Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren bir özel savaş devleti olarak kurulmuştur. Çünkü yeni Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı Milli sınırları dediği coğrafya içinde kapitalist modernist zihniyetin sonucu olarak yeni bir ulus yaratmak istediği için bu coğrafya içindeki tüm etnik, hatta dinsel toplulukları ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Türkiye sınırları içinde başta Kürtler olmak üzere çok farklı etnik ve dinsel topluluklar olduğu düşünülürse bunları eritmek, Türkleştirmek, Kürdistan’ı tamamen Türk uluslaşmasının yayılma alanı, Türkiye’nin parçası haline getirmek için her şeyden önce bu gerçeklerin tersyüz edilmesi gerekmiştir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti özellikle Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra uygulamaya koyduğu Şark Islahat Planı’yla tamamen bir özel savaş devleti olduğunu ortaya koymuştur. Misak-ı Milli sınırları içinde Türkleşmeye dayanan tek bir ulus yaratmak için tabii ki çok zengin etnik ve dinsel toplumların yaşadığı bu coğrafyada bu gerçeklerin baştan öldürülmesi gerekmektedir. Kürdün yok sayılması gerekmektedir, alevinin yok sayılması gerekmektedir. Bu sınırlar içinde sadece Türk vardır, sünni islam vardır. Bunun dışındaki tüm etnik ve dinsel kimlikler bu yeni yaratılmak istenen uluslaşmanın önünde engeldir. Bu açıdan da bütün topluluklara siz Türksünüz, sünni-müslümansınız dayatması yaparak onlardan inancı tek olan bir ulus yaratmayı hedeflemiştir.
Bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren okullarıyla o dönemdeki gazete ve radyo imkanlarıyla Türkiye’de tek bir millet olduğunu, bunun da Türkler olduğunu herkese kabul ettirmeye çalışmışlardır. Kendisini Türk’ten başka bir kimlik olarak tanımlayanların üzerine şiddetle gitmişlerdir. İşkence, zor, baskı, fiziki yok etme yanında, Türklüğü kabul etmeyen herkese her türlü yaşam imkanlarını kapatarak tek yaşam yolu olarak Türkleşmeyi göstermişlerdir. Bunu okullarda çocuk yaştaki gençlerin dimağına zorla zerk etmişlerdir. Radyoyla, televizyonla bu tek ulus gerçeği anlatılmış, diğer tüm kimlikler inkar edilerek yok etme sürecine sokulmuştur. Bu nedenle Türk devleti gerçeklerin yok edildiği, onun yerine yeni gerçeklerin inşa edilmeye çalışıldığı ve bunun ordu ve polise şiddeti ve diğer baskı araçlarıyla herkese kabule ettirmeye çalıştığı bir özel savaş devletidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan itibaren böyle şekillendirilmiştir. Zaten Türkiye’nin bu özel savaş devlet gerçeğini anlamadan 20. yüzyıldaki Türk devlet gerçeğini çözümlemek mümkün değildir. Bu özel savaş devlet zihniyetini, kurumlaşmasını, yapılanmasını ve bunun gerektirdiği araçları anlamadan Türk devletinin hiçbir politikasını anlamak mümkün değildir. Kürtler başta olmak üzere farklı kimliklerin yok edilmesine dayalı bir devlet yapılanması olduğu görülürse, bütün kurumların bu hedef doğrultusunda şekillendiği anlaşılırsa o zaman 20. yüzyıldaki Türk devletinin bütün iç ve dış politikalarını, eğitim politikalarını, ekonomik, sosyal ve kültürel politikalarını anlamak mümkün olur. Bu anlaşılırsa Türkiye’deki bütün uygulamaların hangi amaca yöneldiği, neden gerçekleştiği anlaşılır. Yoksa Türkiye’deki yaşananları çözmek, Türkiye gerçeğini anlamak mümkün olmaz. Bu gerçek görülmediği takdirde bırakalım dünü, bugünü bile anlamak mümkün değildir. Bu açıdan her şeyden önce Türk devletinin özellikle de Kürtleri yok etme üzerine kurulmuş bir özel savaş devleti olduğunu, bütün kurumlaşmaların buna göre şekillendiğini görmek çok önemlidir.
Bu çerçevede görev alan tüm hükümetlerin de, sorumluların da bir özel savaş görevlileri olduğunu görmek ve psikolojik savaş hükümetleri olarak değerlendirmek gerekiyor. Çünkü tüm söylemleri ve politikaları sahtedir, yalandır, aldatma ve kandırmaya yöneliktir. Gerçek amaçlarını gizlemeye yöneliktir. Özcesi gerçeklerin öldürüldüğü Türkiye’de yanlışlıkları topluma benimsetmeye çalışan bir hükümet, yanlışlıkları bütün topluma benimsetmeye çalışan kurumlar olduğunu görmek gerekir. Türkiye gerçeği böyle şekillenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin özel savaş devleti olduğunu, bu özel savaş devletinin toplumu aldatmaya, manipüle etmeye yönelik psikolojik savaş araçlarının da çok boyutlu olduğunu görmek açısından Şark Islahat Planı’nın iyi anlaşılması, o planın hangi araçlarla ve nasıl gerçekleştirildiğinin çok iyi irdelenmesi gerekir. Şark Islahat Planı, Türk devletinin bir özel savaş devleti, bir psikolojik savaş devleti olduğunu gözler önüne serdiği gibi, aynı zamanda bir soykırım devleti olduğunu, bir suç devleti olduğunu açıkça ortaya koyar. Bu soykırım ve suç devletini gözden kaçırmak ve üstünü örtmek için hep yalana başvurulduğunu, eğitimin, medyanın, bütün propaganda araçlarının bu gerçeği örtmek için kullanıldığı bilinmektedir.
Kuşkusuz 20. yüzyıldaki başta Hitler faşizmi olmak üzere İtalya, İspanya ve dünyanın diğer ülkelerindeki tüm faşist iktidarlar da özünde topluma karşı özel savaş aygıtlarıdır. Toplumu aldatmak için psikolojik savaş araçlarına çok önem verdikleri bilinmektedir. Almanya örneğinde olduğu gibi toplumu aldatma ve kandırmak için propaganda bakanlığı bile kurulmuştur. Toplumu aldatma ve manipüle etmek için özel yetişmiş elemanları vardır. Bütün faşist ülkelerde kendi gerçeğini örten, her türlü yalanı söyleyen, demagojiyi bir yönetme sanatı olarak ele alan bir yaklaşım görülür. Kendisi baskıcı, sömürücü, zalim olduğu halde bu gerçeklerin üstünü örtüp kendisinde olan bütün kötü özellikleri başkasına mal etme bu iktidarların karakteri olmuştur. Bu açıdan faşist iktidarlar propagandaya ve medyaya çok önem vermişlerdir. Kendi hakimiyetlerinin ve iktidarlarının gerçekleşmesi, sürdürülmesi ve kalıcılaşması açısından en temel araç olarak propaganda ve eğitim araçları görülmüştür. Belki de medyanın, eğitim araçlarının iktidarı sürdürmek için önemli olduğunu bu düzeyde ortaya koyan 20. yüzyılın faşist hükümetleri olmuştur. Bilim adamları ve sosyologlar faşistlerin bu yönlü karakterini kapsamlı değerlendirmelerle ortaya koymuşlardır.
Psikolojik savaş gerçeklerin saptırılmasıdır
Ancak Türk özel savaş devleti ve yürüttüğü psikolojik savaş dünyadaki faşist iktidarlardan, onların özel savaş karakterinden, onların kullandığı psikolojik savaş yöntemlerinden daha kapsamlı, daha boyutlu, kaba ve ince yöntemlerin hepsini iç içe kullanan bir özelliğe sahiptir. Bu yönüyle gerçeklerin tersyüz edilmesinde, psikolojik savaşın yürütülmesinde örnek alınacak ülkeler Almanya değildir, İtalya değildir, ispanya değildir. Gerçekleri tersyüz etme uygulamalarına, esas toplumsal gerçek yerine farklı gerçeklerin inşa edilmesine en önemli örnek Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin örnek özel savaş devleti olduğu gibi, bu özel savaş politikalarının meşruiyetini ve etkili olarak yürütülmesini sağlayan esas olarak da yürütülen psikolojik savaştır.
