2024 yılı, başta Kürdistan olmak üzere Ortadoğu ve dünya açısından savaşların, çatışmaların daha yoğunlaştığı bir yıl oldu. Faşist Türk devleti 2024 yılında da İmralı soykırım sisteminde ısrar etmiş, Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit uygulamalarına devam etmiştir. İmralı’dan başlayarak tüm kadınlara ve topluma yayılan bu soykırım ve tecrit uygulamalarına karşı direniş de yine Önder Apo’nun 26 yıldır göstermiş olduğu özgür yaşam ısrarından ve direnişinden ilham almıştır. Faşist Türk devletinin başta kadınlar olmak üzere, özgürlük gerillalarını, çocukları, Kürdistan doğasını, özgür yaşamda ısrar eden tüm halkımızı hedef alan soykırım ve işgal saldırılarına karşı Kürdistan dağlarında YJA-Star gerillaları öncülüğünde direniş büyürken; özel savaş, taciz, tecavüz ve kültürel soykırım saldırılarına karşı da şehirlerde Kürt kadınları öncülüğünde direniş büyüyerek devam etmiştir. Kadınlar 2024 yılı boyunca sokaklarda AKP-MHP faşist iktidarının kadınlara, çocuklara, doğaya, hayvanlara, demokratik değerlere, kazanımlara ve farklılıklara karşı olan saldırılarını kabul etmeyeceklerini haykırmışlardır.
Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş merkezlerinden biri olan TUSAŞ’a yapılan fedai eylem, AKP-MHP faşist iktidarına büyük bir darbe olurken, Kürdistan özgürlük gerillalarının özgür ve onurlu yaşamda ısrarını ortaya koymuştur. Şehit Asya ve Şehit Rojger, insanca yaşamanın taleplerini ortaya koydukları mektuplarında, yoldaşlarına, kadınlara ve halkımıza nasıl mücadele etmeleri gerektiğinin cevabını vermiş, faşizmden zarar gören, özgür yaşamak isteyen ve gerçekten başarmak isteyen kadınların hiçbir engeli tanımadan, mücadele edebileceklerini göstermişlerdir. Bizler fedai yoldaşlarımız Asya Ali, Rojger Hêlîn, 18 Ocak günü Kerkük’te katledilen Feryal Silêman Xalid, 23 Ağustos günü Süleymaniye’de katledilen Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn şahsında soykırım saldırılarına karşı savaşan tüm şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Her yeni yılın başarısının, bu güzel yoldaşların özgür yaşam aşkıyla vermiş oldukları mücadeleden geçtiğini görerek, başarma sözümüzü bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Yüzünü Önder Apo’ya dönenler kazanıyor!
Önder Apo’nun 26 yıla girecek olan esareti başta Kürt kadınları olmak üzere dünya kadınlarının da esarete karşı 26 yıllık mücadelesini geliştirdi. İrlandalı siyasetçi Martina Anderson’un, Önder Apo’nun çalışmalarıyla dikkat çekici ve ilham kaynağı olduğunu, dünyada birçok insanın siyasi tutsak olarak tecrit altında tutulduğunu, ama Önder Apo’ya uygulanan tecridin çok daha derin ve bu yanıyla dünyada bir ilk olduğunu ifade eden sözleri çarpıcıdır.
10 Ekim 2023 yılında, 74 ülkede Kürt halkının dostları tarafından eş zamanlı olarak “Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kürt Sorununa Siyasi Çözüm” hamlesinin startı verilmiş ve Özgürlük hamlesi küresel bir boyut kazanmıştı. Özgürlük kampanyası aynı zamanda farklı toplulukların küresel anlamda savaş, sağlık, ekoloji ve göç gibi ortak talepler üzerinde seferber olabileceğinin göstergesi oldu. Devletlerin, kimliklerimiz üzerinden yarattığı ayrıştırmaya karşı bir araya gelmenin ve birlikte mücadele etmenin önemini açığa çıkarttı. Bu kapsamda yıl boyunca dünyanın dört bir yanında Önder Apo’nun özgürlüğünde kendisinin, halkların özgürlüğünü gören milyonlar, farklı eylemlerle hamleyi güçlendirdiler. Dünyanın her yerinde kadınlar “Önder Apo’nun özgürlüğü özgürlüğümüzdür” diyerek eylemlere öncülük etti.
Bakur’da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için barış anneleri ve tutsak yakınları öncülüğünde “Özgürlüğe Ses Ver” eylemleri başlatıldı. Analarımızın gösterdiği direniş tüm halkımıza da inanç ve irade verdi. 1 Şubat’ta Önder Apo’nun 1976 yılındaki Kürdistan turuna atfen Wan ve Qers olmak üzere iki koldan başlatılarak 15 Şubat’ta Amara’da sona erdirilen büyük Özgürlük Yürüyüşü, Bakur halkımızda ve tüm Kürdistan’da büyük bir heyecan yarattı. Bir kez daha görüldü ki Önder Apo gündemi, kadınlarda, Kürt halkı başta olmak üzere tüm halklarda direniş ruhunu canlandırıyor, zafere olan inancı güçlendiriyor. Bu kapsamda kadınlar öncülüğünde birçok kentte, üniversitelerde tecrit ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü konu alan paneller, çalıştaylar yapıldı. En son 13 Ekim’de gerçekleştirilen Özgürlük Mitingi tüm yasaklara rağmen kadınların öncülüğünde büyük bir kararlılıkla gerçekleştirildi.
Önder Apo’nun “Savunmalarım neredeyse ben oradayım” belirlemesiyle, paradigmayı daha iyi anlamak ve Önder Apo ile birlikte olmak isteyen kadınlar, Bakur’dan Rojava’ya, Avrupa’dan Şengal’e, Maxmur’dan İtalya’ya, Afrika’dan Asya’ya birçok ülkede ve farklı dilde özgürlük okumaları yaptılar. Şengal’de “Reber Apo mevana mala we ye” şiarıyla okumaların, ziyaretlerin yapılması, Önder Apo’nun her eve girebileceği mesajını veren en anlamlı eylemlerden biri oldu. Başlangıçta tam ifadesini bulamamış olsa da hamlenin ilerlemesiyle beraber her alanın kendi ihtiyaçları doğrultusunda okumalar yapıp tartışmalar yürütmüş olması, özgürlük okumaları kampanyasını gerçek anlamına kavuşturdu.
Rojava’da Kongra Star ve Maxmur’da İştar Meclisi öncülüğünde hamleye ilişkin okumalardan tutalım yürüyüşlere, çalıştay ve farklı eylem ve etkinliklere kadar birçok çalışma yürütüldü. Êzidî Özgür Kadın Hareketi (TAJÊ) tarafından “Önder Apo’ya Özgürlük Şengal’e Özerklik” kampanyası kapsamında Önder Apo’ya mektup yazma kampanyası yapıldı. Yine Şengal Genç Kadınlar Birliği ve Êzidxan Gençleri, Arap gençlerin ve kadınların katılımıyla “Savunma olmazsa özgürlük de yoktur” şiarıyla meşaleli yürüyüş düzenlendi.
Ortadoğu, yüzyıllardır savaşların, kriz ve kaosların merkezi konumunda tutulmaya devam edilirken, hiçbir toplumsal-devrimci hareket ve lideri yaşanan sorunlara köklü bir çözüm önerisi koyamamış, demokratik temelde projeler geliştirememiştir. Önder Apo ise demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ile Ortadoğu krizini aşmanın en temel yollarını koymuştur. Tanrıça kültürünün en köklü yaşandığı, bugün ise en fazla köksüzleşme ve ezilmeyle yüz yüze bırakılan Ortadoğu’da krizden kurtulmanın en temel yolu, öncelikle kadın sorununu demokratik temelde çözüme kavuşturmaktır. Bu nedenle başta Ortadoğu kadınları olmak üzere Ortadoğulu halklar paradigmaya sarılmış, panel, seminer ve imza kampanyaları ile özgürlük hamlesini güçlendirmişlerdir. Beyrut’ta çalışma yürüten Jin Kadın Vakfı ile Newroz Vakfı, kadın dernekleri, sendikalar ve önemli şahsiyetler broşürler dağıtmış, Libyalı insan hakları savunucuları Önder Apo için 100 bin kart kampanyasına katılarak Önder Apo’nun özgürlüğü istenmiştir.
Avrupa’da da TJK-E, özgürlük hamlesi kapsamında “Bin Kadın, Tek Ses” ve Tîrêjên Rojê gibi özgün ve zengin eylemlerle hamlenin coşkuyla yürütülmesinde, Önder Apo ve paradigmanın Avrupa halklarına tanıtılmasında önemli rol oynayarak, birçok akademisyen ve bilim insanının hamleye katılmasını sağladı. TEKOJİN ve TCŞ öncülüğünde Fransa, Atina, İsviçre, Amsterdam, Berlin olmak üzere Avrupa’nın birçok kentinde özgürlük hamlesi kapsamında yürüyüşler, kart gönderme etkinlikleri, paneller, sergiler düzenlendi. Yıl boyunca gerçekleştirilen tüm festival, eylem ve etkinliklerde temel gündem Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü oldu. Yine TJK-E’nin de öncülük ettiği ve kadınların özgün kortejle katıldığı 17 Şubat ve 17 Kasım Köln yürüyüşleri, hamle sürecine damgasını vuran tarihi eylemlerden oldu.
70 Nobel Ödüllü bilim insanının Önder Apo’nun özgürlüğü amacıyla AP ve TC yöneticilerine mektuplar yazması, bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılması için çağrılarda bulunması, hamleyi güçlendiren çalışmalardan olmuştur. Roma’da Önder Apo’nun yöntem, analiz ve çabalarının yaşamın farklı alanlarına nasıl yansıdığı, tecrit ve yaşamı dönüştürmenin felsefesi üzerine ‘Jin Jiyan Azadî Konferansı’ ve özgürlük yürüyüşleri düzenlenmiştir. Yine İtalya’da son iki yıldır on binlerce kişinin katıldığı festivalin düzenleyicisi Radyo Onda d’Urto, festivalin bir günlük programını Önderlik, paradigma ve Kürdistan’a ayırmıştır. Berlin’de Türkiye’den Avrupa’ya sürgün giden akademisyen, yazar, aydın, gazeteci ve siyasetçilerin katılımıyla Barış ve Demokrasi Konferansı gerçekleştirilmiştir. İskoçya’da iktidardaki SNP’nin konferansında açılan “Abdullah Öcalan’a özgürlük” standı önemli bir ilgi ile karşılanmıştır. Avrupa Parlamentosu’nda özellikle İmralı’daki tecridin ele alındığı tecrit, işkence ve kötü muameleye maruz kalan siyasi tutsakların durumuna ilişkin bir konferans düzenlenmiştir. Berlin’de yapılan “Dünyayı yeniden düşünmek: zorluklar, geçişler ve Kürt perspektifleri Konferansı”nda, değişen dünyada Kürt etkisi, Kürt sorununun uluslararası siyasete etkileri tartışılmıştır.
