9 Mayıs 2025 Cuma
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 520 / NİSAN 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa DURAN KALKAN

ÇAĞRIYI DOĞRU ANLAMAK!

Duran Kalkan

ÇAĞRIYI DOĞRU ANLAMAK!

Önder Apo’nun 27 Şubat günü açıklanan ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ içte ve dışta tartışılmaya devam ediyor. Bazı çevreler çağrının içerdiğini biçimsel hedeflerini daha çok öne çıkartırken, bazı çevreler de zengin ve derin tarihsel ve toplumsal içeriği üzerinde duruyor. Herkes kendi anlayış ve politik çıkarları doğrultusunda çağrıyı değerlendirmeye ve sonuçlar çıkartmaya çalışıyor. Benzer durum hareketimiz ve halkımız içerisinde de yoğun bir biçimde yaşanıyor. Kuşkusuz silahlı mücadelenin durdurulması ve PKK’nin feshi gibi en temel konuları içeren çağrı üzerinde en çok hareketimizin ve halkımızın tartışma yürütmesi, Önder Apo’nun çağrısının içeriğini derinden bilince çıkartıp onu doğru temelde anlar ve başarılı uygular hale gelmesi gerekiyor.

Bu bakımdan da çeşitli basın araçlarında sözlü ve yazılı biçimlerde söz konusu durumu tartışma düzeyinde değerlendirmek istiyor. Elbette doğru anlamak ve başarılı uygulamak önümüzdeki sürecin özgürlükçü demokratik gelişimini belirleyecektir. Fakat bunun tersi de daha fazla zarara, zorlanmaya hatta sömürgeci-soykırımcı saldırıların daha çok artıp etkili olmasına da yol açabilecektir. Bu nedenle herkesten daha fazla bizim bu konuya ilgi duymamız, çağrının içeriğini çok yönlü derin ve bütünlüklü bir biçimde el alıp değerlendirmeye tabi tutarak, yeterince bilince çıkartıp, süreç bakımından yerine getirmemiz gereken görev ve sorumlulukları belirlememiz gerekiyor.

 

Darlık ve tekrar başarı getirmez

 

Önder Apo ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ başlıklı asrın manifestosunda giriş bölümü olarak PKK’nin ortaya çıkış koşullarından söz ediyor. Yani bugünkü PKK’yi tartışan, değerlendiren, onun çeşitli biçimlerde değişmesi gerektiğine hükmedenlerin doğru kararlar alabilmeleri için PKK’nin ortaya çıkış koşullarını, nelerden nasıl ve ne düzeyde etkilendiği hususunu yeterince bilmelerini gerekli görüyor. Madem bir şey tarihe mal edilecek, bu anlamda değerlendirilecek, hakkında hüküm verilecek; o halde bunlar tarihsel temelde doğru bir analize dayanmalıdır diyor. Yoksa yapılacak değerlendirmeler yüzeysel olur, dar olur. Daha çok da çıkar hesaplarına dayanır. Yine bu temelde verilecek hükümler maksatlı ve yanlı olur.

Bu, bir olguyu tüm boyutlarıyla kendi tarihsel koşullarına dayalı olarak objektif bir değerlendirmeye tabi tutmak yerine, onu güncel politik ve pratik çıkarlarına göre ele alıp adeta buna kurban etmeye yol açar. Böyle bir durumun da ister yandaş olunsun ister karşıt, sahiplerine istediği sonucu yaratmayacağı açıktır. Çünkü bu temelde değerlendiren yandaşlar tarihsel olarak olguyu çok yönlü ve doğru bir biçimde değerlendiremedikleri için yeterli sonuçlar çıkartamazlar ve başarılı bir gelecek öngöremezler.

Bu kadar gelişmeye yol açmış, bu kadar zengin ve derin mücadele yürütmüş bir hareketi giderek dar kadük hale getirip marjinal duruma düşürebilirler. Benzer biçimde karşıt olanlar da ucuz başarı arayışına girerler. ‘Biçimsel olarak silahlı mücadeleyi durdurduk PKK’nin feshi oldu, başımızda bir belaydı kurtulduk!’ diyerek aslında ne ile karşı karşıya geldiklerini anlamayan bir duruma düşerler. Böyle olanlar da daha sonra karşılaşacakları durumlar karşısında elbette hazırlıksız olurlar, başardıkları sandıkları, zafer kazandıklarını düşündükleri anda bir de bakarlar ki yenilmişler, yanılmışlar, kaybetmişler. Böyle bir sonuç mümkün müdür? Evet mümkündür. Bu bakımdan da Önder Apo’nun, ‘madem PKK bugün herkes tarafından bu düzeyde tartışılıyor ve artık tarihe mal edilmesi gerekiyor, o halde doğru anlaşılmalıdır’ yaklaşımıyla ortaya koyduğu, PKK’nin doğuş koşullarının doğru anlaşılması bilinmesi üzerinde durmak gerekiyor. Bugünkü koşullara bakarak 50 yıl önce ortaya çıkmış PKK’yi değerlendirmek, yargılamak, hakkında hüküm vermek kesinlikle doğru olmaz. Böyle yapanlar baştan yanlış yapmış olurlar. Yanlış yöntem seçmiş olurlar. -Ki yanlış anlayış ve yöntemden de doğru sonuç çıkmaz.- Bu bakımdan bugünkü durumu yargılamak isteyenler bile 50 yıl önceki duruma bakmak zorundadırlar. 50 yıl önceki durumdan 50 yıl boyunca yaşanan gelişmelerden kopuk olarak sadece bugünkü sonuca bakmak sahiplerini her zaman yanlışa götürür, yanılgı içine sokar, dolayısıyla onlara kaybettirir.

Bu bakımdan PKK’yi tarihe mal etmek için tarihsel olarak ortaya çıkış koşullarını iyi anlamamız gerekiyor. PKK’nin ortaya çıktığı 1970’ler dünyası nasıl bir dünyaydı? Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da neler yaşanıyordu? Bir bütün olarak 20. yüzyıl nasıl bir yüzyıldı? Bu yüzyılın son çeyreğine giriş nasıl olmuştu? Dünyadaki durum neydi? Kapitalist modernite sistemi açısından yaşananlar neydi? Reel sosyalizm neyi yaşıyordu? Bunların arasındaki o keskin bloklaşma, çelişki ve çatışma Ortadoğu’ya, Türkiye’ye, Kürdistan’a nasıl yansıyordu? Türkiye halklarını dolayısıyla Kürtleri nasıl etkiliyordu? İşte bu sorular çerçevesinde, bir defa tarihsel olarak 1970’ler gerçeğinin bilincine iyi varmak lazım.

Bu gerçeklik Kürtler ve Kürdistan açısından neyi ifade ediyordu? Kürt toplumu nasıl bir kıskaca alınmıştı? Kürtlere nasıl bir soykırım ve yok oluş dayatılmıştı, ne tür katliamlar dayatılmıştı? Kürdistan nasıl bölünmüştü? Kürtlük tarihsel olarak neyi yaşıyordu? Bu sorular çerçevesinde de kuşkusuz 1970’ler gerçeğinin bilincine iyi varmak lazım.

PKK niye ortaya çıktı? PKK silahlı mücadeleye niye başvurdu? PKK niye bu tür bedeli ağır olaylara yol açtı? diye sorgulamak isteyenler bu tarihsel gerçekliklere bakmak zorundadırlar. Eğer gerçekten olayı doğru anlamak ve ondan doğru ve yeterli sonuçlar çıkartmak istiyorlarsa böyle yapmalıdırlar. Böyle yapmazlarsa ucuz yaklaşımlar içerisine girerler, dar ve yüzeysel yaklaşırlar. Dolayısıyla doğru ve yeterli sonuç çıkaramazlar. Böyle bir anlayış sonucunda da istedikleri kadar PKK hakkında konuşabilirler, karar alabilirler, hatta hakarette bulunabilirler ya da övgü dizebilirler ama ne yaparlarsa yapsınlar PKK’yi doğru anlamamış olurlar. Dolayısıyla PKK’nin yarattıklarını ve yol açtığı gelişmeleri doğru ve yeterli değerlendiremeyerek bir çözüm öngöremezler. Bunları yapabilmek için bu gerçekliği görmek lazım. 20. yüzyıl gerçeğini, bunun son çeyreğine giriş olan 1970’ler gerçeğini iyi bilince çıkartmak gereklidir. Özellikle de ABD, Sovyet Bloklaşması temelinde yaşanan dünya çatışmasını, buna yol açan 1917 Rus Devrimi’ni ve bunun yol açtığı gelişmeleri. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra genelde zafere giden ulusal kurtuluş hareketlerini ve ulusal kurtuluş savaşlarını. Bu çerçevede Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri. Birinci Dünya Savaşı’yla Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı yenilgi ve ardından imparatorluğun parçalanma sürecini. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin doğuşunu. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve Lozan Anlaşması’yla yok sayılıp yok edilmek için sömürgeci-soykırımcı bir küresel anlayış ve anlaşmanın ortaya çıkartılması. Bu temelde de dört parça Kürdistan’da 20. yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreklerinde başvurulan katliam ve soykırımların doğru anlaşılması gerekiyor ve önem taşıyor.

Bunlar sonucunda 1970’lerin ortasına gelindiğinde Güney Kürdistan’daki KDP hareketinin de yenilmesi, Aşbatal ilan etmesiyle geleneksel Kürt isyancılığının ve direnişçiliğinin yenilgiye uğrayıp tarihe karışmasının Kürtler açısından yarattığı durumu, içerdiği tehlikeyi doğru ve yeterli anlamak şart oluyor. Öyle ki adeta tarihin en kadim halklarından olan Kürt halkı için tarihten silinme, yok olma süreci en ileri düzeyde gelişmiş bulunuyor. Bunun ne anlama geldiğini Kürtler açısından da, bütün halklar ve insanlık açısından da neyi ifade ettiğini iyi bilmemiz lazım.

