Çözülmeyen Kürt sorunu ve esaret koşularında tutulan Reber Apo’nun tutsaklığıyla birlikte ise, Türkiye hiçbir zaman demokratikleşemeyecek, kendi iç barışını sağlayamayacak ve bölge halklarının üzerinde sürekli bir baskı ve tehdit unsuru olmaya devam edecektir. Bu anlamda, Türkiye’nin önünde kaçınılmaz olarak iki seçenek bulunmaktadır. Türkiye, ya değişecek ya da mevcut sorunlarla yaşamaya devam edecektir. Mevcut durumda Kürt sorunu, TC sömürgeciliğin sırtında nasıl bir kambur teşkil etmekte ise, TC sömürgeciliği de bundan kaynaklı bölge halklarının başına adeta bir bela ve kambur durumuna gelmiş bulunmaktadır. Bölgedeki gelişmelerle birlikte Türkiye’de yaşanan durumun tam bir kriz olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bilindiği üzere, kriz ve kaos iki karakterlidir: Bir taraftan tehlike, diğer taraftan yeni şans ve fırsatları da bağrında taşır. Kriz ve kaos süreçleri aynı zamanda toplumda köklü alt üst oluşların yaşanabileceği devrim durumu anlamına da gelir. Devrim durumu ise; yönetenlerin giderek yönetemez duruma gelmesi; yani kendini tekrar etmesi, yönetenlerin ise, eskisi gibi yönetilmeyi kabul etmemesi anlamındadır. Bu iki duruma, yani yaşanan sürece örgütlü ve iradi bir müdahale ile devrime öncülük edebilecek örgütlü bir güç de eklenince, ortada kesinlikle bir devrim durumu var demektir. Devrimi gerçekleştirmek de mümkündür. Şimdi Türkiye’de yaşananlar budur. Geleneksel “tek ulus, tek devlet, tek milet, tek bayrak” vs tek tek tek… deyip giden ırkçı-şovenist, katı inkarcı ve ret politikasında ısrar eden ve bu anlamda kendini tekrarlayarak, yönetemez durumda olan AKP devleti olmaktadır. Gerek Kürdistan halkı gerekse Türkiye devrimcileri, geniş emekçi halk kesimleri ve genel olarak toplumsal yığınlar AKP devletinden yana artık eskisi gibi yönetilmeyi istemedikleri kadar giderek daha örgütlü bir demokrasi ve özgürlük mücadelesini vermektedirler. Bu mücadelede belirgin bir yere sahip olan ise kuşkusuz Kürt özgürlük hareketi olmaktadır. Bütün bunları üst üste ve yan yana getirdiğimizde ortaya çıkan durum şudur: Türkiye’de yaşanan kaos ve kriz sürecini devrimci bir şans ve fırsata dönüştürmek rahatlıkla mümkündür.
İflas etmiş politikalarda ısrar ediliyor
TC sömürgeciliğinin var olan zihniyetle, eski inkarcı ve statükocu politikasını daha çok sürdürme şansı bulunmamaktadır. Bu politikalar başarılı olsaydı, bugüne kadar Kürt sorunu diye bir sorun gündemde olmayacaktı. İflas etmiş politikalarda daha fazla ısrar beraberinde daha büyük bir iflası getirecektir. TC sömürgeciliğinin, halkımıza ve özgürlük hareketine karşı bugüne kadar kullanmadığı ve denemediği hiçbir politika ve yöntem kalmamıştır. Hegemonik tarihsel tecrübelerini arkasına alıp, kapitalist modernitenin tüm imkan ve desteğine rağmen içinde bulunduğu durum ortadadır. En iğrenç asimilasyon politikalarını uyguladığı halde, Kürt halkı öz benliğini, dilini ve kültürünü koruyabilmiştir. Özümseme politikası ile büyük bir işbirlikçi hain güç yaratmasına rağmen Kürt halkını kendisine benzeştirememiştir. Her türlü mezhep, aşiret, bölgesel çelişkileri kullanmakla birlikte, Kürt halkı yine de varlığını ve birliğini koruyabilmiştir. Şark ıslahat planından tutalım, en acımasız ve iğrenç katliam, darağacı ve sürgünler Kürt halkının iradesini kırmaya yetmemiştir. AKP devletinin Özgürlük hareketine karşı geliştirdiği özel savaşın boyutları ise bilinmektedir. Halkımızın inanç değerlerini suiistimal etmek üzere