PKK’nin temelleri grup tarzında Ankara’da atıldı. Birkaç yılımızı burada geçirdik. İdeolojik olarak gelişmemiz ve teorik çerçevemizin netleşmesi üzerine Kürdistan’a dönme ve kendi ülkemizde faaliyet yürütme kararına ulaştık. 1975 yılı sonunda Dikmen’de yaptığımız toplantıda aldığımız kararın ardından birçok arkadaşımız Kürdistan’a döndü. Ancak bu toplantı öncesinde de grubumuzun üyeleri Kürdistan’da propaganda yapıyor ve gruba yeni üyeler kazandırmaya çalışıyordu. Ben de 1973 yılından itibaren daha çok tatil döneminde Dersim’de faaliyet yürütmeye başladım. Bu çalışma sonucunda Dersim’de erkenden Ankara’dakine benzer bir grup oluştu.
Bu dönemde henüz bir adımız bile yoktu ve kendimizi Kürdistan Devrimcileri biçiminde tanımlıyorduk. Bu halimizle adı sanı herkesçe bilinen gruplar ve örgütlere karşı ideolojik mücadele veriyorduk. Bizi diğer gruplar ve örgütlerden ayıran en belirgin yanımız Kürdistanî bir oluşum olduğumuzu vurgulamamız ve Kürdistan’ın sömürge bir ülke olduğunu dile getirmemizdi. Sadece oluşum olarak yeni değildik; savunduğumuz düşüncelerde de muazzam bir yenilik, başka bir deyişle farklılık vardı. Dersim’de Türk Soluna bağlı gruplar ve örgütler hâkimdi ve bunlar İbrahim, Deniz ve Mahir gibi büyüklüklerini kanıtlamış devrimcilerin mirasına dayandıklarını iddia ediyorlardı. Aynı mirasın bizim de mirasımız olduğunu söylememizin, anlayış olarak doğru olsa bile, pratikte bir etkisi yoktu. En büyük etkileme gücümüz düşüncelerimizdeki anlam derinliği ve bu anlamla bütünleşen duruşumuzdu.
Dersim’deki grubumuz esas olarak öğrenci gençlerden oluşuyordu. Nicelik olarak sınırlı, ancak nitelik olarak güçlü bir bileşimimiz söz konusuydu. Grubumuza katılan gençlerin nerdeyse yarısı kadındı. Genç kadınların grubumuza ilgisi oldukça fazlaydı. Sara arkadaş ilk katılım sağlayanlardan biriydi. Almanya’da işçi olarak çalışan bir ailenin çocuğuydu. Sanırım kendisi Almanya’dan dönmüştü. Evlerinin yanında öğrencilerin kaldığı tek gözlü bir gecekondu vardı ve ben çoğu zaman bu öğrencilerin yanında kalıyordum. Sara arkadaş henüz ortaokul sıralarında olan bu gençlere yakın ilgi gösteriyor, birçok konuda kendilerine yardımcı oluyordu. Yerelde bize katılan arkadaşlar Sara arkadaşla ilişki kurmuşlar, kendisini etkilemeyi başarmışlardı. İlk süreçte ilişkisi daha çok diğer kadın arkadaşlarlaydı. Başlangıçta kendisini dolaylı tanısam da, doğrudan ilişki kuramamıştım.
Bir süre sonra İzmir’e gittiğini duydum. Sara arkadaş Dersim’den ayrılsa da grubumuzdan arkadaşlarla ilişkisini sürdürmüştü. İzmir’de grubumuzun görüşleri doğrultusunda çalışma yaptığını biliyorduk. Düşünsel olarak bizimle bağını koruduğunu ve çalıştığını duyduğumuzda çok sevinmiştik. Grubumuzla yeniden bağ kurması sevincimizi daha da arttırmıştı. Sara arkadaş lise mezunuydu ve çok gençti. Fakat o amacıyla bütünleşmişti ve halkının özgürlük davasına en önde katılmak istiyordu. Bu amacına ters düşen her ilişkiden kopmaya hazırdı.