Psikolojik savaş gerçeklerin saptırılmasıdır. Kavramlara farklı anlam yüklenmesidir. Mevcut gerçeğin yok edilerek yerine yeninin inşa edilmesidir. Buna sosyal bilimciler toplum mühendisliği de demektedir. Psikolojik savaş bir yönüyle de toplum mühendisliği yapmaktır. Kürt gerçekliğinde bunun nasıl yapıldığı ortadır. Kürtlerin bir Türk boyu olduğu, Kürtçe’nin Türkçe, Farsça ve Arapça’dan oluşmuş sadece günlük yaşamda kullanılan karma bir dil olduğu ileri sürülür. Türkiye’de herkesin eşit haklara sahip olduğu, başbakan da cumhurbaşkanı da olabildiği, kimseye ne olduğunun, kim olmadığının sorulmadığı biçiminde gerçekleri çarpıtarak, kavramların üstünü örterek Kürtleri Türkleştirme, kültürel soykırıma uğratma, bunu yaparken de dünyayı aldatma, toplumu aldatma, Kürtleri de mücadelesiz bırakmayı hedefleyen kapsamlı bir özel savaş yürütülmüştür.
Şeyh Sait direnişi, Dersim soykırımı, Ağrı isyanı dönemindeki Türk basını açılıp okunursa, o sıradaki yetkililerin verdiği demeçler irdelenirse Kürtlerin nasıl inkar edildiğini, Kürtlerin zulme karşı direnişinin nasıl eşkıyalık olarak değerlendirildiği görülür. Kürtlerin uygarlığa karşı direndiklerini, Türk devletinin oralara iyi şeyler götürmek istediği, uygarlık götürmek, okul, yol götürmek istediği, ama buna karşı orada halkın refahını istemeyen, gelişmesini istemeyen şaki başlarının, dış güçlerin maşası olanların Türk devletinin bu uygarlık götürmesine karşı nasıl direndikleri anlatılır. Bu anlatımların hepsi psikolojik savaş dilidir. Kavramlar kültürel soykırımı gerçekleştirmek adına kullanılmış ve içerik kazandırılmıştır; gerçekler ona göre çarpıtılmıştır. Her söylem direnen Kürtlerin haksızlığı, Türk devletinin zulüm, bastırma, yok etme politikalarının da haklı olduğu üzerine kurulmuştur. O dönem basının dili tamamen bunun üzerine kuruludur. Yetkililer tamamen bu çerçevede konuşmaktadır. Sadece toplumun değil, dünyanın aldatılması için de her türlü yalan mubah sayılmaktadır. Yine kendilerinin ne kadar şefkatli olduğunu, şefkat götürdüğünü, direnen Kürtlerin de ne kadar zalim olduğunu anlatan hikayeler uydurulur. Böylelikle de yürütülen inkar ve imha politikası, soykırım politikası, katliamlar meşrulaştırılır. Bunu tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görebiliriz.
Dersim isyanından sonra da psikolojik savaş daha da artırılmıştır. İlk önce askeri işgal yapılmıştır, siyasi işgal yapılmıştır, ondan sonra da bunun üzerine eğitim, sosyal ve kültürel politikalarla Kürtler kültürel soykırıma uğratılmaya çalışılmıştır. Kürt halkının direnişlerinin bastırıldığı, iradesinin kırıldığı düşünüldükten sonra esas saldırı ve yön eğitime, psikolojik savaşa ve kültürel soykırıma verilmiştir. Türkiye’nin 20. yüzyıldaki tarihi esas olarak Kürtlerin üzerinde zor ve zulmün her türlü yöntemi kullanılarak kültürel soykırımı gerçekleştirme tarihi olarak görmek gerekir.
Türk devleti esas olarak zor, şiddet ve kültürel soykırımla Kürtleri yok etme üzerine kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti tarih boyunca Kürtlerin yararlanarak örgütlenip mücadele etmesinin önüne geçmek için tüm anayasa ve yasalar antidemokratik kılınmıştır. Türkiye halkları da Kürt toplumunun yok edilmesi amacıyla yürütülen özel ve psikolojik savaşın kurbanı olmuştur. Belki zulüm ve baskı esas olarak Kürdistan’da yürütülmüştür; Kürdistan ayrı, Türkiye ayrı bir coğrafya olarak ele alınmıştır. Ancak Türk devleti özel ve psikolojik savaş gereği Türkiye bir bütündür, Türkiye’de herkes aynı haklara sahiptir propagandasıyla kültürel soykırımı etkili yürütmek için yasaları genel yapmıştır. Yasaları ve anayasaları tüm Türkiye’yi kapsayacak biçimde yapmışlardır. Böyle olunca da düşünce özgürlüğünü ve Kürtlerin örgütlenmesini Türkiye geneli açısından da sınırlandırmıştır. Tabii ki uygulamada Türkiye’de biraz daha yumuşak yürütülürken Kürdistan’da katı, sert yürütülmüştür. 20. yüzyıldaki uluslararası durum, evrensel gelişmeler nedeniyle anayasalar ve yasalarla yapamadıkları sınırlama ve baskıları, kültürel asimilasyon uygulamalarını bizzat fiili olarak uygulamışlardır. 20.yüzyılda açıkça kültürel soykırım yapmak, bir halkı ortadan kaldırmak kabul edilemez olduğundan bunu mevcut anayasa ve yasalara dayanarak açıkça yapamayacaklarından, faşist ve soykırımcı uygulamaları fiili olarak gerçekleştirmişlerdir. Türkiye’de anayasa ve yasalar göreceli yumuşak ve esnek biçimde uygulanmaya çalışılırken Kürdistan’da ise çok sert uygulanmıştır. Yasalar ve anayasaların izin vermediği yerde de bizzat hiçbir anayasa ve yasaya dayanmayan uygulamalarla Kürtler üzerinde soykırımcı faşist bir terör estirilmiştir. Tabii ki eğitim, propaganda ve diğer araçlarla bunlar gözden kaçırılmaya, kimi anayasa ve yasalara karşı suç işleyen kişilere yönelik uygulamalar olarak gösterip yürütülen kültürel soykırım savaşı gözden kaçırılmaya çalışılmıştır.
Kontrgerilla NATO’ya giriş sonrası devreye sokulmuştur
1960’ta Menderes hükümetinin kendini hakim kılması ve o güne kadar Türk devleti içinde başat ve hakim güç olan asker ve sivil bürokrasiyi geriye itmesine karşı tepki olarak gelişen 1960 Anayasası Kürtler ve islamcılar dışında diğer kesimlere belli düzeyde örgütlenme ve düşünce özgürlüğü tanımıştır. Bir nevi Türkiye toplumunu rahatlatarak, oralarda örgütlenme özgürlüğünü kısmi olarak genişleterek başta Kürtler olmak üzere kendine muhalif olan güçler üzerinde baskıyı meşrulaştıran yeni bir düzen kurmuşlardır. Bunun sonucu düşünce ve örgütlenme özgürlüğü 1960-70 arasında belli düzeyde pratikleşme imkanına kavuşmuştur. Ancak daha on yılı dolmadan bu ortamdan, özellikle de sosyalistlerin, hatta Kürtlerin yararlandığı düşünülerek 12 Mart 1971 müdahalesiyle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan anayasa değişiklikleri gerçekleştirilmiştir. Demirel’in ve egemen kesimlerin ifade ettiği gibi Türkiye açısından bol gelen anayasa daraltılarak Türkiye’nin esas gerçeğine uygun anayasal değişiklikler yapılmıştır. 1961 Anayasası’nın Türkiye’de kurulan özel savaş sistemine ve psikolojik savaş gerçeğine zarar verdiği görülmüştür. Sol güçlerin ve Kürtlerin örgütlenme ve mücadele etme eğilimine girmesi mevcut özel savaş rejiminde gedikler açıldığı anlamına gelmektedir. Ve onun psikolojik savaş harekatında gedikler açmaktadır. Dolayısıyla 1972-73 anayasa değişiklikleri esas olarak da sosyalistlerin ve Kürtlerin anayasa ve yasalardan faydalanmasını engellemek için yapılan değişikliklerdir.