islamiyeti, gerek cemaat gerekse Hizbullah aracılığıyla ahlaksızca, sonuna dek kullanmıştır. İpliği pazara çıkan sözde Kürt aydınlarını bir araya getirerek PKK alternatifi bir güç yaratmak istemiş ve fakat bunda da başarılı olamamıştır. “Asimilasyon ve entegrasyona karşıyım” söylemlerini en çok geliştiren AKP, entegrasyon adına Kürtleri dağıtma ve parçalamayı, asimilasyon adına ise TRT 6 kanalını açmak vb yöntemlerle çok daha sinsi ve tehlikeli politikalar geliştirmiştir. Önderliğimizin üzerinde uyguladığı zalimane politika halen sürmektedir. Önderliğimiz 10 ayı aşkın bir süredir tam bir tecrit ve izolasyon altında tutulmaktadır. Ne hareketimizin ne de halkımızın, Kürt Halk Önderi’nin içinde bulunduğu durumdan hiçbir bilgisi yoktur. AKP devletinin, Önderliğimizin üzerinde uyguladığı politika, her türlü insani ve hukuk değerlerinin ötesinde, baskılayarak taviz koparmaya dönük çirkin bir politikadan ibarettir. Kürt Halk Önderi Reber Apo, AKP’nin bu iğrenç politikalarını gördüğü için tutumunda hiçbir esnemeye gitmeyip, geliştirdiği direnişi daha da yükseltmiştir. AKP, sözüm ona Önderlik üzerinden taviz kopararak amacına ulaşmak istemiş, böylece hareketimizle, önderliğimizi karşı karşıya getirmek istemiştir. Önderliğin tutumunu ve ilkesel duruşunu görünce, geliştirdiği politika tecrit ve izolasyon olmuştur.
AKP devleti kesinlikle Kürt sorununu çözme perspektifine sahip olmadığı gibi, böyle bir irade ve kararlılığa da sahip değildir. Yaptığı sadece bir demagoji, aldatma ve yalandan ibarettir. Zihniyetinde en ufak bir değişiklik olmadığı gibi, uygulamaları da bunu açıkça göstermektedir. Önderliğimizin üzerinde uyguladığı çirkin politikalardan sonuç almayınca bu defa bütün gücüyle Kürt legal siyasetine yönelmiştir. Zihniyeti kadar kompleksi de hegemoniktir. Bu aslında sömürgeciliğin genel ve ortak bir karakteridir. Ama söz konusu olan TC sömürgeciliği olunca daha da böyledir. Yani karşısındakini deyim yerindeyse insan yerine koymayacaksın, iradesini kabul etmeyeceksin, onu yok sayarak, onun adına konuşacaksın ve bildiğini yapacaksın. AKP’nin yaptığı da budur. Kürtleri bir irade olarak kabul etmek istememektedir. “Kürt sorunu denen bir sorun varsa bunu çözecek olan da benim” demektedir. Çözüm dediği ise ‘düşünmezseniz yoktur’dan ibarettir. Bin yıllara dayanan böyle büyük bir sorunu, üstelik Türkiye’nin gündemini, günlük yaşamını, siyasetini ve geleceğini belirleyecek kadar yakıcı böyle bir soruna düşünmezseniz yoktur demek, en hafif bir deyimle gerçeklerle oynamak demektir. “Bu Kürtler nasıl olur da yola gelmezler” deyip, öfkelenmektedir. Varlığını ve iradesini kabul etmediği için, soykırım politikalarını geliştirerek sonuç alırım demektedir. Kürt legal siyasetinin üzerine bu kadar fütursuz ve acımasız gitmesinin nedeni budur. Milletvekili ve belediye başkanlarından tutalım, seçilmiş yüzlerce kişi ve binlerce insan zindanlara doldurulmuştur. Kafasını kaldırana vurarak, herkesi sessiz ve tepkisiz bir hale getirmek istemektedir. Kürt legal siyasetini baskılayıp, soykırım hareketini geliştirerek Kürt legal siyasetini Önderliğimize ve hareketimize karşı tutum almaya zorlamaktadır. Kürt legal siyasetini rolünü yeterince oymadığı için eleştirmek her ne kadar mümkünse de, AKP’nin bu sinsi ve zorbalığa dayanan politikalarına karşı gösterdiği direniş ve tutum önemlidir. AKP devleti bu anlamda Kürt legal siyaseti üzerinde ne kadar oyun oynarsa oynasın ulaşmak istediği sonuçlara ulaşamamıştır.