Bir yandan yerkürenin hızla sosyalizme koştuğunun ilan edildiği, yine bunun bir parçası olarak Asya, Amerika, Afrika’da ezilen sömürge halkların ulusal kurtuluş savaşlarına başvurarak kendi kurtuluşlarını sağladıklarının ifade edildiği bir dönemde tarihin en kadim halklarından olan Kürt halkının bütün ulusal direnişlerinin katliam ve soykırımlarla ezilerek, tarihten silinmeye yüz tutulmasının ne anlama geldiği bilinmelidir. Çağla, 20. yüzyıl gerçekliğiyle, sosyalizm ve ulusal kurtuluş gerçekliğiyle karşılaştırıldığında bunun neyi ifade ettiğini doğru anlamak gereklidir. Başka yerlere bakarak, başka pratiklere bakarak, başka örgütlere bakarak Kürdistan’ı, Kürtler içinde yaşananları, PKK olayını, Önder Apo gerçeğini doğru anlamak kesinlikle mümkün olmaz. Dikkat edilirse PKK’nin ortaya çıktığı 1970’ler koşullarında Kürtlük yok olmakla yüz yüze gelmişti, Kürt halkı tarihten silinme noktasına getirilmişti. Bu son derece bilinçli, planlı, örgütlü bir biçimde yürütülen sömürgeci-soykırımcı saldırılar temelinde olmuştur. Dört parça Kürdistan’da egemen ulus devletler tamamen yağmaya, talana, askeri zor ve şiddete dayalı bir katliamcı, soykırımcı egemenlik kurmuşlardır.

Kuzey Kürdistan’dan başlamak üzere Kürdistan’ı kapitalist sömürüye 1960’tan sonra açmaya başlamışlardır ama ulusal örgütlülük ve bu temelde özgürlük mücadelesi yürütme konumuna gelmesin diye bin bir türlü baskı ve egemenlik tedbiri de geliştirmişlerdir. Elbette söz konusu egemenlik sistemi sadece dört parça Kürdistan üzerinde egemen olan ulus devletlerin yarattığı bir sistem de değildir. Onun ötesinde bölgesel bir sistemdir. ‘Bağdat Paktı, Sadabat Paktı, CENTO Paktı’* gibi paktlarla bu süreçte Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı egemenlik sürdürülmeye çalışılmıştır. Söz konusu Kürt soykırım paktlarının da bölgesel bir olay olmadığı, kapitalist modernite sisteminin küresel hegemonik yapısına dayandığı bilinen bir gerçektir. Bu sistem Birinci Dünya Savaşı ardından savaşın galibi olan İngiliz-Fransız egemenliğinin Kemalist hareketle yürüttüğü mücadelenin sonucunda ve Lozan Anlaşmasıyla ortaya çıkartılmıştır. Lozan anlaşması ki, bir tarafında Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olarak İngiltere ve Fransa varken diğer tarafında da Kemalist hareket var olmuştur. Aslında aralarında uzlaşmayı sağlatan temel etken Kürdistan’ın bölüşülmesi olmuştur. Yani Kürdistan üzerindeki inkar ve imha sisteminin oluşturulması, kabul edilmesi tarafları Lozan’da anlaşır kılmıştır. Başka hususlar tali kalmışlardır, esas olan Kürdistan üzerindeki mücadelede bir paylaşıma ulaşmış olmalarıdır.

Böyle olunca 1970’ler Kürdistan’ında tarihin en kadim halkını can çekişir kılan sistemin; sadece egemen ulus devletlerden kaynaklanmadığı aslında bunun kapitalist modernite sisteminin önce Cemiyeti Akvam sonra Birleşmiş Milletler adıyla oluşturduğu küresel sisteme dayandığı, iktidarcı ve devletçi sistemin Kürt inkar ve imhasında birleştiği gerçeği vardı. PKK işte böylesi bir dünya, Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan koşullarında ortaya çıkmıştır.

Önder Apo’nun çıkışı böyle bir ortamda gerçekleşmiştir. Öyle ki Kürdistan’da geleneksel aşiret toplumuna dayalı isyan ve direnişlerin ezilerek tümden yenilgiye uğradığı, Kürt toplumunun örgütlü hiçbir yapısının bırakılmadığı, Kürtlükten kaçışın en temel modernleşme olgusu olarak geliştirildiği, bunları gerçekleştirmek üzere egemen devletlerin tam bir ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri hakimiyeti Kürdistan üzerinde örgütlediği, Kürtlerin bütün direnme ve dayanma güçlerini katliamlarla kırdığı, soykırımı Kürt toplumuna dayatırken dünyanın tüm iktidar ve devlet güçlerinin bu uygulamaya destek verdiği, hiç kimsenin buna karşı çıkmadığı bir ortam söz konusudur.

Evet dünya ABD ve Sovyet bloklaşması temelinde keskin bir ayrışmayı yaşarken; Asya, Afrika, Amerika’da halklar sömürgecilere ve emperyalist saldırıya karşı muzaffer ulusal kurtuluş savaşlarıyla kendi ulus devletlerine ulaşırken, sosyalizmin tüm dünya üzerinde etkinlik kuracağı neredeyse herkese kabul edilir bir duruma gelmesi yaşanırken, Kürdistan’da dört başı mamur bir soykırımın yaşanması, hiç itirazla karşılaşmadan bunun sürdürülüyor olması, benzeri olmayan bir durumdur. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıkartılan küresel ulus-devlet hegemonyasının ve Ortadoğu’daki ulus-devlet yapısının Kürdistan’da yarattığı sömürgeci-soykırımcı saldırganlığın dünyada herhangi bir benzeri yoktur. Hiçbir halk nüfus olarak az sayıya sahip olsa, ekonomik kültürel olarak zayıf da bulunsa Kürt halkı gibi böyle inkarcı ve imhacı bir soykırım saldırısıyla yüz yüze kalmamıştır. Bu bakımdan da PKK’nin başka örgütlerden, ulusal kurtuluş hareketlerinden, sosyalist partilerden biraz farklı olması, farklı gelişmesi anlaşılır bir durumdur. Kürdistan başka halklardan farklıdır.

Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı egemenlik dünyanın diğer alanlarında uygulananlardan farklıdır. Kürt toplumuna dayatılan asimilasyon, göçertme, demografiyi değiştirme, fiziki katliamların bir benzeri başka yerde yoktur. O halde bunlara karşı çıkmak isteyen düşüncenin, önderin, partinin, hareketin başkalarından farklı olması gayet anlaşılır bir durumdur. Farklı olmasa zaten Kürdistan gerçeğine uygun olmazdı. Kürdistan’ın somut koşullarından kaynaklanmaz başka alanlarda olanların Kürdistan’a ezbere taşınması anlamına gelirdi. O bakımdan giderek eriyip yok olan, başkalarını taklit etmeye çalışan önderleri, hareketleri aslında kınamak, eleştirmek, yadırgamak gerekiyor. Bu bakımdan PKK’nin farklı gelişmiş olmasını yadırgamak doğru olmaz, tam tersine doğru anlamayı gerektirir. Önder Apo’nun çıkışı, PKK’nin çıkışı ve gelişimi başka nasıl olabilirdi ki! Başka nasıl bir mücadele yol ve yöntemini geliştirebilirdi. Nasıl ideolojik ilke, ölçü ve yaşam tarzı yaratabilirdi. Nasıl bir birlik ve bağlılık oluşturabilirdi. Apocu hareketin yarattığı gibi, Önder Apo’nun geliştirdiği gibi olmasaydı ayakta kalma, direnme, saldırılar karşısında varlığını koruma ve günümüzdeki gelişmelere yol açma mümkün olabilir miydi? Bunların olamayacağı çok net ve açıktır. O halde Kürdistan’a dayatılan sömürgeci-soykırımcı saldırganlığa karşı gelişen özgürlük ve demokrasi hareketi olarak PKK’nin de başkalarıyla karıştırılmaması, tam benzer olarak ele alınmaması, kendi somut koşullarının gereklerine göre ele alınıp değerlendirilmesi başta gerekli olandır.

 

PKK’ye Önder Apo’nun yanına koştular

 

Bütün bunlar temelinde baktığımızda Önder Apo’nun ve PKK’nin çıkışının somut koşullara uygun ve dolayısıyla doğru olduğunu görürüz ve kabul ederiz. Başka türlü gelişme yaratan bir hareketin ve önderliksel gelişmenin var olamayacağını kabul etmemiz gerekir. Bu nedenle de reel sosyalizmden etkilenmesi, reel sosyalizme dayalı olarak gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerini esas aldığı, ulus-devlet ideolojisini esas alıp ona göre şekillenmesi anlaşılır bir durumdur. Söz konusu koşullarda bu ideolojiyi aşabilmesi kesinlikle mümkün değildir. Yine Kürt halkının direnme mirasına dayandığı gibi daha fazla dünya halklarının, emperyalist sömürgeci saldırganlığa karşı geliştirdikleri ulusal kurtuluş direnişlerinin derslerine dayanması da anlaşılırdır. Böyle olmasaydı sadece ezilmiş, yenilgiye uğramış Kürt direnişlerinin derslerine dayanarak zafer kazanan bir düşünce ve eylem ortaya çıkartamazdı. Dolayısıyla bir zafer örgütü, partisi, hareketi yaratılamazdı. Bunun yaratılabilmesi için zafer kazanmış, emperyalist sömürgecilik saldırganlık karşısında muzaffer olmuş hareketlerin deneyimlerine dayanmak, onların derslerini çıkartmak kesinlikle gerekli ve şarttı. Dolayısıyla PKK de bunu yaptı. Önder Apo’da bunu gerçekleştirdi. Dünya halklarının deneyimlerinin içerdiği dersleri Kürdistan’da özgürlük mücadelesini geliştirmek için kendisine miras yaptı. Fakat bunu olduğu gibi almadı, özünü almaya çalıştı. Kürdistan koşullarına uyarlayarak mümkün olduğunca yaratıcı bir yaklaşımla geliştirmeye çalıştı.