12 Mart müdahalesine rağmen 1970’lerde özel savaş rejimi ve onun psikolojik savaşına karşı Türkiye’deki sosyalistlerin ve Kürtlerin yürüttüğü bir mücadele olmuştur. Bir yönüyle 1970-80 arasındaki süreç Türk devletinin, özel savaş sistemini ve psikolojik savaş güçleriyle devrimci güçlerin ve Kürt ulusal hareketinin kıyasıya bir mücadeleye girdiği bir süreçtir. Bu süreçte tabii ki özel savaş devleti ve onun psikolojik savaş organları, yine NATO’ya bağlı gladio gelişen devrimci demokratik hareketi ve Kürt hareketini geriletmek, onların gelişmesini engellemek için birçok kirli psikolojik savaş yöntemlerine başvurmuşlardır. Kontrgerilla 1970-80 döneminde devreye sokulmuştur. MHP olarak örgütlenen faşist güçler, sol güçlere ve Kürt hareketine karşı saldırtılmıştır. Yine faşist güçler kadar olmasa da kimi islami çevreler de devrimci güçler ve Kürt özgürlük hareketine karşı kullanılmışlardır. Tüm özel savaş yöntemleri ve faşist güçlerin devrimci demokratik hareketi ve Kürt uyanışını engellemeyeceği görülünce bu defa sol örgütleri birbirine düşürme, devrimci örgütler ve Kürt grupları içine ajanlar sızdırma ve böylelikle ortamı provoke etme, halkın devrimcilere karşı güvenini kırma faaliyetini artırmışlardır. Özel savaş devleti psikolojik savaş yöntemlerini 1970-80 arası çok boyutlu kullanmıştır.
1980 öncesi özel savaş devletinin, MİT’in, kontrgerillanın kullandığı yol ve yöntemlerinin tümü açığa çıkmamıştır. Ancak kontrgerillanın, özel savaş devletinin birçok provokasyon yaptığı, psikolojik savaş araçlarıyla toplumu yönlendirdiği kesindir. MİT’in arşivleri ve Genelkurmay’daki kozmik oda açılsa bütün bunlar gözler önüne serilecektir. Ama bunları kamuoyunun bilgisine sunmaları mümkün değildir. Bir ara Bülent Arınç’a suikast yapıldı denilerek kozmik odalara girilmiş, ama sonradan vazgeçilmiştir. Kozmik oda yine topluma açılmayacak biçimde gizemli bir oda olarak kalmaya devam etmiştir. Çünkü kozmik odalara girildiği, kozmik odalardaki bütün gerçekler açığa çıkarıldığı zaman Türk devletinin dağılacağı görülmüştür. Türk devletinin bütün inandırıcılığını yitireceği görülmüştür. AKP bunu gördüğünden kozmik oda olayı kısa sürede gündemden düşürülmüştür. AKP hükümet olduktan sonra Türk devletinin geçmişte uyguladığı yol ve yöntemlere kendisi de başvurmaktadır. İstihbarat örgütleri, MİT bu tür operasyonlar yapmak için vardır. Devletlerin, hükümetlerin içeride ve dışarıda yürüttüğü savaşta manipülasyon yapma, dezenformasyon yapma, gerçekleri saptırma ve kendi politikalarının meşruluğunu ortaya koyma, kendi politikalarına karşı direnenleri ise gayri meşru gösterme tüm devletlerin karakteridir. AKP de iktidara gelince bu devletin karakterini sürdürmek zorundadır. Devlet içinde iktidar olmak istiyorsa bundan başka yolu yoktur. Hele bu Türk devletiyse her hükümet sonunda bu özel savaş sistemine, psikolojik savaş sistemine girmek zorundadır. Ancak Kürt sorununu çözmek isteyenler, gerçek demokratikleşme yönünde adım atanlar özel savaş devleti olma karakterini ve psikolojik savaşı bırakabilirler. Ama Türkiye’de AKP hükümeti dahil hiçbir hükümet döneminde böyle bir politik yaklaşım içinde olmadığı için sonuçta bir özel savaş devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin özel savaş hükümeti ve psikolojik savaş hükümeti rolünü oynamaya devam etmektedirler.
Türk devletinin özel savaş karakteri değişmemiştir
12 Eylül yaklaşırken bu özel savaş devletinin ve psikolojik savaş araçlarının esas olarak da normal yöntemlerle bastıramadıkları devrimci hareketi ve Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek için daha baskıcı bir rejime yönelmenin ortamını hazırlamaya çalışmışlardır. 1980 öncesi basın bir yönüyle de 12 Eylül’ü meşrulaştıran yayınlar yapmıştır. Bizzat MİT ve Genelkurmay istihbarat dairesi basını yönlendirerek yaptırdıkları yayınlarla darbeyi meşrulaştıran bir ortam yaratmaya çalışmışlardır. Darbenin ortamı hazırlandı derken esas olarak da bunları anlamak lazım. Çatışmalar vardı, darbeye meşruiyet kazandırmak için göz yumuyorlardı denilmesi gerçeğin bir yanı olabilir. Kuşkusuz daha erkenden de müdahale etmek istemişlerdir, ama devrimci demokratik hareketlerin güçlü bir konumu var, direnme gerçeği var, Kürtlerde büyük bir uyanış var. Buna hazırlıksız bir müdahale yenilgiyle sonuçlanabilir. Bu nedenle bir iki yıl öncesinden başlayarak medyayla ve diğer propaganda araçlarıyla 12 Eylül’ün ortamını hazırlamışlar, artık Türkiye toplumunun hazır hale geldiğini düşündükleri anda da müdahale etmişlerdir.
12 Eylül’le birlikte medya tamamen darbecilerin kontrolünde hareket etmiştir. 12 Eylül bir medyayı yönetme, yönlendirme, manipüle etme merkezi kurmuş, bütün basın bu 12 Eylül’ün psikolojik savaş merkezinin direktifleri doğrultusunda çalışmıştır. O dönemin gazeteleri, radyoları, televizyonları, yayınları ve yaptıkları propaganda göz önüne getirilirse hepsinin bir merkezden yürütüldüğü görülecektir. Yine özel savaş devleti bir taraftan medyayı en etkili biçimde kullanırken diğer taraftan üniversiteleri ve okulları kullanmıştır. Özellikle Kürdistan’da da diyanet işleri başkanlığını, imamları kullanarak bu darbenin meşruiyetini yaymaya, devlete karşı direnmenin ise suç olduğunu, günah olduğunu ortaya koymaya çalışan bir psikolojik savaş yürütmüşlerdir. Bu açıdan 12 Eylül döneminde basının da, üniversitelerin de, eğitim kurumlarının da, Diyanet İşleri Başkanlığı ve ona bağlı imamların da bu psikolojik savaş içinde etkin yer aldıkları bilinmektedir. Hatta 12 Eylül çeşitli tarikatları da kullanmıştır. 12 Eylül’ün meşru olduğunu, terör vardı, insanlar birbirini öldürüyordu, bu nedenle de ordu müdahale etti, haklıdır propagandasını en fazla yapanların başında da Fethullah Gülen cemaati olmak üzere birçok tarikat gelmektedir. Bu yönüyle psikolojik savaşta sadece merkez medya değil, siyasal islamcı medya, tarikatlara bağlı medya da o dönemde bu özel savaştaki yerini psikolojik savaş araçları olarak almışlardır. Bu dönemin medyasının ve dönemin çeşitli grupların hangi dili, hangi yaklaşımı gösterdiği araştırılırsa bu gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar.
