Sabah erkenden yola çıktık. Ancak bu seferki yol benim için çok farklıydı.Daha önceki yıllarda ve daha sonra geride bıraktığım 2005 yılında Qandîl, Xinêrê, Xakûrkê gibi gerilla yaşam ve mücadele alanları olan bölgeleri çok gezmiştim. Behdînan’ı ise hiç görmemiştim. Gerilla güçlerinin büyük bir bölümü de zaten bu alandaydı. Onların büyük bir çoğunluğunu görme imkanım olacaktı. Ayrıca haberi yerinden yapmak için başlattığım yürüyüşün ikinci adımı da Behdînan’a gitmekle başlayacaktı. Zira Kuzey Kurdistan’a yollar buradan geçiyordu. Bunun verdiği bir heyecanla yola çıkmak üzere arabaya bindik. Bu yolun bir kısmını da arabayla gideceğimiz söylendiğinde çok fazla sevinmedim. Çünkü, bu kar kış gününde gerillalarla yürümek daha güzel olurdu benim için. Neyse ki yolun sonunda geçtiğimiz yerleri gördüğümde iyi ki arabayla gelmişiz dedim sonunda.
Kafamda yüzlerce soru, düşünce kol geziyordu. Ama kafamı kurcalayan asıl şey ve beni heyecandan heyecana sürükleyen konu ise baharda yapacağım Kuzey Kurdistan yolculuğuydu. En azından ben böyle düşünüyordum ve kendimi buna göre planlamıştım. Psikolojimi de buna göre hazırlamıştım. Yolun büyük bir çoğunluğunu dağların doruklarında yılan gibi kıvrılarak köy ve kasabaların içinden geçerek akşama doğru arabayla gelebileceğimiz yere kadar geldik. ’97 yılında bir kez peşmergeler, bir kez de gerillalar tarafından havaya uçurulduğu söylenen bir köprüde arabadan indik. Tabii daha sonra onarılmış ve biz geldiğimizde ise tıkır tıkır işliyordu. Arabadan iner inmez iklimdeki değişikliği fark ettim. Güzel havanın kendisi gelip insanın yüzüne çarpıyor, yüreğini ferahlatıyordu. Geldiğim yerlerde kar, tipi ve fırtına, kara kış yaşanırken Behdînan’da şubat ayı olmasına rağmen bahar yaşanıyordu. Cemrenin yakın olduğu her halinden belliydi.
Akşam karanlığında kamptaydık
Arabadan indiğimizde öğlen vaktiydi. Köprünün başında bizi almak için gelen gerillalar hakim bir yere çıkmış bizi bekliyorlardı. Arabadan iner inmez yolun üzerine indiler. Ama hepsi inmedi. Gerillaların indiği yerde nöbetçileri kalmıştı. Selamlaştık. Bizi getiren şoför bizi onlara teslim edince geri dönüp gitti. Gerillalarla selamlaştık, hal hatır sormanın ardından sorumlu olduğunu anladığımız genç biri, “Heval sizi almaya geldik. Birkaç dakika dinlenin gidelim. Yolumuz uzun ve bu yollar da oldukça pis. Karanlığa kalırsak zorlanırsınız” dedi. Zaten çok fazla oturup dinlenecek yerde yoktu. Ama ona rağmen köprünün başında yaktıkları ateşin çevresine oturmak için bıraktıkları taşlara oturup beş on dakika kadar soluklandıktan sonra yola çıktık. Yerde kar çoktu. Diz boyunu geçiyordu ancak hava oldukça yumuşaktı. Yer yer vadinin içinden, yer yer sarp kayalıklı yerlerden geçen yolumuz akşam karanlığında son buldu. Geldiğimiz yer ise HPG Anakarargah komutanlığıydı. Yemekhane olarak kullandıkları çadıra geçtik. Bir yorgunluk çayı içtik ve ondan sonra hazır olan akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra amaçladığım, hedeflediğim bölgelere gidene kadar yanlarında kalacağım HPG Basın İrtibat Merkezi’ne gitmek istedim. Azad adındaki bir genç gerilla yerlerini bildiğini, zaten orada işi olduğunu, beni oraya götürebileceğini söyledi.