Doğru bildiğinde ısrar etme ve bu noktada kırılması imkânsız bir irade sergilemenin Sara arkadaşın ilk gözlemlediğim özelliği oldu. Devrimcilik de herhalde bu olsa gerekir. Amaca bağlılık, özgürlüğe adanmışlık, özgür yaşamda sonuna kadar ısrar, inanılmaz bir devrimci inat, boyun eğmezlik ve bu anlamda son derece soylu bir devrimci duruş, sevgi çağlayanı bir yürek, hayranlık uyandıran bir canlılık, hareketlilik ve akışkanlık, bütün bunların toplam ifadesi olarak muhteşem bir etkileme gücü Sara arkadaşta daha başlangıçta kendini dışa vuran ve sonraları çok daha belirgin hale gelen özelliklerdi. Yine de Sara deyince öncelikle akla gelmesi gereken kavramın sevgi olduğuna inanıyorum. Ondaki ülke, halk, insan ve yoldaşlık sevgisi gerçekten bir çağlayanı andırıyordu. Bir yazarın dediği gibi sevgi imandır; sevgisizlik inkâr, ortası ise münafıklıktır. Sara arkadaştaki sevgi böyleydi.
Geleneklere isyan ederek devrimci yaşama yöneldi
Sara arkadaşın geleneklere isyan ederek devrimci yaşama yöneldiği söylenebilir. O dönemde Dersim’de aileler kız çocuklarının devrimci olmalarına fazla itiraz etmiyorlardı. Dersim demek bir açıdan da solculuk demekti. Dersim toplumunun sisteme muhalif bir karakteri vardı. Solculuk zaten sisteme muhalif olmayı ifade ediyordu. Taşıdığı Alevi ve Kürt kimliği toplumu kendiliğinden muhalif bir duruşa yöneltiyordu. Aynı durum Sara arkadaş için de geçerliydi. Babası yurtdışındaydı. Kardeşleri sol düşüncelere yatkındı. Klasik solculukta karar kılmış olsaydı ailesi hiç de karşı çıkmaz, kanımca diğer aileler gibi doğal karşılardı.
Aynı dönemde Dersim’de tehlikeli olarak görülen şey Kürtçülüktü, sosyalizmle Kürt gerçeğini buluşturmaktı. Dersim korkunç bir soykırıma sahne olmuştu ve bu soykırımın dehşet verici anıları hâlâ çok tazeydi. Dersim toplumu Kürt ve Alevi olduğu ve kendi kimliğini korumak istediği için soykırıma uğratılmıştı. Bu yüzden bu kimliği sahiplenen ve buna dayalı olarak özgürlük mücadelesi vermek isteyen bir grubun ortaya çıkışı toplumun bazı kesimlerinde endişe ve korkuya yol açıyordu. Aileler çocuklarına “Sakın Kürtlüğe bulaşmayın, gidin solculuk yapın. Kürt sorununu kaşımak bizleri yeni katliamlarla karşı karşıya getirir. Siz bunu mu istiyorsunuz” diyorlardı. Asıl sorun ‘Dersim tertelesi’nin yol açtığı ve kendi gerçeğinden kaçmaya götüren bu korkuyu yenmekti. O dönemdeki bu duruşu nedeniyle toplumu kınamamak gerekir. Toplumun bu refleksi esas olarak Kürt sorununun ne denli ciddi bir sorun olduğunu gösterir ve çözümüne talip olmanın da ne denli bir devrimcilik gerektirdiğini ortaya koyar.
