Küresel düzeyde yılın olaylarına 7 Ekim 2023’te başlayan Gazze savaşı yön verdi. 2024 yılı böyle bir savaşı devraldı, yayarak ve derinleştirerek de sürdürdü. Gazze’de ağır bir katliam ve soykırım yaşandı. On binlerce insan can verdi, milyonlarcası yerini ve yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Askeri bakımdan İsrail belli sonuçlar aldı denilebilir. Hamas ağır darbeler yedi. Bazıları bunun aksini iddia etmeye çalışsalar da görünen gerçeklik budur.
2024 yılı gerçekten de doğru anlaşılması gereken, doğru anlaşılırsa zengin ders çıkartılabilecek bir pratik mücadele yılı oldu. Kuşkusuz insanlık tüm yıllarını böyle geçiriyor. Dünyada var olmak ve yaşamak kolay değil, her şey büyük bir mücadeleyle oluyor. Bu var olmanın diyalektiğidir, fakat mücadele var-mücadele var, bazı yıllar mücadeleler daha yumuşak geçebiliyor, daha fazla yumuşak gelişmelere, olaylara sahne olabiliyor ama bazı yıllar çok sert keskin bedeli ağır olaylarla yaşanıyor. Öyle ki o yılda var olmak ve yaşamak çok kolay gerçekleşmiyor.
2024 yılının bu ikinci türden bir yıl olduğu açık bir gerçektir. Bunu tartışmaya bile gerek yoktur. Hem ulusal düzeyde hem de küresel düzeyde gerçekten de çok zorlu, çok yönlü şiddetli mücadelelerle dolu bir yılı tamamlamış bulunuyoruz.
Lübnan’da ağır bir çatışmaya sahne oldu. Hizbullah toplumsal temeli olan, uzun süredir hazırlanan çok iddialı bir örgüttü, fakat birkaç hafta gibi çok kısa bir sürede neredeyse etkisi en aza inecek düzeyde ağır darbe yedi. Hiç kimse öncesinden böyle bir sonucun olacağını gerçekten de beklemiyordu. Saldırılar öncesinde kim böyle bir sonuç çıkar İsrail saldırıları Lübnan Hizbullah’ını böyle bir sürede bu biçimde yok eder deseydi hiç kimse bu sözleri ciddiye almayacaktı. Fakat yaşanan gerçek de bu oldu. Neden böyle oldu, nasıl gerçekleşti, bu durumun İsrail’den kaynaklanan ve onun arkasındaki güçlerden kaynaklanan yanı nedir? Hizbullah’tan ve onun gerisindeki dayanaklarından kaynaklanan yanı nedir? Bunlar çerçevesinde değerlendirip anlamak gerekiyor. Bu savaştan tem siyasi-ideolojik olarak hem de askeri-stratejik ve taktik olarak çıkartılacak çok dersler var.
Suriye’deki durum da ulus-devlet sisteminin tümden değiştirileceğinin açık işareti oluyor
2011’den bu yana ağır iç çatışmalara sahne olan Suriye 27 Kasım’dan sonraki planlı bir saldırı sonucunda 8 Aralık’ta yeni bir yapı kazandı. 60 yıllık Baas iktidarı yıkıldı. Esad yönetimi on gün içerisinde çökertildi. Bu son on günü değerlendirirken savaş on gün sürmedi, önceki on üç yılı ve onun sonuçlarını her zaman göz önüne getirmek lazım. Fakat nasıl oldu da böyle bir sonuç ortaya çıktı. Bunu kimler yaptı. Bu durum ne tür anlaşmalara, pazarlıklara sahne oldu. Bu sonuçlar böyle nasıl ortaya çıktı. Oradan da çıkartılacak dersler çoktur. Miladi 2025’e bunların sonucunda girildi. Görünen o ki Ukrayna üzerinde geçen dönemde şiddetlendirilen savaş durumu biraz geriye çekilmeye, zayıflatılmaya hatta mümkünse çatışmasızlığa götürülmeye çalışılıyor, fakat onun yanında Ortadoğu’da savaş yayılacak, derinleşecek ve yoğunlaşacaktır. Bazı gergin sahalar da var. Savaşın yayılmasına açık alanlar da var. Fakat nasıl olur tam bilemiyoruz ama Ortadoğu’daki durumu görüyoruz. Gazze, Lübnan ve Suriye ile sınırlı kalacak bir durum değildir. Zaten daha şimdiden çevre ülkeler derin sarsıntı yaşıyorlar. 7 Ekim 2023’te Gazze’de ilk savaş başladığında bölge sarsılmıştı. Çatışmalar boyunca da bu hep sürdü. Hizbullah’a karşı İsrail’in saldırısı geliştiğinde sadece bölgeyi de değil, dünyayı sarsan askeri ve siyasi olaylar oldu. Öyle ki böyle bir savaşın çıkmasından yana olan güçler bile savaşın sonuçları ve şiddeti karşısında AKP-MHP faşist diktatörlüğü gibi en büyük kaygıyı ve telaşı yaşar duruma düştüler.
