Beş dakikalık bir görüntü karesi. Beyaz bir araba caddenin ortasında duruyor, içinden bir Can çıkıp binanın girişine doğru koşuyor ve milyarlarca insanın gözleri önünde gerçekleşen kocaman bir patlama! Patlamanın tozu dumanı içerisinde koşan ikinci bir Can elindeki silahla Ankara’nın gri semasını mermi sesleriyle deliyor. Sonrasında sokak ortasına düşen bir lav silahı, patlamayla birlikte sağa sola dağılan “can parçaları”, darbe alan araçlar, moloz yığınları, çatışarak içeriye ulaşmaya çalışırken vurulan diğer “Can’ın” yere düşmüş bedeninden dahi korkan polislerin ortalığı ayağa kaldıran bağırış çağırışları… panik ve korku ekrandan taşıyor sanki. Sadece beş dakikaya sığan bu görüntü dünyanın her yerinde evlere, sokaklara, caddelere, işyerlerine, okullara taşıyor. Milyarlarca göz bu ana şahitlik ediyor, milyarlarca kulak aynı mermi seslerini duyuyor. Daha öncesinden de benzer eylemler oldu. Ancak bunların yalnız sonuçlarıyla karşılaştık. Bir insanın kendisini bu denli bedel yapan bir düzeye ulaşması, büyük bir ruh, düşünce, amaç ve anlam yoğunluğu olarak elbetteki belleklerimizde yer etti. Fakat o anın benzersizliği, adanmışlığın ne demek olduğu, insanın yüce duygular ve amaçlar için neleri yapmaya kadir olduğu Sarya ve Rûken arkadaşlardan sonra ikinci kez bu kadar çarpıcı göründü. Bu kadar somut ve gözler önünde. O beş dakikalık görüntü yüreğinde vicdan namına küçük bir zerre taşıyan ve kendisine insanım diyen herkes için duyarlılıklarımızı, yaşam gerekçelerimizi ve yaşama kattıklarımızla yakaladığımız anlamları sorgulama nedenidir. Görüp te kendisine dönmeyen, en azından “nedir ömürlerinin baharında bu gençlere böylesine bir çıkış yaptıran”, “canlarından öte olan nedir,” “yapmak istedikleri onca şey varken nedir bunlara, sevdiklerini geride bıraktıran” bunu demeyen kişi insanlıkla arasına mesafe koymuş demektir. “O birkaç dakikalık koşuştaki, eli pime, tetiğe götüren tereddütsüzlüğün nedeni nedir?” demeyen, onları böylesi bir eyleme koşullandıran ve fedaileştiren bu insana karşı duyarsız kalan ve bunun sızısını içinde hissetmeyende bir şeyler yitmeye doğru gidiyordur. Birşeyler eksiktir.
Beş dakikalık görüntüde destanlar yaratan direniş geleneği var
Liberalizmin tüm renkleri bireyciliğe boyadığı bu çağda giydiğimiz zihniyet kalıplarıyla ve bunun duygularımıza yansıyan izdüşümleriyle onları anlamamız mümkün değil. Anlamak için genel anlamda beş bin yıllık insanlığa yaşatılan tarihi, son yüzyılda özelde Kürt halkı başta olmak üzere halklarımızın yaşadıklarını, inkar ve imha siyasetini iyi bilmek gerekir. Anlamak için boşaltılan köyleri, yerlerinden, yurtlarından ruhlarından uzaklaştırılmaya çalışılan insanların çektiği acıları görmek, ismi dahi kabul edilmeyen bir anlam yitiminin, katliamların kıyımların kılıç artığı olmanın ne demek, nasıl bir yaşamak olduğunu bilmek gerekir. Anlamak için Geliye Zîlan’dan, Amed’den, Ağrı’dan, Koçgiri ve Dersîm’den geçmek, 70 yıllık koca başını urgandan geçiren Şex Said’in, son isteğini bile kabul etmeyen ve evladını gözü önünde idam eden ve buna rağmen baş eğmemeyi karşılaştığı onca acıya yeğleyen Seyit Rıza’yı hissetmek