Önderlik eksenli direniş, Kürdistan halkını topyekun özgürlüğüne bir kez daha kilitlemiştir. Bu bağlamda, 2012 yılı Newrozu’nun dönemin mücadele taktiği için görkemli ve güçlü bir başlangıç oluşturduğu açığa çıkmıştır. Hareket ve halk olarak “Edî Bese; An Azadî An Azadî” dediğimiz, mücadelenin bu önemli sürecine Avrupa’daki halkımızın ve yurtsever tüm Kürdistanlıların katılımı gerçekten değerli olmuştur.
Avrupa’daki halkımız, Önderliğine, özgürlüğüne ve topraklarına olan özlem, bağlılık ve sadakatini her zaman ve her fırsatta direnerek ortaya koymuştur. Kürtler ve Kürdistanlılar, kapitalist modernitenin özünden boşaltan, bitirici gerçekliği ve her türlü baskı ve tehditlerine rağmen özünden hiçbir şey yitirmeyip, baskı ve tehditlere karşı direnerek, soylu bir mücadele örneğini sergilemiştir. Özellikle uluslararası komplodan günümüze kadar, halkımız neredeyse her gün bir eylem ve etkinlik içinde olmuş ve hep direnmiştir.
Yeni bir ivme yeni bir hamle
4. stratejik dönem ve “Edî Bese; An Azadî An Azadî” dediğimiz bu süreçte halkımızın gösterdiği direniş ve Önderliğimizi sahiplenme eylemlilikleri daha da görkemli olmuştur. Ronahî ve Berîvan yoldaşların sarsılmaz bir iradeyle gerçekleştirdikleri eylem ve şehadetleri, Avrupa’daki halkımızın irade ve kararlılığının bir göstergesi olmaktadır. Aynı irade ve kararlılık bugün daha kapsamlı ve örgütlü bir biçimde devam etmektedir.
Özellikle İsviçre’den Strasburg’a gerçekleştirilen uzun yürüyüş son derece anlamlı olmuştur. Şiddetli kış koşullarına, eksi 20’lere varan aşırı soğuklara ve oldukça uzun olmasına rağmen başarıyla tamamlanan bu yürüyüşün sadece halkımız ve mücadelemiz tarihinde değil, Avrupa tarihinde de bir ilk olduğu kesindir. Yürüyüşün anlamı ve değeri de bir o kadar büyük olmuştur. Özgürlük yürüyüşünü gerçekleştirenler, yaptıkları eylemle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda Önderliğimizin özgürlük inisiyatifini örgütlemiş ve bu örgütlemede bizzat yer almışlardır.
15 yurtsever devrimci yoldaşın kararlılıkla sürdürdüğü 52 günlük açlık grevinin başarıyla tamamlanmış olmasının Avrupa’daki mücadelemize yeni bir ivme ve hamle kazandıracağı tartışmasızdır. Bu süreçte on binler ve hatta yüz binler ayağa kalkmıştır. Avrupa’nın hemen hemen her yerinde kitle eylemlilikleri gelişmiştir. Özgürlük mücadelemize sempatiyle bakan Kürdistan halkının dostları yeni hamleyle birlikte mücadelemize daha büyük bir ilgi gösterip, destek sunarlarken, Avrupa devletleri ise Kürt halkının özgürlüğüne ve önderliğine olan bağlılığına, baskı ve zulüm ne olursa olsun Kürt halkının asla boyun eğmeyeceğine ve mücadelesini mutlaka zaferle taçlandırma kararlılığına bir kez daha tanık olmuşlardır.
Kürdistan özgürlük mücadelesi yepyeni bir sürece girmiştir. 8 Mart ve Newroz startıyla birlikte devrimci halk savaşının, serhildan ve gerilla ayağı önümüzdeki süreçte artarak ve güçlenerek gelişecektir. AKP devletinin, Kürt halkının iradesini yok sayan, Önderliğimizi zulüm altında tutarak hareketimizin tasfiyesini amaçlayan tutumu açık bir savaş ilanı olmaktadır. Zaten AKP devleti, kış boyunca saldırı ve operasyonlarından hız kesmeyip, sürekli ve yaygın bir yönelim içerisinde olmuştur.