Bu küresel mücadele sonucunda 23 Ekim tarihinde Ömer Öcalan’ın Önder Apo ile görüşmesinin yolu açılmıştır. Önder Apo etrafında oluşan gündem bir kez daha gösterdi ki, Önder Apo herkesin nezdinde bir çözüm gücüdür. Önder Apo, bu görüşmeyle tecridin bitmediğini belirterek, mücadelenin büyütülerek devam etmesi gerektiği mesajını vermiştir. Bu anlamda bugüne kadar başarıyla gelen özgürlük hamlesi, bundan sonra da kadınlar öncülüğünde daha coşkulu ve kararlı bir şekilde devam ettirilmelidir.
- Dünya Savaşı’nın kadın ve toplum düşmanı karakterine karşı ‘Jin, Jiyan, Azadî’
Kadınlar olarak Ortadoğu ve dünyada yaşanan savaşların yarattığı tahribat ve yıkımları 2024 yılı boyunca çok derinden yaşadık. Üçüncü Dünya Savaşı nedeniyle birçok ülke derin kriz ve kaos içinde. Avrupa ve dünya devletleri, vatandaşlarını yeni bir küresel savaşa hazırlıyor. Birçok ülke askerliği zorunlu hale getirmeye çalışırken, savaş aracı üretimleri ve silah satışları rekor seviyelere ulaştı. Avrupa’nın silah ithalatı neredeyse iki katına ulaştı. ABD ve Fransa’nın ihracatı önemli oranda arttı, Rusya 3., Türkiye 11. sırada.
Bütün ulus devletler, toplumda güvenlik ve savunma konusunda bir korku atmosferi yayarak, yaşattıkları krizin normalleştirilmesini amaçlıyor. Genel olarak toplum büyük bir güvenlik arayışı içinde. Bu arayış, sistem karşıtı ve demokratik yönden yeterli cevaplar bulamadığı için, insanlar kendi hayatlarına dair bireysel güvenlik arayışına giriyor. Ulus devlet referansı artıyor, faşizm orta sınıfta başarı kazanıyor ve kadın cinayetleri de dahil olmak üzere ataerkil dinamikler güçleniyor. Bazı ülkelerdeki seçim verileri ve özel anket araştırmalarında genç kadınlar, demokrat olarak görülen partilere oy verirken; genç erkekler daha çok sağ partilere oy verme eğilimindedir. Amerika ve Almanya’da bu fark yüzde otuz, Birleşik Krallık’ta yüzde 25 iken, Polonya’da 18-21 yaş arası erkeklerin neredeyse yarısı, kadınların ise sadece altıda biri aşırı sağcı konfederasyon partisini destekliyor. Bu uçurum Kore, Çin, Afrika ve Tunus’ta da aynı.
Böylelikle devlet güvenlik güçlerinin sokaklardaki varlığı artırılarak, en sıradan toplumsal eylemlere müdahale edilebilecek, yeni askeri üsler inşa edilecek, halk için harcanması gereken bütçe savaşa ayrılacak, yaşanan ekonomik krizlere kılıflar bulunacak, militarist dil hakim kılınarak erkeklerin bireysel silahlanmalarının önü açılacak ve halk daha fazla sömürülecek. Mesela Yunanistan’da sürekli yeni polis teşkilatları kuruluyor. Normal, özel kuvvetler, gösteriler için çevik kuvvet, yarı polis-yarı ordu olan özel polis kuvvetleri, bisikletli, daha küçük bisikletli, daha büyük bisikletli, üniversite ve trafik polisi gibi onlarca polis teşkilatı var.
Dünyanın neresinde olursa olsun erkek egemenliğinin çıkar savaşlarından en fazla zarar görenler kadınlar ve çocuklar oluyor. Kadınlar göç etmek zorunda kalıyor, sınırlarda askerlerin taciz ve tecavüzüne uğruyor, insan kaçakçıları tarafından fuhuşa sürükleniyor. 2024 yılında dünya genelinde her yirmi kişiden biri savaş veya baskılar nedeniyle göç etmek zorunda kalırken, bunların çoğunluğunu kadınlar oluşturdu. Yine hala devam eden Gazze savaşının bilançosu çocuklar ve kadınlar açısından daha büyük bir trajedi. İklim değişikliği, yoksulluk ve güvencesiz yaşamdan kaçıp Güney Amerika’dan kuzeye gerçekleşen göçün kilit noktasındaki Darien Geçidi’nden yarım milyon insan yürüyerek geçerken, tüm zamanların göç rekoru kırıldı.
Kadınların yaşadıkları zorluklar göç ettikleri ülkelerde de devam ediyor. Ukraynalı 130 kadın geçtiğimiz yıl Eylül ayında Alman Kızıl Haç ve SDP’ye mektup yazarak kamplarda yaşananları, kadınların fuhuşa sürüklendiklerini açığa çıkardılar. Yine Ukraynalı ve Kürdistanlı kadınlar Almanya’nın başkenti Berlin’de mültecilerin konaklama merkezi Tegel’de baskı, uygunsuz yaşam koşulları ve tacize maruz kaldıklarını ifade ettiler.
Bu çıkar savaşlarının yarattığı şiddet ortamı tüm insanlığı cenderesi altına almaya çalışıyor. Şiddet, başladığı mekanda ve uygulanan kişiyle sınırlı kalmıyor, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun hücrelerine nüfuz ediyor. Bunun en yalın halini Kürdistan’da yürütülen kirli savaşta görmek mümkün. AKP-MHP faşist iktidarının Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaş ve körüklediği faşizm, kadına ve çocuklara karşı şiddeti arttırıyor, Türkiye toplumu içerisinde savaş bilançosuna dönüşen kadın ve çocuk katliamlarına neden oluyor. Aynı erkek bir gün içerisinde birden fazla kadını DAİŞ tarzı yöntemlerle katlediyor. Toplumda tam anlamıyla bir bunalım hali yaşanıyor. Türkiye’de Kürt sorununu savaşla çözme tahayyülü, erkek egemenliğinin şiddet zihniyeti ve politikası ile birleşince, Kürt kadınları daha derin bir şiddetle karşı karşıya kalıyor.
Dünya Kadın Konfederalizmi daha yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir!
Kadınlar dünyanın neresinde olursa olsun aynı zorluklardan ve sorunlardan mustaripler. Devlet aklı her yerde kadın karşıtı politika izliyor. Dünya çapında kadınları hedef alan çeteler ürüyor. ABD’li çocuk istismarcısı milyarder Epstein’in, Türkiye, Çek Cumhuriyeti ve Asya’dan reşit olmayan kızları fuhuş amacıyla kaçırıp Amerika’ya getirdiği söyleniyor. 6 Şubat depreminde kaybolan çocukların da bu çeteler tarafından mı kaçırıldığı tartışılıyor.
BM nezdinde meşruluk ve yasallık kazanan Taliban’ın insanlık dışı uygulamaları bu yıl da devam etti. Taliban, kadın bakanlığı yerine, ‘Fazileti Teşvik ve Ahlaksızlığı Önleme Bakanlığı’ kurarken, kadınların toplum içinde duyulacak sesle konuşmasını da içeren yeni yasakları onayladı. Afgan kadınlar ise yasağa şarkılar ve şiirler okuyarak karşı çıktı. Kız çocuklarının okumalarının yasaklanmasına karşı ise gönüllü olarak evlerde, atölyelerde kadınları ve kız çocuklarını eğitmeye ve örgütlemeye devam ediyorlar. Afganistan Devrimci Kadınlar Topluluğu-RAWA, KJAR’a Afgan ve Kürt kadınları olarak saldırılara karşı birlikte mücadele edileceği vurgusu yaparken, 4 Kürt tutsağın İran devleti tarafından idam edilmelerini kınadığını belirtip Kürt kadınlarının direniş ve devriminin tüm Ortadoğu kadınları için umut olduğunu ifade etti.
Pakistan’da yaşayan Belluci kadınların maruz kaldıkları baskı ve şiddete karşı “Kadınlar Geleceği Örüyor Ağı” kadınlara ve Beluc halkına desteğini açıkladı. Şiddet yanlısı ve ataerkil devletler tarafından benzer zulümlere maruz bırakılmış kadınlar olarak birbirimizin acılarını paylaştıkça, Kürdistan’dan Belucistan’a, Filistin’den Keşmir’e omuz omuza mücadele ettikçe daha güçlüyüz. Belluc Dr. Mahrang Baloch; “Kürt kız kardeşlerime yüreğimin derinliklerinden bir mesajım var. Birbirimizle olan bağlarımız sadece etnik ve kültürel benzerliklerle sınırlı değil. Aynı zamanda acıları, çileleri ve baskıları paylaşan bir deneyimle kök salmıştır. Beluc kadınlarının da kendi mücadelelerinde Kürt kadınlarının yolundan ilerlemelerini temenni ediyorum” diyerek hem Kürt kadın hareketinin tarihi sorumluluğunu hem de dünya kadın dayanışmasının önemini vurguladı.
Kadınların eşit işe eşit ücret alamadıkları, siyasetten dışlandıkları, yasalarla aileye bağımlı kılındığı, tenlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kaldıkları Tunus, Fas ve Yemen’de, şiddet ve eşitsizliğe karşı kadınları bilinçlendirmek için eğitim faaliyetleri yapıldı, kültürel ve siyasi anlamda yetkinleşecekleri kurumlar açıldı. Kahireli kadınlarsa katliam, taciz, tecavüze ve şiddete karşı “Öz Savunma Benim Hakkım” girişimini başlattı.
Irak’ta şiddeti meşrulaştırarak çok eşliliği ve kız çocuklarının evliliğini teşvik eden, evlilik adı altında çocukların istismar edilmesinin önünü açan kişisel statü yasasında yapılacak değişiklikler birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı.
İran’da seçimler sırasında ılımlı bir hava yaratmaya çalışan Pezişkiyan da kadın kırım politikalarına devam etti. Kadınların her gün yeni yasaklar, devlet şiddeti ve tecavüze maruz kaldıkları İran’da evli kadınlar, yaşları kaç olursa olsun pasaport almak, pasaport yenilemek ve ülkeyi terk etmek için evli oldukları erkeklerden izin almak zorundalar. 72 maddelik Hicap Kanunu meclise sunulup onaylandı ki bu kanunla İranlı kadınlar daha ağır bir baskı altına alındı. Buna karşı da kadınların tepkileri gelişti. Kürt gazeteci ve kadın hakları savunucuları Werîşe Muradî, Pexşan Ezîzî’ye idam cezası verildi. Jin, Jiyan Azadî isyanı sırasında tutuklanan kadınlar baskı, şiddet, kelepçeli tedavi, görüş ve telefon yasağı ve tacize karşı geri adım atmadan direndiler. İdam kararlarına karşı ilk defa bu kadar yaygın ve etkili kadın protestoları gelişti, bu da yıl açısından önemli bir gelişme olarak belirtilebilir.
