7 Haziran 2025 Cumartesi
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 521 / MAYIS 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa ŞİYAR AMED

DENİZLERİN ANISI MÜCADELE BİRLİĞİNİN MAYASIDIR

Şiyar Amed

DENİZLERİN ANISI MÜCADELE BİRLİĞİNİN MAYASIDIR

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan: Devrimin ve sosyalizmin üç fidanı, üç gülü olarak tarihe, halklarımızın hafızasına ve tüm devrimcilerin yüreğine silinmemecesine kazınmıştır. Onların mirasını sahiplenmek, öncelikle onları doğru anlamayı gerektiriyor. Bugün eğer devrim ve sosyalizm adına bir mücadele veriliyorsa, onların en zor koşullarda verdikleri mücadele ve idama giderken sergiledikleri dik duruş sayesindedir.

Onlar, yiğitlik destanında kahramanca yerini almış olan Şehit Orhan Yılmazkaya’nın son sözlerinde dediği gibi: “Teslim olmayan bir feda devrimci kuşağıydılar!”

Türkiye devrim tarihinde en güzide yere sahiptirler ve günümüzü en çok etkilemiş olan moral değerleri yaratmışlardır. Sosyalizm için devrime cüret etme gücünü gösterebilmiş olmaları, kendilerinden sonra gelen tüm devrimcileri etkilemiş, Türkiye ve Kürdistan tarihine yön vermiştir.

Onları sevmeyen devrimci olamaz; onlarsız bir devrim, sosyalizm ve demokrasi mücadelesinden bahsedilemez. Bu nedenle yaşamları ve mücadelelerini, özellikle büyük şehidimiz Ali Haydar Kaytan-Fuat yoldaşın anlatımlarıyla kısa da olsa hatırlatarak, yeni dönemde anılarına nasıl karşılık verebileceğimizi daha sağlıklı ve anlamlı şekilde yanıtlayabiliriz.

 

Deniz ve Mahirlerin devrimci örgütleri

 

Bilindiği gibi, Deniz Gezmiş İstanbul’da üniversite öğrencileri arasında, henüz Filistin’e gitmeden efsanevi bir önder haline gelmişti. Defalarca tutuklanıp bırakılmış; Filistin’e gidip döndükten sonra öğrenci eylemleriyle yetinmeyip Ankara’da THKO’nun kuruluşuna öncülük etmişti. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kuruluşunda Yusuf, Hüseyin ve Sinan Cemgil de vardı. Bir dönem onlarla aynı yurtta, aynı odada kalmıştır.

Aynı dönemde Mahir Çayan’ın önderliğinde THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi) kurulmuştu. Denizler kırsal alanı stratejilerinin temeline yerleştirmişti. Bu nedenle onlara “Dağcılar” deniliyordu.Mahirler ise şehir gerillacılığını esas almışlardı. Ancak Denizlerin idamını önlemek için Mahirler eylem yapmış ve Kızıldere’de katledilmişlerdi. Devrimci dayanışmanın en ileri örneği bu şekilde ortaya çıkmıştı. Bu durumu Heval Fuat şu şekilde aktarıyor:

“Mahir’ler Filistin’i iyi biliyorlar. Deniz’ler Filistin’e gitmişler. Filistin dediğim Lübnan sahasıdır. Filistinli örgütler var. Gitmişler, oralarda eğitim görmüşler, dönüp gelmişler. Bu açıdan Filistin’e açılan kanallar var. Suriye’ye uğruyorsunuz, Suriye üzerinden Filistinli örgütlerle ilişki kuruyor ve daha güvenlikli bir yere çıkabiliyorsunuz. Aynı süreçte Mahir dışarı çıkınca, benzer bir öneride bulunuyorlar. Kendisinin Türkiye devrimi için gerekli olduğunu, kendi yaşamını korumasının şart olduğunu, Filistin’e çıkmasının yararlı olacağını, en doğrusunun bu olacağını, bunun için kanalların da açık olduğunu belirtiyorlar; fakat Mahir bunu reddediyor. Mahir’in söylediği şey şudur: ‘Deniz’ler idamla tehdit edilirken, ben kendimi koruma kaygısına düşemem. Bu ahlaki değildir.’ Aynı örgütün üyeleri değiller, belki de aralarında çelişkiler bile var. Deniz’ler THKO üyesi, Mahir THKP-C lideri; iki ayrı örgütün, iki ayrı partinin, hareketin lideri; ama birbirlerine bağlılıkları, birbirleri için bağlılıklarını ortaya koymaları, ancak en derin yoldaşlıklar arasında görülebilen bir bağlılığı ifade ediyor. Gitmiyor. Onların daha sonra geliştirdikleri eylem var. Karadeniz’e gittiler, daha sonra Ordu-Ünye’ye gittiler. Ünye’de NATO askeri dinlenme tesisleri var. Bu tesislerde kalan üç İngiliz askerini kaçırdılar. Tabii amaç, bir yanıyla dünya kamuoyunun dikkatini faşist rejimin uyguladığı teröre ve özellikle Deniz’ler üzerindeki idam tehdidine çekmekti. Bunun için böyle bir eyleme giriştiler. Kesinlikle amaç buydu. Başka bir amaç yok. Herhangi bir amaçla gerçekleştirilmiş bir eylem değildir. Özel olarak Deniz’ler başta olmak üzere yapılmış bir eylemdir. Eylemin sonucu ne oldu? Tabii düşman izlemeye aldı, en son Tokat’a bağlı bir köy olan Kızıldere’de muhtarın evinde kuşatmaya alınıyorlar. Teslim ol çağrıları yapılıyor. Onlar teslim ol çağrılarını reddediyorlar. Onun üzerine Mahir ve on arkadaşı şehit düşüyor. Mahir’ler bilerek Ertuğrul Kürkçü’yü sağ bırakıyorlar. Ev iki katlıdır, alt tarafı samanlıktır; oraya yerleştiriyorlar, çatışma sahasının dışına çıkarıyorlar. Aslında dışarıda yaşananları anlatacak bir tanık bırakmak istiyorlar. İlk duyduğumuz haber de, o zaman 30 Mart’tı, saat sekizde televizyon haberleri veriliyordu; ilk dinlediğimizde, Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının Kızıldere’de ölü olarak ele geçirildiği ve üç İngiliz askerinin de öldüğü biçimindeydi. Önce sayıyı on bir vermedi; fakat aradan belli bir zaman geçtikten sonra, çatışma sahasında Ertuğrul Kürkçü’nün de yakalandığı haberi olarak verildi. Ertuğrul’un bir görevi de vardı. Kendisi DEV-GENÇ’in başkanıydı. Öyle birinin yaşananlara tanıklık etmesini önemli bulmuşlardı.”

Bu katliam, Önder Apo için bir dönüm noktasıdır. Bu büyük devrimcilerin anısına mutlaka karşılık verecektir.

Kızıldere katliamının protesto eylemine öncülük edenler arasında olan Önder Apo, bu nedenle tutuklanıp 7 ay hapishanede kalmıştı. Bu süreç, birleşik devrim mücadelesinin ilk mayalandığı süreçtir.

O günleri anlatırken Heval Fuat, Deniz’e olan sempatisini şu şekilde dile getirir:

“Tercih yapmamakla birlikte, daha çok THKO sempatizanıydım diyebilirim. Bunun nedeni de Deniz’in kişiliğiydi. Deniz’in kişiliği gerçekten oldukça etkileyiciydi. Duruşu, davranışları, tutumu etkileyiciydi. Bir gençlik sembolüydü. Gençlik ihtilalciliğinin tipik örneğiydi. Biraz Che Guevara ile karşılaştırılabilir. ‘İnsan güzeliydi’ denilebilir. Sanıyorum, düşüncelerinden ziyade bizi etkileyen, onların kişilikleri, duruşları, büyük direnişçi pratikleriydi. Bu herkesi etkiliyordu. Bizi de bu tarzda etkilediğini söyleyebilirim.”

 

Örgüt isminde “Türk” değil, “Türkiye” vardı!

 

Deniz ve arkadaşları, Türk ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini birlikte ele alıyorlardı. Kurdukları örgütün isminin başına “Türk” yerine “Türkiye” tanımını bilinçli temelde yerleştirmişlerdi: “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu!” isimleri böyleydi.

Mahkemelerde bu isim aynen geçtiği halde, Türk devleti örgüt hakkında hazırladığı belgelerde “Türk Halk Kurtuluş Ordusu” adını kullanmıştı; çünkü onlara göre “Türk” yerine “Türkiye” demek bölücülüktü. Bu ifade, Türkiye’de farklı halkların varlığına işaret ediyordu. Bunu hazmetmeyen bir zihniyet vardı. Bu koşullar düşünülmediğinde, Türk ve Kürt halklarının adını birlikte anarak mücadele etmenin anlamı ve değeri yeterince bilinmediğinden, bunlara değinmek gerekmiştir.