Sara arkadaşın bu ciddiyetle hareket ettiğine inanıyorum. Onun devrimciliğe gelip geçici bir heves ve dönemin modasına ayak uydurma tarzında yaklaşmadığı kesindi. Kürdistan’da devrimcilik Sırat köprüsünde yol almaya benziyordu. O bu köprüden geçme konusunda kararlıydı ve bunun gereklerine göre davranıyordu. Bu noktada elbette aile kuralları ve geleneksel ölçülerle sorunları vardı. Eskiden kopuşu yaşamadan toplumsal gerçeklikle sağlıklı bir bütünleşmeyi yaşamak çok zordu. Öze dönüş ve kendi kökleriyle yeniden buluşmak için kopuş kaçınılmazdı. Sara arkadaş da bunu yaptı. Bilinçli bir tavırla önündeki engelleri kararlı bir biçimde aşmaya çalıştı.
O günün koşullarında bir kadın olarak Kürdistan’da Apocu çizgide devrimcilik yapmak kolay bir iş değildi. Aynı durum Dersim için de geçerliydi. Dersim büyükçe bir köyden farksızdı ve bu yüzden burada devrimci çalışma yürütmek sorun oluşturmayabilirdi. Ancak Dersimli de olsa devrimci bir kadının Dersim dışında bir alanda çalışması kolay kabul görecek bir durum değildi. Sara arkadaşın büyüklüğü tam da bu noktada kendini gösterir. Dersim dışındaki Kürt kentlerinde çalışmayı tercih etti. Uzun süreli çalışma yürüttüğü kent Elazığ oldu. Buradan delege olarak Kuruluş Kongremize katıldı. Dersim’de katılım yoğun olduğu için grubumuza katılanları tecrübe sahibi yapmak üzere Kürdistan’ın başka alanlarına gönderiyorduk. Sara arkadaş hem çalışacağı yeni kendi seçti, hem de sonuna kadar seçiminin arkasında durdu. Bu duruş o dönemde bizim için eşsiz bir örnekti.
Başta da belirttim: Sara arkadaşın ailesi Almanya’da çalışan bir işçi ailesiydi. Sara arkadaş isteseydi yurtdışına gidebilir, Avrupa’da rahat bir yaşama kavuşabilirdi. Ama o gittiği Avrupa’dan geri dönmeyi tercih etmişti. Onun aradığı şey rahatlık değil özgürlük dolu bir yaşamdı. İçine özgürlük sığdırılmamış bir yaşamın onun için hiçbir değeri yoktu. O içi boş bir huzuru değil kavgayı, rahatlığı ve kolay olanı değil zorluğu, bireysel kurtuluşu değil halkın kurtuluş davasına adanmayı seçti. Kendi seçimine uygun yaşadı, yaptığı tercihin insanı oldu. Özgürlük de zaten kendi tercihini yapmak ve bu tercihin insanı olmak değil midir?
O her şeyden önce bir direniş abidesiydi
Gerçekten de 70’li yıllar oldukça hareketli yıllardı. 12 Mart faşizmi devrimci gençlik hareketinin önder kadrolarını tasfiye etse de, gençliği direniş ruhunu kıramamıştı. Mahir’ler, Deniz’ler ve İbrahim’lerin bıraktıkları mirasın bunda büyük payı vardı. PKK de aslında bu hareketin içinden doğdu. Bu hareket olmasaydı herhalde PKK de olmazdı. Ancak bu hareketin mirasına sahip çıkma iddiasındaki güçlerin tutarsızlıkları ve Kürt sorununda sosyal şoven bir tavır sergilemeleri, harekemizin kurucusu olan Önder Apo’yu bağımsız bir grup örgütlemeye yöneltti.
