Önder Abdullah Öcalan kendisiyle görüşen heyet aracılığıyla 27 Şubat günü tarihi bir açıklama yaptı. ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ başlıklı bir sayfalık açıklama son derece derin bir içeriğe sahipti. Söz konusu çağrının yapılacağı ve içeriğine dair daha öncesinden yürütülen bir tartışma da mevcuttu. 27 Şubat akşamüzeri yapılan açıklama tüm bu tartışmalara yeni bir yön vererek Türkiye içinde ve dışında büyük bir yankıya yol açtı. Bir sayfalık bu tarihi çağrı için birçok çevre ‘Asrın Çağrısı’ tanımını kullandı. PKK Yürütme Komitesi çağrı üzerine yaptığı açıklamada söz konusu ‘Barış ve Demokratik Çağrısı’ başlıklı metni ‘Çağın Manifestosu’ olarak tanımladı. Çağrının içeriğine ilişkin çok yönlü tartışmalar yürütüldüğü gibi, dünyanın her tarafını da etkileyen bir çağrı olmayı gerçekleştirdi. Özellikle kadın ve gençlik hareketleri, sol-sosyalist devrimci demokratik güçler, toplumsal hareketler çağrıya ilişkin geniş açıklama ve değerlendirmeler yapıp tutumlar geliştirirken, ABD’den Çin’e kadar var olan devletler de çağrıya dair olumlu tutum açıklamaktan kendilerini alamadılar. Başta Kürt ve Türk basını olmak üzere dünyadaki tüm basın çevreleri de değişik düzeylerde çağrıyı değerlendirme ve tartışma konusu yaparak kendi manşetlerine kadar taşıdılar.
Çağrı üzerinden mevcut haliyle üç haftalık bir zaman süreci geçmiş bulunuyor. Bu geçen süre içerisinde en çok tartışılan konuların başında Önder Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat günü yaptığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ başlıklı açıklama geliyor. Söz konusu çağrı hala tartışma gündemlerinin başında yer almayı sürdürüyor. Bu geçen üç haftalık süreç içerisinde en önemli gelişme kuşkusuz çağrıdan iki gün sonra yani 1 Mart günü PKK Yürütme Komitesi’nin Önder Apo’nun gerçekleştirdiği Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na verdiği cevabi açıklama oldu. PKK Yürütme Komitesi Önder Apo’nun çağrısının içeriğine tümden katıldığını, gereklerini yerine getirmek için elinden geleni yapacağını, çağrının gereklerine uyup uygulayacağını deklere ederek 1 Mart tarihinden geçerli olmak üzere çağrının içeriğinin pratikleştirilmesinin önünü açmak amacıyla tek yanlı ateşkes ilan ettiğini de kamuoyuna duyurdu. PKK Yürütme Komitesi’nin Önder Apo’nun çağrısına bu düzeyde sahip çıkıp erkenden cevap vermesi hem Önderlik çağrısını güçlendirdi hem de Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerindeki tartışmaları çok daha yoğunlaştırdı. Hemen herkes Önder Apo’nun tarihi çağrısı üzerine görüş belirtiği gibi, PKK Yürütme Komitesi’nin açıklamasına ve ateşkes ilanına dair de çeşitli biçimlerde görüşler belirtiler. PKK açıklamasının Önder Apo’nun çağrısını destekleyici ve tamamlayıcı nitelikte olduğunu belirtiler. Ateşkes için de pratiğin önünü açıcı olarak değerlendirdiler. Elbette Önder Apo’nun çağrısı üzerinde olduğu gibi, PKK açıklaması üzerinde de en çok tartışılan husus Önder Apo’nun silahlı mücadeleyi durdurma, silahı bırakma ve PKK’yi feshetme kararı almak üzere kongre toplama çağrısını PKK’ye dönük yapmış olmasıydı. PKK 1 Mart tarihli cevabi açıklamasında, kongreyi toplamaya hazır olduğunu fakat PKK’nin feshi, silahlı mücadelenin durdurulması ve silahın bırakılması gibi kararların ancak Önder Apo’nun doğrudan yönlendirmesi ve yönetmesiyle mümkün olabileceğini, Önder Apo dışında hiçbir gücün böyle bir karar almayı gerçekleştiremeyeceğini, ifade etmişti. Çağrı ve PKK açıklaması üzerine tartışmalar giderek bu eksen üzerinde yoğunlaştı. Özellikle Türkiye cephesi tartışmaları daha çok PKK’nin tasfiyesi ve silahın bırakılması gibi hususlar üzerinde çok bilinçli ve amaçlı olarak yoğunlaştırdı. Çağrının içerdiği demokratikleşme, Kürt sorununun demokratikleşme temelinde özgürce çözümü, şimdiye kadar bu sorunun nasıl ortaya çıkartılıp neden çözülememiş olması gibi hususları bir yana itip görmezden gelerek tartışmalar giderek PKK’nin tasfiyesi ve silah bırakmayı sağlatacak kongreyi derhal yapılıp PKK’nin ortadan kalkması üzerinde yoğunlaştırdılar. Tabi PKK tarafı ise buna dönük çeşitli değerlendirme, açıklama ve çağrılarda bulundu. Nitekim 15 Mart günü geçen on beş günlük süreci değerlendirmek üzere PKK Yürütme Komitesi yaptığı yazılı açıklamada, söz söylenip pratik adım atılmadığı uyarısında bulunarak, söz konusu yetersiz ve saptırıcı yaklaşımlara karşı eleştiri ve uyarıda bulundu. Herkesi süreci doğru değerlendirmeye ve üzerine düşen görevlerin gereğini pratikte yerine getirmeye bir kere daha çağırdı.
PKK adına yapılan değerlendirme ve tartışmalarda çağrının içeriği, nasıl gündeme geldiği, neyi amaçladığı, çağrının içeriğinin nasıl hayata geçirileceği gibi hususlar üzerinde geniş değerlendirmeler yapılıp Kürt kamuoyu ve demokratik çevreler aydınlatılmaya, başta AKP-MHP iktidarı olmak üzere Türkiye’nin resmi siyasi çevreleri de uygun biçimde uyarılmaya çalışıldı.
Şimdi üç haftanın sonu itibariyle gelinen durumu insan şöyle özetleyebilir: Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı başlıklı çağrısı gerçekten de dünya genelinde yankı yapan son derece güçlü, etkili, cesur bir açıklama olmuştur. Nitekim birçok çevre içeriğinin ve böyle bir çağrıyı yapmada yaşanan öz güvenin cesaretin üzerinde durmuştur. Yine çok sınırlı düzeyde karşı çıkışlar, eleştiriler söz konusu olmuşsa da genel tablo hem dünya geneli açısından hem de Türkiye içinde olumlu denilebilecek bir içeriğe sahip olmuştu. Yani sözde olumlu karşılama, katılınacağını, elinden geleceğini söyleyen ve başarı dileyen temennilerde bulunma gerçekleşmiştir. Fakat geçen üç haftanın sonucu itibariyle Önder Apo’nun çağrısı ve PKK’nin buna verdiği olumlu cevap dışında söz konusu alanda atılmış herhangi başka bir pratik adım olmamıştır. Halbuki Önder Apo’nun söz konusu çağrısı ardından Türkiye devleti ve iktidarının da inisiyatif kullanma temelinde uygun pratik adımları atacağı yönünde beklentiler vardı. Çünkü böyle bir süreç ilk tartışma gündemine geldiğinde Önder Apo Kürt sorunu etrafındaki şiddet ve çatışma durumunu hukuki ve siyasi zemine taşıma doğrultusunda teorik ve pratik güce sahip olduğunu, koşulları yaratılırsa bunu yapabileceğini açıklamış ve kamuoyuna deklere etmişti. 27 Şubat tarihli açıklamasına ek olarak da bütün bunların hayata geçmesi için gerekli hukuki ve siyasi çerçevenin oluşturulması gereğine dikkat çekmişti. Yani Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı başlıklı tarihi açıklamada öngörülen hedeflerin gerçekleştirebilmesi için uygun siyasi ve hukuki zeminin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve mevcut iktidarı tarafından yaratılması gerekiyordu. Bunun için Meclis’in harekete geçmesi, komisyon oluşturmaktan umut hakkını içeren yasalar çıkarmaya kadar pratik girişimlerde bulunması yanında iktidarın Önder Apo’nun fiziken özgür yaşar ve çalışabilir koşullara kavuşturulması gerekli görülüyordu. Ancak çağrının içerdiği hedefleri pratikte Önder Apo’nun gerçekleştirebileceğine PKK de dikkat çekmiş, bunun önünü açmak için ateşkes ilan etmiş hem Önder Apo’nun mektubuna verdiği cevapta hem de 27 Şubat tarihli çağrıya cevaben yaptığı 1 Mart tarihli açıklamasında bu gerçekliği açık ve somut bir biçimde belirtmişti. Tek yanlı ateşkes ilan ederek karşı taraftan Önder Apo’nun fiziken özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulmasını beklediğini ifade etmiş ve kamuoyuna duyurmuştu. Ancak DEM Parti’nin çeşitli heyetlerle, parti yönetimleriyle görüşmeleri basın üzerindeki çeşitli tartışma ve açıklamaların ötesinde ne iktidar çevrelerinin fiili yönetimi dahilinde ne de Meclis dahilinde herhangi bir pratik adım şimdiye kadar atılmadı. Dahası üç hafta geçmiş olmasına rağmen Önder Apo ile 27 Şubat tarihli görüşmeden sonra herhangi bir görüşme de yaptırılmadı. İmralı’ya gidiş geliş olmadı. İmralı mutlak rehine sisteminin işleyişinde dıştan göründüğü çerçevede herhangi bir değişiklik gerçekleşmedi. İmralı içinde durumun ne olduğuna dair ise herhangi bir ilişki ve irtibat olmadığından dolayı ne olduğunu hiç kimse bilemedi. Bu bakımdan da iktidar çevrelerinin söz konusu çağrının içeriği çerçevesinde çok hazırlıklı olmadığı, zihniyet ve siyaset bakımından çağrının gereklerini pratikte yerine getirecek bir paradigma değişimini gerçekleştirmediği, sözde bazı iyi niyetli sözler söylense de pratiğin buna göre yapılmadığı, dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bu temelde Kürt sorununun çözümü konusunda AKP-MHP iktidarının gerçek anlamda yeni bir anlayışa ve siyasete sahip olmadığı konusunda kamuoyunda derin bir kuşku oluşmaya başladı. Mevcut haliyle bu durum tartışılıyor. AKP çevrelerinin hile ve oyun peşinde olup olmadığı hususu yoğun bir biçimde birçok çevre tarafından gündeme getirilip sorgulanıyor, çünkü AKP’nin bu konudaki sicili bozuktur. Geçen süreçlerde 2005’te, 2009’da, 2013-14’te böyle süreçler gündeme getirmiş olmasına rağmen hepsini kendi iktidarını güçlendirmek için bir hile ve oyun olarak kullanmış, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda kalıcı gerçekçi herhangi bir adım atmamıştır. Hep Kürt tarafını aldatma, oyuna getirme, bundan yararlanarak kendi yaşadığı zorlukları aşacak bir fırsat, imkan ve zemini kendisine yaratma gibi pragmatist, kolaycı, çıkarcı bir yaklaşımı bu konuda sürdürmüştür. Bu bakımdan AKP’nin sicili bozuktur. Zaten Önder Apo’nun ilk çağrısı olduğunda da Kürt halkından tutalım birçok çevreye kadar böyle bir kaygı durumu yüksek sesle dillendirilmiştir. Çünkü sicili bozuk olan AKP