Hindistan’da ise çeyiz parası ödeyemeyen, ailesinin onayı olmadan evlenen ya da bir erkeği reddeden kadınlar öldürülüyor, şiddete maruz kalıyor. Kadının fiziğine saldırılıyor, kimyasal atılıyor. Yoksul kastlardaki kadınlara tecavüz ediliyor ve bu bir intikam biçimi ya da siyasi eylem aracı olarak kullanılıyor. 9 Ağustos’ta bir hastane baskınında bir kadın doktor tecavüz edilerek katledildi. Ülke çapındaki eylemlerde Jin, Jiyan Azadî sloganı yükseltilirken, KJK ve Kürdistan’daki kadın örgütleri, “dünyanın her yerinde özgür kadın mücadelesinin zafer kazanması için iktidarcı ve erkek egemenlikli sisteme karşı kararlılıkla mücadele edeceğiz” diyerek Hintli kadınlara destek verdi. Hindistan’da temel sorun, kadınların yaşanan katliamlar karşısında sokağa döküldükten kısa bir süre sonra sağlanan kısmi adaletle sokaklardan geri çekilmesidir. Bu durum bütün ülkelerdeki kadınlar için en büyük sorunlardan biridir aslında. Kadınlar olarak yaşananlardan ders çıkarmalı, güvenceli sonuçlar alana kadar sokakları terk etmemeli, eylemleri bırakmamalıyız.
Lübnanlı ve Filistinli kadınlar Beyrut’taki BM binası önünde Êzidî kadınların direnişine destek vermek ve 2014 yılındaki soykırım saldırılarının faillerinin yargılanması amacıyla eylem yaptı.
İsviçre’de kadın katliamlarına karşı mücadele veren Ni Una Menos (bir kişi daha eksilmeyeceğiz) inisiyatifinin 5. yılı kapsamında 3 günlük bisiklet turu başlatıldı. Eylemde TC’nin Kürt kadınlarını hedef alan katliamları ile İran devletinin kadın aktivistlere yönelik almış olduğu idam kararları teşhir edildi.
Almanya’da Kürt kadınlarının 2009’da kurdukları Uta Amara Kadın Buluşma Merkezi, mülteci ve göçmen kadınlara sağlık, hukuki ve sosyal alanda ücretsiz destek sunuyor. Almanya genelinden Kürt, Arap, Alman, Kosova ve farklı halklardan genç kadınların katıldığı, genç kadınların becerilerinin güçlendirilmesi, özgüven kazanmaları ve demokratik süreçlerde yer almalarının teşvik edilmesi amacıyla “Mor Demokrasi” adında bir etkinlik düzenlendi. Böylesi çalışmalar, sınır tanımadan derinleşen ve yayılan kadın karşıtı politikalar karşısında kadınların da sınır tanımayan bir örgütlenme ihtiyacına cevap olacak Dünya Kadın Konfederalizmi çalışması için anlamlıdır.
2024 yılı, Küresel Özgürlük hamlesi, Jineolojî ve Jin, Jiyan Azadî üçgeninde Dünya Kadın Konfederalizmi’ne daha da yaklaştığımız bir yıl oldu. Özgür, eşit ve adil yaşam isteyen kadınlar, arayışlarına cevabı bu üçgende buldular. Jineolojî, herkesin kendisini keşfedebildiği, esnek ve farklı kültürlerle bir ahenk oluşturduğundan, tüm kadınlar için bir çekim merkezi oldu. Güney Fransa’da, Latin Amerika, Kuzey Afrika, Galiçya, İngiltere ve Kürdistan’dan akademisyen, öğretmen, çiftçi, aktivist ve belediye çalışanlarının katıldığı Jineolojî’yi tanıtma, Jineolojî’nin kadın bilinci ve örgütlenmesine yönelik gücü, cinsiyetçilik, cins bilinci üzerine analizler yapıldı. Jineolojî Akademisi, kadınlar geleceği örüyor ağı ve Nagihan Akarsel için adalet inisiyatifi ortaklığında “Birleş-Herkes İçin Adalet” başlığıyla farklı ülkelerden çok sayıda kadının katıldığı uluslararası panelde ulus-devlet sisteminin desteklediği kadına yönelik şiddet, sömürgecilik, ırkçılık ve milliyetçiliğin baskı mekanizmalarına karşı farkındalık oluşturmanın önemine vurgu yapıldı.
Kadınlar Avrupa, Amerika, Ortadoğu, Asya ve Kürdistan’da birbirleri için eylem yaparak, ses vererek, bazen sadece bir selamla Dünya Kadın Konfederalizmi’ne giden yolun taşlarını daha da sağlamlaştırdılar. Kapitalizm, birçok kültürün kaybıyla, toprakla ve yaşamla olan bağların koparılmasına neden oluyor. Dünya Kadın Konfederalizmi’ni inşa etmek, kapitalizmin soykırım tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı bu kültürleri hayata döndürmektir. Kadınlar olarak tek tipleştiren faşizme karşı yaşamın çeşitliliği için çalışmalıyız. Devletler toplumu parça parça ederken kadınlar toplumun her kesiminde örgütlenerek, uluslararası düzeyde kadınların katıldığı eğitim ve tartışmaları geliştirmeliler.
Tecavüzlerin asıl amacı kadın şahsında toplumu bitirmektir!
Kadınlar 2024 yılına 8 Mart eylemleriyle coşkulu bir şekilde başlarken, Newroz bayramıyla bu coşku ve kadın enerjisini tüm yıla yayarak direnişleriyle, mücadeleleri, neşeleri, öfkeleriyle savaşa karşı barışı inşa etmek için sokaklardaydılar. Bu yıl tüm 8 Mart kutlamalarında esas gündem Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve kadın özgürlüğüyken, esas slogan da “Jin, Jiyan Azadî” oldu. Kadınlar sokaklarda, İmralı’dan başlayan tecridin kendilerine ve tüm topluma ulaştığını, bu tecrit son bulmadan üzerlerine çöken baskı ve zulmün son bulmayacağını haykırdılar. Bir zamanlar DAİŞ’in kara çarşaflarını giymek zorunda kalan Kuzey-Doğu Suriye’deki kadınlar, çiçekli fistanlarıyla halaya durup “özgür kadının iradesiyle soykırım, işgal ve tecrit siyasetini yeneceğiz” sloganıyla 8 Mart’ı kutladılar. Şengal’de ise TAJE “Li dijî qirqirina jinan bibe dengê xweparastinê” şiarıyla, tiyatro etkinliklerinden yürüyüşlere, katliamda katledilen kadınların ve şehitlerin resimlerinin yer aldığı sergilerle kutlandı. Bakur’da TJA öncülüğünde birçok kentte yürüyüşler ve etkinliklerle kutlanan 8 Mart, deprem bölgesindeki kadınlarla yaşadıkları travmaları aşmak, dayanışma köprüsü kurmak ve onların yanında olduklarını hissettirmek için mektup kampanyasıyla derin bir anlam kazandı. İstanbul’da binlerce kadın 22. Feminist Gece Yürüyüşünde “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyerek polis barikatlarını aşıp, yasaklı olan Taksim meydanına ulaştılar. “Jin, Jiyan Azadî”, “Her Çığlığın Arkasındayız” dövizleri, Sara, Rojbîn, Ronahî ve Silopiya’da katledilen kadınların resimlerinin olduğu, “Hep Kavgaydı Yaşamım” yazan pankartlar taşındı. Avrupa’da yaşayan Kürt kadınları da Jin, Jiyan Azadî sloganlarıyla birçok kentte kutlamalar gerçekleştirdi.
8 Mart, coşkulu bir biçimde geçerken, sadece halayların çekilip şarkıların söylendiği etkinliklerle sınırlı kalması bir yetersizliktir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadın emeğinin özgürleşmesi için, emeği erkeğe mal eden, bu emeği görmeyen ve kendisini bu emek üzerinde yaşatmaya çalışan erkek egemen sisteme karşı daha politik çağrıların, mesajların olduğu mücadele günü olmalıdır. Var olan coşku ve enerji politik hedef ve amaçlara kanalize edilmediğinde etkisiz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 25 Kasım eylem ve etkinliklerinde ise bu eksikliğin aşılıp önemli politik mesajların verildiği yansımıştır. Bu yanıyla kadına karşı şiddetle mücadele günü olan 25 Kasım eylemleri, kadınların iradelerine atanan kayyum şiddeti de dahil bütün erkek-devlet şiddetine karşı coşkulu geçti. 25 Kasımlarda kadın hareketinin ortaklaşarak her geçen gün artan şiddete karşı kararlar alması, beyanlarda bulunması, pratik adımlar atması önemlidir.
Kadın olmanın çok zor hale geldiği, kadınların “Sokakta yürürken hep arkamıza bakmak zorunda kalıyoruz” diyerek yaşadıkları durumu ifade ettikleri bir zamanda yaşıyoruz maalesef. BM kadın birimi dünyada her 10 dakikada bir kadının katledildiğini açıkladı. Türkiye’de de son aylarda neredeyse günde 3 kadın katlediliyor. Kadınların katledilme haberlerinin bir rutine dönüşüp durdurulmasına yönelik herhangi bir adımın atılmadığı her yerde, mücadele ancak kadınların kendi örgütlenmeleriyle gerçekleşebilir.
Almanya Adalet Bakanı Marco Buschmann, tecavüzün insanı sömürmediği için bireysel bir suç olduğunu ve AB düzeyinde yargılanmasının mümkün olmadığını savunuyor. Fransa ve Polonya da aynı fikirde. Almanya’nın vetosu nedeniyle Avrupa Birliği ülkeleri tecavüz tanımında anlaşamıyor. Böylesi bir ortamda devletten ya da devlet kurumlarından korunma beklemek, kendini erkeğin insafına bırakmak anlamına gelir ki bu zaten ölümle aynı anlamı taşır. Önder Apo, “Bir toplumda kız çocuklarına tecavüz ediliyor ve yüzlerce kişi buna dahil oluyorsa o toplum bitmiştir” belirlemesinde bulundu. Yani tecavüzü kişisel, herhangi bir erkeğin yapmış olduğu bir olay olarak ele almak yanlış olur. Onlar sadece tetikçidirler, asıl katil ise erkek devlet aklıdır. Birçok tecavüzcü çete liderinin Türk devlet yetkilileriyle fotoğraflarının olması tesadüf olmasa gerek. Devletin bilinçli bir politika olarak, toplumu bitirmek için tecavüzlerin önünü almadığını bilmek ve o temelde mücadele etmek gerekiyor.
