Miladi 2024 yılının sonuna geliyor 2025 yılına girmeye hazırlanıyoruz, çok açık ki Kürt halkı ve tüm insanlık 2024 yılında da yaşanan yoğun kriz kaos ve savaş ortamında çok ağır bir baskı zülüm ve sömürü yaşadı. Tabi buna karşı da başta kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen halklar özgürlük ve demokrasi için büyük mücadele verdiler. 2024 yılı, yeni yıla böyle bir süreci devrediyor.
Kapitalist modernite sisteminin kriz, kaos, çatışma ve savaş durumu daha çok derinleşip yaygınlaşarak baskı sömürü ve zulmü artırırken; kadın ve gençlerin, işçi ve emekçilerin, tüm ezilenlerin özgürlük ve demokrasi mücadeleleri de dünyanın dört bir yanında daha çok birbiriyle dayanışma içine girerek gelişme gösteriyor. 2025 miladi yılında bu temelde geçeceği, yoğun mücadelelere sahne olacağı daha şimdiden açık bir biçimde görülüyor. Bunlar temelinde öncelikle herkesin miladi yeni yılını kutluyor, 2025 yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.
Bilindiği gibi insanlık miladi 2024 yılına 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Gazze Savaşı’nın derin etkisi altında girdi. Söz konusu savaş 2024 yılı başında ve ortalarında da yoğunlaşarak ve derinleşerek sürdü. Sonunda İsrail saldırıları altında ağır bir tahribatı yaşayan Gazze’de on binlerce insan katledilirken milyondan fazlası da Gazze’yi terk etmek zorunda kaldı. Sonuçta Hamas, İsrail saldırıları karşısında dayanamayarak ağır bir darbe yedi. Gazze’de Hamas’ın darbe yemesi ardından giderek savaşın seyri Lübnan’a kaydı ve Lübnan Hizbullah’ıyla İsrail arasındaki düşük yoğunluklu çatışmalar giderek artış gösterdi. Ekim başından itibaren ise artan İsrail saldırılarıyla çok yoğun ve şiddetli bir savaş durumu ortaya çıktı. Birkaç hafta gibi çok kısa bir sürede etkili teknik ve taktik kullanan İsrail saldırıları karşısında Lübnan Hizbullah’ı da ağır bir darbe yedi.
Bu savaş süreci 27 Kasım 2024 tarihinden bu yana da Suriye üzerinde yoğunlaşarak devam etti. İdlib’ten Halep’e dönük saldırı başlatan HTŞ ve SMO güçleri on gün gibi kısa bir sürede Şam’ı ele geçirerek Esad yönetimini düşürdü ve 60 yıllık Baas iktidarına son verdi.
Miladi 2024 yılının sonuna doğru gidilirken Suriye’de ortaya çıkan bu son durum herkes tarafından tartışılıyor, anlaşılmaya ve kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirilmeye çalışılıyor. Suriye’de nasıl bir yönetimin şekillendirileceği ise henüz tam netleşmemiş bulunuyor. Küresel ve bölgesel düzeyde yoğun diplomasi trafiği var, bu temelde görüşmeler ve toplantılar yapılıyor. Suriye’de ortaya çıkan durumu yönetecek bir mekanizma oluşturulmaya çalışılıyor.
Birçokları Gazze ve Lübnan ardından Suriye’de ortaya çıkan bu sonucun da 7 Ekim 2023’te başlayan sürecin sonu olmadığını, mevcut saldırı durumunun yayılarak devam edeceğini, sırada Irak’ın bulunduğunu, İran’ın ve giderek Türkiye’nin benzer yönelimlere hedef olacağını, 2025 yılının bu temelde çok daha yoğun bir savaş ve daha ileri düzeyde bir değişim yılı olacağını değerlendiriyorlar. Zaten 2023’ten bu yana 2025 yılının Ortadoğu bölgesinde tıpkı Birinci Dünya Savaşı içinde ve sonrasında olduğuna benzer köklü değişimlere sahne olacağı da tartışılıyor.
Bilindiği gibi miladi 2024 yılına Kürt halkı da 10 Ekim 2023 yılında ilan edilen ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununun çözümünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde girmiş bulunuyor. Böyle bir hamlesel mücadeleyi daha önceki dönemlerde yaşanan mücadelelerde hazırlamış oluyor. Özellikle 1 Ekim 2023’te gerillanın Ankara eylemiyle böyle bir sürecin temelleri daha güçlü bir biçimde oluşturulmuştur.
Sonrasında Küresel Özgürlük Hamlesi’nin başta yurtdışı olmak üzere dört parça Kürdistan’da yaygınlaşarak devam ettiği, yine bireysel ve örgütsel düzeyde yeni katılımlarla özellikle gençlik ve kadın konferansları ve eylemleriyle gelişen hamlesel sürecin giderek kitleselleştiği, 2024 yılına böyle çok yönlü bir eylemlilik içinde girildiği 15 Şubat komplosunun yeni yıldönümünün Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde zirve düzeyinde eylemlerle karşılandığı 17 Şubat’ta gerçekleşen Köln mitingiyle de hamlede yeni bir dönemin başlatıldığı biliniyor. O günden bu yana da daha çok yaygınlaşarak eylem yöntemleri bakımından zenginleşerek daha çok büyüyüp çok yönlü hale gelerek Küresel Özgürlük Hamlesi devam etmiş bulunuyor.
Bunun dört parça Kürdistan’da ortaya çıkardığı sonuçları var, dünyanın dört bir yanında yol açtığı gelişmeler var. En önemlilerinden biri de 31 Mart 2024’te Türkiye’de yapılan yerel seçimler ve bu seçimlerin Kuzey Kürdistan’da AKP-MHP faşizminin ağır yenilgisiyle sonuçlanmış olmasıdır. O günden bu yana da hem ideolojik ve siyasi düzeyde hem toplumsal boyutta ham de gerilla ve öz savunma savaşı temelinde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi devam ederek sürüyor. Miladi 2024 yılı tamamlanırken söz konusu hamle zirvede seyrediyor.
23 Ekim 2024 tarihinde yeğeni Ömer Öcalan’ın Önder Apo ile görüşmesi gerçekleşerek hamle İmralı tecrit sisteminde önemli bir gedik açmayı başarmış durumdadır. Bütün bunların anlamı Kürt kamuoyunda Türkiye’de ve dünya düzeyinde çeşitli biçimlerde tartışılıyor. Herkes Kürt sorunundaki gelişmeleri, Önder Apo’nun durumunu ve konumunu, fiziki özgürlük hamlesinin gelişim düzeyini ve etkilerini kendisi açısından değerlendirip buna uygun politikalar geliştirmeye çalışıyor.
Kürt halkı ve dostları da miladi 2025 yılını Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümüne daha çok yakınlaşmış olarak giriyor. Belli ki 2025 yılı bu temelde mücadelenin daha çok derinleşip geliştiği, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü temelinde de çok önemli ve kalıcı gelişmelerin yaşandığı bir yıl olacak. Daha şimdiden yürütülen mücadelenin sonuçları, ortaya çıkan gelişmeler bunun böyle olacağını açıkça göstermektedir.
Bunlar temelinde 2024 yılında Kürdistan’da, Ortadoğu ve dünyada yaşanan bazı önemli olayları yeniden ifade etmek ve birbiriyle bağ içerisinde kısmi bir analize tabi tutmak, 2025 yılında olası yaşanacakları ve gelişmeleri şimdiden görüp anlamak açısından faydalı olacaktır.
Küresel Özgürlük Hamlesi’nin birinci yıl sonuçları
Bilindiği gibi Kürt halkı ve dostları miladi 2024 yılına 10 Ekim 2023 tarihinde yurtdışında ilan edilen ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununun çözümünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi’yle girdi. 2024 yılı boyunca Kürt halkının ve dostlarının birinci esas gündemi söz konusu özgürlük hamlesi oldu. Hamle yurtdışında çeşitli aydın, sanatçı, siyasetçi, sendikacı, kadın ve gençlik aktivistinin 74 yerde birden eyleme girişmesiyle başladı. Giderek benzer eylemlilikler dünyanın dört bir yanına yayıldı ve hem bireysel hem de örgütsel düzeyde hamleye etkili katılımlar oldu. Bir anda Kürdistan’da süren Özgürlük Mücadelesi söz konusu hamle çerçevesinde küresel bir özgürlük mücadelesi haline geldi. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü hedefiyle geliştirilen tartışmalar, ortaya çıkan örgütlenmeler ve yürütülen eylemler herkesi tüm kesimlerden insanları içine aldı ve bir anda herkesin özgürlük eylemi haline geldi. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm insanların özgürleşmesi olduğu ve herkesin kendini özgürleştirmek için yürüttüğü mücadele Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü hedefinde birleşti. Böylece Önder Apo gerçeği tüm kadınların ve gençlerin, işçi ve emekçilerin, tüm ezilen kesinlerin ve halkların özgürlük, demokrasi ve kurtuluş gerçeği halini aldı. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik modernite paradigmasının dünyanın dört bir yanına yayılması, başta kadınlar gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen kesimlere giderek artan oranda ulaşması gibi bir gelişme sürecini ortaya çıkardı. Eylem biçimleri gittikçe zenginleşti, neredeyse tüm insanlığı içine alacak kadar genişledi. Sanatçı ve siyasetçilerden, sendikacılar ve insan hakları örgütlerine; kadın ve gençlikten işçi ve emekçilere; kapitalist modernite sistemi dışındaki tüm güçlere ulaşanların hepsini kapsayan bir eylem düzeyine ulaştı. Eylem biçimleri miting gösteriden katılama, Önder Apo’nun savunmalarından çeşitli pasajları okuma ve tartışmayı ifade eden okuma günlerine kadar çok zengin ve yaratıcı eylem biçimleri geliştirildi. 69 Nobel ödüllü insan bir araya gelerek kampanyaya katılım gösterdi ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü isteyen açıklamalar yaparak ilgili tüm çevrelere ulaştırdı.
Küresel Özgürlük Hamlesi dört parça Kürdistan’da yayıldığı gibi dünyanın dört bir yanında da yaygınlık gösterdi. Böylece yepyeni bir durum, büyük bir mücadele düzeyi ortaya çıktı. Her örgüt kendi çerçevesinde hamleye güç verdi. Başta Zap ve Metîna olmak üzere Kürdistan Özgürlük Gerillası Kürdistan’ın dört bir yanında hamleye katkı sunan ve AKP-MHP faşizmine etkili darbeler vuran eylemler geliştirirken, gençlik ve kadın örgütleri hem kendi özgünlüklerinde hem de halk kitlelerine öncülük etme temelinde demokratik kitle eylemliliğini yaygın, zengin ve sürekli hale getirdi.
Bilindiği gibi hamle 15 Şubat komplosunun yıldönümü sürecinde büyük kitleleri içine alarak yeni bir aşamaya evrildi. Kitlesel eylemlilik düzeyi ortaya çıktı. Köln mitingiyle başlatılan bu eylemlilik düzeyi bahar ve yaz sürecinde dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında devam etti. Bakurê Kurdistan’da Amed’ten İstanbul’a kadar birçok alanda benzer eylemler geliştirilirken Rojava halkı sürekli Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için ayakta ve sokaklarda oldu. Yurtdışında Avrupa’da ve diğer kıtaların hepsinde oralarda bulunan Kürtlerin ve dostlarının öncülük ettiği demokratik kitle eylemleri yaygın ve etkili bir düzeyde gelişti.
Bunların hepsi siyaset üzerinde etkisi oldu. En başta bu etki kendisini 31 Mart yerel seçimlerinde gösterdi. Hatırlanacağı üzere 31 Mart yerel seçimlerinde bir kere daha Kürt halkı faşizme geçit vermedi. AKP-MHP faşizmini tarihin en ağır seçim yenilgilerinden birisine uğrattı. Türkiye genelinde de AKP’yi birinci parti olmaktan çıkardı. Böylece Tayyip Erdoğan yönetiminin siyasi meşruiyetinin olmadığı gerçeğini açıkça ortaya koydu.
Diğer yandan küresel düzeyde yayılan eylemlilik gerçekten büyük bir coşku ve heyecan yarattı. İnsanlarda yeni bir arayış ve özgürlük bilincini ortaya çıkardı ve özgür yaşam düzeyini Kadın Özgürlük Çizgisi’nde her alanda belli düzeyde geliştirdi. Demokratik modernite sisteminin temellerinin atılması biçiminde tanımlayabileceğimiz bu durum aslında kadın özgürlüğü temelinde yeni bir yaşamın her alanda adım adım oluşturulması ve geliştirilmesi gibi bir başlangıcı ifade etti. Bu gelişmeler, yürütülen mücadele, bunun hukuki zemine de taşırılması, CPT, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve bunların bağlı olduğu kurum olarak Avrupa Konseyi üzerinde baskıların arttırılması giderek Eylül ayında İmralı işkence tecrit ve soykırım sisteminin durumu ve Önder Apo’nun umut hakkı, fiziki özgürlüğüne kavuşturulması sorunun tartışıldığı toplantılar gerçekleşti. İmralı sisteminden sorumlu olan birçok kurum İmralı gerçeğini ve Önder Apo’nun fiziki özgürlük durumunu gündemine alan toplantılar yaptı, tartışmalarda bulundu, kararlar aldı. Geçmişte yapılanları değerlendirmek zorunda kaldı.