Gelinen noktada hareket ve halk olarak devrimci halk savaşı taktiğini olanca gücümüzle ve tüm yaratıcı yeteneklerimizle, ısrarla ve kararlılıkla sürdürmekten başka bir seçenek yoktur. Süreç kritiktir. Kürdistan ve Türkiye’deki gelişmelerle birlikte, bölgedeki gelişmeler 2012 yılını kader tayin edici, tarihi bir yıl olarak önümüze koymaktadır. Neresinden bakarsak bakalım, Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt sorununun çözümünü şiddetle dayattığı görülmektedir.
TC sömürgeciliğinin, Suriye’ye bir an evvel müdahale etme ve savaşı tırmandırarak erken sonuç alma isteği bundan kaynaklanmaktadır. Bu, aslında Türk sömürgeciliğinin, mücadelemiz karşısındaki çözümsüzlük ve çaresizliğinin de bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çözümsüzlük ve çaresizlik, AKP devletini daha da saldırganlaştırmakta ve bölge üzerinde emperyal emellerini ve işgal heveslerini artırmaktadır.
Rojava Kürdistan da özerkliği ilan etme noktasına geldi
Türk sömürgeciliği, sadece Kuzey Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın hangi parçasında, hatta dünyanın neresinde olursa olsun, Kürtlerin özgür iradesine dayalı hiçbir hukuk ve statüyü kabul etmemektedir. Rojava Kürdistan’da, şu anda halkımızın kendi sistemi olan Demokratik Özerkliği’ni inşa ederek, ilan etme noktasına gelmiş olması TC devletini adeta çılgına döndürmüştür. Halkımızın, Rojava Kürdistan’da, Demokratik Özerklik statüsünü kazanmasıyla Türk sömürgeciliğinin ne denli zorlanacağı açıktır. AKP devleti, her türlü bağımlılık ilişkilerinden uzak, halkımızın kendi özgür iradesine dayalı, Demokratik Özerklik statüsünü engellemek için sabırsızlıkla Suriye’ye müdahale etme arzusundadır. Bunun için Amerika’ya vermediği taviz, kabul etmediği dayatma yoktur.
Ortadoğu’da mevcut dengeler ve eskiye dayanan statükolar ciddi biçimde zorlanmakta, genel ve köklü bir değişime zorlamaktadır. Bu durum beraberinde gerek bölgesel, gerekse uluslararası düzeyde yeni güç dengelerini ve ittifakları getirmektedir. Özgürlük hareketi olarak bütün bu gelişmelerden yararlanıp, nefes borularımızı çoğaltarak, önümüzdeki süreçte halkımızın mutlaka kendi Demokratik Özerklik statüsü ve hukukunu kazanma kararlılığında olduğumuzu belirtmek durumundayız. Bundandır ki, hareket ve halk olarak bu tarihi süreçte ortaya çıkan tarihi fırsatları mutlaka zaferle sonuçlandıracak bir mücadele tarzını geliştirmek zorundayız. Burada mücadelemizin temel bir ayağı olan Avrupa sahasının çok önemli bir yere sahip olduğunu tekrar da olsa belirtmek yanlış olmayacaktır.
Avrupa’daki mücadelemizin büyük tecrübe ve derslerle dolu olduğu bilinmektedir. Hiçbir hareketin sahip olmadığı avantajları olan bir hareketiz. Avrupa’da nicelik olarak milyonları bulan küçümsenmeyecek bir halk potansiyelimiz bulunmaktadır. Yüzleri bulan birçok sivil, siyasi ve toplumsal kurumlar söz konusudur. Bir devrime yetecek kadar kadro gücümüz vardır. Mücadele ve direniş potansiyelimiz ise muazzam düzeydedir. Son açlık grevleri, uzun yürüyüş ve diğer eylemlilikler ortaya koydu ki, Avrupa’daki kitlemiz örgütlenmeye açık ve mücadeleye seferber olmaya hazırdır. Açığa çıkarılmayan potansiyelimiz, örgütlendirilemeyen ve eyleme geçirilemeyen yüz binlerimiz vardır. Önderliğimizin esaret koşullarında, zulüm altında gösterdiği direniş ve halkımızın tüm düşmanlarının yoğun saldırılarına rağmen, hareketimizin fedai ruhla geliştirdiği mücadelenin Avrupa’daki kitlemiz için her gün yeni bir sinerji, moral ve manevi güç kaynağı olduğu kesindir.
