Kürdistan halkı ve tarihiyle ilgili yapılacak ilk tespitlerin başında, özellikle son iki yüzyıllık kapitalist modernite sisteminde yürürlükte olan katliam ve soykırım uygulamaları ile buna karşı direnişin tarihte eşine az rastlanacak cinsten oluşu gelir. Mart ayının da böylesine katliamların ve buna karşı direnişlerin geliştiği bir ay olması itibarıyla da özgün bir yeri vardır.
El-Enfal ve Halepçe
1986 yılından itibaren Saddam Hüseyin, Başûrê Kurdistan’da adına ‘El-Enfal Harekatı’ dediği yeni bir soykırım saldırı sürecini başlatmıştır. Bu soykırım saldırıları 1989 yılına kadar, yani İran-Irak Savaşı’nın bitimine kadar devam etmiş, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 200 binden fazla insan katledilmiştir. Yüz binlercesi yaralanmış, sakat kalmış, tutuklanmış, sürgüne gönderilmiş, iki binden fazla köy-kasaba yakılarak-yıkılmıştır. El-Enfal Harekatı denilen bu soykırım planı ve Halepçe Katliamı özünde, TC devletinin 25 Eylül 1925’te yürürlüğe koyduğu Şark Islahat Planı’yla, Agirî, Zîlan ve Dersim soykırım saldırılarının Irak versiyonudur.
16-18 Mart 1988 tarihlerinde gerçekleştirilen Halepçe Katliamı, neredeyse dört yılı bulan ve dünyanın kör-sağır kaldığı bu Enfal operasyonlarının yoğunlaştığı bir süreci ifade ediyor.
Halepçe Katliamı’nda resmi rakamlara göre 5 bin, gerçekte ise 10 binden fazla insan yaşamını yitirmiş, yine resmi rakamlara göre on bin insan yaralanmış olsa da kimyasal silahların etkisiyle yüz binlerce insan yıllara yayılan bir süreçte sakat kalmıştır.
Kürdistan halkına yönelik Enfal’le başlayan soykırım saldırılarını ve Halepçe Katliamı’nı, Saddam Hüseyin ile birlikte Saddam’ın Enfal Harekatı’nın başına getirdiği ve her türlü yetkiyle donattığı yakın akrabası ve halkımızın Kimyasal Ali dediği, Ali Hasan El-Mecid gerçekleştirerek yürütmüştür.
Saddam, 1986 yılından itibaren Kürdistan halkına yönelik kimyasal silah kullansa da dünyanın sessizliğinden yararlanarak Halepçe’de bunu en üst düzeye çıkarmaktan çekinmemiştir. ABD ve İngiltere, Mart 1986’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Irak’ın kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik silahlar) kullanmasını eleştiren kararlar almasını, karşı oy kullanarak engellemiştir. ABD ve İngiltere’nin Saddam’ı bu düzeyde sahiplenmeleri, Saddam’ın Enfal’le başlattığı soykırım saldırılarını daha da kapsamlılaştırmasına ve Halepçe’de kimyasal silahlarla Kürdistan halkına yönelik insanlık dışı soykırım saldırısını gerçekleştirmesine yol açmıştır.
Halepçe Katliamı’ndan sonra da Saddam Hüseyin’e yönelik uluslararası alandan ciddi bir tepki gelişmemiştir. Küresel kapitalist sistem neredeyse bir bütün olarak İran-Irak Savaşı’nda çoğunluğu her iki tarafa aynı anda silah satarak çıkar sağlamayı esas almış, kimyasal silahları da Saddam’a başta ABD, İngiltere, Almanya olmak üzere bu güçler temin etmiştir. Dolayısıyla Kürdistan halkına yönelik kimyasal silahlarla gerçekleştirilen soykırıma karşı dünya üç maymunları oynamıştır. Günümüzde de Türk devletinin Medya Savunma Alanları başta olmak üzere tüm gerilla güçlerine yönelik son dört yıldır daha da yoğunlaşan bir şekilde yasaklı her türlü nükleer ve kimyasal silahları kullanmasına karşı aynı güçlerin sessiz kalmasının temel nedeni, bu yasaklı silahları TC’ye kendilerinin satmalarından ve Kürt soykırım savaşını TC ile birlikte bizzat NATO gücü olarak kendilerinin yürütmelerinden dolayıdır.
Her şeyden önce Halepçe Katliamı, BAAS faşizmi ve Saddam diktatörlüğünün Kürdistan halkına ve insanlığa karşı düşmanlıklarının sonucudur. BAAS Partisi’nin resmi ideolojisi olan Panarabizm tüm Arapların birliğini savunan bir yaklaşımmış gibi görünse de, esasında Arap dünyasında ve Ortadoğu’da iktidar ve hegemonya olmaya dayalı faşist-şoven bir çizgi olarak Saddam Hüseyin’de en yetkin temsilini bulmuştur. Başûrê Kurdistan’ı Araplaştırma ve Kürdistan halkına yönelik gerçekleştirilen katliam ve soykırım saldırıları bu Arap milliyetçiliği ve faşizminin zihniyet ve siyasetinden kaynaklanmıştır.