gerek. Anlamak için bir direnişçiye intikam dizeleri yazdıran nedenleri, bir şaire “Xwine me qır bıkın…Xali seri we” dedirten direniş inadını, iradesini görmek gerekir. Anlamak için yüzyıllardır at sırtında koşan istilacıların, tankların, topların altında inim inim inleyen bu coğrafyada her gün çocuklarını bedel veren anaların Cizîrê’nin bodrumlarına, Sûr’un dar sokaklarına bakarken neler duyumsadıklarını hissetmek gerekir. Anlamak için ulusal, sınıfsal ve cins kimliği ile soykırımın katmerlisini yaşayan kadınların Şehit Vîyan’ın bedenini çırıl çıplak teşhir edilirken duydukları aşağılanmaya dokunmak gerek. Ve anlayabilmek için artık aslanın midesine kadar inmiş olan lokmanın peşinde koşanların yaşadığı tükenmişliğin gözlerine yansıyan suretini görmek gerek. Bunları görmeden anlamadan bu eylemin büyüklüğünü, gücünü ve de anlamını kavramak mümkün değil. Hepi topu beş dakikalık bir görüntü ama bu görüntü içinde insan olma çabasının tarihi, mücadele, kahramanlıklar destanlar yaratan direniş geleneği, verilen bedeller sığmakta. Beş bin yıllara karşı inadına insan olma arayışı var bu eylemde. Bu eylemde Önderliğin özgürlük arayışında açığa çıkan ve PKK’de somutlaşan yaşamı yaratma çabası, mücadelesi var. Salt bir eylem ya da bir ölme ve öldürme olayı olarak ele almak, tereddütsüz ölüme koşan bu canların büyüklükleri karşısında yetersiz olduğu kadar söyleyenini de basitleştiren bir tutum, değerlendirme biçimidir. Dolayısıyla 1 Ekim sabahı Ankara’nın kalbinde gerçekleşen bu eylemi, Rojhat ve Erdal arkadaşları böylesi büyük bir eyleme götüren nedenleri ve bunun düşünsel ruhsal boyutunu anlamak için PKK ile anlama kavuşan özgürlük arayışının anlamına, onun mücadele çizgisine, nelere karşı durduğuna ve bu karşı duruşla neleri oluşturduğuna bakmak lazım.
Herşeyden önce PKK’de vücut bulan fedai duruş kendisini bir eylemle sınırlayan, cennet vaadi gibi bireysel mükafatlara göre yalnız bir inancın ürünü olarak ortaya çıkan bir durum değildir. PKK de fedailik tarih bilinci, andaki mücadele azmi ve geleceği oluşturma hedefi ile yoğrulmuş, nasıl yaşamak istediğini bilen netliğin yarattığı bir duruş, mücadele tarzı, imhaya, inkara, soykırıma karşı ayakta kalma ve kendini varkılmak istemenin bir sonucudur. Bir yaşam eylemidir! PKK’de gerçekleşen fedailik, salt düşmanı yakıp yıkmaya kilitlenmez. Yaşanılacaksa bir yaşam özgür yaşanacaktır, bunu önünde engel olan her zorbalık mutlak anlamda aşılacaktır diyebilmenin gücüdür. Yine verilecekse bir bedel kendisiyle birlikte yaratmayı esas alır. İnanç yaratır, umut yaratır, onurlu bir yaşamın güzelliğini ortaya koyar. Bu anlamda insan olmayı başarmış canların insanlık için kendisini ortaya koyması anlamına gelir. Ki bu da PKK’nin mayasında vardır. PKK mücadele tarzını belirleyen, başarılı kılan ve mücadelenin kesintisiz sürmesini sağlayıp, büyüterek bugünlere getiren başlangıçtan bu güne kadar süregelen bu fedai katılım ve direniş kültürü olmuştur. Yoksa Ortadoğu’nun merkezinde yer alan ve tüm sistem güçlerinin bir şekilde üzerinde hesapları olduğu Kurdistan gibi bir coğrafyada bunca baskı, şiddet ve talana karşı ayakta kalmanın imkanı