Yusuf Aslan, örgütün kurucuları arasındaydı. Dev-Genç içinde mücadeleye başlamış, Filistin’de pilotluk dahil gerilla eğitimi görmüştü. 12 Mart askeri muhtırasından üç gün sonra, Deniz’le birlikte motosikletle Sivas’a giderken, Şarkışla’da aracın bozulması yüzünden civarda görülüp ihbar edilmişler ve çıkan çatışmada birbirlerinden kopmuşlardı. Ertesi gün yaralı halde yakalanmıştı.

Yine Heval Fuat’ın anlatımından bu süreci izleyelim: “Deniz’ler yola motosikletle çıkıyorlar. Denizlerin motosikletleri yolda bozuluyor. Gemerek’e girince düşmanla çatışma çıkıyor ve ilk çatışmada Yusuf bir yerden atlamak isterken vuruluyor. Deniz fark ediyor, bir de Deniz, Yusuf’u çok seviyor. Yusuf’un öldüğüne inanıyor, o açıdan acısı çok büyüktür. Deniz, Gemerek içerisinde çatışmayı sürdürüyor. Tabii belediye başkanı, o zaman belediye binasından hoparlörle anons yapıyor Gemerek halkına: ‘Vatan düşmanı, millet düşmanı, İslam düşmanı teröristler şehirlerimize gelmişler. Halkın hepsinin silahlanması, güvenlik kuvvetlerine yardımcı olması gerekir’ diyor. Böyle devrimcileri kötüleyen, aşağılayan, halkı da ona karşı savaşa çağıran çağrılar yapıyor. Deniz, o sokak aralarında çatışıyor ya, çocuklar, gençler Deniz’in etrafında dolaşıyorlar. Tanımıyorlar da, önceden tanıdıkları, karşılaştıkları biri değil. Fakat Deniz’i sima olarak tanıyorlar. Deniz, bir gence soruyor: ‘Belediye başkanının evini biliyor musun?’ Genç diyor: ‘Biliyorum, Deniz ağabey.’ Deniz diyor: ‘Beni oraya götür.’ Deniz kapıyı kırıp, belediye başkanının evine giriyor. Belediye başkanı diz çöküyor, ağlamaya başlıyor. ‘Beni çocuklarıma bağışla’ filan diyor; çocukları, eşi de oradadır. Deniz vazgeçiyor. ‘Allah belanı versin’ diyor, karışmıyor. En son büyük bir meydanda, derin bir yerde mevzileniyor. Arabalarla oranın etrafını kuşatıyorlar. Bütün arabaların projektörleri o noktaya doğrudur. Deniz’in mermileri de bitiyor.” Yakalanması bu şekildedir.

Hüseyin İnan da kısa süre sonra yakalanmıştır. Hüseyin, örgütün hem eylemcisi hem de teorisyeniydi. Amaçlarını ve mücadele yöntemlerini “Türkiye Devriminin Yolu” broşüründe yazmıştı. O da 23 Mart’ta Kayseri Pınarbaşı’nda bir pusuda yakalanıyor. Bu kadar talihsizliğin üst üste gelmesi, Türkiye ve Kürdistan devrim tarihini etkileyecek bir sürecin başlamasına yol açmıştır. İlk eylemlerinde emperyalizmin temsilcilerini hedeflemişlerdi ve yakalanıp idama götürülecekleri süreci de bu kapitalist güçler yönetmişlerdi. Zaten bu süreci doğuran gelişmeler, Milli Demokratik Devrim temelinde Türkiye’nin bağımsızlığının savunulması karşısında 12 Mart askeri muhtırasının verilmesiyle ortaya çıkmıştı. Yani emperyalizme uşaklık yapmaya devam edenlerin darbesiyle Denizlerin yakalanışı ve idama götürülüş süreci gelişmiştir.

 

Kapitalist sistemin 9 Ekim takıntısı

 

Bilindiği gibi, kapitalist modernitenin Uluslararası Komplo’sunun tarihi 9 Ekim 1999’dur ve bu tarih tesadüfen belirlenmemiştir. Ondan önce tarihsel değerde olaylar bu tarihte, yani 9 Ekim gününde gerçekleşmiştir. Devrim önderlerinin tutuklanması Türkiye’nin gündemine oturmuş ve bir süre sonra kapitalist modernitenin emrindeki mahkemelerde onları yargılamak istemişlerdi. Denizlerin mahkeme görüntülerine yansıdığı gibi, yargılanan değil yargılayan olmuşlardı. Ancak bu göstermelik mahkeme, 9 Ekim 1971’de, yani Önder Apo’ya karşı uluslararası komplonun başlatıldığı, Che Guevara’nın vurulduğu gün olan 9 Ekim’de davayı sonlandırdı ve devrimin üç önderine idam cezası verildi. Böyle bir günün seçilmesi tesadüf değildi. Belirttiğimiz gibi, onlardan önce 9 Ekim 1967 tarihinde Che Guevara vurulmuştu. Mahkemenin idam kararını böyle bir günde açıklaması, kimlerin emrinde olduğunu da gösteriyordu.