Bu süreç o kadar etkili oldu ki, Türkiye’deki AKP-MHP faşist soykırımcı yönetimi üzerinde çok yoğun bir baskı oluşturdu. 3. Dünya Savaşı’nın Gazze ardından Lübnan’da da ortaya çıkan gelişim düzeyinin de etkisiyle panik içine giren AKP-MHP yönetimi 1 Ekim tarihinden itibaren faşist şefler Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin dilinden yeni şeyler söylemek zorunda kaldılar. Bugünün Türkiye’sinden sorumlu olan Kürt düşmanı faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti temsil eden bu kişiliklerin Kürt gerçeğinden söz etmeleri, İmralı işkence sistemini kabul etmeleri, Kürt sorununun çözümünde Önder Apo’nun belirleyici rolünü ortaya koymaları, Önder Apo’dan medet uman çağrılar yapmak durumunda kalmaları tamamen küresel düzeyde yürütülen Özgürlük Hamlesi’nin ortaya çıkardığı önemli ve ciddi gelişmeler oldu. Her ne kadar giderek süreç içerisinde yaşanan siyasi gelişmelere de bağlı olarak bu durum saptırıldıysa da özünden boşaltılarak PKK’nin tasfiyesi ve Kürt soykırımının geliştirilmesi için özel savaşın daha da derinleştirilmesine dönüştürüldüyse de aslında 1 Ekim’den itibaren Türkiye’den başlayan ve hala da çeşitli biçimlerde sürmekte olan tartışmalar İmralı tecrit işkence ve soykırım sistemi, Önder Apo gerçeği, Kürt sorunu ve Kürt sorununun çözümünde Önder Apo’nun rolü, Kürt toplumu üzerindeki Önder Apo’nun belirleyici etkisi konularında çok ciddi ve önemli tartışmalar ve gelişmeler anlamına geldi.
Türkiye insanı, gerçeklerin AKP-MHP faşist demagojisi gibi olmadığını, bu demagojiyi dışarda yapanların bile gizli gizli kendi içlerinde Kürt gerçeğini, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gerçeğini, Kürt toplumu üzerinde Önder Apo’nun belirleyici etkisini nasıl tartıştığını görmüş ve duymuş oldu. Bunlar kuşkusuz çok önemli olaylardır, önemli gelişmelerdir. Bunun sonucu olarak 23 Ekim tarihinde yeğeni Ömer Öcalan’ı Önder Apo ile görüştürmek zorunda kaldılar. Böyle bir görüşmeyle üzerlerindeki baskıyı biraz daha hafifletmek, atmak istediler.
Şimdi yıl sonu itibariyle 2024 yılında yürütülen ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi hangi sonuçları verdi diye değerlendirmemiz gerekirse birkaç başlık altında şunlar ifade edilebilir.
Bir, her şeyden önce yurtsever mücadelenin, demokratik mücadelenin, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Kürdistan’ın ve dünyanın neresinde olursa olsun Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedeflenmesi gerektiğinin gerçeğini açığa çıkardı. Böylece bütün özgürlük ve demokrasi çabalarını, mücadelesini Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümünde birleştirdi, kenetledi. Farklı hedefler temelinde yürütülen mücadeleleri doğruya çekti. Doğru gündeme getirdi. Özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin doğru amaç temelinde yürütülmesini sağladı. Bu doğru amaç Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümüdür. Bugün Kürdistan’da, Türkiye’de yurtsever özgürlükçü demokratik devrimci mücadelenin öncelikle bunu hedeflemesi şarttır. Doğru bir mücadele olması buna bağlıdır.
İkinci olarak, her alanda parça parça yürütülen mücadeleleri birleştirdi, bütünleştirdi. Hepsini Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü hedefine bağladığı gibi bir de birliğini ve bütünlüğünü yarattı, parçalılığı ortadan kaldırdı. Parça parça yürütülen mücadelelerin etkileri az ve sınırlı oluyordu. Oysa bütünlüklü yürütülen mücadelelerin etkisi çok daha fazladır, çok daha güçlüdür. Nitekim bunu AKP-MHP faşizminin 23 Ekim’de Önder Apo ile görüşme yaptırmak zorunda kalmasında gördük. Söz konusu mücadelelerin zorlaması böyle bir duruma yol açtı.
Üçüncü olarak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, tüm ezilen kesimlerin ve halkların kurtuluşunu birleştirdi. Böylece Önder Apo gerçeğini küreselleştirdi. Önder Apo’yu evrensel bir önderlik haline getirdi. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü mücadelesinin sadece bir kişinin özgürlük mücadelesi değil aslında tüm ezilen kesimlerin, tüm insanlığın özgürlük ve demokrasi mücadelesi olduğu gerçeğini ortaya koydu. Dolayısıyla özgürlük hamlesini bir kişiye fiziki özgürlük isteme gibi dar anlayıştan çıkartarak herkesin kendisini özgürleştirmesi, bütün siyasetin demokratikleştirilmesi mücadelesine dönüştürdü. Bu da oldukça ciddi ve önemli bir durumu ifade ediyor.
Dördüncü olarak, eylem biçimlerinde çok yönlülük, zenginlik, çeşitlilik yarattı. Evet kitle eylemleri en çok kullanıldı, mitingler yapıldı, yürüyüşler gerçekleştirildi, toplantılar oldu, kültürel etkinlikler düzenlendi, konferanslar yapıldı; fakat Önderlik savunmalarının okunması gibi çok farklı eylemler de gelişti. Devrimci düşünceleri okuma ve tartışma bu temelde zihniyet değişimi ve devrimi yaşama çok önemli bir devrimci demokratik eylem biçimi haline geldi. Bu da Özgürlük Hamlesi’nin özünü ifade edecek şekilde oldu. Çünkü yaşam inşa edilmiş bir gerçekliktir, onun da temelinde zihniyet inşası vardır. Yaşamı özgürleştirme en başta zihniyetin özgürleştirilmesiyle, demokratikleşmesiyle sağlanır. O halde bilinçlenmek, kendini eğitmek, zihniyetini özgür ve demokratik kılmak için yürütülen mücadele en büyük özgürlük mücadelesi olmaktadır. Böyle yeni ve çok daha önemli anlamlı mücadele biçimlerini de devrimci demokratik hareketin gündemine getirdi.
Beşinci olarak, Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik modernite paradigmasının tüm dünyaya yayılmasının başta kadınlar, gençler, emekçiler olmak üzere tüm ezilenlere ulaştırılmasının önünü açtı. Öyle bir hamlesel süreç başlattı. Bu aynı zamanda Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin de tüm ezilenlerin gündemine taşırılması ve küresel bir mücadele halini alması anlamına geliyordu. Böylece Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü için mücadele Kürdistan’daki halkın özgürlük mücadelesi olmaktan çıkarak tüm ezilen kesimlerin ve halkların kurtuluş mücadelesi, özgürlük ve demokrasi mücadelesi haline geldi. Bir küresel özgürlük devrimine, küresel demokrasi devrimine, küresel demokratik hareketin başlayıp gelişmesine yol açtı ve bu konuda küresel düzeyin yeni gelişmelere çok açık olduğunu bize net bir biçimde gösterdi.
Geçen bir yıllık Küresel Özgürlük Hamlesi’nin en temel sonucu olarak şunu gördük: Dünyanın her tarafında başta kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen kesimler ve halklar gerçekten büyük bir arayış içerisindeler. Mevcut kapitalist modernite sisteminin geldiği kanserleşme düzeyi altında artık yaşamaları mümkün değildir. Çünkü özgür birey ve demokratik toplum yok oluyor. Ulus devlet diktatörlükleri, tekçi devletleşme durumu, birey ve toplumu dolayısıyla insanlığı yok ediyor. Ruh olarak, duygu olarak, düşünce olarak, maneviyat olarak yok ediyor. Maddi bir araç bir robot haline dönüştürüyor. Bu da insanın yaşayacağı bir durum değildir. Duygusu olan, ruhu olan, maneviyatı olan bir canlı olarak insanlık alemi bireyi ve toplumu bunu yaşayamaz, kendi gerçeğine uygun özgür ve demokratik, eşit, adil, iyi-güzel yaşama ulaşması lazım. İnsanlığın bir hakikati var. Kendi hakikatini yaşaması gereklidir. İyi-doğru-güzel ve özgür olması gereklidir. Bu çerçevede büyük bir arayışın olduğu bir yıllık Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde yürütülen mücadele ile açığa çıktı.
Gerçekten de tüm ezilenler büyük bir arayış içerisindeler. Geçmişteki özgürlük akımları temelinde yaşanan gelişmeler bir yerde tıkanmıştı, onlarla bir yere gidemiyorlar. Kapitalist modernite sistemi altında yaşamak da imkansız oluyor. O halde yeni bir çözüm ve çare gereklidir. İşte böyle bir arayış Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik uygarlık çizgisi ve demokratik modernite paradigması tüm ezilenler için kurtuluş yolunu gösteriyor, bir kurtuluş projesi olarak özgürleşme ve demokratikleşme projesi olarak ortaya çıkıyor. Dünyanın dört bir yanında insanlık böyle sahipleniyor. Nasıl ki 70’lerin ortalarından sonuna kadar birkaç yıl içerisinde çok da derinlikli ve kapsamlı olmayan ama Kürtlere özgürlük ve bunun için direniş vadeden Önderliksel çıkış, Apocu fikirler Kuzey Kürdistan’da bir anda gençler, kadınlar, emekçi halk tarafından benimsenip sahiplenerek yeni bir özgürlük direnişine kalkıldıysa şimdi kapitalist modernite sisteminin geldiği düzey altında insanlığın durumu tıpkı 1970’lerdeki Kürt halkının durumuna benziyor.
Dünya insanlığı adeta yok oluşu yaşıyor. Yok olmamak kurtulmak için bir arayışları, istekleri var ama bir türlü bunun nasıl olacağını bulamıyorlar. Şimdi Önder Apo’nun görüşleri, Apocu özgürlük fikirleri, demokratik toplumcu sosyalist düşünceleri, demokratik modernite paradigması kendilerine ulaşınca adeta aradıklarını bulmuş, kurtuluş projesine ulaşmış oluyorlar. Bu nedenle geçen bir yıllık süreç bize gösterdi ki, dünyanın dört bir yanında insanlar Önder Apo gerçeğini sahiplenir oldular. Demokratik modernite paradigmasına daha çok sahip çıktılar. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleye çok daha etkili katıldılar. Böylece Küresel Özgürlük Hamlesi aslında temel amacına ulaşmış oldu.
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümünün yolunu açacak olan demokratik modernite paradigmasının bütün dünyaya yayılması, sistem dışı güçlerle buluşması insanlığa mal olması demekti. Şimdi böyle bir sürecin önü açıldı ki hızla ilerleyen bu süreç çok zamana yayılmadan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü sağladığı gibi aslında kapitalist modernite sisteminin aşılmasını, demokratik modernite sisteminin alternatif olarak gelişmesini de ortaya çıkartacak. Bunun önünü açmış durumdadır.
2025 yılına girilirken hamlenin gelmiş olduğu düzey ve yarattığı sonuçlar bunlardır. Çok açık ki 2025’te bunlar temelinde hamle daha fazla büyüyecek, yayılacak ve derinleşecek, gelişmeler daha çok gelişecek, daha çok yönlü olacak. 2025 yılı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü hedefi doğrultusunda kalıcı adımların atıldığı bir yıl olacak.
3.Dünya Savaşı’nda yayılma ve derinleşme
Bilindiği gibi 3. Dünya Savaşı 1990 başında Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle gündeme geldi ve günümüze kadar çeşitli aşamalardan geçerek önemli bir düzey kazandı. Söz konusu savaş ulus üstü tekelci sermaye sistemiyle, ulus-devlet statükoculuğu arasındaki bir savaş olarak ortaya çıktı ve yaşandı, hala da yaşanıyor. ABD’nin oluşturduğu Yeni Dünya Düzeni temelinde özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkartılan Ortadoğu’nun ulus-devlet statükoculuğunu parçalamak üzere küresel kapitalist modernite sisteminin saldırısı biçiminde şekillendi. İngiltere, ABD, İsrail öncülüğü 2 Ağustos 1990-91 ile 11 Eylül 2001 süreçlerinde Basra Körfezi’ni ve çevresini denetim altına almak için söz konusu saldırılarını yürüttüler. 2010’den bu yana da Doğu Akdeniz’i askeri ve siyasi denetim altına almak üzere saldırılarını sürdürüyorlar.