Türk medyası 1984 yılından itibaren daha da fazla özel savaşın psikolojik savaş araçları haline gelmiştir. 1990’lı yıllarda da tamamen kirli savaşının üstünü örten bir medya haline dönüşmüştür. Yani sağır sultanın da duyacağı çok kirli bir savaş yürütüldüğü dönemde Türk basının bütün çabası Türk devletinin bu kirli savaşını örtme ve bu temelde de kirli savaşın başarıya ulaşarak Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmesinde rolünü üstlenme olmuştur. Bu yönüyle 1990’lı yıllardaki bütün faili meçhul cinayetlerin, köy yakma ve yıkmaların, her türlü işkencenin birinci dereceden bir suç ortağı da medyadır. Nitekim Mehmet Ali Birand “yalan söylüyorduk, yalanımıza kendimiz inanıyorduk” diyerek aslında 1990’lı yıllardaki medyanın Kürt özgürlük hareketine karşı nasıl bir kirli savaş yürüttüğünü itiraf etmiştir. Bu tür değerlendirmeleri yapan birçok yazar da vardır. Kaldı ki 1990’lardaki kirli savaşı herkes bilmektedir. O günün medyasının tamamen özel savaş, psikolojik savaş aracı haline geldiğini kabul etmeyen yok gibidir. Bu medya çok kapsamlı bir özeleştiri vermiş midir? Vermemiştir. Özellikle de Kürt özgürlük hareketine karşı, Kürt halkına karşı kirli savaşta rol oynadıklarını, Kürt halkının haklı mücadelesini karalamak için her yol ve yöntemi denediklerini ortaya koymamışlardır; koyamazlar da. Çünkü Kürt sorununda zihniyet değişmediği ve gerçek anlamda bir çözüm niyeti ortaya çıkmadığı müddetçe medya bu karakterini değiştirmez. Belki yöntemleri değişir, dili değişir, incelebilir, ama Kürt özgürlük hareketine karşı Türk devletinin politikalarını savunma konumundan çıkamaz. Nitekim çıkılmamaktadır.
1990’lı yıllardaki medya açılırsa ne kadar yalan söyledikleri, gerçekleri ne kadar çarpıttıkları, PKK’yi, Özgürlük mücadelesini karalamak için hangi yol ve yöntemin denediği rahatlıkla görülür. Bütün televizyonlar ve gazeteler Anadolu’dan Görünüm programının versiyonları gibi yayın yapmışlardır. Bu durumları değişmiş midir? Değişmemiştir. Bugün de medya aynı rolü oynamaktadır. Çünkü Kürt sorunu çözülmemiştir, Türk devletinin özel savaş karakteri değişmemiştir. Özel savaş karakteri değişmediği için mevcut hükümetler de esas olarak psikolojik harekat yürüten hükümetler olarak görevlerini üstlenmektedirler. Bu nedenle AKP hükümeti döneminde de medya kirli savaşın üstünü örten, Kürtlerin haklı mücadelesini haksız gösteren, Türk devletinin bastırma politikalarını meşrulaştıran rolünü yürütmeye devam etmektedir. Bu yönüyle 1990’lı yılların medyasıyla 2010’ların medyası arasında özde fark yoktur. Sadece yürütülen özel savaşın yeni karakteri ve psikolojik savaşın günün koşullarına uyarlanması nedeniyle bazı dil değişikliklerine gidilmiştir. Bu yönüyle de dilin ve yöntemlerin özel savaşın ve bunun gerektirdiği psikolojik harekatların yeni karakterine kendini uydurması vardır. Bu açıdan Türk devletinin karakterinin özde değiştiğini söylemek, buna dayanarak da medyanın psikolojik savaş aracı olduğundan çıktığını söylemek Türk devlet gerçeğini anlamamak, kendini kandırmak ya da özel savaş devletinin psikolojik savaş gereği Türkiye toplumu ve Kürt toplumunu aldatmaktır. Bugünkü medyanın Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen ve bu temelde de kültürel soykırımı yeni koşullarda sürdürüp tamamlamak isteyen karakteri görülmezse Türkiye’deki gerçekleri anlamak, doğru analiz etmek, doğru değerlendirme yapmak, doğru sonuçlara varmak, bu temelde de doğru tutum göstermek mümkün değildir. Her şeyden önce bunun altının çizilmesi gerekir.
Hatta AKP hükümeti dönemindeki, yani 2010’lu yıllarda yürütülen psikolojik savaş, kullanılan psikolojik savaş yöntemleri daha kirlidir, daha kapsamlıdır. Düne kadar asker zoruyla yürütülen birçok bastırma, sindirme olayı toplum kırım, kültür kırım, siyasal soykırım olguları bugün farklı yöntemlerle sürdürülmektedir. Bu nedenle psikolojik savaşa, yani medyanın kullanılmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Dün zorla yaptırdığını bugün medya aracılığıyla, polis şiddetiyle, toplum kırımla, siyasal soykırım operasyonlarıyla, kültürel soykırımla yürütmektedir. Bunu meşrulaştıran, üstünü örten de bugünkü başta AKP yandaşı basın olmak üzere Türk basınıdır. Bu açıdan Türk basınının 2010’lardaki durumu 1990 ve 1980’lerdekinden daha iyi değildir, daha da kötüdür. Bizzat kültürel soykırımın üstünü örtmenin ve sürdürülmesini sağlamanın en önemli aktörü haline gelmiştir.
Yandaş basın hükümetin dediklerini birebir yapmaktadır
Türk Başbakanı defalarca basın kurumlarıyla toplantı yaparak basının Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen savaşta kendisine destek olmasını istemiştir. Güya Kürt özgürlük hareketine lojistik destek sağlayacak, moral verecek hiçbir yayın yapılmamasını, tersine Kürt özgürlük hareketinin karalanmasını, çirkin gösterilmesini sağlayan yayın yapılmasını bizzat Türk Başbakanı istemiştir. Hatta basın Türk devletinin yürüttüğü özel savaşa her türlü desteği vermesine rağmen zaman zaman çeşitli televizyonlar ve gazeteler karşısında kendilerinin daha iyi haber yaptığını göstermek için yaptıkları haberler nedeniyle tehdit edilmiştir. Dünyada basının ne yönde ve nasıl yazması gerektiğini bu düzeyde dikte ettiren başka bir hükümete rastlanmamıştır. Yandaş basın zaten hükümetin dediklerini birebir yapmaktadır. Ama kendisinin ekonomik idari denetiminde olmayan basına da yine kendi politikası doğrultusunda yazması için baskı yapmaktadır. Kendi politikasına destek vermeyen, Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen kirli savaşta, özel savaşta, psikolojik savaşta hükümetin dediklerini yapmayan basını iflas ettirmekle, ekonomik-idari baskı yapmakla tehdit etmektedir. Bunun sonucu da yandaşıyla, Ergenekoncusuyla, liberaliyle tüm basın Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen harekat içinde yer almıştır. Böyle bir basına ihtiyaç duyulması ve hükümeti ayakta tutan en önemli aktör görülmesi nedeniyle AKP’nin kuruluşundaki troyka içinde yer alan Bülent Arınç’ı basından sorumlu devlet bakanı yapmıştır. Bülent Arınç’ın bu bakanlığa verilmesi bile Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen psikolojik savaşta basına ne kadar önem verildiğini göstermektedir.