başta Kürtler olmak üzere demokratik çevrelerde gerçekten ciddi bir güven bunalımı yaratmış durumdadır. Bunun Kürt tarafının sürece sahip çıkan Önder Apo’nun çağrısını sahiplenerek aktif pratikleştirme yönünde gayretli tutumu ve çabaları bu kaygıları kısa bir süre giderici etki yapmışsa da tüm bu çabaların iktidar tarafında herhangi bir pratik karşılık bulmaması bu çabaların etkisini de giderek azaltmaya başlamış, yeniden AKP’nin hile ve oyun yaptığı yönünde derin bir kaygı, kuşku, Kürt toplumunda başka kadınlar ve gençler olmak üzere etkili Kürt çevrelerinde ve Kürt dostlarında, çeşitli devrimci, demokratik çevrelerde daha fazla oluşmaya başlamıştır. Elbette henüz her şey netleşmiş değildir. Çözümüyle uğraşılan sorun öyle bir anda kolayca çözümlenecek bir sorun değildir. Çeşitli biçimlerde zorluklar içerdiğini herkes bilmektedir ki, bu da çözüm için zorlu bir çabayı, sabırla yürütülen bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bu nedenle sonuca dair henüz net bir şey ifade etmek mümkün değildir. Sabırla herkes gelişmelerin nasıl olacağını takip etmekte, anlamaya ve kendi anlayışı doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadır. Sürecin gelişimi birçok yöne dönük açıktır. Bu bakımdan net bir şey söylenemez. Ancak Önder Apo’nun da dikkat çektiği gibi ilk haftadan itibaren karşılıklı pratik adımlar atılarak hızla yürütülmesi gereken bir süreç olarak tartışılmış olmasına ve Kürt tarafının üzerine düşen adımları hızlı bir biçimde atmış bulunmasına rağmen Türkiye devleti ve AKP iktidarı cephesinde herhangi bir pratik adım atılmamış olması, sürecin devlet ve iktidar tarafından bir hile ve oyun olarak yürütülmek istendiği izlenimini herkeste ortaya çıkarmıştır. Kendisi pratik adım atmamışken ve herkes kendisinden Önder Apo’nun çağrıda ifade ettiği PKK dair kararlar aldırtabilmesi için fiziken özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulması İmralı sistemin bu temelde değiştirilmesi adımları beklenirken, bunları atmadığı gibi AKP-MHP iktidarının bir de PKK’den kendi başına her türlü kararı almasını beklemesi, istemesi, askeri saldırılarla, psikolojik baskıyla PKK ve Kürt tarafı üzerinde bunaltıcı etki kurmaya çalışması, sürecin gidişatına dair karamsar düşünceleri daha çok derinleştirmiş ve körüklemiştir. Mevcut haliyle AKP iktidarı yapması gerekeni yapmamıştır. İki hafta geçmiş olmasına rağmen herhangi pratik adım atmamıştır, ilk haftada yapması gerekenleri ikinci ve üçüncü haftada yerine getirmemiştir. Bu da AKP’nin kendi çıkarı doğrultusunda sürece yaklaştığı kuşkusunu ve endişesini arttırmıştır. AKP’nin yeni bir hile ve oyun peşinde olduğu değerlendirmelerini daha fazla yapılır hale getirmiştir.
Bundan sonrasının ne olacağına dair net bir şey söylenmese de üçüncü hafta sonunda bu duruma gelinmiş olması süreç açısından olumsuz bir gidişattır. Başlangıçta o büyük heyecan, coşku, beklenti giderek kırılma durumunu yaşar noktaya doğru gitmektedir. Kuşkusuz net olarak şu an bir şey denilemez, her yönlü gelişme de olabilir. Bunu yakın gelecek gösterecektir. Yakın gelecek içerisinde tarafların yürüteceği mücadele sürecin gidişatını belirleyecektir. Biz burada böyle bir ön açıklama çerçevesinde böyle bir çağrının nasıl gündeme geldiği, neler amaçladığı ve nasıl hayata geçirileceği konuları üzerinde belli değerlendirmeler yapmak ve okuyucuyu bilgilendirici açıklamalar da bulunmak istiyoruz.
Çağrı nasıl gündeme geldi
Kuşkusuz Önder Apo’nun 27 Şubat günü yapılan açıklamasında ifade edilen Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı doğru ve yeterli anlayabilmek için her şeyden önce böyle bir çağrının nasıl gündeme geldiğini, böyle bir çağrının yapılmasına nasıl ulaşıldığını iyi bilmek gerekiyor. Zira böyle bir çağrı sürecine bir anda ve kolaylıkla ulaşılmadı. Dahası Önder Apo üzerinde dört yıl gibi uzun bir süre mutlak tecrit uygulandı. Önder Apo’nun yaşamına dair bile hiçbir bilginin alınamadığı bir ortamda ve bir anda böyle bir çağrıyla Önder Apo’nun kamuoyu önüne çıkması elbette ki buna yol açan etkenlerin iyi bilinmesini gerektirir. Öyle bir anda olmadığı gibi normal koşullarda yapılmış bir açıklama, ifade edilmiş bir çağrı değildir. Uzun bir süre çok yönlü derin ve şiddetli bir mücadelenin sonucunda böyle bir çağrının gündeme gelmiş olduğunu herkesin en başta iyi bilmesi gerekir. Bu nedenle çağrının içeriğini doğru anlayabilmek ve çağrının üzerimize yüklediği görev ve sorumluluklarının gereğini pratikte doğru ve başarılı yerine getirebilmek için her şeyden önce böyle bir çağırıyı yerine getiren nedenleri ve etkenleri iyi bilince çıkarmamız zorunludur.
Konuya bu çerçevede yaklaştığımızda ifade edeceğimiz birinci etkenin böyle bir çağrıya gerilla öncülüğünde Kürt halk direnişinin büyük cesaret ve fedakarlıkla yürütülerek yenilmezliğinin kanıtlanması sonucunda ulaşıldığının altını çizmemiz gerekir. Bu çağrı bazıları istediği için ya da bir anda birilerinin aklına geldiği için yapılmamıştır. Tam tersine ölüm-kalım çizgisinde yürütülen on yıllık büyük bir mücadelenin sonucunda böyle bir çağrı ortaya çıkmıştır. Bu on yıllık mücadeleyi geriye dönüp gözden geçirmek, nasıl geliştiğine, nasıl yürütüldüğüne, hangi bedellerle gerçekleştirildiğine bakmak doğru ve anlamlı olur. Nitekim 24 Temmuz 2015 günü AKP iktidarının yetmişten fazla uçakla PKK’yi İmha ve tasfiye etmek hedefli ‘Çöktürme Eylem Planı’ doğrultusunda büyük bir saldırı başlattığını bilmemiz gerekiyor. Bu saldırı son derece planlı, hazırlıklı, örgütlü bir saldırıydı. Nitekim ABD ve NATO çevrelerinden tutalım Rusya, Çin, İran’a kadar dünyanın bütün iktidar ve devlet güçlerinden destek alan bir saldırıydı. Yine işte AKP’nin gücü yetmeyince yanına MHP monte edildi ve söz konusu saldırı yıllarca AKP-MHP saldırısı olarak sürdürüldü. AKP-MHP’nin gücü yetmeyince daha sonra KDP de bu saldırı gücüne eklendi. O da yetmeyince 2024 yılında Irak devleti de doğrudan PKK’yi imha ve tasfiye amaçlı bu saldırıya dahil edildi. Dünyanın bütün iktidarcı ve devletçi güçlerinin desteğini alarak ve Türkiye’nin bütün imkanları seferber edilerek her türlü aracı ve imkanı kullanarak hiç bir hukuki ve ahlaki kural tanımayan bir temelde yürütülen bu saldırı ile sonuç alınamaması, PKK gerillasının ezilememesi, PKK’nin yenilgiye uğratılıp tasfiye edilememesi, Kürt halkı direnişinin kırılamaması sonucunda böyle bir çağrı gündeme gelmiştir. Nitekim bu söz konusu saldırının en amansızı en azgını İmralı sistemi içerisinde Önder Apo’ya dönük tecrit, işkence, soykırım saldırıları biçiminde yürütülmüştür. Yıllarca Önder Apo ile aile ve avukat görüşmesi de dahil herhangi bir görüşme yaptırılmayarak adeta hiçbir ilişki kurdurtulmadan, yaşamına dair en küçük bir bilginin bile dışarı çıkmasına izin verilmeden, dışarıdan bilgi alınmasına fırsat verilmeden İmralı’da sürdürülen bir saldırı olarak da yaşanmıştır. Bunu PKK faşist sömürgeci-soykırımcı ve topyekûn imha ve tasfiye saldırısı olarak tanımladı. Bu tanımlama doğru ve gerçek durumu ifade eden bir tanımlamaydı.
Peki saldırının amacı neydi? Gerillayı ezmek, PKK’yi imha ve tasfiye etmek, böylece Kürt halk direnişini kırarak Kürt soykırımını sonuca götürmekti. Bunun için her araç kullanıldı. Türkiye’nin bütün iç ve dış imkanları seferber edildi. Hiçbir hukuki ve ahlaki kural tanınmadı. Her yol yöntem böyle bir saldırıyı başarmada mübah görüldü ve hızla sonuç alınmak istendi. Nitekim bir yılda sonuç almayı umut ettiler. Bu olmadı ikinci yılda, üçüncü yılda sonuç almak istediler.
ABD ve NATO çevreleri TC’yi böyle bir saldırıya yöneltirken belli bir süre dahilinde bunun gerçekleştirilmesini istemişlerdi. Türkiye devleti de bu fırsatı değerlendirerek en azgın faşist sömürgeci-soykırımcı şiddet uygulayarak, terör uygulayarak, katliamlar yaparak, taktik nükleer ve kimyasal silaha kadar her türlü yasaklanmış silahları kullanma temelinde gerillaya, PKK’ye, Kürt halkına saldırı yürüttüler. Bir yıl oldu başaramadılar planları boşa çıktı. İkinci, üçüncü, beşinci yılı planladılar süreç onuncu yıla kadar uzadı. Artık PKK’ye ve Kürtlere böyle bir soykırımcı saldırı yapmasına izin ve destek veren sistem dahi TC’nin böyle bir saldırı yürütmesini kaldıramaz hale geldi. Kaldı ki bütün iç ve dış imkanlarını böyle bir imha savaşına seferber eden AKP yönetimi içeride en ağır siyasi ekonomik, sosyal krizlerle, bunalımla, kaosla karşı karşıya geldi. Kürdü düşman gören, yok sayıp ve yok etmek isteyen rejim zihniyet ve siyaset olarak çökme noktasına geldi. Bütün bu saldırılara karşı en başta Önder Apo İmralı’da gerçekten de insan üstü bir direniş gösterdi. Bütün psikolojik baskıları boşa çıkardı. Direniş mevziisinde bir milim bile sarsılmadan sonuna kadar bu direnişte kararlı ve ısrarlı bir duruş gösterdi. Önder Apo’nun bu duruşunu gerilla, PKK, dört parça Kürdistan ve yurt dışındaki Kürt halkı gençleri ve kadınları örnek aldı. Buna göre örgütlendiler, güçlerini ve imkanlarını seferber ettiler, büyük bir cesaret ve fedakarlık geliştirdiler. Tam da Apocu çizgide bir fedaileşme yaşadılar ve bedeli ne olursa dolsun ödeyerek her gün gerektiğinde onlarca şehit vererek bu saldırılar karşısında varlık ve özgürlük direnişini yürüttüler. Ağır bedeller ödediler. Yerlerinden yurtlarından oldular. İmkanlarını kaybettiler. Zindanlara düştüler. En değerli evlatları şehit düştü ama hepsini göğüslediler. Saldırı ne kadar uzadıysa direnişi o kadar uzattılar. Saldırı ne kadar vahşi ve amansız olduysa direnişi o kadar canlı, görkemli, bilinçli ve örgütlü hale getirdiler.