Biri korucu 4 kişinin sistematik tecavüzüne uğrayan ve fuhuşa zorlanan bir kadının, saldırıdan bir buçuk yıl sonra dava açması üzerine, davayı “hayatın olağan akışına aykırı” bularak takipsizlik kararı veren savcıdan; Kayseri’de 5 yaşındaki bir kız çocuğunun tecavüz edildiği iddiası sonrası Suriyelilere ait iş yerlerine saldıran kalabalığı sakinleştirmek için tecavüze uğrayan çocuğun Türk olmadığını ifade eden il emniyet müdürü Atanur Aydın’dan ve bunun gibilerinden kadınları korumalarını nasıl bekleriz?
Erkeklerin takım elbise giyerek, pişman olduğunu söyleyerek “cinnet geçirdim, psikolojim bozuktu” gibi gerekçelendirmelerle en az cezayı aldıklarına şahit oluyoruz. Oysa şiddet ruhsal bozukluk değil, erkeğin güç sürdürme ve iktidar göstergesidir. Türkiye’de 2024 yılının ilk 5 ayında 138 kadın katledilirken, 120 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirdi, en az 14 çocuk katledildi, 8 çocuk ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Kadınlara etek boylarından ya da usturuplu davranmadıklarından kaynaklı tecavüze ve tacize maruz kaldıklarını söyleyen, çocukların uğradıkları taciz ya da tecavüz için somut delil isteyen bir devlet aklı, bunu yaparken kadını iradesiz kılmak kadar erkeğe dayanak yaratıyor, şiddetin önünü alabildiğine açıyor.
Bu nedenle hiçbir kadın ölümünü sıradan ya da doğal olarak ele almamak, faillerin erkek egemen sistem olduğunu ve bulduğu her fırsatta kadınlara saldırdığını görmek gerekiyor. Şüpheli olarak ifade edilen kadın ölümleri de erkeğin korunmak istenmesinden başka bir şey değildir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırladığı raporda, kadınların yüzde 47’sinin evli olduğu erkekler tarafından katledildiği ve 34 kadından 31’inin failinin de daha önceden suç kayıtlarının olduğu belirtildi. Bu cezasızlık politikaları, kadın ve çocuk katliamlarının önünü açarken, toplumsal yozlaşmayı derinleştiriyor. Tekirdağ’da cinsel saldırıya maruz kalıp, darp edilerek beyin kanaması geçiren 2 yaşındaki bebeğin yaşamını yitirmesi, annesinin ve komşularının yaşanan olayın içinde olması, babasının suç kaydının olması işte bu toplumsal yozlaşmanın sonucudur.
Erkek egemen sistemin kadın düşmanı politikalarına birçok ülkede rastlamak mümkün. Mesela Yunanistan’da eşine şiddet uygulayan erkelere daha önce çocukların velayeti verilmezken, baba hakkı lobisinin baskısıyla velayetin verilmesi kararlaştırıldı. Çocuk tecavüz şebekeleri hükümet üyeleri tarafından örtbas edildi, başbakanın danışmanlarından biri çocuklara tecavüzden hüküm giymiş olmasına rağmen hala görevdedir. İtalya’da 16 ila 70 yaş arasındaki kadınların yüzdü 30’u hayatlarında en az bir kez cinsel şiddete maruz kalmış. Her üç kadından birinin ya tecavüze uğramış ya da aile, ataerkil kültürü yücelten dinler tarafından cinsel şiddete veya istismara maruz kalmış olduğu Güney Afrika ise dünyanın tecavüz başkenti olarak bilinmektedir.
Tüm bunlara rağmen kadınlar, kadın kırım politikalarına karşı yıl boyunca sokaklarda, seslerini yükselttiler. Fransa’da kadınların mücadelesiyle kürtajın anayasal güvence altına alınmasına yönelik tasarı ezici bir çoğunlukla onaylandı. Hollanda hükümetiyse rıza dışı her türlü cinsel ilişkiyi tecavüz sayan ve yüksek cezalar veren cinsel suçlar yasası hazırladı.
Türkiye ve Bakur’da da kadınlara dayatılan hukuksuzluklara karşı kadın avukatların öfkelerini eylemlerle ifade etmesi, bu sürecin önemli ama yaygınlaştırılması gereken eylemlerinden biri oldu. Amed ve İstanbul barosuna üye kadın avukatlar son dönemde cezasızlıkla sistematik şekilde artan kadın katliamlarına dikkat çekmek ve takipçisi olmak için Jin, Jiyan Azadî sloganlarıyla eylemdeydiler. Yine Amed ve Mêrdîn büyük şehir belediyesi ile Amed ve Merdin barosu, şiddete maruz kalan kadınlara adli yardım hizmeti verilmesi amacıyla bazı eğitim çalışmalarını ortak yürütebilecekleri bir protokol imzaladılar. Toplumsal cinsiyete karşı çalışmaları güçlendirecek, işbirliğini açığa çıkaracak bir çalışma olması itibariyle de önemlidir.
Önder Apo’nun Kürt kadın hareketine kazandırmış olduğu en önemli kazanımlardan biri de eşbaşkanlık sistemidir. Siyasetten kültüre, sağlıktan eğitime, ekonomiden hukuka yaşamın her yanına sinen erkek egemen aklını değiştirmenin, her alana ve çalışmaya kadın gözüyle bakmanın garantisidir eşbaşkanlık sistemi. TJA’nın demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yerel yönetimleri esas alan, eşit temsiliyet ve eşbaşkanlık sistemi ile yaşamın her alanında “vardık, varız, var olacağız” şiarıyla seçimlere dair tutum belgesi açıklaması, kadınların irade beyanı olmuştur. Bu nedenle AKP-MHP faşist iktidarı, seçim çalışmalarında, kadınların yaşamın her alanında söz sahibi olacakları ve irade kazanacakları bu sisteme saldırmıştır. Agirî’nin Avkevir, Riha’nın Berecûk, ve Êlih’ın Aviske beldesinde DEM partiden istifa eden erkek eş başkanların durumu, iktidarın kadın özgürlükçü yerel yönetim anlayışına karşı özel savaş politikasının bir sonucudur. Kadın Özgürlük çizgisine saldırı olan kayyımlar, Kürdistan’da birçok kadın kurumunu kapatıp kahvehanelere dönüştürmüşken, seçimlerle beraber kazanılan belediyelerde ilk iş olarak bu kadın kurumlarının, atölyelerin ve çocuk kreşlerinin işlevli hale getirilmesi çok önemliydi. Konaklama, psikolog ve sosyolog desteği, el sanatları, kilim dokuma atölyeleri, dikiş-nakış kursları, oyun evlerinin yer aldığı Kadın Yaşam ve Dayanışma Merkezleri, Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüklerinin açılması, kendi imkanlarıyla üretim yapan kadınlarla hem dayanışmak hem de kadınların kazanç sağlaması amacıyla yapılan Kadın Emeği Buluşmaları, belediye aşevlerinin açılması önemli yerel yönetim çalışmalarıdır.
Kadınların en aktif çalışacakları alanlar şüphesiz belediyeler bünyesinde yürütülecek çalışmalardır. Kadın buluşmalarıyla, hayata geçirilecek projelerin kararının birlikte verilmesi, kadınların eleştiri, talep ve önerilerinin dinlenmesi, mahallelerin sorunlarının ve çözümlerinin birlikte tartışılması kadın belediyeciliği anlamında önemli bir çalışma tarzıdır. Bu buluşmaların daha fazla yaygınlaştırılıp gençlerle, çocuklarla ve yaşlılarla da buluşmalar yapılarak toplumun her kesimine ulaşılması önemlidir.
Diğer önemli çalışma, toplumda kadının yoksun bırakıldığı eğitim çalışmalarını, özellikle kız çocuklarını eğitme ve bilinçlendirme çalışmalarını en kutsal çalışma olarak ele almak olacaktır. DEM Parti Kadın Meclisi’nin, “özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, örgütleniyoruz” şiarıyla startını verdiği kampanyayla örgütlülüğü öz savunma olarak ele alması esas bir gündem olmuştur. Fakat kadın hareketleri bu kampanyalarla sadece kadınlarda bir hareketlilik yaratmayı değil, her kampanyayı bir akademi coşkusunda eğitim ve yenilenme yaratmayı, dönüşümü amaçlamalıdır. Dönüşümün olmadığı, kadınlara rutin gelen çalışmalar bir süre sonra ilk coşkusunu da kaybediyor, ancak her zaman yeni amaçlarla başlanan çalışmalar büyük başarı elde ediyor. Aksi takdirde yapılan kampanyalar zamanını aşamayacak ve bir zaman dilimi ile sınırlı kalacaktır.
Rojava, Maxmur ve Şengal’de de kadınlar 2024 yılı boyunca hem AKP-MHP faşist iktidarının saldırılarına karşı direndi hem de demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğü temelinde inşa çalışmalarını sürdürdü. Êzidî Kadın Meclislerinin Çatı Örgütü SMJE Brüksel’de Avrupa parlamentosunda “Soykırım tehdidi altındaki Êzidî toplumunun yeniden inşası” başlıklı konferans düzenledi. Êzidî kadınlar dışında Avrupalı örgütlerden şahsiyetlerin de katıldığı konferansta büyük bir cesaret ve özgüvenle konuşan Êzidî kadınlar, “Şengal’in özerk statüsü tanınsın, kaçırılan kadın ve kız çocukları bulunsun, Türk devleti yargılansın, KDP esir tuttuğu Êzidîleri serbest bıraksın, yeniden inşaya destek verilsin” taleplerini dünyaya duyurdular. Katliamdan geçirilmek istenen Êzidî kadınları Önder Apo paradigmasıyla kendilerini yeniden ve daha güçlü yarattıklarını tüm dünyaya gösterdiler.
Türkiye ve çetelerinin işgali altında olan alanlardan her gün kadın katliamları, taciz ve tecavüz haberleri gelmeye devam ediyor. HTŞ işgali altında olan İdlib camilerinde kadın düşmanı, çalışan kadının ahlaksız ve haram olduğu vaazları verilirken, genel ahlak polisi şubesinin kadınları keyfi nedenlerle gözaltına alabilecekleri, kadınların tüm yaşam ve çalışma alanlarına müdahale eden Genel Ahlak Yasası çıkarıldı. Buna karşı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Genel Meclisi, bölgedeki tüm bileşenlerin katılımıyla, kadınların ve çocukların haklarını garanti altına alan ve 134 maddeden oluşan Toplumsal Sözleşme’yi onaylayarak hayata geçirdi. Kadınların yüzde 50’sinin sözleşmenin hazırlanmasında yer alması ise Kuzey Doğu Suriye tarihinde bir ilk oldu. Kadınların liderlik pozisyonlarında yer alması, özgür bir yaşam sürmesi, ailede ve yaşamın her alanında haklarını elde etmesi gibi birçok konu sözleşmede yer alırken, halkın iradesini temsil eden, toplumda demokrasinin pekiştirilmesine katkı sunan bir anayasa olması açısından sadece Suriye krizine değil Ortadoğu krizine de çözüm umudu olacak önemli bir çalışmadır.