Sorun öncü kadro
Açık yüreklilikle belirtmek gerekir ki, Avrupa’daki örgütlülük düzeyimiz ne genel mücadelemizin yükselen düzeyine ne de Avrupa kitlemizin direniş ve örgütlenme potansiyeline denk düşen bir yeterliliktedir. Avrupa’da olumlu ve başarılı bir biçimde gelişen son eylemlilik süreci ve açlık grevi hamlesi şunu göstermiştir: Bir taraftan muazzam bir kitle, eylem gücü ve henüz ortaya çıkartılamayan potansiyel, diğer yandan bunu karşılayacak yeterlilikte olmayan bir örgütsel durum söz konusudur. Az bir örgütlenme ile bile nelerin başarıldığı ortaya çıkmıştır. Demek ki sorun, örgütlenme ve öncü kadronun rolünü oynayabilme sorunudur. Avrupa’da şüphesiz bir doğrultu yakalanmıştır. Doğru minvalde ivme kazanan bir mücadele gelişmektedir. Fakat belirttiğimiz gibi bu halen hem yetersiz hem de daha fazlası kesinlikle mümkündür. Bu nedenle örgüt ve kadromuzun ulaşılan düzeyi doğru görmesi, ancak asla bir doyuma ulaşmadan, atalete girmemesi gerekmektedir. Aksine yetersizliklerini ve olması gerekenleri görüp, kendisini çok daha güçlü bir biçimde örgütleyerek ve her kadro ve kurumumuz mutlaka rollerini oynayarak, dönemin ruhuna uygun daha büyük hedefler önüne koyup, daha büyük başarmalıdır. Ortaya çıkan bir moral ve yüksek motivasyon vardır. Bu, örgütlemede bir nitelik kazanma ve büyümeye, eylemlilikte daha büyük bir açılım ve sürekliliğe, diplomaside daha derli-toplu ve sonuç alan bir tarza dönüştürülmezse, 4. Stratejik döneme denk düşen bir mücadelenin geliştirilemeyeceği açıktır.
Avrupa örgütümüz, denilebilir ki, uzun yıllardan sonra ilk kez böyle bir düzey ve olanak kazanmıştır. Tüm örgüt birimlerimiz, kadro ve kurumlarımız bunu iyi görmeli ve gerçekten büyük bir fırsat olarak değerlendirip, hakkını verebilmelidir. Yoksa eskiyi aşmayan bir tekrarın kaçınılmaz olacağı bilinmelidir. Her zaman belirtildiği gibi içinden geçtiğimiz süreç son derece yakıcı ve önemli gelişmelere yol açabilecek bir süreçtir. Eski tarz, eski örgütsel durum ve kavrayış düzeyiyle, yeni sürecin karşılanamayacağı ortadadır. Rutin tekrarlardan arınmak artık bir zorunluluktur. Tüm kadroların ve kurumların, yine genel olarak Avrupa örgütümüzün bu temelde kendisini yenileyerek, PKK’nin yaratıcı-devrimci özelliklerini kendisinde gerçekleştirip, rolünü oynaması ertelenemez bir görev olmaktadır. Hareketimizin yönetiminin genel örgütsel durumumuzla ve kadro duruşuyla ilgili geliştirdiği kapsamlı talimat ve çözümlemeler okunmuştur. Kendisini yenilemeyen kadro, bırakalım rolünü oynaması, sorun olarak örgütün karşısına çıkmaktadır. Hedeflerini netleştirmeyen ve gerçekleştiremeyen örgüt dönemin ruhuna uygun görev ve sorumluluklarını yerine getirmekten çok, yine sorun olarak örgütün karşısına çıkmaktadır. Büyümekten çekinen, hamlesel gelişmeyi önüne koymayan, var olanla yetinen örgüt ve kadronun hareketi geriye çekmekten başka bir rol oynamadığı bir kez daha görülmüştür. Zafer ruhu zayıflayan, hamlenin devrimci halk savaşı çizgisine girmeyen, anlamayan ya da ikna olmayan her kim ve neresi olursa olsun, örgütü sadece zorlamıştır. Örgütü zorlamak, sadece ortaya çıkan sonuçlarla değil, esasen düşünsel, yaşamsal düzeyde ve geliştirilen tarzda olmaktadır.