yoktur. Yürütülen büyük şiddete karşı büyük bir devrimci şiddetle karşılık vermeden, yani varlığını savunmadan ortaya konulacak tek yönlü mücadele biçimleri Kurdistan koşullarında sistem içileşme ve esasında gönüllü teslimiyet anlamına gelmektedir. “Ya sev ya terk et”, “ya teslim ol ya öl” dayatmasına karşı farklı bir mücadele seçeneği olamaz. Arada duruşlar sonuç vermez. O nedenle Kurdistan devrimciliğinde esas olan kendisinde yaratarak vermeyi bilmek ilkesidir. Önderlik, Özgürlük Hareketini kurma aşamasında iken mücadele tarzının nasıl olması gerektiğine yönelik yaptığı yoğunlaşmalarda “Kurdistan Devriminin Yolu” ancak böyle olabileceğini belirlemesini yapmıştır. Ateşten bir gömlek giymektir PKK yaşamı ve mücadelesi. Kurdistan devrimciliğinin farkı da budur. Bu ruh imkansız gibi görünen koşullarda hamallık yaparak dahi olsa bir insana ulaşmaya çalışan Haki’lerin alın teri, faşizme karşı celladın yüzüne tüküren Sakine’lerin öfkesi, üç kibrit çöpü ile onursuz düşürülmeye karşı direnişe çağrı yapan Mazlum’un bilinci, özgürlük meşalesini bedenleri ile yakan dörtlerin korkusuzluğu, Kemal’lerin, Hayri’lerin, Akif ve Ali’lerin iradi duruşu ile şekillenmiş, Zekîye ve Rahşan’larla Kurdistan ve metropollere, Egîd’lerle dağlara taşmış, Bêrîtan’da ordulaşmış, Zîlan’da büyük bir volkan olarak vicdanlarda beyinlerde patlamıştır. PKK mücadelesine katılımın kendisi aslında böylesi bir mücadele tarzını kabul etmek anlamına gelmektedir. Bu anlamda eşitsiz koşula karşı elindeki kısıtlı imkanlarla karşı duruşa geçen her gerilla, her militan bir fedaidir.
En büyük fedainin Önder Apo’nun kendisi olduğu bir kez daha kendisini göstermiştir
PKK militanlığının ölçüsü böylesi bir katılım tarzı olurken bununla birlikte her dönemin yol açan çıkışları, sergiledikleri kahramanlıkla sembolleşen duruşları da olmuştur. Yani her dönem kendi Mazlum’unu, Sakine’sini yaratmıştır. Önderliğe yönelen komplonun ardından bu duruş ’96 yılında Zîlan arkadaş ile yeni döneme girişin adı olmuş, ’99 yılında Önderlik etrafında ateşten halka oluşturan arkadaşlar bunun devamını getirmiş, 1 Haziran hamlesinde Mahir’ler ve Sorwxînler ile yeniden kendini her koşul altında savunma şiarını bir kez daha ortaya koymuş, devrimci hamlelerin Reşîd’i, Rojîn’i, Adıl’ı, Gülbahar’ı olarak dağlarda, Zınar’ları, Doğa’ları olarak şehirlerde, Zerdeşt olarak Şengal’de, Arin ve Revan olarak Rojava’da, her türden zulme nasıl karşı konulacağı gösterilmiştir. Şimdi de bu direniş geleneği 2015 yılında fiziki imhayı hedefleyen saldırılar biçiminde kendisini gösteren uluslararası konsepte karşı oldukça eşitsiz koşullarda amansız bir şekilde devam etmektedir. Bu anlamda Rojhat ve Erdal arkadaşların eylemi yaklaşık altı yıldır büyük bir konsepte devam eden saldırılara karşı geliştirilen direnişin son halkalarından biri olmaktadır. Dolayısıyla bu arkadaşları bu denli büyük bir eyleme götüren nedenleri anlamak için 2015 yılından itibaren Önderliğe dayatılan büyük tecritin nedenlerini, buna dayalı olarak Hareket ve halkımıza imha etme amacı temelinde geliştirilen uluslarası konseptin halkımız için taşıdığı tehlikeleri iyi anlamak gerekmektedir.