Çadır değil yüzme havuzu sanki
Yemek ve çaydan sonra Azad arkadaşa HPG Basın İrtibat Merkezi’nin bulunduğu yere gitmeye hazır olduğumu söyledim. Beş dakika kadar yürüdükten sonra gitmek istediğim yere vardık. Burada daha önceden tanıdıklarım vardı. Yapacağım çalışmayı o arkadaşlarla birlikte yapmayı bile planlamıştım. Ama şu anda hiç biri yoktu. Fakat Zana Azad arkadaş oradaydı, onu da eskiden tanıyoyrdum. Zana arkadaş buradaki basın çalışmalarından sorumludu. Onu uzun yıllar öncesinden tanıyordum. Bizim orada Tarım İlçe Müdürlüğünde teknisyen olarak çalıştığı yıllarda onunla tanışmıştım. Daha sonra Çukurova da okurken bir aylık bir kurs için Adana’ya geldiğinde benim evimde kalmıştı. O sırda lisede birlikte okuduğu Hasan Çürükkaya ile karşılaşmışlardı. Hasan Çürükkaya ’89 yılında gerillaya katılmış ve ’91 yılında da Halvelyan köyünde korucularla girdiği bir çatışmada yaşamını yitirmişti.
Zana arkadaş daha sonra Fırat Üniversitesi Veterinerlik fakültesini kazanıp bitirmişti. Bitirdikten sonra da hiçbir yerde çalışmadan gerillaya katılmıştı. Çadıra vardığımızda bir çadıra mı yoksa bir yüzme havuzuna mı girdiğimizi çok anlayamadım doğrusu. Çadırı su basmıştı. İçeriye dolan suyu atmaya çalışıyorlardı. Yaklaşan Cemre ile birlikte hava, su ve toprağın ısınmasıyla karlar erimiş, çadırları su altında kalmıştı. Bizi hemen yatakhane olarak kullandıkları çadıra götürdüler. Geceyi orada geçirdik. Sabah Anakarargah Komutanı Dr. Bahoz Erdal’ın konuşmak için bizi çağırdığını söylediler.
Gerilla Genel Komutanıyla ilk karşılaşma
Öğlene doğru bizi almaya gelen iki rehberle yola çıktık. Gideceğimiz yer dağların orta yerinde kurulmuş olan efsanevi gerilla komutanı Mahsum Korkmaz’ın adıyla kurulan ve gerilla komutan adaylarının eğitim gördüğü gerilla akademisiydi. HPG Anakarargah Komutanı Dr. Bahoz Erdal bizi orda bekliyordu. Oraya komutan adaylarına ders vermek için gitmişti. Baharın yaklaşmasıyla vıcık vıcık olmuş karların içinden yürüyorduk. Ama kar durmadan yağmaya devam ediyordu. Rehberimiz mevsimin son karları diyerek bizi rahatlatmaya çalışıyorlardı diye düşünsem de, doğayla iç içe yaşayan gerillaların birer doğa ve iklim uzmanı olmuşlardı. Yumuşamış karlara bata çıka, sırılsıklam bir şekilde akşam karanlığıyla birlikte Mahsum Korkmaz Akademisi’ne ulaştık. Akademi’nin yemekhane olarak kullanılan çadırının önünde biriken arkadaşlar bizi karşıladı. Alelacele yemek için bize bir şeyler hazırladılar. Bir şeyler atıştırdıktan sonra kurulanmak için bizi bir çadıra götürdüler. Bizi çadıra götürürlerken HPG Anakarargah Komutanı Dr. Bahoz Erdal’ın koruması olduğunu öğrendiğimiz bir genç gerilla, “Heval şimdilik gidip orada kurulanıp dinlenin. Arkadaşın biraz işi var. Erken biterse sizinle görüşecek ama bitmese yarın sabah sizinle görüşecek” dedi. Geceyi kurulanıp, dinlenerek o çadırda geçirdik. Sabah olduğunda Akademi’nin eğitim gördüğü okul olarak kullanılan çadırının önüne gittik. Ders vermek için kapıda bekleyen Dr. Bahoz Erdal arkadaşla ilk kez burada karşılaştık. “Seyit Arkadaş siz olmalısınız” dedi. Evet, diyerek kendisine verilmek üzere durumumuza ilişkin yazılan notu verdik. Notu okuduktan sonra, “ tamam siz şimdi gidip dinlenmeye devam eden. Öğlene doğru dersim biter sizi çağırırım o zaman konuşuruz” diyerek ders vermek için okul olarak kullanılan çadıra girdi. Bizde akşam kaldığımız çadırını yolunu tuttuk yeniden.