Diğer yandan zırh gibi her tarafı askeri egemenlik, baskı, zor ve katliamla örülmüş bir sömürgeci-soykırımcı sistem karşısında sadece sözle, talepte bulunmakla, siyaset yapmak istemekle sonuç alamayacağı açıktı. Buna karşı ulusal kurtuluş savaşı dahil her türlü mücadele yöntemini göze alması baştan itibaren yerinde, zamanında kullanılmak üzere her türlü mücadele yöntemine sıcak bakması anlaşılır bir durumdu. Başka türlü nasıl yapabilirdi ki? Kaldı ki PKK’den farklı başka yol yöntemlerle örgüt olmak, mücadele yürütmek isteyen birçok grup oldu, lider ortaya çıktı, hareket geliştirilmeye çalışıldı. Ama hepsi 1980, 12 Eylül darbesiyle sıfırı tüketip yok oldular. Mevcut sömürgeci-soykırımcı saldırı karşısında ayakta kalma gücü gösteremediler. Onları PKK yok etmedi. Kendi kendilerine de yok olmadılar. Kürdistan üzerinde egemenlik sürdüren sömürgeci-soykırımcı saldırganlık yok etti. Böyle bir egemenlik sistemi karşısında dayanma, var olma, mücadele etme gücü gösteremedikleri için duyguları, ruh halleri, düşünce yapıları, ideolojik-politik çizgileri, eylem anlayışları, örgütsel hazırlıkları olmadığı için saldırılar karşısında saman alevi gibi parlayıp sönüp gittiler ve sadece duman çıkarır oldular, başka bir şeyleri kalmadı. Bu nedenle ‘PKK niye öyle olmadı!’ diye sorgulanıyorsa o ayrı bir konudur. Fakat PKK kendi tarzıyla mevcut gelişmelerin yaratıcısı oldu, onlar gibi sönüp gitmedi. Tam tersine sürekli artan zorluklar karşısında direnişi daha da derinleştirdi. Cesareti ve fedakarlığı daha çok geliştirdi. Giderek daha fazla fedaileşti. Gerillayı tüm yöntemleriyle en zor koşullarda uygular hale geldi. Sonuçta Sömürgeci-soykırımcı saldırıları hep kırarak başarısız kıldı. Kürt ve Kürdistan gerçeğini, Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı egemenliği, mevcut saldırıları, Kürt varlığını ve Kürt halkının özgürlük gerçeğini böyle bir direnişle açığa çıkardı. Büyük bir aydınlanma yarattı. Her şeyden önce Kürt halkını bilinçlendirdi ve aydınlattı, umutlandırdı, heyecanlandırdı, özgüvenli kıldı ve yeniden yeni anlayış ve tarzla örgütlenir, eyleme kalkar, faşist sömürgeci-soykırımcı saldırganlığa karşı direnerek kazanır hale getirdi.

Diğer yandan Kürt ve Kürdistan gerçeğini, Kürt halkının demokratik haklarını Türkiye, Ortadoğu ve giderek bütün dünya siyasetine dayatarak Kürdistan üzerinde Türkiye’nin, bölge devletlerinin tüm küresel iktidarcı devletçi sisteminin ortak bir sömürgeci-soykırımcı egemenlik yürüttükleri gerçeğini açığa çıkardı. Böylelikle Kürdistan’daki aydınlanmayı yaratarak soykırımcı zihniyet ve siyaseti deşifre etti. Adına BM denilen, yine adına ‘demokrasi’ , ‘özgürlük’ kavramları yerleştirilen sistemin özünde bir faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sistem olduğu gerçeğini Kürt halk gerçeğini aydınlatarak, Kürdistan’da yaşananları aydınlatarak açığa çıkardı. Büyük bir rönesans ve aydınlanma hareketi oldu. Bu gerçekleri çok iyi ve net görmemiz gerekir. Dolayısıyla PKK’nin böyle bir düşünceye sahip olması onun bir tercihi değildi. Nitekim Kürdistan üzerinde egemenlik kuran sistemin yarattığı bir zorunluluk oldu. PKK’nin direnme çizgisinin Kürt gençliğinde, kadınlarında, Kürt halkında, özgürlükçü sosyalist insanlıkta bu kadar destek bulması var olan faşist sömürgeci-soykırımcı baskıcı egemenliğin Kürdistan’da başka yol ve yöntemle mücadele etmeye imkan bırakmaması sonucunda oldu. Evet PKK etkilediği insanları mücadeleye çekti, örgüt kurdu. Bütün bunların sonucunda bazıları ‘suç işledi’ diyebiliyor. Peki insanlar niye Önder Apo’yu ve PKK’yi dinlediler? Niye dağa gerillaya, PKK’ye Önder Apo’nun yanına koştular. Demek ki orada kendi vardıklarını ve geleceklerini gördüler, özgürlüklerini gördüler. 1990’lar başında Turgut Özal bu gerçeğe dikkat çekmişti. O da oldukça önemli ve anlamlıydı. Turgut Özal “beylik laflarla PKK’yi mahkum edemeyiz, çünkü insanlar PKK’ye gidiyor hem de üniversitenden gidiyorlar, en aydınlanmış insanlar oraya gidiyorlar, sadece Kürt olan değil Türk’ü de başka halkların gençleri de aydınları da gidiyor. Demek ki orada bir çekim merkezi var, orada bu insanları çeken bir değer var ve bu gerçekliği anlamak gerekir” demişti, ki doğru yaklaşım buydu. Hala Türkiye’deki egemenlik sistemi de küresel kapitalist modernite sistemi de Özal’ın itiraf düzeyindeki bu anlayış düzeyine gelemediler, onun gerisindeler. Halbuki gerçeklik böyledir ve bu gerçekliği çok açıkça görmeleri lazım.

 

Önderliksel çıkış bir düşünce çıkışıdır, ideolojik çıkıştır, bilim çıkışıdır

 

Bu nedenle şunu görmek gerekiyor: PKK’nin tarihsel gelişimine bakıldığında tümüyle bu koşulların doğru analiz edilmesine dayalı gelişmiştir. Zor ortamlarda, kıt imkanlarla adeta her şeyin sıfırdan başlayarak yürütme temelinde geliştirmiş ve kazanmıştır. Yoksa öyle hiçbir şey hazır değildi. PKK hemen ordular kurup silahları alarak, herkesten çok tahrip edici silahlara sahip olarak savaş yürütmemiştir, başkalarına saldırı geliştirmemiştir.

Önderliksel çıkışa bakalım. İstanbul’da, Ankara’da üniversite ortamında gerçekleri, kendi gerçekliğini, kimliğini, dolayısıyla kendine bağlı olarak halk kimliğini anlamaya çalışarak çıkış yapmıştır. PKK’yi oluşturan bütün öncü gençlik, ideolojik gruplaşma bu temelde olmuştur. 1973-75 Ankara’daki ideolojik gruplaşma tamamen sömürgeci-soykırımcı egemenliğin asimilasyon temelinde Kürt gençliğini Türkiye okullarına taşıması ortamında, bu gençlerin ‘kim olduklarını’ sorgulaması temelinde açığa çıkmış, gelişmiş, var olmuştur. Öyle PKK bir silahlı saldırı ya da karşıtlarının deyimiyle ‘terör grubu’ olarak ortaya çıkmamıştır. Bir tane silahı bile yoktur. Bir tane ilişkisi bile yoktur. Kimseye verecek beş kuruş parası bile yoktur. Kıt kanat zorla karnını doyurup yaşayan üniversite öğrencilerinin ortaya çıkardığı bir harekettir. Önderliksel çıkış da tamamen buna dayalı olarak olmuştur. Her şey bir düşünce çıkışıdır, ideolojik çıkıştır, bilim çıkışıdır. Dikkat edilirse ardından 76-78’de Kürdistan’a dönüş gençlik hareketi haline gelme, PKK olarak kendini siyasi bir parti biçiminde adlandırma sürecini yaşamıştır. Dikkat edilirse bir düşünce doğuşu, bir ideolojik gelişme, bir siyasi partileşme söz konusudur. Bütün bunları gerçekleştirirken Kürt ve Kürdistan gerçeğini, Kürdistan üzerindeki egemenlik sistemini doğru anlamaya ve değerlendirmeye çalışmış ve ‘bu egemenlik sistemine karşı var ve özgür olabilmek için ne gerekiyor?’ sorusuna çok yönlü ve doğru cevaplar vermek istemiştir. Teorik anlayışı giderek birkaç tabancayla başlayan eylemlerden küçük gerilla birimlerine kadar giden silahlı propaganda mücadelesi böyle ortaya çıkıp gelişmiştir. Düşünsel, ideolojik, siyasi, örgütsel gelişme ardından Hilvan’da tabancalarla başlayan çatışmalı süreç Siverek’te biraz daha bireysel silahların kullanıldığı bir düzeye varmış. Bu da var olan rejimi 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesine götürmüştür. Öyle ki bu gelişmelere tahammül edemeyen Türkiye Cumhuriyeti devleti bunları ezebilmek için kendini feshedip tamamen yalın kılıç orduyla her türlü yöntemi kullanma temelinde Kürdistan’daki ulusal bilinçlenme, örgütlenme ve eylem potansiyelini tümden yok etmeyi amaçlayan bir saldırı başlatmıştır. Demek ki 12 Eylül darbesi doğru anlaşılmıyor. Bu darbenin amaçları neydi? Kimler ortaya çıkardı? Türkiye’de neler yapmak istedi? Arkasındaki NATO, Amerika bu darbeden ne umuyordu? Darbeye nasıl destek verildi? Darbe Kürdistan’da ve Türkiye’de ne tür saldırılar yürüttü? Başta zindanlarda başlamak üzere halk üzerinde ne tür işkenceler, baskılar, katliamlar yapıldı? Diyarbakır zindanında insanlara neler yapıldı, neler uygulandı? Dünyanın bir başka yerinde Diyarbakır zindanında 1980-84 arasında yaşatılan işkencenin bir benzeri yoktur. Bütün bunlar görülmeden ‘PKK 15 Ağustos 1984’de neden Eruh ve Şemdinli’de silahlı eylem yaptı? Niye gerilla birlikleri kurdu? Niye gerilla savaşına başvurdu?’ demenin hiçbir anlamı yoktur. Başka ne yapabilirdi ki! Ancak bunları yapabilirdi ve bu temelde gelişiminin diyalektik bir gelişim olduğu, yaratıcı düşünceye dayandığı, somut koşuların analizini içerdiği; sağladığı gelişmelerle kanıtlanmıştır. Ortaya çıkardığı başarılarla tarihsel olarak doğruluğu ispatlanmıştır. Hiç kimse farklı bir şey söyleyemez. PKK’yi doğru anlamak isteyenler ancak bu gerçekleri görüp değerlendirerek onları doğru anlamaya çalışabilirler.

