Şehit Zîlan gerçekleştirdiği büyük eylem öncesi yazdığı mektubunda halkların karakter ve kaderinin gelişiminde önderlerin rolüne vurgu yapar. Kürdistan’ın işgallere uğraması, Kürt halkının yaşadığı trajediler, toplumsal yapının kaotik hali ve bireyin ulusal, sınıfsal, cinsî konularda ayakta duramayacak düzeyde bilinç zayıflığıyla malûl oluşunu doğru önderliklerin açığa çıkarılamamış olmasıyla izah eder. O son mektupta sömürge toplum gerçeğine dair en değme filozof ve bilim insanına taş çıkaracak nitelikte birçok tespit vardır. Ama önderlik sorunu üzerine belirtilenler, ele alınan diğer tüm konuları sistemli bir şekilde bir arada tutup anlamlı bir senteze kavuşturan kilit taşı konumundadır. Sayısız biyolojik türden biri olmaktan çıkıp insanlaşmaya giden yol toplumsallıkla mümkündür ve organizasyon yeteneği ile örgütlenmenin en ileri sınırları da toplumsallık kapsamında gerçekleşmektedir. İnsanlığın önderlik gerçeği ile hayati bağı böyle bir evrensel doğru üzerinden ortaya konabilir. Fakat Şehit Zîlan bu evrensel doğruyu Kürt halkının varlık mücadelesi özgünlüğünde dile getirmektedir. Genel bir doğruyu yaşamsal ihtiyaçlar karşısında çözüm gücü üretecek yetkinlikle, yani tam yerinde, tam zamanında ve olması gerektiği gibi kullanmanın yarattığı etki her zaman büyük olmuştur. İşte Şehit Zîlan’ın o mektubu da böyle bir etkiye sahiptir. O mektubu okuduğunuzda soyut bir bilgi ya da fikrin elle tutulurcasına somutluk kazandığına tanık olursunuz. Şehit Zîlan derin kavrayış ve etkileyici ifade gücüyle Önder Apo’nun o an için Kürtler, gelecekte ise tüm insanlık için taşıdığı önemi tüm açıklık ve sadeliğiyle ortaya koyar. Önder Apo’nun Kürt halkıyla sınırlı kalmaksızın, tüm halkların önderliği olarak taşıdığı gerçekliği kavrayışta derinleşmenin yol açtığı etki de yine Şehit Zîlan’ın ulaştığı anlam gücü ve gerçekleştirdiği büyük eylemiyle açığa çıkar. Nitekim, Önder Apo şahsında Önderlik gerçeğine dönük kavrayış gücüyle ömrünü düşünmeye adamış filozoflara taş çıkaran Şehit Zîlan’ın, gerçekleştirdiği eylemle de tarihin büyük komutanlarını, generallerini gölgede bıraktığı açıktır.
Peki, Şehit Zîlan böyle bir düşünce ve askeri eylem gücüne nasıl ulaştı? Gerçekleştirdiği eylemle birlikte şehit düştüğünde henüz 24 yaşındaydı ve gerilla saflarında 1 yıldan daha uzun bir süre kalmamıştı. Konunun, tecrübeye indirgenerek izan ve izaha kavuşturulmasının yerini bulmayacağı açıktır. Duyguların gücü denecek olsa; salt duygularla, sömürgeci sistemin her tarafını karakollarla çevrelediği Dersim gibi bir kentte, güvenlik tedbirlerinin işi şansa bırakmayacak düzeyde alındığı bir askerî törende, hele ki kent nüfusunun neredeyse üçte biri sömürge sisteminin -çoğu asker-polis-istihbarat elemanı olmak üzere- temsilcilerinden oluşan bir sosyolojide hedefi tam merkezinden vuracak düzeyde bir analitik zekâ gerçekleşmesini açıklamak mümkün olmamaktadır. Lojistikten istihbarata, imkânlara dayalı bir açıklama da yerini bulmayacaktır; zira tarihte neredeyse hiçbir istisnası yoktur ki her türlü zorbalık hakkını kendinde görüp toplumdan gasp ettikleri tüm kaynakları bu doğrultuda imkâna dönüştüren egemenlerin sahip olduklarının yanında devrimcilerin sahip olduğu imkânlar çok sınırlı, hatta yetersiz kalmamış olsun. Aynı eşitsizlik bu eylem için de geçerlidir. Benzer şeyler abartılacak düzeyde bir edebiyat, felsefe, sosyoloji eğitimi ve pratiği olmadığı halde yakaladığı anlam ve ifade gücü için de geçerlidir elbette.