Halepçe’den küresel kapitalist sistem ve hegemonyası da sorumludur
Hiç kuşkusuz ki ulus-devlet milliyetçiliğini ve faşizmini Ortadoğu’ya musallat eden küresel kapitalist sistem ve onun hegemonik gücü olan 1945’lere kadar İngiltere, sonrasında ise ABD’dir.
- Dünya Savaşı süreci ve sonrasında Kürdistan’ın dörde parçalanarak soykırım sürecine alınmasıyla, Arapların 22 işbirlikçi ajan krallık ve devletçikler biçiminde parçalanması, küresel kapitalist sistemin ve hegemonyasının Ortadoğu’yu denetim altına alarak sömürgeleştirme zihniyet ve siyasetinden kaynaklanmıştır.
İngiltere-Fransa ve sonrasında ABD, Ortadoğu’yu paylaşma ve sömürgeleştirme zihniyet ve siyasetlerinden dolayı TC, Irak ve Suriye devletlerini, Kürdistan’ın dörde parçalanması ve Kürt soykırımı temelinde yapay-işbirlikçi devletçikler olarak şekillendirerek günümüze kadar da kullanmışlardır.
BAAS milliyetçiliği ve faşizminin son temsilcilerinden olan Saddam Hüseyin, İngiltere ve ABD’nin bu genel Ortadoğu politikalarının sonucu olduğu kadar somut ilişkiler bağlamında da bir işbirlikçi ve ajan kişilik olarak Irak’ta darbeyle iktidara getirilmiştir. Arap milliyetçiliği, günümüzde de sık rastlanan tüm milliyetçiliklerde olduğu gibi küresel kapitalist sistemin ve hegemonyasının en değme işbirlikçisi ve provokatörü olma gerçekliğini gizlemenin perdesidir. Dolayısıyla hem zihni, hem de güncel siyaset olarak Arap, Türk, Fars ulus-devlet milliyetçiliklerinin, faşizminin Ortadoğu’da işbirlikçi ve ajan yapılanmalar olarak iş başına getirilmelerinin ve Kürdistan halkına yönelik gerçekleştirilen inkar, imha ve soykırımların esas sorumlusu İngiltere ve ABD’nin başını çektiği küresel kapitalist sistem olmaktadır. Ortadoğu’da milliyetçi faşist iktidar mücadeleleri ve savaşları, merkezi hegemonik iktidardan bağımsız olmadığı gibi, tam tersine bir bütün onun yönetim ve denetiminde, çıkarlarına hizmet temelinde gelişmiştir. Böl-parçala-yönet tarzında özetlenen bu küresel kapitalist modernite zihniyet ve siyaseti, yüz yıllık Ortadoğu tarihinin açığa çıkardığı ve güncelde de geçerliliğini koruyan en temel gerçeklerin başında gelmektedir.
Demek ki Halepçe Katliamı’nın gerçekleştirilmesinden, Kürt düşmanı faşist Saddam ile bu faşist zihniyet ve siyaseti geliştiren ve açığa çıkaran küresel kapitalist sistem ve onun hegemonik güçleri İngiltere-ABD sorumludur.
Bu durumun daha iyi anlaşılması için Halepçe Katliamı’nın gerçekleştirildiği süreç ve sürecin temel birkaç özelliğine dikkat çekmek yararlı olabilir.
1979 yılında Şah Rıza Pehlevi diktatörlüğüne karşı İran’da gelişen devrime genelde İran İslam Devrimi dense de, devrimi gerçekleştirenlerin başında ezilen halklar, kadınlar, Kürtler, emekçiler, sosyalistler, demokratlar gelmekte dolayısıyla demokratik ve kültürel devrim niteliği taşımaktaydı. Devrimin gerçekleştiği süreçte İran, ABD’nin bölgemizdeki temel işbirlikçisi ve jandarması olarak Ortadoğu’nun hegemonik gücü konumundaydı.
İngiltere ve ABD, 1. ve 2. Dünya Savaşları’yla birlikte, Ortadoğu ve dünya ulus-devlet sistemini esas olarak Irak, Türkiye, İran ve İsrail sömürgeci, soykırımcı, faşist diktatörlüklerinin ve devletlerinin oluşturulması üzerinden şekillendirmiştir.
İran’ın tarihsel ve jeostratejik rolü kadar, ABD ve Avrupa için günümüz açısından da değerinden hiçbir şey yitirmeyen Basra Körfezi’nin enerji ve ticaret yolu olarak önemi, ABD’nin Şah diktatörlüğünü bölgenin temel jandarma ve hegemonik gücü olarak kullanmasında etkili olmuştur.
İşte, 1979 yılında Şah’ın devrilmesi ve İran’da gerçekleşen devrim, küresel kapitalist sisteme ve hegemonyasına sadece Ortadoğu’da değil tüm dünya genelinde vurulmuş büyük bir darbe olmuş, onu ciddi düzeyde sarsmıştır. Başını İngiltere ve ABD’nin çektiği kapitalist modernite sistemi, 1. ve 2. Dünya Savaşları’yla oluşturdukları bölge ulus-devlet sisteminin parçalanması karşısında büyük bir panik yaşayarak devrimi başarısız kılmak, yenilgiye uğratmak ve amacından saptırmak için hemen harekete geçmişlerdir.