Burada tekrar darlık nedir, nasıl ortaya çıktı, nasıl yaşanıyor? Bu konuda şunları görmek lazım. Önderlik düzeyinin perspektifleri, bakış açısı, genişliği, yaratıcılığı yanında pratik uygulama her zaman dar, yüzeysel, sınırlı kalmıştır. Bu açık bir gerçektir. Diğer yandan Önder Apo, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda tekrarın aslında 90’dan sonra yaşandığına dikkat çekiyor ve analiz ediyor ki, doğru olan budur. PKK’nin önderliksel yürüyüşünde darlık yoktur, tekrar da yoktur. En son ulaşacağına başta karar vermeye çalışma da yoktur. Aynı şeyi sürdürüp ilerleyememe durumu da yoktur. PKK diyalektiğini, onun önderliksel yürüyüş diyalektiğini doğru anlamak gerekiyor. Sürekli bir yenilenme, gelişme ve büyüme ilerleme var, yenilik var, değişim var.

Dikkat edilirse 1972-73 önderliksel çıkış süreci tamamen Türkiye’deki 12 Mart 1971 faşist askeri darbesine karşı devrimci gençlik öncülüğünde gelişen direnişin derslerini çıkartma temelinde oluyor. Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin mücadele deneyimlerinin derslerini en derin bir biçimde Önder Apo çıkarıyor. Hem o devrimci ruhu, girişkenliği, ona yol açan anlayışları hem de yaşanan ezilmeyi, yenilgiyi, bunun nedenlerini sorgulayarak bunlardan çıkardığı derslerle yeni bir önderliksel doğuş oluyor. Ardından sınırlı da olsa henüz yazıya geçmemiş sözlü düzeyde de olsa, beyinde oluşmuş sistematik bir yeni düşünce yapılanması olunca onu hemen örgüte ve eyleme dönüştürmek istiyor. Aklında düşünce olarak tutmuyor. Tekrar tekrar yazıp pratiğe geçirmeden uzak durmuyor. Düşünce düzeyi oluştuğunda anında örgüte ve eyleme dönüştürmek üzere pratiğe geçiyor. Çubuk Barajı toplantısıyla gruplaşma çalışmasının pratiğinin başlatılması oluyor. Hem örgüt hem de pratik, gençlik mücadelesi yanında bir de grubun eğitimi, örgütlendirilmesi, geliştirilmesi, bir ideolojik grup şekillendirilmesi oluyor. 73-75 sürecinde, üç yılda o koşullarda hiçbir imkan yokken, hem de sömürgeci başkentte her türlü tehlikeye açık bir durum varken, Apocu gruplaşma ‘Kürdistan Devrimcileri Grubu’ ortaya çıkarılıyor. Grup asgari düzeyde oluşunca ‘metropollere gelen, üniversitelere giren gençlikle uğraşalım, bu gençliklerin entelektüel kulübü düzeyinde bir hareket olup kalalım’ demiyor. 76 başında toplantısını yapıyor, Ankara’daki gelişmeleri yeterli görerek daha ileriye gitmenin Kürdistan’da olması gerektiğini, düşüncenin diyalektiğine uygun olanın Kürdistan’a gidiş orada örgütlenme ve mücadele geliştirmek olduğunu görüyor ve Kürdistan’a yani ülkeye dönüş hareketi başlatıyor.

76-77 ortasına kadar bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede hiçbir imkan ve ilişki yokken Antep’ten Doğubeyazıt’a kadar, Kuzey Kürdistan’ın hemen bütün alanında devrimci gençlik grupları ortaya çıkarıyor. Kürdistan devrimci gençlik hareketini yaratıyor. Zaten ilk örgütlenmesini de ortaya çıkarıyor.

Ardından biliniyor 18 Mayıs 1977 katliamı var. Antep’te Haki Karer yoldaşın şehit düşürülmesi var. Önder Apo ‘bu olay PKK’yi bilinçli, planlı, örgütlü silah kullanmaya götürdü’ dedi. Yine ‘Bu olay olmasaydı PKK’nin şiddet kullanımının nasıl olacağı belli değildi. Evet düşünce olarak tartışıyordu ama pratikte nasıl gelişeceği, PKK’nin hangi yoldan gideceği belli değildi’ dedi. Bu belirsizliği Antep’te Haki Karer yoldaşın katledilmesi bozdu. Devrimci intikam mücadelesini gerekli kıldı. Propaganda ve örgütlenme çalışmasını yapabilmek için, Kürdistan’da kendini savunmak gerektiği ortaya çıktı. Böylece tamamen meşru savunma temelinde kendi öz savunmasını yapmaya yönelen bir hareket gerçekliği doğdu. Bunu da yaratıcı temelde gerçekleştirdi. Hemen Haki Karer’in katledilmesinin intikamını almakla grubu sağlamlaştırdı. Hilvan’da, Halil Çavgun’un katledilmesinin intikamı olarak Hilvan direnişiyle hareketi bir gençlik hareketi olmaktan çıkarıp halk hareketi haline getirdi. Bir özgür demokratik yerel yönetimin ilk nüvesini Hilvan’da yaratmayı başardı. Ardından parti kuruluşu ve Siverek direnişiyle 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesine gidildi. Buna karşı zindan direndi. 1982 büyük tarihi zindan direnişi gerçekleştirildi. Mazlumların, Ferhatların ve en son 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi gelişti. Hayri ve Kemallerin öncülüğündeki büyük kahramanlık direnişi, fedailik direnişi ortaya çıktı ki, direnme kararı orada verildi. PKK’nin silahlı mücadelede ısrar etmesini 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişini başlatan Hayri arkadaş kayıtlara geçirerek karar haline getirdi. PKK bunu izledi. Zindan direnişini bu temelde esas aldı, bağlı kaldı. Yurtdışını gerçekten de güçlü bir eğitim alanına dönüştürdü. Lübnan-Filistin sahasını ve 1982 Eylül’ünde tıpkı 1976’daki gibi yeniden ikinci kez ülkeye dönüş hareketi başlattı. Bu sefer gerilla grupları halinde, daha genişlemiş ve hazırlanmış bir örgüt olarak Botan dağlarına çıkıldı ve 15 Ağustos 1984 gerilla atılımıyla özgürlük savaşını başlattı.

Bütün zorluklara rağmen bu savaşı yürüttü 90’ların başında gelişen halk serhildanlarıyla ulusal diriliş devrimini başardı. Kadın özgürlük devrimini başlattı. İnkarı kırdı ve Kürt gerçeğini ortaya çıkardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak Turgut Özal ‘federasyon da dahil birçok çözüm yöntemini tartışmalıyız’ diyerek Önder Apo’ya elçiler gönderdi. Sorunun görüşmelerle demokratik siyaset temelinde çözülmesi arayışına girdi.

 

Siyasi çözüm çabalarına karşı tasfiye dayatıldı

 

Buraya kadar birçok dönem var ve yeni yeni adımlar oluyor, hiçbiri diğerinin tekrarı değildir. Hepsi bir gelişmeyi ifade ediyor ve 73’ten 90’a ulusal diriliş devrimini başaran büyük bir hareket ortaya çıkıyor. Bir halk direnişi gelişiyor. Kadın özgürlük direnişi başlıyor ve devrim kadın devrimi temelinde gelişiyor. Sağlam ideolojik temele kadın özgürlük çizgisini geliştirerek oturuyor.

Dikkat edilirse ondan sonraki süreci Önder Apo ‘kurtuluş süreci’ olarak tanımladı. 17 Mart 1993 yılında Celal Talabani’nin de arabuluculuğuyla Turgut Özal’ın istemi çerçevesinde ateşkes ilan edip sorunların demokratik siyaset yöntemiyle demokratik siyasi mücadele yürüterek görüşmeler yaparak çözülmesinin önünü açtı. Sonraki sürecin bu temelde gelişmesi gerekiyordu. Doğal ve uygun olan buydu, makul olan da buydu. Mücadele edilmiş, Kürtler bilinçlenip örgütlenmiş, Kürt sorunu, Kürt gerçeği açığa çıkartılmış, Türkiye ortamı aydınlatılmış ve sorunun siyasi çözümünün zemini yaratılmıştı. Fazla kan da dökülmemişti, mücadele ile aslında bu gelişmeler açığa çıkartılmıştı. Taraflar daha kolay uzlaşabilirlerdi, daha rahat anlaşabilirlerdi, bunun zemini ve ortamı vardı. Önder Apo önce hiçbir deneyim olmamasına rağmen yaratıcı dehasına dayanarak böyle bir sürecin önünü açtı ve ateşkes ilan etti. Röportajlar yaptı. Bütün bunları gerçekleştirmeye açık ve hazır olduğunu belirtti.