Komplo ile birlikte Önderliği ve bir bütün Özgürlük Hareketi’ni imha etmek isteyen faşist ittifak, bunu gerçekleştirememiş, sonrasında her türden psikolojik savaş yöntemleriyle PKK Önderliğini güdüme alarak marjinalleştirme yaklaşımına başvurmuştur. Bu da sonuç alamadığı gibi Önderlik, her türden özel savaş ile bitirme yöntemine “Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü” paradigmayı geliştirerek yanıt vermiştir. Bu anlamda asıl savaşın İmralı da sisteme karşı verildiği ve en büyük fedainin Önder Apo’nun kendisi olduğu bir kez daha kendisini göstermiştir. Önderlik üzerlerinde hesapları tutmayan ve özgürlük hareketinin büyümesinden endişe eden sistem güçleri tekrar başa dönmüş, faşist TC’ye her türden imkan sağlayarak soykırım saldırılarıyla imha etmeyi hedef almışlardır. Öncelikli olarak Önderlik üzerinde tecrit giderek derinleştirilmiş, böylelikle Önderlik perspektiflerinin halkımıza ulaşmasının önüne geçilmiştir. Yine Kürt halkı yediden yetmiş yediye kadar her açıdan psikolojik, sosyolojik, kültürel, siyasal ve ekonomik boyutlarda süren saldırı konseptine maruz bırakılmıştır. Öyleki Kürtçe şarkı söylediği için bile katliam gerçekleştirilmiş, bu zamana kadar mücadelenin yarattığı kazanımlara el konulmaya çalışılmış, gençlik başta olmak üzere sosyal yaşamda sistematik olarak ahlaksal aşınmalar yaratmaya ağırlık verilmiş, yoksul bırakılan halkımızı açlıkla terbiye etme siyaseti ön plana çıkarılmıştır.
Yine neredeyse tutuklanmamış, Türk zindanlarını görmemiş Kürt bireyi kalmamıştır. Faşizm kendisini bu şekilde palazlandırırken diğer yandan takındığı yeni maskeler, sunulan çeşitli imkanlar, Kürt sanatçılarına yasak konulan yerlerde tamamen özel savaş ürünü olan kesimlerle geliştirdiği festival ve benzer etkinliklerle toplumu kendi değerlerinden kopararak yozlaştırmaya çalışmaktadır. Öte yandan Kurdistan’ı yer altı yer üstü zenginlikleriyle tam anlamıyla sömürürken, demografa değiştirmeye de devam etmektedir. Tüm bunların yanında esas olarak Kuzey Kurdistan başta olmak üzere her yerde Özgürlük Hareketi’ne karşı askeri saldırılarını da arttırmış, gerillayı ve Hareket merkezini ortadan kaldırmak için deyim yerindeyse tüm imkanlarını seferber etmiş, bu uğurda herşeyi göze almıştır. Çünkü inkar ve imha zihniyeti de bu durumu kendisi bir varlık yokluk savaşı olarak görmektedir. Rojava’da saldırılarını yoğunluklu DAİŞ gibi çetelerle yaptığı gibi birebir kendisi de işgal girişimin içerisinde olmuştur. Kuzey’de yaklaşık üç dört yıldır aralıksız operasyonlar sürerken sınır bölgelerine yerleştirdiği teknik ile Kuzey ve Güney’i birbirinden koparmaya çalışmış, ardından 2014-2015 yıllarında parça parça alanlar koparmak temelinde başlattığı Medya Savunma Alanları’na yönelik başlattığı işgal saldırılarını son üç yılda daha kapsamlı ve komple operasyonlar şeklinde geliştirmiştir. Bu