentisi içinde olan kesimlere bir mesajdır; kendince beklenti ve sahte umutlar yaratarak Kürtlerin devletten, AKP’den kopuşunu durdurmaya, kafa karışıklığı yaratarak çeşitli çevreleri, siyasi odakları etkilemeye çalışıyor. Üçüncü hesabı; Millet İttifakı üzerinedir. Öcalan ile görüşüyorum, Kürtlerle anlaşabilirim algısı yaratarak Millet İttifakını milliyetçilik yarışına çekiyor. Millet İttifakı faşist şeften daha iyi milliyetçi olduğunu kanıtlama tutumuna ve söylemine girdikçe Kürtlerle aralarındaki mesafe daha fazla açılıyor, bu durum faşist şefe hiç kuşkusuz hizmet ediyor. Erdoğan bu siyasi taktik hamleyi muhalefeti birbirine düşürmek ve parçalamak için de kullanıyor.
Erdoğan Önderliğimiz üzerine söylem geliştirdikçe CHP ve İyi Parti terör söylemine sarılıyor. CHP’nin ulusalcı-ırkçı, milliyetçi damarı harekete geçiyor. İnkar ve imha zihniyetini bırakmadığı görülüyor. Bunu gören Kürtler; CHP’nin AKP ve MHP’den ne farkı var, diyor. CHP Kürt sorununa doğru yaklaşmadan, Kürtlerin siyasi liderlerini dikkate almadan tutarlı bir siyaset yapamaz. CHP, Önder Apo’yu Kürtlerin baş muhatabı görmeden ve kabul etmeden Kürtlerle helalleşemez. CHP, Kürtlerin en meşru, demokratik haklarını, öz yönetim taleplerini kabul etmeden, Kürtler de güven yaratamaz. Yani CHP günde kırk defa Kürt Halk Önderi’ne “terörist başı” diyerek Kürt sorununu çözeceğinin iddiasında bulunamaz. CHP İmralı’daki hukuk ve kanun dışı faşist tecrit sistemini meşru görerek, Kürtlere ve Türkiye toplumuna hukuk ve adalet vaadinde bulunamaz. Bulunsa da inandırıcılığı olmaz. Ve CHP, Önder Apo ile görüşmeyi suç sayarak demokrasinin yolunu Diyarbakır’dan geçiremez. İmralı’dan geçmeyen yol Diyarbakır’dan da geçmez.
Demokrasinin yolu İmralı’dan geçer. Adaletin yolu İmralı’dan geçer. Hukukun yolu İmralı’dan geçer. Türkiye’ye demokrasi, adalet ve hukuk getirilecekse İmralı işkence-tecrit sistemini insanlık suçu olarak görüp mahkum etmek gerekiyor. Bu sistemi kuranları ve sürdürenleri yargılamak gerekiyor. İmralı işkence-tecrit sistemini yaratanlar ve yürütenler zaten halkların ve insanlığın vicdanında mahkum olmuşlardır.
Önder Apo milyonların iradesini temsil eden bir halk önderidir
Önder Apo Kürt sorununun çözüm muhatabıdır. Kürt sorununun çözümünde baş müzakerecidir. Önder Apo’yu yok sayarak hiçbir çözüm geliştirilemez. Çözümün yolu İmralı’dan geçer. Önder Apo’nun da baş aktör olduğu bir çözüm süreci kuşkusuz Türkiye Meclisi’nde tartışılır. Bunu isteyen de Önder Apo’dur. Çünkü Önder Apo artık hiçbir siyasi partinin ya da siyasi kişiliğin Kürt sorununu araçsallaştırmasını kabul etmez. Kürt sorunu konusunda ciddi adım atılmasını ister. Kılıçdaroğlu’nun meclisi ve HDP’yi çözüm adresi göstermesi doğrudur ancak eksik bir yaklaşımdır. CHP gerçekten Kürt sorununu çözme konusunda kararlıysa Önder Apo’ya yaklaşımını değiştirmek durumundadır. Önder Apo milyonların siyasi iradesini temsil eden bir halk önderidir.
Millet İttifakı Önder Apo düşmanlığı yaparak Kürtlere düşmanlık yapıyor. Millet ittifakı tecrit-işkence sistemine karşı çıkmayarak çokça dile getirdiği hukuk, adalet söyleminin ne kadar gayri ciddi ve samimiyetten uzak olduğunu gösteriyor. Millet ittifakı Kürtlerin demokratik haklarını, özyönetim taleplerini reddederek Kürtlerin desteğini alamaz. Millet ittifakı demokratik çözümden uzak anlayışıyla faşist iktidara karşı alternatif haline gelemez. Kürt sorununda demokratik çözüm anlayışına sahip olmayanlar Türkiye’de iktidar olamaz ve iktidarda kalamaz. Bunun için her şeyden önce Önder Apo’ya yaklaşımlarını düzeltmeleri gerekiyor.