AKP hükümeti kendi iktidarını pekiştirme açısından basını etkili bir biçimde kullanmıştır. Bir yönüyle de basın alanındaki araçlarını, organlarını genişleterek iktidarını pekiştirmiş, kendisine muhalif güçler üzerinde baskısını kurmuştur. Dünyada birinci kuvvet denen, neredeyse siyaseti tümüyle yönlendiren basını bu düzeyde etkili kullanan siyasi güçlerin sayısı çok azdır. Ne ABD’de, ne İngiltere’de, ne de Avrupa’nın başka bir yerinde basını iktidar aracı olarak bu düzeyde kullanan başka hükümete rastlanmamıştır. İktidar olduktan sonra devletin bütün imkanlarını kendisine ait basın yayın organlarını genişletme ve kontrol altına alma açısından kullanmıştır. İktidarını pekiştirmede kullandığı gibi, aynı zamanda bu basını psikolojik savaşın en önemli merkezi haline getirmiştir. Bugün AKP hükümeti politikalarını bir yönüyle de basın üzerinden yürütmektedir. Kürtleri en iyi ben oyalarım, en iyi ben aldatırım ve etkisizleştiririm üzerinden iktidarını sürdürdüğü için basını da Kürtleri beklenti içine sokma, oyalama ve böylelikle Kürtleri ve demokrasi güçlerini mücadelesiz kılarak kendi iktidarını pekiştirme ve sürdürme doğrultusunda kullanmaktadır. AKP’nin Kürt politikası dediği esasında beklenti yaratma, oyalama ve bu süreçte de Kürt özgürlük hareketine karşı çok yönlü savaşı sürdürerek Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırıp devletin başat gücü olan yeni sahibi olmayı hedeflemektedir.
Kürt halkının onlarca yıllık mücadelesi eski politikayı iflas ettirmişti. Artık eski yol ve yöntemlerle Kürt halkını aldatmak, Kürt özgürlük hareketini geriletmek mümkün olmadığından devletin asker ve sivil bürokrasi güçleriyle, derin güçleriyle birlikte yeni bir Kürt politikası tespit etmişlerdir. Bu da en fazla teşhir oldukları alan olan dil ve kültür alanında kimi yumuşamalar yaparak bu yumuşamalara dayanıp yeniden Kürtler üzerinde kültürel soykırım sistemini inşa etmek olmaktadır. İşte dil ve kültür alanındaki kimi yumuşamaları Kürt sorununda önemli adımlar atılıyor ve çözüme kavuşturuluyor biçiminde yansıtmayı, bu temelde de Kürtleri beklenti içine sokup aldatma ve oyalamayı başta da yandaş basın olmak üzere Türk basını yapmaktadır. Televizyonları, gazeteleri, radyoları ve diğer bütün yayın organlarını dinlediğimizde Türk basının tüm amacının önemli adımlar atıldığı, daha da fazla atılacağı beklentisi yaratıp Kürtleri mücadelesiz kılmaya yönelik olduğu görülür. Çünkü AKP ancak Kürt halkının özgürlük mücadelesini engelleyebilirse kendisini iktidarda tutabilir. Eğer Kürt halkının mücadelesi karşısında başarısız kalırsa, iktidarını kaybeder. En temel sorun olan Kürt sorunu konusunda başarısız kalmış bir hükümet iktidarda kalamaz. Ya demokratikleşerek Kürt sorununu demokratik siyasal yollarla çözüme kavuşturacaktır ya da bunu yapma niyeti, politikası yoksa ezerek bu sorundan kurtulacaktır. Bu iki politikadan birini sonuç alıcı bir biçimde yürütenler iktidarda kalabilir. Bunu sadece iktidar görmüyor, iktidara yandaş basın da bunu gördüğü için artık bu özel savaş devletinin Kürtlere yönelik yürüttüğü psikolojik savaşı bir emir biçiminde yürütmüyor, gönüllü yürütüyor. Çünkü mevcut medya Kürt özgürlük hareketini tasfiye edemediği takdirde AKP’nin iktidarda kalamayacağını, böyle olursa kendi konumunu kaybedeceğini biliyor.
Medyanın bu kadar gönüllü PKK düşmanlığı yapması, psikolojik savaşı amiyane deyimle bu denli kraldan çok kralcı biçiminde yürütmesi varlığını tamamen AKP iktidarına bağlaması nedeniyledir. AKP’nin iktidarda kalmasının yolunun da Kürt özgürlük hareketini tasfiyeden geçtiğinin görülmesidir. Bu yönüyle yandaş basın Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü psikolojik savaşta gerçekten de geçmiştekilere nal toplatacak düzeyde bir psikolojik savaş organı haline gelmiştir.
Türk devletinin mevcut durumda Kürt sorununu çözme politikası yoktur. Bu nedenle AKP gelinen aşamada tamamen psikolojik savaş hükümeti haline gelmiştir. AKP’nin görevi şu anda devletin tespit ettiği Kürt politikasının pratikleştirilmesini sağlamaktır. Bu da en fazla teşhir oldukları dil ve kültür alanında bazı yumuşamalar çerçevesinde siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemini yeniden inşa etmektir. Bu adımları da, yeni sömürgecilik ve kültürel soykırımın üstünü örten, ona meşrutiyet kazandıran bir argüman olarak kullanmaktadır. İşte basın burada AKP’nin psikolojik savaş gereği atmış olduğu bu adımlarını bir çözüm adımı olarak göstermeye çalışmaktadır. AKP’nin bir çözüm politikası olduğuna toplumu inandırmaya çalışmaktadır. Bu konuda bazı liberalleri ve Kürtleri de psikolojik savaşın bir parçası olarak kullanmaktadır. Kendine yandaş liberalleri, işbirlikçi Kürtleri basına çok çıkarmaları Kürtler üzerinde yürütülen bu özel savaşla, psikolojik savaşla ilgilidir. Bunda başarılı olmak ve Kürtleri aldatmak için de bu işbirlikçi Kürtler kullanılmaktadır. İşbirlikçi Kürt PKK’ye ne kadar karşı çıkıyorsa, Apo’ya ne kadar karşı çıkıyorsa, bu mücadeleye ne kadar küfrediyorsa, bu mücadele karşısında psikolojik savaş doğrultusunda Kürt halkını aldatmak için ne kadar çaba harcıyorsa o kadar değer bulmaktadır. İşbirlikçi Kürtler de bunu gördüklerinden PKK ve Apo düşmanlığını pazarlayarak kendilerine imkan sağlamaya çalışmaktadırlar.
Kürt halkı onlarca yıllık yürüttüğü mücadeleyle toplumda önemli bir bilinçlenme yarattığı gibi, Türkiye toplumunu da bu mücadelenin önemli bir parçası haline getirmiştir. Kürt halkının bilinçlenmesi, örgütlenmesi, demokratik mücadele vermesi, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin de Kürt halkının demokratik mücadelesiyle bütünleşmeye çalışması Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü dayatmış bulunmaktadır. Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadele bugün Türk devletini zorlamakta ve çözümü dayatmaktadır. Türk devletinin zihniyeti değişmediği ve bir çözüm politikasına ulaşmadığı için bu ortamda mücadele karşısında içeride ve dışarıda çok daha sıkışmaktadır. Çok fazla sıkıştığı için, giderek bir taraftan ezme politikalarını hızlandırırken, diğer taraftan da bu sıkışıklıktan kurtulmak için medyayı ve diğer psikolojik savaş araçlarını Türkiye tarihinde görülmedik biçimde kullanmaktadır. Psikolojik savaşın bu kadar artırılmasının nedeni işte bu sıkışmadır, sıkıntıya düşmesidir. Mücadele karşısında ayakta kalmasının zorlaşmasıdır. Çünkü bu mücadele meşrudur ve Türk devletinin bu mücadele karşısında yürüttüğü savaş başarılı olamamıştır. Dil ve kültür alanında kimi yumuşamalar yaparak, buna dayanarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme politikaları da istenilen sonucu verememektedir. Bu durum AKP hükümetini daha fazla psikolojik savaşa sarılmaya itmektedir. Mücadele karşısında sıkışıklığını, kaybetmişliğini psikolojik savaşla; insanların kafasını, toplumun kafasını bulandırarak, dış güçleri aldatarak kendi politikasının doğru olduğunu, bu politikayla bu sorunu çözeceğini gösterip biraz daha nefes almak ve oyalama temelinde kazandığı bu zaman süresinde Kürt özgürlük hareketine yüklenerek sonuç almayı düşünmektedir.