Buna karşı ne yapıldı? Sürecin muhatabı olan Özal bir biçimde katledildi, ortadan kaldırıldı. Ondan sonra Özalcılar üzerinde baskıya katliamlara girişildi. Ateşkesle ortaya çıkartılan süreç sabote edilerek gerillayı ezme, PKK’yi tasfiye etme amaçlı Demirel-Güreş-Ağır-Çiller çetesinin azgın bir topyekûn faşist soykırımcı özel savaş saldırısı gündeme getirildi. Buna karşı gerilla direndi, gerilla öncülüğünde halk önemli bir direniş yürüttü. Bu gerilla direnişi önceden de yapılmıştı. Önceki gerilla savaşının bir biçimde tekrarı gibi oldu. 80’lerin ikinci yarısında sürdürülen savaşın bir benzerini 90’ların ikinci yarısında PKK yeniden yürütmek zorunda kaldı. Fakat bu kesinlikle Önder Apo’nun, PKK’nin tercihi değildi. Bunlar TC devletinin onun arkasındaki güçlerin ABD’nin ve NATO’nun dayatmaları ve istemleri doğrultusunda oldu. Burada Önder Apo’nun ve PKK’nin konumu nedir? Bu saldırıların önü alınamadı, boşa düşürülemedi. 93 ateşkesi ile öngördüğü demokratik siyasi çözüm sürecinin gelişmesini sağlayamadı. Bunu düşünsel ve pratik olarak gerçekleştiremedi, bu konuda başarılı olamadı. Çeteci dayatmaların sabote etmelerini engelleyemedi. Geriye imha etme, ezme amaçlı saldırılar karşısında direnmek kaldı ki, işte bu direnişi yürüttü. Bunu da yürütmeseydi, 1993-98 büyük gerilla direnişini vermeseydi o zamana kadar yürütülen mücadelenin sonuçları yok olurdu, PKK’de yok olurdu, Kürt soykırımı başarıya ulaşırdı. Dolayısıyla ‘PKK niye burada direndi!’ dememek gerekiyor. Demokratik siyasi mücadeleyi geliştirmede başarılı olamadı ama başarısızlık sadece PKK’nin durumundan kaynaklanmadı, karşı taraf savaşta, imhada, soykırımda ısrar etti, onları yenilgiye uğratamadı. İmha saldırıları gelişti, onlara karşı da direnmek durumunda kaldı.

Biliniyor, bu durumdan çıkmak üzere Önder Apo 1998’in 1 Eylül’ünde yeniden ateşkes ilan etti. Ateşkes tamamen bu durumu değiştirmek amaçlıydı. Önder Apo ‘Pata durum var, savaşta zafer ya da yenilgi ortaya çıkmıyor. Savaşın bu biçimde uzaması yozlaşma yaratıyor. Dolayısıyla farklı yollarla çözüm aramak gerekir. Yoksa bu bir tıkanma ve çözümsüzlük etkeni haline geliyor. Sosyalist öncü olduğumuza göre çözüm yaratması gereken de biziz’ diyerek öncülük etmek istedi. Ateşkesle PKK’yi demokratik siyasi mücadele yürüten bir örgüt taline getirmek istedi. Fakat buna karşı hemen 1 Eylül 98 ateşkesine uluslararası komplo dayatıldı. Kırk gün sonra karşı taraf uluslararası komplo saldırısıyla ateşkes konumundaki PKK’yi ezmek, imha etmek, Önder Apo’yu yok etmek istedi. Dört ayı aşan büyük saldırısı ardından imha edemeyince kim vurduya getiremeyince kaçırıp İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemi altına alarak Önder Apo’yu etkisiz kılıp PKK’yi de dağıtmak tasfiye etmek istediler.

PKK buna karşı paradigma değişimi yaptı. Değişim ve dönüşüm süreçleri geliştirdi. Fakat geliştirdiği paradigma değişimini, stratejik değişimleri tam uygulayamadı. Onlara da örneğin 2003-2004 tasfiyeciliği dayatıldı. Dışta 2009-2010’dan itibaren yoğun askeri saldırı dayatıldı. PKK’nin demokratik çözüm çizgisini, demokratik ulus paradigmasını hayata geçirmek üzere uygulamasının önünü AKP’nin 2009 saldırısıyla almak istediler. Demokratik siyasi mücadele yürütmesine imkan vermediler, fırsat tanımadılar. Önder Apo’nun geliştirmek istediği demokratik siyasi mücadeleye şiddeti ve savaşı dayattılar. Ortaya 2010-12 savaşı çıktı. Bunları durdurmak için 2013-14’de yeniden Önder Apo demokratik siyasi mücadele sürecini geliştirmek istediyse de buna da 24 Temmuz 2015 Çöktürme Eylem Planı saldırısı dayatıldı. Günümüze kadar da o saldırıyla gelindi. Buna karşı direnildi. Bu direnişler hep bir zorunluluktu ama dikkat edilirse bunları dayatan sömürgeci-soykırımcı faşist zihniyet ve siyaset oldu. PKK olmadı. Fakat PKK, faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin saldırılarını kıramadı. Demokratik siyasi mücadele ortamını geliştiremedi. Saldırlar karşısında direnmek durumunda kaldı ki, tekrar tekrar direnmek ve silahlı gerilla direnişine daha fazla dayanmak, onu esas almak durumunda kaldı. Önder Apo’nun belirtiği tekrar da bu oldu. Kendisini KCK olarak yapılandıramadı, örgütleyemedi. Demokratik toplum örgütlülüğünü geliştiremedi. Demokratik siyaseti her alanda etkili kılan, sorunların demokratik siyasi çözümünü gerçekleştiren bir sürecin ortaya çıkmasını geliştiremedi.

 

Mücadeleyi yürütmede tekrara düşüldü

 

PKK kendi mücadelesini yürütmede önemli bir tekrara düştü. Fakat geçen 35 yıl içerisinde ve çeşitli dönemlerde bu tekrarı aşmak istedi. Aşabilmesi için karşı tarafı etkisiz kılacak bir gücü gösteremedi. Küresel düzeyde oluşmuş sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset de PKK’nin demokratik siyasi çözümü dayatmasını engellemek için hep şiddeti dayattı, şiddete dayalı inkar ve imha saldırılarını gündeme getirdi. PKK’nin siyasallaşmasından korktu ve çekindi. Çünkü o zaman Kürt sorununun siyasi çözümü açığa çıkacaktı. Dolayısıyla siyasi çözüme razı olmak zorunda kalacaklardı. Geçmişte yaptıklarının insanlık suçu olduğunu görecekler, kabul etmek durumunda kalacaklar, onun hesabını vereceklerdi. Ama Kürdistan’da uyguladıkları, özellikle Lozan’dan sonra dört parça Kürdistan’da yürütülen katliamların hesabını vermek öyle kolay değildi. Hepsi insanlık suçu oluşturuyordu, çünkü saldırıların hepsi bir soykırım saldırısı oluyordu. Soykırım ise devletçi hukuk tarafından bile insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla bu tarihsel gerçekleriyle yüzleşmek istemediler, bundan korktular. Bunun için PKK’yi ezerek Kürt soykırımını başararak, Kürt toplumunun soykırımı üzerinden bir dünya devletçi sistemi kurmak istediler. Buna karşı da Önder Apo öncülüğünde PKK ve Kürt halkı direndi. Onların bu amaçlarının başarılmasına fırsat vermedi. Bu amaç temelindeki saldırılarını hep boşa çıkardı ve kırdı.

Şimdi gelinen noktada bu saldırıları yürüten güç olarak TC devleti tarihinin en ağır krizini, kaosunu, çöküşünü yaşar hale geldi. Onun şahsında bütün küresel iktidar ve devlet sistemi bir çıkmazı, çözümsüzlüğü, kaosu yaşar hale geldi. Dünyadaki sorunların temelinde de faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset var. Kadın düşmanı, halk düşmanı, işçi ve emekçi düşmanı, Kürt düşmanı zihniyet ve siyaset var. Bu gerçekliği çok iyi görmemiz gerekiyor. Önder Apo’nun ‘tekrar’ derken anlatmak istediği aslında bu gerçeklikler oldu.

 

Mücadele tarzını, amaçlar ve somut koşullar belirler

 

Önder Apo’nun geliştirdiği ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ üzerine yürütülen tartışmaların önemli bir kısmı da mücadele tarzı üzerine oluyor. Özellikle PKK’nin 15 Ağustos 1984’ten bu yana yürüttüğü silahlı mücadeleyi bırakma ya da değiştirme durumu çeşitli biçimlerde tartışmaya konu oluyor. Bazı çevreler bunu iyi niyetle anlamak için yapıyorlar. Bazıları da gerçekten PKK’yi kötülemek ve kitlelerde kafa karışıklığı yaratmak için yapıyorlar. İnsan rahatlıkla bunu böyle belirtebilir. Çünkü 40 yıl önce silahlı mücadeleye ‘terörizm’ ya da ‘halkı katliama götürmek’ diyerek küfredenler, şimdi ‘PKK’yi silahlı mücadeleyi niye bırakıyor’ diye eleştirmeye çalışıyorlar. Madem silahlı mücadele bugün de gerekliyse o zaman buyur bu mücadeleyi sen yap, sarıl silaha, dağa çık, gir tünele, gir mevziiye düşmana karşı savaş, bunu elinden alan mı var! Açık ki böyle yapmıyor ama kendisinin yapmadığı şeyi ‘niye PKK yapmıyor’ diye PKK’yi eleştirmeye, kitlelerin kafasını karıştırmaya çalışıyor. Böylelerine karşı uyanık olmak lazım. Gerçekten de Kürdistan ve Türkiye’de yeminli PKK düşmanları var, bunların sayıları az olsa da ne yazık ki varlıklarını sürdürüyorlar. ‘Sinek küçük ama mide bulandırır’ derler. Bunların konumu da benzerdir, sayıları çok az ama fırsat buldukları her ortamda karışıklık yaratmaya çalışıyorlar. Doğru bir yaklaşımla böylelerine fırsat vermemek gerekiyor.

