Mart ayı kadınlar, emekçiler ve ezilen halklar için ortak mücadele ve direniş ayıdır. 8 Mart’tan Newroz’a uzanan direnişlerle şekillenen Mart ayı birçok katliama da sahne olmuştur. 12 Mart İstanbul Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirilen Alevi katliamının, 16 Mart Halepçe’nin yıl dönümüyken, 30 Mart Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmelerinin yıldönümüdür. Onlar şahsında tüm Mart ayı şehitlerini saygı ve minnetle anarken yeni dönemin mücadele ruhunu belirleyen en büyük değerlerimiz olduklarını başta belirtmek gerekiyor.
Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile birlikte yeni bir döneme girilmiştir. Bununla Kürt sorununun demokratik siyaset ve hukuk zemininde çözülmesi hedeflendiği gibi dünyada ve bölgede yaşanan gelişmeleri karşılama temelinde toplumsal mücadelenin yol ve yöntemlerini zenginleştirme hedeflenmiştir.
Mücadelenin sürekliliği gelişmelere göre kendini yenilemekle sağlanmıştır. Her yeniliğin bir zihniyet temeli ve tarihsel arka planı vardır. Özellikle reel sosyalizmin etkilerini aşma arayışı daha uzun bir süreyi kapsasa da paradigma temelinde değişim ve yeniden yapılanma son 20 yıllık dönemi kapsamaktadır.
68 Ruhu’ndan günümüze süren ve değişen yönleriyle devrim anlayışı
Mahir Çayan’ın geliştirdiği “Kesintisiz Devrim” teorisi oligarşinin kurduğu suni dengenin yıkılmasıyla kitlelerin ayaklanmasını öngörüyordu. Bu teoriye göre oligarşi göründüğü kadar güçlü değildi; öncü bir kadro gücüyle yürütülecek mücadele sayesinde oligarşinin yıkılabileceği topluma gösterildiğinde devrimin önü açılacaktı. Bunun mekânı öncelikle şehirler olacaktı. Küba devrimi esin kaynağıydı.
Deniz Gezmiş öncülüğünde gelişen hareket ise kırsal alanı öncelik edinmişti. İbrahim Kaypakkaya işçi-köylü ittifakını esas alan devrimci bir örgüt kurmuş ve gerilla pratiğinin gelişmesi için çabalıyordu. Mücadele strateji ve taktiklerindeki farklılıklar dönemin temel tartışma konularıydı.
Sovyetler Birliği öncülüğünde dünyanın üçte birine yayılan “sosyalist blok” tüm devrimci hareketleri etkiliyordu. Türkiye’de kimi hareketler Çin’i kimisi Arnavutluk’u örnek alıyordu. Revizyonizm ve oportünizm çizgisinde görülen ve tümüyle sistem içine hapsolan hareketler de vardı.
68 kuşağının Türkiye’de yarattığı dinamizm ortamında Kürt halkının mücadelesi gündeme gelmişti. Sol hareketler işçi sınıfını esas alırken Kürt halkını “müttefik” olarak görüyordu ancak bu müttefiklik “yardımcılık” konumunu aşmıyordu. Tüm devrimci önderler Kürt ve Türk halkının kardeşliğini savunduğu ve son nefeslerinde bile dile getirdikleri halde mücadele somutunda birlik anlayışı tam karşılığını bulmuyordu. Çünkü esas olan sınıf mücadelesiydi ve buna göre Türkiye’de devrim gerçekleştiğinde Kürt halkı da özgür olacaktı. Dönemin sınıf bakışı bu temelde şekillenmişti.
Önder Apo’nun bu dönemde Mahir Çayan sempatizanlığıyla mücadeleye başladığı biliniyor. Onların mücadelesi samimiydi ancak kısa sürede karşılaştıkları katliamlarla öncülükleri ve mücadele örgütleri önemli bir kesintiye uğramıştı. Bu ortamda gelişen Kürt özgürlük hareketinin kadroları yönlerini Kürdistan’a vermişlerdi çünkü Kürt halkı özgür olmadan Türkiye’nin özgürleşmesi mümkün görünmüyordu. Böyle bir fark vardı.
Mücadele, Kemal Pir ve Haki Karer şahsında yine Kürt ve Türk halkının ortak mücadelesiydi ancak zincirin kırılacağı alan Kürdistan’dı; böylece “Kürdistan sömürgedir” tespiti temelinde Kürt halkı mücadelede “yardımcı” konumundan çıkarılıp özne haline getirilmişti.