Suriye’deki durum da bölgedeki Birinci Dünya Savaşı ardından oluşturulan ulus-devlet sisteminin tümden değiştirileceğinin açık işareti oluyor. Biliyoruz bu savaş 1990’da Körfez Savaşı ile başladı, ilk adımı Irak-Baas iktidarının yıkılması oldu. 35’nci yılında gelinen noktada ise Suriye-Baas iktidarının yıkıldığı bir durumu yaşıyoruz. Irak ve Suriye gibi geçen yüz yıla Arap sahasında Arap milliyetçiliği için model oluşturan devlet yapıları bu biçimde yıkılmış oluyor. Bazıları daha farklı biçimde değişime tabi tutuldular. Örneğin Mısır gibi Enver Sedat’tan Hüsnü Mübarek’e ve Mürsi’ye karşı geliştirilen askeri darbeye kadar değişik bir süreç yaşandı ve Nasırcılık biçimindeki Arap milliyetçiliğini, ulus-devlet milliyetçiliğinin yıkılıp aşıldığı bir sistem Arap aleminin en güçlü alanlarında birinde ortaya çıkartıldı. Suudi, Ürdün gibi krallıklardaki yaşananlar biliniyor. Daha çok oralarda uzlaşma eğilimi oluyor. Kapitalist modernite sistemi reformlarla bazı değişiklikler yapmak istiyor. Çünkü onlar her şeyleriyle zaten sisteme bağlılar, bir iradeleri yoktur. İrade olan yerlerde de çatışmalar oldu. Libya bir çatışma sahası, Yemen başka bir çatışma sahası oldu. Buralarda da belli sonuçlar ortaya çıktı. Bütün Kuzey Afrika aynı durumu yaşıyor. Arap sahalarındaki gelişmeler sadece Arap sahasıyla bağlı kalacak değildir. Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkartılan Ortadoğu’nun ulus-devlet sistemi oluyor. Bu sistem Türkiye ve İran üzerinden şekillendirildi. Şimdi yıkılan 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşmasıdır. Anlaşma sadece Türkiye denen coğrafyada bir ulus-devlet sisteminin kurulmasını öngörmedi. Arap aleminin 22 parçaya bölünerek mevcut ulus-devlet yapılanmasının adım adım geliştirilmesini ve bunun için de İsrail denen bir yapının ortaya çıkartılıp bölgede yön verici güçlü hegemonik bir güç haline getirilmesini öngördü ve geçen yüz yılda da çeşitli biçimlerde de olsa böyle bir durum yaşandı. Türkiye’de Lozan’la geliştirilen bu durum paralelinde İran’da da benzer anlaşmalarla Şahlığın sistem tarafından örgütlendirilmesi, ikame edilmesiyle geliştirildi. Birinci Dünya Savaşı’nın tersine İkinci Dünya Savaşı’nda İran daha fazla askeri olarak hedeflendi. Fakat sonrasında görüldü ki, küresel kapitalist modernite güçleri İran’ı ayakta tutuyor. 1946 yılında tekrar Şah’ı getirdiler. İran’daki gelişmeleri ezdirterek hakim kıldılar. ‘Ak Devrim’ diye bir planlamayla İran’da moderniteyi geliştirmek istediler. Yetmedi o da bir devrimle yıkıldı, İslami Devrim akımı hakim oldu. Ortadoğu’nun özelliğine uygun İslam ile gelenek ile uzlaşmış bir modernite ancak ayakta kalabiliyor, İran’da da bunu mevcut rejim ile sürdürmeye çalıştılar.