PKK’nin terör listesine alınması büyük bir haksızlıktır
PKK’nin terör listesine alınması Kürt halkına karşı çok büyük bir haksızlıktır ve aynı zamanda hakarettir. PKK yüzyıldır soykırıma uğrayan ve bugün de soykırım tehdidi altında olan bir halkın özgürlük mücadelesini veriyor. Kürt halkının en meşru ve demokratik hakları için mücadele yürütüyor. PKK’nin talepleri evrensel hukukun savunduğu ve tüm insanlığın kabul ettiği topluluk haklarıdır. PKK Türkiye’de nüfusu 25 milyonu aşan Kürt halkı için anadilde eğitim istiyor. Kürtlere özyönetim hakkının tanınmasını istiyor. Özyönetime dayalı Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyor.
PKK’nin talepleri ne terördür, ne de bölücülüktür. Dünyada en doğal en meşru ve en haklı olan taleplerdir. Kürt soykırımını örtme ve daha yoğun yapma amaçlı haftada iki saatlik seçmeli Kürtçe derslerle Kürt sorununun çözümünde adım atıldığını söylemek Kürt halkını ve dünyayı aldatmaktır. Soykırım araçlarının yoğunlaştığı bir zamanda bu seçmeli ders asimilasyonu ve soykırımı maskeleme çabasından başka bir şey ifade etmez.
Türk devleti dünyanın en meşru ve haklı taleplerini terör ve bölücülük olarak görüyor. Tüm devlet imkanlarını kullanarak dünyayı buna inandırmaya çalışıyor. Kürtlere karşı soykırım savaşı veriyor. Türkiye’nin yoğun çabaları sonucu PKK, ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından “terör listesi”ne alındı. Türkiye bir NATO ülkesi olduğu için bu ülkeler PKK’yi “terör listesi”ne aldılar. Yıllardır NATO üyesi ülkeler Kürt soykırım savaşında Türkiye’ye destek veriyor. Kirli siyasi ve ekonomik çıkarları bunu gerektirdiği için her türlü imkanı Türkiye’ye sunuyorlar. Türkiye’yi Ortadoğu politikalarında askeri bir karargah olarak kullanıyorlar. Kürt soykırımına destek karşılığında aldıkları tavizlerle Türkiye’yi kullanıp bölgede etkinliğini sürdürmeyi amaçlıyorlar. Kürtler bu kirli çıkar ilişkilerinin kurbanı oluyor. PKK bu kirli siyasete karşı bir halkın yüzyıllık öfkesinin eyleme dönüşmüş halidir.
Bu açıdan PKK’nin “terör listesi”nden çıkartılmasına dönük yürütülen kampanya çalışmaları çok değerlidir. Bu çalışmaya emek veren, başarısı için ter döken herkesi yürekten selamlıyor, saygı ve sevgilerimizi sunuyor, çalışmalarını kutluyoruz. Bu çalışmaları kararlı bir biçimde sürdürmek lazım. İnsanlık vicdanı bizimledir. Mücadele PKK’yi karalayanların maskelerini tek tek düşürüyor. Türk MİT’inin ve NATO gladyosunun yaptığı Olof Palme cinayetinin açığa çıkması bu komplocu, kirli siyaseti deşifre etti. Yine Belçika mahkemesinin PKK’yi mücadele yürüten silahlı bir örgüt olarak değerlendirerek terör kavramını reddetmesi bu kirli çıkar siyasetini darbeledi.
Bütün bu gelişmeler şunu ortaya çıkarıyor; uluslararası alanda siyasi, diplomatik, hukuksal ve toplumsal mücadeleyi güçlü ve yaratıcı bir biçimde sürdürürsek önemli sonuçlar alacağımız kesindir. Çünkü artık Türk faşizmi herkese zarar veriyor. Türkiye dünyaya çete terörü ihraç ediyor. Türkiye dünyanın en organize terör devletine dönüşmüş durumdadır. Türkiye artık ABD için de Avrupa için de tüm bölge ve dünya için de büyük bir tehdittir.
Hesekê saldırısını planlayan ve yürüten güç Türkiye’dir
DAİŞ’in Hesekê’ye saldırısını planlayan ve yürüten esas güç Türkiye’dir. Türkiye Rojava’da işgal ettiği yerleri DAİŞ karargahına dönüştürmüş durumda. İşgal alanlarında topladığı bütün çeteleri devrime karşı savaştırmak için eğitiyor, örgütlüyor. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî şehirleri DAİŞ ve türevlerinin yerleşim merkezleri haline gelmiştir. Bunu ABD, Avrupa, Rusya ve herkes görüyor, biliyor. Ama ses çıkarmıyorlar. Çünkü bu güçler çıkarları gerektiği anda ve zamanda kullanmayı öngörüyorlar. Rojava Devrimi’ni teslim almak için de DAİŞ’i her zaman Rojava’nın başında Demokles’in kılıcı gibi tutuyorlar. Bu açıdan ne tutuklu DAİŞ’lilere karşı ne de DAİŞ’li ailelerin toplandığı Hol Kampı’na karşı sorumluluk üstlenmiyorlar. İsteseler uluslararası mahkemeler kurar bu sorunu kısa sürede çözerler. Ama bu sorumluluğu üstlenmiyorlar. DAİŞ ile kendileri muhatap olmak yerine Rojava Devrimi ile karşı karşıya bırakıyorlar.