Mücadele tarzı konusunda bazı doğrulara dikkat çekmekte fayda var. Önder Apo her zaman bu doğruları esas aldı. Her zaman ve her yere uyan doğru ve devrimci bir mücadele tarzı yoktur. Mücadele tarzının doğruluğuyla yanlışlığı, devrimciliğiyle reformistliği kullanıldığı yer ve zamana göre belirlenir. Mücadele tarzını amaçlar ve somut koşullar belirler. Bazıları çok dogmatik kalıpçı bir biçimde yaşamları boyunca tek bir mücadele yöntemine sarılıyorlar, zamana ve mekana hiç bakmıyorlar. Amaçlarını ve somut koşulları göz önüne almıyorlar. ‘Benim tarzım doğrudur’ diyerek tekrarlayıp duruyorlar ve ölene kadar da bunu sürdürüyorlar. Lenin böyleleri için ‘gençliğinde ezberlediği cümleleri ölünceye kadar devam ettiren dogmatikler’ diyor. Gerçekten yaratıcılıktan uzak, örgüt ve eylem geliştirmekten korkan ve kaçan böyle zavallı insanlar ortalıkta var mı, evet az sayıda da olsalar vardırlar. Kelaynak kuşları gibi sayıları çok aza inmiştir ama yine de varlıklarını sürdürüyorlar. Halbuki diyalektik yaklaşım böyle değildir. Dolayısıyla doğru olan onların yaklaşımı değildir. Doğru olan Önder Apo’nun yaklaşımıdır. O da mücadele tarzını, amaçları somut koşullara göre belirlemektir. Yine yere ve zamana göre belirlemektir. Mücadele yol ve yöntemlerinde her zaman değişime yenilenmeye açık olmak. Kalıpçı mutlakiyetçi olmamak. Yine dar ve tek yönlü davranmamak. Sonsuz sayıda mücadele yöntemini özgürlük ve demokrasi çalışmasında mücadelesinde kullanabilmek. Bir ya da birkaç mücadele yöntemine bağlı kalmamak demektir. Fakat birçok mücadele yöntemini kullanırken de temel ve tali olanları ayırabilmek gerekiyor. İşte Önder Apo’nun mücadele tarzına yaklaşımı da böyledir.

Örneğin 1973’de önderliksel çıkış yaparken 24 saat okumayı, incelemeyi, araştırmayı, tartışmayı temel yaşam ve çalışma tarzı, mücadele tarzı olarak belirlemiştir. Çünkü devrimci çıkışı yaptıracak odur. Öyle bir bilinç oluşturmadan örgüt ve eylem elbette gelişmez. Daha önce gelişme sağlayan, bilinçlenen, örgütlenen devrimciler eyleme kalkmışlar, devlet saldırmış, ezmiş, hapse doldurmuş, katletmiş bastırmaya çalışıyor. Bu koşullarda olup bitenleri anlamak, dersler çıkartmaya çalışmak, hata ve eksikliklerini görüp düzelterek başarılı bir mücadelenin zihniyet yapısını ortaya çıkartmak en doğru devrimci çalışmadır. Bunun tarzının da okuma inceleme, araştırma olduğu açıktır ve Önder Apo bunu yapmıştır. O zaman da bazıları eylem dayatmasında bulunmuşlardır. Örneğin 1974 ADYÖD pratiği var. Birgün ADYÖD’de birisi parke ve çamurlu çizmeleriyle içeri girmişti, işte ‘çatışmalar var, asker saldırıyor, devrimciler şöyle zor bir durumda yardıma ihtiyaçları var’ diyerek provoke etmek istemişti. Fakat Önder Apo derhal böyle bir provokasyonun önüne geçmişti. Önder Apo önlemeseydi bazıları bu söylem karşısında aldanacaklardı. Önder Apo, ‘arkadaşlar bu bir provokatördür öyle bir şey yok, mevcut koşullarda biz de bu memleketi tanıyoruz, var olanları da biliyoruz. Provokasyon geliştirmek isteniliyor, buna hiç kimse alet olmamalıdır’ dedi ve gerçekten de öyle bir şeyin olmadığı yapılmak istenenin tam bir provokasyon olduğu açığa çıktı. Bunları somut olarak yaşadık ve gördük.

Diğer yandan örneğin ideolojik grup döneminde Önder Apo yine araştırma-inceleme, gençlik mücadelesi ve eğitimi esas aldı. Bunları örgüt ve eylem geliştirmek için temel hazırlık çalışmaları olarak gördü ve devrimci yöntemler olarak kullandı. Bu çalışmalarla ideolojik grubu hazırlayarak, eğiterek ve Kürdistan’a dönüşü sağlatarak başarı da elde etti.

76’dan sonra ülkeye dönüş, gençlik grubu, Türkiye’de gelişen antifaşist mücadeleye paralel Türkiye’de de faşistlere, yerli gerici güçlere karşı, ajanlaşmış yapı ve kurumlara karşı mücadele sürecinde PKK, Türkiye’deki antifaşist mücadelenin en güçlü destek boyutunu Kürdistan’dan ajanlaşmış yapı ve kurumlara karşı şiddet temelinde mücadeleyi geliştirerek ortaya çıkardı. Gençliğe gitmek, gençlikten öte kadınlara, köylülere, memurlara halk kesimlerine ulaşabilmek için onlar üzerindeki devletin ajan ihbarcı egemenliğini kırmak gerekiyordu. Yoksa herkes korkuyordu. Kimin ajan olup olmadığı belli değildi. Ajan ihbarcı yapı herkesi denetliyor, ihbar ediyor, ağır baskı ve işkencelerin ortaya çıkmasına yol açıyorlardı. Korku ve sinmişlik çok ileri bir düzeydeydi. Bunlara karşı mücadele edip kırılmadan halka gitmek, halkı bilinçlendirip örgütlemek devrimci eğileme çekmek mümkün değildi. Önde Apo böyle bir mücadeleyi geliştirdi. Kürdistan’da böyle mücadele yürüten tek kurum Apocular oldu. O nedenle en çok devlet saldırdığı gibi, o koşulları doğru değerlendiremeyen, ajan ihbarcı yapıyı kırmayı hedeflemeyen Kürt grupları da PKK’ye saldırdılar, karşı çıktılar. Kendileri esasında ajan işbirlikçi yapıyla iç içeydiler. Onların denetimini aşabilmiş, kırabilmiş değillerdi. Onlar yönlendiriyordu. Nitekim 79’da Ulusal Demokratik Güç Birliği adıyla PKK’ye karşı birleştiler ve 80’de devlet destekli saldırı geliştirdiler. Bunları biliyoruz. Devlet karşısında dernek kurmayı, dergi çıkarmayı temel çalışma olarak aldılar. PKK ajanlaşmış yapı kurum ve kişilere karşı, yine faşistlere ve polise karşı mücadele ederken dergiciliği ve dernekçiliği temel çalışma yöntemi olarak esas aldılar. Ardından PKK devrimci eylemle Kürt halkında yeni bir umut yaratıp etkinlik geliştirmeye başlayınca bu sefer onun önünü almak için devletin yönlendirmesiyle UDG saldırılarını geliştirdiler.

 

12 Eylül faşist askeri darbesi ve mücadele yöntemleri

 

12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi ardından bu darbe rejimine karşı nasıl mücadele edileceği, Avrupa’da ve Ortadoğu’da hem Türkiyeli sol-sosyalist örgütler hem de Kürt örgütleri arasında yoğun tartışmalara konu oldu. Ortadoğu’da, Avrupa’da onlarca toplantı yapıldı. Günlerce tartışmalar yapılırdı. PKK olarak Önder Apo bütün bu Ortadoğu’daki tartışmaların hepsine katıldı. Avrupa’daki tartışmaları da yakından takip etti. Etkilemeye yön vermeye çalıştı. Öncelikle Kürt örgütleriyle bir ulusal demokratik cephe oluşturarak 12 Eylül faşist askeri darbesinin soykırımcı saldırılarına karşı gerilla direnişini geliştirmek için tartışmalar yürüttü. Bunun için her türlü görev ve sorumluluğa hazır olduğunu belirtti. Bu darbe karşısında başka yöntemlerle ulusal özgürlükçü ve demokratik çalışmanın yürütülemeyeceğini ifade etti. Ama var olan Kürt örgütleri toplantıya katılanların hepsi bunu reddettiler. Suni gündemler yarattılar. ‘PKK niye kendileri gibi değilmiş’ sorgulamasına girerek ‘PKK’de bize benzesin, bizden ayrı yanlarını değiştirsin’ dayatmasında bulunmaya çalıştılar. Önder Apo bunu reddetti ve ‘biz bir örgüt ya parti olalım demiyoruz, aynı olsak zaten bir parti oluruz’ dedi ve ‘bir cephe kuralım diyoruz, bu da farklı partilerin var olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla sorun bu değildir. Sorun 12 Eylül faşist askeri darbesine karşı hangi yöntemlerle nasıl mücadele edeceğimiz, direneceğimiz sorunudur. Biz bu direnişin öncülüğünü yapmaya, yükünü omuzlamaya hazırız. Böyle bir şeyde ortak hareket etmeye var mısınız yok musunuz’ dedi ve yok olduklarını söylediler. Öyle bir mücadelenin doğru olmadığını ifade ettiler. Bazıları bu mücadeleyi, gerilla ve ulusal kurtuluş savaşını reddedebilmek için 12 Eylül darbesine ‘faşist darbe’ de diyemediler. ‘Soykırımcı’ diyemediler. ‘Militarist darbe’ biçiminde bir sürü uydurma kavramla kendi durumlarını kamufle etmeye çalıştılar. İşte yeri ve zamanına göre hareket etme ya da edememe böyle ortaya çıkıyor. Oysa Önder Apo ‘başka yol ve yöntem yoktur. Devlet çıplak zor gücüdür. Ordu yönetimi ele almış devletin bütün diğer kurumları feshedilmiş dağıtılmış geriye sadece askeri güç kalmıştır, saldırı da onunla oluyor. Dolayısıyla mücadelenin, onun yöntemlerine karşı olması, askeri olması zorunludur’ dedi ve doğru olan da bu oldu.