Hegemonik güçler Türkiye ve İran’dı ve ikinci sınıf konumunda Araplar vardı, bölünüp parçalanan buraya bağlanan, tarihinden kopartılan topluluktu. Bu yüz yıllık ulus-devlet yapılanmasında yok sayılıp ve yok edilmek istenen de Kürtler oldu. Böyle bir küresel hegemonik sistemin saldırısı temelinde yokluğuna ferman çıkartılan Kürtler oldu ve bu soykırım saldırısını yaşadı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra böyle bir ortamda İsrail’i geliştirdiler. Şimdi kapitalist modernite güçleri 3. Dünya Savaşı’nda İsrail-Arap uzlaşmasına dayalı ulus-devlet statükoculuğunu aşan ulus üstü tekelci sermayenin daha hızlı ve rahat dolaşımına ve dolayısıyla azami kârına daha fazla hizmet eden yeni bir Ortadoğu sistemini yaratmak istiyor. Bu da geçen yüz yıllık ulus-devlet statükoculuğu Türkiye ve İran ulus-devletlerine dayandı. Şimdi yenisi ise Arap-İsrail uzlaşmasına dayanıyor. Hindistan’dan Körfez’den İsrail’den Kıbrıs’a ve Yunanistan’a uzanan yeni bir ticaret ve enerji yolu etrafında şekillendirilmek isteniliyor. Arap sahası Doğu Akdeniz buna önemli ölçüde açık hale getirildi. Bu geçen bir yıldaki Gazze, Lübnan ve Suriye savaşlarıyla birçok engeli aştı. Geri kalanları da aşmak içen de saldırılarını sürdürecek, çünkü kapitalist modernite sistemi planlı hareket ama her istediğini istediği zaman uyguluyor da denilemez. Fakat hedefli ve planlı hareket ettiği, saldıran güç olduğu tartışma götürmüyor.
Sovyetler Birliği’nin çözüldüğünde ABD kendi sistemini ‘Yeni Dünya Düzeni’ olarak tanımladı ve bu temelde inişli çıkışlı olarak bezen etkin bazen de geriye düşerek yürütüyor. Ona göre de kendi yönetimini oluşturuyor. Dört yıl önce hiç sonucu belli olmayan bir seçimle Biden’i başkan ilan ettiler, Ukrayna savaşından Gazze savaşına kadar olan bu çatışmalı durumu geliştirdiler. Şimdi bunlara dayalı bazı siyasi sonuçlar ortaya çıkartmak istiyorlar. 6 Kasım seçimiyle de Biden’i düşürdüler yeniden Trump’ı getirdiler. Suriye’deki değişiklik Trump’ın politikalarının sonucudur. Ukrayna’da Trump daha Beyaz Saray’a oturmadan bile yeni gelişmeler oldu. Demek ki ABD’de aslında topluma dayalı bir yönetim yoktur, ondan daha fazla tekelci sermayenin çıkarları neyi gerektiriyorsa, hangi politikayı uygulamayı gerektiriyorsa o politikayı uygulayacak güçlerin yönetime getirilmesi biçiminde oluyor, bunu yaşadığımız olaylarda net bir biçimde görüyoruz, adına demokrasi deniliyor, serbest seçim deniliyor ama ne kadar demokrasi ne kadar serbest seçim olduğu ortadadır.
İran ve Türkiye gündeme gelmiştir
Irak’ta da aykırı gelişmelerin üzerine gidebilirler. Özellikle İran etkisinin yarattığı gelişmeler şimdi hedeftir. Fakat sıra artık İran ve Türkiye’ye geldi. Kenar alanlardan yeni merkezi alan kendisini oluşturdu. Şimdi yeni kenar alan biraz Türkiye ve İran olacak ve işin en zor safhasına gelinmiş bulunuluyor. Önümüzdeki süreç bu anlamda çok daha yoğun gergin ve çatışmalı olacak, siyasi ve askeri olarak da çok daha çatışmalı geçecek.
İran’ın gücü önemli oranda kırıldı, çok çatışacak gibi görülmüyor. İran Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden bu yana hep uzlaşma eğilimi veriyor. Bu kadar kolay kaybetmesi de o politikayla bağlantılıdır. Ne savaş ne de tam uzlaşma biçiminde arada kaldı, karşı taraf ise hazırlandı, bu muğlaklıktan yararlanarak İran’ın gücüne çok kısa bir sürede ağır darbeler vurdu. Bu durum İran’ın izlediği politikayla da bağlantılıdır. İran mevcut haliyle bunu değiştirebilir mi, bu da mümkün görülmüyor. Giderek daha fazla var olanı elde tutmaya çalışacaktır. İran zaten bu sürece ‘uzlaşalım ama var olan gücümü de koruyayım’ biçiminde yaklaştı ama bu politikayı karşı taraf kabul etmedi.