İran’da gerçekleşen devrimden hemen sonra, aynen Kuveyt’i işgalde olduğu gibi, geçmişten beri devam eden çelişki ve çatışmalarından da yararlanarak ABD, Saddam’a yeşil ışık yakarak İran’a saldırtmış, böylelikle savaşı başlatan esas güç olmuştur.
Savaş öncesinde, ABD desteğindeki Şah Rıza Pehlevi döneminden beri İran-Irak arasında uzun yıllardan beri Basra Körfezi’ne hakim olmaya yönelik güç mücadelesi yürütülmekteydi. Şah devrilip gerçekleşen devrimle İran sistem dışına çıkınca ABD, Körfezde yaşanan bu çelişkiyle Saddam’ın Irak’ın topraklarını genişletme amaç ve hayallerini de kullanmış, Saddam’ı İran’a saldırtarak savaşı başlatmıştır. ABD, savaşı bahane ederek Basra’ya savaş gemilerini göndermiş, Körfezi ve dolayısıyla Ortadoğu’yu tümden denetim altına almaya çalışmıştır. Dikkat edilirse Basra Körfezi’ni dolayısıyla Ortadoğu-Avrupa enerji ve ticaret yolunu denetim altına almaya yönelik bu ABD politikaları günümüzde yürüyen 3. Dünya Savaşı’nın da başlamasının ve sürdürülmesinin en temel nedenlerinin başında gelmektedir.
İran ile Irak arasındaki savaşta ilginçtir ki ABD öncülüğündeki küresel kapitalist sistem Irak’ı destekleyip her türlü silah ve cephane satarken, Sovyetler Birliği de Saddam’ı destekleyerek her türlü silah ticaretini geliştirmekten geri durmamıştır. Sovyetler Birliği’nin daha önce de Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasında oynadığı rolle birlikte, 1979 İran Devrimi’nin tasfiye edilmesinde Irak’a açık destek sunması ve daha da genel olarak 1. Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında küresel kapitalist sistem tarafından Ortadoğu’da Kürt inkarı ve soykırımı temelinde oluşturulan ulus-devlet sistemini ve dengelerini savunması, 1990’ların başındaki çöküşünde diğer nedenlerle birlikte belirleyicidir. Bu konu, çok daha derinlikli araştırma ve yoğunlaşmaları gerektiren önemli bir durumdur.
ABD, Irak’ı savaşa sürüp her türlü desteği sunarken, savaş sürecinde İran’la da ilişki geliştirip gizli şekilde büyük miktarda silah satışı gerçekleştirmiştir. Ronald Reagan yönetimi sırasında Kasım 1986’da ortaya çıkan ve adına İran-kontra skandalı veya ‘Irangate’ denilen belgelerle bu durum kanıtlanmıştır. İsrail de savaşta İran’ı destekleyerek silah satışında bulunmuştur. TC tarafsızlık adına her iki gücün daha fazla çatışması, savaşması ve yıpranması siyasetini yürüterek her iki ülkeyle de en büyük ticareti geliştirerek ekonomisini düzeltmiştir. Bu durum bile İran-Irak savaşının nedenlerini ve amacını anlamak açısından yeterlidir.
İran-Irak Savaşı ve Halepçe Katliamı
1980 yılında başlayan ve yaklaşık yine çoğu kadın ve çocuk olmak üzere resmi rakamlara göre bir ile bir buçuk, esasında ise iki milyona yakın insanın yaşamına ve bir o kadarının da sakat kalmasına, milyonlarcasının yerlerinden-yurtlarından olmalarına yol açan İran-Irak Savaşı, Ağustos 1988 yılına kadar devam etmiş ve tarihe ‘Sonuçsuz Savaş’ olarak geçmiştir.
Bu savaşa Sonuçsuz Savaş denmesinin temel nedeni ne İran’ın ne de Irak’ın savaştan istedikleri sonucu alamayarak büyük bir yıkımı yaşamalarından dolayıdır. Yüzeysel bir yaklaşımla iki güç arasındaki durumu bu şekilde ifade etmek bir dereceye kadar anlaşılırdır. Fakat işin esasının böyle olmadığı, savaşı başlatan küresel güçler açısından farklı, başta Kürdistan halkı için olduğu kadar bölge ezilen halkları açısından ise çok daha farklı ve ağır sonuçlar açığa çıkardığını iyi görmemiz gerekir.
İran-Irak Savaşı’nın açığa çıkardığı sonuçları en genel hatlarıyla belirtecek olursak;
Birincisi; Irak’ın İran’a saldırtılmasıyla başlayan ve sekiz yıl süren savaşta, savaşın tüm bedelini ezilen halklar, emekçiler, kadınlar, çocuklar ödemiştir. Beş bin yıllık erkek egemenlikli iktidar ve devlet sisteminin, iktidar ve sermaye tekellerinin yağma, talan ve hegemonya savaşlarında olduğu gibi bu savaşın da tüm acısını, eziyetini, bedelini yoksul, emekçi halklar ödemiştir.