Sonuçta onuncu yıla girildi. Çöktürme Eylem Planı temelinde gerillayı ezip PKK’yi imha ve tasfiye etmek isteyen plan ve konsept başarısızlığa uğradı ve sonuç alamadı. Tersine bunu yürüten AKP iktidarı TC devleti derin krizler içerisinde çöküş noktasına geldi. Artık daha fazla söz konusu saldırıları yürütecek güç ve imkan bulamaz duruma düştü, başarısız kaldı, sonuç alamadı. İşte söz konusu çağrının gündeme gelmesinin çok önemli bir nedeni PKK’yi imha ve tasfiye etmek için Çöktürme Eylem Planı temelinde topyekun faşist özel savaş saldırısını imha ve tasfiye düzeyinde AKP iktidarının planlarını boşa çıkarılması, saldırılarının kırılması, başarısız kalması oldu. Öncelikle bu gerçeği bilmek bunun altını çizmek gerekiyor.
Bununla birlikte ikinci temel etken olarak, 1990 başından itibaren Körfez Savaşı ile birlikte Ortadoğu’da gelişen ve giderek derinleşerek yayılan 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’daki gelişme düzeyini ve Türkiye’yi daha yakından etkiler hale gelme durumunu değerlendirmek gerekiyor. Evet bölgenin her alanındaki savaş durumu şu ya da bu düzeyde Türkiye’yi etkiledi. Ama bu durum özellikle 7 Ekim 2023 Gazze savaşı ile birlikte gelişen yeni süreçte Türkiye 3. Dünya Savaşı’ndan çok daha derinden ve yakından etkilenir hale geldi. Savaş geldi Türkiye’nin kapısına, sınırına dayandı. Akdeniz’de Kıbrıs’a dayandı. Suriye’den, Irak’tan Kuzey Kürdistan sınırına dayandı. Türkiye’yi doğrudan etkiler hale geldi. Gazze’de Hamas’ın ağır bir yenilgi yaşaması İhvânü’l-Müslimînci olan AKP iktidarını derinden sarstı. Önce Mısır’da Mursi yönetiminin yenilgisi İhvânü’l-Müslimîncı Tayyip Erdoğan yönetimini ciddi biçimde sarsmıştı. Yine Tunus’ta Kuzey Afrika’nın çeşitli ülkelerinde İhvânü’l-Müslimînci yönetimlerin başarısız kalmaları AKP’yi sarstı. Suriye’de Özgür Suriye Ordusu adıyla örgütlenen İhvânü’l-Müslimînci hareketin başarısızlığı, yenilgisi Tayyip Erdoğan yönetimini ciddi biçimde sarsmıştır.
Müslüman Kardeşler hareketinin son kalesi olan Hamas’ın da İsrail saldırıları karşısında yenilgi yaşaması AKP iktidarını derinden sarsan oldu. Bunu azaltabilmek için AKP yönetimi İsrail-İran savaşını kışkırtmaya çalıştı. Bunu da en çok Lübnan Hizbullah’ı üzerinden İsrail-Hizbullah arasında çatışma geliştirerek yapmak istedi. Hizbullah-İsrail çatışmasını geliştirebilmek için her türlü tahrikte bulundu. Umut ediyordu ki Hizbullah ile İsrail savaşa girerse bu da İsrail-İran savaşına dönüşür, İran-İsrail savaşı uzayıp gideceğine ve erken sonuca varmayacağına göre savaşın Türkiye’yi etkileme boyutu azalabileceği gibi bir de savaşan taraflar zorlandıkça Türkiye’ye muhtaç olacaklar, Türkiye bundan yararlanacaktı. Amaç ve hesapları böyleydi. Bu amaç ve hesap temelinde Hizbullah-İsrail savaşını tahrik ettiler, kışkırttılar. Fakat İsrail’in, hazırlıklarına dayanarak Lübnan Hizbullah’ına kısa sürede ağır darbeler vuran saldırısıyla karşılaşınca, Türkiye o zaman panik içerisine girdi. Ağır darbe alan, yenilgi yaşayan Hizbullah’ın durumunda gördü ki ortada bir İran-İsrail savaşı gelişmiyor tersine Lübnan’daki savaş Hizbullah’ın ağır darbe yemesi Suriye’deki Baas yönetiminin temellerini de ciddi biçimde sarsıyor ve zayıflatıyor böylece savaşı getirip Türkiye’nin kapısına dayatmış oluyor. -Ki bu savaşın altında Hindistan’dan gelip Basra Körfezi’nden İsrail’e, oradan Doğu Akdeniz’den Kıbrıs üzeri Yunanistan’a giden ABD önceliğindeki yeni enerji yolu projesinin gerçekleştirilmesi de var. Söz konusu savaş biraz da bu enerji yolunun önündeki engellerin temizlenmesi temelinde yürütülüyor. Böyle bir enerji yolu projesinin dışında kalan, dolayısıyla bölgeden tecrit edilen güç Türkiye oluyor. Önünde en temel bir engel Türkiye ve mutlaka Türkiye ile de çatışmaya girilecek.
Diğer yandan böyle bir enerji yolu etrafında Arap-İsrail uzlaşmasına dayalı olarak 1923’ün Lozan Anlaşması gibi gerçekleştirilen yeni İbrahimi Anlaşma etrafında yeni bir Ortadoğu sistemi şekillendiriliyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkartılan ulus-devlet statükosu parçalanıyor. Onun yerine ulus üstü küresel tekelci sermayenin her türlü sömürüyü rahatça yapabildiği yeni bir Ortadoğu sistemi Arap-İsrail uzlaşması temelinde ve İsrail’in bölgesel hegemonyası altında yeniden şekillendiriliyor -ki Türkiye ve İran hegemonyasındaki Ortadoğu statükosu aşılıyor. Yeni hegemon güç olarak İsrail ortaya çıkıyor ve Türkiye de İsrail hegemonyasına bağlanmak, ona teslim olmak, boyun eğmek zorunda kalıyor.
Bütün bunlar PKK’yi imha ve tasfiye etme saldırılarından sonuç alamayan AKP-MHP iktidarının temellerini sarsan ve korkutan bir gelişme oldu. Bir yanıyla Kürt direnişini kıramamanın yarattığı çöküntüyü yaşarken, diğer yandan İsrail hegemonyasındaki Ortadoğu savaşının gelip kapıya dayanmasıyla karşılaşınca devleti yürüten güçler büyük bir korku ve panik içine düştüler. Savaşın kendilerini de içine alacağını ve Türkiye’yi 3. Dünya Savaşı’nın amaçları doğrultusunda yeniden şekillendireceğini görerek derin bir korku ve panikle beka sorununu gündeme getirip çare aradılar. İşte bu panik AKP-MHP iktidarını yeni bir arayışa itti. Daha sonra açığa çıktı ki, Tayyip Erdoğan buradan çıkış yapabilmek için Kürt direnişini zayıflatıcı, oyalayıcı yeni bir girişime ihtiyaç duymuş. Böyle bir süreç başlatmasını iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli’den istemiştir. Nitekim 1 Ekim de Meclis’in açılış gününde Devlet Bahçeli DEM heyetine giderek el sıkıştı. Ardından grup toplantısında Kürt-Türk kardeşliği üzerine değerlendirmeler yaparak Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu ciddi tehlikelerden söz edip iç birliğin önemini vurgulayarak, Önder Apo’nun Meclis’e gelip DEM Parti grubunda konuşmasını, açık siyaset yapar pozisyona gelmesi gerektiğini, Türkiye’nin böyle bir iç birliğe ihtiyacı olduğunu ifade etti. Herkesi biraz da şaşırtan, ne amaçla ve nasıl yapıldığını anlamaya yönelten Devlet Bahçeli’nin bu çağrısı oldu. Süreci Kürdistan’daki savaşla, 3. Dünya Savaşı’nın gelip Türkiye’ye dayanma durumunu yeterince takip edemeyen çevreler şaşkınlık yaşadılar. Bu da nereden çıktı der gibi bir duruma düştüler ama bu yaşanan savaşın farkında olan güçler elbette şaşırmadılar. Önder Apo şaşırmadı. PKK şaşırmadı. Böyle bir çağırıyı Devlet Bahçeli’nin yapmış olmasını da şaşkınla karşılamadı. Çünkü Kürt soykırım savaşını birinci dereceden yürüten güç MHP ve Devlet Bahçeli’ydi. 45-50 yıldır böyle bir saldırı konumundaydı. Dolayısıyla savaşı yapan olduğu için sonuçlarını da herkesten fazla bilendi.
Devlet Bahçeli’nin AKP ile de anlaşmalı olarak yaptığı bu çağrı üzerine 23 Ekim günü Önder Apo’nun yeğeni Ömer Öcalan İmralı’ya götürülerek dört yıl aradan sonra Önder Apo ile bir aile ziyareti görüşmesi yaptırdılar. Bu görüşme tamamen söz konusu siyasi-askeri görüşmelerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Önder Apo da bu gerçeği gördüğü, bildiği için hazırlıklı oldu ve mesajını verdi. Uygun koşulların hazırlanması temelinde Kürt sorunu etrafındaki bu çatışmalı ve şiddet durumunu hukuki ve siyasi zemine taşımak için gerekli teorik ve pratik güce sahip olduğu mesajını kamuoyuna yayınladı. Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrıya bu temelde yanıt verdi. ‘Gerekli koşullar yaratılırsa sorunu çatışma ve şiddet zeminden çıkartıp hukuk ve siyaset zemine taşıyacak güce sahibim’ dedi. Gerekli koşullar da Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması oluyor. AKP iktidarı bunu bir tür kabul eder görünerek bu sefer DEM Parti’nin İmralı heyetini yeniden devreye koydu.
Nitekim 28 Aralık’ta söz konusu heyet görüşmesi oldu. Orada Önder Apo, Ömer Öcalan ile kamuoyuna deklere ettiği hususu daha geniş olarak heyetle tartışıp kamuoyuna yeni bir açıklamada bulundu. ‘Devlet Bahçeli’nin çağrısına gereken cevabı verebilirim’ dedi ama bunun koşullarının yaratılması temelinde.