Bu saldırı ve çatışma sürecinin çeşitli durakları var. Örneğin Körfez Savaşı bir durağıydı. 11 Eylül 2001 İkiz Kule olayı ardından ABD’nin Afganistan ve Irak işgali bir durağıydı. 2010’da gelişen ‘Arap Baharı’ denilen süreç bir durağıydı. DAİŞ saldırıları ve DAİŞ’e karşı mücadele bir durağıydı. Şimdi 7 Ekim 2023’te Gazze’de başlayan İsrail-Gazze Savaşı da böyle bir dünya savaşının yeni süreci ya da aşaması olma durumunu ifade ediyor. Yaklaşık bir yıl bu savaş esas olarak Gazze üzerinde sürdürüldü. İkinci yılına yaklaşırken de bir Lübnan savaşı haline geldi. Şimdi 27 Kasım’dan bu yana da Suriye’de yürütülen bir savaş ve saldırı durumunu ifade ediyor. Hamas’ın ve Lübnan Hizbullah’ının ağır darbelenmesi ve ezilmesi ardından 8 Aralık’ta 60 yıllık Suriye Baas iktidarı da yıkılmış bulunuyor. Böylece 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu boyutunda önemli ve yeni bir durum yaşanıyor. Herkes bu durumu anlamaya çalışıyor, tartışıyor.
HTŞ ve SMO denilen güçler kimlerdi, nerede hazırlandılar, geçmişleri nelerdi, kimler destek verdi ve hazırladı, nasıl bir araya geldiler. Suriye’de Esad yönetimini düşürme bu kadar kolay ve hızlı nasıl gelişti. Arkalarında kimler var, Suriye’deki sonuçlar ne olacak, dahası bu iş Suriye’de sona ermeyecek. Suriye’deki durum dikkat edilirse bu sürecin ne başlangıcı ne de sonu olacak, bir ara gelişmedir, ardından yeni hedeflere doğru söz konusu savaş yayılarak devam edecek. Bunu herkes görüyor. Artık dünyanın birçok gücü yaşananın bir dünya savaşı gerçeği olduğunu kabul ediyor ve bunu 3. Dünya Savaşı olarak adlandırıyor.
Önder Apo baştan itibaren içine girilen sürecin bir dünya savaşı süreci olduğunu tanımlamıştı. Her gelişme aşamasında da o yeni aşamanın özelliklerini değerlendirdi, tahlil etti. PKK hareketi 90 başından bu yana Ortadoğu’da yaşananın yeni bir dünya savaşı olduğunu ve bunun 3. Dünya Savaşı olarak adlandırılması gerektiğini tespit etti, ifadeye kavuşturdu ve her düzeyde de savundu. Bütün gelişmeleri böyle bir savaş çerçevesinde değerlendirdi ve bu nedenle değerlendirmelerinde hata yapmadı, dünyada yaşanan gelişmeleri anlamada zorluk çekmedi, fazla sorun yaşamadı, hatalı değerlendirmelerde bulunmadı ama birçok çevre böyle yapmadılar. Ayrıntı olarak baktılar, yerel savaş olarak gördüler, en fazla da ‘bölgesel savaş’ dediler. Halbuki Ortadoğu’da hiçbir şey yerel ve bölgesel olamaz, Ortadoğu toplumsallığın da merkezidir, iktidar ve devlet sisteminin de merkezidir. Toplumsallık adına gelişmeler de iktidar ve devlet uygarlığı adına gelişmeler de Ortadoğu’da her zaman bütün insanlığı ilgilendirir, etkiler, içine alır. Dolayısıyla küresel özellik ve küresel boyut taşır. Nitekim şimdi Gazze’den Suriye’ye kadar yaşanan olaylar birçok kesimi böyle anlar ve düşünür hale getirdi. Bu yeni bir durum ve önemli bir durumdur. Tartışmalar daha gerçekçi ve ciddi olursa, sorunlara daha doğruya yakın yaklaşılırsa, herkes kendi çıkarı açısından baksa bile en azından ortak bir dil kullanılabilirse, olayların tespiti ortak yapılabilirse o zaman yaşanan mücadele ve ortaya çıkan sonuçların daha iyi değerlendirilmesi ve anlaşılması sağlanır. Nitekim Suriye üzerinde böyle bir durum ortaya çıkıyor. 3. Dünya Savaşı kapsamında güncel olan yeni olan gelişme Suriye’deki durumdur.
Fakat şunlar zaten vardı: Gazze’den sonra sıranın Lübnan’a geleceği, sürecin 3. Dünya Savaşı olduğunu değerlendirenler için bilinen bir durumdu. Aynı biçimde Lübnan’dan sonra sıranın Suriye’ye geleceği biliniyordu. Tıpkı Suriye’den sonra Irak’ın ve ardından da sıranın İran ve Türkiye’ye geleceğinin bilindiği gibi. Nitekim siyaset kulislerinde bu söyleniyordu. Özellikle 6 Kasım’da yapılan ABD seçimleri ardından Suriye’de tarihi gelişmelerin olacağı, köklü değişikliklerin yaşanacağı biçiminde siyaset kulislerinde değişik biçimlerde söyleniyordu. Nitekim ABD seçimlerinden üç hafta sonra söz konusu söylemler İdlib’ten Halep’e saldırıyla başlayan süreç olarak hayata geçti ve 8 Aralık’ta 60 yıllık Baas iktidarının yıkılışıyla sonuçlandı. Böyle bir durum ABD seçiminde Trump’ın yeniden başkan olmasıyla gerçekleşti. Trump’ın başkan seçilmesinin böyle bir gelişme üzerindeki etkisi nedir denilirse, bu kadar hızlı ve kolay bir biçimde Esad yönetiminin yıkılmasında Trump’ın ABD Başkanı olarak seçilmesinin payı vardır. Çünkü Trump özellikle Ukrayna savaşını durduracağını, Rusya ile anlaşacağını seçim propaganda sürecinde açıkça ifade ediyordu. Nitekim Rusya ile ilişkileri de iyiydi, Suriye’de 27 Kasım, 8 Aralık arasında yaşanan olaylar gösterdi ki, ABD-Rusya arasında bir anlaşma var. Trump’ın gelişi böyle bir anlaşmanın ortaya çıkmasına yol açmış, nitekim Suriye’deki Rus güçleri savaş sürecinde Esad yönetimini desteklemediler, savaşa müdahil olmadı ve geri çekildi. 2011’den bu yana Esad yönetimini her türlü hava ve kara askeri desteğiyle koruyan Rusya, 27 Kasım’dan itibaren başlayan saldırıda saldırganlara karşı hiçbir askeri mukavemette bulunmadı. Bu durum ancak onlarla anlaşmış olmakla açıklanabilir. Bu da gösteriyor ki, ABD ve Rusya arasında bir görüşme ve anlaşma olmuştur. Rusya bu anlaşma sonucunda savaşa katılmadı. Anlaşma sadece Rusya üzerinde mi olduğunu tam bilemeyiz ama böyle yaklaşmak dar bir bakış açısı olabilir. Böyle bir anlaşmanın Ukrayna boyutunun da var olma ihtimali çok güçlüdür, çünkü Trump’ın da esas yaklaşımı Ukrayna savaşını durdurma biçimindeydi. Bu biçimde ABD-Rusya anlaşmasına dayalı olarak Rusya Esad yönetimine destek vermeyince, Hizbullah ve İran’da Lübnan savaşında ağır bir darbe yiyince Esad yönetimini saldırılardan koruyacak herhangi bir dış destek kalmadı. Böyle olunca Esad güçleri fazla mukavemet gösteremeden geri çekildiler, sonunda Beşar Esad’ın Suriye’yi terk etmesi, HTŞ güçlerinin Şam’ı ele geçirmesiyle Suriye’de bir tarih kapanmış oldu. Önemli bir siyasi değişim süreci başlamış oldu.
Bu duruma bakınca daha Beyaz Saray’a oturmadan Trump’ın seçilmiş olmasının 3. Dünya Savaşı üzerinde ne denli etkide bulunduğunu insan söyleyebilir. Evet süreci Biden yönetimi yürütüyor ama izlediği politikalar tamamen Trump’ın izleyeceği politikalardır. Öyle anlaşılıyor ki, ulus üstü küresel tekelci sermaye bu nedenle ABD’de yeni başkan olarak Trump’ı seçti. İçinde bulunduğumuz süreç açısından Trump’ın başkan olmasını tekelci sermaye saldırıları açısından daha yararlı olacağını değerlendirdi. Bu konuda da yanılmadığı, doğru hesap yaptığı Suriye’deki sonuçla ortaya çıktı. Kısa bir süre önce Esad yönetimiyle ABD’nin uzlaşma içinde oldu ve bu durumun daha uzun bir süre devam edeceği siyaset kulislerinde söylenirken bir iki ay gibi kısa bir süreç içerisinde bu durum tersine çevrildi ve on gün gibi kısa bir süreç içerisinde de Baas iktidarının yıkılışı gerçekleşti. Bunlar Trump politikalarının sonuçları olarak görülmek durumundadır.
Şöyle bakılabilir: Dört yıl önce de Trump başkandı Afganistan’dan çekilmeyi öngörüyordu. NATO’ya dönük bir yaklaşımı vardı, küresel düzeyde ABD etkisini zayıflattığı yönünde eleştiriliyordu. Nitekim dört yıl önce yapılan seçimlerde Trump kaybetti Joe Biden başkan seçildi. Belli ki ulus üstü tekelci sermaye o dönemde Biden’ın yapacağı başkanlığı kendi çıkarları doğrultusunda siyaset yapmak için daha uygun buldu ve Biden’ı göreve getirdi. Gerçekten de eleştirilen konularda Biden yönetimi bir etkinlik sağladı. Taliban ile anlaşarak Afganistan’dan hızla çekildi. Bazıları o zaman ABD’nin yenilgi aldığını, dünyada itibarının tümden yok olduğunu filan söyledi ama daha sonra yaşanan gelişmeler bunların dar yüzeysel ve aceleci bir değerlendirme olduğunu ortaya çıkardı. Nitekim Biden yönetimi Afganistan’dan çekildikten sonra bir biçimde Ukrayna savaşını başlatmayı bildi. Aslında Ukrayna savaşının başlangıcıyla Körfez Savaşı’nın başlangıcı birbirine çok benziyor. Saddam Hüseyin yönetiminin Kuveyt’i işgal için saldırısıyla Putin yönetiminin Ukrayna’ya saldırısı çok fazla benzerdir. Bunlarda ABD yönlendirmesinin, CIA yönlendirmesinin esas olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim hem Putin’in saldırısının önü açıldı, saldırı için zemin yaratıldı hem de Zelenski yönetimine destek verilerek Putin’in saldırıları başarısız kılındı, boşa çıkartıldı. NATO, Ukrayna’da Rusya ile bir savaşa sokuldu. Bu savaştan ABD ve onun şahsında ulus üstü tekelci sermaye sistemi önemli bir gelişme sağladı. En başta bu savaş Rusya ve Çin’in Ukrayna üzerinden Avrupa’ya gidecek alternatif bir enerji yolu oluşturma projesini boşa çıkardı. Böylece ABD’nin enerji yolu oluşturma çabaları alternatifsiz kaldı.
Diğer yandan Rusya ve Çin’in enerji kaynakları temelinde Avrupa ile geliştirdiği ticaretin önü kapatıldı. Özellikle Rus doğalgazının başta Almanya olmak üzere Avrupa sanayisinin üzerindeki etkisi kırıldı. Öyle ki başta doğalgaz olmak üzere çeşitli enerji dalları üzerinden Rusya ve Çin’in Avrupa ile daha fazla ticaret geliştirme ihtimali vardı ve bu Avrupa’yı ABD etkisinden tümden uzaklaştırarak Rusya ve Çin ile daha yakın ilişkiye girmiş bir konuma getirecekti. Böyle bir durum Avrupa’yı ABD’den uzaklaştıracak, NATO etkisiz kalacak. Avrupa-Rusya-Çin ilişkilerini geliştirerek ABD’nin küresel düzeydeki etkisini çok zayıflatacaktı. Bu da önlendi. İsveç ve Finlandiya NATO’ya alındı, NATO yeniden canlandırıldı. Avrupa’nın güvenliği yeniden NATO etkinliğine en ileri düzeyde bırakıldı. Daha önce Trump döneminde ‘NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti, dolayısıyla yeni bir Avrupa ordusu gerekiyor’ diyen Fransa-Almanya gibi güçler daha fazla NATO’ya sarılır, Avrupa’yı NATO güvenliğinin şemsiyesi altına koyar hale geldiler. Böylece Ukrayna savaşından ABD önemli kazançlar sağladı. Fakat şimdi öyle bir noktaya gelindi ki, Ukrayna savaşı bir yerde Biden-Putin kişisel çatışması gibi bir hal aldı. Bu artık Ukrayna savaşını başlangıçtaki amaçlarından uzaklaştırıyordu, zaten amaçlanan gerçekleşmişti. Artık savaştan bir biçimde çıkılması zaten zayıf düşürülmüş Rusya ile yeni bir ilişki düzeyinin geliştirilmesini gerektiriyordu. İşte bunun için bu seçimde demokrat adaya kaybettirildi, Trump yeniden iktidara getirildi. Trump daha Beyaz Saray’a oturmadan 6 Kasım seçim sonuçlarının sonuçları Suriye üzerinde görüldü. Rusya ile ilişkilerde görülüyor. Bunun yankısı Ukrayna savaşında olacak. Yine Avrupa üzerinde olacak. Ukrayna savaşında gelişen nükleer savaş tehdidine bağlı olarak Avrupa’da aşırı sağ milliyetçilik, Neo Nazi yaklaşımlar canlandı, daha büyük destek görür hale geldiler. Özellikle 2024 yılında yapılan seçimlerde Avrupa’nın birçok alanında söz konusu partiler büyük güç kazandılar. Avrupa açısından da, dünya açısından da birer tehdit ve tehlike haline geldiler. Birçok çevre bunları da değerlendiriyor. Nedenini anlamaya çalışıyor.