Rojava devrim alanları çalışmalarıyla sadece Kürdistan’ın değil tüm dünyanın dikkatini çekmeye devam ediyor. Tüm dünya kadınlarına ve ezilen halklara umut oldukları bilinci ve sorumluluğuyla çalışmalarını yapmaları önemlidir. Bu anlamda devrim alanlarında kadın şiddetini ortadan kaldırmak için “em hêvî ne, em aşitî ne” sloganıyla kadına yönelik şiddet ve katliamlara karşı mücadele kampanyası başlatılmıştır. Özgür yaşam mücadelesinde tüm yükü kadına yükleyerek, erkeğin dönüştürülmesini de sadece kadından bekleyen yaklaşıma karşı Kongra Star’ın toplumsal dönüşümü hedefleyen özgün erkek eğitimleri anlamlı ve yaygınlaştırılması gereken çalışmalardır.
İran rejiminin gazeteci Pexşan Ezîzî ve kadın hakları savunucusu Werîşe Muradî’ye verdiği idam kararına karşı KJAR’ın başlatmış olduğu ve Rojava Kadın Basın Birliği (YRJ) başta olmak üzere tüm kadın örgütlerimizin aktif katıldığı “İdama Hayır” kampanyası sürecin önemli etkinliklerinden biri olmuştur. Zeynep Celaliyan tahliye zamanı gelmesine rağmen tahliye edilmedi. Sağlık sorunu olan tutsaklar tedavi edilmezken, çeşitli baskı ve işkence uygulamaları devam etti. Türkiye cezaevlerinde kadın tutsaklar her giriş çıkışlarda çıplak arama ve ters kelepçe uygulamasına maruz kaldılar, hijyen paketleri verilmedi, kalitesiz petlerden kaynaklı birçok kadın hastalığa yakalandı, yemeklerden kaynaklı birçok zehirlenme vakası yaşandı. Ortak kurs, sohbet veya spora çıkmalarına izin verilmedi. Kadın gardiyan ve görevliler tamamen erkek zihniyeti ile kadınlara baskı ve işkenceler yaptı. Kadın tutsakların da İran ve Türkiye cezaevlerindeki bu uygulamalara karşı direnişi devam etti.
Başûr’da yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal kriz en çok kadınları etkiledi. Kadınlar büyük oranda evli olduğu erkek tarafından intihar süsü verilerek katledildi, intihara sürüklendi ve kimsesizler mezarlığına defnedildi. Kadınlar KDP’nin kendileri için mezarlık olduğunu, her kadının kimsesiz olduğunu, kadınları katledenlerin büyük oranının KDP üyesi olmasından kaynaklı yargılanmadıklarını ifade ediyor. Kadınların hakları ve korunması için açılan kurumlar ise kadın karşıtı politika izleyerek kadınların bu kurumlara gitmelerinin önü alınıyor. KDP, içerisine girmiş olduğu ihaneti, toplumun damarlarına sirayet ettirmeye çalışmaktadır. İhanet yoluyla toplumsal ahlak değerlerinden düşürdüğü insanları, her türlü kötülük yaptırabilecek duruma getirmektedir. Bu ihanet ağına takılanların sağlıklı bir aile ilişkisi yaşaması beklenemez. Bu nedenle Başûr’da kadın ölümleri her geçen gün artmaktadır.
Yine geçen yılın Ocak ayında Kerkük’te Zelal Hesekê arkadaşın, Ekim ayında da Kürt kadın gazetecileri Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn’in Süleymaniye’de faşist Türk devleti tarafından hedeflenip katledilmesi, bu vahşetin “PKK’liydiler” söylemiyle meşrulaştırılması da KDP’nin bu eşi benzeri görülmemiş ihanetini kanıtlar niteliktedir. Kürt kadınları ve dostları bu devrimci kadınların katledilmelerine karşı sesini yükseltmiş, yaygın bir biçimde tavrını ortaya koymuştur.
‘Kutsal Aile’ modeli; kadınları, çocukları ve aileyi katlediyor!
Sürdürülen savaşlar, kullanılan faşist dil, savaşa harcanarak batırılan ekonomi, Türkiye toplumunda ahlaki çöküşe giden birçok olayın yaşanmasına neden oluyor. Toplumda kutsal olarak görülen aile kurumu, kadınların ve çocukların katledildiği, tecavüze uğradığı, kaybedildiği bir kuruma dönüştürüldü. Türk Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 2024 yılı içinde erkeği kutsallaştırırken, kadını eve kapatan, “Aile ve Evlilik Okulu” ile “Baba Okulu” isimli iki projeyi, kadının bekarlık soyadını tek başına kullanamaması, nafaka hakkından mahrum bırakılması gibi yeni yasa değişikliklerini hayata geçirmeye çalıştı. Bu proje ve yasalarla erkeği ailenin mimarı ve tek otoriter gücü, kadını da evlendiği erkeğin mülkü yapıp, şiddet gördükleri erkeklere mahkum ederek, kendi deyimleriyle “kutsal aileyi” korumayı amaçlıyorlar. Geleneksel aile modelini topluma kabul ettirerek, bunun dışındaki birliktelikleri dışlamak, toplumsal şiddete maruz bırakmak istiyorlar. Ayrıca sözüm ona kadına yönelik şiddete karşı diyanet ile ortak çalışıp, şiddet gören kadınların çocuklarına manevi danışmanlık adı altında “değer eğitimi” verilecek. Yani erkek şiddetini kabul etmeyen kadın ve çocuklar bizzat devlet eliyle terbiye edilecek. İktidar, dini referanslarla kadınların ve çocukların hayatlarını kuşatıyor, erkek şiddetini meşrulaştırıyor.
Kutsal denilen bu aile modelleri içinde tacize, tecavüze uğrayan kadınlar ve çocuklar yaşadıklarını kabul etmediklerinde katledilerek olayın üzeri kapatılıyor. Böylece aile, tüm kötülüklerin içinde saklandığı bir kutu haline getiriliyor. 8 yaşındaki Narin’in küçük bir köyde katledilmesine rağmen, 4 aya yakındır hala katillerinin bulunamıyor olması, AKP-MHP faşist iktidarının kutsal aile modelinin sonucudur.
“Kutsal aile” dünyanın farklı ülkelerinde de aileyi koruma adı altında kadının iradesine, yaşamına, kararlarına müdahale eden bir model olarak hayata geçiriliyor. İtalya’da Katolik örgütlerin ve lobilerin aileyi koruma adına kürtaj hakkına karşı duruşları, kadının hayatına mal olan durumlara varıyor. İtalya’da kadına karşı ideolojik savaş, Katolik ve faşist kültürün temel direklerinden biri. İtalya nüfusu azalan bir ülke olduğundan, kadınların toplumda bir değere sahip olabilmesi için hem anne hem de iş kadını olması gerekiyor. Kadınların özgürlüğünün ancak annelik yapmaları halinde elde edilebileceği, kariyer yapmak için çocuktan ya da çocuk yapmak için kariyerden vazgeçmenin özgürlük olmadığı, özgürlüğün her ikisini de korkmadan yapmak olduğu, çünkü toplumun, devletin, kurumların buna ihtiyacı olduğu fikri yaygınlaştırılıyor.
Ulusa hizmet etmek, yolsuzluk ve saldırılara karşı savunmanın kriteri olarak öne çıkıyor. Kadınların ne kadar çocuk yapacaklarının kararını veren devlet politikaları, kadın bedenini insan üreme makinesine dönüştürmek ve işgücünün yeniden üretiminde kadınları boyunduruk altına almak istiyor. Böylece üreme doğrudan kapitalist birikimin hizmetine sokuluyor. Mesela Yunanistan’da doğum kontrolü ve kürtaj için ağır cezalar getirildi. Kadın bedeninin kontrolünü ele geçirmek için kadınların ayrıcalıklı alanı olan geleneksel tıp yasaklanıp ‘büyücülük’ olarak etiketlenirken, tecavüz neredeyse suç olmaktan çıkarıldı. Koreli kadınlarsa “Konfüçyüsçülüğe karşı 4B hareketi” ve “Korseden Kaçış hareketi” ile kadının kendisini erkeğe beğendirmesi için bedenine müdahalede bulunması gerektiğini dayatan güzellik algısını reddederek, cinsiyetçiliğe karşı mücadele ediyorlar. Birleşik Krallık’ta her üç günde bir erkekler bir kadını öldürüyor ve cinayetlerin %70’i aile içinde gerçekleşiyor.
Önder Apo ise kadın için kafese dönüştürülen sözde kutsal ailenin demokratikleşmesi gerektiğini belirtti. Köle kadın ve erkekten oluşan ailelerden demokratik toplumun gelişmesi beklenemez elbette. Bu nedenle kadınlar olarak, kadın ve çocukların söz, karar ve irade sahibi oldukları demokratik aile modelini geliştirmemiz gerekiyor. Böylesi dönüşümler yaşanmadan toplumsal değişimi talep etmek gerçekliğe uzaktır.
Özgür, eşit yaşamda ısrarcıyız, kadın yoksulluğuna karşıyız!
Enflasyon, işsizlik, yoksulluk toplumsal çürümeye bağlı cinayetler artarken, AKP-MHP yönetimi Başûrê Kurdistan’da çok sayıda askeri üs bulundurup işgalci savaşını sürdürüyor. Suriye milli ordusu üyesi on binlerce kişiye maaş silah ve lojistik sağlıyor. Ekonomik kriz büyürken, bütçenin yarıdan fazlasını silahlanmaya ve Diyanete aktarıyor. Bu iki alana hiçbir bakanlığa olmadığı kadar bütçe aktarılıyor. Pazarlarda ise artık toplayarak geçinmek zorunda kalan insan sayısı her geçen gün çoğalıyor. Marketlerde en temel ihtiyaçlara özel kilitler vuruluyor.
Dünya yoksulluğun kadın haline şahitlik ederken, Türkiye’de ve dünyada en temel sorunlardan biri eşit işe eşit ücret. Birleşik Krallıkta 35 okulda çalışan, çoğunluğunu öğretim asistanı ve kantin görevlilerinin oluşturduğu 1500 kadın memur, erkek meslektaşlarıyla eşit ücret almak için greve gitti. Kadın işsizliği ve yoksulluğu her geçen gün artarak devam ederken, kadının iş hayatından uzaklaşıp ekonomik anlamda birine bağımlı olması için üzerindeki baskı ve şiddet artıyor. İtalya’da her 10 kadından 4’ü mali açıdan eşine bağımlı olduğundan, erkekler mali kontrolü kadınlar üzerinde sağlamak için aile içi şiddete başvuruyor.