Kürdistan’daki çalışmamızın üzerinden yaklaşık üç yıl geçtiğinde partileşmeye yöneldik. Kuruluş Kongremizi yirmi üç delegenin katılımıyla gerçekleştirdik. Kongreye katılan iki kadın delegeden biri Sara arkadaştı. Kongre sonrasında parti komitelerimiz oluşturuldu. Sara arkadaş Elazığ’daki parti komitemizde yer alıyordu. Partimiz kurulmuş, ancak kuruluşunu henüz ilan etmemişti. 1979 yılının ilk çeyreğinde Elazığ polisi bir operasyon başlattı ve tutuklamalara girişti. Tutuklananlar arasında Sara arkadaş da vardı. Kişi gerçek dostlarını felaket anında tanır derler ya, işkence tezgâhları ve ardından yaşanan o korkunç zindan pratiği, herkesin Sara arkadaşın o muhteşem devrimci kişiliğini görmesini sağladı. Partinin en üst yönetiminde yer alan Şahin Dönmez’in ihanetine karşılık, Sara arkadaş direniş çizgisinden milim bile sapmadı ve bu süreçte direniş çizgisinin canlı sembolü oldu.
Sara arkadaş yaşamını; ülkesi, halkı ve cinsinin özgürlüğüne adamış bir devrimciydi. Faaliyet yürüttüğü her yerde çalışmalara tüm gücüyle ve kaygısızca katıldı. Yaşam sevinci ve coşkusunda hiçbir zaman en ufak bir düşüş olmadı. En önemlisi hiç boş durmadı. Anlamın ve sözün gücünü bilerek hareket etti. İnsanları iyiye, doğruya ve güzele çekmek için durmaksızın çalıştı. O âdeta bitmez bir enerjiyle doluydu. Bu yüzden yorgunluk nedir bilmedi. O her şeyden önce bir direniş abidesiydi, Partimizin direniş ruhunun en önde gelen bir temsilcisiydi. Sara arkadaş hem faşist sömürgeciliğin işkence tezgâhları ve zindanlarında, hem de dışarıda haksızlıklara karşı mücadele halinde oldu. Yanlışlıklar ve çirkinliklere karşı sürekli direndi. Doğru bildiğinden hiç taviz vermedi. Hemen her zaman pozitif bir duruş halinde oldu, devrimci iyimserlik çizgisinden sapmadı. Yanlışlıklar ve yetersizliklerle mücadele ederken kırıp yıkmadı; iyiyi, güzeli ve doğruyu egemen kılmayı esas aldı. O özünde bir üretim ve inşa kişiliğiydi, yapıcı ve yaratıcı bir devrimciydi.
Bizim, Sara arkadaşın da katıldığı Kürdistan’daki ilk mücadele döneminde temel çalışmamız insanlarla ilişki kurmak ve kendilerini devrimci saflara çekmekti. Öncelikli çalışmamız gençliği kazanmak olsa da, daha işin başında toplumun her kesiminden insanlarla temas kuruyorduk. Gençlerle kurduğumuz ilişkiler aileleriyle de ilişki kurmamız anlamına geliyordu. Kazandığımız gençlerin aile evleri bizim için aynı zamanda barınak oluyordu. Beslenme sorunumuz dahil birçok sorunumuzu böyle çözüyorduk. Öyle ki, çoğu aile arkadaşlarımızı kendi çocuklarından ayırt etmiyor, kendi öz çocuklarıymış gibi bağrına basıyordu. Kimi zaman arkadaşlarımız ailelerin yarım kalmış ya da el atılmamış işlerini yapmalarına yardımcı oluyor ve bu durum çevredeki diğer aileler arasında da sempati ile karşılanıyordu.