Kapitalist modernite sisteminin aşamadığı kriz ve kaos var
Kapitalist modernite sisteminin çok ağır ve aşamadığı bir kriz ve kaos durumu var. Bu sürekli bunalım demektir. Bir türlü buradan çıkamıyor, çıkış yol ve yöntemini de bulamıyor. 1990’dan bu yana bu kriz ve kaos durumu 35 yıldır kesintisiz adına 3. Dünya Savaşı denen bir savaş durumuna yol açıyor. Bu kadar uzayan ve süreklileşen bir savaş gerçeği var. Ukrayna gibi bir yerde bu kadar ağır bir savaş yaşandı. Giderek nükleer silahların kullanılacağı tehdidi bu savaş içerisinde fazlasıyla ortaya çıktı. Böyle bir durumda göçmen sorunu vb. şeyler de eklenince Avrupa’da aşırı sağ milliyetçi akımların gelişmemesi için bir neden yoktur. Dikkat edilirse bu kriz ve kaos durumuna bunun bu kadar savaşa yol açmasına, savaşın bu kadar yaygınlaştırılıp şiddetlenmesine Avrupa karşı çıkamadı. Geçmişteki demokratik kazanımları savunamadı. Asgari düzeyde bile birçok yönetim bu demokratik kırıntı denilecek hususları savunma gücü gösteremedi. İşçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin demokratik örgütlülüğü ve mücadeleleri de zayıftır. Onlar da demokratik değerleri koruma ve geliştirme yönünde etkili, güçlü mücadele yürütemiyorlar. Böyle bir ortamda aşırı sağcı, milliyetçi, ırkçı faşist fikirlerin gelişmesi, gençlik içinde toplumun değişik kesimlerinde taraftar bulması anlaşılır bir durumdur. İnsanlar geleceğinden kaygı duyuyorlar. İçinde bulundukları ortamda yaşayamıyorlar. Birçok sorunla karşı karşıyalar ve bunlara çözüm yolu bulamıyorlar. Bu çözümsüzlük kestirme çözüm yöntemi olarak milliyetçi faşist saldırganlığa çeşitli halk kesimlerine, toplumsal kesimlere dönük düşmanlığa yol açıyor, bu tür ruh halleri, duyguları besliyor, fikirlerin gelişmesine zemin oluşturuyor. Bu nedenle anlaşılır bir durumdur. Bu kriz ve kaos aşılamadıkça, savaştan çıkılamadıkça, dahası savaşı tırmandıran güçler karşısında demokrasi ve özgürlük mücadelesi etkili bir biçimde yürütülmedikçe benzer gelişmelerin yaşanması doğaldır. Bunu anlamak ve bu tür gelişmelerin olacağını beklemek lazım. Kuşkusuz bundan yana olunamaz ve tehlikeli bir durumdur ama nereden kaynaklanıyor ve nasıl aşılabilir, ona da iyi bakmak lazım. Mevcut devletlerin, iktidarların, yönetimlerin böyle olduğu, işçi ve emekçilerin kadın ve gençlik örgütlülüğünün de zayıf ve toplumsal mücadele ile sürece ağırlık koyamadığı bir ortamda kuşkusuz bu tür gelişmeler olur ve yaşanır, faşist milliyetçi tırmanış olur. Bu anlaşılır bir durumdur. Eğer bunun olması istenmiyorsa, buna karşı durmak isteniliyorsa bunu gerçekleştirecek en etkili yolu özgürlük ve demokrasi bilincini geliştirme, örgütlülüğünü güçlendirme ve demokratik toplum olma mücadelesini her alanda güçlü bir biçimde yürütmedir. Bu da iktidar ve devlet paradigmasını aşarak demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayla kapitalist modernite sistemine alternatif bir demokratik modernite sistemini geliştirme mücadelesini yürütmeyi gerektirir. Eğer öyle olmazsa mevcut gelişmelerin faşist milliyetçi zihniyet ve örgütlülüğü besleyeceği gibi cinsiyetçiliği de fazlasıyla besleyecektir. Erkek egemen zihniyet ve sistem daha çok gelişecek ve kadın üzerindeki köleleştirici baskılar en kaba yöntemlerden, en inceltilmiş yöntemlere kadar çok yönlü bir biçimde daha çok geliştirilecektir. Çünkü ancak bu kriz ve kaos ortamında toplum yok edilerek varlık biraz daha sürdürülebilir, ömür biraz daha uzatılabilir.
Toplumu yok etmenin iki yol var. Bir, kadın köleliğini daha fazla derinleştireceksin, erkek egemen zihniyet ve siyaseti, cinsiyetçiliği en hortlamış düzeye getireceksin. İkincisi ise doğayı tahrip edeceksin, ekolojik kırımı ortaya çıkartacaksın. Dikkat edilirse sadece Avrupa’da faşist milliyetçi partiler akımlar gelişmiyor. Avrupa’da da dünyanın dört bir yanında da cinsiyetçi erkek egemen zihniyet ve siyaset çok daha fazla yaygınlaşıyor. Dünyanın her tarafında kadına dönük taciz, tecavüz, katliam uygulamaları çok daha fazla artıyor. Kadın kırımı yaşanıyor, aynı şekilde doğa kırımı yaşanıyor. Mevcut ortamda toplum kırımıyla ancak ömrünü uzatabilecek sistem, toplum kırımını kadın kırımı ve doğa kırımı temelinde sürdürüyor. Bunu erkek egemen zihniyeti ve siyaseti geliştirerek etkili kılarak yapıyor, bunu kadın özgürlükçü akımları zayıflatarak, bölüp parçalayarak çizgisinden saptırarak, çevreci ekolojik akımları özünden boşaltarak, parçalayıp etkisiz kılarak, partileştirip iktidarlaştırarak devlete bağlayarak bunları yapmaya çalışıyor. Bütün bunlar iç içe bir arada birbirine paralel olarak gelişiyor ve yaşanıyor. Hepsi birbirine bağlı ve aynı kaynaktan besleniyor. Demek ki hepsi kapitalist modernite sisteminin aşamadığı, içinden çıkamadığı kriz ve kaos süreciyle de bağlantılıdır, bunun yol açtığı 35 yılı bulan ve ne zaman sonuçlanacağı da belli olmayan giderek yaygınlaşan ve derinleşen 3. Dünya Savaşı ile bağlantılıdır.
Tekrar 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu boyutuna gelirsek: Suriye’de ortaya çıkan sonuçların gerçekten de doğru anlaşılması ve doğru demokratik tutumun geliştirilmesi büyük önem arz ediyor. ABD-Rusya anlaşması ve İran’ın zayıflatılması temelinde bu sonucun ortaya çıktığını belirttik. Buradan ne anlaşılıyor. Demek ki söz konusu Baas yönetimini yıkan saldırıları ABD-İngiltere-İsrail öncülüğü planladı. Yani Esad yönetimini düşüren ve 27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık’ta Şam’ın düşmesine yol açan saldırılar özünde İngiltere, ABD ve İsrail planıdır. Nitekim HTŞ bunların beslediği ve örgütlediği bir güçtür. Uzun bir süredir İdlib çevresinde bu kesimleri birleştirdiler, eğittiler, donattılar, bunun merkezinde El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra cephesi var. Etrafında birçok grubu birleştirerek Heyet Tahrir el Şam ismiyle yeniden örgütlediler, birleştirdiler. En fazla pratik desteği İngiltere ile Suudi Arabistan verdi. Eğer Şam yönetiminin düşürülmesine Arap devletlerinden herhangi bir tepki gelmediyse, o devletlerin birçoğunun HTŞ’yi desteklediği için böyle oldu.
Şimdi ikinci güç olarak Suriye Milli Ordusu(SMO) var. Bu da eski İhvanü’l-Müslimin’in Müslüman Kardeşler Hareketi’nin Suriye’deki örgütlülüğü olarak Özgür Suriye Ordusu’nun etrafında Türkiye yanlısı diğer grupların birleştirilmesinden oluşturulan bir cephedir. Mevcut durumda bu iki güç Suriye’deki sonucu ortaya çıkardılar. Bir taraftan İngiltere-Suudi’nin desteğinde olan HTŞ ile diğer taraftan Türkiye’nin desteğinde olan SMO ittifak yaptılar ve birbiriyle hiç çatışmadan mevcut saldırıyı Suriye’de başarıyla yürüttüler. Demek ki ortak bir planlama var. İngiltere-Suudi Arabistan-İsrail-ABD planıyla Türkiye planı ortaklaştırıldı. Bu da Türkiye yönetimi İngiltere’ye giderek, NATO Genel Sekreteri Türkiye’ye gelerek yapıldı. Türkiye’ye aslında bu saldırıları koordine etme rolü ve görevi verildi. Türkiye de zaten kendi dışında Suriye’de herhangi bir şeyin gelişebileceğinden çok korkuyordu. Onu engellemek için büyük bir istek ve çaba içerisindeydi. İngiltere ve ABD’den böyle bir teklif gelince yine NATO kendisinden bunu isteyince Tayyip Erdoğan yönetimi büyük bir heyecanla bu göreve sarıldı ve gereğini yerine getirdi. Çok açık ki bu da çok iyi düşünülmüş bir planı ifade ediyor, eğer Türkiye dışında tutulmak istenseydi oyun bozanlık yapabilirdi. Esad yönetimini düşürme planını çeşitli girişimlerle boşa çıkartabilirdi. Mevcut planlama bunu önledi.
Diğer yandan Gazze ve Lübnan’da olduğu gibi Suriye’ye de İsrail saldırsaydı çok fazla Yahudi-Arap karşıtlığı ortaya çıkıyordu. O zaman Arap-İsrail anlaşması İbrahimi anlaşma zarar görecekti. Arap-İsrail karşıtlığı ve düşmanlığı artacak ve derinleşecekti. Mevcut yöntemle onu da ortadan kaldırdılar. Koordineyi Türkiye’ye vererek Şam’daki Baas iktidarının yıkılışını, Esad yönetiminin düşürülüşünü Türkiye eliyle yaptırarak Türk-Arap karşıtlığını ve düşmanlığını ortaya çıkardılar. Nitekim şimdi Arapların Türklere karşı ciddi bir güvensizliği oluştu. Sadece Arapların da değil aynı zamanda İran’ın da ciddi bir güvensizliği oluştu. Geçmişte belli düzeyde var olan Türkiye-İran iyi ilişkileri şimdi iyice ortadan kalktı. Uzun süre Astana süreciyle Suriye’de birbirini idare eden çevreler şimdi birbirinden koptular ve karşıt hale geldiler.
Bu bakımdan neden kapitalist modernite sistemi ve NATO, TC’ye böyle bir rol verdi sorusuna bu biçimde doğru ve yeterli cevaplar vermek gereklidir.
Şimdi Suriye ne olacak? Şöyle düşünmek gerekiyor. Gazze’de savaş olur, Lübnan’da savaş olur, Suriye’de savaş olur, Irak’ta olabilir hatta başka Arap ülkesinde de olabilir, var olan tekçi ulus-devlet statükoları buralarda kırılabilir. Nitekim zaten olanlar aslında ulus üstü tekelci sermaye sisteminin saldırısı Birinci Dünya Savaşı ardından çıkartılan Ortadoğu’daki tekçi ulus-devlet statükoculuğunun yıkışıdır. Bu yıkılış 1990-91’de Irak’taki Saddam Hüseyin yönetiminin yıkılışıyla başladı, şimdi 35 yıl sonra Şam’da Suriye’de Beşar Esad yönetiminin yıkılışıyla önemli bir düzey kazandı, fakat sonuçlanmadı. Öncede ifade ettiğimiz gibi süreç hala devam ediyor. Bu bakımdan var olan statükocu tekçi ulus-devlet milliyetçilikleri, diktatörlükleri yıkmak için saldırılar gelişebilir bunlar yıkılabilir, fakat iyi bilinmelidir ki, İran ve Türkiye’de özellikle de Türkiye’de değişim olmadıkça, ulus-devlet milliyetçiliği, tekçiliği, statükoculuğu aşılmadıkça bölgede yeni bir siyasi yapılanma kalıcı olarak şekillenmez. Çünkü statükoculuğu İran ve Türkiye temsil ediyor.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da oluşturulan ulus-devlet yapılanmaları Türkiye ve İran üzerinden gerçekleştirildi. Ortadoğu’nun ulus-devlet yapısının bölgesel hegemonik güçleri Türkiye ve İran’dı. Dolayısıyla bölgenin diğer alanlarındaki ulus-devlet yapılarını yıkmak, yenisini kurmak yetmez. Sadece bir gelişmeyi ifade eder. Yenisini şekillendirebilmek için bölgenin bütünlüğünde bir sisteme ulaşmak gerekir. Bu da ancak Türkiye ve İran’da mevcut ulus-devlet statükoculuğunun aşılmasıyla mümkün olur. Bu gerçekleşmedikçe Türkiye ve İran bölgede yeni bir sistemin oluşmasına; Gazze’de, Irak’ta, Lübnan’da, Suriye’de yıkılan ulus-devlet diktatörlüklerinin yerine yeni siyasi sistemlerin kalıcı olarak şekillenmesine izin vermezler. Ancak geçici ara yönetimler, sistemler ortaya çıkar. Nitekim Irak’ta on yıllardır böyle bir sistem sürüyor. Lübnan’da, Suriye’de de bunu ortaya çıkartmaya çalışacaklar. Bu süreç devam edecek.