Suriyeli göçmen kadın ve çocuklar en kötü koşullarda, ucuz işgücü olarak çalıştırılıyor. İnsanlar işsizlik ve yoksulluğun suçlusu olarak göçmenleri görürken, bu durum toplumda nefret ve faşizmi körüklüyor, göçmen kadınlara karşı ayrımcı ve cinsiyetçi yaklaşımlar artıyor.
Türkiye’de her beş çocuktan birinin derin yoksulluk sorunları ile yüz yüze olduğu, son 11 yılda 695 çocuk işçinin çalışırken yaşamını yitirdiği, resmi verilere göre 853 bin olarak açıklanan çocuk işçi sayısının gerçekte 2 milyonun üzerinde olduğu belirtiliyor.
Türkiye’de patronlar, sendikaya üye olan kadın işçilerin, arkadaşlarıyla konuşurlarken fotoğraflarını çekip ailelerine vermekle tehdit ediyorlar. Sistemin örgütlü halktan ne kadar çok korktuğunu sendikalara üye olan işçileri işten çıkarmalarında görebiliriz. Kadın örgütleri sendikaya üye oldukları, sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları ve zam istedikleri için işlerinden atılan, patronun ve polisin şiddetine maruz kalan, grevde, direnişte olan işçi kadınlarla birlikte olmalı ve yalnız olmadıklarını bilmelerini sağlamalılar. Bu anlamda DEM parti kadın meclisinin “özgür eşit yaşamda ısrarcıyız, kadın yoksulluğuna karşıyız” kampanyası kapsamında Artvin’de çay toplayan kadınları, Denizli’de kadın tekstil işçilerini ziyaret ederek sorunlarını dinlemesi ve gündeme getirmesi önemli çalışmalardır.
Kadınların ekonomiden dışlandığı, fırsat eşitliğinin sadece erkekler arasında yaratıldığı bir dünyada, Rojava’da kadınlar kooperatiflerle, özgür kadın vakıflarıyla ekonomi alanına da öncülük ediyor. Tarım kooperatiflerinde 500, fırın, lokanta ve terzihanelerde 131 kadın çalışıyor. Kooperatif tarzı çalışma, kadın emeğine hakkını verirken, kadın dayanışmasını yayarak, kadınların toplumdaki yerini büyütüyor, kooperatif kültürünü topluma yayıyor. Bu çalışmaların rant ve çıkara dayalı ekonomi anlayışına karşı tüm Kürdistan ve Avrupa alanında da geliştirilmesi önemlidir.
Özel savaşa ve fiziki saldırılara karşı öz savunma!
Kapitalizm, anlam arayışımızdaki çatlakları doldurmak için devreye girerek, altın tozlu pahalı kahveler, uyuşturucu, alkol, pahalı restoranlarda pahalı yemekler gibi sadece tüketim kültürünü körükleyen bir yaşam tarzı yaratıyor. “Sadece bir kez yaşarsınız” doktriniyle, anı yaşamak adı altında anı tükettiriyor. Dijital medya fenomenleriyle, ucube kişiliklerin 24 saat boyunca nasıl yaşadıklarını izleterek, yaşamlarımızın onlar gibi olması gerektiği algısını yaratıyor.
Kara para aklamadan, örgüt kurmaya kadar birçok suçtan tutuklu bulunan dijital medya fenomeni Dilan Polat serbest bırakılırken yüzde 61 engelli 82 yaşındaki Makbule Özer, cezaevindeki kızına para gönderdiği için sedyeyle tutuklanan 75 yaşındaki Hatice Yıldız, 76 yaşındaki Hanife Arslan ve daha yüzlerce Kürt annesi cezaevinde tutuldu. Bu saldırıların asıl hedefi, kadın kimliği ve kadının toplumdaki rolüne, toplumun kültür, sağduyu, hakikat ve yaşam ilkelerine karşı savaş yürütmektir. Modernite güçleri toplumu kontrol altına almak ve biçimlendirmek için, kadınlara sadece birey olarak değil, sahip oldukları toplumsal rol ve taşıdıkları değerlerle ilişkilendirerek kadın iradesine saldırıyorlar. Reklamlardan modaya, donanmalardan ekonomiye, faşist, liberal partilerden muhafazakar partilere kadar ilk sırada kullanılan hep kadınlar oluyor.
Bu kirli politikaları kadın üzerinde yürütebilmenin en önemli aracı ise özel savaş oluyor. Kadınlar aşk, moda, güzellik gibi tuzaklı kavramlar üzerinden kandırılıyor, şiddete maruz kalıyor, katlediliyor. Sûr’da bulunan metruk ve normal evler kiralanıp genç kadınlara fuhuş yaptırılıyor. Polisler köşe başlarında gençlerin eline uyuşturucu madde verip sattırıyor. Devletin kendilerine dokunulmazlık tanıdığı birkaç aile ve korucu, fuhuş ve uyuşturucu ticaretini yapıyor, tüm şikayetlere rağmen sonraki gün serbest bırakılıyorlar. Wan’da Özcan Polat ve Apo Aslan isimli kişiler iş vaadiyle kandırıp, içki ve uyuşturucu yoluyla bağımlı hale getirdikleri kadınlar üzerinden erkeklerin uygunsuz videolarını çekerek erkeklerden para almak için şantaj yapıyorlar. Şehirde 16 bin uyuşturucu madde bağımlısı olduğu ifade ediliyor. Fuhuş ticareti ise masaj salonları adı altında yapılıyor.
Bu özel savaş ağı özellikle Rojava Kadın Devrimi alanlarında genç kadınları etkisi altına almaya çalışıyor. Dijital medya üzerinden aşk adı altında Kürt kadınlarıyla ilişkiye geçen MİT ajanları, fotoğraflarını istedikleri genç kadınları bu fotoğraflarla tehdit ederek ajan ağına çekmeye çalışıyor. Her gün devrim alanlarını bombalayarak insanlarımızı katleden, inşa çalışmalarını yok eden düşmandan aşk ve sevgi beklemek, hala içerisinde yaşadığımız gerçekliği anlamamaktır. Kongra Star gibi kadın örgütlerinin “burası devrim alanı, düşmanın özel savaş politikaları yoktur” gibi bir yanılgıya kapılmadan, genç kadınları ve aileleri bu konuda eğitmesi çok önemlidir.
Özel savaş Botan’da da her alana sirayet ederek, taciz, tecavüz, fuhuş, madde bağımlılığını geliştiriyor. Üniformalıların tacizine büyük tepki koyan Botan ve Gever halkı özel savaş politikalarının farkında olduğunu göstermiştir. Öz savunma noktasında bu bilinci ortaya koyarak bunun daha fazla örgütlenmesi gerekir. Colemêrg’de uyuşturucu ve fuhuşa zorlanan ve babası korucu, abisi astsubay olan okul arkadaşı tarafından darp edilme görüntülerinin dijital medyada yayınlanan genç kızın yaşadıklarını sadece akran zorbalığı olarak ifade etmek eksik ve yanlış bir değerlendirme olacaktır. Görüldüğü gibi Kürdistan’da kadınından erkeğine, gencinden yaşlısına devlete bulaşan herkes bataklığa bulaşmış demektir. Tıpkı Narin örneğinde olduğu gibi. Tüm köy, aile üyeleri ve akrabalar katili bilmelerine rağmen devletin büyüklüğü yalanının arkasına saklanarak susuyor ve 10 dakika içerisinde onlarca defa “devletimiz” diyerek kendi kirlerini de devletin kirleriyle örtmeye çalışıyor. Çeteleri yargılamayan devlet, haberleriyle çeteleri ortaya çıkaran Rabia Önver gibi kadın gazetecileri yargılıyor, Kürtçe şarkı söyleyip halay çektiği için insanlarımızı tutukluyor. Aynı faşist akıl Kürdistan’da ‘Kültür Yolu’ festivalleri adı altında gençlerimizi zehirliyor, festivallerde kız çocuklarını taciz ediyor.
Elbette bu özel savaşa karşı önemli bir karşı duruş da vardır. Bu kapsamda bazı örnekler vermek gerekirse; TJA ve DBP Kadın Meclisi’nin birçok kentte kadınlarla düzenledikleri özel savaş konulu atölyelerinde en büyük özel savaşın tecrit olduğu, özel savaşla sadece fiziki saldırıya maruz kalmadıkları, iradelerinin ve zihinlerinin de saldırı altında olduğu ifade edildi. Atölye çalışmalarında, özel savaşın tanıkları olan kadınların yaşadıklarını ve gördüklerini anlatarak gerçekliği herkese göstermeleri, özel savaşın boyutlarının kavranması ve düşmanın hangi yöntemlerle kadınlara yaklaştıklarını anlamak açısından sağlıklı bir çalışma olmuştur.
Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu İzmir’de 14 Şubat sevgililer gününde “bu coğrafyada her gün kadınlar katledilirken bizden tozpembe reklamlarınıza, sevgililer gününüze kanmamızı beklemeyin. Bugün herkes aşkı kutsuyor, hangi aşk? 2023 yılında 315 kadın katledilmişken hangi aşk bu?” diyerek katliamlarını maskelemek için böyle sembolik bir gün icat eden erkek aklına anlamlı bir cevap vermiştir. Yine Jineolojî Dergisi’nin Wan’da “21. Yüzyılda Erkek Egemen Sisteme Karşı Mücadele Politikası ve Yöntemleri” başlıklı çalıştayda “Cinsiyetçi saldırılara karşı ortak öz savunma bilinci” konusunu ele alması, kadınların sorunların tahliliyle beraber çözüm gücü olması açısından anlamlı bir çalışma oldu.