Saddam bir yandan İran’la körfez üzerinde hakimiyet oluşturmak için savaşırken, diğer yandan Rojhilat ve Başûrê Kürdistan’ı da boydan boya işgal etmek ve Kürdistan’ı Araplaştırmak için Enfal Soykırım Harekatı’nı ve Halepçe Katliamı’nı tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleştirmiştir.
İkincisi; İran-Irak Savaşı’yla, İran’da 1979 yılında gerçekleşen demokratik ve halkçı devrim amacından saptırılmış, başta kadınlar olmak üzere Kürtler, emekçiler, demokratik İslami güçler ve sosyalistler devrimden tasfiye edilerek monarşik, milliyetçi bir iktidar ve devlet şekillendirilmiştir. Devrimle küresel kapitalist modernite sisteminin dışına çıkan İran, bu savaşla yeniden dünya ulus devlet sistemi içine alınmıştır. Günümüzde İran ile küresel güçler arasında yaşanan çelişki ve çatışmalar, İran’da gerçekleşen 1979 devriminin ve devrimi gerçekleştiren halkların, ezilenlerin gücünden, etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu durumu görmeden mevcut İran yönetimini ve devletini, yaşanan çelişki ve çatışmalara bakarak sistem dışı değerlendirmek ciddi bir yanılgıyı oluşturur.
Üçüncüsü; İran-Irak savaşıyla tasfiye edilen sadece İran’daki devrim değil, aynı zamanda Kürdistan halkının özgürlük kazanımlarıdır.
1979 Devrimi’ne en aktif katılan güçlerin başında Kürdistan halkı gelmiş, İran Şahlığı’na karşı başta kadınlar ve demokratik güçlerle birlikte Kürdistan halkı her alanda meydanlara çıkarak serhildanlarla devrimin en ön saflarında yer almıştır.
Rojhilat Kürdistan’ın bu devrimsel sürece katılımı, Kürdistan halkının da kültürel devrimi olarak tüm Kürdistan parçalarındaki halkı etkilemiş, 4 parça Kürdistan’da halkın özgürlük umutlarını yeşerterek, birlik ve mücadele ruhunu geliştirmiştir.
İran-Irak savaşıyla Kürdistan halkının bu özgürlük ve demokrasi mücadelesine her üç sömürgeci, soykırımcı, faşist devlet tarafından katliam ve soykırım dayatılarak tasfiye edilmek istenmiştir.
Enfal ve Halepçe Soykırımı, küresel kapitalist sistemin ve hegemonyasının Saddam eliyle, İran Demokratik Devrimi’yle Kürdistan halkının Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi’ni tasfiye etme zihniyet ve siyasetlerinin sonucunda gerçekleştirilmiştir. Bu durumun doğru anlaşılması, günümüzde yürüyen 3. Dünya Savaşı’nı daha doğru anlayarak, savaşı yürüten güçlerle özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren güçlerin konumunu, durumunu bilerek etkili mücadele yürütmek ve güncelde de büyük bir tehlike olarak karşımızda duran benzer katliamları engellemek açısından da son derece önemlidir.
Kürt işbirlikçiliği, sömürgeci-soykırımcı
güçlerin ekmeğine yağ sürdü
Dördüncü olarak, İran-Irak savaşında Başûr’lu ilkel milliyetçi işbirlikçi güçler İran’ın yanında savaşa katılmış, Rojhilatlı ilkel milliyetçi, reformist örgütler de Saddam’ın yanında saf tutmuştur. Barzani KDP’si daha da ileriye giderek etkisizleştirilmesi ve tasfiye edilmesine yönelik İran KDP’sine saldırarak Rojhilatê Kurdistan’da ve İran’da gerçekleşen devrime en büyük darbeyi vurmuştur. Saddam, Başûrlu bu ilkel milliyetçi işbirlikçi güçlerin İran’la birlikte savaşmalarını bahane yaparak Halepçe Soykırımı’nı gerçekleştirmiştir.
İran Devrimi’yle büyük bir özgürlük ve demokrasi sürecine giren Rojhilatê Kurdistan’daki gelişmelerle, geçmişten beri Başûr’da örgütlü ve direngen olan Kürdistan halkı bu egemen Kürt ilkel milliyetçi ve işbirlikçi zihniyet ve siyasetinden dolayı katliama uğramakla kalmamış, büyük mücadele birikimleri de tasfiye edilmiştir.
Küresel kapitalist sistemin, Ortadoğu zihniyet ve siyasetinin özeti olan böl-parçala-yönet politikasıyla birlikte, özellikle Kürtler söz konusu olduğunda tavşana kaç tazıya tut biçiminde özetlenen temel stratejisi, güncel olarak da halkımız ve bölge halkları için en büyük tehdit ve tehlike durumunu ifade etmektedir.