İdeolojik mücadelenin neredeyse dondurulması, doğru temelde cins mücadelesinin verilmemesi, kadro ölçülerinde ortaya çıkan aşınma, örgütsel denetim zayıflığı ve eleştiri-özeleştiri mekanizmasının yeterince işletilmemesi ister-istemez örgütte ve kadroda bir aşınma, çizgi dışına çıkma, örgütsel muğlaklık, yaşam ve mücadele tarzında gevşeklik ve liberalize olmaya yol açmaktadır. Bütün bu pratik sonuçlar aslında kaynağını ideolojik yetersizlikten ve çizgiye tam girememekten almakta, yani liberalizmden beslenmektedir. Kadrolarda görülen uzlaşmacı, idareci ve dengeci zihniyet ve pratik biraz da bundan ileri gelmektedir. Bu konuda Avrupa örgütümüzde ortaya çıkan yetersizlikler bilinmektedir. Açıktır ki, ideolojik mücadelenin sürekliliği, örgütsel denetim, disiplin ve eleştiri-özeleştiri mekanizması özellikle bu süreçte geliştirilmeli, kadro ölçüleri yükseltilerek örgütsel nitelik güçlendirilmelidir. Kendiliğindencilik, tekrar ve rutin çalışmadan kurtulmamak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Hiçbir kadro ve örgütümüz kendisini var olan durumla kesinlikle sınırlandırmamalı, başta kendisinde zafer ruhunu gerçekleştirerek, Avrupa’da gerçekten yeni bir hamle başlatmalıdır.
Gençliğin hedefi net olmalı
Avrupa’daki gençlik potansiyelimizin büyüklüğü ortadadır. Gençliğin öncü olma ve mücadeledeki dinamizmi yaşamadığı ve hamlesel büyümeyi önüne koymadığı bir yerde toplumu örgütleyip, harekete geçirmek mümkün değildir. Gerçek bu iken Avrupa gençlik örgütümüzün tüm emek ve çabalarına rağmen ulaşması gereken düzeyden oldukça geri bir noktada kaldığı görülmektedir. Halbuki gençlik, en çok bu dönemde örgütlenmeli, yine en çok bu dönemde öncü olma rolünü oynayabilmelidir. Gençlik potansiyeli yüksek olduğu halde gençlik örgütümüz halen yetersiz ve zayıf kalmaktaysa bunun bir nedeni olmalıdır. Görülen odur ki, gençlik kadrosu sahip olduğu dinamizm, enerji ve kararlılık düzeyini ideolojik derinlik ve doğru politik perspektifle birleştirip, rolünü oynamakta yetersiz kalmaktadır. Hedefsiz, stratejisiz, plansız, günlük, rastgele ve kendiliğindenci olmaktan kurtulup, hedefleri net, planları somut, dönem perspektifi açık bir düzey yakalamak zorundadır. Gençlik yönetimimiz, yürüyüş ve mitinglerin yarısını teşkil eden Avrupalı gençliğimize “ey gençlik! Biz sürekli doğru söyleyip, doğru yapmamıza rağmen, sizler neden katılım gerçekleştirmemekte, örgütlenmemekte ve harekete geçmemektesiniz” diyemez. Böyle bir potansiyel varsa, bunu doğru değerlendirip, harekete geçirerek, örgütleyecek olan gençlik yönetim kadrolarıdır. Kendilerini çoğaltamıyorlarsa ve büyüyemiyorlarsa sorun kendileridir. O takdirde, ideolojik-politik düzeylerine, çalışma tarzlarına ve kapasitelerine bakmak durumundadırlar. Nerede, nasıl bir yanlış varsa, düzeltecek olan kendileridir. Nerede nasıl bir yetersizlik varsa, giderecek olan kendileridir. Aksi takdirde, büyümeye inanan ve büyük hedefleri başaran değil, şikayet ve serzenişte bulunan bir duruma düşülür ki, bunun da gençlik gerçekliğiyle örtüşen bir yanı olamaz.
Bütün bu belirttiklerimiz, Avrupa gençlik örgütümüzün son bir-iki yıl içerisinde daha başarılı bir pratik sergilemediği anlamına gelmez kesinlikle. Aksine belirtmek istediğimiz, ulaşılan düzey olumlu olsa da bu yetersizdir ve gençlik örgütümüz daha iyi ve daha fazlasını başarabilecek ve gerçekleştirebilecek durumdadır. Dolayısıyla, gençlik hareketi, tarihsel öncü olma rolünü bir kez daha gözden geçirip, sürece başarılı bir biçimde cevap olma kararlılığı kadar, bunun yaratıcı pratiğini de ortaya koymalıdır.