Önder Apo Kürt ve Türk halkının mücadele ortaklığını tarihsel temelleriyle ele alıyordu. Ancak Türkiye devriminin öncüleri katledilmişti ve reel sosyalizmin oldukça etkili olduğu bu ortamda ayrı bir örgüt kurmak kaçınılmaz hale gelmişti. Bu örgüt öyle bir örgüt olmalıydı ki her türlü saldırıya rağmen ortadan kalkmamalı, kesintiye uğramamalı, sürekliliğini sağlayabilmeliydi. Tüm zorluklara rağmen 52 yıllık kesintisiz mücadele bunun başarıldığını göstermiştir.
Türkiye’deki devrimci önderler kısa sürede katledilirken geriye kalan birçok örgüt zamanla darbe yemiş ve bir daha kendilerini toparlayamamıştır. Kimisinin sonu ülke dışına çıkıp mültecileşme kimisinin ise sinip teslim olma şeklinde olurken samimi olan ve mücadeleyi sürdüren örgütler ise varlıklarını korumakla beraber halklaşma, topluma yayılma sorununu aşamamışlardır.
PKK ise dar bir kadro örgütü gibi hareket etmemiş, Vietnam Devrimi’nde olduğu gibi halkın içinde örgütlenmeyi esas almıştır. Buna rağmen paradigmanın gerekleri tam olarak yapılamadığı için mücadelenin sonuç alıcı düzeyde toplumsallaşması sağlanamamıştır. Reel sosyalist ve pozitivist aklın hâkim olduğu örgütlerin ne derecede halktan kopuk olduğunu anlamaları için kendini sorgulaması, üzerine derinlikli düşünmesi gerekmektedir.
Öte yandan PKK her türlü saldırıya karşı hamleyle yanıt vermeyi başarmış, düşünce ve pratik birlikteliğini sağlamıştır. PKK henüz gerilla hareketi haline gelmemişken bile aldığı her darbeye karşı yeni bir hamleyle yanıt vererek büyümüştür. Haki yoldaşın şehadetine partileşme hamlesiyle yanıt verilmesiyle başlayan böyle bir mücadele kültürü oluşmuştur. Yine bu sayede NATO destekli kapitalist sömürgecilikle mücadele edilirken, dünyanın gelişen ve değişen koşullarına göre kendini sürekli gözden geçirmek mümkün olmuştur. Kapitalizmin karakterini tahlil etmekle birlikte esas olarak tarihsel toplum hakikatine göre anlayış derinliğine ulaşmak ve yeniden şekillenmek esas alınmıştır.
Kapitalizm her yerde her zaman kriz ve şiddet demektir
Kapitalizm özü gereği bir kriz ve savaş sistemidir. Kapitalist güçler arası çelişkiler ve paylaşım mücadelesi kimi zaman toplumsal mücadeleler için avantajlı durum oluştursa da bunlar dönemsel olmuş ve esasen kar kanunu işlemiş, sistem karşıtları için tuzaklar, komplolar bitmemiştir. Buna karşı kendi toplumsal zeminini yaratamayan mücadeleler ayakta kalmayı başaramamıştır.
Kapitalizm her yerde olduğu gibi Türkiye’de de gelişmeye başlarken İttihat Terakki eliyle halkları, emekçileri, sol, sosyalist herkesi komplovari yöntemlerle ezmeyi hedeflemiştir. Mustafa Suphilerden Maraş, Çorum, Taksim, Madımak, Ankara ve Suruç katliamlarına kadar her dönemde emekçiler ve Aleviler komplolarla, katliamlarla karşılaşmıştır. Yine Kürt özgürlük mücadelesi geliştikçe, Kürt halkıyla dayanışma gösterebilecek her kesim hedef yapılmıştır. Beyaz Türkçülüğün eliyle geliştirilen Türk-İslam resmi ideolojisi dışında kalan her türlü muhalefet ezilmek istenmiştir.
Topluma uygulanan şiddet ve psikolojik savaş yöntemleri demokratik mücadeleye fırsat tanımamış, silahlı direniş dışında bir yol bırakılmamıştır. Bu temelde gelişen direniş mirasının öncüleri çok genç yaşta katledilmeyle karşılaşmışlardır. Bu dönemin en temel karakterlerinden biri de mücadeleye öncülük yapanların hepsinin çok genç yaşta olmalarıdır.