Kürt ilkel milliyetçi, işbirlikçi, reformist hareketlerin bölgesel ve küresel güçler arasındaki çelişki ve çatışmalardan yararlanma zihniyeti, siyaseti esasında bu iktidar güçlerine dayanma, onların yedeğine girme ve bu güçlerin iktidar ve hegemonya savaşına alet olma anlamına geliyor. Bu durum, Kürdistan halkına yönelik gerçekleştirilen soykırım ve katliamların gerekçesini, zeminini oluşturması açısından tarihsel olarak son derece olumsuz ve uğursuz rol oynadığı gibi, günümüz açısından da güncelliğini koruyan ve mücadele edilerek aşılması gereken temel görev olarak önümüzde duruyor.
Önder Apo ve PKK, Enfal
ve Halepçe’nin de intikamını aldı
Önder Apo’nun ve PKK’nin İran-Irak Savaşı’na ve gerçekleştirilen katliamlara karşı yaklaşımındaki özgünlük, bu konuda değerlendireceğimiz beşinci ve son husus olacaktır.
Önder Apo’nun ilk çıkıştan itibaren en temel özelliği olan ve PKK’nin şekillenmesini de belirleyen özgücünü esas alan, bağımsızlıkçı, ilkeli duruş ve siyaseti, İran-Irak Savaşı’nda da kendisini net bir tarzda göstermiştir. Savaşın yol açtığı tüm katliam, yıkım ve acılara rağmen Önder Apo, bu savaşı Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin gelişmesinin zemini haline getirmiştir. Birçok yönü olsa da bu konuda Önder Apo’nun birbiriyle bağlantılı iki temel yaklaşımı öne çıkmaktadır.
Bunlardan ilki, İran-Irak arasındaki savaşla özellikle İran-Irak-Türkiye sınırı denilen üçgenindeki, yani Kürdistan’da oluşan boşluğu 1982 yılından itibaren gerilla üslenmesi alanı olarak değerlendirmesidir. 15 Ağustos şanlı atılımının örgütlendirilip yürütülmesi ile günümüzde Medya Savunma Alanları dediğimiz bu Kürdistan bölgesini, Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin gelişmesinde önemli ve tarihi bir özgür yaşam ve mücadele alanına dönüştürmüştür.
İkinci olarak, Önder Apo yine 1980 yılların başından itibaren bölünmüş, parçalanmış ve birbirleriyle çatışan Türk sol hareketiyle, Kürt örgütlerini iki ayrı cephe tarzında, -biri Türkiye’de 12 Eylül faşizmine karşı, diğeri de Kürdistan’da, ulusal birlik yaklaşımıyla- bir araya getirme arayış ve çabasının açığa çıkardığı sonuçlardır.
Önder Apo, Türkiye ve Kürdistan’da faşizm ve sömürgeciliğe karşı iki cephe tarzında örgütlemek için büyük çaba harcamıştır. Önder Apo’nun her iki cephede de birlik oluşturmaya ilkesel ve stratejik yaklaşımına karşı hem Türkiye solu, hem de Kürt işbirlikçi-reformist hareketleri gereken karşılığı vermemiş, hatta Dev-Yol ve KDP örneğinde olduğu gibi bu Önderlik çabalarını boşa çıkarmaya yönelik yoğun bir çaba içinde olunmuştur.
1978 yılında PKK’nin resmi kuruluşu, yine 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi halkımız ve bölge halkları açısından önemli tarihsel gelişmelerdir. Emperyalizmin bu gelişmelere 12 Eylül faşizmi ve İran-Irak savaşımıyla müdahalesine karşı, Önder Apo’nun Türkiye sol hareketleri ve Kürt işbirlikçi güçleri iki cephede bir araya getirme çabasına gereken karşılık verilmiş olsaydı, tarihsel gelişmeler farklı olacağı gibi, Enfal ve Halepçelerde yaşanmayacaktı.
Küresel güçlerin böl-parçala-yönet zihniyet ve siyasetine karşı Önder Apo’nun tüm demokratik, özgürlükçü ve toplumcu güçlerle birlik arayış ve mücadelesi, bu örgütler düzeyinde gerekli karşılığı bulmamış olsa da Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu halkları açısından tarihsel önemde olmuş, PKK’nin bu ilkesel duruş ve yaklaşımı, temel paradigma ve strateji olarak Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin gelişmesinde belirleyici rol oynamıştır.
Dolayısıyla, Önder Apo ve PKK, özgücüne dayalı, bağımsızlıkçı, ilkeli duruş ve siyasetiyle, 50 yılı aşan Kürdistan Özgürlük Devrimi’yle Enfal ve Halepçe’nin de intikamını almıştır.
Saddam’ın devrilerek idam edilmesi ve Güney Kürdistan’da Federe Kürt Yönetimi’nin oluşturulması yarım asırı aşan Kürdistan Özgürlük Devrimi’mizden bağımsız gelişmeler değildir. Küresel kapitalist sistemin ve hegemonyasının bölgemize müdahalesi ve başlattığı 3. Dünya Savaşı’yla, Saddam’ın idam edilerek Kürt Federe Yönetimi’nin oluşturulması ile yürüttüğümüz tarihi mücadele arasındaki diyalektik, bu makalenin sınırlarını aşacağından üzerinde çok daha fazla durulması ve yoğunlaşılması gereken temel bir husustur.