Büyük militanlar ve abideleşmenin anahtarı
Şehit Zîlan, kişiliği, anlayışı ve salt eylemiyle sınırlı kalmaksızın ortaya koyduğu yaşam pratiğiyle bizleri tek bir gerçeğe, Önder Apo şahsında dile gelen gerçekliğe yönlendiriyor. Hem Şehit Zîlan hem de Çiyagerlerden Asya Ali ve Rojger Helinlere imkânsız denilecek düzeyde zor koşullarda gerçekleştirdikleri eylemlerle, azgınlaşan sömürgeci faşizm karşısında halklara umut olan büyük militanlar, tecrübenin, duyguların, eldeki sınırlı imkanların abideyi kişiliklere ve görkemli eylemlere nasıl dönüştürüldüğünün anahtarını veriyor. Bilgi ve teknolojinin sınır tanımaksızın geliştiği günümüzde, dünyanın her yerinde anlam yoksunluğunun toplumsal bünyeyi tutsak aldığı, acı bir şekilde bu durumun en fazla geleceğe dönük umutları söndürdüğü dikkate alındığında Önder Apo gerçekliğine ciddi yaklaşmanın anlamsızlık girdabında varlık içinde yokluğu yaşayan insanlık için hayatiyet arz ettiği açıktır.
PKK’yi PKK yapan değerlerin en zorlu sınama dönemlerinde gerçekleştirilen direniş ve atılımlarla yaratıldığını son yarım asırlık tarih itiraza yer bırakmaksızın ortaya koyuyor. Yazının şehit gerçeğine vurguyla başlaması ironik gelebilir. Düz bir metafizik anlayışla yaklaşıldığında öyledir de. Fakat doğanın, yaşamın ve insanın diyalektiği bu tür ezelden ebede hazır reçetelere dayalı kavrayışların geçersizliğini birçok kez ortaya koymuştur. Önder Apo mücadelenin ilk örgütlenme aşamasında Kürdistan’da gerçekleştirdiği görüşmelerden birinde bir bilge yaşlı ile diyaloğunu paylaşır. Mevcut gerçekliğin gayet iyi farkında olan yaşlı, Kürtlerin bir kütüğe dönüştüğünü anlatmaktadır Önder Apo’ya. Köküyle bağları koparılarak meyve verme özelliği ortadan kaldırılmış ve ortada başkalarının tasarrufuna hazır halde bekleyen bir kütük olarak görmektedir Kürt halkını. Bu görüşe Önder Apo da esasen tam olarak karşı çıkmamaktadır. Ayrım bu gerçekliğe yaklaşımda gizlidir. Birkaç sene sonra 12 Eylül faşist cunta rejiminin zindanlarında Mazlum Doğanlar, Kemal Pirler şahsında bu daha net görülecektir. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nun ilk şehidi büyük devrimci Kemal Pir eylemin ilerleyen günlerinde, sağlık durumu tamamen kötüye giderken “ahhh direnmek ne güzel şey” diyerek hakkı verilmiş bir yaşamdan aldığı hazzı paylaşmaktadır mesela. Yaşarken kütükleşmekten yaşamı olanca coşkunluğuyla yaşarcasına ölüme yürüyen noktaya varışın ilk temsilcileri Önder Apo’nun yoldaşları şahsında açığa çıkmaktadır böylece. Kemal Pir, Önder Apo’ya beslediği güçlü inanç ve bağlılıkla O’nda zaferi görmektedir. Para, ev, araba, elbise, duygu, düşünce, kutsallıklar vs ne varsa tüketmeye odaklanıp, bu tüketim şuursuzluğunda manevi boşluk içerisinde debelenenlerin “yaşamak” dedikleri şeye inat, toprağa bir tohum olarak gireceğini bilince çıkarmış bulunmaktadır. Sömürgeci faşizmin bir artık olarak sunduğu yaşamın soysuzluk ve çürümüşlükten öte bir getirisi yoktur. Bunun da yaşamla alakasız bambaşka çarpık bir şey olduğu açıktır ki bizzat toplum bu gerçekliğin tamamen farkındadır (Kürtleri kütüğe benzeten yaşlı Kürt). Şehadet olayının kutsallığı da buradan