Mücadelenin başarısını sağlamak, tüm devrimci önderlere borcumuzdur!
Deniz Gezmiş idam sehpasına onurla çıkarken 24 yaşındaydı. Son sözlerinde Kürt ve Türk halkının ortak mücadelesini haykırmıştı: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Yaşasın işçiler, köylüler. Kahrolsun emperyalizm!”
Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş’le aynı yaştaydı. 24 yaşında bir halk öncüsüydü ve son sözünde halka hizmet etmekten duyduğu şerefi haykırmıştı: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”
Hüseyin İnan onlardan bir yaş küçüktü, 23 yaşındaydı ve o da Yusuf Aslan gibi mücadele bayrağını şerefle taşıdığını haykırmıştı:
“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!”
1973 yılında şehit düşen efsanevi komutan Ali Haydar Yıldız henüz 20 yaşındayken, yaralı olarak ele geçen ve işkencede katledilen hareketin öncüsü İbrahim Kaypakkaya ise 25 yaşındaydı.
Sinan Cemgil 26 yaşındaydı, beraberindeki Alpaslan Özdoğan 25, Kadir Manga ise 24 yaşındaydı.
Mahir Çayan Kızıldere’de vurulduğunda 26 yaşındaydı. Hüseyin Cevahir onunla aynı yaştaydı, Ulaş Bardakçı ise 25 yaşındaydı.
Devrim öncülerinin erken yaşta üstlendiği büyük sorumluluklara karşın yine çok erken bir zaman dilimi içinde imhayla karşılaşmaları mücadelenin sürekliliği açısından çok büyük kayıp olmuştur.
Öte yandan son iki yüz yıl içinde ortaya çıkan Kürt hareketlerinin yaşlı önderlerinin mücadele ömürlerinin ne kadar kısa olduğu bilinmektedir.
Bu gerçekliğe karşın Önder Apo ve onunla yola çıkan Hakiler, Kemaller, Mazlumlar hep 20’li yaşlarında öncülük rolünü üstlenmiş yoldaşlardı. Gençtiler ve hep genç kaldılar…
52 yıllık mücadelemizde binlerce yiğit fedai 20’li yaşlarında şehitler kervanına katılmıştır. Ancak genç başlayan ve hep genç kalmayı başaran hareketin sırrı Önderlik gerçekliğinin kendisini sürekli yenileyebilme kabiliyetinden gelmektedir.
Devrimci bir örgütün hele ki reel sosyalizm prensipleriyle şekillenen bir örgütün değişim ve yenilenmeye açık olması dünyada kolay rastlanan bir olay değildir. Önder Apo bunu her dönemde ve her şeyden önce kendi şahsında gerçekleştirerek başarmıştır. Bu nedenle hareketimiz bir Önderlik Hareketi olarak şekillenmiştir. Başka türlü bu değişim ve yenilenme süreçleri başarılamazdı.
Paradigmanın pratikleştirilmesi için gereken değişim ve yenilenme
Önder Apo’nun son 30 yıla damgasını vuran en büyük çabası Kürt ve Türk halkı arasındaki tarihi bağlar temelinde demokratik bir çözüme şans vermek olmuştur. Bugün bu çabalar halkın büyük örgütlü eylem gücünü açığa çıkarmakta, bununla devletler çözüme zorlanmaktadır. Küresel güçlerin ve savaştan beslenen tüm rant çevrelerinin olanakları ve bahaneleri de ellerinden alınmak istenmektedir. Daha büyük bir hedef olarak da yeni paradigmaya dayalı demokratik modernite dünya çapında tüm toplumsal mücadelelerin bayrağı haline getirilmek istenmektedir. Bu kadar evrensel karakterde bir mücadele dönemine girilmiştir.
Önder Apo gelişmeyi, değişim ve yenilenmeyi “sosyalizm ve devlet” analizleri etrafında şekillendirmiştir.
Türk ulus-devlet anlayışının İttihat Terakki’ye giden temelleri tüm farklı kültürlerin, halkların ve emekçilerin inkârı ve imhası biçiminde atılınca, buna karşı direnenler de devrimci şiddeti esas almak zorunda kalmıştır. Bu da emperyalist hegemonya sağlamaya çalışan güçler için bulunmaz bir fırsat olmuş ve bunu sürekli teşvik etmişlerdir.