Hesekê Sinaa tutukevine saldırı çok kapsamlı bir saldırının parçasıdır. Bu saldırı ile amaçlanan esas olarak Hesekê’nin ve tüm Rojava’nın işgalidir. Türk devleti bu saldırıda başarılı olsaydı, Hesekê’yi DAİŞ yoluyla işgal edecek ve çete ordusuyla diğer şehirlere yönelecekti. Bu kirli planı QSD güçleri ve Kuzey Doğu Suriye halkları boşa çıkardı. Ağır bedeller karşılığında büyük bir zafer kazanıldı. Öncelikle bu savaşta şehit düşen yiğit ve onurlu QSD savaşçılarını saygı ve minnetle anıyor, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Bu yiğit kahramanlar uluslararası komplonun yıl dönümü arifesinde çok büyük bir komployu kendilerini feda ederek boşa çıkardılar. Uluslararası komploya da en anlamlı ve en büyük cevabı verdiler.
DAİŞ ve türevleri Kürtlere karşı geliştirilen komplo planının bir parçası ve soykırım savaş aracıdır. Bu saldırının Kobanê’nin TC ve DAİŞ çetelerinden özgürleştirilmesi zamanına ve yine TC’nin DAİŞ türevleriyle Efrîn işgal saldırısının başladığı zamana denk getirilmesi Hesekê saldırısının kapsamını ve amacını zaten ortaya koyuyor. Saldırı faşist Türk devletinin bir saldırısıdır. Kuşkusuz ABD ve Rusya’nın bu saldırı planının içinde ne düzeyde yer aldığı sorgulanıyor. ABD ve Rusya’nın ciddi hakimiyet kurduğu bir alanda bu kapsamda bir saldırı nasıl gelişebiliyor, çok ciddi bir soru işareti olarak orta yerde duruyor. Rusya’nın ‘bu saldırı Özerk yönetimin Rojava’yı yönetemez, istikrarı sağlayamaz durumda olduğunu ortaya koydu’ mealindeki açıklamaları kuşku vericidir. ‘QSD insanlık suçu işliyor,’ açıklaması Suriye rejiminin de Hesekê saldırısında siyasi bir çıkar gördüğünü ortaya koymaktadır.
ABD ve Rusya bu saldırı planının içinde doğrudan yer almasalar da Ukrayna krizinden kaynaklı olarak bu saldırıya sessiz kaldıkları düşünülebilir. Türkiye Ukrayna krizinde ABD’den yana tutumunu belirledi. Zaten özellikle son birkaç yıldır Ukrayna’ya oldukça ciddi SİHA satışlarında bulundu. Rusya aleyhine birçok ilişki geliştirdi. Rusya’ya karşı Ukrayna şantajını yeri geldiğinde kullandı. Ukrayna krizini de yıllardır ABD ve Rusya arasında yürüttüğü denge siyasetinin bir parçası yapmaya çalışıyor. Ukrayna krizinin tavan yaptığı bir süreçte Hesekê saldırısı gündeme geldi. Türkiye de böyle bir kriz anında bu saldırıya kimse ses çıkaramaz diye düşünmüştür.
DAİŞ belasından kurtulmanın yolu Özerk Yönetim’le uzlaşmaktan geçiyor
Dünya ülkeleri DAİŞ’e karşı büyük bir sorumsuzluk ve kirli hesap içerisindedir. Bütün yükü ve tehlikeyi Kuzey ve Doğu Suriye halkları yüklenmiş durumdadır. Bu asla kabul edilemez. TC’nin ittifak gücü DAİŞ sadece Kürtler açısından değil, Suriye ve dünya açısından da büyük bir tehlikedir. Suriye sorununun çözümü ve DAİŞ belasından kurtulmanın yolu Özerk Yönetim’le uzlaşmaktan geçiyor. Şam, Özerk Yönetim’le demokratik çözümde buluşursa TC-DAİŞ tehdit olmaktan çıkar. Şam yönetiminin Özerk yönetimle anlaşması durumunda Suriye üzerindeki bütün kirli oyunlar ve komplolar son bulur. TC’nin Kürt-Arap savaşı çıkarma, Suriye’yi bölme planları tamamen boşa çıkar. ABD’nin ve hiçbir dış gücün Suriye’de kalma gerekçesi kalmaz. Tüm işgal alanları özgürleştirilir.