gelmektedir. Şehadet salt bir biyolojik bitiş değil, soysuzluğa karşı soylu bir yaşamın çekirdeği, tohumu, filizi olarak yaşamı yüceleştirdiğinden kutsaldır. Bireyler şahsında yaşanan biyolojik ölümün toplum ve insanlık için açığa çıkardığı anlamlı yaşam enerjisini ifade etmesi bakımından yaşamın en saf haline şahitlik, tanıklık yapmayı, bilince çıkarmayı tanımlar. Önder Apo şahsında deha düzeyinde dile gelen özelliğin belirginlik kazandığını görürüz: Toplumculuk ve örgütleme gücü. Önder Apo ile ister fiziki temas biçiminde isterse daha dolaylı yollarla tanışma durumu olan birçok kişinin hissettiği, gördüğü bir özelliktir bu. Aile, ülke, sosyal çevre, maddi imkan ve daha birçok bakımdan Önder Apo’dan daha avantajlı konumda olanlar vardır oysa. Hatta Önder Apo belirtilen tüm bu konuların hemen hepsinde büyük bir şanssızlıkla gözlerini dünyaya açmış gibidir. Mesela ailesi yaşadıkları köyün en yoksullarındandır. Babasının, gelişimi için sunabileceği pek bir imkan bulunmamaktadır. Taşıdığı ulusal kimlik resmi devlet sistemince bir hiç olarak görülmektedir. Bu koşullarda anasının tüm emek, çaba ve mücadeleyle sunduklarının bile bir yaşam tutamağı olmaktan öteye gidemeyeceğinin bilincindedir. Yaşamın kendisi değil, yaşama bir yerinden asılmasını sağlayacak bir dal sadece. Yokluktan imkân yaratma becerisini bu koşullar altında yüz yüze kaldığı yaşam gerçekliğine elinden geldiğince ciddi yaklaşarak edinmektedir.
Çocukluk hayallerine ihanet etmeyeceğine dair söz vermektedir kendisine. Önder Apo gerçekliğinden azade, düz bir benzeştirme çoğu insanı yanılgıya götürebilir. Herkes, hepimiz çocuk olduk. Ve hepimizin o yaşlara özgü hayalleri vardı. Neleri hayal etmedik ki; kimimiz yüksek statülü bir mesleğe sahip olmayı, kimimiz sahip olmadığı ama bir arkadaşında gördüğü bir elbiseyi ya da oyuncağı, kimimiz o yaşta hayran olduğu birine benzeyen biriyle aşk yaşamayı hayal etti. En idealistimizin ufkunda anasına-babasına hayırlı evlat olmak, onları huzur ve rahat içinde yaşatmaktan ötesi yoktu belki de. Mesela kaçımız oyun arkadaşı kocaya verildi diye kahırlara boğuldu? Arkadaşını tekrar oyunlara getirmek için didinip durdu? Kaçımız ailemizin “konuşma!” uyarılarına başkaldırarak ailemizin husumet yaşadığı aile çocuklarıyla ömür boyu sürecek bir dostluk, yoldaşlık için çaba harcadık? Kaçımız elde ettiğimiz en küçük bir başarıyı bile daha o yaşlarda bir topluluk oluşturmak, herkesi bir araya getirmek için vesile yapmaya kalkıştık? Bu sayılanlardan biri ya da birkaçını gerçekleştirenlerimizden kaçı bunları bir çizgi olarak sahiplenebildi? Hayallerin böylesine, dört elle sarılıp büyütmeyi, yaşamsallaştırmayı ama yüz çevirmemeyi ilke edindi? Çocukluğun bilinç düzeyinin el verdiği ölçüde sahip olduğu toplumsal kaygı ve çabayı terk etmeyi ihanet olarak çözümledi? Büyüme ve olgunlaşma denen olayı bu tutkularından feragat etmeden yaşayan kaç kişi vardır mesela? Yaşanan tüm haksızlıklar, eşitsizlikler, çarpık sistemden kaynaklı ne kadar sorun varsa hepsine olduğu gibi tabii olmayı büyümek ile, adam ya da kadın olmakla eşdeğer görmek değil mi hepimizi çözümsüz ve etkisiz kılan?