Türkiye için ise süreç çok daha muğlaktır. TC’nin sistemle silahlı çatışmadan çok ekonomik-siyasi çatışmayla geçeceği görülüyor. Çünkü öyle bir durum sistemin de çıkarınadır. Türkiye’de de birçok güç buna eğilimlidir. Kapitalist modernite sistemi ve onu belirleyen güçler örneğin İngiltere-Amerika ne isterse Türkiye’deki sermayenin yüzde 95’i ondan yanadır ve ona teslim olmuştur, kesinlikle onun dışında değildir. Belki dışta kalan ufak kesimler var, fakat siyaset biraz farklıdır. Ekonomik ve sosyal yapıyla, siyasi yapıyı tam özleştirmemek lazım. Bir kişi çıkıyor kendi başına birçok şeyi yönlendirebiliyor. Dolayısıyla çatışma hiç olmayacak ya da çatışma gelişmeyecek önü kapalıdır dememek lazım. Görünen daha çok ekonomik siyasi mücadeleyle bu işin olmasıdır. Müdahale Türkiye’ye o temelde olacak, fakat gergin ve çatışmalı sürecinde gelişebileceğini hesaplamak gerekiyor.
Sonuçta İran ve Türkiye gündeme gelmiştir. Irak ve Suriye gündemdeyken Güney ve Batı Kürdistan’da özgürlük hareketi belli düzeyde gelişti. Kürtler farklı pozisyonlarda yeni mevziler kazandılar. Şimdi İran ve Türkiye söz konusu oldu mu bu daha ileri düzeyde olacaktır. İran ve Türkiye’de en dinamik gücün Kürtler olduğu açıktır. Bu süreç Kürtlerin pozisyonunun değişmesini zorunlu olarak gündeme getirecek ve onsuz olmayacaktır. Dolayısıyla Kürt aktivitesinin daha çok yaşanacağı bir döneme de giriyoruz. Önder Apo ‘şimdiye kadar yaptıklarımızın hepsi hazırlıktı, esas büyük savaş ve gelişmeler bundan sonra olacak’ dedi. Gerçekten de tam öyle bir sürecin eşiğinin üzerindeyiz, böyle bir sürecin içine giriyoruz.
- Dünya Savaşı sistem içi bir savaştır
- Dünya Savaşı dediğimiz bir savaş var. Bu savaş şöyle görülmelidir: Yaşanan bir savaştır. Tabii ki bu savaşı da iktidar ve devlet sistemi ortaya çıkarmıştır. Dünya savaşı da iktidar ve devlet sisteminin kendi iç çelişkilerinden doğmaktadır. 3. Dünya Savaşı da Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ardından kapitalist modernite sisteminin sermayenin tekelleşmesinin devlet-ulus sınırlarını aşması sonucu olarak daha fazla kâr için ulus-devlet sınırlarını zayıflatma ihtiyacı duydu, daha serbest ve hızlı hareket etmeyi gerektiriyordu, çünkü azami kâr yasası bunu gerektiriyordu. Ulus-devlet sistemleri ise bunu zayıflatıyor, o halde ulus-devlet statükoculuğunu aşması gerekmektedir. ABD’nin oluşturduğu Yeni Dünya Düzeni stratejisi bir yandan Sovyetler Birliği’nin etkisi altındaki gelişmeleri kapitalist modernite sistemi içinde yeniden eritmeyi hedeflerken, diğer yandan da esas olarak da bu ulus-devlet statükoculuğunu aşmayı hedefledi. Dolayısıyla savaş ulus üstü tekelci sermayeyle ulus-devlet statükoculuğu arasındadır. Ulus devletler 20. yüzyıldaki ulusal kurtuluş hareketleriyle ortaya çıktılar. Dünyanın birçok alanında vardırlar. Ortadoğu’da ise bir dünya savaşı ardından ortaya çıktı. Ortadoğu ulus-devletlere parçalanarak kaskatı Türk-Arap-Fars ve diğer milliyetçilikler geliştirilerek ulus-devlet statükoculuğu oluşturuldu. O zaman bu İmparatorluğu aşma, İngiliz-Alman sermayeleri arasındaki çatışma bunu gerektirdi. İngiliz-Fransız ittifakı Rusya’dan önce destek aldı, çünkü bunu gerektirdi. Şimdi kendisinin yüz yıl önce kurduğunun kendisi değiştirmek durumunda kalıyor. Dolayısıyla 3. Dünya Savaşı buna diyoruz. Savaş sistemin içindeki bir savaştır.
Özgürlük Mücadelesi bu savaşın neresindedir?