Bir çözüm olduğunda zaten QSD Suriye ordusunun bir parçası olur. Özerk Yönetim demokratik Suriye’nin karakteri ve kimliğidir. Ne Özerk Yönetim kendi başına bağımsız bir devlettir ve ne de QSD Suriye ordusundan bağımsız bir ordu gücüdür.
Suriye üzerindeki saldırılara en anlamlı cevap Kürt-Arap demokratik birliğidir. Kürt-Arap ittifakı bölgenin demokratikleşmesinde stratejik bir öneme sahiptir. Bu ittifak ve birlik güçlendikçe, ırkçı-sömürgeci ve Osmanlıcı faşist Türk devlet siyaseti tasfiye olup gidecektir. Bağlantılı olarak DAİŞ gericiliği son bulacaktır.
HDP’nin öncülüğünde kurulan üçüncü yol ittifakını mutlaka nitelikli hale getirmek gerekiyor
AKP-MHP faşist iktidarının sonu yaklaştıkça korkusu artıyor ve dolayısıyla daha fazla saldırganlaşıyor. Faşist iktidarı bu kadar saldırganlaştıran şey yıkılma korkusudur. Kaybetme korkusu faşist iktidarı çılgına çevirmiş. Kırmızı şal görmüş boğa gibi her yere herkese saldırıyor. Bu ne kadar güçsüzleştiğini ortaya koyuyor. Çok güçsüz ve zayıf olduğu için en küçük bir eleştiriyi büyük bir tehdit olarak görüyor. Toplumsal bir tepkiyi panik ve öfkeyle karşılıyor, hemen saldırıyor ve ezmeye çalışıyor. Bir sanatçının söylediği şarkıdan korkuyor. Bir gazeteci ve akademisyenin eleştirisinden korkuyor. Kadınların mücadelesinden korkuyor. Gençlerin arayışçı, öfkeli duruşundan korkuyor. Emekçilerin hak taleplerinden korkuyor. Çevrecilerin doğa tutkusundan, çevre duyarlılığından korkuyor. Kısacası kendisi dışındaki her şeyden ve herkesten korkuyor. Gölgesinden de korkuyor. Bu iktidar paranoyak bir hale gelmiştir.
Faşist iktidarlar elbette toplumun aydınlık beyinlerinden her zaman çok daha fazla korkarlar. Gerçek sanatçılar, yazarlar, aydınlar toplumun ışığı gibidir. Daima toplumu aydınlatırlar. Gerçeğin ve hakikatin peşinden koşarlar. Bulur ve onu en saf ve en çıplak bir biçimde topluma sunarlar. Egemenlerin oyunlarını, hilelerini, kirli siyasetlerini açığa vururlar. Toplumu bilinçlendirir, hakkını hukukunu aramaya yöneltirler. AKP-MHP faşist iktidarının gerçek sanatçı ve aydınlardan bu kadar korkmasının nedeni budur. Bundan kaynaklı gerçekleri dile getiren her gazeteciye, yazara, sanatçıya, pervasızca saldırıyor. İradesini kırmaya, ezmeye çalışıyor. Öyle bir şiddet yöntemi kullanıyor ki yöneldiği kişiler şahsında muhalif herkese gözdağı vermeye çalışıyor. Fakat tüm bu çabalar da beyhude. Saldırılar, hakikat ve aydınlık aşığı gerçek sanatçı ve aydınları daha çok güçlendiriyor.
Kürtleri ise zaten düşman ilan etmiş, sabah akşam ve günün her saati saldırıyor. Kürtlere saldırıda denemediği yöntem kalmadı. Mezarlarını parçaladı, cenazelerine bile işkence yaptı. Binlerce kadın erkek Kürt yurtseverini, siyasetçisini ve devrimcisini zindanlara attı. Birçoğunu işkence ve zulümle katlediyor. Faşist iktidar Kürtler karşısında tam bir kötülük abidesi. Kürtlere acı çektirmede yoğunlaşıyor ve vahşileşiyor.
AKP-MHP faşist iktidarı dünyada bir benzeri daha olmayan beyaz-yeşil-kara ırkçı ideolojinin yönetim biçimidir. Faşizmin tarihte örnekleri çoktur. Hitler faşizmi en meşhur olanıdır. AKP-MHP faşizminin özel savaş yöntemleri ve çok yönlü baskıları Hitler faşizmine rahmet okutur düzeydedir. Hitler, faşizmi İttihat-Terakki’den öğrendiğini söylemiştir. Yani Hitlerin faşizmi, soykırımcı Türk faşistlerinin taklidi oluyor. Hitler Yahudi soykırımını yaparken Ermenileri, Asuri-Süryanileri, Pontus Rumları’nın soykırımdan geçirilişini örnek alıyor. AKP-MHP faşist iktidarı da bin yıllık Türk egemen sınıflarının gericiliğini miras almış, üzerine İttihat-Terakki zihniyetini eklemiş soykırımcı bir faşizm türüdür. Erdoğan da Kürt soykırımını gerçekleştirme ve bu biçimde tarihe yeni bir Enver olarak geçme çabasındadır.