Bir devrimci olarak insanları haklı bir davaya kazanmak istiyorsanız, bunun için sadece sözün gücüne dayanmanız yetmez. Davanızın ve savunduğunuz değerlerin ete kemiğe bürünmüş hali olarak toplumun huzuruna çıkmadıkça, allame-i cihan da olsanız kimseyi kendinize inandıramazsınız. İnsanlar belki sözlerinize anlam biçebilir, söylediklerinizi değerli görebilir, ama her şeyden önemli olanı sizi değerli görmeleridir. Sözünün insanı olmak bu olsa gerekir. İnsanların doğruya inanmalarının yolu doğruyu savunanlara inanmalarından geçer. Hakikat aşktır belirlemesi tam da böylesi bir temsiliyeti anlatır. Hakikat çağrıcısı hakikati kendinde bedenleştirmişse aşk yolunun işçisi haline gelmiş demektir. Sara arkadaş bu gerçeği en iyi bilen ve uygulayan bir yoldaşımızdı. Bu anlamda Sara arkadaş hemen her zaman ilişki kurduğu insanların gözünde bir cazibe merkezi oldu. Önder Apo, insanı kazanarak doğru yola sokmak isteyenlerin kendilerini şerbet haline getirip içirmeleri gerektiğini söylerdi. Sara arkadaş bu yaklaşımın örnek temsilcilerinden biri olarak toplum içinde çalıştı ve bununla hemen her zaman sonuç aldı.
Herkeste bir çift göz var ama bir çift göze sahip olan herkes her zaman güzel bakmaz ve güzel görmez. Sağlam bakış açısına sahip insan güzel bakıp güzel düşünmesini bilir. Mistik bir düşünürün dediği gibi bu insan nereye dokunsa değiştirir, yıkıntıların üzerine saraylar diker, somurtkan yüzleri güler hale getirir, çorak topraklarda güller açtırır, çölü yeşil vahaya dönüştürür. Hele bu insan bir de çağdaş müminlik çizgisinde yürüyen bir kadınsa, özgürlüğe sevdalı bir kadın devrimciyse, attığı her adımda mucizeler gerçekleştirir. Benim tanıdığım Sara işte buydu. O bir kadın olarak duruşu ve yürüyüşüyle kadına yönelik tüm önyargıları yıktı. Bu yıkıntıların üzerinde kadına müthiş bir güveni inşa etti. Onun bu duruşu ve yürüyüşünün de katkısıyla Kürdistan devrimi bir kadın devrimi halini aldı.
Bu dönemde kadının gençlik kesimi içinde çalışma yürütmesinin önünde belki ciddi sorunlar yoktu. Belki de kadın bu kesim içindeki çalışmada daha çok etkili oluyordu. Buna karşılık toplumun bazı kesimleri kadının devrimci çalışma yürütmesini tuhaf karşılayabiliyordu. Egemen zihniyetin gözünde kadının yeri -hele bu bir de bir genç kadınsa- ailesinin yanıydı. Ben Sara arkadaşın daha devrimciliğe karar verdiği ilk günden beri bu gerçeğin farkında olduğundan eminim. Devrimcilik zaten bir değiştirme ve dönüştürme gücüdür. Dünyayı değiştirmek için yola çıkan insan bu hâkim zihniyetin gücüne bakarak geri adım atmaz. Sara arkadaş öncelikle hâkim zihniyetten kaynaklanan engellerin üzerine yürüdü. O gittiği her yerde devrimci çalışma için gerekli koşulları kendisi yarattı. Kendi emeğiyle kendisini herkese kabul ettirdi. Devrimci bir kadının gücünün nelere kadir olduğunu herkese gösterdi.
Sara arkadaş PKK Hareketi’nin kurucu kadrolarından biriydi. Neredeyse kırk yıla yaklaşan bir devrimci mücadele pratiğinin sahibiydi. O örnek devrimci duruşu ve direnişçi kişiliğiyle yaşayan bir efsane haline gelmişti. Bu noktada öncelikle şunu söylemeliyim: Bizde şehadet ölümle değil yaşamla bağlantılandırılır. Bizim anlayışımızda şehit yaşamın en diri gücüdür. Şehit kanıtlanmış gerçekliği anlatır. Önder Apo dışında bizde yaşarken okullarımızda resmi asılan arkadaşlarımız olmadı. Bu konudaki tek istisna Sara arkadaştı. Amed zindanında tutulduğu sırada resimleri Mahsum Korkmaz Akademisi’nin duvarlarını süslüyordu. İster kendisini daha önce tanısın ister tanımasın, tüm arkadaşlarımız için Sara arkadaş örnek bir devrimciydi. Direnişin zafere götürdüğünü onun pratiğinde net olarak görmüşlerdi. Taşıdığı devrimci kadın kimliği kendisine duyulan sempati, sevgi ve hayranlığı daha da büyütüyordu.