O zaman Kürdistan Özgürlük Mücadelesi bu savaşın neresindedir, sorusu önemli olmaktadır. Demek ki, kapitalist modernite ve demokratik modernite arasındaki mücadele sadece savaş olarak yorumlanamaz. Onun da askeri boyutu var, özellikle kapitalist modernite ideolojik saldırılarını yoğunlaştırıyor liberalizmi, milliyetçiliği, dinciliği, cinsiyetçiliği, bilimciliği çok daha fazla geliştirmeye çalışıyor, daha fazla beyin yıkamaya çalışarak toplum kırım boyutunu sürdürmeye çalışıyor. Zaman zaman askeri boyutu da öne çıkartıyor. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi de askeri boyut karşısında öz savunma direnişi geliştiriyor. Esas olarak kapitalist modernite ile demokratik modernite arasında çok yönlü ve bütünlüklü bir mücadele söz konusudur. Dahası ideolojik-siyasi boyutu önde olan bir farklı iki dünya mücadelesidir.
- Dünya Savaşı da kapitalist modernite sisteminin sermaye gruplarının kendi aralarındaki çıkar çelişkisinden doğan bir çatışmadır, yani çıkar savaşıdır. Bunları ayırabilmek gereklidir. Birbirine karıştırılmamalıdır. Önderlik ‘küresel tekelci sermaye ile ulus-devlet statükoculuğu arasındaki çatışmada biz hiçbir tarafta değiliz. Hiçbirisi bizim stratejik müttefikimiz değildir, kendi politikamızı yürütmek için hepsiyle taktik ilişki kurarız, üçüncü siyasi çizgiyiz. Türkiye’de iki iktidar bloku olarak AKP’nin temsil ettiği blokla, CHP’nin temsil ettiği blok arasındaki mücadele TC gerçeğini belirleyen mücadeledir. Bir iktidar bloku mücadelesi var, biz stratejik olarak ikisiyle de ittifak değiliz, müttefik değiliz, taktik olarak her ikisiyle de ilişkiye açığız çünkü üçüncü tarafız’ dedi. Demek ki üçüncüsü demokrasi bloku oluyor. Önderlik bunu öyle tanımladı. Bu blok da üçte birini ifade ediyor ve oraya ulaşmak istiyor. Üçüncü siyasi çizgi bu oluyor.
Altmış yıllık Baas iktidarı aralık ayının ilk haftasında gümbür gümbür devrildi. Şam’da yıkılan tekçi ulus-devlet milliyetçiliğiydi. Kemalist milliyetçiliğin Arabistan’da gelişen türevleriydi. Nasırcılık darbe niteliğindeki olaylarla ve reformist yöntemlerle adım adım değiştirildi. Baascılığın Irak versiyonu, üçüncü dünya savaşının başlangıcında on yılı aşan bir savaş sonunda Saddam heykellerinin devrilmesiyle yıkıldı. Şimdi ise Baascılığın Suriye versiyonu 13 yıla yayılan bir savaş sonunda göreceli fazla kan akmadan devrildi. İsrail saldırıları altında ağır darbe yiyen İran ile Rusya’nın desteğini kaybeden Beşar Esad yönetiminin, adeta ‘alın da başınıza çalın’ dercesine iktidarı bırakıp Suriye’yi terk etmesiyle Şam’da yönetim Heyet Tahrir El Şam(HTŞ) örgütünün eline geçti. Şimdi sırasıyla devlet heyetleri, Esat’ın sarayına yerleşen HTŞ Lideri M. Colani ile görüşmeler yapıyor. Yeni Suriye’nin nasıl şekilleneceğini anlamaya ve mümkünse biraz çıkar kapmaya çalışıyor. Mart başında bir geçiş hükümetinin oluşturulacağı açıklanmış olsa da Suriye’nin geleceği konusu giderek çok daha yoğun bir biçimde tartışılıyor.
Gerçekten de yeni Suriye nasıl şekillenecek? HTŞ Yönetimi Suriye’yi nereye götürecek? Yeni Suriye’nin şekillenmesinde kimler ne tür roller oynayabilecek? Dahası yeni Suriye’de Kürtlerin ve yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin yeri ve rolü ne olacak? Benzer sorular gittikçe çok daha fazla ortaya atılmakta ve bunlar temelinde hararetli tartışmalar yapılmaktadır.
En çok üzerinde durulan bir husus, Suriye’nin de ikinci bir Afganistan olması ihtimalidir. Genel kanı böyle olmayacağı noktasında odaklanmaktadır. Ancak Afganistan’ı bu hale getirenin de ABD olduğu hatırlanınca, bu tür görüş sahiplerinde kaygılar iyice artmaktadır. Öyle ya, Afganistan’ı Taliban’a bırakan ABD, şimdi de Suriye’yi “Terör örgütü” saydığı HTŞ’ye rahatlıkla bırakabilir. Nitekim hazırlıkların bu yönlü olduğu da açıkça görülmektedir.