Ancak tarihteki tecrübelerden de sabittir ki faşizm yıkılmaya mahkumdur. Soykırımcı sömürgeci Türk faşizmi özgüvenini yitirmiş, insanlık değerlerinden nasibini almamış, iktidara, popülizme düşkün bir karaktere sahiptir. Somut olarak Erdoğan gibi psikopat kişiliklerin baskı, şiddet ve savaş yönetimidir. Faşizm baskı, zulüm, şiddet ve savaşla ayakta kalıyor. Bunu kabul etmeyen milyonlar karşısında faşizm de yıkılıp gidecektir. AKP-MHP faşizmi de böyle bir sürecin içindedir. Artık savaş da bu faşist iktidarı ayakta tutamayacaktır. Savaş bu iktidarın sonunu getirecektir. Bu iktidar kendi yarattığı cehennemin içinde bir parça odun haline gelecektir.
HDP’nin öncülüğünde kurulan üçüncü yol ittifakı çok değerli bir adımdır. Bu ittifakı mutlaka daha nitelikli hale getirmek, büyütmek ve güçlendirmek gerekiyor. Çünkü, Türkiye’nin tüm demokratik örgütlerini, kurumlarını ve kesimlerini içine alan geniş ve güçlü bir demokratik muhalefete ihtiyacı vardır. Sol-sosyalist ve demokratik güçler birleşmeden güçlü bir antifaşist demokratik ittifakın ortaya çıkması mümkün değildir. Bu açıdan demokratik ittifakı gerçekleştirme çabalarını çok değerli buluyoruz. Böyle bir ittifaka Türkiye toplumunun en az ekmek ve su kadar ihtiyacı vardır. Kaldı ki Türkiye’nin demokrasi ve adalet ihtiyacı ekmek ve sudan daha önceliklidir. Demokrasi ve adalet olmadığı için bugün toplum özgürlükten mahrum kalıyor ve büyük bir yoksulluk, açlık içerisinde kıvranıyor. AKP-MHP faşist iktidarı Türkiye’nin tüm zenginliklerini sömürüyor, gasp ediyor. Bu sömürgeci, talancı, gaspçı, tecavüzcü faşist iktidara karşı güçlü bir demokrasi hareketi olursa başarılı bir mücadele yürütülür. Aksi halde parçalı, dağınık demokratik muhalefetle faşizmi tümden yıkmak mümkün değildir.
Demokrasi ittifakının içinde tüm sol-sosyalist ve demokratik güçler yer alabilmelidir. Kadın hareketi, gençlik hareketi, emek hareketi, çevre hareketi, demokratik Alevi hareketi, antikapitalist Müslümanlar ve demokratik İslami çevreler bu ittifakın köşe taşları olmalıdır. Bu bileşenler demokrasi ittifakının başarısını belirleyen temel mücadele dinamikleridir.
Kadın hareketi demokrasi ittifakının en temel bileşkesi olmalıdır
Kadın hareketi Kürdistan’da ve Türkiye’de oldukça güçlüdür. Faşizme karşı en güçlü mücadeleyi yıllardır Kürdistan ve Türkiye kadın hareketi yürütüyor. Kadın Hareketi demokrasi ittifakının en temel bileşkesi olmalıdır. Bu ittifakın içinde tüm gücüyle yer alarak demokrasi ve özgürlük mücadelesini güçlendirmelidir. Demokratik Türkiye kadın hakları ve özgürlükleri için muazzam bir imkan sunacaktır. Kadın kazanımları ancak böyle korunur ve geliştirilir.
Gençlerin demokratik hak ve özgürlüklerine kavuşması da Türkiye’nin demokratikleşmesiyle mümkündür. AKP-MHP faşizmi kadın kadar gençlik düşmanı da bir rejimdir. Dolayısıyla demokrasi ittifakına en güçlü destek gençlerden gelmeli, gençler demokrasi ittifakının öncü mücadele güçleri olmalıdır.
Faşist iktidar emeğe, emekçiye düşmandır. Bir sömürü, talan ve gasp rejimidir. Emekçilerin haklarına kavuşması ancak faşizmin yıkılması ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle mümkündür. Demokrasi ittifakı bir bakıma emekçinin hak mücadelesidir. Emek hareketi bu ittifaka tüm gücüyle katılmalıdır.