Sürecin devam etmesi Suriye içerisinde ve Suriye’den bölgenin diğer kesimlerine doğru yayılma temelinde iki boyutludur. Şimdi Suriye’de çeşitli anlaşmalar sonucunda Esad yönetimi kolayca düşürüldü ama nasıl bir yönetimin olacağı henüz netleşmiş değildir. Böyle bir sonucu İngiltere-ABD-İsrail-Suudi Arabistan ile Türkiye uzlaşması yarattı. Pratikte ise HTŞ ile SMO’nun ittifakı ortaya çıkardı ama bu ittifak ne kadar sürecek, bu güçler mevcut anlaşma düzeyini ne kadar devam ettirecekler. Bu belli değildir. Belli ki Esad yönetimini aşmak için anlaşmışlar ama yeniyi oluşturmak için ne kadar anlaştılar, birlik halindeler bu belli değildir. Her an çatışmaya da girebilirler, her an çelişki ortaya çıkabilir. Çünkü SMO ile HTŞ eskiden de birbirine karşıttılar ve çatışma halindeydiler. Diğer yandan TC politikalarıyla küresel kapitalist modernitenin politikaları karşıttır. TC ulus-devlet statükoculuğunu temsil ediyor, diğerleri ise bunu yıkmak istiyorlar. 3. Dünya Savaşı bu temelde yaşanıyor. Dolayısıyla Ortadoğu’daki statükoculuğun birinci gücü TC oluyor. O nedenle daha ne kadar birlikte uzlaşı halinde yürüyecekler bu belli değildir. Yine Suriye’de çok çeşitli etnik yapı var, örgütlülükler var, değişik kimlikler var. Onları kapsayan bir yönetim durumu ortaya çıkmazsa iç çelişki ve çatışmalar buradan da her an gelişebilir. Zaten dikkat edilirse Esad yönetimi çok fazla çatışmaya girilmeden düşürülmesine rağmen çatışmalar SMO ile Demokratik Suriye Güçleri QSD arasında şiddetlenerek günümüze kadar sürdü. Çeşitli toplantılarda Suriye genelinde ateşkes kararı alınmasına rağmen TC devleti ve onun uzantısı olan SMO bu ateşkese fiiliyatta uymuyor. Minbic’ten Tebqa’ya, Tişrîn’e kadar saldırılarını sürdürüyor. Kobanê’yi kuşatmaya almaya çalışıyor. TC devleti bizzat Tayyip Erdoğan sanki Suriye devlet başkanıymış gibi Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimini tasfiye edeceğini, yok edeceğini açıkça basın üzerinden ilan ediyor. AKP-MHP yönetimi tüm gücüyle bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu anlamda çatışmalı durum sürüyor.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi basit bir yönetim değildir. Bu yönetim DAİŞ’e karşı savaş ile ortaya çıktı. DAİŞ’i yenilgiye uğratan bir yönetimdir, bir gelişmedir. Dolayısıyla DAİŞ karşıtı Koalisyon bu yönetimin bir parçası konumundadır. Nasıl ki Baas yönetimine karşı mücadele önemli bir mücadele idiyse Suriye’de benzer ve daha önemli bir mücadele DAİŞ çeteciliğine karşı mücadeleydi. Bu mücadele de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni çıkardı. Kısaca Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi DAİŞ’e karşı mücadele içerisinde ortaya çıkan Suriye’nin demokratik birliğini hedefleyen, temsil eden ve koruyan birinci ve yegane güçtür. Dolayısıyla onu hedeflemek ve yok etmek öyle kolay değildir.
Suriye’de sorunların çözümü için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ve buradaki gelişmelerin de dikkate alınması, bu temelde başta Rojava Kürtleri olmak üzere çeşitli halk kesimlerinin, etnik yapılarının haklarının verilmesi şarttır. Çünkü Kuzey ve Doğu Suriye yapılanması demokratik ulus çizgisinde yeni bir toplumsal birliği ifade ediyor. Dolayısıyla Suriye genelinin bunu da kapsaması gerekiyor. O nedenle henüz sonuçlanmış bir süreç değildir. Çeşitli çelişkiler ve çatışmalar ortaya çıkabilir. Suriye yeni olaylara gebedir.
Süreç Suriye ile de bitmeyecektir. Şimdiden sıra Irak’a geldi diye ifade ediliyor. Aslında süreç Irak ile başladı. Irak’ta bu geçen süreçte ulus-devlet statükoculuğunun aşılmasına ters olan ya da çeşitli alanlarda yürütülen mücadelenin yarattığı boşluktan yararlanarak tekelci sermeye ile çelişkili olan statükocu güçler belli ki hedeflenecektir. Yani İran yanlısı güçler hedeflenecek. Türkiye yanlısı güçler de var, bunlar da ulus-devlet statükoculuğunu temsil ediyorlar. Suriye’de de var, dikkat edilirse Irak’ta da var. Bunlar nasıl ele alınacak nerede ne zaman ne biçimde hedeflenecekler belli değildir. Dolayısıyla savaşın giderek Irak’a yayılması söz konusu olabilir. Buna açık bir durum var. Böyle olacağına dönük değerlendirmeler, tartışmalar da var. Tabi Irak’ta da statükoculuk yıkılırsa böylece öncelikle İran’ın sınırları dışındaki varlığı ezilmiş ve tasfiye edilmiş olacak. Özellikle ‘Kudüs Güçleri’ adı altında Kasım Süleymani komutasında geliştirilmiş olan Irak’tan Lübnan’a kadar çeşitli adlarla örgütlendirilen askeri milis güçler ezilmiş olacak. İran’ın Ortadoğu etkinliği tasfiye edilmiş oluyor. Bir süredir geliştirilen ve sürdürülen Şii Hilali yapılanması ortadan kaldırılıyor. İran kendi sınırları içerisine hapsediliyor, bu da İran’ın ciddi bir biçimde zayıflatılması anlamına geliyor. İran’a dönük bu süreç Kasım Süleymani katliamıyla başladı. Daha sonra İran hep anlaşma ve uzlaşma eğilimi gösterdi. Özellikle Hindistan’dan başlayıp İsrail üzerinden Kıbrıs’tan Yunanistan’a oluşturulmak istenen yeni enerji ve ticaret yolu kapsamında İran’ın bu sistemle uzlaşma yanlısı olduğu durumu politik ortama yansıyordu. Zaten mevcut savaşta da bu etki görüldü. İran savaşmadı ama kendisini saldırganın durumuna göre geri çekip tedbir de almadı. Ne savaştı ne de geri çekilip tedbir geliştirdi, bu nedenle İran yanlısı güçler Hizbullah örneğinde, yine Esad yönetimi örneğinde görüldüğü gibi kolay darbe yediler ve ezildiler. İran’ın bu uzlaşma yanlısı politikasıyla bağlantılı bir durumdur.
İran’ın kendisi ne olacak? Küresel sermaye sisteminin İran’ı parçalayıcı bir girişimde bulunması zordur. O kapitalist modernite sistemi için altından kalkılamaz, denetim sağlanamaz bir sorunlar yumağı ortaya çıkarır. Zaten kapitalist modernite sistemi küresel hegemonik yapı kazanırken burada mevcut İran’ın bir yeri oldu. İran’ı baştan itibaren var saydı. Şahlığı bizzat bu sistem getirdi. Daha sonra Şahlığı yıkan Humeyni yönetimiyle bazı çatışmalar yaşadıysa da çeşitli biçimlerde hep uzlaşma içerisinde de oldu. Şimdi İran’ı öyle anlaşılıyor ki parçalamak yerine daha çok teslim alacak, kendilerine bağlayacak, daha fazla rejimde değişiklik yapmayı hedefleyecek bir planla karşılayacaklar. İran’a dönük pratik saldırılar böyle olacak. Özellikle ABD’deki Trump yönetimi altında Ortadoğu’daki savaş durumunu Irak ve İran üzerinde önümüzdeki yakın dönemde giderek daha fazla yoğunlaşacağı açıktır. Bu böyle görülmelidir. Sürecin böyle gelişeceği beklenmelidir, buna göre de herkesin kendi çıkarına göre değerlendirme yapıp politika geliştirmesi çaba harcayacağı bilinmelidir. Alternatif sistem oluşturma, özgürlük ve demokrasiyi geliştirme, Ortadoğu’da halkların demokratik konfederal birliğini yaratma temelinde mücadele yürütenler 3. Dünya Savaşı’nın seyrinin böyle olacağını bilip görmeleri ve buna göre tedbir geliştirmeleri gerekiyor. Tabi İran ile ne kadar uğraşılır, Irak ve İran ne kadar çelişkili çatışmalı sürecin merkezi olur şimdiden bir şey diyemeyiz, çok uzun sürmeyebilir de fakat bir döneme yayılabilir de, Irak içerisinde de örgütlü silahlı güçler çoktur. İç çatışma gelişebilir. Zaten ABD bir süredir Irak’ı boşaltıyoruz diye tedbir aldı ve güçlerini Kürdistan’a çekti. Belli ki böyle bir dönem ve muhtemel savaş için hazırlık yaptı. Dolayısıyla iç çatışmalı durumun gelişme ihtimali de yok değildir. Yüzde yüz böyle olacak diyemeyiz ama bir ihtimal olarak da o da söz konusudur.
Fakat şunu hep bilmek gerekiyor: Tekelci sermaye sistemi Irak’taki karşıt güçleri de alt edebilir. İran üzerinde de yoğunlaşabilir, fakat bütün bunlarla Ortadoğu’da İbrahimi anlaşma temelinde Arap-İsrail uzlaşmasına dayalı bölgenin ulus-devlet statükoculuğunu aşan yeni bir sistemi kalıcı olarak şekillendiremez. Onu gerçekleştirebilmesi için mutlaka Türk ulus-devlet zihniyeti ve siyasetinin kırılması lazım. Kürt düşmanı, soykırımcı, tekçi, ırkçı, milliyetçi, Türk ulus-devlet zihniyeti ve siyaseti kırılmadan, Türkiye’deki sistem değiştirilmeden bölgede ulus-devlet statükoculuğunu aşan kalıcı bir yeni statü oluşturulamaz, yeni sistem yaratılamaz, inşa edilemez. Kapitalist modernite sisteminin saldırılarının da önünde böyle bir durum vardır.
AKP-MHP iktidarı Türkiye’yi çöküşe götürüyor
Bu konuyu biz hep değerlendirdik ve AKP-MHP faşist iktidarı altında Türkiye’nin nasıl bir felakete sürüklendiğini çok yönlü ifade etmeye çalıştık. Bu durumu en erken kapsamlı ve anlaşılır bir biçimde ise Önder Apo savunmalarında değerlendirdi. Mevcut Kürt düşmanı faşist sömürgeci-soykırımcı, tekçi ulus-devlet yapılanması aşılmadıkça Türkiye’nin içten halkların, emekçilerin, kadınların, gençlerin özgürlük mücadeleleri; dıştan ise ulus üstü tekelci sermaye sisteminin ulus-devlet statükoculuğuna karşı saldırılarıyla hep karşı karşıya geleceğini ortaya koydu. Günümüzde yaşanan gelişmeler de bu çerçevededir. Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı gibi bir süreç yaşanmaktadır. Aradaki fark şu oluyor: Birinci Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu’da Osmanlı ve İran İmparatorlukları vardı. Sistem İran’a karışmadı, fakat Osmanlı İmparatorluğu’na saldırdı, yenilgiye uğrattı ve savaştan sonra da dağıttı. Arapları 22 ulus devletçiğe böldü. Kürdistan’ı bölüp parçalayarak Kürtleri yok sayıp sömürgeci-soykırımcı saldırı altına aldı. 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Anlaşması ile Kemalistlerle anlaşıp böyle bir Ortadoğu yapılanmasına öncülük etmeleri konusunda anlaşma-uzlaşma yaptı. TC devletine böyle bir rol ve görev verdi. Dolayısıyla Ortadoğu’nun yüz yıllık ulus-devlet yapılanması TC ve İran öncülüğünde gerçekleşti. Çünkü bölgenin hegemonik güçleri bunlardı. Arap ulus devletleri hep TC ve İran’ı örnek alarak, onlara dayanarak, onları taklit ederek gelişme gösterdiler. Mısır’daki Nasırcılık, Irak ve Suriye’deki Baasçılık aslında Kemalizm’in türevleri olarak gelişme gösterdiler, şekillendiler. Kemalist Türk milliyetçiliği bu akımlar ile Arap ulus-devlet milliyetçiliklerine dönüştürüldüler. Yüz yıl böyle geçti ve böyle bir yapı altında Kürtler yok sayılıp yok edilmek istendiler. Kürt toplumu üzerinde en ağır katliam ve soykırım uygulandı.