Zaman bu defa TC sömürgeciliğine fazla cömert değildir
Türkiye resmen katı merkeziyetçi oligarşik tekçi bir rejime doğru gitmektedir. Siyasette kuşkusuz liderlik önemlidir. Erdoğan, padişah-kral kompleksiyle hareket etmektedir. “Güç ve kudret bende, en iyi anlayan ve yapan benim” edasıyla hareket etmektedir. Kendisi gibi düşünmeyen ve kendilerinden olmayan herkese karşı bir tepki ve saldırı geliştirmektedir. İş dünyasından tutalım, medya, değişik toplumsal kesimler ve liberal aydınlara kadar bile farklı düşünenlere karşı tekçi zihniyetle bir baskı geliştirmektedir. Ortadoğu gibi radikal islamın köklü olduğu bir bölgede ılımlı islam siyaset anlayışıyla, ABD ve Avrupa’dan her türlü desteği kazanma avantajıyla hareket etmektedir. Yargı, emniyet ve bürokraside geliştirdiği operasyonlar kesinlikle bundan ayrı düşünülemez. AKP devletinin savaşı geliştirme iştahı ve özgürlük hareketine karşı başarı elde edeceğine dair oluşan inancı biraz da ordu içerisinde yaptığı operasyon ve restorasyonlarla ilgilidir. Daha önceki genelkurmay ve ordu gücü sanki AKP’ye engel çıkarıyormuş gibi, “şimdi beni iyi dinleyen, söylediklerimi aynen uygulayan bir ordu var” anlayışıyla mevcut genelkurmay ve ordu gücüyle tüm engellerin ortadan kalktığını ve böylelikle savaşarak özgürlük hareketini tasfiye edebileceğini düşünmektedir.
AKP devletinin neden savaşta bu kadar ısrar ettiği bilinmektedir. Çabuk sonuçlu bir savaş stratejisi uygulamaktadır. Uluslararası ve bölgesel tüm ittifak güçleriyle birlikte savaşı topyekun düzeyde geliştirmesinin nedeni çabuk sonuç alma stratejisine dayanmaktadır. Çünkü içinde bulunduğumuz süreç, yani 2012 yılı bizim için ne kadar önemliyse TC sömürgeciliği için de o kadar önemlidir. Türkiye’de şu anda gündemde olan ve 2012 yılı içerisinde tamamlanması hedeflenen bir anayasa çalışması vardır. Bu önemlidir. AKP devleti, özgürlük hareketinin iradesini kırarak ya da istediği noktaya çekerek, Kürt sorununu kendi istediği biçimde, kendi yapacağı anayasasıyla çözmek istemektedir. Diğer bir husus; yaklaşan yerel ve genel seçimler söz konusudur. Dolayısıyla, son günlerde tartışılan başkanlık sistemi, yani Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma hesapları vardır. Bütün bunlar AKP’nin kafasında yatan hesap ya da projelerdir. Fakat bütün bunların önünde engel olan da Kürt sorunu olmaktadır. Bu nedenle Erdoğan’ın da geçenlerde söylediği “kaybedecek vaktimiz yok” değerlendirmesi önemlidir. Gerçekten de zaman bu defa TC sömürgeciliğine fazla cömert değildir. Zamanları da fırsatları da yoktur. Ya sorunu 2012 yılı içerisinde istedikleri gibi çözerler ya da 2023 yılına dayanan tüm stratejileri boşa çıkacaktır. Diğer alternatif ya da seçenek ise AKP devletinin, halkımızın ve özgürlük hareketinin iradesini kabul ederek çözüme gelmesidir. Bu da tamamen 2012 yılı içerisinde geliştireceğimiz 4. stratejik hamlenin ruhu olan devrimci halk savaşının başarısına bağlıdır.