AKP-MHP faşizmi doğayı tam bir yıkıma uğratmıştır. Kürdistan’ın ve Türkiye’nin muhteşem doğası ranta açılmış, rant projeleriyle talan ediliyor. Doğa ve çevre yıkımının sonucunda iklimler değişiyor, yangın, sel, heyelan, deprem gibi korkunç felaketler yaşanıyor. İklim değişikliği sonucu her yıl binlerce canlı türü ölüyor. Tatlı su kaynakları kuruyor. Kuraklık alarm veriyor. Kürdistan’da ve Türkiye’de giderek gelişen ekoloji hareketi demokrasi ittifakının temel bir bileşeni olmalıdır. Doğayı savunmak ve korumak Türkiye’nin demokratikleşmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Bu faşist iktidar Alevilerin düşmanıdır. Demokrasi ittifakı içinde yer almak Alevilerin varlığı ve özgürlüğü açısından hayatidir. Çünkü Aleviler ancak demokratik bir Türkiye’de inanç özgürlüğüne kavuşabilirler.
Bu faşist iktidar aynı zamanda İslam düşmanıdır. DAİŞ’in Türkiye versiyonudur. Yıllardır kendi iktidar çıkarlarını İslam maskesiyle gizlemeye çalışıyor. İslami değerleri istismar ederek iktidarına alet ediyor. Demokratik muhafazakar Müslümanlar İslamiyet’in özünü, İslami değerleri ve yaşamı ancak demokrasi ittifakı içinde yer alarak koruyabilir ve savunabilirler.
Üçüncü yol demokrasi ittifakına Mahir Çayan geleneğinden gelen Sol Parti’nin bu kadar uzak durması anlaşılır değildir. Amaç faşizmi yıkmaksa Türkiye’nin sosyalist ve demokratik tüm güçleri demokrasi ittifakında buluşmalıdır. Kendisini demokrasi ittifakının dışında tutan her güç ve kesim faşizmin ömrünün uzamasına hizmet etmiş olacaktır. İstemese de bundan farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktır. Faşizme karşı olduğunu söyleyip de faşizme karşı kurulan ittifakta yer almamak sol ve demokratik olma iddiasıyla çelişir.
Faşist iktidarın bu kadar uzun süre ayakta kalmasının nedeni demokratik muhalefetin parçalı duruşudur. Devletin tüm imkanlarını ele geçirmiş faşizm karşısında birlik sağlanırsa başarılı olunur. Kürtlerin demokratik hak mücadelesinden korku duymak, bir halkın en doğal meşru haklarını bölücülük olarak yaftalamak, sol-sosyalist, yurtsever bir anlayış olamaz. Bu olsa olsa devletçi, sosyal şoven bir anlayış olur. Bu anlayışta olanlar Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini veremez. Sol anlayışta olanlar milliyetçilikten uzak olurlar. Yurtseverlik ile milliyetçiliği birbirine karıştırmamak gerekiyor. Yurtsever olanlar Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ve tüm halkların, inanç gruplarının siyasi, kültürel, ekonomik ve demokratik haklarını tanır. Haksızlığın karşısında durur, haksızlığa, zulme uğrayanın yanında yer alır.
Kadınlar mücadelesiyle faşizmi derinden sarstı
AKP-MHP faşizmine karşı Kürdistan ve Türkiye kadın hareketi en güçlü mücadeleyi yürütüyor. Aslında faşizm karşısında toplumu ayakta tutan kadın mücadelesidir. Kadın mücadelesi toplumda direnç ve mücadele gücü geliştiriyor. Kadın, toplum içindeki demokratik dinamikleri besliyor. Kadın direndikçe toplumun kültürel, komünal değerleri de korunuyor. Halen bir toplumsallıktan, toplumsal gelenek ve kültürden bahsediyorsak bu kadının direnişçi özü sayesindedir. Faşizmi en çok teşhir eden ve zayıflatan mücadele kadın mücadelesidir. Kadınların mücadelesi faşist iktidarın maskelerini tek tek düşürdü. Faşizmi tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardı. Bugün AKP-MHP faşist iktidarı dünyada nefretle karşılanıyorsa bunda kadınların mücadelesi büyük rol oynadı.
Bu açıdan faşist iktidarın kadın düşmanlığı çok anlaşılırdır. Faşizm zaten kadın düşmanıdır. Kadın üzerindeki egemenliğin olduğu toplumsal ve siyasal yapılar üzerinde var olurlar. Dolayısıyla kadın özgürlüğü onların egemenlik temellerini çürütür. Bu kadar güçlü bir kadın mücadelesi elbette faşizmi büyük korkutuyor. Çünkü kadınlar mücadelesiyle faşizmi derinden sarstı. AKP-MHP faşist iktidarının yıkılma sürecine girmesinde kadın mücadelesi başat rol oynadı. Faşizmin hızla yıkılmasında da kadınların çok büyük rolü olacaktır. Faşist iktidar bunu çok iyi gördüğü için kadınların iradesini kırmaya çalışıyor. Kadın mücadelesini, faşist iktidarı ve kurmaya çalıştığı düzen açısından büyük bir tehlike ve engel olarak görüyor, saldırıyor.