Aynı şekilde, 50 yıllık Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’yle halkımız, İran sömürgeci-monarşik iktidarının 1979 Devrimi’ni amacından saptırıp Kürdistan halkına geliştirdiği imha ve katliamların da hesabını Rojhilatê Kurdistan’ın Önderlik çizgisinde yeni bir ideolojik ve kültürel devrim sürecini yaşamasına öncülük ederek almıştır.
Eylül 2022 tarihinde Jîna Emînî’nin katledilmesiyle başlayan kadın öncülüğündeki büyük direniş ve serhildanlar, Önder Apo’nun geliştirdiği ve hareketimizin temel felsefesini ifade eden ‘Jin, Jiyan, Azadî’ şiarıyla bütün İran’a yayılmış, yeni bir kültür devrimi olarak tüm insanlığı etkilemiştir. 21. yüzyılın kadın yüzyılı olarak gelişmesinde önemli rol oynayan Rojhilatê Kurdistan’da başlayıp tüm İran’a ve giderek dünyaya yayılan bu isyan ve mücadele sürecinin de dayandığı tarihsel gerçekleri bu yönüyle de iyi anlamamız gerekir.
Qamişlo Katliamı, Önder Apo
ve PKK çizgisinin tasfiyesine yönelikti
Irak ve Suriye’deki BAAS Partisi özünde tek bir parti olarak doğmuş, sonraları ayrışmıştır. Dolayısıyla sağ ve sol versiyonlar olarak her iki BAAS’çılığın esası, zihniyet ve siyaseti aynıdır. Egemen Arap milliyetçiliğini, şovenizmini ve faşizmini ifade eden bu zihniyet ve siyaset Halepçe’de olduğu gibi Qamişlo’daki katliamın da temel sorumlusudur.
12 Mart 2004 tarihinde Qamişlo’da da halkımıza yönelik gerçekleştirilen katliam, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de iktidardaki BAAS şoven milliyetçi çeteleri, askerleri ve polisleri tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu tarihte Qamişlo’da oynanan bir futbol maçı sırasında BAAS çeteleri halka saldırı gerçekleştirmiş, bu saldırıya karşı Qamişlo halkı direniş gösterince asker, polis, istihbarat güçleri de devreye girerek silah kullanmış ve onlarca insanımızı katletmiştir.
Kürdistan halkı bu saldırı ve katliama karşı başta Qamişlo olmak üzere, Cizîr, Efrîn, Kobanê, Şam, Halep ve diğer alanlarda ayaklanmış, birçok karakol ve devlet kurumlarına el koyarak BAAS güçleriyle çatışmıştır. Kürdistan halkının bu direnişini beklemeyen BAAS rejimi büyük bir korku ve panikle geri çekilmek durumunda kalmış, birçok devlet kurumunu terk etmiştir.
Suriye BAAS Rejimi, 2003 yılında Saddam’ın idam edilmesinin ve 8 Mart 2004 yılında Başur’da federal bir Kürt devleti kurulmasını onaylayan geçici anayasanın hazırlanmasıyla oluşan sürecin hem intikamını almak, hem de bu gelişmelerin Rojavayê Kürdistan’da yarattığı etkileri tasfiye etmek için böylesi bir katliamı planlayarak uygulamıştır.
Qamişlo Katliamı’nda, Suriye BAAS Rejimi’nin bu yönlü Kürt düşmanı zihniyet ve siyasetiyle birlikte, çok ilginçtir ki Halepçe Katliamı’nda da olduğu gibi ABD’nin bölge ve Kürdistan üzerindeki zihniyet ve politikaları etkili ve belirleyici olmuştur.
ABD, Önder Apo’ya yönelik gerçekleştirilen Uluslararası Komplo’yla istenilen sonucu alamayınca komplonun devamı olarak 2002-2004 Ferhat-Botan tasfiyeciliğini devreye koyarak sonuç almaya çalışmıştır. Tüm parçalarda ve Avrupa’da çok kapsamlı bir saldırı olarak gerçekleştirilen bu tasfiye planı, Önderlik ve PKK çizgisine en fazla bağlı olan Rojava halkına yönelik katliam saldırısıyla da sonuca ulaşmak istemiştir. Rojava’daki halkımızın Önder Apo’nun Rojava ve Suriye’de kaldığı 20 yıllık süreç boyunca yoğun emek ve çabasıyla gerçek tarihsel özüyle buluşması ve Kürdistan Özgürlük Devrimi’ne her yönüyle katılarak örgütlenmesi, PKK’nin gelişmesinde belirleyici ve tarihsel rol oynamıştır. Ferhat-Botan tasfiyeciliğiyle Uluslararası Komplo’yu sonuca götürmek isteyen ABD, Rojava’da da PKK’nin etkisini ve örgütlülüğünü bu katliamla tasfiye etmek istemiştir. Özcesi Qamişlo Katliamı, Suriye BAAS faşizminin Kürt düşmanı zihniyet ve siyasetiyle birlikte ABD’nin Ferhat-Botan tasfiyeciliğiyle gerçekleştirmeye çalıştığı Uluslararası Komplo’nun devamı niteliğinde gelişen bir saldırı olmuştur. ABD-Suriye BAAS Rejimi ve TC devletinin bu katliamdaki işbirliği, yönlendiriciliğini olgusal olarak belgelere dayandırma imkanımız ve fırsatımız şu an itibarıyla bulunmuyor. Katliamın gerçekleştiği süreçteki gazete kupürlerine bakmak bu yönlü somut olguları göz önüne sermeye yeterlidir. Daha da önemlisi, Önder Apo’ya yönelik gerçekleştirilen Uluslararası Komplo ve devamı niteliğindeki Ferhat-Botan tasfiyeciliği ile buna karşı yürütülen mücadelenin açığa çıkardığı hakikat en temel somut durum olarak tüm olgulardan daha gerçektir.