22 Ocak tarihli ikinci görüşmede artık kapsamlı bir çağrı yapacağını, çağrının içeriğinin nelerden oluşacağını heyetle tartışıp kamuoyuna değişik düzeylerde duyurdu. Çeşitli yerlere mektuplar gönderdi. Zemin hazırlamaya çalıştı. PKK’ye, başka alanlara da mektuplar gönderdi. Şubat’ın ilk haftasında PKK söz konusu mektuba cevap verdi. Önder Apo’nun alacağı her türlü kararın arkasında olacağını duyurdu ama savaşın yönetimini üstlenip yaptığı gibi barışın yönetimini de üstlenip yapamayacağını ancak onu Önder Apo’nun bizzat yapabileceğini mektubuyla Önder Apo’ya iletti. Dolayısıyla mektubu götüren devlet de PKK yönetiminin görüşlerinin neler olduğunu öğrenmiş oldu.
Bütün bunları değerlendirerek İmralı’da yürütülen tartışmaların sonuçlarını da derleyip toparlayarak yoğun bir tartışmaya konu olan süreç ardından 27 Şubat günü beklenen açıklama geldi. 7 kişilik bir heyet Önder Apo ile görüşmeye gitti. İmralı’da bulunan 3 PKK’li militan da katıldı. Böylece Önder Apo ile birlikte 11 kişilik bir topluluk Önder Apo’nun ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ başlıklı demokratik toplum deklarasyonunu okumasına tanıklık etti. Bu çağrıyı İmralı’dan getirerek İstanbul’da, İmralı’da çekilmiş resimlerin görüntüleri altında bütün kamuoyuna Kürtçe ve Türkçe okuyarak duyurdular. Dört yıl gibi bir süre hiçbir iletişim kurma imkanı verilmeyen Önder Apo 3-4 aylık bir süreç sonunda kamuoyu önünde çekilmiş resmi altında böyle yeni bir tarihi süreç başlatacak bir çağrı yapma imkanına ulaştı. Önder Apo’nun çağrısı böyle gündeme geldi. Tamamen böyle bir siyasi-askeri mücadelenin, savaşın sonucunda ve bunların bir gereği olarak ortaya çıktı. Çağrıyı ilk yapan, süreci başlatan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu. Devlet Bahçeli, Önder Apo’nun Türkiye Meclis’ine gelerek yasal legal siyaset yapmaya çağırdı. Önder Apo da buna ucuz yaklaşmadı. Kürt sorununun Türkiye demokratikleşmesi temelinde çözümünü ifade eden bir demokratikleşme programıyla böyle bir sürece dahil oldu. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı aslında Kürt sorununun Türkiye demokratikleşmesi temelinde çözümünü öngören bir çözüm programını ifade ediyor. Şimdi bu tartışılıyor. Özellikle iktidar çevreleri, Türkiye’nin bazı çevreleri bu içeriği unutmuş görünüyorlar, görmezden geliyorlar, her şeyi tek yanlı olarak PKK’nin feshedilmesi ve silahın bırakılmasına indirgiyorlar. Öyle ki PKK fesh olsun silah da bırakılsın, sorun PKK’ydi o da olmazsa herhangi bir sorunu yokmuş gibi algılıyor. Oysa savaşlar bu kadar zorladı ve çöküş sürecine geldiler. Devletin bekası gündeme geldi. Bu çöküşten devleti kurtar diye Önder Apo’nun kapısına gidildi, yalvarıldı, Kürtlere dayanılmak istendi. Tarihteki Kürt-Türk ilişkilerine, dostluğuna atıf yapıldı. Onlar hatırlanır hale geldi. Yüz yıllık soykırım unutuldu, yüz yıl boyunca Kürtlere ne yaptıklarını bir yana ittiler. Şimdi bunu da unutuyorlar. ‘Sorun, PKK sorunudur, ortadan kalkarsa hiçbir şey kalmaz’ diyorlar. Halbuki sorun PKK sorunu değildir, Kürt sorunudur. Kürt sorunu da Kürdü yok sayan ve yok etmek isteyen TC devletinin zihniyet ve siyaset sorunudur. Bu zihniyet siyaset faşisttir, sömürgecidir, soykırımcıdır. Bu değişmedikçe de hiçbir sorun çözülmez. PKK’yi bu sorun ortaya çıkarmıştır. PKK elli yıldır vardır ama Kürt sorunu denilen sorun yüz yıllık bir sorundur. Şimdi bütün bunlar unutulmaya ya da unutturulmaya, gözden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Böyle kurnazca başkalarını da aldatmaya çalışarak sorunu daraltıp PKK’yi ortadan kaldırarak Kürt soykırımı gerçekleştirilmek isteniyor. Elbette bunu hiç kimse kabul etmez. Kürtler politik bir toplumdur, yüz yıllık soykırıma karşı mücadelenin dersleriyle dolular. Elli yıldır Önder Apo’nun eğittiği bir toplumdur. Savaş içerisinde, mücadele içerisinde bilinçlendiler, örgütlendiler, politikleştiler. Kürt kadınları ve gençleri artık kolay aldatılacak, yanıltılacak bilinçsiz, örgütsüz, tecrübesiz, dünyadan habersiz topluluklar değillerdir. Bunları kandıracağını sananlar sadece ve sadece kendilerini yanıltırlar ve sonunda başkalarını kandırıp çökertir ve onun üzerinde yaşarız derken kurnaz tilkinin dört ayağıyla tuzağa düşmesi gibi bir anda bakılır ki dört ayağıyla tuzağa düşmüş, çöküşü yaşar bir duruma gelmiş olurlar. Herkes bu konuda dikkatli ve ciddi olmalıdır. Özellikle de Türkiye toplumu bu gerçeği doğru anlamalıdır. Hala soykırımda ısrarlı olan Türk egemenleri, mevcut iktidar, ırkçı milliyetçi şoven çevrelerini Türkiye toplumu uyarmalıdır. ‘Benim adıma böyle yapamazsınız, benim geleceğimi bu biçimde tehlikeye atamaz ve karartamazsınız’ diye diyerek yakasını tutmalıdır. Süreç böyle bir noktaya gelmiştir.
Asrın çağrısı neyi amaçlıyor?
Bir sayfalık ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın her paragrafı aslında bir temel ilkeyi ifade ediyor. Her bir ilkenin izahı da ancak bir kitap yazarak ifade edilecek genişliktedir. Dolayısıyla Demokratik Modernite Paradigması olarak tanımladığı yeni paradigmanın iktidar ve devlet endeksli olmayan Kadın Özgürlükçü Ekolojik Demokratik Toplum Paradigması’nın çok kısa ve özlü bir özetini bu çağrı ifade etmektedir. Çağrının dar amacı olarak Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu barış ve birliğin yaratılması denilebilir. Tabii barışı yaratabilmek için mevcut yüz yıllık Kürt savaşının ortadan kaldırılması gerekir. Birliğin yaratılabilmesi için mevcut çelişkili ve çatışmalı, parçalı durumun ortadan kaldırılması zorunludur. Yani Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu barış ve birliğe dair ancak Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ulaşılır. Bu anlamda ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın dar amacının Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi olduğu belirtilebilir. Bu anlamda Önderlik çağrısı Kürt özgürlüğünün demokratik siyaset temelindeki çözümünü ifade etmektedir. Yine Demokratik Ortadoğu Programı olmaktadır.
Bunları daha genel planda ifade ederken Önder Apo şunu söyledi: ‘Mevcut çatışma ve şiddet zeminini hukuki ve siyasi zemine taşımak’ gereğinden söz etti. Çatışma ve şiddet zemininde olan nedir? Bu konuda da iki hususa dikkat çekti. Bir; Kürt sorunu etrafında yaşanan durum. İki; sosyalizm etrafında yaşanan durum. Yani Kürt sorunu denilen sorundan kaynaklanan bir çatışma ve şiddet zemini var bu da savaşa yol açıyor. Bu temelde yüz yıllık bir çatışma ve savaş durumu yaşanıyor. Bunun şiddet ve çatışma zemininden çıkartılarak artık hukuki ve siyasi zemine taşınması gerekiyor. Yani şiddet ve çatışma sorunu çözüm güçlerini açığa çıkardı, varlık ve özgürlük koşullarını oluşturdu. Geriye çözümü çatışmasız ve şiddetsiz olarak da demokratik siyaset ve hukuk yöntemleriyle de yapabilmek mümkündür. O halde hukuk ve siyasetle yapılacak bir durum varsa elbette şiddet ve çatışmayı ortadan kaldırmak gerekiyor. Önder Apo’nun siyaset felsefesi böyledir. Baştan beri bu siyaset felsefesine göre hareket etmektedir.
Diğer yandan “sosyalizm mücadelesini de cepheden devletlere karşı durarak bir çatışma ve şiddet mücadelesi olmaktan çıkartıp içte bir demokratik siyaset ve hukuk mücadelesine dönüştürmek gerekir” diyor. Bu çerçevede hem sosyalist mücadeleyi hem de Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni şiddet ve çatışma yöntemlerinden ve ona dayalı örgütlenmelerden kurtararak demokratik siyaset, hukuk yöntemleriyle ve onu yürüten örgütlenmelerle sürdürmeyi, çözüme götürmeyi amaçlıyor diyebiliriz. Bunun için Önder Apo ‘geç kaldık’ dedi, böyle bir sürece 90’ların başında itibaren girildiğini, şimdiye kadar gerçekleştirememiş olmanın ciddi bir geç kalmayı ve ağır bir tekrarı ortaya çıkardığını ifade etti. Tekrar da gelişme yaratmıyor, gelişmeyi durduruyor, var olanı tekrarlıyor. Aslında var olanı da koruyamıyor, daha geriye düşürüyor, daha tehlikeli durumlara götürüyor.
Neden 90’ların başını başlangıç olarak ele alıyor. Çünkü onu da açıkça ifade ediyor. ‘70’li ve 80’li yıllardaki mücadeleyle Kürt varlığını ve özgürlük ihtiyacını açığa çıkardık’ diyor. ‘Kürt dilişini gerçekleştirdik’ diyor. Önder Apo bunu önce de ifade etmişti. 90’ların başında serhildanlarla birlikte ortaya çıkan gelişmeyi ‘Kürt Diriliş Devrimi’nin Gerçekleşmesi’ olarak tanımladı. Nitekim ‘Dirilişi Tamamladık Sıra Kurtuluşta’ dedi. Diriliş döneminin mücadelesi şiddet temelinde bir yöntemi gerektirdi. Çünkü Kürt inkar ediliyordu, çünkü ifade ve örgütlenme özgürlüğü yoktu, Kürt adına değil örgütlenmek bir şeyler yapmaya çalışmak Kürt olduğunu söylemek bile hapse girmeye hatta katledilmeye konu oluyordu. Devlet siyaseti bu biçimdeydi ve bu düzeyde egemendi. 70’li ve 80’li yılların o büyük ideolojik-siyasi ve gerilla mücadelesiyle bu durumlar kırıldı. Kürt varlığı açığa çıkartıldı. Nitekim 90 başında dönemin başbakanı olarak Süleyman Demirel de, ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ demek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı olarak Turgut Özal ‘Federasyonu da tartışmalıyız’ dedi. Dahası ‘yaptığın her şey yanlış değil’ diyerek Önderlikle ilişki kurmaya, demokratik siyasi mücadelenin önünü açacak arayışlara girmeye yöneldi. Böylece şiddet olmadan da demokratik siyaset yöntemleriyle Kürt Özgürlük Mücadelesini yürütme ve sonuca götürmenin koşulları oluşmuş oldu. Eğer Özgürlük Mücadelesi’nin siyasi-hukuki yollarla yürütülüp başarıya götürme koşulu varsa şiddet uygulamak doğru değildir. Önder Apo hep ‘Gereksiz yere bir damla kan akıtmak cinayettir. Eğer çok yüce amaçlar olmazsa ve çok zorunlu kalınmazsa bir damla kan bile akıtmazdık’ dedi. Nitekim PKK şiddet temelinde doğmadı. Bir teorik güç olarak, ideolojik grup olarak doğdu, bir eğitim hareketi olarak örgütlendi ve şekillendi, siyasi parti olarak kuruldu, siyaset yapmak istedi, bu temelde siyaset mücadelesi yürüttü. 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi bunların önünü kesip şiddetle her türlü demokratik siyasi mücadeleyi bastırınca geriye sadece şiddet uygulamak kaldı. Nitekim 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı da böyle bir şiddet uygulamanın zorunlu olduğu ortamda gelişti. Bunlar rolünü oynadılar, demokratik siyasetin önünü açtılar. Türkiye’de demokratik siyasetin önü 1990’larda gerilla mücadelesinin sonucu olarak açıldı. Kürt serhildanlarıyla, halk direnişleriyle demokratik siyaset var oldu. Bunlar ortaya çıkmışsa o zaman diriliş tamamlanmış sıra kurtuluşa gelmişse, kurtuluşu Kürt özgürlüğünü sağlayacak temelde Kürt sorununu çözmeyi demokratik siyasetle, hukuki mücadeleyle yapabilirdik. Önder Apo, ‘PKK’yi bu temelde değişime dönüşüme uğratmalıydık. Artık silahlı şiddetle mücadele eden ve ona göre örgütlenen bir yapıdan çıkartıp demokratik siyaset ve hukuk mücadelesi veren ve ona göre örgütlenen bir yapıya kavuşturmalıydık’ dedi.