Kadinlar, faşist rejime karşı gücünü birleştirmesi gerekiyor
Kadına karşı şiddet, faşist iktidarların temel politikasıdır. Şiddetle kadını teslim alacağını, toplumu kontrolünde tutacağını düşünüyor. İradesi kırılmış, hizmetine girmiş kadınla şekillendireceği köle bir toplumu istediği biçimde yönetmek istiyor. Kadına karşı artarak süren her türlü şiddet, katliam, tecavüz bu anlayışın bir sonucudur. AKP-MHP iktidarında kadına karşı şiddet neredeyse 90 yılda kadına karşı geliştirilen şiddetin toplamı kadardır. Bu faşist iktidar kadınların onlarca yıldır büyük bedeller vererek elde ettiği tüm kazanımlarına el koydu. Eşbaşkanlık, eşit temsiliyet sistemine karşı düşmanlığı, kapattığı kadın kurumları, iptal ettiği İstanbul Sözleşmesi, sadece gerici kesimlerin oylarını almak için politik bir hesap değildir. Tamamen erkek egemen faşist ideoloji ve siyasetin faşizmi kurumsallaştırmak için attığı planlı, programlı ve politik adımlardır. Her biri faşizmi kalıcılaştırmanın stratejik adımlarıdır. Bu açıdan kadın düşmanı bu faşist rejime karşı kadınların gücünü birleştirmesi gerekiyor. Ortak mücadele kadınlar açısından hayati bir ihtiyaç ve gerekliliktir.
Devlet ve erkek iktidarı kadına karşı şiddet rejimidir. Bu rejim altında kadınlar her yerde her saat şiddete uğruyor ve katlediliyor. Devlet militarist, şiddet ve baskı aracı bir karaktere sahip olduğundan kaynaklı kadın düşmanıdır ve dolayısıyla kadını savunamaz. Kadının devletten koruma beklemesi katilinden koruma beklemesiyle eşdeğerdedir. Erkek de erkek egemenlikli cinsiyetçi toplum da kadını koruyamaz. Kadını ancak kadının kendisi korur. Kadının öz savunma örgütlülüğü olursa yaşamı da koruma altında olur. Bu açıdan öz savunma kadınlar için hayati bir öneme sahiptir. Kadınlar hayatın her alanında örgütlenmeli ve öz savunmasını geliştirmelidir. Devlet ve erkek şiddetine karşı öz savunmasıyla mücadele etmelidir. Kadın aile içinde, sokakta, mahallede, işyerinde öz savunma bilinciyle örgütlenmeli, saldırılara karşı birlik içinde etkili mücadele etmelidir.
Kuşkusuz örgütlenmek, örgütlü mücadele yürütmek çok önemli bir öz savunma biçimidir. Örgütlenmeden güç olmak saldırılara karşı koymak ve kendini savunmak mümkün değildir. Ancak örgütlenme öz savunma bilinci temelinde geliştirilirse kendini savunma gücüne kavuşur. Bu açıdan beden eğitimi, bedeni saldırılara karşı koyacak biçimde eğitmek, bir araya gelip örgütlenmek önemlidir. Devlet ve erkek şiddetine karşı öz savunma gücüyle ortak mücadele geliştirmek kadının temel yaşam güvencesidir. Bu temelde kadınlar yaşamın her alanında öz savunmasını örgütlemeli ve saldırılara karşı koymalıdır.
Kadın hareketinin iki yılı aşkındır yürüttüğü devlet ve erkek faşizmine karşı kadını ve toplumu savunma hamlesi önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Faşist iktidarı temellerinden sarstı. Bu hamle kadında öz savunma bilincini pekiştirdi. Kürdistan ve Türkiye kadın hareketini ortak mücadele anlayışında daha güçlü buluşturdu.
Faşist iktidarın kadına karşı saldırılarında temel bir amaç da Türkiye kadın hareketi ile Kürdistan kadın hareketinin buluşmasını, ortak mücadele yürütmesini engellemekti. Faşizm fiziki ve özel-psikolojik savaş saldırıyla bu birliği dağıtmayı amaçladı. Her türlü saldırıya rağmen bunu başaramadı. Kadın hareketinin iki yıldır başarıyla yürüttüğü “Kadını ve Toplumu Savunma Zamanı” hamlesi faşizmin kadın hareketine karşı komplosunu boşa çıkardı. Faşizmin saldırıları tersi bir sonuç ortaya çıkardı; Kürdistan ve Türkiye kadın hareketi ortak mücadele gündemlerini yoğunlaştırdı. Daha çok bir araya geldi ve daha çok ortak mücadele yürüttü. Faşizme tepki kadınları birleştirdi. Bu son derece önemli bir gelişmedir. Bu da bir öz savunma biçimidir.