AKP faşizmi kazanmak için her şeyi mübah görüyor
Açıktır ki, Reber Apo’nun özgürlüğüyle birlikte Kürt sorununun çözümü tüm yakıcılığıyla gündemdedir. Fakat şöyle bir gerçeklik vardır. Ne biz, Özgürlük hareketi olarak sorunu bugüne kadar tam çözebildik ne de TC sömürgeciliği kendi istediği biçimde sorunu çözebilmiştir. 3. stratejik dönemle sorunun çözümünü gündemleştirdiğimiz doğrudur. Fakat geliştirdiğimiz hamlenin sorunun net çözümüne yetmediği de bir gerçekliktir. TC sömürgeciliği açısında bakıldığında ise çok kapsamlı ve yoğun bir savaş geliştirdiği doğrudur. Ve fakat TC sömürgeciliğinin de sonuç alamadığı bir gerçekliktir. Dolayısıyla, ortada bir denge ve tıkanma durumu vardır. Güçler ve taraflar arasındaki tüm mücadele var olan bu dengeyi kendi lehlerine değiştirip, kendi çözümünü gerçekleştirme ekseninde verilmektedir. AKP devleti bunun bilincindedir. Bunun içindir ki, 21. yüzyılda, dünyanın gözleri önünde Roboski katliamlarını gerçekleştirecek kadar gözü kara bir savaş vermektedir. Aslında tüm uygulamalarına bakıldığında ’90 yılları aratmayan bir topyekun bir savaşla karşı karşıya olduğumuz kesindir. Ne 12 Eylül ne Tansu Çiller döneminde böyle çok yaygın ve yoğun saldırılarla karşı karşıya kaldık. Önderliğimizin üzerinde geliştirilen tecritten tutalım, halkımızın üzerinde uygulanan hukuksuz ve insanlık dışı her türlü soykırım operasyonlarına kadar, ’90 yıllarda dahi böylesine kapsamlı ve yaygın saldırılar gelişmemiştir. Özgürlük hareketine ve gerillaya karşı geliştirilen sömürgeci savaş ise, her türlü savaş hukukunun dışında, çok kirli ve çirkin bir biçimde sürmektedir. AKP devletinin hedeflediği Kürt özgürlük gerillasının belini ve iradesini kırarak, tasfiye etmektir. Sri Lanka örneğini HPG gerillası üzerinde gerçekleştirmektir. İradesi ve beli kırılan Kürt özgürlük gerillasının tarihin yönünün tersine çevrilmesi anlamına geleceği açıktır. Hatta daha da açık bir deyimle belirtecek olursak; Reber Apo’nun önderliğinde geliştirilen son Kürt isyanının da bastırılarak, tarihe gömülmesi demektir. Hesapları bu kadar büyük, stratejileri bu denli net, geliştirdikleri savaş da bir o kadar kirli ve çirkindir.
TC sömürgeciliğiyle Özgürlük hareketi arasında yaşanan süreç halen bu minval üzerinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla, süreç gerçekten tarihseldir ve kritiktir. Çünkü kazanma ve kaybetme söz konusudur. Ortası yoktur. Yaşanan bu denge süreci artık kırılmak ve bozulmak zorundadır. Aksi takdirde bir yozlaşma ve çürümenin gelişeceği kaçınılmazdır. Bunu TC sömürgeciliği de bilmektedir, biz de çok iyi bilmekteyiz. Taraflar arasında adeta son rövanş diyebileceğimiz mücadelenin bu keskinlikte ve bu kadar önemli olması da bundandır. AKP, varını yoğunu ortaya koyup bunun için uğraşmaktadır. Bu nedenle ABD’ye vermediği taviz yoktur. ABD’nin Ortadoğu’daki borazanlığını yapması biraz da bundandır. Daha düne kadar aşiret ağası dediği KDP’ye paye biçmesi ve Kürt ulusal lideri olarak görmek istemesi de bundandır. Tüm siyasi ve diplomatik hesaplarını hareketimizin tasfiyesi üzerinden geliştirmektedir. Kendilerince ordularını savaşa en iyi adapte ve motive etmiş durumdadırlar. Talimatlarını ikirciksiz yerine getirebilecek bir yeni orduya sahip olduklarını düşünmektedirler. Milyar dolarlar karşılığında en ileri ve en üstün savaş teknolojisini alarak stratejilerini gerçekleştirmek istemektedirler. Bu anlamda, AKP devletinin kısa süreye çok şey sığdırarak savaşı, soykırım operasyonlarını ve Önderliğimizin üzerinde geliştirdiği tecrit ve izolasyonu daha da artıracağı kesindir. Bu bir kırılma noktasıdır. Belirttiğimiz gibi, taraflardan birisi süreci kendi inisiyatifi altında geliştirerek, çözüme hakim olacaktır.