Diğer yandan 90’ların başında Sovyetler Birliği kendi iç nedenleriyle çözüldü ve çöktü. Sovyetler Birliği’nin çöküşü sosyalizm açısından neyi ifade etti. Cepheden devletlere karşı duran bir sosyalist anlayışın aslında devletçi paradigmadan kopamayacağını, iktidar ve devlet sistemine bağlı onun bir versiyonu haline gelebileceğini, bunun da ancak şiddetle var olabileceğini ortaya koydu. Böyle bir sosyalizmin olamayacağını Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ve çöküşü ispatladı. Ortaya çıkardı ki sosyalizm böyle olmaz. Yani iktidar ve devlet sisteminin bir versiyonuna dönüşemez. Ona dönüşürse sosyalizm olmaz. O halde reel sosyalizmin çözülüşünün sosyalizm açısından çok önemli açığa çıkardığı gerçeklik, sosyalizmin iktidar ve devlet aracıyla gerçekleşmeyeceğiydi. O halde neyle gerçekleşecek? İşte paradigma değişimini Önder Apo bu soruya verdiği cevapta yaptı. ‘Demokratik yönetimle değişecek’ dedi. İktidar ve devlet paradigmasının yerine demokratik yönetim paradigmasını koydu. Bunu da ‘kadın özgürlükçü ekolojist demokratik toplum paradigması’ olarak tanımladı. Demokratik toplum, kadın özgürlükçü toplum, ekolojist toplum, ahlaki ve politik toplum olarak ifade etti. ‘Böyle bir sosyalist mücadeleyi cepheden devletlere karşı çıkıp onlarla çatışarak değil, sistemin içinden sisteme karşı mücadele temelinde yürütmek gerekir’ dedi. Bunun da temel ilkesini sistem içileşmemek, sisteme teslim olmamak ama onunla da cepheden çatışmaya girmemek olarak tanımladı. Dolayısıyla sosyalizmin de mevcut iktidar ve devlet paradigmasından, onun gerektirdiği şiddet ve çatışma zemininden çıkartılarak demokratik siyaset ve hukuki mücadele zeminine kavuşturulması gerekiyordu. Nitekim bu temelde de Önder Apo, 90’ların başından itibaren reel sosyalizmin çözülüş nedenleri üzerine yaptığı değerlendirmelerde görüşler geliştirdi. 95’teki PKK 5. Kongresi’ne paradigmasal değişimin ilk ipuçlarını sundu. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ekonomik, siyasi, askeri nedenlerle olmadığını, zihniyet nedeniyle, mücadele yol ve yöntemleriyle, amaç-araç ilişkileri nedeniyle olduğunu araştırdı ve açığa çıkardı. Paradigma değişimine de bu temelde gitti. 90’ların başı hem sosyalizm hem de Kürt sorununun çözümünde böyle bir yeni bir dönemeci ifade ediyordu. Kürt sorununun çözümü için sorun açığa çıkartılmış, demokratik siyasi çözümün temelleri asgari düzeyde yaratılmıştı. Sosyalizm açısından da reel sosyalizm çözülmüş, reel sosyalizmle gerçek sosyalizme gidilemeyeceği, gerçek sosyalizmin reel sosyalizmin mücadele ve örgüt biçimlerini esas alamayacağı durumu açığa çıkmıştı. Bunlara göre değişim ve dönüşüm gerekliydi. Nitekim Önder Apo PKK’nin değişim ve dönüşüm sürecini bu dönemden itibaren çeşitli arayışlar temelinde başlattı. Kürt sorununu çözmek isteyen bir hareket olarak, yine bunu sosyalizm önderliğinde çözmek isteyen bir hareket olarak her iki açıdan da bir yenilenme, değişim, dönüşüm, yeniden yapılanmanın yaşanması gerektiğini ortaya çıkardı.
Bu yönlü 93 Mart’ında atılan adım ilk ilan edilen ateşkes önemli bir başlangıçtı, tarihi bir adımdı. O zamana kadar pek bilinmeyen, beklenmeyen bir durumun mevcut gelişmelerin dayatması sonucu açığa çıkması ve Önder Apo tarafından cesaretle atılmasıydı. Süreci 90’ların başı itibariyle 93 ateşkesi temelinde böyle bir pratik adımla Önder Apo gerçekleştirmek istedi. Fakat engellendi ve gerçekleştiremedi. 95’te 5. Kongre de teorik temellerini ortaya koydu. İdeolojik değerlendirmelerini yaptı. Zihniyet değişimini öngördü. Fakat o zamanın değişimi ve dönüşümü reform düzeyinde kaldı, biçimsel yol ve yöntemleri aşmadı. İşin özüne, zihniyet temeline, temel mücadele ve örgüt biçimlerine kadar gidemedi. Sonuçta 98’e gelindiğinde Önder Apo ‘artık bu temelde gidemeyiz’ dedi. 98 Ağustos’unda yaptığı değerlendirmelerde durumun ‘ne zafer ne yenilgi’ durumu olduğunu, iki taraf açısından da bunun yaşandığını, bir pata durumunun var olduğunu, savaşın çözüm getirmediğini, bir tekrara yol açtığını, savaşta bu kadar ısrar ve tekrarın iki taraf açısından da yozlaşmaya yol açmakta olduğunu ve bunun iki tarafa da zarar vereceğini, tehlike içerdiğini değerlendirip bu durumu değiştirmenin gerekli olduğu sonucuna vardı ve bunda da ‘sosyalist hareket olarak bize düşüyor’ dedi. PKK’yi sorumluluk altına koydu, ‘öncü bir hareket olarak PKK sorumluluğunu yerine getirmeli’ dedi. Nitekim 1 Eylül 1998 ateşkesine bu temelde ulaştı. Aslında 6. Kongre’de hem sosyalist anlayışta hem de Kürt sorununun çözümünde temel örgüt ve mücadele biçimlerinde köklü bir değişimi ve yeniden yapılanmayı PKK bünyesinde gerçekleştirmek istedi. Bunu dayatarak Türkiye’de demokratik değişim ve dönüşümün önünü açma, Türkiye’yi demokratikleşme ve Kürt sorununun özgürlükçü çözümüne zorlamayı hedeflemekti. Burada da başarılı olunmadı. Önder Apo’nun bu çabasına da Uluslararası Komplo saldırısıyla karşılık verildiği biliniyor. Nitekim komployla mücadele, 15 Şubat 1999 komplosuna ve İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemine götürdü. Önder Apo, İmralı sistemi içerisinde yoğunlaşmalarını sürdürerek yaşanan ideolojik bunalımdan söz etti. Onu aşmak için yoğunlaşmalarını sürdürdü. Zihniyet çözümünü paradigma değişiminde buldu. İktidar ve devlet odaklı parti konumunu feshederek, ortadan kaldırarak demokratik toplum odaklı parti olmanın gereklerini ortaya koydu. PKK’de bu düzeyde bir değişim dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecini geliştirdi. Buna göre karar alındı, PKK değiştirildi, ismi de dahil önemli bir değişim dönüşüm süreci yaşandı.
Aslında önemli bir gelişme ve dönüşümün gerçekleşmesi de yaşanıyordu. Buna da içten provokatif tasfiyeci saldırılarla karşılık verdiler, dayatmada bulundular. Sonuçta 2004’de PKK’nin yeniden inşasının gündeme getirilmesi oldu. Ama bu demokratik toplum yani KCK temelinde PKK’nin yeniden inşası, demokratik ulus öncüsü olarak iktidar ve devlet paradigmasından kopmuş, demokratik toplum paradigmasını esas almış bir PKK olarak yeniden inşa öngörüldüğü gibi bir de yeniden PKK adıyla parti olmayı provokatif tasfiyeci saldırıların her türlü yıkıcı, bozguncu, parçalayıcı saldırılarına karşı bir tedbir olarak düşündü. Yani provokatif tasfiyeci saldırıları boşa çıkartmayı amaçladı. Tedbir giderek bir gerçekleşmeye dönüştü, sonraki yirmi yıla yayıldı, tasfiyecilik tasfiye oldu ama PKK varlığını o temelde sürdürdü, değişim ve dönüşümünü devam ettiremedi. Önder Apo bunu KCK’nin demokratik siyaset temelinde örgütlenmesiyle gerçekleştirmek istedi, buna da izin ve fırsat verilmedi. Özellikle 2009’daki AKP saldırılarını Önder Apo darbe niteliğindeki saldırılar olarak tanımladı. 14 Nisan 2009 siyasi soykırım saldırıları, 17 Kasım 2009 darbesi DTP’nin kapatılmasına kadar gitti. Tayyip Erdoğan yönetimi ‘sil baştan yapıyoruz’ diyerek aslında her türlü demokratikleşme eğilimlerinin önünü kapatıp siyasi mücadelenin imkanlarını yok ederek Kürdistan üzerinde, Türkiye’de tam bir faşist şiddeti gündeme getirdi. Buna karşı Önder Apo, ‘siyaset yapma imkanları kalmadı’ diyerek geri çekildi. PKK’de Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde savaşmak zorunda kaldı. Öngörülen paradigma değişimini Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’yle kendi öz gücüyle mücadele edip düşmanı darbeleyerek yapmayı hedefledi. Bunda da kısmi adımlar atabildiyse de esas olarak içinde yaşanan ağır şiddet ortamı özellikle 2015’te dayatılan Çöktürme Eylem Planı temelindeki topyekun imha ve tasfiye saldırıları, paradigma değişimi temelinde kendini yenileme ve yeniden yapılandırmayı gerçekleştirmesinin önünü aldı. Böylece PKK 35 yıldır 90 başından itibaren gündeme gelen, gerçekleştirmek için çeşitli dönemlerde kararlar alıp adımlar atmasına rağmen öngördüğü Kürt sorununun çözümünde ve sosyalizm mücadelesinde öngördüğü demokratik dönüşüm ve yeniden yapılanma adımlarını yeterince kendi bünyesinde hayata geçiremedi, önü tıkatıldı, başaramadı. Böylece eskiyi tekrarlayan durumda kaldı. Paradigmasal olarak da eski paradigmayla yeni paradigma arasında kaldı. Kendini demokratik modernite paradigmasının gereklerine göre örgütlenen, mücadele eden konuma getiremeyince, Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm mücadelesini yürüten, Türkiye’yi demokratikleştiren bir mücadele gücü haline de gelemedi. Sadece kendisini imha ve tasfiye etmek üzere AKP-MHP faşist iktidarının yönelttiği topyekun imha ve tasfiye saldırıları karşısında varlığını korumak için direnme, saldırıları kırma, boşa çıkarma, kendini ayakta tutma mücadelesi yürüttü.