Kadın örgütümüz potansiyeli açığa çıkartmıyor
Aynı durum kadın hareketi açısından da geçerlidir. Mücadelenin hangi alanında olursa-olsun, kadın temsiliyeti yoksa ya da var olduğu halde rolünü oynamayıp, yetersiz kalıyorsa, orada ne doğru bir yaşam ne başarılı bir mücadele pratiğinden söz etmek mümkündür. Kadının özgürlük duruşu, toplumun, hatta genel mücadelemizin düzeyinin de göstergesidir. Kadın hareketi ne kadar örgütlü ve gelişmişse, genel hareketin örgütlülük ve gelişme düzeyi de odur. Bu anlamda kadın mücadelenin en dinamik ve öncü rolünü oynayan konumundadır. Avrupa’nın hiçbir eylemliliği, etkinliği, yürüyüş vs yoktur ki, kadın içinde yer almamış olsun. Tam tersine Kürdistan’lı kadınlar, mücadeleye en kararlı ve sadakatle katılan, büyük bir çoğunluğu ifade etmektedirler. Kapitalist moderniteye karşı Kürt ve Kürdistani değerleri yaşatmaya çalışan halen kadınlar olmaktadır. Şüphesiz kapitalist modernitenin genç Kürt kadınları üzerindeki etkisi büyüktür. Fakat kadın özgürlük ideolojisiyle örgütlenmeyecek ve harekete geçirilmeyecek Kürt kadınının olduğunu da sanmıyoruz. Önderlik gerçeği ve özgürlük mücadelemiz en çok kadını etkilemekte, bundadır ki, önderliğe daha büyük bağlanan ve daha sadakatle özgürlük mücadelesine katılan da Kürdistan kadınları olmaktadır. Gerçek bu iken var olan potansiyelin hak ettiği kadar örgütlendiği kesinlikle söylenemez. Yani kadın örgütlenmesi konusunda ciddi yetersizliklerimizin olduğu bir gerçekliktir. Kadın örgütümüz, var olan potansiyeli bir türlü açığa çıkartamamakta, açığa çıkarılan potansiyeli de yeterince örgütleyememektedir. Avrupa kadın hareketi ne kadrosal olarak nicelik anlamda büyümekte ne de tüm çabasına rağmen sürece cevap olabilmektedir. Tekrara, büyümemeye ve daha ileri düzeyde bir nitelik kazanmamaya neden olan yetersizlikleri görüp, bunlardan mutlaka kurtulmak gerekmektedir. Kadın özgürlük ideolojisi, örgütsel karşılığını bulmak durumundadır. Genelde ideolojik mücadele, özelde doğru temelde cins mücadelesi sadece kadının sorunu olmamakla birlikte, kadın hareketinin bu konudaki öncü olma misyonu da tartışmasızdır. Genel hareketle koordineli ve ortaklaşa bir çalışma tarzını sergilemek, tüm gücümüzü ve olanaklarımızı merkezleştirerek harekete geçirmek kesinlikle kadın hareketinin özgünlüğüyle çelişmemektedir. Kadın hareketi rahatlıkla hem özgünlüğünü koruyabilir, daha iradi ve inisiyatifli çalışabilir hem de genel hareketle daha çok ortaklaşarak rolünü oynayabilir. Kuşkusuz genel hareketin de bu perspektifle hareket etmesi hem bir doğru hem de bir zorunluluktur. Özetle; içinde olduğumuz süreç kadın hareketinin her zamankinden daha fazla rolünü oynaması gereken bir süreç olmaktadır. Yoksa genel olarak ciddi bir biçimde zorlanacağımız ortadadır. Bu bilinç ve sorumlulukla kadın hareketinin de hamlesel bir çıkış gerçekleştireceğine inanıyoruz.