Her koşul altında direnişimiz sürdürecek
Özgürlük hareketi cephesinden baktığımızda ise durum biraz daha farklıdır. PKK, her şeyden önce yenilmezliğini kanıtlamış bir harekettir. AKP’nin arkasına alacağı uluslararası güçler, işbirlikçi hain güruh, kullanacağı teknoloji ve savaştaki kararlılığı ne olursa olsun PKK asla yenilmeyecek ve direnişini, koşullar ne olursa olsun, her durumda sürdürmesini bilecektir. Kaldı ki, gündemimizde olan direnişteki kararlılığımızı ve yenilmezliğimizi bir kez daha kanıtlamak değildir. PKK, bunu fazlasıyla yapmış ve başarmıştır. Gündemimizde olan gösterdiğimiz direnişi bu kez kesinlikle zaferle taçlandırmaktır. Bunun dili devrimci halk savaşı taktiğinin yaratıcı, kararlı ve sonuç alıcı bir biçimde geliştirilmesidir.
Devrimci halk savaşı, halkın savaşıdır. Düşmanı yıpratmak, psikolojisini bozmak, ulusal birlik ve uyanışı geliştirme amaçlı geliştirilen uzun süreli halk savaşı çoktan bitmiştir. Devrimin önümüze koymuş olduğu sorunlara cevap olabilecek ve devrimci hamleyi başarıya götürecek olan tek mücadele biçimi devrimci halk savaşı olmaktadır. Gerillayla birlikte, halkın da bizzat geliştireceği radikal serhildanlarla devrimci halk savaşı pratikte anlam bulacaktır. Kürdistan gerillasının uzun yıllara dayanan engin bir tecrübesi vardır. Genel olarak hareketimizin kazandığı mevziler ve edindiği birikim ve yine halkımızın özgürlüğe olan tutkusu ve mücadeledeki kararlılığı devrimci halk savaşı taktiğinin başarıyla gelişeceğini göstermektedir. Halkımız, Newroz süreciyle birlikte serhildanda olacağını ortaya koymuştur ve süreç devam etmektedir. Büyük bir hazırlık, güçlü bir planlamayla sürece yüklenecek olan gerilla, serhildan kıvılcımını tekrar tutuşturacaktır. Böylece gerilla ve serhıldan diyalektiği birkez daha ve daha güçlü bir biçimde gelişecektir. Düşmana vurulacak sersemletici darbeler ve halkımızın görkemli ayağa kalkışı düşmanın iradesini kesinlikle kıracaktır.
Hedeflerinde ve taktiğinde yenilik olmayan bir gücün daha fazla direnmesi mümkün değildir. AKP devleti bu anlamda tam bir tekrarı yaşamaktadır. Yaklaşık 40 yıllık mücadele tarihimizde TC sömürgeciliğinin geliştirdiği politika ve zihniyet ne ise AKP’de onu yapmaktadır. Tansu Çiller’in ’90’lı yıllarda söylediklerinin ve yaptıklarının ilerisine geçemeyen AKP’nin, kendisinden öncekilerin akıbetine uğramaktan başka bir şansı yoktur. Özgürlük hareketi ise sürekli bir değişim ve gelişim içerisindedir. Paradigmada yenilik, taktikte yenilik ve yaratıcılık yaşamaktadır. Her türlü gelişmelere cevap olabilecek kararlılığa sahip olduğu gibi, perspektif ve taktik zenginliğine de sahiptir. Sorun, tüm avantajlarımızı arkamıza alarak, ısrarlı olduğumuz kadar devrimde öncülük rolümüzü layıkıyla yerine getirebilme sorunudur. Zafere tamamen kilitlenmiş, ikirciksiz, kararlı Apocu mücadele ruhuyla, devrimci halk savaşıyla sonuç alacağımız nettir. Artık her türlü tekrardan arınıp, düşmanla aramızda var olan dengeyi, devrimin lehinde bozarak, süreci mutlaka devrimci halk savaşıyla geliştirmek durumundayız.