“Tavşana kaç, tazıya tut” politikasını en fazla Ortadoğu’da ve özelde de Kürdistan’da uygulamışlardır. Kapitalist sistemin yarattığı savaşlar ve dünya çapındaki krizler gözler önündedir. Hep söylendiği gibi bir avuç zenginin milyarlarca yoksulun sırtından kazanç sağlaması bir yana neredeyse dünyayı yaşanamaz hale getirmelerine rağmen kendilerini topluma yayma düzeyleri de göz ardı edilemeyecek kadar çarpıcı ve sarsıcı olmuş; öyle ki en radikal karşıtlarını bile hiç farkına varmayacakları şekilde kendi hizmetine koymayı başarmışlardır.
Her şeye rağmen egemen sistemin kendisini başarılı kılması, en devrimci muhalefetin bile bu sistemin dışına çıkmayı başarmamasıyla ilgilidir.
Tarihin kanıtladığı trajik sonuçların ve bunun nedenlerinin başında sistemden kopmamak gibi derin bir teorik ve ideolojik sorun bulunmaktadır. Egemen sistemin zihniyet kalıpları ve yaşam tarzıyla ona karşı mücadele etmek, o sistemi daha fazla güçlendirmekten başka sonuç vermemiştir. Reel sosyalizm, ulusal kurtuluş ve sosyal demokrasi mücadelelerinin tümünün başına gelen bu kaderi aşmak, toplumsal mücadele tarihinin en zorlu sorunu olmuştur.
Tarihsel sorunlar, tarihin doğru okunmasıyla çözüm yolunu bulabilir. Kapitalizmin liberalizm ideolojisiyle reel sosyalizm-ulusal kurtuluşçuluk ve sosyal demokrasi başta olmak üzere yön vermediği, etkilemediği ve kuşatmadığı alan kalmamışken bu sınırların dışına çıkabilmek, onu aşan bir düşünce sistemini geliştirebilmek en büyük ideolojik-felsefik devrimdir.
Önder Apo tarihe yanlış yaklaşmanın sonuçlarını değerlendirirken eski tarih anlayışının umuda fazla yer vermediğini, karamsar bir tarih bakışı sunduğunu belirtmiştir. Kuşatılmış sınırlar içinde karamsarlık, umutsuzluk, yenilgi hâkimdir. Önder Apo bu tuzakları aşarak ilerlemiştir.
Sisteme karşı yapılacak ilk devrimci hamle zihniyet alanında olmak zorundadır. İdeolojik tekel kırılırsa sistemin temel dayanağı kırılmış ve başarının kapısı aralanmış olacaktır. Önder Apo’nun gerçekleştirdiği budur ve bunu tarih ve toplum karşısında yüksek düzeyde bir sorumlulukla, etik anlayışla geliştirdiğini ifade etmiş, herkesi de bu konuda ciddiyete davet etmiştir. Çünkü toplum adına hareket ederken her tespit ve davranışın büyük sonuçları olmaktadır.
Emek, özgürlük ve demokrasi mücadelesi adına sergilenen çabaların boşa gitmediğinin kanıtı onların devrimci mirasının bu şekilde sonuca götürülmek istenmesinden anlaşılmaktadır.
Bu nasıl başarılacaktır? İster sınıf adına, isterse ulus adına olsun devlet yıkma-devlet kurma şeklindeki iktidar bakışı aşıldıktan sonra toplum esas özne haline gelmekte ve yapıcı, inşacı karakter öne çıkmaktadır. Böylece sistem içinden sisteme karşı mücadele ete-kemiğe bürünmekte, salt zıtlıklara dayalı yıkıcı diyalektiğin aşılmasıyla demokrasinin değiştirici, yenileyici toplumsal gücü açığa çıkmaktadır. İşin özü budur.
Dar sınıf, mezhep ve ulus eksenli olmayan, farklılıkları esas alan, kapsayıcı, çözümleyici, yaratıcı ve yapıcı olan toplumsal demokrasi anlayışı her türlü şiddet sarmalının aşılmasında ve çözüm iradesinin geliştirilmesinde belirleyici olmaktadır. Çağın dili bu şekilde yakalanmaktadır. Bu anlayışa uygun örgütlenmenin karşılığı da yerel, bölgesel ve evrensel bağlar temelinde ortaya çıkmaktadır.