operasyonlarda hiçbir savaş kuralını tanımadığı gibi tüm dünyanın gözleri önünde kimyasal gazı sistemli kullanmak, termo barik ve taktik nükleer silahlar kullanmaya kadar her türden savaş suçunu işlemiştir. Fedai tarzda mücadele eden gerilla karşısında yaşadığı tıkanmayı ancak bu şekilde kapatmaya çalışırken bunun karşısında gelişen kör sağır ve dilsizlik durumu jzgür Kürtlüğü bitirmeye onay verildiğinin kanıtı olmuştur. Halen yoğun bir şekilde sürdürülen bu saldırılar, anlatıma mahal vermeyecek kadar gözler önündedir. Bu anlamda her alanda kendini yeni dönem koşullarına göre demokratik modernite gerillacılığı perspektifi ekseninde yenileyen gerillanın son üç yıldır Metîna, Avaşîn ve Zap’ta açığa çıkan kahramanlık duruşları tam anlamıyla Apocu fedai duruşun temsili biçiminde gerçekleşmiştir. 2021 yılında yeni dönem taktiğini geliştirmede ısrarlı olan Zendûra, Werxelê ve Tepe Sor direnişçileri düşmanın elinde hangi teknik olursa olsun en büyük tekniğin insan iradesi olduğunu bir kez daha ortaya koymuş, gerillanın bitmeyeceğini taktiğin başarısını fedai duruşlarıyla kanıtlayarak dost düşman herkese göstermeyi bilmişlerdir. 2022 büyük Zap, Avaşîn ve Metîna operasyonları bir önceki yılın deneyimlerine dayanarak karşılanmış, HPG YJA Star güçleri olarak fedaileşmede zirve yaşanmıştır. Yanındaki beş arkadaşının şahadetine rağmen direnişte ısrar eden ve bulunduğu mevzide yaklaşık iki ay tek başına direnen Aze arkadaş, mevzilerinden çıkma koşullarının olmasına rağmen son ana kadar düşmana geçit vermemeyi ve yoldaşlarını düşünerek mevzisini bırakmamayı tercih eden Bager ve Avzem arkadaşlar, çok zor koşullarda her türlü fedakarlığı sergilemesine karşın yine de katılımını yetersiz görerek özeleştiri veren Çiya arkadaşın ve yine hemen her mevzide aynı duruşu sergileyen onlarca arkadaşın duruşunun farklı bir tanımlanması olamaz. Bu arkadaşlar öncüleri gibi soykırım saldırılarına bedenleriyle siper olarak düşman planlarını bozmayı başarmışlardır. Burada yürütülen saldırılar aslında Kürt Özgürlük Hareketi şahsında sistemi yaşatma ve hegemonya kurma çabasında olan güçlerin kendilerini yeniden alanda konumlandırmalarının sonucu gelişirken özgürlük gerillaları tarafından sürdürülen direniş de sistem dışında olan tüm ötekilerin ayakta kalma savaşı olmaktadır. Bu anlamda bu fedai duruşlarla iyinin, güzelin, doğrunun, hakikatin yaşama yollarının tükenmediğine ve bunun sürekli devam edeceğine olan umut canlı tutulmuştur. Dolayısıyla özgürlük gerillasının soykırıma verdiği yanıt aslında salt Kürt halkını değil insanlık onurunu varkılma savaşı ve direnişidir. İşte Rûken ve Sara arkadaşlarda olduğu gibi Rojhat ve Erdal arkadaşlar da uçaklar, tanklar, toplar, kimyasal ve nükleer silahların altında büyük bir azimle sürdürülen bu fedai duruşların metropellere taşan parçası olmayı başaran arkadaşlar olmuşlardır.