İktidar İslam’ı esas alan gruplarda takiyecilik önemli bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bunu en açık bir biçimde Tayyip Erdoğan kişiliğinde gördük. Şimdi M. Colani de ikinci bir Erdoğan niçin olmasın? Bu konuda pek istekli olduğu ve hızla iktidar koltuğuna alışmaya çalıştığı gözlenmektedir. Bu duruma dönük Almanya ve Fransa gibi Avrupa devletlerinden cılız bazı tepkiler gelse de sonuçta kesin tutumun nasıl olacağı şimdilik pek anlaşılmamaktadır. Avrupa toplumlarından ve demokratik kamuoyundan ise henüz bir tepki durumu yansımamaktadır. M. Colani’nin “Şeriat yönetimi olacak” biçimindeki açıklamasına ilk ciddi tepki Şam halkından gelmiştir. Özellikle modernist Şam gençliği ve genç kadınları ciddi bir tepki göstermiştir. Baas Yönetimi’nin geliştirdiği modern yaşamdan vazgeçmeyeceklerini çok açık bir biçimde ortaya koymuşlardır. Benzer tepkilerin Lazkiye ve benzeri kentlerde de gelişeceği tahmin edilmektedir. Fakat geçmişte ‘Müslüman Kardeşler Örgütü’nün merkezi olan Hama ve Humus gibi kentlerden tepki değil, tersine şeriatı benimseme yaklaşımının gelişeceği genel görüş durumundadır. Dikkat edilirse, mevcut Suriye toplumu da bu konuda ciddi bir bölünme durumunu yaşamaktadır. İşte böyle bir ortamda Suriye’de yaşayan Dürziler ile Kürtlerin tutumu yeni Suriye’nin şekillenmesinde daha büyük önem taşımaktadır.
Ortadoğu’dan Asya’ya açılan kapıda yer alan Afganistan’da Taliban yönetimi bu dünya tarafından kabul görebilir. Fakat Ortadoğu’nun ortasındaki Suriye’de benzer bir yönetimin dünya tarafından kabul görmesi zordur, hatta mümkün değildir. Dolayısıyla giderek yeni Suriye’nin nasıl şekilleneceği konusu daha çok gündem olacak ve de tartışılacaktır. Çıkarcı ve sömürücü bazı çevreler bu nedenle her türlü yönetime evet deseler de dünya genelinde devlet ve toplum güçlerinin çok daha fazlası modern bir Suriye görmek isteyecektir. Hatta halklar ve demokratik güçler, yeni Suriye’nin demokratik ve çoğulcu bir yönetime kavuşmasından yana olacaktır. Gelenin gideni aratmaması ve Baas’ın temsil ettiği tekçi ulus-devlet milliyetçiliğinin aşılması da ancak böyle mümkün olur. Suriye’nin çok dinli, çok mezhepli ve çok halklı-kültürlü toplumsal yapısını da ancak böyle çoğulcu bir demokrasi anlayışı birleştirebilir.
Yeni Suriye’nin şekillenmesine bu yönlü bakıldığında, Kürtlerin ve yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin rolünün çok fazla olacağı açıkça görülür. Bu bakımdan, mevcut Suriye’de Kürtlerin ve yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin gücü sanıldığından çok daha fazladır. Eğer AKP-MHP faşist-soykırımcı yönetiminin katliamcı ve işgalci saldırılarına karşı belli bir düzeyde karşı durma ve direnme gücünü gösterirlerse, o zaman yeni Suriye’nin yapılanmasında belirleyici bir rolün sahibi olabilirler. Kürtler ve Demokratik Özerk Yönetim mücadele ettikçe ve kendi demokratik sistemini alternatif olarak Suriye geneli için sundukça hem tüm modern yaşam isteyen güçleri etrafında toplayarak içteki gücü artacak ve hem de dışta halklardan ve demokratik güçlerden giderek artan bir destek alabilecektir.
Geçen yirmi yıla bakıldığında Tayyip Erdoğan’ın Beşar Esad’a yönelik nasıl sahte dostluklar içinde olduğu ve namertçe düşmanlıklar yaptığı açıkça görülecektir. Oysa Baas iktidarına karşı Kürtler hiçbir zaman böyle davranmamıştır. Her zaman Demokratik Suriye için ilkeli bir duruş gösterip mertçe mücadele etmiştir. Dahası faşist DAİŞ çetelerine karşı Kürtler ve müttefikleri, tüm Kuzey ve Doğu Suriye halkları on binden fazla şehit vererek kahramanca savaşmış ve insanlığı bu faşist beladan kurtarmıştır. Sadece bu direnişin bile Kürtlere ve müttefiklerine kazandırdığı çok büyük bir güç ve itibar söz konusudur.