Sanat, kadınlara karşı özel savaş aracı olarak kullanılıyorken, en temel öz savunma bu alandaki boşlukları doldurarak, kapitalist sistemin saldırılarını boşa çıkarmaktır. Kadından mahrum bırakılan sanat alanına karşı, kadınlar üzerindeki erk politikalara ve baskıya tiyatro oyunlarıyla, sergi, resim, müzik gibi sanatsal faaliyetlerle dikkat çekilmesi gerekir. Bu yıl ilk defa Amed şehir tiyatrosu ve kadın kültür sanat edebiyat derneği “ber bi rojê ve” şiarıyla ortaklaşa kadın tiyatro festivali yaptı. Seqiz, İran, Kerkük, Irak’tan da tiyatroların sergilendiği festivalde kadınların yaşadığı sorunlar ve mücadele tiyatro yoluyla işlendi. Bu çalışma Kürdistan kadınlarının ulus-devletlerin parçalama çapalarına rağmen sınırları aşarak birlikte üretebilmelerinin anlamlı bir örneğidir aynı zamanda. Kırmanşan’ta sahnelenen, neredeyse tamamında kadınların yer aldığı, tecavüze uğrayan bir kadının tecavüz öncesi ve sonrası neler yaşadığını anlatan Astvar Nader Wazifeshanas tiyatro oyunu, kadınların yaşadıklarını sanatla anlatmak açısından önemli çalışmalardandır. Sanat aynı zamanda bir hafıza oluşturuyor. Kadınların bu alandan yoksun bırakılmaları hafızasız bırakılmaları anlamına da geliyor. Unutmamak ve unutturmamak açısından da kadınların sanatsal çalışmalara daha fazla yüklenmesi gerekir. Berlin’de Dersim’in kayıp kızlarının, Jina Emini’nin, Cumartesi Annelerinin resimlerinin gösterildiği, şehitler adına şiirlerin okunduğu, Kürt kadın sanatının direnişine ilişkin panel, film, sergi çalışmalarının yapıldığı festival, gençliğin hala kayıp olan Gülistan Doku için futbol turnuvası düzenlemesi unutmamak ve unutturmamak için anlamlı çalışmalardandır.
‘Çocukların eğitimi asla devletlerin eline bırakılmamalı’
Önder Apo daha önce İmralı’da çocukların eğitimi için “Belediyeler kendi komünal projelerini oluştururken eğitim konularına da yoğunlaşmalıdır. Çocukların gerekli eğitimi görebilmesini herkes önemsemelidir. Belediyeler bunu başarabilirse bir fark yaratabilir. Kadınlar kendi örgütlülüklerini yaratmak kadar, küçük kız çocukları dahil bütün kadınların eğitimleriyle ilgilenmeliler. Her kadın 20-30 çocuk eğitsin. İlla kendi çocuğu olması gerekli değil, tüm çocuklar bizim çocuklarımızdır. İşte sosyalizm, demokrasi budur” değerlendirmesini yapmıştı.
Devletlerin nasıl bir toplum tahayyülü olduğunu anlamak için, eğitim sistemine bakmak anlamlı ve yeterli olacaktır. Bu nedenle bütün faşist iktidarların yönetime geldiklerinde ilk yaptıkları işlerden biri, eğitim alanında değişiklik yapmaktır. Mesela Yunanistan’da eğitim bakanlığının adı Eğitim ve Din Bakanlığı olarak değiştirildi ve bakan aşırı muhafazakar dindar bir kadın oldu, müfredat muhafazakar hale getirildi.
Eğitimde eleştirel düşünceden uzaklaşıldıkça, ekonomik zorluklarla mücadele eden gençlerin milliyetçilikle sarmalanarak, kadın ve çocuk cinayetlerinin normalleştirildiğine, göçmen ve ezilen kimliklerin sürekli öteki olarak gösterildiğine tanık oluyoruz. Fransa’da yüksek eşitlik konseyi, “Cinsiyetçiliğin kökleriyle mücadele” başlıklı raporunda, cinsiyetçi davranışların özellikle genç erkekler arasında artış gösterdiğini açıkladı. 25-34 yaş arası erkeklerin yüzde 28’i erkeklerin patron olmaya daha uygun olduklarını düşünüyor.
Toplumda ataerkil kültürle ilişkili olarak aile içinde bir şiddet sorunu var. Kadına yönelik şiddet ve taciz suçlarının büyük kısmının yakın çevrelerinden ve aile içinden geldiğini görüyoruz. Böyle bir ortamda çocukların sosyalleşmeleri ve iyi bir eğitimden geçmeleri gerekirken, mahalle ve okulda bu şiddet yeniden üretiliyor. Herkesin ulaşabileceği bir eğitim ya da gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri gerçek anlamda sosyal etkinlik olmadığından gençler arasında suç tetikleniyor. AKP-MHP faşist iktidarının “Maarif Eğitim modeli” ile 22 yılda sokaktaki suç oranlarında azalma olmazken aksine çok büyük bir artış yaşanmıştır. Türkiye istatistik kurumunun 2014 ile 2023 arasını kapsayan verilerine göre Türkiye’de suça sürüklenen çocuk sayısı 9 yılda yüzde 70 artışla 30 bin 498’den 52 bin 84’e yükseldi. Çocukların karıştıkları olaylar ise bir önceki yıla göre yüzde 20.5 arttı. Dosyalar arasında 14 yaşında olup 33 suç dosyası olanlar var. Bu durumda asıl suçluları ve asıl yargılanması gerekenleri en iyi anlatan “bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” diyen Rakel Dink olsa gerek.
Okul öncesi eğitimde din dersi zorunluluğu, diyanetin dindar nesil yetiştirme amaçlı 4-6 yaş arasındaki çocuklar için binlerce kurs açarak ekonomik açıdan dezavantajlı olan ailelerin çocuklarını özel olarak seçmesi, kayıt ücreti almamasındaki amaç, Türk, Sünni ve tekçi bir toplum yaratmaktır. Peygamber Sevdalıları Vakfı, Türkiye ve Kürdistan’da birçok okulda yarışmalar düzenleyerek kazananlara saat, bilgisayar, bisiklet gibi ödüller vereceğini açıkladı. Bu, insanların evlerini yıkıp iyilik olsun diye çadır vermeye benziyor. Ekonomik sıkıntılardan kaynaklı geçinemeyen öğrenciler intihara sürüklenirken, ekonomiyi gerekçe göstererek okullarda çocuklara bir öğün yemek vermekten aciz olan AKP-MHP faşist iktidarı, 2024 yılında savaşa ayrılan bütçeyi yüzde yüz altmış beş arttırabiliyor.
Mesleki eğitim adı altında öğrencileri sömüren, hakarete maruz bırakan, kötü çalışma koşullarıyla hayatlarını tehlikeye atan Eğitim Bakanlığı, Mesleki Eğitim Merkezlerinde (MESEM) öğrencilere haftanın dört günü çalışma zorunluluğu getirdi. İşçi sağlığı ve iş güvenliği meclisinin paylaştığı rapora göre, AKP döneminde en az 931 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını kaybetmiş.
Yine bu iktidar döneminde okullara “şort giyen ve başını kapatmayan kıza müdahale ederiz” diyerek, birer ahlak polisi gibi çalışan müdürler atandı. Boğaziçi’ne atanan kayyum ise ilk iş olarak “cinsel tacizi önleme komisyonunu” kapattı.
Av. Dilek Ekmekçi, tecavüze uğrayan Edanur Kaplan’ın intiharından sonra, Emniyet müdürlerinin sahip olduğu otellerde, devlet yurtlarındaki kızlara fuhuş yaptırıldığını açığa çıkardı. Ayhan Bora Kaplan gibi çete örgütleri, emniyet müdürleri, dernek yöneticileri, MHP teşkilatından birçok kişi bu fuhuş şebekesinde yer alıyor. Mardin’de din öğretmeni olan ve Nusaybin kayyumu tarafından müdür olarak atanan eski TÜGVA Vakfı başkanı Mesut Çetin, üç öğrenciye tacizde bulunmasına rağmen serbest bırakıldı. Bunlar yaşananlardan sadece birkaçı. Yıl boyunca bunun gibi yaşanan binlerce örnek, öğrencilerin kendilerini okullarda güvende hissetmemelerine, özellikle de kız çocuklarının eğitim hayatının sonlanmasına neden olmaktadır.
Habitat Derneği’nin yaptığı 2023 anket çalışmasına göre gençlerin yüzde 60’ı kendini güvende hissetmiyor. Erkeklerin yüzde 30’u genç kadınların da yüzde 45’i yaşadıkları yerde hava karardıktan sonra kendilerini güvende hissetmiyorlar ki buna okullar da dahil. Son olarak Rojîn Kabaiş Van Yüzüncü Yıl Üniversitesine kayıt yaptırdıktan bir gün sonra kayboldu ve cesedi Van gölünde bulundu. Aileler bu korku ortamında kız çocuklarının okumalarını engelliyor ve küçük yaşta evliliklerin önü açılıyor. TÜİK verilerine göre 2002’den 2023 yılına kadar 19 yaş altında doğum yapanların sayısı 2 milyon 88 bin 925. Bunların 557 bin 49’u 17 yaşından küçükken, 21 bini ise 15 yaşından küçük.
Rojîn’in katledilmesine karşı Ardahan’dan İstanbul’a kadar birçok üniversitede “biz gücümüzü birbirimizden alıyoruz” denilerek katillerden hesap soruldu. Kampüsten sokağa kadınların isyanlarının büyüyor olması çok anlamlıdır. Ancak daha anlamlı olan genç kadınların öz savunmalarını ve örgütlenmelerini gerçekleştirerek katliam olmadan tedbirlerini güçlendirmeleridir.
Buna karşı ailelerin eğitimleri de en az çocukların eğitimi kadar anlamlı olmaktadır. Bu anlamda Bozova Belediyesi kadın merkezinin, çocuk istismarına dikkat çekmek için belediye personeline dönük düzenlediği panel anlamlı bir çalışmaydı. Ailelerin, çocukları nasıl eğitmeleri, dinlemeleri, tartışmaları gerektiği konusunda bilinç kazanması yerel yönetimlerin en temel çalışmaları arasında olmalıdır. Bunun gibi örneklerin çoğalması ailelerin, kadınların kendilerini eğitirken çocuklarını da eğitebilmesi, şiddet olaylarından gündelik hayata, eğitimden dijital medyaya kadar çeşitli alanları etkilemiş olan ataerkilliğin ve faşizmin etkilerini kıracaktır. Yine Reqa’da çocuk hakları için özerk yönetim kadın konseyinin, “sağlıklı bir nesil için çocukları koruyalım, bilinçlendirelim” şiarıyla başlattığı kampanya kapsamında yaptığı toplantılar, şenlikler, eğitimler ve farkındalık programları, anlamlı ve arttırılması gereken çalışmalardır.
‘Toprağımızı yok ederlerse bizi de yok ederler’
Önder Apo “En büyük yurtseverlik ağaçlandırmak ve ormanlaştırmaktan geçer” diyerek ekolojik çalışmayı devrimden, devrimi yurtseverlikten ve kadın özgürlüğünden kopuk ele almadığını ortaya koymuştur. Ekolojik mücadele kadınların en temel mücadelesidir. Özgür toplum ancak ekolojik olmakla mümkündür. Önder Apo bu yaklaşımını şu sözlerle çarpıcı ortaya koymuştur: “Sınıflı uygarlıkla birlikte insanlık gerilemiştir. Bunu aşmak için ekolojik devrim gerekiyor. Ekolojik devrim insanın doğayla çelişkisini çözmektir. Devrimsel bir olaydır. Bu Türkiye’deki çevrecilerin yaptığı gibi çer-çöp toplamakla değil, ekolojik devrimle olur. Bu bir devrimsel yaklaşımla çözülür. Bunun için yeni bir ahlak, yeni bir barış kültürü gerekiyor.”