Bahara kadar HPG BİM’de kalmama karar verildi
Öğleden sonra Dr. Bahoz Erdal’ın çağırmasıyla görüşmemiz başladı. Yapmak istediklerimi aktardım. Beni iyice dinledikten sonra, “Şu an gördüğünüz gibi kış koşullarını yaşıyoruz. Her yer kar kış, hareket imkanı yok. Ve gitmek istediğin taraflara doğru bir gidiş de yok. Ayrıca zaten bizde baharla birlikte öyle bir çalışmayı düşünüyorduk. Bu yönlü kararımız var. Artık bahara kadar BİM’deki arkadaşlarla kalır, onların çalışmalarına katılırsın. Onlarla birlikte çalışırsın. Bahar olunca yeniden tartışıp bir karar veriririz” dedi. HPG Anakarargah Komutanı Dr. Bahoz Erdal’la görüştükten sonra burada kaldığım sürece HPG BİM’le çalışmalarımı sürdürecektim. Görüşme bittikten sonra yakımızda olan ve ertesi gün mezuniyet töreni yapılacak yeni savaşçılar kampına gitmek istediğimizi, bir geceyi orada geçirme talebimizi ilettik. Talebimiz kabul edildi. Akşama doğru akademiden ayrıldık.
Geceyi Halil’in yanında geçirdik
HPG Anakarargah Komutanı Dr. Bahoz Erdal’la görüşmemiz bittikten sonra saat iki gibi yola çıktık. Daha önceden Halil Dağ arkadaşın bu alanda olduğunu ve çektiği Beritan Filminin montajıyla uğraştığını öğrenmiştim. Yolda rehberimize Halil ve ekibinin nerede olduğunu sordum. Rehberimiz gideceğimiz yeni savaşçılar kampına yakın olduğunu istersek onların yanına gidip, geceyi orada geçirebileceğimizi ve yeni savaşçıların mezuniyet törenine oradan gidebileceğimizi söyledi. Halil ve ekibi bir yıl boyunca çekimlerini gerçekleştirdiği Beritan Filminin montajını yapmak için Kuzey kampı denilen yaklaşık 40 gerillanın bulunduğu kampta kalıyorlardı. Yanlarına vardığımızda 3 yıldır görüşemediğimiz Halil ve ekibiyle hasret giderdik. Geceyi demledik; eskiyi, eskide kalmış olanları, eski günlerimizi anlattık. Halil yaptıklarını, ben yaptıklarımı anlattım. Canımızı acıtan, içimizi yakan, ama gerçek olanları konuştuk. Sohbetimiz gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdü. Andık. Hüzünlendik. Acı çektik. Ama o gerçekle karşılaşmaktan korkmadık. Ürkmedik. Çünkü o gerçek bizim ve bizlerin gerçeğiydi. Gece yarısına doğru uyumaya başladık. Sabah gün ışımasıyla birlikte uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra yola çıktık. Çok geçmeden yeni savaşçılar kampının ordaydık.
Kampın sorumlusu olan gerilla komutanları tarafından karşılandık. Hepsi tanıdıktı. Daha önce görüşüp tanıştıdığımız Ulaş, Yusuf, Karker, Derya adındaki gerilla arkadaşlardı. Onlara yeni gerilla adayların mezuniyet törenini izlemeye geldiğimizi söyledik.
Bizden kısa bir süre sonra Leyla Wan, Feride Alkan, Ayten Dêrsîm adındaki arkadaşlar da geldi. Onlar beni ben onları görünce hem şaşırdık hem sevindik. Birbirimizden hep haberdar olmuştuk ama o gün orada bulaşacağımızı ne ben biliyordum nede onlar. Kısa bir süre hasret giderdikten sonra ayrıldık.