Hedefe kilitlenmenin özgürlükte ısrarın eylemi
1 Ekim eylemi ile Rojhat ve Erdal arkadaşlar “bitti, bitirdik, burada eylem yapamazsınız” diyen düşmanı kalbinden vurarak Demokratik Modernite Gerillasının gücünü göstermiş, soykırım uygulamalarına karşı dünyada süren sessizliği delmiş, görmeyen gözleri açmaya çalışmışlardır. Bu anlamda yapılan eylem, en başta özgürlük gerillasının neleri yapabileceğinin en görünen yüzü olmuştur. Bu eylem dağlarda onlarca yoldaşın yaptığını metropellere taşırma ikazıdır. Bu anlamda “değerlerimize dokunduğunuz sürece hiç ummadığınız yerde ve anda yakanıza yapışırız” demenin beyanıdır. Sorun salt zarar vermek yıkmak olsaydı daha sansosyonel eylemler elbetteki yapılabilirdi. Oysa seçilen hedef bellidir; soykırım uygulama merkezi. Dolayısıyla PKK militanlığını belirleyen fedai duruşun felsefik ideolojik derinliğini ve farkını anlamak için sadece arkadaşların hedef seçme biçimlerine bakmak bile yeterlidir aslında. Seçilen bu hedefle kendisini güçlü göstermek için özel savaşın sarfettiği yalanlar deşifre edilmek istenmiş, Apocu direniş ruhunun gücü ve iradesi ortaya konularak gerillanın ve özgürlük mücadelesinin bitirilemeyeceği, saldırılara geçit verilmeyeceği mesajı en güçlü biçimiyle ortaya konulmuş ve faşist uygulamaların sonlanmaması halinde yapılabilecekler gösteren uyarı ateşi açılmıştır. Bu anlamda kararlılığın, hedefe kilitlenmenin, özgürlükte ısrarın eylemidir 1 Ekim eylemi. Bu anlamda Türkiye’de başta faşist ittifak olmak üzere herkeste büyük bir şok, korku ve panik havası yaratmış, Türk devleti adeta afallamıştır. Yine kendisini dış dünyaya farklı makyajlarla lanse eden devletin bütün makyajı akmış, maskesinin altındaki bitkin yüzü açığa çıkmıştır. Arafta gezerek dengelere oynayan Türk devletinin pazarlık yapan elini zayıflatmıştır. Ayıbını göstermek istemeyen TC’nin hemen yeni saldırılarla gündemi saptırmaya çalışması da bu eylemin büyüklüğünü itiraf etmesinden öte bir şey olmamıştır. Önümüzdeki dönemlerde bu eylemin etkileri daha fazla belirginleşecektir. Ancak ilk elden tek bir eylemin bile Türk devletini içerisine düşürdüğü durumu göstermek açısından çarpıcı olmuştur.
Zamana ve tüm gelişmelere yön verebilen böylesi büyük bir eylem, ancak büyük bir yoğunlaşma, yaşam duruşlarındaki netlik, insana, tüm canlılara verdiğin anlamın büyüklüğü ile gerçekleştirilebilinir. Zayıf bir duruş bunu gerçekleştiremez. Evrenin oluşum diyalektiğinde kendi hakikatını arama çabasını sık sık vurgulayan Rojhat arkadaştaki yaşama saygı bu kadar güçlü olmasa, yine kendisinde gördüğü geri geleneksel egemen özelliklerle mücadele ederek kendi cins ve ulus kimliğini hakikatine göre yaşama arayışında olan Erdal arkadaştaki özgürlük arayışı bu kadar derin olmasaydı böylesine güçlü bir eylemin ortaya çıkması mümkün değildir. Başarılı olmak, yaşadıklarında netlikle ortaya çıkan bir sonuçtur. Topluma, kadınlara insanlığa karşı geliştirilen haksızlıkları bertaraf etme sorumluluğu vardır içinde. İşte bu tarihi, kültürel bilinç, bu öz arayışı, yaşama bağlılığı ve sevmeyi doğuran temel nedendir. Yaşamı, kendisini, toplumunu, insanı