Önder Apo’nun savunmalarda ortaya koyduğu gibi küresel kapitalizme karşı enternasyonal anlayışla küresel demokrasi hareketinin geliştirilmesiinsanlığın özlemini duyduğu özgür yaşamın kapılarını aralayacaktır. Sadece çağın özelliklerine değil geçmişin hakikat mirasına bakıldığında benzer bir anlayışla karşılaşılacaktır. Bu eğilim tarihsel toplumun binlerce yıl süren temel eğilimi olmuştur.
Tarihsel toplumun temel eğilimi: Birlikte-ortak mücadele!
Ortadoğu toplumunda Zerdüşt felsefesinin esası ezilen tüm toplum kesimlerini kul-köle anlayışına karşı özgür iradeyle tanıştırmış ve birlikte mücadele etmenin zihniyet ve zeminini oluşturmuştur. Aynı anlayışı Mani, Hürrem, Mazdek, Babek, Karmati, Babai, Şeyh Bedreddin gibi büyük toplumsal hareketlerin hepsinde görmek mümkündür. Hepsinde halkların ve ezilen tüm kesimlerin ortak mücadelesi vardır. Hiçbiri sadece tek bir kimliği esas almamışlardır. Ancak mücadele yöntemlerinde dönemin koşullarıyla bağlantılı kimi temel farklılıkları olmuştur.
Hürremi hareketlerin temel karakteri zamanla sistemi doğrudan karşılarına almak şeklinde gelişmiştir. Bu gelişmeye yol açan olgu karşılaşılan katliam gerçekliğidir. Mani ve Mazdek sistemde reform geliştirmek istemişlerdi fakat taraftarlarıyla birlikte katledilmişlerdi. Bunun üzerine Hürrem ve ardıllarının geliştirdiği mücadele devlet aygıtına, onun reformdan geçirilmesine veya herhangi bir dini kılıfa gerek duymadan doğrudan sistemle mücadele etmek şeklinde olmuştur. Dönemin ağır egemenlik ve şiddet koşulları onları gizli örgütlenmelere ve savaşmaya sevk etmiştir. Özgür, eşit yaşam arayışları ve yarattıkları direniş mirası günümüze kadar tüm devrimci hareketlerin temel karakteri olmuştur.
Avrupa devrimlerinde canlanan ruh Marksizm ilminden önce bu toplumsal karakter olmuştur. Marksizm bu ruhun dayandığı zemini kuramsal düzeyde sistematik hale getirerek iki asır boyunca toplumsal mücadelelere kılavuzluk etmiştir. Reel sosyalizm pratiğine gelince devlet ve sosyalizm olgusu çeşitli çevrelerce daha derinlikli sorgulanır olmuş ancak tam bir çözümünü bulmamıştır. Karşıtını yok ederek gelişmeyi sağlamaya çalışan ama tam tersi etki yapan sınıf temelli mücadele sadece dar kalmamış, sonuçları da toplum ve sınıf adına yıkıcı olmuştur. Sosyalizm adına savunulan dogmatik düşünceler her alanda, her zaman sistemi doğrudan karşıya almayı ve yıkıcı zıtlıklara dayalı anlayışı derinleştirmiştir. Sovyet deneyiminde görüldüğü gibi devlet ve demokrasi tahlillerindeki açıklar ve yetmezlikler büyük bedellerle inşa edilen devrimi koruyamama ve yıkılmayla sonuçlanmıştır.
Günümüzde devlet alanının sadece devleti yönetenlere terk edilmesi, onun toplumsal yansımalarının dikkate alınmaması ve yarattığı krizler sorgulanırken, devleti demokrasiye duyarlı hale getirecek toplumsal inşa başta olmak üzere uzlaşı ve çatışmaların dayanakları belirlenmeye çalışılmaktadır. Bunun en sade şekilde formüle edilmesi Önder Apo’nun savunmalarda belirttiği gibi demokratik ulus anlayışı temelinde özgür eş yaşam, özgür birey-yurttaş ve demokratik komün olmaktadır. Kadın özgürlüğü en başta gelen ilkedir. Özgür birey ve komün bağları ifade edilmiştir ancak burada bir de yurttaşlık ilkesi bulunmaktadır. Demokratik yurttaşlık anlayışının somut karşılığı, demokrasi kültürü temelinde siyaset yapma, anayasa ve hukuk zemininde haklarını kullanma, görevlerini yapma ve bu temelde mücadele etmedir. Bu elbette tek yanlı gelişecek bir anlayış değildir. Öz savunma anlayışı her dönemde geçerliliğini korumaktadır.