6 Mayıs gününde ise, insan olan ve insanca yaşamak isteyen herkesin yüreğine ateş düşüren, devrimciliğe başlayacak ve sosyalizm mücadelesi yürütecek herkesin örnek alacağı, öncü sayacağı üç devrim yiğidi, onurlarıyla idam sehpasını devirdiler.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, idam sehpasında Türk ve Kürt halklarının bağımsızlığını haykırmıştı. Onların ardından bir yıl sonra, İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi. Hepsi çok genç yaşta mücadeleye önderlik etmiş ve işkencelerle, idamlarla karşılaşmışlardı. Mücadele mirasları hem Türkiye devrimci-demokrat güçlerinde hem de Kürdistan özgürlük mücadelesinde sürdürüldü.

Aradan geçen yarım asırlık dönem, Türkiye ve Kürdistan devrimci-demokratik mücadelesini birleştirdi. O günün koşullarında mayasını attıkları devrimci mücadele, günümüze kadar binlerce şehidin anısıyla büyümüş; tarihin tüm toplumsal mücadelelerinden çıkarılan derslerle, devlet ve komün ayrımına dayalı ideolojik, teorik, felsefi bir alt yapı kazanmıştır.

 

Devrimci mirasın yaşatılacağı yeni mücadele hattında devlet ve komün çelişkisi!

 

Devlet sahibi olmayı değil, demokratik komünal yaşamı inşa etmeyi esas alan bu çizgi, tüm insanlığa kurtuluş umudu vermiştir. Özgür yaşam, devletle değil, komünler devrimiyle inşa edilecektir. Kısa ve sade olarak denilebilir ki, özgürlük herhangi bir tahakküm ve sömürü aracını kabul etmez.

Denizlerin amacı, bir egemenlik aracına sahip olmak değil, özgürlük önündeki engelleri ortadan kaldırmaktı. Dönemin şartlarına göre bir örgüt oluştururken, adına “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu” dedikleri yapılanmayı, adında geçtiği gibi bir “ordu” şeklinde ele almamış, politik bir örgüt olarak tanımlamışlardı. Bugün bu politik örgüt, toplumsal inşayla geliştirilecek olan halk örgütlenmeleridir, komünlerdir.

Komünlere dayalı devrim anlayışının reel sosyalizm pratiğindeki karşılığı, hepsinin iktidara yürümesiydi. Sovyetler kurulmuştu ama başına da bir devlet konulmuştu. Bu nedenle bürokratik aygıtlar çığ gibi büyümüş, kendi içinde yeni sınıflaşmalara giden yollar açılmıştı. Ne endüstriyalizm ne de ulus-devlet sorgulanıyordu. Devlet kapitalizmi dolu dizgin geliştirilirken, adına komün denilen yapılar doğru dürüst tanımlanmış bile değildi. Sınıf tahlillerine ve “nasıl yönetmeli” sorularına kafa yorulduğu kadar, komünün ne olup olmadığına ve “nasıl yaşamalı” sorularına doyurucu cevaplar verilemiyordu; çünkü devlet gibi bir tahakküm aracı varken, özgürce, insanca yaşam adına ileri sürülen iddiaların altı boş kalmaktan kurtulamazdı. İnsanın özgürce nefes alabileceği bir ortam yoksa, biz ona komün diyemeyiz.

Denizlerin sosyalizm mücadelesi, insanca yaşamak içindi. Özü buydu. Önder Apo, “İnsanlıkta ısrar, sosyalizmde ısrardır” şiarıyla bu mirasa sahip çıkıyor. Ancak paradigma değişikliğiyle, yani devlet eliyle değil, demokrasi ve komünler sayesinde bu amaca ulaşılabileceğini söylüyor.

Denizler “Türkiye Devriminin Yolu”nu yazarken, Önder Apo onlardan beş yıl sonra “Kürdistan Devriminin Yolu”nu yazmıştı. İnkâr edilen ve betonlara gömülen bir halk gerçekliğine karşı bunu zorunlu görmüştü. Bu sayede, Heval Fuat’ın PKK şiirinin girişinde söylediği gibi, “Kürdün ölüm fermanı yırtılıp atıldı.”

Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının ardından gelişen süreçte, PKK’nin tarihsel rolünü oynadığı ve yeni örgütlenmelerin önünün açılması için feshedilmesi, yine buna bağlı olarak silahlı mücadele yöntemine son verilmesi kararı alındı. Bu tarihi adım, tüm dünyada yankı uyandırdı ve yeni dönemin kapılarını araladı. Şimdi tam da Denizlerin hayalini kurdukları özgür yaşamı birlikte inşa etme zamanıdır. Bunun için 50 yılı aşan mücadele tecrübesine sahip olduğumuz gibi, en avantajlı dönemi yaşıyoruz. Nurhaklara ilk gerilla birlikleri çıktığında, ilk köylüyle merhaba edildiğinde gelişen devrim inancı, şimdi milyonlarca halkın örgütlü mücadelesine dönüşmüş durumdadır. İşin özü paradigmasal ve felsefi olsa da, politik gerekliliklerin de rol oynadığı bir süreç yaşanmaktadır. Kapitalist sömürü sistemi, 3. Dünya Savaşında gelinen aşamada her yeri Gazze’ye çevirmek istemektedir. Enerji yolu projeleri, halkların iradesi kırılarak geliştirilmek istenmektedir. Teknolojiye dayalı olarak uzay bile işgal edilmek istenirken, hâlâ ulus-devletçi paradigmayla bunlara karşı durulabileceği iddia edilemez. Buna karşı halklarımızın demokratik gücünün açığa çıkarılması önünde ne engel varsa, değişime tabi tutulması da politik sürecin bir gereği olmaktadır.

Bu noktada, herhangi bir değişim için Denizlerin şansı ve fırsatı olmamıştı. Çünkü henüz çok yeni bir örgüt ve mücadele gerçekliği açığa çıkmışken, sonraki dönemleri etkileyebilecek bir tartışma sürecini yürütmeleri mümkün değildi. Ortaya çıktıkları koşullarda Sovyetler Birliği, Çin, Küba, Vietnam gibi örnekler, tüm devrimcilerin temel gündemi ve kılavuzuydu. Tartışmalar, hangi yöntemin ve stratejinin devrimin yolunu açabileceği üzerineydi. Paradigmasal bir tartışma söz konusu değildi.

Bu nedenle, onların fırsatını bulamadıkları sosyalizm inşasını, yeni paradigma perspektifiyle halklarımızın ortak demokratik mücadelesiyle gerçekleştirmek, tarihsel sürecin ve Denizlerin anısına bağlılığın vazgeçilmez gereği ve emridir.

İdam sehpasına başı dik yürüyen Deniz, Nurhaklar’ın kızıl gülü Sinan, Kızıldere’nin dinmeyen sızısı Mahir, işkencede Kaypakkaya özgürlük sembolüydüler. Özgürlük, demokratik toplumun inşa edilmesiyle sağlanabilir. Toplumun baskı gücü, devletleri demokrasiye zorlar. Nerede topluma saldırı olursa, bunu öz savunma ilkesiyle karşılayabilmek, örgütlü bir toplumu gerektiriyor.

Bilinçlenmiş, örgütlenmiş bir toplumdan daha büyük güç yoktur. Denizlerin kıvılcımı, bugün milyonların Newroz ateşi haline gelmiştir ve bu güçlü zeminde Türkiye’nin demokratikleşmesi, ortak mücadele ile geliştirilecektir. Yeni dönemin böyle bir özelliği vardır. Toplumsal örgütlenmenin temel strateji olarak ele alınması, devrim ve devrimcilerin halklaşma sorununu çözecektir.

Bir mücadele gücünün sadece öncü düzeyle sınırlı kalması, toplumsallaşmaması, tam sonuca gidememesi sadece taktiksel sorun değil, paradigmasaldır. Devletli uygarlığın düşünce sınırları içinde kalmak esas sorundur. Bu aşıldıktan sonra, ortak amaç için mücadele birliğini en geniş toplumsal konsensüsle sağlamak zor değildir. İnsan kalmakta ısrar edenlerin ortak mücadelesini sağlamak, tüm devrimci, demokrat örgütlerin önündeki en temel ve acil görevdir. Kapitalist sistem, düşünce yapısını parçaladığı gibi, toplumu da bölüp parçalayıp bu şekilde ayakta kalmaya çalışmaktadır. Buna karşı kendi alternatif sistemini kurmak, demokratik sosyalist tüm mücadele güçlerinin birliğini gerektirir.