Türk basını bugün Kürt özgürlük hareketiyle savaş halindedir
Psikolojik savaş gelinen aşamada bir taraftan AKP’nin çözümsüz politikalarını örtme amacı güttüğü gibi, diğer taraftan AKP’nin ezme ve tasfiye politikasının temel aracı haline gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle Türk basını bugün Kürt özgürlük hareketiyle savaş halindedir. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı tarafını açıkça ortaya koymuş, açık bir taraf haline gelmiştir. Geçmişteki hükümetler döneminde hükümetlerin dediğini yaparken, bugün tamamen AKP’nin savaş mevzisine, askerinin ve polisin yanına yerleşmiş bulunmaktadır. Bu süreçte medyanın en temel görevi, AKP’nin bu sorunu çözeceğini, bu sorunu çözmek için yola koyulduğunu, Türkiye’de gelişen demokratik ortamda artık silahlı direnişe gerek kalmadığı propagandası yapmaktadır. Kürt halkının ve Özgürlük hareketinin mücadelesi karşısında sıkışan Türk devletinin şimdi yeni psikolojik savaş hedefi tamamen Kürt halkının mücadelesini durdurmak, teslim almak yönündedir. Bu nedenle de, “silahlı mücadelenin zamanı geçmiştir” propagandası psikolojik savaşın merkezine yerleştirmiştir. Geçmişte devlet için mücadele ediliyordu, bugün devletten vazgeçilmiş, özerklik istemiyor; bunun için silaha gerek yoktur denilmektedir. “Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için gerilla direnişine gerek yoktur. Demokrasi içinde her hak savunulabilir” şeklinde bir yalanı gerçek gibi yansıtmaya ve kimi kesimleri etkilemeye çalışmaktadırlar. Türkiye’de demokrasi, hatta ileri demokrasi vardır diyerek Kürt halkının mücadele araçlarını, direniş araçlarını ve özellikle de meşru savunma araçlarını ortadan kaldırarak, Kürt halkını örgütsüz ve mücadelesiz bırakarak sistem içinde eritmeyi hedeflemektedirler. Hem de bunu KCK operasyonları adı altında bütün siyasetçilerin, avukatların sendikacıların, gazetecilerin tutuklandığı bir dönemde söylemektedirler. O kadar pervasızlar ki ya da psikolojik savaş merkezi o kadar pervasız hale gelmiştir ki, bu psikolojik savaşla toplumu aldatacağını ve bu temelde kendi yeni egemenlik sistemini kabul ettireceğini düşünmektedir. Bu da bir yönüyle AKP’nin medyayı kullanarak, muhaliflerini susturduğunu düşünerek Kürtleri de medya yoluyla yürüttüğü psikolojik savaşla alt edebileceğini kendi tasfiyeci politikalarını bir çözümmüş gibi göstereceğini düşünmesinden ileri gelmektedir. Bu nedenle de medyaya işbirlikçi Kürtleri sürekli çıkararak yürüttükleri psikolojik savaşı güçlendirip sonuç alacağını sanmaktadırlar.
Özel savaşın geçmişten beri kullandığı yöntemlerin başında Kürt halkını, Kürt özgürlük hareketini parçalamak; Kürt örgütlerini, Kürt hareketlerini birbirlerine karşı kullanmak gelmektedir. Tarihte böl yönet politikası belki de en fazla Kürtlere uygulanmıştır. Bir İngiliz politikası olarak bilinir, ama bunun kaynağının Ortadoğu olduğunu bilmek gerekir. Böl yönet politikasının tarih içindeki ortaya çıktığı coğrafya Ortadoğu’dur. Bu açıdan Türk devleti, Osmanlıdan bu yana bu politikaları çok uygulamıştır. En fazla da Kürtler içinde bu politikalar uygulanmıştır. Bugün medya bu böl yönet politikasının psikolojik boyutunu yürütmektedir. Sadece PKK ve Apo düşmanı Kürtleri Tv ve gazetelere çıkararak Kürtler içinde psikolojik savaş yürütmemekte, bunun yanında Kürt halkını bölmek, Kürt özgürlük hareketi içinde parçalanma yaratmak, özelde de BDP içinde parçalanma yaratmak için gerçekten çok gayret göstermektedirler. Geçmişte şahinler güvercinler söylemini çokça işlediler. Nerdeyse Türk medyasının en önemli temel konularından biri de bu oldu. Şimdi bunu daha da kendilerine göre farklı biçimde yürütmektedirler. Devlet KCK operasyonlarıyla BDP’yi etkisizleştirmeye ve kalanlar üzerinde baskı yaratmaya çalışmaktadır. Böylece BDP içinde bölünme yaratmak hedeflenmektedir. Bakın işte bu kadar saldırı var, tutuklama var, devletle böyle mücadele edilmez biçimindeki bir anlayışı kışkırtma; devlete, AKP hükümetine teslim olan bir kesim ortaya çıkartmaya çalışmaktadır. KCK operasyonlarının bir amacı da budur. Bunun psikolojik savaş boyutunu da bizzat basın yürütmektedir.
Psikolojik savaşın bir argümanı da AKP’nin çözüm politikası var, ama BDP bunu bozuyor, yardımcı olmuyor; KCK AKP’nin çözüm adımlarını sabote ediyor şeklindedir. Bu yönlü propagandaların amacı Kürt halkının ve demokratik siyasi alanın kafasını karıştırıp bölmeye yöneliktir. Bunu çok açık da yapıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde bölme politikası bu kadar açık yapılmaz. Ama Kürtler bunu anlamaz, geçmişte Kürtler hep birbirlerine karşı kullanılmıştır, eğer tahrik edilirlerse, provoke edilirlerse, kandırılıp birbirine düşman edilip karşı karşıya getirilebilir gibi bir yargıyla böl yönet biçimindeki psikolojik savaşı çok utanmazca, pişkince, Kürtlere hakaret anlamına gelen bir açıklıkta yapmaktadırlar. Bu da gerçekten Türk devletinin nasıl bir özel savaş devleti olduğunu göstermektedir. O kadar zor, baskı, şiddet uyguluyor ki Kürtlerin bu baskı ve zulüm karşısında zorunlu kalarak bu böl yönet politikası içine gireceğini düşünüyor. Bu kadar açık böl-yönet politikası yürütülmesinin başka biçimde izah edilmesi mümkün değildir. Özcesi Türk devletinin özel savaş ve bu temelde yürüttüğü psikolojik savaşın amacı, çok zorlandığı dil ve kültür alanında kimi yumuşamalar yaparak ve buna dayanarak Kürtlerde beklenti ve umut yaratıp Kürt halkı, Kürt hareketleri içinde bölüp parçalanma sağlayıp Kürt özgürlük hareketini tasfiye ederek siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemini yeni koşullarda inşa etmektir.