Özcesi devleti doğrudan karşıya almadan, şiddete başvurmadan değişime şans tanıma ve siyaset yoluyla buna zorlama söz konusudur. Çağımızın, dünyanın ve bölgenin somut durumu bu yöntemi her zamankinden daha fazla gerekli kılmaktadır. 3. Dünya Savaşı’nda gelinen aşama, enerji-yol savaşları ve bölge gerçekleri, özellikle de Ortadoğu’da değişen dengeler, hegemonya hamleleri ve bunun yarattığı sonuçlar göz önüne alındığında 50 yıllık mücadelenin deneyim ve birikimlere güvenerek değişime yanıt oluşturmak, kaçınılmaz hale gelmiştir. İçerisine girdiğimiz sürecin tarihsel, felsefik ve siyasi boyutları kısaca bu şekilde özetlenebilir ancak sürecin nasıl şekilleneceği henüz belirmiş değildir. Çeşitli olasılıklar temelinde hareket etmek toplumsal mücadelenin kendi yolunu geliştirmesi açısından hayati önemdedir. Farklı seçeneklerin şimdiden öne çıkarılmaması ise siyasetin ve işletilmek istenen sürecin doğası gereğidir.
Zorla engelleme gibi durumlar olmadıkça toplumun esas alacağı mücadele yöntemi demokratik şekilde belirlenirken tamamen engelleme yaklaşımlarına karşı da toplumun isyan etme hakkı her zaman vardır yani çok yönlü öz savunma ilkesi geçerlidir.
HBDH ve Rojava deneyiminden yeni bir Enternasyonale doğru
Yeni dönemde başarılması gereken görevlerin başında mücadele birliğini büyütmek bulunmaktadır. Bu konuda geçmişin önemli bir mirası olmakla birlikte halen sürmekte olan HBDH ve Rojava zemininde şekillenen enternasyonal deneyimi vardır.
Rojava devrimiyle birlikte dünyanın birçok halkından devrimciler mücadeleye katılmıştır. Bu anlayışın, baştan itibaren Önder Apo’nun ilk yoldaşları şahsında geliştirildiği bilinmektedir.
Paradigma değişimiyle birlikte dünyanın tüm mücadele güçleri kendini gözden geçirme ihtiyacını duymuş ve pratik olarak da Rojava devrimine katılarak hem dayanışma örneği göstermiş hem de kendilerini sınamışlardır. Bu katılımlar demokratik toplum paradigması sayesinde dayanışma düzeyini aşıp birleşik mücadeleye dönüşmeye başlamıştır. Böylece yeni paradigma her konuda birlikte mücadele etmenin kılavuzu haline gelmiştir.
Yine Türkiye devrim güçleriyle birlikte geliştirilen ortak mücadele HBDH şahsında somutluk kazanmıştır.
HBDH çatısı altında, mücadelede en samimi olan güçler buluşmuş ve nice bedeller verilerek ortak mücadeleye sahip çıkılmıştır.
Gelinen aşamada birleşik devrim hareketinin önünde toplumsallaşma gibi temel bir görevin bulunduğu görülmektedir. Bunu hem kendi içimizde bir gelişim sorunu hem de mücadelenin dünya çapında geliştirilerek yeni bir enternasyonal ile taçlandırılması olarak ele almak mümkündür.
Halklarımızın ve emekçilerin ortak mücadelesini büyük bir onur ve başarıyla geliştirmeye gönül vermiş ve bunu fedaice yürütmekte olan güçlerin mücadeleyi daha fazla büyütmesi, küresel çapta demokrasi ve sosyalizm hareketine ön ayak olması tarihin kaçınılmaz görevi olmaktadır. Bu temelde bir değişim ve yenilenmeyi sağlamak kimilerinin yeterince anlamadan ifade ettiği gibi geri adım atmak değildir tam tersine küresel birlik, demokrasi ve toplumsallaşma ile istenen, özlenen ve şimdiye kadar yeterince başarılamayan hedeflere yönelme söz konusudur.
Bununla birlikte mücadele yöntemlerinde değişime gitmek, bu temelde bir yenilenmeyi sağlamak gerekiyor. Bu yönlü tartışmalarla gelişmelere vaktinde yanıt vermek mümkün olacaktır.