Benzer tartışmalar 1982 yılında Türkiye’nin sol-sosyalist devrimci örgütleriyle de yapıldı. Bu yönlü anlayış birliği de oluştu. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi(FKBDC) adıyla sekiz örgütün yer aldığı bir antifaşist direnme cephesi de oluşturuldu. Buna göre Lübnan-Filistin sahasında gerilla hazırlıkları da yapıldı. Fakat zaman geldi, 12 Eylül darbesi saldırılarını bir noktaya kadar götürdü. Zindanlarda direnişe karar verildi ve herkesi direnmeye çağıran bir öncülük haline geldi. Lübnan’da savaş oldu ve Filistin’le var olan konumlarını kaybettiler. Böyle bir dönemde artık 12 Eylül 1980 darbesine karşı silahlı direnişi geliştirmenin koşulları oluşmuş zamanı gelmiştir diyerek 1982 Ağustos’unda gerçekleşen 2. Kongre’yle PKK ülkeye geri dönüş ve silahlı gerilla direnişini geliştirmeye karar verdi. FKBDC’de yer alan diğer birçok örgüt buna karşı çıkarak güçlerini Avrupa’ya çektiler, mültecileştiler. Silahlı direnişten uzaklaştılar, karşı çıktılar. Kürdistan’a ve Türkiye’ye dönme silahlı mücadeleyi geliştirme sürecine katılmadılar. Dahası bazıları 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’na cepheden karşı da çıktılar. Bunun ‘terörizm’ olduğunu, ‘karşı devrimci bir durum olduğunu, cuntaya hizmet ettiğini’ söyleyecek kadar ileri gittiler. Hatta 12 Eylül cuntasından Kenan Evren yönetiminden PKK’ye karşı mücadele etmek için kendilerine şans verilmesini istediler. 40-50 örgüt bir araya gelip 15 Ağustos Atılımı’nın ‘terör saldırısı olduğunu’ ilan eden açıklamalar yaptılar. Bu kadar karşıtlık oluştu. Ama Önder Apo yalnız da olsa amaçlar ve somut koşullar neyi gerektiriyorsa onu yapmakta son derece kararlı ve ısrarlı davrandı. Ulusal özgürlük amaçları ve 12 Eylül faşist askeri darbesinin ortaya çıkardığı siyasi-askeri koşullar, gerilla direnişini gerektiriyordu. Doğru mücadele tarzı olarak gerilla direnişini istiyordu. Bütün zorluklarına rağmen, acemiliklere rağmen, ağır bedellere rağmen Önder Apo gerekli olan mücadele tarzını hayata geçirmekte bir an bile geri durmadı. Son derece kararlı ve ısrarlı davrandı ve büyük bir çabayla, zorlamayla 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’nı başlattı. Eruh ve Şemdinli eylemlerinin gelişmesine ve bugün durdurulması için karar verilmek istenen silahlı mücadelenin başlatılmasını sağladı. Bunu sürdürebilmek için de ideolojik, siyasi, örgütsel, eğitsel çalışmaları gece gündüz demeden, yorulup usanmadan Mahsum Korkmaz Akademisi temelinde yoğun bir çalışmayla sürdürdü. Bu çabalar sonuç da verdi. Bütün zayıflıklara rağmen gerillanın sürekliliği sağlandı. Gerillayı ezmek, tasfiye etmek için geliştirilen saldırılar kırıldı.

1984-90 arasındaki çok zorlu amansız gerilla savaşı ağır bedeller göze alınarak büyük bir dirayetle yürütüldü, geliştirildi ve sonucu 90’lardaki halk serhildanları oldu. Ulusal Diriliş Devrimi’nin başarısı oldu. Kadın Özgürlük Devrimi’nin başlangıcı oldu. Türkiye’de demokratikleşmenin ve demokratik siyasetin önü açıldı. Kürt inkarı kırıldı. Herkes tarafından Kürt sorunu tartışılır hale geldi. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Turgut Özal bile en ileri düzeyde bu tartışmalara katıldı. ‘Kürdistan’da federasyonu tartışmalıyız’ dedi. Yine ‘PKK’nin çekim gücü var ki üniversitedeki gençler akın akın oraya gidiyorlar’ dedi. Gerçeği böyle ortaya koydu ve ifade etti. Bu durumda ‘artık silahlı mücadele bir rol oynamış, hakikati açığa çıkarmış, Kürt sorununun çözümünü dayatmıştır, gerisini demokratik siyasi yöntemlerle yapalım’ teklifinde bulundu. Önder Apo da hiç tereddüt etmeden değerlendirmesini yaparak bu gelişmeleri ortaya koydu ve sürecin böyle bir mücadele yöntemi değişikliğini gerektirdiğini tespit edip 17 Mart 1993 ilk birinci tek yanlı ateşkesini ilan etti. Biz savaş yürütüyoruz bunu durdurmayız demedi. ‘Savaş belli bir sonucu ortaya çıkarmış bundan sonrasını demokratik siyaset ile yürütmek mümkünse ona şans tanımalıyız’ diyerek silahlı mücadeleyi durdurup demokratik siyasi mücadele ile siyasi diyalogla görüşmelerle Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlatmak istedi. Mücadele strateji ve tarzında böyle köklü bir değişikliği yapmayı öngördü. Bu konuda kalıpçı ve dogmatik davranmadı. Gerçekten de Özal’ın eğilimi sürseydi ya da Özal’ın ölümü, öldürülmesi olmasaydı, devlette Özal çizgisi hakim olarak sürseydi 93’ten sonraki gelişmeler böyle olmayacaktı. Bu sorun çoktan çözülmüş olacaktı, Türkiye’nin durumu şimdiki gibi olmayacaktı, çok farklı olacaktı. Türkiye Ortadoğu’ya, dünyaya örnek bir demokrasi kalesi haline gelecekti. Bu bir gerçekti. Bunu doğru anlamak ve bunun gerçekleşebileceğine inanmak gerekiyor.

Fakat Özal anlayışı ve çizgisi hakim olamadı. Ona karşı darbe düzeyinde devlet içinde bir saldırı geliştirildi. Özal katledildi yönetim değiştirildi. Ondan sonra gerillayı ezmek ve PKK’yi tasfiye etmek amacıyla NATO’dan alınan güce dayanarak topyekûn faşist soykırımcı özel savaş saldırıları başlatıldı. 93’den 98’e kadar bu saldırı sürdürüldü. Önder Apo ve PKK ateşkes ortamında demokratik siyasi mücadele stratejisiyle hareket etme sürecini geliştirmeyi başaramadı. Önder Apo bunu her zaman değerlendirdi. Özeleştirel yaklaşımın içerisinde de oldu. Karşı taraf imha amacıyla kontrgerillacı olan Doğan Güreş öncülüğünde topyekûn saldırıya geçince, Önder Apo da gerillayla amansız bir dileniş geliştirip bu faşist soykırımcı saldırıları kırmak istedi. Nitekim altı yıllık büyük bir savaş ardından 98 yazına gelindiğinde gerillayı ezme, PKK’yi tasfiye etme saldırıları başarısız kaldı. Artık devlet nezdinde de hiç kimse o saldırılarla başarılı olunacağına inanmadı. Bazıları başka arayışlara girdiler. Bazıları da hileli yöntemlere girdiler. Pata durumu ve çıkmazı görerek yine de 93’te yapılamayanı 98’te başarmak üzere Önder Apo 1 Eylül 1998 üçüncü tek yanlı ateşkesini ilan etti. Önceki süreçten çıkan tecrübelerle tam başarıya ulaştırmak üzere Avrupa’ya çıkış yaptı. Avrupa sisteminin önüne Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü koydu. Kürt sorununu yaratan İngiltere ve Fransa’ydı. Avrupa sistemiydi. Bu hatalarını düzeltmeleri, Avrupa demokrasisi denen anlayış ve sisteme uygun ona benzer bir çözümün Türkiye ve Kürdistan’da geliştirilmesi için her türlü imkanı ve fırsatı Avrupa Birliği’ne sundu. Fakat Avrupa siyaseti buna sahip çıkmak yerine elinin tersiyle itti, Önder Apo’yu istenmeyen kişi ilan etti, ABD’nin imhacı saldırılarıyla yüz yüze bıraktılar. Önder Apo kendi yol yöntemleriyle Uluslararası Komplo saldırısında imhayı önledi. Fakat sonuçta 15 Şubat 1999 komplosunun gerçekleştirilmesi engellenemedi.