Saddam’ın idamı ile Başûr’da bir Kürt yönetiminin oluşturulmasına bir yandan nasıl ki ABD öncülük yapmışsa, diğer yandan bu gelişmelerin PKK öncülüğünde yürüyen yarım asırlık mücadele ve açığa çıkardığı sonuçlardan bağımsız değerlendirilemeyeceğini, bu diyalektik kavranmadan Ortadoğu’da ve Kürdistan’da yaşanan hiçbir gelişmenin doğru anlaşılamayacağını yukarıda belirtmeye çalıştıysak, benzer durum Qamişlo Katliamı ve sonrasında yaşanan BAAS rejiminin çöküşü açısından da geçerlidir.
Katliama karşı Rojava halkının direnişi
devrime giden süreci başlatmıştır
Qamişlo Katliamı ile tasfiye edilmek istenen Rojava’daki devrimsel gelişmeler, Rojava halkımızın tarihi direniş ve serhildanıyla, Rojava Devrimi’ne giden süreci başlatmıştır.
Önder Apo’nun 20 yıl Suriye, Lübnan ve Rojava’da yürütmüş olduğu büyük mücadele ve Rojava halkını eğiterek, örgütlemeye yönelik büyük çaba ve emeğine Rojava halkı, bu katliama karşı direnerek karşılık vermiş, sadece Kürdistan halkı açısından değil, bölgemiz ve tüm insanlık için tarihi önemde kadın öncülüğünde gelişen Rojava Devrimi’ni insanlığa armağan etmiştir.
Halepçe’de Saddam’ın gerçekleştirdiği katliamlarda ilkel milliyetçi işbirlikçi güçler halkı bırakarak kaçmayı seçerken, Rojava’da gerçekleşen katliama karşı Şîlan Bakî ve Xebat Dêrik yoldaşlar şahsında temsilini bulan Apocu fedai militanlık, halkla birlikte her türlü saldırı ve katliama karşı direnişi geliştirerek karşılık vermiş ve Rojava Devrimi’ne giden yola öncülük etmişlerdir. Şîlan ve Xebat yoldaşlar şahsında bir kez daha tüm devrim şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anarak, anılarına bağlılık ve başarma sözümüzü yineliyoruz.
BAAS şovenizmi ve faşizminin Irak ve Suriye’de geliştirdiği Kürt düşmanlığına ve katliamlarına karşı Önder Apo, paradigma değişimiyle de gereken karşılığı vermiş, Kürt-Arap tarihi ittifakıyla Rojava Devrimi’nin bir Arap ve Ortadoğu Halklar Devrimi olarak gelişmesinde tarihi fırsatları açığa çıkarmıştır.
Kürt düşmanlığı-katliamcılığı her iki Baas
rejiminin de sonunu getirdi
Irak ve Suriye’deki BAAS rejimlerinin yıkılmasında Kürt düşmanlığı ve katliamcılığıyla, bu katliamlara karşı PKK öncülüğünde Kürdistan halkının tarihi direnişi en temel nedenlerin başında gelmektedir. Irak tek başına Irak olmadığı gibi, Suriye’de tek başına Suriye değildir. Kürdistan halkının direnişiyle yıkılan sadece Irak ve Suriye’deki BAAS rejimi değil, bu faşist rejimleri şekillendiren ve kullanan küresel ulus-devlet sistemidir.
Önder Apo, Saddam Hüseyin’in idam edilmesini Ortadoğu’da ulus-devletin sonu, Suriye BAAS rejiminin çöküşünü ise Sykes-Picot’un çöküşü olarak değerlendirmiştir. Irak’tan sonra Suriye BAAS rejiminin çöküşü bu nedenle halkımız açısından olduğu kadar tüm bölge halkları açısından son derece tarihi ve önemli bir gelişmedir.
Kürdistan halkının tüm soykırım ve katliamlara karşı direnişi, iki yüzyıldır küresel kapitalist sistemin Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı ulus-devlet sistemini çökertmiş, Kürt soykırımı zihniyet ve siyasetine ölümcül darbe vurmuştur.