Ulaş, Yusuf ve Derya arkadaşları daha önceden tanıdığımız için memnuniyetle karşıladılar. Geceyi kampta geçirecektik. Ancak bir gün sonra yapılacak olan mezuniyet törenine ilişkin yapılan hazırlıkları görmek istediğim için çadırları gezmek istediğimi söyledim. İstediğim çadırı gezmekte serbest olduğumu söyleyen Yusuf arkadaş, yarınki törende mezun olacak gerilla adaylarının diplomalarını hazırladığı için bana eşlik edemeyeceğini söyledi. Bana eşlik etmesi için bir arkadaşı görevlendirdi. Rasgele bir çadıra girdik. İçerdekilerin hepsi yeni gerilla adayıydı. Kampta bir canlılık, koşuşturma vardı. Ancak bu çadırların içinde daha somut, daha canlı göze çarpıyordu. Zira girdiğimiz çadırda yeni gerilla adaylarının bazılarının banyolarını yaparak sakal tıraşı olduklarını bazılarının da banyoya girmek için beklediklerini gördük. Bazıları da çadırda oturmuş silahlarını temizliyor, raxtlarını hazırlıyorlardı. Gerillacılığa hazır olduklarını göstermek için yoğun bir çaba içersinde oldukları her hallerinden ve heyecanlarından belli oluyordu. Bir başka çadıra, oradan bir başka çadıra girip çıktık. Aşağı yukarı çadırların hepsindeki hava, heyecan, hummalı çalışma aynıydı. Bu heyecanları, hazırlıklarıyla mezuniyet törenlerine hazır olduklarını gösteriyorlardı. Geziden sonra kalmak için yönetim çadırına döndük. Sabah erkenden uyandık. Aynı hummalı çalışma biraz daha artmıştı. Çok geçmeden hafif kar yağışına rağmen tören yeri olarak hazırlanan düz bir arazide gerilla adayları sıraya girerek tören için bir iki kere prova aldılar.
Yeni gerilla adaylarının mezuniyet törenleri
Provanın ardından saat 8’de de tören başladı. Törene HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal, Anakarargah komutanlarından Bawer Dersim, Beritan Dersim, Hüseyin Mahir ile birlikte çok sayıda komutan katıldı. Törende çiçeği burnunda genç gerilla adayları ant içerek diploma ve silahlarını alarak gerilla olmanın ilk adımlarını attılar.
Törenden sonra mezuniyet günü dolaysıyla hazırlanan yemeğe geçtik. Yemekten sonra yeni gerilla adaylarının hazırladıkları mezuniyet şölenini izlemek için okul olarak kullanılan çadıra geçtik. Evet burada da bir mezuniyet töreni ve şöleni yapılıyordu. Ancak bu tören ve şölen hiçbir lisenin, üniversitenin mezuniyet tören ve şölenine benzemiyordu. Buradaki tören ve şölen dağa, dağlara özgürlüğü için çıkan insanlara has bir törendi. Doğayla iç içe çok doğal bir törendi. Dağ insanlarının kendi kıt imkanlarına rağmen bol türkülü, skeçli, oyunlu ve farklı etkinliklerle hazırladıkları şöleni izledik. Törenden bir tek biz değil, gerilla komutanları da, yeni gerilla adayları da ve izleyen tüm eski gerilla ve gerilla komutanları da çok memnun bir şekilde ayrıldılar.
Törenden çalışma arkadaşlığına
Yeni gerilla adayları mezuniyet töreninde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri sunuculuk yapan biri kadın iki gerillaydı. Erkek olanı daha önce Türkiye’de Canlı Kalkan Aktivistliğini yapmış daha sonra 2005 yılı Ağustos ayında yüzlerce arkadaşıyla yaptıkları bir basın açıklamasıyla Medya Savunma Alanları’na geldiklerini duyuran Şervan arkadaştı. Kongre-Gel tarafından yapılan ve iki ay gibi bir süre kaldıkları kamptan tanıyordum onu. Haberlerini, açıklamalarını, aktivitelerini yansıtmak için bende bir ay kadar kamplarında kaldım. Gece yarılarına kadar sohbetlerimiz olmuştu. Birde Bağdat’a giderek yaptıkları bazı görüşmelerde hazır bulunmuş ve o görüşmeleri basına yansıtmıştım. Korkunç savaşların yaşandığı, can pazarının kurulduğu Bağdat’a birlikte yolculuk yapmış ve orada 15 gün kadar beraber kalmıştık.