Kapitalizmin zayıflıkları vardır ve bundan yararlanıp kendine yer açmak geçici bir çözümdür; asıl olan, kendi toplumsal, örgütsel sistemini kurmak ve kalıcılaştırmaktır.

 

Ya birlikte mücadele ya kapitalist canavara yem olmak!

 

1970’lerden bugüne süren mücadelenin en önemli tecrübe ve dersi birlikte mücadele etmenin gerekliliğidir. O yılların başında her bir örgütün farklı bir strateji ve taktik belirleyip ayrı örgütlenmiş olması güç parçalanmasına yol açmış; dayanışma duyguları ve eylemleri de kalıcılaşmayı sağlayamamıştır. Kürt halkının varlığının bile tartışılması, inkar edilmesi Kürdistan devriminin ayrı örgütlenmesini zorunlu hâle getirmişse de, 12 Eylül faşist darbesine karşı ortak mücadele ruhu açığa çıkmış ve o günden itibaren bu arayış süreklileşmiştir.

Bugün geldiğimiz aşamada, muazzam devrimci birikimi arkasına alan demokratik modernite güçlerinin ortak platformlarını çoğaltmak; yerel, bölgesel ve enternasyonal örgütüne kadar mücadele kurum ve örgütlerini oluşturmak, önüne geçilemez büyük bir toplumsal enerji açığa çıkaracaktır.

Demokratik modernite sistemi; sosyalist, anarşist, feminist, ekoloji, yerel-bölgesel ve kent hareketleri, dinsel, kültürel hareketler açısından ortak sistemin adıdır. Sistem karşıtı tüm hareketler, kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite yaşam tarzını ve alternatifini hep birlikte geliştirebilirler. Bunu, küresel kapitalizme karşı küresel demokrasi hareketi biçiminde tanımlamak mümkündür. Dünyayı kasıp kavuran ve yok oluşun eşiğine getiren kapitalizmi sınırlandırmanın başka yolu yoktur.

İnsanlık kapitalizmin elinden yeterince acı çekmiştir. Bugün tüm halkların umudu demokratik modernitededir. Devlet dışında tüm toplumsal kesimlerin kendi renkleri ve kimlikleriyle insanca yaşam amacıyla çeşitli birlikler oluşturması, dünyayı yeni bir komün anlayışıyla tanıştıracaktır. Bu yeni komün anlayışı; demokrasiye, ahlaki-politik yapılanmaya, öz savunmaya dayanmaktadır. Bununla birlikte kendi akademi düzenlerini oluşturmak, ekonomisini en yerelden örgütlemek ve dayanışma içinde olmak, birey iradesini ve katılımını reddetmeden toplumsal yaşamın tüm ihtiyaçlarını öz gücüyle karşılayabilecek bir sistem kurmak; insanlığı devlete, kapitalizme muhtaç olmaktan çıkaracak, dahası insanlığın binlerce yıllık emek ve birikimlerinin karşılığını bulacağı, anlamlı bir yaşamla taçlanacağı bir sisteme kavuşması sağlanacaktır. Bu bir gelecek ütopyası değil, şimdiden tüm insanlığın kapitalizm karşısındaki özgür yaşam çığlığı olarak yükselmektedir.

Bu temelde sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil, Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyada demokratik modernite sisteminin inşasına yönelmek, mayıs ayında andığımız tüm devrimci öncülerimizin anısına bağlılığın gereğidir.

Hiç kimse, ‘neden onlar öyle yaptılar, yanlış yaptılar’ diyemez; o günün koşullarında toplumsal özgürlük için kahramanca çıkışlarla kapitalizme, emperyalizme karşı durmanın, kendini toplum ve insanlık için feda etmenin sembolleri oldular ve bugünkü mücadelelerin temelini atarak ebedi moral kaynağı hâline geldiler. Heval Fuat, onların dönemini değerlendirirken adanmışlıklarını şu sözlerle dile getirir:

“Kimse Yusufların, Hüseyinlerin, Denizlerin düşünceden kopuk olduğunu iddia edemez. Onların da muazzam bir düşünce güçleri var. Fakat eylemsel karakterle daha çok ön plana çıkıyorlar. Onları sembolize eden durum o. Mahir ve Deniz’in her konuda büyük derinliği var. Mesela Deniz’i modern bir Robin Hood gibi değerlendirebiliriz. Anlatımlarda Deniz Gezmiş’ten öyle bir şahsiyetmiş gibi bahsedilebilir. Robin Hood da fakirlerin adına yola çıkar ve zenginlerden alıp yoksula verir. Öyle yansıtmaya çalışırlardı. Kendisiyle röportaj yapan biriyle konuşurken der ki: ‘Biz edebiyattan geliyoruz.’ Yani edebiyat fakültesiyle bağı olmuştur. Der ki: Başkaları anlamayabilir ama biz Beethoven’dan vb. anlarız. Böyle bahseder. Müthiş bir ruhsal zenginliği, düşünce derinliğini yaşayan bir insandır Deniz. Ondaki büyük insancıllığın kaynağında da o var. O olmazsa, Deniz Gezmiş’teki o büyük insancıllık ve hümanizm olmaz. Biraz Che kişiliğidir. Che’de de aynı özellikler var. Toplumun her kesiminin o kişiliği sahiplenmesinin arkasında da o derin hümanizm yatar. İnsanı bilme, insanı tanıma ve insanı derinliğine yaşama gerçekliği yatar. Yine de bir eylemci karakter var. Sonuçta esas olan anlam gücüdür.

Riyasız olmak, çıkarsız olmak ve karşılıksız halkı savunmak, halk için mücadele etmek, halk için olmak. Denizlerde de, Mahirlerde de, İbrahimlerde de olan şey esas itibariyle budur. Düşüncelerinde eksik olabilirler. Düşman fırsat vermedi, darbe geldi. Gençlik Hareketi henüz toparlanmadan, onlar da henüz yeterince örgütlenmeye bile fırsat bulamadan üzerlerine gitti. O açıdan eksik doğuş, yetersiz doğuş kaçınılmazdır. O yetersizliğine rağmen, çıkarsızlıklarıyla, bireysel çıkar gözetmeyen tutumlarıyla, tümüyle halka bağlılıklarıyla o konuda gösterdikleri samimi tutumlarıyla gerçekten de onlar halkın kalbinde taht kurmaya, ölümsüz bir biçimde varlıklarını sürdürmeye layık ve büyük devrimcilerdi.”

Bugün anılarına doğru yaklaşmak, onların yaşadığı dönemi tekrarlamakla değil, yarattıkları miras üzerinden gelişen mücadelenin zenginliğini, deneyim ve birikimlerini yeni yol ve yöntemlerle topluma taşırmakla olur.

 

Demokratik toplum inşasında Denizlerin devrimci ruhu vardır

 

Başarının şartı toplumsallaşmaktır! Önder Apo yeni dönemde esas almamız gereken rotayı “toplumsallaşmak” şeklinde tanımlamıştır. Bu husus, devletli uygarlıktan günümüze kadar tarihin en temel çelişkisini ifade etmektedir. Sınıf çelişkileri de bunun içindedir, onu da kapsamaktadır.

Tarihte sınıf çelişkileri vardır ve bir hakikattir; fakat tarihin tümü veya toplumsal çelişkilerin tümünü ifade etmemektedir. Tarihin esas ve kapsayıcı çelişkisi, devlet ve komün arasındaki çelişkidir. Devlet ve sosyalizm, devlet ve kadın özgürlüğü, devlet ve ekoloji, devlet ve demokrasi, devlet ve toplum ve benzer çelişkilerin tümünü devlet ve komün çelişkisi şeklinde ifadeye kavuşturmuş olan Önder Apo, günümüzde nasıl bir mücadeleyi esas almamız gerektiğini de belirlemiş oluyor: Demokratik toplumun inşası!

Demokratik toplum inşasında “komün” isimdir, “etik-politik” ise sıfattır. Yani “Komün, etik ve politiktir.” Bu temelde, salt sınıf çelişkisini merkezine alan anlayışın aşılması ve ahlaki-politik toplum inşasının esas alınması gerekiyor. Bu hat, Denizlerin inandıkları sosyalizmin özünü ifade ediyor. Onlar toplumun özgürlüğü için mücadeleyi başlatmışlardı. Bugün toplumsal inşa dediğimiz çalışma, Denizlerin fırsatını bulamadığı en devrimci çalışmadır.

Tarihte benzerleri olsa da kapsam ve nitelik olarak tarihin en büyük toplumsal örgütlenmesi hedeflenirken; toplumsal farklılıkların zenginliğine ve yaratıcı düşünce gücüne dayanmak başarıyı getirecektir.