Şimdi geldiğimiz noktada Kürdistan üzerindeki mücadele, yine Ortadoğu’da süren 3. Dünya Savaşı’nın geldiği nokta ve Türkiye üzerindeki etkileri Türkiye açısından yeni yaklaşımları gündeme getirince, Türkiye’nin toplumu, işçi ve emekçileri, kadın ve gençleri, sol demokratik siyasi çevreleri ihtiyaç duyduğu gibi; başta iktidar olmak üzere resmi muhalefeti de dahil Önder Apo’nun sürece müdahale etmesine ihtiyaç duyunca İmralı kapısına gidip Önder Apo’dan yardım ister hale gelince Önder Apo’da bu durumu değerlendirdi ve ‘ben size istediklerinizi veririm, gereklerini yaparım ama bunu benim bildiğim ve anladığım gibi yaparım, bunu yapabilmek için PKK açısından da öngördüklerimi yapmam gerekir, buna izin fırsat vermeniz gerekir’ dedi ve bu temelde tartışmalar yürütüldü. Önder Apo’nun çağrısı bunu içeriyor. Böyle bir dönemde dört yıl gibi bir süre en küçük bir haber alacak düzeyde ilişki kurmaya imkan vermeyen yönetim bir anda Önder Apo’nun yanına heyetlerin gidip geldiği görüşmeler yaptığı ve mektupların getirilip götürüldüğü bir süreci geliştirmek zorunda kaldı. Yeni arayışları herkesten çok Türkiye’yi yöneten iktidar gerekli gördü, ihtiyaç duydu ve gündeme getirdi. AKP-MHP iktidarı gündeme getirdi. Devlet Bahçeli bu iktidarın sözcülüğünü yaptı, zaten ideolojik öncülüğünü de yapıyor. Pratikte savaşı yürüten güçlerin MHP kadroları olduğunu da herkes biliyor. Dolayısıyla ihtiyaç duydular ve böyle bir süreci gündeme getirdiler. Önder Apo da bu durumu değerlendirerek sürecin yeni olmadığını şimdi bir tıkanmanın ortaya çıktığını ama bunun nedenlerinin 90’dan beri yaşanan fakat çözüm üretilemeyen sorunlardan kaynaklandığını, bugünün tıkanmışlığını çözebilmek için tüm bu sorunları birlikte ele alıp çözmek gerektiğini değerlendirerek bütünlüklü bir çözüm yaklaşımı ortaya koydu. Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt özgürlüğünün çözümü, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin önünün açılmasını ve gerçekleştirilmesini amaç edindi, gerekli gördü. Bu temelde hem Kürt özgürlük mücadelesini artık şiddet ve çatışma zemininden kurtarmak gerektiğini, bunun yerine demokratik siyaset ve hukuki mücadele zeminini geliştirmeli, bunun gerektirdiği örgüt ve mücadele biçimlerini gündemleştirmek ve PKK hükmünü tamamlamıştır, tarihsel rolünü oynamıştır, 90’lardan sonrası bir tekrardır, artık o PKK’yi tarihe mal ederek koşulların gerektirdiği mücadele ve örgüt biçimlerine göre bu mücadeleyi yürütecek yeni örgütlenmelerin geliştirilmesi gerektiğini değerlendirdi. Aslında Önder Apo’nun çağrısı böyle bir değişim ve dönüşümü ifade ediyor. PKK açısından da bunu ifade ediyor. PKK değiştikçe tüm Türkiye ortamını, Ortadoğu ortamını değiştirmeyi öngörüyor. Böylece özgürlük ve demokrasi mücadelesini yeni örgütlenme ve mücadele yöntemleriyle yürütürken, Türkiye’nin demokratik birliğini yaratırken bunu Demokratik Ortadoğu Birliği haline getirme, Ortadoğu’da kapitalist modernite sisteminin dayattığı İsrail hegemonyasında ulus üstü tekelci sermayenin daha azgın bir sömürü için Ortadoğu üzerinde egemenliğini güçlendirme hamlesine karşı, Ortadoğu’nun demokratikleşme hamlesi, demokratik modernite çizgisinin Kürdistan ve Türkiye üzerinden bölgesel hamleyi geliştirmeyi öngördü. Önder Apo’nun ‘Asrın Çağrısı’ denen ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ başlıklı açıklaması ve bununla gerçekleştirilmek istenenler tamamen bu çerçevededir. İçeriği ve amaçları bu çerçevede oluşuyor. Bu gerçekliği çok iyi görüp ve anlamak gerekiyor.
Burada gerçekleşen faydacı bir yaklaşım değildir. Öyle de anlaşılmamalıdır. Türk devleti AKP-MHP iktidarı gelişen savaş nedeniyle zora düştü, çıkmaza girdi, tıkanmayı yaşıyor bundan faydalanarak onlara kısmi bir ön açma temelinde bir çıkarcı yaklaşımla PKK kendisine bir şeyler almak istemiyor. Kendisini Kürt özgürlüğünün Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin bir kaynağı haline getirmek, onun bir aracı haline getirmek, her şeyini ona hasreden, ona feda eden bir güç haline getirmek istiyor. Bu düzeyde bir değişimi, dönüşümü öngörüyor, hedefliyor. Bu gerçeğin herkes tarafından doğru anlaşılması, dikkatle yaklaşılması ve doğru değerlendirilmesi gerekiyor. İçeriğine doğru yaklaşmadan, amaçlarına doğru bakmadan, kendine göre yaklaşımlar ve değerlendirmeler, basit yaklaşımlarla kötülemeye ve özünü boşaltmaya çalışmalar doğru ve anlamlı değildir. Çağrıyı zayıflatamayacağı gibi bunu yapanlara da bir şey kazandırmaz. ‘Güneş balçıkla sıvanmaz’ derler, Önderlik çağrısı o kadar yalın ve açıktır, hiçbir şey onun üzerini kapatamaz. İstenildiği kadar çarpıtılmaya çalışılsın onun özü ve içeri değiştirilemez. Böyle yapmaya çalışanlar bu ucuz ve basit tutumlardan vazgeçmeliler ve ciddi olmalılar, tutarlı yaklaşmalılar. Olguyu ve hakikati olduğu gibi ele almalılar ve ona göre kendileri daha doğru, daha iyi çözümler ortaya koyuyorlarsa o cevherlerini göstermeliler. O zaman insan ciddiye ve dikkate alır, bu temelde değerlendirme yapabilir. Fakat öyle yapmayıp da ne var olanı beğen ne de hiçbir şey önerme, böyle bir tutumun saygı uyandıracak, ciddiye alınacak, peşinden gidilecek bir yanı olamaz. O nedenle çağrının amaçlarının doğru anlaşılması, içeriğinin doğru özümsenmesi, neyi amaçladığını ve hedeflediğini özüne uygun ele alıp değerlendirmek herkes için gerekiyor. Bir defa hakikate saygı gereği böyle yaklaşmak gerekiyor. Bunu herkes dikkate almalıdır. Bu anlamda ciddi ve tutarlı yaklaşmalıdır. Öyle olursa anlamlı olur, saygı değer olur, katkı sunabilir, söz ve tutumları dikkate alınabilir. Eleştiri de yapsa insan eleştirilerini dikkate alıp ondan yararlanabilir. Böyle olmayan ucuz, saptırmacı, gerçeği kapatıcı yaklaşımların ciddiye alınacak ve değerlendirilecek hiçbir yanı olamaz.
Çağrı nasıl hayata geçer?
Önder Apo çağrıyı yapan heyete ‘bu duruma ne rehavetçi ne de karamsar yaklaşılmamalı’ diyerek uyarıyor. Gerçekten de Önder Apo’nun ortaya koyduğu ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na yaklaşım konusu önem taşıyor. Bu anlamda da iki temel hatalı yaklaşım göze çarpıyor. Birisi, genelde rehavet olarak tanımlanabilecek yaklaşımdır. İşte ‘Önder Apo bir çağrı yaptı, Kürt özgürlüğünü istiyor, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini istiyor. Bunlar hemen gerçekleşecek, Önder Apo istemişse gerçekleşmiş demektir’ biçiminde içeriğine bakmadan, çağrının içeriğinin gerçekleşmesinin nelere bağlı olduğunu değerlendirmeden hemen kolayca birçok yeni şeyi, barışı, demokrasiyi, çözümü elde etmiş gibi sanan ucuz ve kolaycı yaklaşımlar oluyor. Nasıl gerçekleştirileceğiyle çok fazla ilişkili olmadan bu yaklaşımlar ortaya çıkan sonuçlar üzerinden nasıl tasarrufta bulunacağını düşünen ve değerlendiren yaklaşım olarak da görülebilir. Elbette bu tür yaklaşımlar yanlıştır. Evet çağrı çok zengin içeriğe sahiptir, bu temelde çok iddialı hedefleri var, herkesi doğruya çekmeyi ve yaşamı özgür, güzel, iyi, doğru kılmayı hedefliyor. Hakikat değeri çok yüksek olan bir çağrıdır. Bunlar birer gerçektir. Ama henüz bir çağrıdır, teorik bir çerçevedir. Güzel bir söz, iyi bir hayal, güçlü bir düşüncedir. Fakat gerçekleşmiş, pratikleşmiş, örgüt ve eyleme dönüşmüş, maddileşmiş bir gerçeklik de değildir. Ancak böyle bir pratikleşmeye uğrarsa sonuçları ortaya çıkar, büyük anlamı görülür. Buna dönüşmezse güzel bir söz, iyi bir çağrı, güzel bir hayal, özlem, ütopya düzeyinde kalabilir. Böyle olma riski vardır. Bir yönüyle bunu gerçekten görmek lazım.