Kürt basının görevi her zamankinden önemli hale gelmiştir
Özel savaş devletinin bu amaçlara ulaşmak için yürüttüğü psikolojik savaş karşısında Kürt medyasının rolü çok önemlidir. Bugün Kürt medyası çok önemli araçlara kavuşmuştur. İster yazılı, ister işitsel, ister görsel, ister sanal isterse diğer medya araçları olsun; Kürt halkı bunlara sahiptir. Bu açıdan Türk devletinin basın yayın araçları çok fazla olsa da, çok etkili olsa da karşısında bir Kürt basın gerçeği vardır. Türk devletinin hakikati zayıf olduğu, daha doğrusu bir hakikati olmadığı için yalana, dolana aldatmaya dayalı olduğu için ne kadar önemli araçlara sahip olursa olsun Kürt özgürlük hareketi karşısında, Kürt basını karşısında zayıf bir konuma sahiptir. Zaten gerçeği çok zayıf olduğu için, en küçük bir muhalif basın çalışmasına dahi tahammül gösterememektedir. Türkiye’de gazetecilere yönelik, Kürt basınına yönelik saldırıların amacı budur. Yoksa kendisinin basın imkanları bundan bin kat fazladır. Elinde her türlü olanak ve imkan vardır. Ama buna rağmen hakikati olmadığından, yalana dolana dayandığından Kürt özgürlük hareketinin mücadelesi de çok haklı olduğundan, Kürt basını da bu haklı mücadelenin bir parçası olduğundan, Türk devletinin basına dayalı psikolojik savaşı boşa çıkmaktadır. Bu nedenle Türk devleti istiyor ki, kendisinin yürüttüğü psikolojik savaş gerçeği karşısında yalanı gerçek gibi gösterme, toplumu aldatma politikası karşısında hiç kimse ses çıkarmasın, kimse bu yalanları açığa çıkarmasın. Bu nedenle Kürt basını ve muhalif basın üzerinde çok ağır bir baskı uygulamaktadır.
Tüm baskılara rağmen Kürt basını Türk devletinin psikolojik savaşını boşa çıkarmada önemli araçlara sahiptir. Bu konuda önemli bir çaba yürütmektedir. Gerçekten de bugün Türk devleti eğer bütün saldırılara rağmen başarılı olamıyorsa, etkisiz kalıyorsa bunda eksik de olsa yetersiz de olsa Türk basını karşısında zayıf da olsa Kürt basınının belirli bir çaba gösterdiği, belirli bir mücadele yürüterek bu özel savaş devletini, psikolojik harekatını, psikolojik savaşını yani toplumu aldatma, yönlendirme çabalarını önemli oranda boşa çıkarmasının payı vardır. Bugüne kadar önemli görevler yürütmüştür; ancak gelinen aşamada Türk devleti psikolojik savaşı o kadar tırmandırmıştır ki, medya gücünü o kadar fazla kullanmaktadır ki, savaşın sonucu neredeyse medyayla belirlenecek hale gelmiştir. Bunun için de medyayı bir elden yönetecek bir psikolojik savaş merkezi kurmuştur. Sadece kendisinin medya gücüyle değil işbirlikçi Kürtlerin, hain Kürtlerin, Kemal Burkay gibi, İbrahim Güçlü gibi, Ümit Fırat gibi yeminli Apo ve PKK düşmanlarının saldırılarını da psikolojik harekatın parçası yaparak Kürt halkının yürüttüğü özgürlük mücadelesini zayıflatmaya halkın umutlarını kırmaya çalışmaktadırlar. Halkın kafasını karıştırarak, halkın kazanma ve başarma inancını kırarak Kürt halkının mücadele azmini kırıp, bölüp parçalamaya ve etkisiz kılmaya çalışmaktadırlar. Bu açıdan Kürt basının görevi her zamankinden önemli hale gelmiştir.
Bir taraftan Kürt sorununun demokratik çözümü için Kürtlerin Türkiye ve Ortadoğu’da statü kazanmasının imkanları artmışken, diğer taraftan da karşıt güçler Kürtlerin bu imkanları elde etme fırsatları yakaladığını görerek her türlü savaşı, en başta da psikolojik savaş ve yöntemlerini artırarak Kürtlerin bölgede ve Türkiye’de statü kazanmasının önüne geçmek istemektedirler. Bu konuda tüm Kürt karşıtı güçler bir araya gelmiştir. Öte yandan kimi çıkarcı, bencil işbirlikçi Kürtleri de kullanarak Kürtlerin bölgedeki bu hak kazanma mücadelesini geriletmeye, Kürtlerin bu ortamdan yararlanmasını engellemeye çalışmaktadırlar. Kürt basını bu nedenle her zamankinden çok çalışmak durumundadır. Elindeki imkanları çok iyi kullanması gerekmektedir. Basın kadrolarının basın çalışanlarının bir devrimci karargah gibi çalışması gerekmektedir. Saçından tırnağına tüm yaşamını ortaya koyması gerekmektedir. Bütün zamanını, bütün yeteneğini, bütün enerjisini ortaya koyması gerekmektedir. Basın kadroları, basın çalışanları bu dönemde bütün yeteneğini gücünü ortaya koymazsa ne zaman ortaya koyacaktır? Bu düzeydeki saldırı karşısında, psikolojik savaşın bu kadar artması karşısında eski tarz, eski tempo, eski yaklaşımlarla ihtiyaca cevap verilebilir mi? Tabii ki verilemez. Karşı taraf olağanüstü bir biçimde mücadele ediyor. Karşıtların, Kürt düşmanlarının mücadelesi olağanüstüdür. Kürt’ün kazanım elde etmemesi için gerçekten de çok çalışmakta, tüm imkanlarını seferber etmektedirler. Çünkü bölge gericiliği; Türk, Fars, Arap gericiliği Kürtler statü kazanır özgürlüğünü elde ederse yerle bir olacaklarını iyi biliyorlar. Kürtlerin kazanmasının tüm bölge gericiliğinin kaybetmesi olduğunu iyi biliyorlar. Bu nedenle çok gerici bir direniş ve saldırganlık içindedirler.
Düşman esasta psikolojik savaşla kazanmaya çalışıyor
Psikolojik savaşı artırarak bu mücadeleyi durdurmak istemelerinin nedeni de budur. Askeri operasyonları artırarak durdurmaya çalışıyorlar, siyasi soykırım operasyonlarını artırarak durdurmaya çalışıyorlar. Böyle büyük bir saldırganlık içinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek istiyorlar. İşte bu gerçeğin Kürt halkına, demokratik güçlere gösterilmesi gerekiyor. Onların teşhir edilmesi gerekiyor. Onların politikalarının çözümsüzlüğünün ortaya konulması gerekiyor. Buna karşı ancak başarılı bir mücadele ile karşı konulabileceğini, Kürt halkının varlığı ve özgürlüğünün ancak mücadele ile güvence altına alınacağının gösterilmesi gerekiyor. Bunu tabii ki büyük bir tempoyla, büyük bir çabayla, emekle yürütmek gerekiyor. Herkesin eski temposunun 5-10 katı kadar çalışması gerekiyor. Bugünkü çalışma temposuyla “işte biraz bir şeyler yapıyoruz, çok yoruluyoruz” yaklaşımlarıyla düşmanın psikolojik savaşını boşa çıkarmak mümkün değildir.
Düşman esasta psikolojik savaşla kazanmaya çalışıyor. Kürt halkının direnişi karşısında ordusu sonuç alamıyor, polisi sonuç alamıyor. İşte bu nedenle psikolojik savaşa ağırlık veriyor. Esas olarak Kürt toplumunu, Türkiye toplumunu aldatmak istiyor. Psikolojik savaşla Kürt toplumu ve demokrasi güçlerinin kafası karıştırılıp etkisiz kılınmak isteniyor. Demokrasi güçleri ile Kürt özgürlük hareketinin mücadelesinin birleşmesini engellemeye böylelikle ömrünü biraz daha uzatmaya çalışıyor.
Eğer gerçekten basın etkili çalışmazsa, düşmanın politikalarını boşa çıkarmazsa gerillanın da, siyasi çalışmaların da çok başarılı olamayacağının bilinmesi gerekiyor. Bu defa kaybedilirse Kürtler kültürel soykırıma uğrayacaklar, tarihten silinecekler. Bu açıdan Kürt basınının şunu görmesi gerekiyor; nasıl ki Türk devleti basına bu kadar yüklenerek sonuç almak istiyorsa, siyasetini böyle etkili kılmak istiyor, polis saldırılarını, yargı faşizmini basın yoluyla meşrulaştırmaya çalışıyor, basın yoluyla bu gerçeklerin üstünü örtüyorsa o zaman Kürt basınının da yürüttüğü çalışmaların siyasi çalışmaların sosyal çalışmaların kültürel çalışmaların önünü açan çalışma olduğunu görmesi gerekiyor. Basın etkili çalışmazsa bütün diğer alanların önünü açıcı, onları etkili kılıcı bir çalışma yürütemezse diğer çalışmaların ve mücadele araçlarının da, yol ve yöntemlerinin de başarılı olması mümkün değildir. Bu bakımdan basın kendi konumunu çok ciddi biçimde yeniden değerlendirmek durumundadır. Kürt basını herhangi bir basın değildir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten bir halkın basınıdır. Bu açıdan onun performansı diğer bütün alanların belirleyicisi, ön açıcısıdır. Basın etkili çalışmadan diğer çalışmalar niye etkili olmuyor, diğer mücadeleler niye etkili olmuyor, sonuç almıyor denilemez. Bunu dediği zaman yanılır. Dolayısıyla kendi başarısının bütün alanlarda başarıyı getireceğini görerek hareket etmesi gerekiyor.