Ekoloji; çıkar savaşlarından, faşizmden en fazla etkilenen alanlardan biri oluyor. Dünya çapında her hafta 4 kişi sadece topraklarını ve ormanları korumaya çalışırken katlediliyor. Geçen yıl doğal alanları koruyan 200 insan katledildi. 89 yaşındaki Arevalo Lomas şifacı ve Peru Amazonlarındaki Shipibo Konibo yerli halkının kadın lideriydi. Katledilmeden kısa süre önce “Toprağımızı yok ederlerse bizi de yok ederler” demişti. Yaratılan tahribatların sonucunu en iyi anlatan ifade bu olsa gerek. Çünkü insan topraktır, ağaçtır, havadır, sudur. Bunlar yok edilirse, insan da yok edilmiş demektir. Kanadalı yazar Gabor Mate’nin deyimiyle toprakla, doğa ve diğer insanlarla olan bağlarımız koptuğunda uyuşturucu, alkol ve tütünün yanı sıra akıllı telefonlar gibi şeylerle ilişkimizi denetleyemeyecek şekilde bağımlı olmaya başlarız.
Kentleşmenin arttığı, köylerin yok olma derecesine geldiği günümüzde hastalıkların bu denli artmasının en temel sebebini topraktan kopmamızda aramak gerekir. Temiz hava, su, toprak herkesin hasret kaldığı en temel değerler durumunda. Sağlığın bu denli sorun haline gelmesi, özellikle de psikolojik sorunların bu denli artması, elbette şehir yaşamından kopuk ele alınamaz. Günün her saatinde kameralarla izlenerek denetim altında tutulduğumuz, hareketlerimizi tekdüzeleştirmek için inşa edilmiş izole binalarda yaşarken sağlıklı olmamız nasıl beklenebilir ki? Marsilya’nın en yoksul mahallelerine 500 yeni kamera döşenmesi, gözetlenme hissi yaratmaktan başka nasıl ifade edilebilir?
1785 yılında Jeremy Bentham tarafından “bütünü gözlemek” anlamına gelen “panoptikon” adında hapishane modeli inşa edilmişti. Hapishanenin neresinde olursan ol gözlem kulesinden görülebilen, mahpuslara her zaman izlendikleri korkusunu veren yapılar. Bir hapishane olarak inşa edilmiş olsa da bugün şehirler hepimiz için bir panoptikon değil mi? Daha kötü olanı ise kadınların bu hapishanelerde yaşadıkları olsa gerek. Bu kadar izleme sisteminin olmasına rağmen, kadınlar en çok şehirlerde katlediliyor. Erkek egemen sistem, özellikle de şehirlerde kendisine teslim olmayan kadınları katlediyor ve intihar ettiğine dair algı yaratıyor. Oysa bu kadınları tanıyan herkesin ifadesi aynı: “O, intihar edecek bir kadın değildi.” Kadınlar gökdelenlerden, apartmanlardan, tarihi surlardan atılıyor, kafaları kesiliyor, sularda boğuluyor ama her ne hikmetse her şeyi gören bu büyük göz, kadını katleden erkeğe karşı hep kapalı oluyor.
Bu nedenle içinde yaşadığımız yapıların inşasından, parklar ve yeşil alanlarda yaratılan tahribata kadar hiçbir şeyi sadece çıkar ve sermaye amaçlı değerlendirmemek gerekir. Mesela AKP-MHP faşist iktidarı son olarak sokak hayvanlarının katledilmesine dair bir yasa çıkardı ve tüm itirazlara rağmen uygulamaya koydu. Önder Apo “Hayvanları sevmeyenin insanları sevmesi beklenemez” değerlendirmesinde bulunmuştu. Bu yasanın çıkmasından sonra insanlar sokaklarda hayvanları işkenceyle, canlı canlı torbalara koyarak, can çektirerek öldürmeye başladılar ve maalesef aynı dönemde kadınların öldürülme haberlerini daha fazla duyar olduk.
Doğa, ormanlar, hayvanlar, dereler, hepsi toplumsal hafızanın toplamıdır. Bunlara karşı yapılan her saldırı, rant amaçlı olduğu kadar var olan toplumsal hafızayı yok etme amaçlıdır. Hafızası yok edilen toplumun kendisi de yok edilmiş demektir. Bu saldırıları en fazla Kürdistan’da yaşamaktayız. Faşist Türk devleti Bakur’dan Başûr’a Rojava’ya kadar tüm Kürdistan’da doğa kırımı yapıyor, ormanları yakıyor, ağaçları kesiyor, yaylaları yasaklıyor, maden adı altında dağları patlatıyor, dereleri kurutuyor, tarihi alanları yok ediyor, kutsal alanları tahrip ediyor, dağlarımızı bombalıyor. Kadın devriminin, toplumsallaşmanın ve ahlaki değerlerin alanı olan tarım ve hayvancılığın bitirilmesi için elinden geleni yapıyor. Kürdistan’ı insansızlaştırırken insanlarımızı Kürdistansızlaştırmak istiyor. Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın madeninde yaklaşık 10 milyon metre küp siyanürlü toprak çöktü, 9 insanımız yaşamını yitirdi, siyanürlü toprak Fırat Nehri yatağına aktı. İran’da da Kürtlerin yoğun yaşadığı Güney Horasan Eyaleti’ndeki kömür madeninde metan gazı patlamasında 30’dan fazla insanımız hayatını kaybetti. Yine İran rejimi de Kürdistan’daki ormanları belli bir plan dahilinde yakıyor, yok ediyor, coğrafyaya büyük zararlar veriyor.
Bu felaketlerin hiçbiri doğal olarak ifade edilemez. Deprem bölgesinde enkaz kaldırma çalışmalarında yeterli miktarda su kullanılmamasından kaynaklı artan asbest miktarı kanser, solunum yolu hastalıklarını tetikliyor. Yine depremden sonra ölüm hızının en yüksek olduğu il binde 18,0 ile Adıyaman, binde 17,1 ile Hatay, binde 14,8 ile Maraş oldu. TÜİK’in 14 Haziran 2024 tarihinde açıklamış olduğu intihar verilerinde de Adıyaman birinci sırada yer aldı. Yaşamın kutsal olduğu bu topraklarda intihar ciddi bir halk sağlığı sorunu değil midir? Türkiye ve Kürdistan’da 2002- 2022 arasında intihar edenlerin sayısı 65 bin 545 olarak açıklandı.
Yaşamın her alanında kadınlara, devrimci demokratik güçlere karşı yasak ve cezalar uygulayan devlet, eğitimden, hukuka, ekonomiden sağlığa her alanda çetelere kapılarını açtı, dijital medyada reklamlarını yapmalarına olanak sağlayarak Türkiye’yi bir çete devleti haline getirdi. En son bebek hastaları anlaşmalı oldukları özel hastanelerin yeni doğan ünitelerine gönderip, haksız kazanç edinerek, bazı bebeklerin ölümlerine neden olan yeni doğan çetesiyle yüz yüze kaldı bu toplum. Toplumun en temiz ve masumu olan bebeklerin bile vicdanlar biraz olsun sızlamadan, para için katledilmelerine tanık oluyorsak, sebebi AKP-MHP çete iktidarının toplumu yozlaştıran politikalarında, cezasızlık uygulamalarında aramak gerekir. Bu faşist iktidar hasta bir toplum yaratmak için elinden geleni yapıyor. Türkiye’de depresyon, anksiyete ve yeme bozukluğu gibi ruhsal hastalıkla mücadele ettiğini söyleyenlerin oranı, yüzde 40 olan ABD’den sonra yüzde 38’le ikinci sırada.
Bu talan ve yıkıma karşı belli bir mücadele vardır. Amed’in Pasur ilçesinde bulunan Hasandin yaylasında hayata geçirilmek istenen maden projesine karşı halkın direnişi önemliydi. Yine Şemrex ve Xana Axpar arasında çıkan ve 15 insanımızın hayatını kaybettiği yangından etkilenen köylülerle dayanışmak için bir araya gelen bölgedeki çobanların “biz bize yeteriz” kampanyası altında topladıkları hayvanları köylülere dağıtması ahlaki ve politik toplumun direniş ve dayanışma örneği olmuştur. Gundike Melê belediyesinin meraların yasaklanmasından ve ekonomik krizden etkilenen hayvancılığın teşviki için çobanları işe alması, tüm belediyelerin hayata geçirebileceği bir örnektir. Daha yaşanılır şehirler için Van Büyükşehir Belediyesi tarafından “Duyarlı Toplum, Temiz Van” sloganıyla başlatılan temizlik seferberliği, “Şarkılarımız Güzel Bir Doğa İçin” sloganıyla gerçekleşen konser, Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi Tarım ve Sulama Konseyi’nin toplumsal ekonomiyi geliştirme kapsamında “Birlikte Ekolojik, Komünal Tarımı Yaratalım” sloganıyla gerçekleştirdiği tarım forumu gibi çalışmaları anlamlıdır.
Dünyanın birçok yerinde doğal tıpla uğraşan kadınlar cadı avı altında katledilirken Kuzey ve Doğu Suriye’de sağlık alanının önemli parçası olan alternatif tıp çalışmalarının kurumsallaşması ve ürünler ortaya çıkarılması önemlidir. 21 farklı hastalığın tedavisinin doğal yöntemlerle yapıldığı Jiyan Alternatif İlaç Merkezi, bu kurumlardan biri. Kongra Star örgütüne bağlı sağlık meclisinin kadınlar için ilk yardım, doğal tedavi ve fizik tedavi yöntemlerinin öğretildiği kurslar açması, kendine yetebilen, kendini tedavi edebilen bir toplumu geliştirmek açısından anlamlı çalışmalar olmuştur.
Sonuç olarak; şüphesiz yıl içerisinde gerçekleşip de değinemediğimiz çok değerli ve önemli birçok eylem, etkinlik ve çalışmalar yapılmıştır. Ancak genel anlamda denilebilir ki yıl boyunca çok anlamlı sözler söylenip birlikte güçlenmenin ve mücadele etmenin yolunda kararlıca yürünmüş, kadın arkadaşlığı ve yoldaşlığı daha perçinlenmiştir. Yürüdüğümüz özgürlük yolu daha çok uzun ve zorlu. 2024 yılı zorluklarıyla ve bu zorluklara karşı kadın direnişiyle kadın özgürlük mücadelemizde önemli bir aşama olmuştur. Bu anlamda 2024 yılının sonuçlarını daha kapsamlı ele alıp değerlendirmek, eksiklerimizi tamamlamak, daha kolektif ve sonuç alıcı bir mücadele perspektifiyle 2025 yılına yüklenmek hepimizin temel sorumluluğu olmaktadır.