Savaş hiç şüphesiz sadece askeri boyutlarla sınırlı değildir. Psikolojik ve propaganda savaşı çok daha önemlidir. Yine ideolojik savaş önemlidir. Bunun içindir ki, AKP devleti ideolojik mücadeleyi daha çok Fethullah Gülen hareketine bırakarak, diğer taraftan basın ve medyayı en ahlaksızca kullanıp, yoğun bir psikolojik propaganda savaşı geliştirmektedir. Olmadık yalan ve çarpıtmalarla toplumun psikolojisini ve moralini bozmaya çalışmakta, kendine göre gündem yaratıp, etkili olmak istemektedir. Bu anlamda süreç aynı zamanda yoğun bir ideolojik mücadele, propaganda, ajitasyon, ahlaki ve kültürel mücadeleyi eksiksiz ve kararlı bir biçimde geliştirme sürecidir. AKP devleti daha önce bazen açıktan bazen dolaylı yollarla devletle aramızda görüşmelerin olduğunu topluma sürekli enjekte etmeye çalışmıştır. Açık ki, bu da bir savaştı, hatta en tehlikeli bir savaş biçimiydi. Halkın kafasını bulandırmak, hatta hareketin kadrolarını etkilemek istiyordu. Böylelikle mücadeledeki kararlılık yerine, ikircikli bir ruh hali ve beklentili bir duruş hedeflemekteydi. Doğrusu bu konuda belli sonuçlarda aldı. Bir taraftan elini boğazımıza koyup, adeta bizi boğmak isterken, öbür yandan görüşmeler var demekle, ölüme yatırılmamızı istiyordu. Paradoks şuradadır ki, toplumdan birçok kesimler, hatta hareketimizin bazı kadroları bile AKP devletinin bu propagandasına maalesef inanır gibi oldular. Bunun dönemin taktiğini yeterince anlamama, ikna olmama ve mücadele çizgisine tam girmeme konusunda etkili olduğu kesindir. AKP devleti bundan sonra da benzer propagandalar, manipülasyon amaçlı mesajlar verecektir. Buna karşı son derece dikkatli olmak gerekmektedir. Zira ortada görüşme, diyalog vs denilen bir şey yoktur. Belirttiğimiz gibi her şey savaş ekseninde gelişmektedir. Gerçek olan budur. Buna göre yaklaşmak da olması gerekendir. Halkımız, düşmanın bu kirli ve ikiyüzlü tutumunu mutlaka görmek ve bu temelde serhildanlara çekilerek, mücadeledeki kararlılığını her fırsatta ortaya koymak durumundadır.
Kürdistan’da tarih artık tekerrür etmeyecektir. Kürdistan’da artık tarih yapan da, yazan da halkımız ve özgürlük mücadelesi olacaktır. Tarihsel haklılığımız, mücadeledeki kararlılığımız, Özgürlük hareketinin kazanmış olduğu düzey ve bölgedeki tüm gelişmeler, halkımızın kaderini artık eline almasını ve her halk gibi özgür yaşama hakkını kazanarak kendi statüsünü oluşturmasını olmazsa olmaz kabilinde önümüze koymaktadır. Bu temelde Önderliğimizin özgürlüğüyle birlikte halkımızın özgürlüğünü sağlamak için devrimci halk savaşını başarıyla gerçekleştirmek, bunun için serhildanları yükseltmek ve güçlü bir gerilla savaşını ortaya çıkarmak tarihi bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Başta Kuzey Kürdistan ve Türkiye olmak üzere Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında yaşayan tüm halkımız, tüm kadro, örgüt ve birimlerimiz tam bir zafer ruhuyla sürece yüklenmeli ve başarmayı esas almalıdır.