Devletli-iktidarlı sistemi esas almak başarısızlığın kaynağıdır, toplumu esas alan demokratik sosyalizm ise başarı getirecek olan anlayıştır. Dönemin sloganlarını bu temelde belirlemiş olan Önder Apo, tüm mücadele güçlerinin birliği için yeni bir kapı açmıştır. Yeni dönemin ruhu, Denizlerin, Mahirlerin devrimci mirasına sahip çıkmak ve demokratik sosyalizmin zaferiyle taçlandırmak şeklinde tanımlanabilir.

 

Birliğimizin temeli ve başarının güvencesi: Devrim Şehitleri!

 

Aynı kuşağın devrimcileri olan Fuat ve Rıza yoldaşların kendi yaşamlarında kuşandıkları demokratik sosyalizm ruhu, onları yeni paradigmanın militanı, öncüsü ve bilgesi haline getirmişti. Önder Apo ile ilk yola çıkan bu büyük öncülerimiz, Denizlerle, Mahirlerle aynı duygu ve düşünceleri paylaştılar. Onların anısına her daim sahip çıkmanın gereği olarak, mücadelenin gerektirdiği tüm değişim ve yenilenme süreçlerinde öncülük yaptılar, yeni paradigmanın kimliğini ve kişiliğini kendilerinde oluşturarak yanıt verdiler. Onların şahsında sadece özgür Kürtlük canlanmamış, aynı zamanda anti-kapitalist kişilik şahlanmış ve sosyalizm bayrağı yükselmiştir.

Önder Apo, Kürt halkının anti-kapitalist olması gerektiğini belirtiyor. Özgür Kürt’e kapitalist uygarlık içinde yer yoktur. Kürt halkı kendi varlığını ancak özgür bir komün düzeninde sürdürebilir. Böylesi bir toplumsallık dışında özgürlük aramak beyhudedir. Bu nedenle, tüm demokrasi ve sosyalizm güçlerinin en sadık ve aktif müttefiki Kürt halkıdır.

Demokratik sosyalizm mücadelesinde Denizlerin anısı birliğin harcıdır. Demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşen her devrimci, mücadele birliğinin mayası olmuştur. Onların emri, sosyalizm mücadelesini birlikte yürütmemiz ve başarıya ulaştırmamızdır.

Önder Apo, henüz ilk adımlarını atarken, Haki Karer ve Kemal Pir gibi iki Karadeniz yiğidiyle yola çıkıyor. Heval Fuat, onlar şahsında Kürt ve Türk halkının özgür birliğinin ve buluşmasının gerçekleştiğini belirterek Önder Apo’nun değerlendirmesini aktarır:

“Bizim Türkiye halkıyla hiçbir sorunumuz olamaz. Önderlik görüşme notlarında da söylüyor: ‘Türkiye halkının yüzde doksanıyla bizim hiçbir sorunumuz olamaz. Aslında Kürtlerle dostluk içinde yaşamak isterler. Asıl sorun nüfusun yüzde onundan kaynaklanıyor.’ Bunların içerisinde de ağırlıklı olarak sonradan Türkleşmiş, dönme bir kesim vardır. Sorun, Türk’ten daha fazla Türk, kraldan daha fazla kralcı geçinen ve halkları birbirine düşüren kesimden kaynaklanıyor.”

Kürt ve Türk halkı başta olmak üzere, tüm halklarımızın, emekçilerin, kadınların, gençlerin ortak mücadele zemini henüz Denizlerin, Hakilerin, Kemallerin zamanında oluşturulmuştu. Bugün bu zemin, bilinçli, örgütlü, tecrübeli milyonların yürüyüşüne tanık olmaktadır.

Bu temelde, ilk büyük şehidimiz Haki Karer’den, Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun yoldaşlara; Karasungurlardan Ferhat Kurtaylara, Deniz Gezmişlerden Şirin Elemhulilere kadar tüm devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Onların yılmaz, yenilmez, ölümsüz ruhu, demokratik sosyalizmin inşasında her daim yolumuzu aydınlatacaktır.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

PKK KÜRT RÖNESANSI’NIN GÜÇLÜ ZEMİNİNİ YARATTI

Sonraki Yazı

SANATÇI VE SAVAŞÇININ BİRLEŞTİĞİ KARAKTER: OZAN MIZGÎN

Sonraki Yazı
SANATÇI VE SAVAŞÇININ BİRLEŞTİĞİ KARAKTER: OZAN MIZGÎN

SANATÇI VE SAVAŞÇININ BİRLEŞTİĞİ KARAKTER: OZAN MIZGÎN

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!