Anlamak ve değiştirmek
Bahsedilen yaşamsal sorunlar bir insanın sosyalist karakterli özgürlüğü ne düzeyde gerçekleştirdiğini gösteren iki temel kıstasa dikkatimizi çekiyor: Anlamak ve değiştirmek. Toplumculuğun bilimsel ve ideolojik temelde sisteme kavuşmuş biçimi olarak sosyalizm ise bizleri anlama dayalı bir devrim ve devrimci karakterli bir anlayışın sentezleneceği yegâne pota olarak örgüt ve örgütlülüğe yönlendiriyor. Örgütlenmeden örgütlemenin mümkün olmadığı tarihsel toplumun binlerce yıllık pratiğinin insan zihnine kazıdığı bir tecrübe. Eğer oluşturulmuş örgütsel bir yapı varsa ortada, yapılması gereken o kadar da zor değildir. Kurumları olan, strateji ve politikası belirlenmiş, gelenek ve ölçüleri oturmuş, kolektif bir tecrübe ile kadrolarını kısa sürede yetkinleştirme imkânlarına sahip bir örgüte katılmak ve belirlenen çizgiye dayalı bir anlayış edinip pratikleşme düzeyi yakalamak az-çok tutarlılığa, samimiyete ve belli bir kavrayış gücüne sahip herkesin yapabileceği bir şeydir. Ama ortada dahil olunacak ya da örnek alınacak bir yapı yoksa, kendini örgütlü kılma durumu kendini her gün yeniden yaratmayı gerektirecek kadar hassasiyet gerektirir. Şehit Zîlan’ın da raporunda belirttiği üzere Kürdistan yüzyıllardır doğru önderliklere hasret bir ülke ve halk gerçeğini ifade etmektedir. Varılan son nokta sömürgeci ulus-devlet sınırlarıyla parçalanarak lanetli bir tanımsızlığa mahkûm edilmektir. Dış dünyayla temasın gerçekleştiği kent ortamında kendi değerlerinden utanma ve kaçış yaşanırken, öz değerlerin görece daha belirgin bir şekilde varlığını sürdürdüğü köy ortamında ise geleceksizliğin yarattığı umutsuzluk ve gerilik hakimdir. Yaşama ciddi yaklaşmak dışında bir çıkış göremeyen Önder Apo, herkesten önce kendini örgütlemenin gerekliliğini bilince çıkarıyor. Kendini örgütleyerek toplumu güç haline getireceğinin farkında olan Önder Apo, çocukluğunda namaz kılıp duaları ezberlerken de üniversitede bilimsel sosyalizmin klasiklerini etüt ederken de bir sosyalist gibi yaşayıp, tespit ettiği her sorunla bu doğrultuda mücadele veriyor.