Benim gözümde de Sara arkadaş önünde huşu içinde eğilmem gereken bir devrimciydi, tanrıça kimliğinin kanlı canlı haliydi. Ben kendisinden daha önce gruba katılmış ve Apocu düşünceleri Dersim’e taşımıştım. Sara belki de bu taşıma sonucunda grupla tanışmıştı. Böyle olsa da benim için Sara örnek almam ve izinde yürümem gerektiğine inandığım yoldaşımdı. Almanya’da hapis yatarken kendisiyle yazışma şansı bulmuştum. Mektubumda “Ben sana kurban olurum” diye bir cümle kullanmıştım. Kuşkusuz PKK bize yoldaşlarımız için canımızı vermeyi öğretti. Bu biraz daha ayrı bir şey. Bir tehlike anında kendinizi öne atar, yoldaşınıza siper olur, gelecekse bir ölüm ilkin sizi bulmasını istersiniz. Ancak kurban olmak için tehlikenin kapıya dayanması gerekmez. Kurban yüce olanın yüceliğine tanıklık etmektir. Bu cümlemle Sara arkadaşa kanımca “Sen büyüksün ve ben sana kurban olarak senin büyüklüğüne tanıklık etmek istiyorum” demeye çalışıyordum. Onun üzerimizdeki etkisini ortaya koymak için bunları anlatıyorum.
Halkların özgürlük mücadelelerini bağlayan yıkılmaz köprü kurdu
9 Ocak katliamını düzenleyenler öncelikle PKK’nin öncü kadrolarını ortadan kaldırmayı hedeflediler. Amaçları bu kadroları ortadan kaldırarak PKK’yi tasfiye olma sürecine sokmaktı. Sara arkadaş komplocu katiller için ortadan kaldırmak isteyecekleri en ideal hedefti. Her şeyden önce kırk yıla yaklaşan bir devrimci pratiğin sahibiydi. PKK’nin kurucu kadroları arasında yer alıyordu. İşkence tezgâhlarında, zindanlarda, dağda ve halkın içindeki pratiği kendisini yaşayan bir efsane konumuna yükseltmişti. PKK’nin bir kadın partisi haline gelmesinde belirgin bir yeri ve rolü vardı. PKK ve Kürt halkı için yeri kolay doldurulamayacak bir değerdi. Sadece ulusal planda değil uluslararası düzeyde de bilinen ve tanınan bir yoldaşımızdı. Bütün bunlar kendisinin katliamın hedefi olarak seçilmesine yetiyordu.
Sara arkadaşın katledilmesi kuşkusuz hepimizi, halkımızı ve bizleri derinden sarstı. Beklemediğimiz ve hazırlıklı olmadığımız bir katliamla karşı karşıya geldik. Başlangıçta bu katliamın gerçek olduğuna inanmadık. Ne var ki Sara arkadaşı fiziki olarak bizden kopardıkları gerçekti. Ancak Sara’nın ruhen ölümsüz olduğunu ve en diri kimseden daha diri olarak halkımızın ve ilerici insanlığın yüreğinde yaşadığını düzenlenen cenaze töreninde ve daha sonraki gelişmelerde netçe gördük. O Afrika’dan Güney Amerika’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar dünyanın hemen her yerindeki devrimci ve ilerici güçleri birleştirdi. Sara arkadaş şehadetiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesini dünya halklarının barış, demokrasi ve özgürlük mücadelelerine bağlayan yıkılmaz bir köprü kurdu. Onun şehadeti sonrasında yoldaşlarımız birbirlerine daha fazla kenetlendiler; partimizin halkla bağları daha da güçlendi. Sara arkadaş bu anlamda bizim için yenilmez birlik, mücadelede başarı ve zafer yemini oldu. Bu yeminize ölümüne bağlı kalacağız. Onu ve öteki iki yiğit kadın yoldaşını katleden güçlerin kimler olduğunu biliyoruz. Önder Apo, “Beni İmralı zindanına koyan güçlerle bu katliamı gerçekleştirenler aynıdır” dedi.