Egemen erkeğin kurumsal sistemi olan devlet, egemen uygarlık tarihi süresince devlet ve erkek tapıcısı köle kadın yaratmayı varlık gerekçesi saymıştır. Kadını devletçi, maddi kültüre hapsederek doğasının dışına çıkarmaya, iktidarına gönüllü köleler yaratmaya çalışmıştır. Kadının öz savunması bu zihniyetteki egemen erkek ve devletinden intikam almanın da en etkili biçimidir.
Faşizm zindanlarda kadınlara boyun eğdirememiş kendisi boyun eğmiştir
Zindanlar zulmün hakim olduğu, kadınların iradelerini kırma ve teslim alma yerleri haline getirilmek istenmiştir. Bu nedenle binlerce kadın zindanlara doldurulmuştur. Ancak kadınlar zindanı en etkili mücadele ve direniş alanına dönüştürmeyi başarmıştır. Faşizm zindanlarda kadınlara boyun eğdirememiş kendisi boyun eğmiştir. Kadınların iradeli, kararlı, dik duruşu karşısında faşizm çaresiz kalmıştır.
Dünyada en fazla kadın devrimci ve siyasi tutsağın olduğu zindanlar Türkiye zindanlarıdır. Türkiye zindanlarında binlerce, on binlerce siyasi kadın tutsak vardır. Yüzlercesi otuz yıla yaklaşan sürelerde zindandadır. Zindan koşulları kendi başına baskı, işkence ve zulümdür. Kadınlar en ağır baskı ve işkence koşullarına karşı güçlü bir iradeyle direniyor. Sevgili Aysel Tuğluk gibi ağır sağlık sorunları yaşayan çok sayıda değerli kadın gayri ahlaki ve gayri hukuki bir biçimde içerde tutuluyor. Yaşamını halkının, halkların ve kadınların özgürlüğüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine adamış değerli Aysel Tuğluk’tan faşizm intikam alıyor. Aysel Tuğluk’a yapılan zulüm faşist iktidarı her gün daha fazla teşhir ediyor. Kadınlar ve halkımız Aysel Tuğluk’u güçlü sahiplenmelidir.
Kadınlar zulme karşı zindanlarda yiğitçe direniyor. Sakine Cansız(Sara) yoldaşın direniş çizgisinde 14 Temmuz direniş ruhuyla onurlu bir direniş gösteriyorlar. Aysel Tuğluk şahsında tüm zindan direnişçilerini büyük bir saygı, sevgiyle selamlıyoruz. Şehit düşenleri saygı ve minnetle anıyoruz. Hepsinin duruşu onurlu ve çok değerlidir.
Faşist zulme karşı zindanlarda yükselen direnişe analarımız başta olmak üzere kadınlar ve halkımız sahip çıkmalıdır. Zindan direnişi etrafında kenetlenmelidir. Zindanlardaki zulmün son bulması faşizmin yıkılmasıyla mümkündür. Toplumsal direniş faşizmi yıkıma götürecektir. Analarımız ve genç kadınlar toplumsal direnişin yapı taşlarıdır. Kadınların ayağa kalktığı yerde direniş de var olur.
Düşünce gücü, yeteneği olan, yarattıkları eserlerle topluma mal olmuş kadın kişilikler hem kadınları ve hem de genel olarak toplum üzerinde büyük bir etkiye sahipler. Bu kadınların söyledikleri, yazdıkları ve yaptıkları toplumu etkiler. En çok da kadınları etkiler. Sezen Aksu yetenekli, başarılı, oldukça sevilen ve sayılan değerli bir sanatçıdır. Her zaman mazlumun yanında yer almış, hakikati savunmuştur. Sezen Aksu faşist iktidardan rahatsızdır. Eleştiriseldir. Mücadelecidir. Bu yüzden de faşist iktidarın hedefidir. Faşist iktidar Sezen Aksu’ya saldırarak eleştiri ve mücadele gücünü, iradesini kırmaya çalışıyor. Sezen Aksu’nun eleştirisel duruşuyla kadınlarda ve toplumda yarattığı etkiyi kırmaya çalışıyor. Sezen Aksu’nun şahsında bir de benzer duruş içerisinde olan sanatçılara gözdağı verilmek isteniyor. Fakat bu faşist saldırılar gerçek sanatçıları asla yıldırmaz, büyütür.
Bu saldırılarla kadınlara, gazeteci ve aydınlara gözdağı veriliyor. Faşizm ne yapsa artık fazla sonuç alamaz. Bütün bu saldırılar son çırpınışlarıdır. Artık herkes faşist Erdoğan sonrasını tartışıyor. Faşist rejim sonrasına hazırlık yapıyor. Bu açıdan saldırılar eskisi kadar etkili olamıyor. Toplumun gerçek aydınları, sanatçıları, demokratları korku duvarını yıktı artık. Toplum da bu duvarı yıktı. Her yerde itiraz sesleri yükseliyor. Demokrasi dinamiği güçleniyor. Demokrasi güçleri birleşerek büyüyor.