Mücadelesiz bir örgütlülüğün mümkün olmadığı hem tarihsel örnekler hem de PKK tarihinde tüm açıklığıyla görülüyor. Bu hem iç mücadele bakımından hem de dışa karşı verilen mücadele bakımından geçerli. Parti içinde ortaya çıkan tasfiyeci-çeteci gruplar ve bunların Parti ve halk değerlerine verdiği zararlar, iç sorunların dıştan gelenlerden daha az tehlikeli olmadığının kanıtı olarak belirginlik kazanıyor. Yakın tarihte Medya Savunma Alanları’nda gerçekleştirilen bir toplantıya gözlemci olarak katılan farklı bir sosyalist hareketin kadroları, toplantı esnasında gelişen eleştiri ve özeleştirilere tanık olduktan sonra arkadaşlara şöyle bir itirafta bulunuyorlar: “Bu toplantıyla, en temel sorunumuzun (Türkiye sosyalist hareketi adına belirtiyor) önderlik sorunu olduğunu görmüş olduk.” Eleştirebilmek ve özeleştiri vermek; yıllardır PKK’nin en temel kıstası olarak kabul edilen bu konular birçok parti ve örgütün dağılmasına neden olabiliyor. Ölçü koyacak yetkinlikte bir tutarlılık olmazsa, eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını uygulamak mümkün değildir. Çünkü devrim doğrularının ateşinde terbiye edilmemiş küçük-burjuva ve feodal-köylü karakter yapısı herkesin kendini esas ölçü ve örgüt görmesine zemin sunmaktadır. Günün her saati, dakikası ve saniyesinde devrim ve sosyalizm odaklı bir yoğunlaşmayla devrim ve sosyalizmin ölçüleri netleştirilerek, kendini örgüt yerine koyan küçük-burjuva ve köylü anlayışının tahribatları engellenebiliyor. Soyut bilgi biriktirmekten, kaba-sekter kural dayatıcılıktan, her durumda nabza göre şerbet vermeyi sosyalleşme diye belleyen ilişki biçiminden ve daha birçok yetersiz kavrayış ürünü sorunlu yaklaşıma taban tabana zıt önderlik çizgisi yaşamdan damıtılarak sosyalizmin ölçülerine dönüştürülen değerlerin tutarlılıkla sahiplenilmesi, dile getirilmesi ve uygulanmasıyla oluşturuluyor.
İlmek ilmek işlenen sosyalizm
Böyle bir sosyalist yaşam zemininde boy veren mücadele anlayışının en görkemli gerçekleşmesini şüphesiz Önder Apo’nun İmralı Adası’ndaki tecrit koşulları altında verdiği direnişin yaratım gücünden görmekteyiz. Mesela Özgürlük Sosyolojisi’nin Önsöz’ünde Önder Apo kitabın (Savunma) hazırlanma sürecine dair şu dikkat çekici bilgiyi paylaşıyor:
“Yazım tekniği konusunda da bazı hususları belirtmem aydınlatıcı ve bağışlatıcı olacaktır. Hücre koşullarında ancak bir tek kitap, dergi ve gazete bulundurma izni söz konusudur. Not almam ve alıntı yapmam mümkün olmadı. Önemli gördüğüm her hususu hafızama kaydetmem ve kişiliğime özümsetmem temel yöntemim oldu. Her yasağa kölece katlanmadım. Bu yasaklara verdiğim karşılık, evrenin bilgi deposu olan hafızamı giderek netleştirmek ve belirleyici önemi olan fikirleri başat kılmak oldu.