Diğer yandan karamsar bir yaklaşım da söz konusudur. Bu da bunun zıddıymış gibi ortaya çıkan bir durumu ifade ediyor. Örneğin ‘net değil, karşı taraf bize şunu vermiyor, Kürtlerin şu hakkı ne olacak, Türkiye nasıl olacak’ biçiminde biraz da iktidarcı ve devletçi mantıkla, aşırı maddiyatçı objektivist yaklaşımla olay ve olguları ele alan, bunları göremeyince de bir tür hayal kırıklığı yaşayan karamsar tutum oluyor. Böyle bir durum fazlasıyla ortaya çıktı. Çünkü öncesinden yoğunca tartışıldı. Önder Apo, ‘çözüm üretecek, yeni bir çözüm ortaya koyacak’ dendi -ki bu tam süreci anlamayan ve takip edemeyenler için herkesin her istediğini veren bir açıklama yapacak sandılar. Önder Apo genel bir çerçeve, teorik ve ideolojik bir içerik ortaya koyunca, kendi maddi çözümlerini bunun içinde göremeyen ve bulamayan yaklaşımlar anında karamsarlığa düştüler, bir şey anlamadılar. Çağrı neyi ifade ediyor, bu kadar mücadele yürütüldü, bu kadar beklentiler oldu, bunun sonuçları nerede biçiminde bir duruma düşerek karamsar tutum geliştirdiler, burukluk yaşadılar, anlam veremediler. Bir çağrıyla istedikleri her şeyin gerçekleşebileceğini sandılar. Bu da bir hayaldir, yanılgıdır, yanlıştır. Özü itibariyle rehavetten çok farklı da değildir. Bunların hepsi bir orta sınıf eğilimidir. Küçük burjuva sınıfın pratikleşmeyen, örgüt ve eyleme gelmeyen hayalci dünyasının ucuz çözüm ve zafer anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yani çok mücadele etmeden bazı şeyleri elde etmeyi umarken bunu bulamayınca karamsarlığa düşmek anlamına geliyor ki, bunun da doğru ve yaşam hakikatiyle bağlı olmadığı açıktır.
O halde Önder Apo’nun daha baştan uyarısını, herkes, hepimiz doğru anlamalı, dikkate almalı ve bu yanılgılara düşmemeliyiz. Ne çağrıyı aşırı rehavetle karşılayıp önümüze koyduğu görev ve sorumlulukları görmeden aşırı abartan bir yaklaşıma girmeliyiz ne de mücadele ederek sonuç almayı göremeyen, mücadele gücünü kendinde bulamayan karamsar kötümser bir duruma düşmeliyiz. Her ikisi de yanlıştır. O halde doğru anlamak, doğru yaklaşmak her şeyin başında geliyor. Hepimiz için herkes için geçerli olan budur.
Çağrının nasıl gündeme geldiğini ifade etmeye çalıştık. Büyük bir siyasi-askeri mücadelenin sonucu olarak gündeme geldi. Bu sonuçlar var olduğu sürece bu gündemdedir. Bu siyasi-askeri durum değişirse gündemden çıkar. O halde bu süreci iyi değerlendirmek lazım. Öyle her zaman geçerli olan bir durum değildir. Bazı etkenler nedeniyle böyle bir çağrı gündeme gelmiştir, o etkenler sürdükçe bu çağrı geçerliliğini korur. O etkenler sürdüğü müddetçe bu çağrıyı hayata geçirecek, pratikleştirecek bir yaklaşım, tutum, mücadele içinde olmak ve onu başarmak lazım. Yoksa çağrı boşa gider. Çağrıyı gündeme getiren etkenler değişirse artık yapılacak bir şey kalmaz. O halde öyle çok zamana yayılacak, geç kalınacak, her zaman geçerli olacak bir durum değildir. Bazı özgün, siyasi-askeri gelişmelerin ortaya çıkardığı koşulların yarattığı bir durumdur. Buna uygun yaklaşmalıyız. Bu koşulları onun içerdiği imkan ve fırsatları iyi değerlendirmeyi bilmeliyiz.
Diğer yandan PKK’de 90’ların başından itibaren gündeme gelen değişim ve dönüşüm ihtiyacı, özellikle Kürt sorununun açığa çıkarılıp çözümün dayatıldığı, yine reel sosyalizmin çözülüşüyle sosyalist mücadelede bazı temel gerçeklerin açığa çıkması karşısında PKK’de gündeme gelen değişim ve dönüşümün bir devamı oluyor. PKK değişerek kendi dışını değiştirmeyi öngörüyor. Sosyalist öncülük, devrimci öncülük bunu gerektiriyor. Apocu çizgi her şeyi böyle yürütüyor. Başka türlü işleri yürütme imkanı, fırsatı ve şansı yoktur. Bu değişim ve dönüşüm yeni gündeme gelmemiş, üzerinden 35 yıl geçmiştir. Kuşkusuz Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın öncekilerden farkı var. 93 ve 98’le, 2009, 2013’le farklılıkları var ama kısmi farklılıklardır. Diğer yandan benzerlikleri de çoktur. Yeni gündeme gelmiyor. O nedenle ne yapsak da bu artık bizi sonuca götürür dememek lazım. Önümüze koyduğu temel görev ve sorumluluklar var. Ancak onlar yerinde ve zamanında doğru yöntemlerle başarılı bir biçimde hayata geçirilirse bu çağrı hayat bulur, pratiğe geçer, sonuç verir. Öyle yapılamazsa boşa çıkar ve pratiğe geçmez. Nitekim yeni değil önce de benzer girişimler olmuş ama çeşitli engellemeler nedeniyle, o engelleri aşacak yaratıcı yol yöntemleri geliştirip mücadeleler yürütülemediği için başarısız kalınmış, boşa çıkmış ve aradan 35 yıl geçmiş, 5-6 sefer aynı şey tekrarlanmış, bazı gelişmeler yaratılmış olsa bile özünde öngörülen ve hedeflenen demokratik değişim ve dönüşüm gerçekleştirilememiş ve başarısız kalmış, boşa çıkarılmıştır. O halde eğer gerekleri başarılı bir biçimde yerinde ve zamanında doğru yöntemlerle yerine getirilmezse bu çağrı da boşa çıkabilir. Çağrı temelinde başarıya gidilmeyebilir. Bir de işin bu yönü var. Buradan ele alıp yaklaşmamız gerekiyor. Demek ki sürece karşıt olanlar var. Geçmişte benzer girişimlere karşı çıkmışlar onu boşa çıkarmışlar. Örneğin 93 ateşkesi ve demokratik çözüm arama girişimini Demirel-Güreş-Ağar-Çiller çetesinin faşist soykırımcı dayatmaları boşa çıkartmıştır. Öyle ki bu dayatma sadece PKK’ye karşı değil, PKK ile çözüm arayan Özal kliğini tasfiye etmeye yönelen bir saldırıya dönüşmüştür. Öyle basit bir karşıtlık ya da dayatma değildir. Demek ki bu süreçlerin karşıtları var. Engellemek isteyenleri var. Boşa çıkarmak isteyenleri var. Geçmiş süreçlerde hep var olmuş ve sonuç almışlar. Bu yeni süreçte de karşıtları, boşa çıkarmak isteyenleri, engel oluşturmaya çalışanları, provoke edenleri, sabote etmeye çalışanları vardır, bunların daha fazla da olacaklarını görmemiz lazım. 93’de dörtlü çete yönetimi boşa çıkarmaya çalışmış başarılı olmuş. Onların dayatmalarını boşa çıkaracak, onları aşacak bir değişim dönüşüm gücü gösterememiş. Önder Apo daha o zamandan ‘biz Özal’a yeterince destek veremedik, devleti bir bütün gördük, içlerindeki çelişki ve çatışmaları tam ayırt edemedik, o nedenle de demokratik çözüm eğilimini besleyemediğimiz için çeteci eğilim kolayca sonuç aldı’ dedi. Bir özeleştiri olarak o zaman yaşanan eksikliği gösterdi.
Nitekim 1 Eylül 1998 ateşkesi temelindeki demokratik değişim ve dönüşüm girişimine 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 Uluslararası Komplo saldırıları dayatılmıştır. Önder Apo’nun geliştirmek istediği değişim ve dönüşüm küresel düzeyde ABD, İngiltere ve İsrail öncülüğündeki bir Uluslararası Komplo saldırısıyla engellenmeye çalışılmıştır. Komployu görme ve ona karşı doğru etkili mücadele ederek onu engel olmaktan çıkarma başarılamamıştır. Dikkat edilirse karşı dayatmalar var, engelleyicilikler var. Süreçlerin başarılamamasının esas etkenleri onlardır. Bunu görmek lazım. Fakat elbette her zaman engelleyici, boşa çıkartıcılar olacaktır. Devrimcinin gücü de odur ki, engelleri aşmayı bilmesi, zorlukları yenmeyi bilmesidir. Geçen dönemde bu tür süreçlerde PKK engelleri aşma gücünü, yaratıcılığını, etkinliğini gösterememiştir. Nitekim 2000’lerin başında PKK’nin ismini de değiştiren kapsamlı değişim-dönüşüm sürecine Ferhat-Botan tasfiyeci provokatif dayatmasını zamanında etkisiz kılan, boşa çıkaran, başarısız kılan bir yaklaşım geliştirilemeyince, Önder Apo’nun zorlamalarıyla tasfiyeciliğin önü alınınca istenen değişim ve dönüşüm gerçekleştirilememiş oluyor. Evet tasfiyecilik boşa çıkartılmış başarısız kılınmış ama öngörülen yeni paradigma temelindeki köklü değişim-dönüşüm de gerçekleşememiştir. Biçimsel olarak 2005’te bir örgütsel yeniden yapılanma yaşanmış, yeni paradigmanın gerektirdiği örgüt biçimleri oluşturulmuş, isimler takılmış, bir örgütsel yeniden yapılanma olmuş ama paradigmanın içeriğine uygun biçimde örgütler geliştirilememiş, bu kurumların örgüt yapılarının içi doldurulamamış, doğru aktif işleyen ve sonuç alan örgütler haline getirilememiştir. Bu da başaramamış olmayı ifade ediyor.
2009 yılı yoğun mücadelesi yine benzerdir. 14 Nisan 2009 siyasi soykırım saldırıları ve bu temelde Tayyip Erdoğan’ın sil baştan yaptığı şeyler boşa çıkardı. Aynı şey 2013-2015 süreci açısından da geçerlidir. Çöktürme Eylem Planı temelinde 24 Temmuz 2015 topyekun faşist soykırımcı saldırısı adına çözüm süreci denen sürece dayatılmış onun başarısını önlemiştir.
Bütün bunlar neyi gösteriyor. Demek ki bu tür süreçler böyle rahat ortamda kolayca olmuyor. Sadece doğruları ortaya koymak, onların pratikleşmiş olması anlamına gelmiyor. Çağrı yapmak gerçekleşmiş olmayı ifade etmiyor. Doğruları belirlemek, onların hayata geçmiş olması anlamına gelmiyor. O halde doğruları ortaya koymak, yeterli bir hedef koymak, hakikate uygun zihniyet-teori-program belirlemek ve doğru yolu çizen olabilmek lazım. Ama bu büyük bir gereklilik ve olmazsa olmaz kabilinden bir durumdur, fakat sonuç açısından yeterli değildir bir başlangıçtır. Aynı düzeyde pratikleşme de gerekiyor. Bu da mücadele demektir. Önüne çıkacak her türlü engeli aşacak, zorluğu yenecek, her türlü dayatmayı yaratıcı yol yöntemlerle boşa çıkarmayı bilen bir mücadele, yönetim ve örgütlenme tarzıyla, pratik çabayla karşılanır, dayatmalar boşa çıkartılırsa ve süreç yürütülürse ancak başarılı olunabilir.