Diğer yandan ise böyle bir süreçte 2. Dünya Savaşı ardından 1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail’in kuruluş adımını attılar ve günümüze kadar da onu besleye besleye şimdi bölgenin yeni bir hegemonik gücü olarak İsrail devletini ortaya çıkardılar.
3. Dünya Savaşı şimdi Birinci Dünya Savaşı ardından oluşturulan bu ulus-devlet statükoculuğunu aşmak istiyor. Onun yerine ulus üstü tekelci sermayenin serbestçe hareket edebileceği bir sistem yaratmak istiyor. Bunu da Hindistan’dan İsrail’e oradan Kıbrıs ve Yunanistan’a uzanan yeni enerji ve ticaret yolu etrafında şekillendirmeyi öngörüyor. Bu sistem Arap-İsrail anlaşması temelinde oluyor. Buna da İbrahimi anlaşma deniliyor. Nasıl ki, Ortadoğu’nun ulus-devlet yapılanması 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’yla başlatıldıysa, o anlaşmaya dayanarak pratikleştirildiyse şimdi de bu ulus-devlet statükosunu değiştirecek ve Ortadoğu’da yeni statükoyu yaratacak anlaşma Arap-İsrail arasındaki İbrahimi Anlaşma oluyor. Artık Lozan’ın yerini İbrahimi Anlaşma alıyor. Dolayısıyla Türkiye ve İran’ın hegemonik öncülüğündeki Ortadoğu sistemi aşılıyor. Onun yerine Arap-İsrail ittifakı temelinde yeni bir Ortadoğu şekillendirilmek isteniliyor. Kapitalist modernite sisteminin mevcut kriz ve kaostan çıkmak, azami kârı daha çok arttırmak için Ortadoğu’da öngördüğü proje budur. Büyük Ortadoğu Projesi olarak tanımladıklarının içi böyle dolduruluyor, tanımı ve içeriği bu biçimde şekillendiriliyor. Bunun gerçekleşebilmesi için mevcut ulus-devlet tekçi yapılanmalarının yakılması, aşılması lazım. Bunu Irak’ta aştılar. Suriye’de aşıyorlar. Mısır’da bir biçim verdiler. İran’a bir biçimde şekil verecekler. Fakat en önemlisi Türkiye’de bu yapının değiştirilmesidir. Çünkü merkez Türkiye’dir. Mevcut ulus-devlet sistemi Türkiye merkezli olarak şekillendi. Değişimi için de Türkiye’deki değişim esastır. Türkiye’de değişim olmadan mevcut Türkiye yapılanması Ortadoğu’da kalıcı bir sistemin yaratılmasına fırsat vermez, hep onu sabote eder. O nedenle diğer alanlarda gelişme olur ama kapitalist modernite sistemi, tekelci sermaye Ortadoğu’da çıkarları temelinde yeni bir statü, yapılanma ortaya çıkartacaksa Türkiye’nin de bununla uyumlu hale getirilmesi lazım. Eski tekçi Kürt düşmanı, kültürler düşmanı, asimilasyoncu ulus-devlet zihniyetinin ve siyasetinin aşılması gerekiyor.
AKP ve MHP bunu aşamıyor ve bunda ısrar ediyor. Bunu katı bir biçimde sürdürüyor. Şimdiye kadar sürdürmek istedi, şimdi de aynı zihniyet ve siyaseti sürdürüyor. Dahası Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli’yi bu sistem elinde adeta ajan provokatör olarak kullanılıyorlar. Buradan bakınca insan 14-28 Mayıs 2023 hileli seçiminde Tayyip Erdoğan’ın neden yeniden cumhurbaşkanlığında tutulduğunu daha iyi anlayabiliyor. Tayyip Erdoğan seçim kazanmadı, o bir hileli seçimdi. Küresel kapitalist modernite sistemi tarafından bir dönem daha iktidarda tutuldu. Çünkü kapitalist modernite sisteminin Ortadoğu’ya saldırısında bir provokatör olarak kullanılması için tutulması gerekiyordu. Nitekim Gazze savaşını Tayyip Erdoğan başlattı. Hamas’ı savaşa Tayyip Erdoğan soktu. Hizbullah’ı savaşa Tayyip Erdoğan yönetimi teşvik etti. Şimdi Suriye’deki yönetimi de Tayyip Erdoğan eliyle düşürdüler. Yine Tayyip Erdoğan’a rol oynattılar. Yarın Irak’ta da benzer rol oynatabilirler. İran’a karşı da benzer roller oynatabilirler. Bu durum Tayyip Erdoğan’ın, Devlet Bahçeli’nin işine geliyor, AKP-MHP iktidarının ömrü uzuyor ama Türkiye küresel sermaye sisteminin saldırısına açık tutuluyor ve bu temelde yeni felaketlerle karşı karşıya bırakılıyor. Örneğin Suriye’de ‘zafer kazandım!’ diyorlar ve her yerde zafer ilan ediyorlar. Evet Tayyip Erdoğan için bir zafer olabilir ama Türkiye için o bir yenilgidir. Dolayısıyla ona gerçek bir zafer diyemeyiz. Yenilgiyi zafer sanmayı ifade eden Pirus zaferi diyebiliriz. Gerçeği öyledir.
Tayyip Erdoğan’ın iktidarı biraz uzayacak ama mevcut politikalarıyla Türkiye hem içten Kürtlerin, kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, halkların devrimci demokratik mücadeleleriyle daha fazla yüz yüze gelecek hem de küresel kapitalist sistemin çeşitli yöntemlerle gerçekleşecek saldırısına hedef olacak. Dolayısıyla artık Türkiye’nin sonu geliyor. Önder Apo böyle olmasın diye uyarıda bulundu. Sorunların çözümü için proje önerdi ve ‘Kürt sorununu çözelim, kadın sorununu çözelim, demokratikleşme sorununu çözelim, Kürt özgürlüğü temelinde demokratik Türkiye’yi yaratalım ki Türkiye gücünü korusun ve demokratik birlik temelinde olası saldırılar karşısında kendisini savunabilsin’ dedi. Artık bu sistem içerisinde Türkiye’nin mevcut ulus-devlet yapısıyla fazla uzun ömürlü olma şansı yoktur. Ya İran gibi sisteme tümüyle teslim olacak, onların bir uzantısı haline gelecek, bölgesel bir güç olmaktan çıkacak ya da paramparça edilecek. Sistemin biçtiği bu değerler dışında Türkiye’yi kurtaracak ayakta tutacak tek şey Kürt özgürlüğü temelinde demokratik Türkiye’dir. Mevcut kapitalist modernite sistemine alternatif bir sistem haline gelmesidir. Fakat bunu şimdiye kadar yürütülen mücadele sağlayamadı. Türkiye’nin aydınları, siyasetçileri, işçi emekçileri bunu yeterince anlayamadılar. Şoven ırkçı Kürt düşmanı faşist propaganda çok fazla etkili oluyor. Yine milliyetçi, cinsiyetçi, liberal saldırılar, toplum kırım saldırıları Türkiye toplumu üzerinde çok fazla etkilidir. AKP-MHP faşist yönetimi sanatı, medyayı, özel savaşı, psikolojik savaşı bu temelde çok yönlü ve etkili bir biçimde kullanıyor ve toplumu alıklaştırıyor, bilinçsiz ve örgütsüz kılıyor, faşist sürü haline getiriyor. Kendisine karşı bilinçlenip örgütlenip birlik halinde mücadele eder güç olmalarını engelliyor.
Bu bakımdan şunu görmek gerekiyor: Evet Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tuttular, Tayyip Erdoğan’ın iktidar ömrü uzuyor, Suriye’de Esad yönetimini deviren güç oldu, böylece ‘zafere ulaştım ve Suriye politikam başarıya ulaştı’ diyor, bu da Tayyip Erdoğan’ın iktidar ömrünü biraz uzatacak ama Suriye’den sonra sıra Irak ve İran ile birlikte Türkiye’ye de gelecek. Biz hep ‘dananın kuyruğu Kıbrıs’ta kopacak’ dedik. Elbette bu enerji yolu projesiyle ilgilidir, daha şimdiden Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da neler yaptıkları ortadadır. Yakın süreç içerisinde bunu çok daha fazla geliştirecekler. Türkiye ya tümüyle havlu atacak sisteme teslim olacak ya da paramparça edecekler. Sevr anlaşmasında nelerin yapıldığının bilinmesi lazım. Bütün bunlar olmak istenmiyorsa o zaman AKP-MHP faşist diktatörlüğünü yıkmak gerekiyor. Türkiye’deki tekçi, Kürt düşmanı, ırkçı şoven ulus-devlet yapılanmasını değiştirmek gereklidir. Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’yi demokratikleştirmek lazım. Bütün azınlıkların özgürce varlıklarını sürdürebilecekleri demokratik bir ortam yaratmak gereklidir. Kadın özgürlüğüne dayalı yeni bir sistem oluşturmak gereklidir. Türkiye’nin demokratikleşmesinin temel ilkeleri bunlardır. Bunlar dikkat edilirse yapılmıyor, tersine Tayyip Erdoğan yalancı pehlivan gibi sözde İsrail ya da ABD ile kavga ederek ayakta kalıyormuş gibi gösteriyor oysa durum tersidir, çünkü bilinçli olarak o güçler tarafından ayakta tutuluyor ve o güçlerin politikalarının uygulanması temelinde kullanılıyor. Şimdi onlar Tayyip Erdoğan’ı Suriye’de aktif hale getirdiler. NATO Genel Sekreteri Türkiye’ye geldi ‘yürü’ dedi ve Suriye’deki sonuç böyle ortaya çıktı. Öyle Tayyip Erdoğan yönetiminin Türkiye’ye bağlı çetelerin bir marifeti filan değildir. Onlar tersine sabote etmek istiyorlar. Suriye’deki durumu biraz daha sabote etmek isterlerse yarın mevcut Suriye’yi yaratan güçlerle karşı karşıya geleceklerdir. Başka türlüsü de olamaz.
Bu bakımdan 2024 yılında ortaya çıkan bu Türkiye gerçekliğini çok daha iyi anlamak lazım. 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinde ortaya çıkan sonuçları iyi anlamalıyız. Yine 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarını iyi anlamalıyız. Dikkat edilirse AKP yönetiminin bir meşruiyeti kalmamıştır. Zaten cumhurbaşkanı olarak hileyle seçildi, seçim sonucuyla değil önceden belirlenmiş sonuç ilan edildi. Şimdi her türlü baskı ve terörü uyguluyor. Zindanları dolduruyor, tehdit ediyor, belediyelere kayyum atıyor. Seçimde kazanamadıklarını belediyeleri gasp ederek, kayyum denilen işgalcileri atayarak ele geçiriyor. Baskıyla terörle Kürtleri denetim altında tutmak, Türkiye’yi denetim altında tutmak istiyor. Bununla ayakta kalınmaya çalışılıyor. Avrupa ve diğer müttefikleri, insan hakları kuruluşları tarafından buna göz yumuluyor. Kimse çok fazla ses çıkarmıyor, çünkü sistem en kritik noktalarda bir ajan provokatör olarak Tayyip Erdoğan’ı kullanıyor. O nedenle de bu saldırılarına ses çıkartmıyorlar. Dahası PKK’ye karşı saldırı yapması için teşvik ediyorlar. PKK karşıtlığı, Önder Apo karşıtlığı, özgürlük ve demokrasi karşıtlığı buna yol açıyor. Herkes AKP-MHP faşizminin PKK’ye karşı, Kürt halkına karşı yürüttüğü soykırımcı saldırılara göz yummaktan da öteye destek veriyor, görmezden geliyor. Dahası siyasi-ekonomik ve askeri destek veriyor, çünkü onlar da PKK’ye ve Önder Apo’ya düşmanlar. Önder Apo’nun geliştirdiği alternatif demokratik modernite paradigmasına düşmanlar. Özgür Kürdistan ve Demokratik Türkiye Projesine onlar da karşılar, dolayısıyla PKK’nin ezilmesini istiyorlar. Nasıl ki Esad yönetiminin düşürülmesini Tayyip Erdoğan yönetimine havale ettilerse, PKK’nin ezilmesini de onlarca yıldır Tayyip Erdoğan yönetimine havale ettiler ve destek veriyorlar. MHP’yi, KDP’yi yanına koydular. 22 Nisan 2024’te Irak yönetimini yanına verdiler hepsini PKK’ye karşı anlaşmaya çektiler. 3 Temmuz’dan itibaren de Medya Savunma Alanlarına dönük yeni bir saldırı geliştirdiler. Hepsi oluşturulan birlik temelinde PKK’yi imha ve tasfiye etmek istediler.