Fakat bu yöntemin en büyük zaafı insan hafızasının unutmakla malûl olmasıdır. Not alamamak bu açıdan engelleyici rol oynadı. Bu bölümü yazmaya hazırlanırken kalem yasağı da geldi. Ancak hücre cezasının onuncu gününde bu yasak kalkınca hemen yazmaya giriştim. Çünkü giderek gecikiyor, sözümü yerine getiremiyordum. Kalem yasağına verdiğim yanıt ana taslak üzerinde daha da yoğunlaşmak oldu.” (Özgürlüğün Sosyolojisi, Önsöz)
Düşünce ve eylemi, kavgayı ve yaratımı, yalnızlığı ve örgütlülüğün en kitlesel halini aynı anda yaşayan, bir yaratım gücü olarak halkına, bölge ve dünya halklarına taşıran bu duruş yaşam boyu ilmek ilmek işlenircesine bu düzeye vardı. Belli bir haksızlık ya da dayatma karşısında herkes direnir. Ama belli bir süre sonunda güç getiremeyip sonuç alamadığında çoğu insan pes eder. O, anlık, sınırlı bir dönem için geçerli olan direniş tutumu vicdanını rahatlatmaya yeter. Pes etmeyi aklına bile getirmeyenlerde ise direnişin genellikle son Mohikan tarzında gerçekleştiğini görürüz. Davasını toplumsal bir harekete dönüştürecek etkili yöntemleri yaratıcı tarzda kullanma durumunun gelişmediği, insanlık adına tek kazancın şerefli bir ölüm ile sınırlı kaldığı örneklerdir bunlar. Yaşlı Kürdün bilgece tespiti, tek atımlık barutla gerçekleştirilen yiğitlikler, yürüyen bir kütüphane olma halleri… Tek tek bu anlayışların özgürlük ve kurtuluş adına toplumsal hafızaya katkıları çok sınırlıdır. Önder Apo’nun her tutum, söylem ve hamlesinde ise birbirine zıt olguların senteze dönüştüğünü görürüz. Tecrit koşullarında kitap ve kalem yasağına verdiği karşılık, o sentezlerin en karanlık dehlizlere sokulan topluma ışık ve yol olacak perspektiflere dönüştüğünün sayısız örneklerindendir.
Köhnemişlik yerine, soylu doğrular zamanı
Heval Karasu bir değerlendirmesinde Önder Apo’nun doğruları kadar yanlışlarının da sahiplenilmesinin gerekliliğinden bahseder. Nedir yanlış olan? Önder Apo gerçekliğini yeterince bilince çıkaramamış bir akıl burada medrese softalığına yakın bir duruşun işaretlerini görebilir. Ama tarihsel gerçekleşme sürecinin açığa çıkardıkları ortadadır. Önder Apo’nun anlam gücü ve devrimci iradeyle karşı çıktığı esas konulardan biri de doğru diye tabii olunan kabullerdir. Belirtildiği üzere bu, yaşamının çocukluk dönemine kadar giden erken dönemlerinde boy veren bir özelliktir. Devrimci önderlerin şehadetleri sonrasında Türkiye’de devrimci hareketin öncülük sorumluluğunu üstlenmek, bu zeminde Kürdistan’ın sömürge durumuna vurguda bulunmak, sol-sosyalist siyasetin engelleme çabalarına takılmaksızın mücadeleyi Kürdistan’a, ülke koşullarının özgünlüğüne dayalı bir şekilde yeniden yapılandırmak, partileşmek, herkesin devrim beklediği bir anda faşizmin ayak seslerini hissedip mücadeleyi büyütmek için Ortadoğu sahasına hicret etmek, silahlı mücadele kararlılığına ulaşıp içten ve dıştan gelen tüm engelleme ve itirazlara rağmen bu kararlılığın gereklerini yerine getirmek, sonrasında ise en son tarihi çağrıya kadar varan demokratik siyasal çözümün taşlarını her türlü provokasyona, uluslararası komploya rağmen sabırla döşemek… Tamamı kendi dönemlerinde ya hiç ya da yeterince anlaşılmamış perspektifler olarak çoğunluğun haksız eleştiri, hatta ithamlarına gerekçe yapılan tutumlar oldu. Mesela silahlı mücadele