‘Bir daha Halepçe, Qamişlo olmaz’ denmemeli
Böylesine büyük bedeller ödenerek, dişle-tırnakla yaratılan tarihsel gelişmelere bakarak, düşman gerçekliğinde muğlaklığı yaşama, gevşeme ve rehavete kapılma ya da mücadelesiz sonuç alacağını sanarak erken çözüm hastalığına kapılmak, süreç açısından en tehlikeli ve mücadeleye zarar verecek yaklaşımlar, duruşlar olmaktadır.
Dolayısıyla ‘Halepçeler, Qamişlolar geride kaldı, bir daha olmaz’ demek büyük bir gaflet durumunu ifade ediyor. Önder Apo bu nedenle Gazze’de yaşananları hatırlatarak, “Kürdistan’da 50 Gazze yaşanır” diyerek bizler kadar tüm özgürlük ve demokrasi güçlerini uyarmış, tarihsel imkan ve fırsatlar kadar büyük tehlikeye de dikkat çekmiştir.
Halkımıza yönelik tehlike iki yönlüdür. Bir yönü Ortadoğu yeniden şekillendirilirken hem Irak ve Suriye’de olduğu gibi çökmemek, hem de bölgesel hegemonya olma yönünde mücadele yürüten İsrail, Türkiye ve İran’ın bu beka ve hegemonya savaşında Kürt halkını yine kurban olarak kullanma zihniyet ve siyasetinden vazgeçilmemiş olmasıdır. Kürt işbirlikçiliği, küresel ve bölgesel kapitalist modernite sisteminin payandası olduğu sürece katliamlar hep gündemdedir.
Tehlikenin ikinci yönü, merkezi hegemonik İktidarın, iktidar ve sermaye tekelleriyle birlikte Ortadoğu ulus-devletlerini restore ederek küresel sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden dizayn etme zihniyet ve siyasetinin Ortadoğu’da demokratik gelişmelere yol açacağı beklentisi büyük bir yanılgı gaflettir. Aşılmadığında bekleyenleri işbirliği ve ihanete kadar götürerek katliamlara zemin sunar.
Küresel güçlerin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalıştığı bu süreç, Kürdistan devrimini tasfiye etmeyle iç içe yürütülmeye çalışılmış, Önder Apo’ya yönelik Uluslararası Komplo ve 27 yıldır İmralı işkence ve soykırım sistemi bu temelde gerçekleştirilerek yürütülmüştür. Gelinen aşamada ulus devlet statükoculuğunu restore etmeye yönelik küresel hegemonik politikalarla, Kürdistan Devrimi ekseninde gelişen bölge demokratik devrimi son derece özgün bir diyalektik oluşturmaya başlamıştır. Önder Apo, yeni bir mücadele sürecini başlatmaya yönelik tarihsel inisiyatif geliştirirken, süreci boşa çıkarmaya yönelik içten ve dıştan geliştirilecek provokasyon ve saldırılara karşı dikkatli olmamız gerektiğini belirtmiştir.
Genel yönleriyle belirttiğimiz, gerçekte çok daha karmaşık olan bu düşman zihniyet ve siyasetini Önderliğin Asrın Manifestosu ve başlattığı tarihsel süreç bağlamında derinliğine anlayarak, Önderlik çizgisine doğru katılmak, tüm tehlikelere karşı en güçlü tedbir olmak kadar, Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin gelişmesi ve başarısının da gereğidir.
Suriye’de BAAS rejiminin çökmesi 3. Dünya Savaşı’nda da yeni bir aşamayı açığa çıkarmış, 20. yüzyılda şekillenen Ortadoğu ulus-devlet sistemini ve dengelerinin kökten değişmesine yol açmıştır. Bu durum, Kürdistan ve bölge ezilen halkları açısından bizzat yarım asırlık Önder Apo ve PKK öncülüğünde yürütülen tarihsel direnişle açığa çıkarılan tarihsel gelişmelerdir. Yeni Demokratik Ortadoğu’nun kadınlar öncülüğünde, Kürdistan halkının özgürlüğü temelinde şekillenmeye başladığı tarihsel ve büyük bir mücadele sürecine girmiş olmak, elbetteki tüm ezilen insanlığın kaderini belirleyecek düzeyde anlamlı ve değerlidir.
Önder Apo’nun 27 Şubat’ta okunan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, Asrın Manifestosu olarak böylesi bir tarihi süreci açığa çıkaran ve başlatan temel hakikatimizdir. Bu hakikati derinliğine anlayarak, gereklerini yerine getirmek, Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin bir Ortadoğu Demokratik Devrimi ve dünya kadınlarının ve ezilenlerinin devrimi olarak geliştirmede en temel görev ve sorumluluğumuzdur. Bu bilinç ve cesaretle mücadele etmek, aynı zamanda Halepçe ve Qamişlo Katliamları’yla birlikte, Kürdistan halkına ve tüm insanlığa karşı tarihte işlenmiş tüm katliamlardan hesap sormanın, şehitlerimizi Kürdistan Özgürlük Devrimi’nde yaşatma sözümüz ve kararımızın da gereğidir.