Şimdi AKP-MHP iktidarı buna dayanarak ayakta kalıyor. PKK’yi ezme imha etme primini yiyor. Diğer yandan ise ajan provokatör olarak kullanılmak için iktidarda tutuluyorlar. Tamamen durumları böyledir.
Biraz İsrail’in Lübnan Hizbullah’ına saldırısı karşısında tehdidi gördüler ürktüler panik içerisinde faşist şefler Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli hemen harekete geçtiler, DEM Parti’nin elini sıkma, Önder Apo’nun durumunu gündeme getirme, DEM Parti’nin görüşmesini isteme gibi söylemlerle gelişen tehlikenin karşısında tedbir almak istediler. Fakat süreç biraz ilerledi, Suriye gündemi gelişti. Yeni siyasi olanaklar çıktı. Dikkat edilirse hepsini özel savaşa dönüştürdüler. Zaten bu güçlerin demokratik bir zihniyete gelecekler ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacaklar, Kürt özgürlüğünü ve demokratik Türkiye’yi yaratacaklar biçiminde bir beklentiye girmemek gereklidir. Böyle bir şey yapamazlar ve onlardan da böyle bir şey beklenemez. Ancak bu güçler mücadeleyle zorlanarak bunun önünü açabilecek adımlar attırılabilir. Bizim görevimiz onlara bu tür adamlar attıracak büyük bir mücadeleyi ortaya çıkartıp zorlamaktır. Her şey bir mücadeledir. Onlar her zaman bizi yok etmek, tasfiye etmek isteyecekler. Her adımda bunu öngörecekler. Biz de faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yıkmanın önünü açmak isteyeceğiz. Çeşitli uzlaşmalar olacaksa ancak böyle bir mücadele etmek üzerine uzlaşma olur. Yoksa böyle uzlaşma eğilimlerini hemen mücadelenin bittiği olarak algılamak, kırk yıllık faşist ırkçı milliyetçileri bir anda özgürlükçü demokratik Kürt dostu haline gelmiş sanmak gafletten de öteye bir durumu ifade eder. Böyle bir durum, öyle bir zihniyet olmaz. O halde Devlet Bahçeli’nin sözlerini de, AKP gerçeğini doğru anlamak gerekiyor. Dikkat edilirse 29 Mart 2009 yerel seçimleri ardından da 13-14 Nisan’da siyasi soykırım operasyonlarını geliştirirken böyle bir süreç geliştirildi. Çıkıp ‘Kürt açılımı yapıyorum’ dedi ve içeriği de yoktu. Üzerine gidilince bu sefer de ‘Kürt açılımı değil de demokratik açılım’ denildi. Ondan sonra ‘milli birlik açılımı’ denildi ve ardında da darbeye gittiler. Şimdi yaptıkları da böyle bir özel savaş oyunudur. Esası budur ve bunu bilmek gerekiyor. Ama özel savaş oyunudur diye de görmezden gelmek, hep cepheden tavır almak da doğru değildir. Böyle bir şeyi yapmaya, söz söylemeye, tutum geliştirmeye mücadeleyle biz zorluyoruz. O halde onları daha da ileri şeyler söyler ve yapar hale getirmek için zorlamamız lazım. Onun için de daha yaratıcı, daha etkili politikalar geliştirme ve mücadele etmek lazım. Fakat her şeyi mutlaka bir mücadele olarak görüp asla mücadeleden uzak durmamak lazım.
Bu konuda şöyle bir yanılgı oluyor: Sanki mevcut AKP-MHP faşizmi Önderlik paradigmasını kabul edecek, Kürt özgürlüğünü, demokratik Türkiye’yi bizim istediğimiz gibi kabul edecek isteyecek ve çözüm öyle gerçekleşecek! Bu hiçbir zaman olmayacak, böyle bir durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu gerçekleşmeyecek bir şeydir. Hiç kimse böyle düşünmemeli, beklememelidir. Onlar hiçbir zaman böyle bir zihniyet ve siyaset içine girmezler. Güney Afrika’da De Klerk hükümeti Mandela ile uzlaşırken de ANC’yi (Afrika Ulasal Kongresi) tasfiye etmek istiyordu. Yoksa Afrika’yı demokratikleştirmek, yönetimi Mandela ve ANC’ye vermek istemiyordu. Zorlanmıştı, mecbur kalmıştı ve çeşitli politik manevralarla o amaca ulaşmak istedi ama başarılı olamadı, kendisi yenildi, Mandela kazandı. Bu tür mücadeleler böyle sürüyor. Dolayısıyla Devlet Bahçeli’nin sözlerini, daha sonra olup bitenleri de böyle anlamak gerekiyor. Mücadelemizin zorlaması sonucunda o sözleri söylediler. Küresel Özgürlük Hamlemiz onlara bu sözleri söyletti. Dolayısıyla mücadelenin bir sonucudur ve bir gelişmeyi ifade etti. İmralı tecridini kabul ettiler. Önder Apo gerçeğini kabul ettiler. Kürt sorununun çözümünü kabul ettiler. Kürt sorununun çözümünde Önder Apo’nun belirleyici rolünü kabul etmek zorunda kaldılar ama hala istemleri ve politikaları PKK’yi tasfiye etmek, gerillayı ezmek, Kürt örgütlülüğünü dağıtmak, Kürt soykırımını devam ettirmektir. Bundan vazgeçmiş değiller. Ondan vazgeçerek bu sözleri söylemiyorlar. Bu sözlerle tasfiye ve soykırım politikalarını daha etkili uygulamak istiyorlar, bizi aldatmak, yanıltmak ve zayıf düşürmek istiyorlar, mücadeleden uzak tutmak ve gevşetmek istiyorlar. Buna aldanmamak lazım. Ama onları bu sözleri söylemeye de mücadele zorladı. Daha büyük mücadele edersek daha fazla böyle sözler söyleyecekler, tutum geliştirmek zorunda kalacaklar, Önder Apo ile uzlaşma arayacaklar, biz mücadeleyi daha fazla büyütürsek onlar bizi böyle oyunlarla tasfiye etmek isterken kendileri tasfiye olup gidecekler. Mevcut gelişmeleri mücadeleyi de bu biçimde anlamak lazım.
Gerçekten de Türkiye’de de önemli gelişmeler var. Yine aydınlar açıklamalar yaptılar. Çeşitli dönemlerde barış ve demokratikleşmeyi istiyorlar. Fakat parçalıdır, zayıf kalıyor, parça parça çeşitli kesimlerin mücadeleleri var, bunları birleştirme ve bir kanala akıtmada zayıf kalıyor. AKP-MHP iktidarı bir yandan dış güçler tarafından beslenirken bir yandan da içerdeki demokratik güçlerin mücadelelerinin parçalı ve zayıf olmasından da zemin buluyorlar. Buna dayanarak iktidar ömürlerini uzatıyorlar. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi bütünlüklü olsa, daha da büyütülse, kitlelere daha çok gidilse, kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler, bütün halklar asgari demokrasi programı temelinde bilinçlendirilip örgütlendirilerek faşist soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı mücadeleye sevk edilse, etkili ve başarılı olunabilir. Bu konuda zaten örgütlülükler zayıf, bütünlükte de bir zayıflık var. Sistem içi muhalefet de etkili muhalefet edemiyor. Örneğin CHP Esad yönetimine dayanarak Suriye politikası yürütüyordu, şimdi boşluğa düştü. Kendisini boşlukta görmemeli, daha fazla AKP-MHP’nin bu SMO çetelerine, DAİŞ ile ilişkilerine karşı çıkmalıdır. Kürt kardeşliğini daha çok geliştirmelidir. Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesini daha çok öne çıkarmalı ve önemsemelidir. Ancak o zaman alternatif bir iktidar gücü haline gelebilir. Avrupa ve ABD gibi güçler tarafından da ancak o zaman dikkate alınabilir. AKP-MHP siyasetini daha zayıf bir temelde savunarak bu iktidara muhalefet olma ve iktidar alternatifi olma mümkün olmaz. Onların da böyle bir zayıflıkları var. AKP-MHP hala bu kadar provokatörce hareketine, Türkiye’yi felakete sürüklemiş olmasına rağmen, zindanları doldurmuş olmasına rağmen, en derin ekonomik krizi yaşıyor olmasına rağmen ayakta kalıyorsa, iktidar ömrünü uzatıyorsa biraz da anti faşist mücadelenin, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin zayıflığından kaynaklanıyor. O halde öncelikle özgürlük ve demokrasi güçleri bu zayıflığı aşmayı bilmelidir.
Kürtlerin önü açıktır
Kürt halkı 2024 yılında da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde özgürlük ve demokrasi mücadelesini bütün cephelerde dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında etkili bir biçimde yürüttü. Bu mücadelede ciddi ve büyük kazanımlar elde etti. Yeni gelişmeler yarattı. Şimdi 2025 yılına böyle hamlesel bir mücadele içerisinde yeni kazanımlar yaratmış olarak ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununun çözümü yönünde kalıcı gelişmeler sağlamak üzere giriyor. Kesinlikle 2025 yılı hedefi bu biçimdedir. Küresel Özgürlük Hamlesi’nin gelişim düzeyini ortaya koyduk. Diğer yandan 31 Mart seçim sonuçlarını kayyumlara çeşitli baskı ve tutuklamalara karşı gençlerin, kadınların, Kürt halkının, demokratik siyasetin mücadelesini ve direnme gücünü belirttik. Özellikle özel savaş saldırılarına karşı Kürt gençliğinin, kadınlarının daha çok bilinçlenme, daha örgütlü hale gelerek mücadele etme temelindeki çabalarını görmemiz gerekiyor. Bu oldukça önemli ve anlamlıdır. Bu çabaları daha fazla geliştirmeliyiz.
Diğer yandan Irak yönetiminin de 22 Nisan anlaşmasıyla ittifaka katılarak AKP-MHP-KDP ve Irak bütünlüğü içerisinde 3 Temmuz’dan itibaren Güney Kürdistan’a dönük saldırı, Medya Savunma Alanları’nın çok büyük bir bölümünü işgal ve ilhak etme saldırısı karşısında HPG ve YJA-Star gerillalarının yürüttüğü kahramanca direnişi her zaman dikkate almalıyız. Bu direniş 2024 yılı boyunca sürdü, kışın sürdü, baharda sürdü, yaz koşullarında sürdü, güz sürecinde 23 Ekim’de Asya Ali ve Rojger Hêlîn yoldaşların TUSAŞ’a dönük Ankara eylemiyle yeni bir zirve kazandı. Gerilla AKP-MHP faşizminin işgalci ilhakçı saldırılarına geçit vermiyor. Zap’ta gerillayı kilitlemek isteyenlerin üzerine Zap’ı gerilla kilitliyor. Medya Savunma Alanları’nı bir batağa çeviriyoruz.
Kuzey Kürdistan’ın değişik alanlarında çatışmalar sürüyor, kentlerde milis eylemleri hem daha çok hem de nitelikli hale geliyor. Gerçekten de Zap ve Metîna direnişi, Tepe Amediyê, Tepe Cûdî’nin direnişlerine Tepe Bahar direnişinin eklenmesiyle zirveye ulaştı. Gerillanın bu direnişi Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne, Küresel Özgürlük Hamlesi’ne, siyasi gelişmelere büyük katkı sunduğu gibi askeri bilime de büyük katkılar sunuyor. Profesyonel tim ve tünel savaşının koordineli bir biçimde yürütülmesi NATO destekli AKP-MHP faşist saldırılarını boşa çıkartıyor, planlarını başarısız kılıyor. AKP-MHP, KDP’ye dayandı, Irak’a dayandı, DAİŞ çetelerini getirdi, bütün çetelerin bir bölümünü Zap’a, Metina’ya getirerek gerillaya karşı onlara dayanmak istedi ama nafiledir, bir türlü başarılı olamadı. Dolayısıyla kendini yenileyen, hazırlayan gerilla bir mevziide bile NATO’nun ikinci büyük ordusunu yenilgiye uğratacak bir direnme performansını açıkça gösteriyor. Söz konusu tepeler bunun örneğidir. Dört yıldır bazı mevziilere saldırıyor, tüm gücüyle her türlü yasak silahları her gün onlarca kez kullanmasına rağmen direnişi kıramıyor, mevziiyi düşüremiyorlar. Tam tersine darbe üzerine darbe yiyorlar. Ümit Özdağ gibi bazı faşist şefler AKP-MHP faşizminin ne kadar kayıp verdiğini temmuz ayında açıkladılar. Demek ki faşist yönetim kayıplarını gizliyor. Böyle büyük bir gerilla direnişi var. Kahramanca halk direnişi var. Küresel Özgürlük Hamlesi temelinde dostlarımızın direnişi var. Bu vesileyle tüm bu direnişleri Zap ve MetÎna gerillasının fedai ruhuyla selamlıyor, başarılar diliyoruz.
2025 yılında bu direnişlerin daha büyük gelişeceğine büyük kazanımlar elde edeceğine de inanıyoruz.