 

Paradigma değişimi

 

Ondan sonra da geçen 26 yıllık süre içerisinde Önder Apo hep sürece yaratıcı yaklaşmaya çalıştı. Somut koşullara göre ve amaçlarımıza göre mücadele yol ve yöntemlerinin geliştirilmesini, uygulanmasını istedi. Strateji ve taktikleri, mücadele tarzını buna bağladı. Paradigma değişimiyle birlikte yeni ideolojik amaçlar ve program amaçlarımızın gereklerine göre, bir de var olan somut koşullarının özelliklerine göre stratejik mücadele ve onun tarzı ve taktiklerini geliştirmek istedi. 1 Haziran 2004 hamlesiyle birlikte -bu da daha çok demokratik siyasetin önünü açma hamlesiydi- KCK çözümünü yasal legal demokratik siyaset temelinde geliştirmeyi öngördü. Fakat buna da 14 Nisan 2009 da başlatılan siyasi soykırım operasyonları dayatıldı. Demokratik siyasi çözüm zeminini yok etme saldırılarıydı. Bunu durdurmak için harcadığı çabalar sonuç vermediğinde Önder Apo ‘Türkiye’de siyasi mücadele yürütme koşulları kalmamıştır’ diyerek, 31 Mayıs 2010’da kendisini geri çekti. 1 Haziran 2010’dan itibaren PKK’de Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde mücadele yürüteceğini ilan ederek strateji değiştirdi. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi ile demokratik toplum paradigmasını hayata geçirmek istedi. Demokratik modernite devrimini böyle bir mücadele tarzıyla geliştirmek istedi. Fakat AKP yönetimi saldırılar dayattı. 2013-14’ten sonra 24 Temmuz 2015 topyekûn saldırısıyla ‘Çöktürme Eylem Planı’ adını verdikleri saldırı sürecini başlattılar. İçte AKP-MHP’yi birleştirdiler. KDP’yi ve Irak yönetimini oraya eklediler ve tüm güçleriyle saldırı yürüttüler. Fakat PKK’nin imhasını gerçekleştiremediler. Zap merkezli Medya Savunma Alanları başta olmaz ürere Kürdistan’ın dağında ve kentinde kahramanca direniş geliştiren gerilla öncülüğündeki Kürt halkının ve dostlarının direnişi, ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelindeki topyekûn imha saldırılarını kırdı, planlarını başarısız kıldı. Zaten 90’dan itibaren Kürt inkarı boşa çıkartılmıştı, artık sürdürülemiyordu. PKK’yi imha ederek Kürt inkarını sürdürürüz dediler ve on yıllık ‘Çöktürme Eylem Planı’ saldırısıyla gerillayı ezme, PKK’yi imha etme amacını başaramadılar. İnkar kırıldı, imha da kırıldı. Konjonktürel olarak Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşı da gelip Türkiye’ye dayanınca Türkiye Devleti ve iktidarı ciddi bir tehlikeyle yüz yüze geldi. Bunu karşılamak için Devlet Bahçeli öncülüğünde birlik yaratmayı, sorunları çözmeyi öngören siyasi bir adım atmaya yöneldiler. Önder Apo da zaten bu durumu bekliyordu. Bu çağrıyı görünce buna cevap olarak ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı gündeme getirdi. 1993 Mart’ından itibaren başlatıp uygulamak istediği ama saldırılar nedeniyle kesintiye uğrayıp da başaramadığı işleri yeni paradigma temelinde belli değişikliklere dayalı olarak şimdi başarmak istiyor. Bunun gereklerine göre de örgütle mücadele yöntemlerini geliştirmek istiyor. Dikkat edilirse bağlayıcı olan, kalıcı olan, esas olan örgütle mücadele yöntemi değildir. İdeolojik ve siyasi amaçlardır. PKK için belirleyici olanlar kesinlikle bunlardır. Bu ideolojik ve siyasi amaçların gerçekleştirilmesi mevcut koşullara dayalı olarak hangi mücadele ve örgüt biçimleriyle başarılıyorsa o doğru ve devrimci olandır, PKK o mücadele stratejisi ve taktiklerini, tarzını esas alır. Önder Apo’nun baştan ifade ettiğimiz yaklaşımı böyledir. Şimdi de mevcut durumda bu yaklaşımı hayata geçirmek için çalışıyor. İdeolojik ve siyasi amaçlarını yeni mücadele ve örgüt biçimleriyle hayata geçirmek istiyor. Bu temelde stratejisini değiştirmek istiyor. Silahlı mücadele yaklaşımı bunu ifade ediyor. Mücadele tarz ve taktiklerinde değişiklik yapmak istiyor. Aynı zamanda örgüt biçimlerinde de değişiklik yapmak istiyor. Örgüt, amaca ve mücadele yol yöntemine göre şekillenir. Amaçtan kopuk bir örgüt olamaz. Yine mücadele yol ve yöntemlerine dayanmayan bir örgüt de olamaz. Yani örgüt, amaca göre ve mücadele yol ve yöntemlerine göre şekillenir. Amaç değişmişse -ki paradigma değişimiyle PKK’nin amaçlarında önemli ölçüde değişiklikler oldu. Bazıları yenilendi ve gelişti. Yine mücadele yol yöntemlerinde değişiklik olmuşsa -ki şimdi silahlı mücadeleyi değiştirmek istiyor o zaman örgüt yapısında da buna göre değişiklik olmak durumundadır. PKK’nin değiştirilmesi dönüştürülmesi böyle gündeme geliyor. Bu da gayet açık ve anlaşılır bir durumdur. Öyle anlaşılmayacak bir durum kesinlikle yoktur. Bazıları sanki Kürtler örgütsüz kalacak, her alandaki örgütler dağıtılacak, örgütlü toplum ortadan kalkacak gibi algılıyorlar. Özel savaş böyle propaganda ediyor zannediyorlar ki, gerçeklik budur. Onların hiçbirisi doğru değildir, o yaklaşımların hepsi özel savaş kapsamındaki yaklaşımlardır. Doğru olan amaçlara ve mevcut siyasi-askeri koşullara göre mücadele strateji ve tarzının belirlenmesidir. Örgüt yapısının da bu mücadele strateji ve taktiklerini yürütmeye göre kendisini yapılandırması, isimlendirmesidir. PKK’nin tarihe mal edilmesi, rolünü oynamış hale gelmesi, mevcut amaçları ve mücadele yöntemlerini yeni örgütlerle yürütme arayışı buradan ileri geliyor ve bu gayet açık anlaşılır bir durumdur.

Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi sürüyor, sürecektir. Kürt özgürlüğünü Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde yürütüyor ve bunu yürütecektir. Bunları yeni mücadele strateji ve yöntemleriyle yeni örgütlerle Kürt halkı, Kürt gençliği, kadınları yapacaktır. PKK bunun temellerini attı, zeminini yarattı, güçlerini ortaya çıkardı. Şimdi de önünü açıyor. Daha çok mücadeleyi halka, gençliğe, kadınlara, Türkiye halklarına, Ortadoğu halklarına ve insanlığa mal etmek istiyor. Bunun için de örgütlenmeyi ve özgürlük için mücadele etmeyi öne çıkarıyor. Daha yetkin etkili mücadele yol ve yöntemlerinin geliştirilmesini, mücadelenin yürütülmesini istiyor.

Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın mücadele tarzına ilişkin bunları ifadelendirebiliriz. Böyle anlamak doğrudur. Bunlar temelinde Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı üzerinde daha çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Her kelimesi, cümlesi, paragrafı üzerinde daha ayrıntılı durmalıyız. Mücadele tecrübemizin derslerine dayanarak, örgüt ve eylem alanında yapmamız gerekenleri sürdürmemiz lazım.

Bunlar temelinde sonuç olarak şunu ifade edelim: Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen yani özgür yaşar ve çalışır koşullara sahip olmasını hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemiz devam ediyor. Hamle yeni planlamalarla sürecektir. Dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında bu hamle temelinde Önder Apo’ya özgürlük eylemlerini çok daha canlı yaratıcı zengin eylem biçimleriyle geliştirmek gereklidir. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın başarıya ulaşması kesinlikle böyle bir mücadeleyi geliştirmeye bağlıdır. Ancak böyle bir mücadele başarıya götürür.

Bu temelde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü çerçevesinde mücadele yürüten herkesi selamlıyor. Yeni mücadele döneminde başarılar diliyoruz. Bu çalışmalara çok önemli katkı sunmuş olan çok değerli dostumuz, yoldaşımız Sırrı Süreyya Önder böyle bir mücadele yoğunluğu içerisinde ağır bir hastalık durumu geçirdi, zor bir durumu yaşıyor. Tüm özgürlükçü demokratik güçler bu yoldaşımızın sağlığına kilitlenmiş bulunuyor. Biz de bu vesileyle Sırrı Süreyya Önder yoldaşa saygı ve sevgilerimizi ifade ediyor, sağlık ve şifa diliyoruz.

 

 

Notlar: * CENTO (Central Treaty Organization; önceki adı Bağdat Paktı / 1955 – 1959) Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında, Sovyetler Birliği’nin (SSCB) Ortadoğu’da nüfuz kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan örgüttür. ABD bu oluşumda gözlemci sıfatı ile yer aldı.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

SERXWEBÛN’UN NİSAN 2025 SAYISI ÇIKTI

Sonraki Yazı

YENİDEN DOĞMAKTAN KORKMADAN DİRENİŞE DEVAM

Sonraki Yazı
2023’TEN 2024’E KADIN ÖZGÜRLÜK NEHRİ  KADIN DEVRİMİNE DOĞRU BÜYÜK BİR COŞKU İLE AKARKEN

YENİDEN DOĞMAKTAN KORKMADAN DİRENİŞE DEVAM

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!