Herkes, Kürt toplumu, karşıt güçler Kürt özgürlük hareketinin ne istediğini, Kürt Özgürlük mücadelesinin hangi politik yaklaşımla yürüdüğünü, hangi yol ve yöntemle sürdürüldüğünü esas olarak da Kürt basınına bakarak görüyor. Onu esas alıyor. Kürt basınında söylenenler Kürt halkının özgürlük mücadelesinin diğer mücadele boyutlarının, diğer örgütlenmelerinin, diğer örgütlenmelerinden sorumlu olanların söylediklerinden daha fazla ciddiye alınıyor. Toplum, insanlar Kürt basınında olaylar olgular nasıl yansıtılıyorsa öyle anlıyor ve ona göre yaklaşıyor. Ona göre tutumunu, pratiğini belirliyor. Bu yönüyle Kürt basınının kendi tutumunu çok ciddi ele alması lazım. Kendisinin rolünü, işlevini iyi görmesi lazım. Kendi gerçeğinin farkında olması lazım. Kürt basını düşmanın, karşıt güçlerin, dostlarının, halkın, herkesin kendisini ciddiye aldığı kadar kendisini ciddiye almalıdır. Herkes Kürt basınını ciddiye alıyor, ama Kürt basınının kendisini ciddiye alma düzeyinin bu düzeyde olmadığını görüyoruz. Bu konuda eksiklikler yetersizlikleri görüyoruz. Kürt basınının önemi, ciddiyeti olmasaydı, Türk devleti ve karşıt güçler Kürt basınıyla bu kadar uğraşırlar mıydı, bu kadar yönelirler miydi? Bu bile başlı başına Kürt basınının kendi gerçeğini görmesine yetiyor. Bu bakımdan kendine sıradan yaklaşmaması gerekiyor. Kendini herhangi bir basın gibi görmemesi gerekiyor.
Varlığın güvenceye alınması ve özgürlüğün sağlanmasının olmazsa olmaz kabilinden yaşamsal hale geldiği böyle tarihi bir dönemde Kürt basınının muhabirinden yönetimine, yazarından teknik elemanına, politikasını belirleyene kadar herkesin eskiden çok farklı bir tarz ve tempoyla mücadelesini yürütmesi gerekiyor. Yoksa çok çalışmak kurtarmaz, çok yorulmak kurtarmaz. Türk devletinin politikalarını boşa çıkarıp Kürt halkının özgürlük mücadelesinin başarısının önünü açan bir basın çalışması dışında hiçbir çalışma, tempo, tarz süreci kurtarmaz. Çok çalışıyorum demek kendini kandırmak olur. Şöyle etkili oluyoruz, böyle etkili oluyoruz demek kendini kandırmak olur. Bu bakımdan gelinen aşamada, siyasi alan açısından da, Kürt özgürlük hareketinin bütün diğer alanları açısından da en başta da basın açısından başarılı olmanın tek kanıtı sonuç alıcı olmaktır. Düşmanı boşa çıkarıp zaferi kazandıracak tarzda çalışmaların yürütülmesidir. Karşıt güçler karşısında başarıyı, zaferi getirmeyen her çalışma günümüzün tarihsel siyasal koşullarında tasfiyeci konumdan kurtulamaz, gaflet konumundan kurtulamaz. Bunun bütün basın alanındaki kadro ve çalışanlar tarafından bilinmesi gerekmektedir. Bu açıdan Kürt basınının en küçük imkanından, en küçük organından en önemli imkanına kadar hepsinin bir devrimci karargah gibi çalışması zorunlu hale gelmiştir. Bırakalım devrimci sorumluluğu sadece yurtsever olmak bile böyle bir çalışma tarzı ve temposunun tutturulmasını zorunlu kılmaktadır.
Kuşkusuz sadece düşmanın saldırılarına cevap veren değil, aynı zamanda toplumun gündemini belirleyen, toplumun doğrultusunu belirleyen, toplumu yönlendiren bir tarz ve üslubun geliştirmesi gerekmektedir. Sadece Türk devletinin politikalarına cevap verme, onların psikolojik savaşını boşa çıkarma yetmez. Bu çabanın yanında, o saldırının, o psikolojik savaşın boşa çıkması için Kürt tarafının politikalarını, ne yapması gerektiğini, toplumun ne yapması gerektiğini, kendi özgür ve demokratik yaşamını nasıl inşa etmesi gerektiği konularının da kapsamlı biçimde verilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla basın çalışmalarının en genel anlamda iki boyutu vardır: Birincisi; düşmanın psikolojik savaş ve saldırılarını boşa çıkarmak, ikincisi; Kürt özgürlük hareketinin başarısı için toplumsal örgütlenmelerin, demokratik kurumlaşmaların nasıl geliştirileceğinin, mücadelenin nasıl yürütüleceğinin perspektifini ortaya çıkaran, toplumun gündemini belirleyen bir düzeyi yakalaması gerekir. Sadece karşıt güçlerin politikalarına cevap verme ile yetinmek başarı getirmez. Basının başarısının esası gündemi kendisinin belirlemesinden geçmektedir. Değerlendirmeleriyle, yorumlarıyla, yazılarıyla, programlarıyla, incelemeleriyle, araştırmalarıyla, dosya haberleriyle hem düşman gerçeğini yerle bir edebilmeli, onun siyasal egemenlikçi kültürel soykırımcı politikasını ortaya koymalı, hem de bu politika karşısında Kürt toplumunun kendisini nasıl başarıya götürebileceğini, kendi özgür ve demokratik sistemini nasıl kurabileceğini, toplumu buna nasıl katabileceğini göstermesi gerekiyor.
Sömürgeci kültürel soykırımcı politikaları teşhir etme yanında, ulusal varlığını ve özgürlüğünü sağlayacak politikaların da ortaya konulması, toplumun gündeminin bu politikalar etrafında şekillendirilmesi çok önemlidir. Kuşkusuz çok şiddetli bir siyasal mücadele döneminden geçiyoruz. Türkiye’de, Rojava’da çok önemli gelişmeler var. Bir bütün olarak Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşanıyor. Toplumların ve siyasal güçlerin geleceğinin nasıl şekilleneceği bu süreçteki mücadeleyle belirlenecektir. Dolayısıyla bu siyasal gelişmelerde de Kürt halkının doğru politika ve doğru tutum ortaya koymasını sağlamak çok önemlidir. Bu siyasal mücadelede Kürt halkının örgütlenmeden başlayarak eylemine kadar sonuç alıcı mücadele geliştirilmesinde basın ön açıcı rolünü, etkili rolünü oynayabilmelidir. Kürt halkının mücadele etme isteğinde bir sorun yoktur. Önemli bir mücadele etme düzeyi de vardır. Ama bunu harekete geçirecek güçlerin performansı önemlidir. Bunu harekete geçirmede de en önemli rol, Kürt basınınındır. Kürt basını bu rolü oynadığında, Kürt halkı da Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bütün bileşenleri de, bütün boyutları da bu mücadeleye en etkin biçimde katılacak ve sonuç almasını bilecektir.