12 yıldır Kuzey ve Doğu Suriye’de tüm etnik grup ve kimliklerin kendilerini özgürce örgütledikleri demokratik konfederalizm sistemini hayata geçirerek, Suriye’de benzeri bulunmayan bir demokrasi deneyimi ortaya çıkarmışlardır. Kadın özgürlüğü, ekolojik yaklaşım, tüm farklılıkları özgürce birleştiren demokratik ulus ve çoğulcu demokratik yönetim deneyimleriyle yeni Suriye’yi adeta aydınlatan, yeni Suriye’nin temel ilkelerini ortaya çıkartan bir gelişme sağlamışlardır. Suriye’de böyle bir demokrasi deneyiminin benzeri olmadığı gibi, demokrasi denebilecek ciddi bir deneyim de yoktur. Bu durum devrik Baas iktidarı için geçerli olduğu gibi, yeni yönetim olmaya çalışan HTŞ için çok daha fazla geçerlidir.
O halde Kürtlerin ve yine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin, yeni Suriye’nin demokratik yapılanmasına katacağı çok şey vardır. Adeta bu deneyime dayanmadan ve Kürtlerin gücünü esas almadan Demokratik Suriye’nin şekillenemeyeceği açıktır. Bunlarsız olsa olsa Suriye’de yeni bir ulus-devlet diktatörlüğü şekillenir ki, milliyetçi olduğu kadar dinci de olan bu yeni diktatörlük gideni aratan bir durumu ifade eder.
Demek ki yeni demokratik Suriye’nin şekillenmesinde Kürtlerin yeri ve rolü başat olacaktır. Demokratik Suriye, Kuzey ve Doğu Suriye’nin demokratik deneyimine dayanacak ve ondan çok şey alacaktır. O halde, mevcut durumda Suriye‘nin en demokratik ve etkili gücü Kürtler ve Demokratik Özerk Yönetimdir. Şimdiye kadar olduğu gibi, yeni demokratik Suriye’nin şekillenmesinde de Kürtler etkili rol oynamaya devam edeceklerdir.
O halde şimdi bu gerçeği ve gücü görme, asla umutsuzluğa ve karamsarlığa kapılmama, direnişte ve demokratik yapılanmada bunu etkili kullanma zamanıdır. Bunu da ilan edilen seferberlik ruhuyla yapmak, bu temelde Kadın ve Halklar Devrimini savunurken, halkların Demokratik Suriye’sini kadın özgürlüğü temelinde şekillendirmek gerekir. Yeni başarılar ve zaferler Kürtleri ve Demokratik Özerk Yönetimi beklemektedir.
Küresel özgürlük hamlesi önemli sonuçlar açığa çıkarmıştır
Küresel Özgürlük Hamlesi ile somut olarak şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Kapitalist modernite sisteminin ne kadar zayıf olduğu, sistem dışı güçlerin ne kadar yaygın olduğunu ve ne kadar arayış içerisinde olduklarını ortaya çıkarmıştır. Doğru tarz ile çalışan ve mücadele eden kazanabiliyor. Geçen bir yıllık pratik bunu net göstermiştir. Demek ki çok daha öncesinden etkili bir şekilde çalışılsaydı daha farklı gelişmeler sağlanabilirdi. Şimdi çok daha yaratıcı yöntemlerle çalışmak gerekmektedir. Bu konudaki yetersizlikleri, yaratıcılıktaki zayıflıkları aşmak ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Geriye dönüp 2024 yılındaki gelişmelere bakıldığında şu tespitleri yapmak mümkündür: 69 Nobel ödüllü aydından tutalım da bütün dünyanın dört bir yanında kadınların ve gençlerin mücadeleleri, işçi ve emekçilerin, sanatçıların, akademisyenlerin tutumları, Önder Apo’yu sahiplenme durumları, paradigmaya sahip çıkma düzeyleri gerçekten de demokratik modernite alternatifini dünya çapında yaşanan bir olgu haline getirmiştir. Ya da gizli yaşanan özgürlük duygularını bilince ve örgüte dönüştürerek açığa çıkarmıştır. O zaman ‘sadece bu kadar olur’ dememek gerekiyor. Çok daha yaratıcı ve etkili yöntemlerle küresel özgürlük mücadelesi geliştirilebilir. Her alanda tam bir hakimiyet sağlanabilir. Bu da mücadeleyi buraya kilitlemedeki zayıflıklar, stratejik bakış açısındaki yetersizlikler aşılabilirse mümkün olacaktır. Onun için ‘nerede neyi nasıl yapmalıyız?’ sorularına tam cevap oluşturmak önemli olmaktadır.