O halde Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı şimdilik sadece bir çağrıdır. Onun hayat bulabilmesi için çağrının özüne uygun yol yöntemlerle son derece cesur, fedakar, bilinçli, örgütlü, etkili bir devrimci, demokratik çalışma ve mücadele gerekir. Böylece çağrı Kürtler için, Türkiye ve Ortadoğu halkları için, demokratik devrimci sosyalist çevreler için yeni tarzda bir mücadeleye çağrı olmaktadır. Mücadelesizliğe, ucuz sonuç almaya çağrı değildir. Tam tersine çok daha güçlü ve etkili bir mücadeleye çağrıdır. O halde sürecin özünün, yeni bir mücadele süreci olduğunu, Önder Apo çağrıyla yeni bir mücadele dönemi başlatmak istediğini, barış ve demokratik toplum döneminin yeni temellerde çok daha etkili yoğun bir mücadele döneminin başlatılması olduğunu iyi göreceğiz, iyi anlayacağız. Bunun herkese görev ve sorumluluk yüklediğini, herkes için bir çağrı olduğunu bileceğiz. Demek ki her birimiz, herkes kendi üzerine düşen görev ve sorumluluğunun ne olduğunu önce açığa çıkaracak, bunun bilincine varacak, sonra da onun gereklerini yerine getirmek için yaratıcı yol yöntemlerle son derece cesur ve etkili bir devrimci demokratik çalışma ve mücadele içine girecek. Ancak böyle yapanlar çağrıyı doğru anlamış ona doğru cevap vermiş olurlar. Böyle yapmayanlar çağrıyı doğru anlamazlar, çağrının gereklerini yerine getiremezler. Ondan sonra da çağrıdan sonuç çıkmayınca da ‘bu çağrıdan da bir şey çıkmadı, çağrı başarısız kaldı’ dememeliler. Çağrının başarısı senin onu doğru anlayıp başarıyla örgüt ve eyleme dönüştürmene bağlıdır. Sen onu yaptığın oranda çağrı başarıyı getirir. Sen yapmazsan elbette başarısız olur. O zaman başarısızlık çağrıdan kaynaklanmıyor. Çağrıyı hayata geçirmesi gereken ve geçirmemiş olan kişilerden, senden kaynaklanıyor demektir. Herkes çağrı karşısında böyle sorumluluk duymalıdır.
Bu anlamda çağrının hedeflediği kesimler var. Mesela çağrı dünya siyasetini hedefliyor. İktidar ve devlet güçlerinin hepsini hedefliyor. Yine dünyanın bütün ezilenlerini, kadınlarını, gençlerini, işçi ve emekçilerini, sol sosyalist güçlerini hedefliyor. Yeni bir sosyalizm geliştirelim, yeni bir enternasyonal oluşturalım çağrısı var. Demek ki görev herkesedir. Yine Türkiye’de, Kürdistan’da Kürt sorunundan nemalanan ve onu sürdürmeye çalışan iktidar ve devlet çevrelerine, muhalefet güçlerine olduğu kadar kadın ve gençlik hareketlerine, işçi ve emekçilere, halklara, ezilenlere, demokratik sosyalist güçlere, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tümüne yöneltilmiş bir çağrı var. Bu çağrı herkese görev ve sorumluluk yüklüyor, herkesi içine alıyor. Şuna çağrı var da öbürüne yok değildir. Hiç kimse ‘bu bana değil öbürünedir’ dememelidir. Aslında çağrı en çok ‘bu çağrı bana değildir’ diyenleredir. O halde buna fırsat vermemek gerekiyor. Bu nedenle devletçi sistemin tümü, yine demokratik modernite güçlerinin, sistem dışı güçlerinin tümü Önder Apo’nun geliştirdiği Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ndan kendine olan yönünü görmek, anlamak ve onun üzerine yüklediği görevlerin bilincine vararak, yaratıcı yol ve yöntemlerle onların gereğini pratikte yerine getirmeye yönelmelidir. Çağrıyı doğru anlamak ve onun gereklerini yerine getirmek bu biçimde olur.
Bu da en çok da Kürdistan ve Türkiye’de böyle olmak durumundadır. Örneğin en başta iktidar çevreleri, Türkiye’nin muhalif siyasi çevreleri çağrının muhatabıdırlar. AKP ve MHP iktidarı çağrının temel muhatabıdır. Fakat kendisini hiç muhatap bile görmüyor. Oysa İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemini kendileri yaşatıyorlar. Rehine sistemini kendileri sürdürüyorlar. Peki rehine konumunda olan Önder Apo çağrıda öngörülen görevleri nasıl yerine getirecek? Önce rehine sistemi ortadan kalkacak ki, öngörülenleri pratikleştirmek için çalışabilsin. Bunları ortadan kaldıracak olan da İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemini yaratan tüm güçlerdir. Bunun dış bağlantıları var ama esas olarak da AKP ve MHP iktidarıdır. Aynı zamanda iktidara aday olan muhalefet çevreleridir. Çünkü bu durum sadece iktidarla ilgili değildir, Türkiye’nin her şeyiyle ilgilidir. O halde herkes sorumluluk duymak, kendi payını görmek durumundadır. Yine Başûr’da, Rojava’da, Rojhilat’ta, Bakur’daki siyasi çevreler için geçerlidir. Kadın ve gençlik örgütleri, demokratik siyaset güçleri, tüm Kürt toplumu aslında bu çağrıyı hayata geçirmekle kendini görevli ve sorumlu görmek durumundadır. Buna göre kendi görev ve sorumluluğunu belirleyerek onun gereklerini yerinde ve zamanında pratiğe geçirmeyi bilmek durumundadır.
Elbette bunların odaklandığı nokta da şu an Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması oluyor. Öncelikle böyle bir çağrının ortaya çıkartılması temel bir adımdı. Bunu Önder Apo gerçekleştirdi. Ardından buna PKK’nin ne cevap vereceği yeni önemli bir adımdı. PKK 1 Mart 2025 açıklamasıyla herkesin kabul edeceği, çağrının içeriğine ve amacına uygun bir cevabı verdi. Bu da temel bir adım oldu. Şimdi PKK Kürtler cephesinden çağrının gereklerinin yerine getirilebilmesi için Önder Apo’nun aktif çalışır hale gelmesi gerekiyor. Onun için de fiziki olarak özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması lazım. Bunu sağlama görevi de AKP ve MHP iktidarına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, onun Meclisi’ne düşüyor. Şimdi pratik adımı Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulması bakımından onların atması lazım.
Diğer yandan PKK’de öngörülen değişim dönüşümün yapılabilmesi için, silahlı mücadelenin durması ve silahın bırakılması, PKK’nin mevcut yapısının feshedilebilmesi için, Kürt özgürlüğünün yeni temellerde örgütlendirilip yürütülmesi için gerekli yasal, anayasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bu anlamda da Türkiye’nin devlet siyasetine, TBMM’ne büyük görev düşüyor. Bu durum anayasal ve yasal değişiklikleri ve düzenlemeleri gerektiriyor. Mevcut yasalara ve anayasaya göre Kürt yok ve Kürdün yok edilmesi kimseye hiçbir sorumluluk yüklemiyor ve hak gibi görülüyor. Böyle Türk-Kürt kardeşliği mi olur? Böyle demokrasi mi olur? Kürdü imha eden bir zihniyet ve siyasete demokratik denemez. O olsa olsa soykırımcı-sömürgeci bir zihniyet ve siyaset olabilir. O halde bu faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin değişmesi lazım. Türkiye’de bir zihniyet devrimine ve siyaset değişimine ihtiyaç var. Kürdü yok sayan ve yok etmek isteyen Kürt düşmanı paradigmanın değiştirilmesi lazım. Onun yerine Kürt varlığını ve kardeşliğini esas alan, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’yi demokratikleştirmeyi öngören yeni bir paradigmanın geliştirilmesi gerekiyor. Önder Apo, Devlet Bahçeli’nin ilk açıklamalarını ‘bir paradigma değişimine işaret olarak görüyorum, anlamlı buluyorum’ dedi. Dikkat edilirse o değişim gerçekleşmedi, geri adım atıldı, çark ediliyor. Üzerine düşen görev ve sorumluluklar yerine getirilmiyor.
Demek ki çağrının hayata geçmesi, pratikleşmesi, çok yönlü görev ve sorumluluk duymakla ve topyekûn bir mücadele etmekle mümkündür. Ancak böyle yapılırsa bu çağrı gerçekten de bir özgürlük ve demokrasi hamlesi olur. Asrın çağrısı özgürlük ve demokrasi hamlesine dönüştürülür. Gerçekten de bu dönüşümü sağlamak lazım. Böyle bir hamleyi ortaya çıkartabilmek gereklidir. Bunun için de elbette iktidar çevrelerini, egemen siyaseti zorlayan bir mücadeleyi Kürt halkının, onun dostlarının, devrimci demokratik güçlerinin yürütebilmesi gerekir. En çok sorumluluğu onlar duymalıdır. Çünkü bu bir demokratikleşme mücadelesidir, özgürlük mücadelesidir, sosyalist mücadeledir. Herkesten çok devrimci demokratik güçlerin mücadelesidir. O halde en çok onlar sahip çıkmalıdır. Diğerleri yapmıyor diye kendisini sorumsuz görmemelidir. Tam tersine baskı oluşturarak, zorlayarak egemen güçlere de çağrının gereklerine göre adım attırmayı sağlatmalıdır. Onlar üzerinde zor ve baskı gücü olmalıdır. Demokratik değişimi-dönüşümü gerçekleştirmek üzere özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha çok geliştirmek gerekiyor.
Kısaca Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen 10 Ekim 2023’te başlatılmış olan Küresel Özgürlük Hamlemizi bu süreçte çok daha fazla yoğunlaştırmalıyız. Mart ayı bunun için elverişli bir aydır. 8 Mart’ta kadınlar bunun önünü açtılar. Şimdi Newroz’da Kürt halkı ve dostları milyonlar halinde meydanları doldurarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü isteyip böyle bir talebi ortaya koyarak İmralı rehine sistemi üzerinde baskı oluşturuyorlar. Bunu daha da büyütmek ve sürekli kılmak lazım. 4 Nisan’a, 1 Mayıs’a taşımak, büyük bir kitle baskısı ortaya çıkartarak egemen sistemi, iktidar güçlerini, resmi siyaseti Kürt düşmanı zihniyet ve siyasetten çıkarmak, onları zihniyet ve siyaset değişimine zorlamak lazım.
İşte çağrının hayata geçmesi bunların gerçekleştirilmesiyle olur. Çağrı hamleye böyle bir gelişmeyle dönüştürülebilir. Hedefimiz budur. Görevimiz bunu yerine getirmektir. Bunun da kilit noktası Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasıdır. O halde her yerde ve her zaman mücadelemizi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü noktasına odaklamalıyız. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü, özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını her zamankinden daha fazla sahiplenmeli, daha gür sesle haykırmalıyız. Böyle bir toplumsal kamuoyu oluşturarak çağrının hayata geçmesini sağlamalıyız. Görevimiz budur. Sorumluluğumuz budur. Bunu başardığımız ölçüde de çağrıyı doğru anlamış, gereklerini yerine getirmiş olacağız.
Bu temelde herkesi Önder Apo’nun çağrısını doğru anlamaya ve onun üzerine yüklediği görev ve sorumlulukların gereğini yerinde ve zamanında başarıyla yerine getirmeye çağırıyor, zafer mutlaka bu temelde çalışanların olacaktır diyoruz.