Diğer sunucu ise yaşına göre oldukça olgun, entelektüel görünümlü genç bir kadın gerilla adayıydı. Törenden 5 ay sonra sunuculuk yapan bu kadın arkadaş BİM’e basın çalışmalarını yürütmek için geldi. Adı Roza’ydı, üniversite mezunu ve ayrıca bir yıl da öğretmenlik yapmıştı. Törende göründüğü gibiydi. Olgunluğu ve entelektüel yapısı göründüğü kadar vardı. Beş ay önce gördüğüm ve henüz yeni gerilla adayıyken gördüğüm Roza arkadaşla Haziran 2006’dan itibaren çalışma arkadaşı olduk. Geceler, günler boyu uzun uzun sohbetler ettik. Uzun ve ağız tadı veren güzel tartışmalar yürüttük. Onunla dostluğumuzun bir nedeni aynı üniversiteden gelmiş olmamızdı. Nede olsa aynı sıralardan geçmiş, aynı mekanları farklı zamanlarda da olsa gezmiş, birçoğu değişse de ortak hocalardan ders almıştık. Sohbetlerimizin bazılarının konusu üniversitemizdi. Bu konudaki sohbetlerimizin koyuluğunu gören bazı arkadaşlar bizim için aynı kuşağın insanları gibisiniz biçiminde bir değerlendirmeye de gittiler. Bu değerlendirme hem benim hem de Roza’nın oldukça hoşuna gitmişti. Birlikte çok sayıda çalışma yaptık. Kolektif çalışmaya oldukça önem veren bir yapısı vardı. Arkadaşlık, dostluk, yoldaşlık her şeyden önce gelirdi onun için. O yüzden ilişkilerinde hep kazanan oluyordu. Birlikte kaldığımız 9 aylık süre boyunca iyi bir arkadaşlık ve dostluk kurduk. Gülüşü, esprileriyle çalışma ortamımıza moral katıyordu. Onlardan ayrıldığım güne kadar dostluğumuz, yoldaşlığımız, arkadaşlığımız sürdü. Şimdi birbirimizden uzakta da olsak dostluğumuzu sürdürüyoruz. Ayrılmak ikimize ve BİM’deki tüm gerillalara zor gelmişti. Ve birbirimize gerçekten özleyeceğimizi söyledik. Ve gerçekten de özlüyoruz. En azından ben onun arkadaşlığını, dostluğunu, yoldaşlığını, gülüşünü, bakışını, esprilerini özlüyorum. Özlediğim tabii ki sadece o değil. Gezdiğim, gördüğüm, konuştuğum, sohbet ettiğim her gerillayı özlüyorum.
HPG Anakargah Komutanlığı ile yaptığım tartışmalar, alınan kararlar ve 9 Şubat’taki yeni gerilla adaylarının mezuniyet törenlerinin ardından kalacağım kampa döndüm. Her şeyim tamamdı. Yollara yeniden çıkmak, yollarla baş başa kalmak için baharı beklemeye koyuldum. Aslında Şubat ayıyla birlikte bahar gelmiş sayılırdı. Çünkü baharın ilk müjdecisi olan cemre havaya, suya ve toprağa düşmüştü. Ancak dağ yolları henüz açılmış değildi. Geçitler, sular henüz yol vermiyordu. O yüzden gözlerim zirvelere, yönüm de kabeye dönmüşçesine Kuzeye dönük bir şekilde baharın gelmesini bekliyordum. Vadilerin dibinde ateşlerimiz yakarak yaprakların, yolların açılmasını bekliyordum. Baharı beklerken insanın içini derin bir hüzün dalgası sarıyor. Nereden ve ne zaman gelip insanın yüreğine çökeceği belli olmayan bir hüzündür bu. Ama ben öyle oturup baharı beklemeyi düşünmüyordum. Hiçbir şey yapmasam bile yakın çevredeki gerilla kamplarını dolaşarak, onların yaşamına karışarak, onlarla hayatı paylaşarak beklemeyi düşünüyordum. Düşüncelerimi söyleyince o dönemin BİM yöneticilerinden Bêrîtan Gulan arkadaş bazı çalışmaları birlikte yürütebileceğimizi, yapabileceğimizi ve kampları ortak dolaşabileceğimizi söyleyince hemen kabul ettim.