Şimdiden anlaşılan, kavranan boyutlarıyla gelişmeler çerçevesinde önemli bir moral ve motivasyon sağlanmıştır. Sürecin ilerlemesi durumunda Türkiye devrim güçleriyle birlikte toplumsal mücadeleyi her alanda sınırsız geliştirmek; tarihsel direniş ruhu ve toplumsal inşayı birlikte örmek, komünlerde omuz omuza sosyalizmin bayrağını dalgalandırmak mümkün olacaktır.
Birlik denilince adeta bir hastalık gibi ortaya yere serilen ayrılıklar üzerinden tartışmak hiçbir mücadele gücüne fayda sağlamamıştır. Tüm yetersizliklere rağmen HBDH bu sorunları aşmanın, devrimci ruhla buluşmanın ve pratikleşmenin güzide bir örneği olmuştur.
Yeni dönemin sinerjisiyle ve yoldaşlık ruhuyla devrimci değerleri toplumsallaştırmak, kültürleştirmek ve dalga dalga dünyaya yayılan bir demokrasi hamlesine dönüştürmek mümkün olacaktır.
Kendini aşan her engeli aşabilir
Bu mücadeleye yeni başlamıyoruz ancak ortak mücadele güçleri olarak kendimizi aşma, daha ileriye taşıma dönemini yaşıyoruz. Çeşitli engelleme, saldırı ve provokasyonların gelişmesine karşın aceleci davranmadan, savunma yada hemen kestirip atma psikolojisine düşmeden süreci ilerletmek, Önder Apo’nun inisiyatifine daima güç vermek gerekiyor. Çünkü bu süreç insanlık nezdinde şimdiden karşılık bulmuştur ve ancak çok büyük bir toplumsal mücadeleyle ilerletilebilecektir.
Önder Apo çok üst düzeyde siyasi cüret gerektiren bu sürecin ışığını yakmıştır. Mücadelenin ilk ortaya çıkışından itibaren bu özelliği Önderlik gerçekleşmesinin en temel farkı olmuştur. Önderlik tarzında hiçbir zaman var olanla yetinme olmamıştır. Hatta en zorlu dönemlerde bile kimsenin beklemediği çıkışlarla hayatın değişimlerine yanıt olmuş ve tarihe yön vermiştir. Uluslararası Komplo karşısındaki ilk tavrı da bu şekilde gelişmiştir. Bu dönemde niye Hektor olmadığını yanıtlarken tarihin 2500 yıl sonra tekerrürünü önlediğini anlatmıştır: Hektor kahramanlık yapmış ve Anadolu’nun işgali gerçekleşmişti! Bugünkü tavrı da emperyalist emellere geçit vermeme tavrıdır, buradan da rahatlıkla anlaşılmaktadır ki sadece Kürt halkını değil tüm Türkiye’yi bu tür tehditlerden koruma yaklaşımına sahiptir. Bu temelde Ortadoğu’nun şiddet sarmalından çıkış yolunu da göstermiştir: Demokratik ulus anlayışı ve çözüm yöntemi tüm emperyal ve komplocu oyunları bozacak güçtedir. Üstelik dünyada herhangi bir örneğine rastlanmayan bir inisiyatifle yeni bir süreç başlatmıştır. Bu nedenle geliştirdiği çağrı tüm dünyada yankı bulmuş, eşsiz bir iyimserlik örneği ve umut ışığı olarak tanımlanmıştır.
Bunun siyasi boyutu bölge üzerinde şimdiden belli bazı değişimlere vesile olurken dayandığı temel felsefe ise tüm insanlığın karşılaştığı sorunlar ve tehditlere karşı cevap oluşturacak düzeydedir. Bu anlamda süreci sadece politik çıkış şeklinde okumak yetersiz olur; felsefik yönü daha derinliklidir ve insanı hakikatiyle buluşturmaya, kadın özgürlüğüne, doğayla uyuma, insanca yaşamaya, toplumsallaşmaya hizmet etmektedir.
Yaratıcılığa sonsuz olanak veren ve her türlü sorunun çözümü için ön açan Önder Apo’nun paradigması ve tarihsel çağrısı, kapitalizmin çığırından çıkmış tahribatları ve kendine yabancılaşmış toplum ve insan gerçeğine karşı gerçek bir insanlaşma sürecini başlatmıştır.
Bu süreci sahiplenen herkesin, her gücün kendini aşma fırsatı vardır ve hakikat çağrısına vereceğimiz en anlamlı yanıt da bu temelde görev ve sorumluluklarımızı başarmak olacaktır.