Bilindiği üzere iki halkın, Türk ve Kürt halkının ortak mücadelesinin eseri olan Cumhuriyet 1924 yılından itibaren kuruluş felsefesine tamamen ters düşen bir rotaya sokuldu. Cumhuriyet’in ‘asli kurucu’ unsuru iki halktan biri olan Kürt halkı bu yön değişikliği sonucunda inkâr edildi ve buna bağlı olarak imha edilmek istendi. Cumhuriyet’in yeni Kürt politikası Kürtlerin inkârı ve imhasına dayandırıldı. 1925 yılında başlatılan imha seferleri 1937 yılında Dersim’e karşı girişilen ‘sel harekâtı’ ile doruk noktasına çıktı. Yani Cumhuriyet tarihinde Kürtlere yönelik son soykırım uygulaması Dersim’de gerçekleştirildi. Bu harekât sırasında kundaktaki bebekten ölüm döşeğindeki yaşlıya kadar on binlerce insan katledildi. Kıyım ve kırım harekâtı ile öngörülen hedefe ulaşılsın ve belirlenen amaç gerçekleşsin diye ne kadar insanlık dışı vahşi yöntem varsa denendi. Ne de olsa sergilenen vahşete dur diyecek ve hesabını sormak isteyecek bir güç bulunmuyordu. Tekçi ulus-devlet zihniyetine sahip egemen güçler işinin ehli bir bahçıvan titizliğiyle Dersim Kürt’ünü bir ayrık otu gibi ele alıp kökten sökerek temizlemeye çalıştılar.
Dersim’in Kürdistan gerçeği içinde bir özgünlüğü vardı. Burada yaşayan Kürtler Alevi inancına mensuptu. Dersim egemen devletlerin sınırları içinde görünse de, Dersim Kürtleri tamamen özerk bir konumda yaşamışlardı. Osmanlı devleti bu alana fazla nüfuz edememiş, hâkimiyet kurmak üzere giriştiği pek çok sefer başarısızlığa uğramıştı. Belki de bundan olacak, “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” sözü bir halk deyişi haline gelmişti. Yerel halkın ‘Raa Heqî-Hak Yolu’ diye adlandırdığı Alevilik bir ideolojik kimlik olarak Dersim Kürtlerini bir arada tutan ve kavim bilincini pekiştiren bir rol oynamıştı. Çok sayıda aşireti barındıran bu alanda üst kimlik Kurmanc -yerel halkın lisanıyla Kırmanc- oluyordu. ‘Hak Yolu’ inancı ve üst kimlik olan Kurmanc kimliği bu alanda en özlü Kürtlüğü yaşatan unsurlar durumundaydı. Buna özünü en güçlü biçimde koruyan, bozulmamış Kürtlük de denilebilir. Dersim için soykırım kararı verenler “Dersim’de medeni adam yavrusu yetişmez” derken aslında bu özlü Kürtlüğün gücüne işaret ediyorlardı.