Halk meclisleri örgütlendirilmeli
Özgür toplum alanının halen yeterli örgütlülük düzeyinden uzak bir pratik sahibi olduğu kesindir. Oysa halkımızın, en yaygın ve en geniş örgütlenme alanı özgür toplum alanı olmaktadır. Burada özellikle meclislerin önemi ortaya çıkmaktadır. Halkımızın olduğu her yerde örgütlü ve özgür iradesinin ortaya çıkarılması ve halkımızın bu temelde karar ve inisiyatif sahibi olarak kendisini yönetir hale gelmesi son derece önemlidir. Hiçbir kitle topluluğumuz örgütsüz, meclissiz, komünsüz kalmamalıdır. En küçük bir topluluk bile olsa kesinlikle örgütlendirilmelidir. Halkımız artık kendisini yönetebilecek bir bilinç, kültür ve olgunluğa ulaşmıştır. Yeter ki, paradigmamız daha iyi kavratılsın, sistem oturtulsun ve öncü kadro gerçekten demokratik bir perspektifle yaklaşsın…
Halk kendisini yönetmesini bilecektir. Meclislerin demokratik bir nitelik kazanması şarttır. İhtiyaç olan her türlü komisyonlarını kurarak, kitleler içerisinde bir ağ gibi örgütlenip hem kitlelerin ihtiyaçlarına cevap verme hem de halkın kendisini yönetme durumu gelişmelidir. Halk meclislerinin örgütlü olduğu bir yerde kesinlikle bilinen çalışmada, eylemlilikte, katılımda yüksek düzeyde olacaktır. Tersi durumda kadronun koşuşturması gündeme gelir ki, kadronun da her şeye yetmeyeceği açıktır. Bu nedenle özgür toplum alanının örgütlendirilmesi gerekmektedir.
Kurumlarımız yoğun tartışma, bilinçlenme ve örgütlenme alanları olmalıdır. Heyecanı az, motivasyonu yetersiz, hedefleri belirsiz, çalışma tarzına kavuşmayan kurumlar elbette bir aşınma ve erozyon yaşayacaktır. Bu nedenle tüm kurumlarımız özgünlüklerine uygun perspektif sahibi olmalı, kısa ve orta vadeli hedeflerini belirlemeli, çalışma tarzını netleştirmeli ve gerçekten rollerini oynayabilmelidirler. İnanç örgütlerinden tutalım, şehit ailelerinin örgütlenmesine kadar hiçbir özgür toplum alanı boşlukta kalmamalı, kendiliğindenciliğe düşmemeli, disiplinsiz ve denetimsiz olmamalı, kuruluş amaçlarına uygun, hedeflerini başarıyla gerçekleştirmelidirler.
Kürdistan diplomasisinin önü açılmıştır. Hegemonik dünya gerçekliği her ne kadar özel konseptlerle üzerimize gelip, hareketimizi kuşatma, boğma ve tasfiyeyi amaçlasalar da, yeni olanak ve fırsatların da o ölçüde ortaya çıktığı ve arttığı kesindir. Özgürlük hareketinin etkileme gücü, halkımızın ayakta oluşu ve genel olarak kesintisiz bir biçimde sürmekte olan mücadele, diplomasimize büyük olanaklar sunmaktadır. Son açlık grevi eylemliliklerinde bile bu görülmüştür. Ulaşabileceğimiz, ilişki ve dostluk geliştirebileceğimiz birçok kişi, sivil toplum örgütü, şahsiyet ve kesimler vardır. Yönümüzü ağırlıklı olarak bunlara çevirmek ve belli bir perspektifle, doğru bir planlama temelinde gerçekten sonuç alıcı bir çalışma tarzıyla yüklenmek en çok bugün gereklidir. Küçük şeyler asla tatmin edici olmamalıdır. Zira Kürdistan sorunu büyük bir sorun, mücadelemizin etkileri de büyüktür. Her zaman büyük kazanmayı önümüze koymalı ve mutlaka bunun tarzına ulaşarak, görmediğimiz, mücadelenin hizmetine sunmadığımız hiçbir ilişki ve imkan olmamalıdır. Önceliklerine ve önemine göre, kimden ne kadar istifade edip, mücadelenin hizmetine sokacaksak, onu yapmalıyız. Gece-gündüz yoğunlaşıp, hangi zamana hangi başarıları sığdırabiliriz diye kafa yormalıyız.
Tekrarlamaya gerek yok ki, Avrupa sahamız rolünü en iyi oynayabileceği bir düzey yakalamıştır. Örgüt ve kadrolarımız var olan durumu büyük bir avantaj olarak görüp, hamlesel düzeyde sürece yüklenirlerse tarihi rolünü yerine getirmiş olacaktır.
Mücadelemizin tüm merkez sahaları kesin zafer ruhuyla sürece yüklenip, sonuç aldıkları kadar Önderliğimizin özgürlüğüyle birlikte, halkımız özgürlüğüne kavuşacak ve Kürdistan halkı tarihinde belki de ilk kez hak ettiği onurlu statüsünü ve hukukunu kazanacaktır.