kararı neredeyse her kesim tarafından tehlikeli ve yanlış bir karar olarak görüldü. Gerekleri yerine getirilmediğinde öyle bir potansiyeli taşıdığı açıktır. Nitekim 12 Eylül faşist cunta rejimine karşı silahlı mücadele pratiğine yönelen farklı siyasetler de mevcuttur. Dev-Yol bunlardan biridir. Fakat Doğu Karadeniz kırsalında geliştirilmeye çalışılan bu girişimin birkaç aylık ömrü sonucun fiyasko olduğunu göstermiştir. Bırakalım faşizmi geriletmeyi, halk adına zaferler elde etmeyi, dağ koşullarında ayakta kalma gücü bile açığa çıkarılamamıştır. Bu girişim nihayetinde kendi kendini feshetmek durumunda kalmıştır. Bu ve buna benzer zayıf, başarısız girişimlerin Türkiye toplumu üzerindeki etkileri, bir zamanların devrimci Karadeniz toplumunun faşizmin manipülasyonlarına hazır hale getirilmiş olmasından görülmektedir. Heval Karasu bu değerlendirmesiyle esasen, anlam kadar doğruların da örgütlenme gücüyle yaratıldığına işaret ediyor. Sayılan atılım kararlarının tamamı potansiyel olarak ciddi riskler taşımaktaydı. O radikal kararların uygulanma süreçlerinde gelişebilecek en ufak bir zaaf Dev-Yol pratiğinin Türkiye toplumu üzerinde yarattığı etkiye benzer olumsuz sonuçları, belki de daha ağır biçimde Kürdistan’da yaratacaktı. Ama öyle olmadı. Önder Apo örgütlediği, güven ve inanç verdiği, dahası özgürlük umutlarını kahredici direniş koşullarında yaşama tutunmanın en güçlü dayanağına dönüştürdüğü yoldaşlarıyla 1982’de Amed 5 Nolu Zindanı’nda, 15 Ağustos 1984’te Eruh’ta, 2012’de Rojava’da ve 2020’den günümüzde kadar Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da köhnemiş doğruların yerine soylu doğruları yaşamsallaştırdı.
Önder Apo, ‘ben bir sosyalist olarak yaşıyorum’
Önder Apo’nun 4 Nisan kutlamaları çerçevesinde gençliğe gönderdiği mesaj herkesi, hepimizi Önderlik gerçeği üzerine daha derin yoğunlaşmaya dönük bir çağrı. Önder Apo “ben bir sosyalist olarak yaşıyorum” diyor mesajında. Bu mesajı İmralı’da tecrit koşullarındaki tutsaklığını da dikkate alarak veriyor. Yaşam gerçekliğine ciddi yaklaşarak, eşitlik-adalet-özgürlük-demokrasi-sosyalizm gibi değerlerin soyut birer olgu olarak zihinlerde çakılı kalmasına itiraz ederek çocukluğundan bugüne sosyalist karakterini koruduğunu ortaya koyuyor. Yoldaşlarından, halkından istediklerinden daha fazlasını bizzat kendi kişiliğinde gerçekleştirmiş bir sosyalist önder olarak özgürleşmenin yollarını gösteriyor. Tüm imkansızlıklardan tarihin en büyük insanlık yürüyüşünü yaratan iradeyle, tek kişilik hücresinde kadını, genci, Kürt’ü, Türk’ü, Arabı, dünyanın her yerinden, toplumun baskı ve sömürünün en ağırına mahkûm halde tutulan her kesiminden milyonlarca insanla birlikte mücadele veren bir sosyalist önder olarak tarihe yön veriyor. Şehitler böyle bir önderlik gerçeğini doğru kavrayışın yarattığı coşkuyla şehadete yürürken filizlenecek özgür yaşamı muştuluyorlardı. Önder Apo şahsında vücuda gelen önderlik gerçeğinin samimiyet ve ciddiyetle içselleştirilmesini de bir özgürlük görevi olarak önümüze koyuyorlardı. Öyleyse özgürlük sorunlarına cevap olabilmek, dahası, özgürlük sorunlarını tespit edip kaynaklarını çözümlemek için Önderlik çizgisinde aydınlanmayı, örgütlenmeyi ve sosyalist yaşamı ahlak ve namusun güncel gerekliliği olarak esas almak gerekiyor.