Çiyayê Reş (Karadağ) Alanındayız
Bêrîtan’la konuştuktan kısa bir süre sonra mart başında yapacağımız bir çalışmanın planını sunarak yakın sayılabilen Çiyayê Reş alanına gitmek için yola çıktık. Mart başıydı. Yani bahar başı. Kır çiçeklerinin henüz yeni yeni yeşermeye başladığı günlerdi. Tabii ki en asilerinin boy vermeye başladığı günlerdi. Hafif yağmurlu bir günde yola çıktık. Yol boyunca Bêrîtan’la gerilla yaşamının güzelliklerini ve gitmekte olduğumuz bölgenin geçmişine ilişkin konuştuk. Gitmekte olduğumuz yerden kimler geçmemişti ki, hangi korkunç savaşlar yaşanmamıştı ki. Bêrîtan gitmekte olduğumuz bölgede 10 yıl önce oranın komutanı olan Harun (Hüseyin Özbey) arkadaştan söz etti. “O yıllarda orada onunla olmayı çok isterdim. Benim gibi birçok gerillanın böylesi büyük bir komutanla gerillacılık yapmak istediğini, kendisini görmeseler de onların ardılı olan gerillaların onların mücadelelerini yürütmeye ant içtiklerini” söyledi. Bêrîtan bunları anlatırken geçmiş günleri hayal etmeye çalıştım. O patikalardan geçerken bir an için kimler kimler geçmemiş ki bu patikadan. Keşke bu patikaların, bu patikalardaki taşların dili olsa da konuşabilselerdi. Ayak izlerine izlerimizi bırakarak ondan geçenleri anlatabilseydik. Eski gerillaların ayak izlerinde yürüyerek halen gerilla savaşını yürütmekte olan gerillaların kampına gidiyorduk.
Sabah yola çıkmıştık. Ülkemin güzelliklerini gezip, bize sunduğu muazzam görsel manzaraya bakıp mest olarak, kendimizden geçerek yürüyorduk. Gerilla yaşamının güzelliklerini ve o güzellikleri yaratan insanların ayak izlerinin bulunduğu patikalarda yürümek insana açlığı, susuzluğu unutturuyordu. Açlık ve susuzluğu unutarak Çiyayê Reş alanında bulunan gerilla güçlerinin yanına vardık. Gittiğimiz yer kış kampıydı. Baharın gelişiyle birlikte henüz tepelerde karlar olmasına rağmen kampta sadece birkaç gerilla ile kamp komutanı kalmıştı. Diğer gerillalar ise kampı terk ederek tepelerde mevzilenmişlerdi. Çünkü o günlerde Türk ordusu durmadan sınıra güç yığıyordu ve gerilla kamplarını, üs alanlarını hedefleyen bir operasyon tartışmaları yapılıyordu. Kamp komutanı bizi güler yüzle karşılayarak ‘iyi ki bu günde geldiniz yarına kalsaydınız bizi de burada göremezdiniz’ diyerek kendilerinin de bir gün sonra o tepelere çıkacağını söyledi.
Geceyi kampta geçirdik. Akşam yemeğinden sonra yağmur durunca koca bir ateş yakıp etrafında oturduk. Ateş başında onlarla güzel ve derin bir sohbete daldık. Sohbet gerilla yaşamı, ateşle olan ilişkisi, özgürlük tutkusuna dönüktü. Ateş etrafından bulunan bütün gerillalar özgürlükleri uğruna gözlerini kırpmadan canlarını verecekleri konusunda hem fikir ve tereddütsüzdüler. Onların bu tutkusu, bu bağlılığı, yaşamlarını güzelleştiriyor ve güzel yarınlara dair düşlerini zenginleştiriyordu. Yağmur yeniden başlayınca çadırlara girdik. Geceyi sabaha kadar naylon çadırların üzerine düşen yağmur damlalarının senfonik seslerini dinleyerek geçirdik.
Yüreğimizi, içimizi ısıtacak ateşin etrafında oturarak, ruhumuza hitap eden sohbetlerine ortak olduktan, demli çaylarını içip, gerilla yaşamıyla dolu güzel bir gece geçirdikten sonra sabah yanlarından ayrıldık. Tabii ki kahvaltı yapmadan bizi bırakmadılar. Buda gerilla misafirperverliğinin kendisiydi. Arkadaşlarıyla ölümü bile paylaşan gerillalar misafirleriyle de en güzel sohbetlerini, sevinçlerini, özlemlerini, acılarını ve varsa bir lokma ekmeklerini paylaşarak misafirperverliğini gösterirler.