Küresel Özgürlük Hamlesi ile Önderliğin yansıtılmasında çok çeşitli kesimlerin sözleri, davranışları, Önderliği sahiplenmeleri, Önderliğe fiziki özgürlük istemeleri etkileyici oldu.
Geride bıraktığımız bir yıllık süreç içerisinde kadın ve gençlik hareketleri tüm Kürdistan’da dört parçada direndiler. Rojava durmadı, halk ayakta oldu. Çeşitli eksiklikleri olsa da yine Bakur, kısmen Başur hamleye dahil oldu. Rojhilat kendine özgü olarak ‘Jin Jiyan Azadî’ şiarı temelinde küresel düzeyi etkiledi. Nasıl bölgeyi ve dünyayı etkileme gücüne sahip olduğunu ortaya çıkardı.
Küresel Özgürlük Hamlesi parçalılığı önledi. Hedefi, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununu çözümü olarak netleştirdi, birleştirdi. Bir de küresel düzeye yaydı. Başta Avrupa olmak üzere Afrika’ya, Amerika’ya kısmen Asya’ya yaydı. Önderlik düşüncelerini, Önderlik gerçeğini, Önderlik olgusunu, Demokratik Modernite Paradigması’nı başta kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilenlerin kurtuluş çizgisi olarak dünyanın dört bir yanına taşıdı. Kürdistan Özgürlük Mücadelesini hamle temelinde tüm insanlığın kadınların ve gençlerin Özgürlük Mücadelesi haline getirdi. Giderek daha da derinleşen bir biçimde dünyanın dört bir yanına yaydı ve bir dünya demokrasi hareketi, dünya demokratik konfederalizminin temellerini atan bir hareket haline getirdi. Bu çok önemlidir, yeni bir açılımdır ve büyük bir dinamiktir. Çünkü her devrim yayılma eğilimi gösterir, darlığı kabul etmez ve nihayetinde dünya devrimi olmak ister. Tüm özgürlük hareketlerinde de böyledir, dinsel çıkışlarda da böyledir, sosyalizmin çıkışı da böyle oldu.
Kürdistan’da gelişen devrimci özgürlükçü düşünce için bu çok daha fazla geçerlidir. Her devrimin böyle bir özellik taşımasından dolayı böyledir. İkincisi de Kürdistan üzerinde uygulanan sömürgeci-soykırımcı sistem zihniyetinin küresel olmasından kaynaklıdır. Bu da kapitalist modernite sisteminin bir kararı olmasından kaynaklıdır. Kürdistan’da özgürlük için adım attıkça hemen Kürdistan’ın tümünü etkiliyor, orayı da hemen aşıyor dünyayı etkiliyor, gerçek bir özgürlük akımı, hareketi kesinlikle böyle oluyor.
Bu bakımdan köleleştiren ve insanlığı yok etme noktasına getiren küresel zihniyet ve siyaset yıkılmak isteniyorsa o zaman mücadelede kapitalist modernite zihniyetiyle komple bir mücadele yürütmek elzem oluyor. Dolayısıyla Küresel Özgürlük Hamlesi’yle Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gerçek zeminine, gerçek çizgisine oturuyor. Kapitalist modernite sistemiyle, demokratik modernite sistemi dünyaya yayılan Küresel Özgürlük Hamlesi’nin ifade ettiği mücadeleyle daha doğru ve anlaşılır bir biçimde mücadele eder hale geliyor. Geçen bir yılda buna açık bir dünyanın var olduğu somut olarak görülmüştür.
Bu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü açısından büyük bir güç ve gelişmedir. Bunun küresel etkisi açısından böyledir. Bu temelde dopdolu bir mücadele yaşanmıştır. Bu mücadelenin sonucu olarak da Önder Apo ile görüşme olmuştur. Çok açık ki mücadele, karşı tarafı zorladığı için Önder Apo ile görüşme olmuştur. Bu temelde özel savaş, psikolojik savaş çeşitli biçimlerde geliştirilmek isteniyor. Demek ki her şey mücadeleyle olacaktır. Sorunlar bu temelde çözülecek, kazanımlar mücadele edilerek çözülecektir.