sevmeyen biri böylesi bir eylemi gerçekleştiremez. “Her ne olursa olsun gülümsemeyi unutmayın” diyecek kadar yaşama bağlıdırlar Onlar. Bu nedenle “dur” diyebilme, cesaretini ve gücünü göstererek yürümeyi bilmişler ve başarmışlardır. Bu özellikleriyle Önderliğe yakın olmayı onu anlamayı başardıkları gibi dönem gerçeğini, yaşadığımız sürecin özelliklerini, varolan tehlikeleri daha derinden hissedebilmiş ve bunun gereğini yerine getirebilmişlerdir. Düşünce, duygu, eylem birlikteliği vardır onlarda. Bu anlamda yurtseverliğimizi, değerlerimizi sahiplenme düzeyimizi, özgürlüğe bağlılığımızı, mücadele tarz, yöntem ve biçimlerimizi sorgulama için mihenk taşıdır onlar. Neyi ne kadar yapıyor, nelere dur diyebiliyor, bunun için neleri göze alıyoruz sorgulamasını onların yükselttiği çıtaya vurup sorgulamazsak başta kendimiz olmak üzere bir çok şeyi yarım bırakırız. Mevcut yarımlıklarla da faşizm karşısında etkili sonuçlar almak mümkün değildir. Oysa bu arkadaşlar böylesi bir eyleme giderken geride kalanların mutlak anlamda kendilerini tamamlayacaklarına, faşizmi aşarak Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlayacağımıza inanarak bu eylemi geliştirdiler. Bize bıraktıkları vasiyet budur. Bu vasiyeti yerine getirmek kendisine Kürdüm, kadınım, insanım ve özgür bir şekilde yaşamak istiyorum diyen herkesin sorumluluğundadır.
“Ne olursa olsu gülmeyi bilelim”
Bu sorumluluk en fazla da özel savaş uygulamaların merkezinde olan gençliğin üzerine düşmektedir. Kürt gençliği öncelikle kendi zihin ve ruh dünyasını bu yoldaşlara açıp tüm özel savaş uygulamalarının etkilerini üzerinden atmak, örgütlenmek ve yaşamlarının merkezine mücadeleyi koymak durumundadırlar. Varlık ve yokluk savaşımını verdiğimiz bu süreçte geleceği belirleyen esas güç gençliğin bu noktada sergileyeceği aktivite olacaktır. Dolasıyla Kürt gençliği başta olmak üzere, kendisine devrimci, demokrat ve yurtsever diyen tüm gençler bu arkadaşların çağrısını duyarak mücadeleye, dağlara akmalıdır. Metropelleri, şehirleri, cadde, sokak, okulları, her nerede ise orayı mücadele alanı haline getirebilmeli, yaşamın her alanında faşizmin saldırılarına ve yansımalarına “dur” diyebilmelidir. Bunu yapamadığımız ölçüde büyüyen mücadeleye ortak olamadığımız gibi giderek büzüşmekten, küçülmekten ve kendi olmaktan çıkmış oluruz. Bu da böylesi büyük yaşam duruşları karşısında en büyük ihanet olacaktır. O halde hiçbir koşul altında buna izin vermemek en büyük ahlaki, vicdani, insani sorumluluk olarak bu önümüzde durmaktadır. Bunun için güç kaynaklarımız Önderliğin sergilediği büyük direniş, halkımızın eğilmeyen onurlu duruşu, gerillanın yarattığı kahramanlık destanı ve böylesi büyük yoldaşların cesareti, fedakarlığı ile ortaya çıkardığı insan güzelliğidir. Bunu yürekten hissedip, varlık yokluk savaşında tarafını netleştirdikten sonra karşımıza çıkan zorluklar ne olursa olsun onu aşacak gücü kendimizde buluruz. Yeterki yetersizlikler, eksiklikler, gelişen saldırıların pervasızlığı karşısında sol göğsün altındakini karartmayalım. Arkadaşların dediği gibi “her ne olursa olsun gülmeyi bilelim.”