Bedelini soykırıma tabi tutulmakla ödedikleri Dersim Kürtlerinin tek ‘suçları’ kendileri olarak kalmakta ısrar etmeleri, sıkça dillendirdikleri “Aslını inkâr eden haramzadedir” deyişinden de anlaşılacağı üzere yabancılaşmaya karşı keskin bir tavır almalarıydı. Yok edilmeleri için ferman çıkarılmasının nedeni buydu. ‘Tunceli Kanunu’ bir yok etme fermanıydı. Sömürgeci ulus-devletin sözcüleri sürek avına çıkan avcıların ruh haliyle donatmak istedikleri askerlerini, “Dersimlilere öyle müthiş bir ders vereceksiniz ki, hayatta kalanlar bir daha devlete karşı durmayı akıllarından bile geçirmesinler” diye motive ediyordu. ‘Fare gibi zehirleyip öldürmek’, ayrık otu misali temizleyip kökünü kurutmak, ana kucağındaki masum bebeleri ayaklarından tutup kafalarını kayalara vurarak katletmek, kadınlar, çocuklar ve yaşlıları idam müfrezelerinin karşısına çıkarıp topluca kurşuna dizmek, taş üstünde taş, gövde üzerinde baş bırakmamak bu tenkil ve tedip uygulamalarının sadece bir bölümüydü. Bütün bunlarla Kürt gerçeğinin bir daha dirilmemek üzere mezara gömüldüğüne inanılıyordu. ‘Her ne pahasına olursa olsun bedenden kesilip atılması gereken çıban’ kesilip atılmış, ‘hayali Kürdistan’ mezara gömülmüştü.
Sakine Cansız’ın devrimci yaşamı ve pratiği, kırım ve kıyımdan geçirilen ve öldüğüne inanılan Dersim Kürt’ünün kendi küllerinden yeniden doğuşu anlamını taşıyordu. Sara ile birlikte Dersim’in geçmişteki o ‘yabancı eli değmemiş, ayak basılmamış’ soylu kimliği yeniden can bulmaya başladı. Dersim Kürtleri kendi özlerine dönüş sürecine girdiler. Tanrıça kültürünü güçlü bir biçimde yaşatan Dersim kadını Sara’nın kişiliğinde yeniden ete kemiğe büründü. Yitirdiğiniz hakikati yine yitirdiğiniz yerde bulabilirsiniz. Önder Apo “İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. İnsanlığı orada arayacağım, orada bulup yakalayacağım ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir” derken bu gerçeğe parmak basıyordu. Işık tutulan geçmişin oldukça sınırlı bir bilinci bile Sara arkadaşın kendi tarihsel kökleriyle yeniden buluşmasına yetmişti. Sara’da dile gelen bir halkın tarihiydi, Kürdistan’ın ve Kürtlerin tarihiydi, tikel haliyle Dersim’in tarihiydi.
Sara ve yoldaşlarını katledenlerin genelde Kürt gerçeğini, özelde Alevi Dersim Kürtlüğünü tarihten silme niyetiyle hareket ettiklerinden kuşku duymamak gerekir. Bu anlamda Sara ve yoldaşlarının hunharca katledilmeleri, Önder Apo’nun da vurguladığı gibi yeni bir Dersim soykırımı girişimi olarak değerlendirilebilir. Uluslararası komplocu güçlerin ve işbirlikçisi ulus-devletlerin inkâr ve imha politikasında hâlâ ısrarlı oldukları bu katliamla bir kez daha kanıtlanmıştır. Halk olarak hâlâ bize reva görülen yaşam kimliğinden ve kişiliğinden kopmuş biyolojik bir yaşamdır. Bir bitki ve hayvan yaşamına yaraşır bir yaşama mahkûm bir durumda yaşamaya zorlanıyoruz. Sara’yı katletmelerinin nedeni bizi böylesi hakikatinden kopmuş bir yaşama mahkûm etmektir. Bu anlamda kendisi olmak ve kendi kimliğiyle yaşamak isteyen Dersim insanı Sara’nın anısını mutlaka yaşatmalı, onu ve yoldaşlarını katledenlerin umutlarını kursaklarına tıkıp özgürlük mücadelesini zaferle taçlandırmak için tüm gücün ortaya koymalıdır.