Bu çerçevede sonuç olarak birkaç bölüm halinde şu hususları ifade edebiliriz: Bir, AKP-MHP faşizmi Türkiye’yi felakete ve çöküşe götürdüğü gibi Kürdistan üzerinde de çok büyük bir katliam ve soykırım uyguluyor. Fakat ne yapsa da Kürt direnişini tasfiye edemedi, PKK’yi imha edemedi, Önder Apo’nun direnişini kıramadı. Kürt halkının ve dostlarının direnişini kıramadı ve bu direniş gelişiyor, büyüyor, yayılıyor, tüm Ortadoğu’yu ve dünyayı her zamankinden daha fazla etkiliyor. Bu biçimde de gerçekten de Kürtlerin önü açıktır. AKP-MHP faşizmi istediği kadar katliam uygulasın, soykırım yapsın Kürtler örgütlü ve bilinçli olarak direnişlerini sürdürürlerse önleri açıktır. Çünkü yüz yıl önce oluşturulan Ortadoğu ulus-devlet sisteminde Kürtler yok sayıldılar ve yok edilmek istendiler. O sistem en çok Kürtlere karşıydı, dolayısıyla yüz yıldır bu sisteme ve statükoya karşı en çok Kürtler direndiler, mücadele ettiler, milyonlarca şehit verdiler tam yüz yıldır direniyorlar. Bu direnişlerin hepsi de kahramancadır ve milyonlarca şehit verme temelindedir. Şimdi de çok bilinçli ve örgütlü olarak Önder Apo öncülüğünde PKK örgütlülüğüyle bu direnişi bütün cephelerde çok yönlü bir biçimde sürdürüyorlar. Dolayısıyla bilinçliler, örgütlüler, toplum olma özelliklerini daha çok geliştirdiler, kendilerini bu direniş içerisinde demokratik uluslaşmaya tabi tuttular. Başka kimliklerle bir arada üst ulusları yaratarak yaşama anlayışı temelinde bunu yaptılar. Şimdi Ortadoğu’nun statükosu yıkılır yeniden kurulmak istenirken en bilinçli örgütlü, en dinamik toplum gücü Kürtlerdir. Kürtlerin önü böyle bir güç olmaları nedeniyle açıktır.
İkinci olarak, yeni sistem Arap-İsrail uzlaşması temelinde oluyor. Yahudilerin Ortadoğu’da nasıl yıkıldıklarını, nasıl sürgün edildiklerini, nasıl katliamlara uğradıklarını, 1948’den beri İsrail devletinin nasıl ve kimler tarafından geliştirildiğini biliyoruz.
Diğer yandan Araplar Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 22 parçaya bölündüler. Ortadoğu’nun en etkili ulusuyken ikinci sınıf ulus sayıldılar. Türklerin ve Farsların hep gölgesinde kaldılar. Türkiye ve İran’ın yönlendirmesi altında kaldılar. Bu da Arap toplumu üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Şimdi kapitalist modernite sistemi Arap-İsrail ittifakı temelinde Ortadoğu’da sistemi yeniden yapılandırıyor. İran ve Türk bölgesel hegemonyası kırılıyor geriye itiliyor. Yüz yıl önceki değerler tersine çevriliyor.
Yüz yıl öncenin en önemli şeyi Kürtlerin yok sayılması ve yok edilmek istenmesiydi. Şimdi Kürtleri bu kadar yok sayan ve yok etmek isteyen sistem değişirken Kürtlerin varlığı öne çıkıyor. Zaten yüz yıldır mevcut sisteme karşı mücadele ettiler bilinçli ve örgütlüler. Irak’ın, Suriye’nin değiştirilmesinde Kürtlerin mücadelesi önemli rol oynadı. Demokratikleştirilmelerinde Kürtlerin varlığı ve Kürt özgürlüğü en temel demokrasi dinamiği oluyor. Türkiye ve İran’da da Kürt Özgürlük Mücadelesi demokrasi mücadelesinin temelini oluşturuyor. Dolayısıyla değiştirilmek istenen sisteme karşı en çok mücadele eden güç Kürtlerdir. O halde bu sistem değiştirilecekse, ortadan kaldırılıp yenisi kurulacaksa, yeni sistemde birinci dereceden Kürtler rol oynayacaklar. Kürt varlığı artık inkar edilemeyecek, dahası yeni sistemin oluşmasında Kürt özgürlüğü en temel değer olarak rol oynayacak. Buna sistemi yaratmak isteyenlerin de ihtiyacı var ve muhtaçtırlar. Mevcut statükoya karşı en çok Kürtler mücadele ettiler. Bu statükoya karşı mücadele edenler Kürt desteğini gücünü görmeden, Kürt mücadelesine dayanmadan kendi mücadelelerini geliştirip sonuç alamazlar, başarılı olamazlar. Bir de işin elbette bu yönü var. Böyle olunca da bu temelde de Kürtlerin önü açıktır. Yeni sistemde Kürtlerin yeri rolü belirgin olacak. Kürt özgürlüğü yeni Ortadoğu’nun siyasi yapılanmasını belirleyecek. Bu kesindir. Kürt yokluğu temelinde oluşacak sistem zaten eski sistem olur. Eski sistem değişecekse öncelikle ortaya çıkacak olan Kürt varlığı özgürlüğü ve demokratik haklarıdır. O halde Kürtlerin önü bu çerçevede de açıktır. Kendi dışındaki gelişmeler, Ortadoğu’da süren mücadele, 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’daki etkileri de Kürtlerin önünü açıyor, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesi için elverişli zemin yaratıyor. Bu mücadelenin imkan ve fırsatlarını büyütüyor.
Üçüncü olarak, bu durumları anlamak imkan ve fırsatları yerinde ve zamanında doğru kullanmaya kalıyor. Evet mevcut haliyle objektif bir bakış açısıyla Kürtlerin önü açıktır ve Kürtlerin önü açık olacak, yeni Ortadoğu Kürtler öncülüğünde şekillenecek ya da Kürtlerin etkili bir yeri olacak ama bu kendiliğinden olmayacak. Birincisi, Kürtlerin bunu yapabilmeleri için Kürtlerin eğitimli, bilinçli, örgütlü ve birlik halinde olmaları lazım. Bilinçli olabilmeleri için de kendilerini eğitmeleri gerekiyor. Örgütlenmek için demokratik konfederalizm sistemini daha etkili anlamaları ve örgütlenme temelinde hayata geçirmeleri gerekiyor. Birliklerini en ileri düzeyde güçlendirmeleri gerekiyor. Bunu sağlayabilmek için de işbirlikçiliğe ve ihanete karşı etkili tavır almaları lazım. Özellikle KDP ihanetini ve işbirlikçiliğini iyi anlamaları, doğru tanımaları ve buna karşı çok etkili mücadele etmeleri lazım. İşbirlikçilik ve ihanet var oldukça Kürt birliği de olamaz, Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesi de yürütülemez, Kürtler mevcut imkanları ve fırsatları doğru değerlendiremezler. Çünkü birlik olamazlar, güçlerini harekete geçiremezler. O halde birlik olmak özgürlük ve demokrasi temelinde olacak, Kürtler kendi iç demokrasilerini geliştirecekler. Bunun için de işbirlikçiliği ve ihaneti zihniyet olarak da siyaset olarak yok edecekler. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı mücadeleyi işbirlikçi hain zihniyet ve siyasete karşı mücadeleyle birleştirecekler, birlikte yürütecekler. Birinci husus kesinlikle budur.
İkincisi, doğru ve etkili politika yürütmektir. Gelişmeleri doğru anlamak ve doğru değerlendirmek gerekiyor. Evet bir dünya savaşı var, kapitalist modernite sisteminin iç çelişkilerinden bu savaş doğuyor, küresel tekelci sermaye sistemiyle ulus-devlet statükoculuğu çatışıyor. Statükoculuğu aşmak lazım. Küresel tekelci sermaye bunu istiyor ama Kürt halkı da bölge halkları da kadınlar ve gençler de mevcut ulus-devlet statükoculuğunu aşmayı istiyorlar, hem de alternatif demokratik modernite sistemini inşa etme temelinde bunu istiyorlar. Demokratik ulus, demokratik konfederalizm sistemini geliştirerek bunu yapmak istiyorlar. Demek ki statükoculuğu aşmak için iki yönlü mücadele var. Bir küresel tekelci sermayenin saldırıları var. Bir de kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, Kürt halkının ve tüm ezilenlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi var. Şimdi statüko aşılırken yeni yapılanma değişim hangi temelde olacak? Bir de statükoya karşı mücadele eden güçlerin birbiriyle mücadelesi var. Bu nedenle ABD-NATO, PKK’yi imha ve tasfiye etsin diye TC’ye bu kadar destek veriyor. Dikkat edilirse değişimi isteyen en temel güç, yine statükoya karşı mücadele eden en temel güç olmasına rağmen PKK’nin tasfiye edilmesini istiyor. Çünkü kendisine ideolojik ve stratejik olarak karşıt gördüğü için PKK’nin zayıf düşürülmesini, tasfiye edilmesini istiyor. Bunun için AKP-MHP faşizmini ‘Çöktürme Eylem Planı’ temelinde on yıldır saldırtıyor. Kırk yıldır TC devletini saldırtıyor. PKK’ye dönük saldırıların arkasında her zaman NATO oldu. Demek ki çok yönlü bir mücadele var. Hem ulus-devlet statükoculuğuna karşı mücadele ediyoruz hem küresel tekelci kapitalist hegemonyaya karşı mücadele ediyoruz. O hegemonyanın da bölgeye yeterli özgürlük ve demokrasi getireceğine inanmıyoruz. Yeni bir hakimiyet getirecek, yeni bir egemenlik sistemi, daha derin bir baskı ve sömürü sistemi yaratacak. Onu da istemiyoruz. İstiyoruz ki bölgede özgürlük ve demokrasi temelinde değişiklikler olsun, yeniden yapılanma gelişsin. İstiyoruz ki demokratik ulus zihniyeti her tarafta uygulansın ve Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi ortaya çıksın. Fakat bu istemekle olmuyor. Öncelikle bunu doğru anlamak, bunun siyasi mücadelesini doğru vermek lazım.
Ne kadar, nerede, nasıl statükoculuğa karşı mücadele edeceğiz. Ne kadar ve hangi yöntemlerle tekelci saldırılara karşı mücadele edeceğiz. Bir uzlaşma yaşayacak mıyız, yaşayacaksak nerede nasıl uzlaşmalar yaşayacağız. Bunların iyi bilinmesi ve doğru hayata geçirilmesi lazım. Bu anlamda politik uyanıklık, politik öngörü, politik bilinç, politik mücadele Kürtler için çok önemlidir. Öyle düz, tek yanlı, rast gele bir yaklaşımla bu işler olmaz. Cepheden duruşla olmaz. Herkesi düşman ilan etmekle de olmaz ya da anlamadan ölçüsüz uzlaşmalara girmekle sonuç alınamaz.
Burada ulus-devlet statükoculuğunu aşmak temel hedefimizdir. İstiyoruz ki bu özgürlük ve demokrasi temelinde olsun. Tümden olmazsa ve tek başımıza başarı kazanamazsak, bu statükoyu değiştirmek isteyen güçlerle ne düzeyde, ne kadar nerede uzlaşmalar yapabiliriz! Önder Apo ‘3. Dünya Savaşı’ndan çıkış bir gücün zaferiyle olmayabilir. Ortak uzlaşmalara dayalı ara çözümler de ortaya çıkabilir’ dedi. Elbette biz demokratik modernite devriminin zaferi için mücadele ediyoruz. Temel hedefimiz budur. Her zaman böyle mücadele edeceğiz. Demokratik ulus çizgisini ve demokratik konfederalizmi hayata geçireceğiz. Ortadoğu Demokratik Konfederalizmi’nin yaratılmasını hedefleyeceğiz. Bazı arkadaşlar buna ‘Demokratik Konfederal Devrim’ diyorlar. Evet böyle bir siyasi devrimi gerçekleştireceğiz. Bunu mutlaka başarmak istiyoruz. Fakat bunu uygularken yerinde zamanında doğru mücadele yöntemleriyle bunu yapmak, doğru siyaset izlemek, gerekirse bir biçimde bu çizginin yararına olan uzlaşmalar da yapabilmek gerekiyor. DAİŞ’e karşı mücadelede Rojava Koalisyonla böyle bir uzlaşma yaptı. Bu da çok etkili bir uzlaşma oldu. Hiç kimsenin aklından, hayalinden geçmeyecek bir durumdu, buna kimse cesaret edemezdi ama Rojava Özgürlük Güçleri buna cesaret ettiler ve DAİŞ’i yenilgiye uğratan, dünya halklarına ilham kaynağı olan, ışık olan büyük bir devrimsel gelişmeyi Kuzey ve Doğu Suriye’de açığa çıkardılar. Bu çok önemlidir. Bu gerçeği çok iyi anlamalıyız. Oradan iyi ders çıkartmalıyız. Orada olup bitenleri iyi özümsemeliyiz.
Üçüncü olarak da her şey mücadeleye bağlıdır. Ancak mücadele edilerek kazanılır. Mücadelesiz hiçbir şey kazanılmaz. Kendiliğinden ya da az bir mücadeleyle sonuç alınamaz, zafer kazanılamaz, başarı kazanılamaz, demokrasi elde edilemez, özgürlük sağlanamaz, devrim yapılamaz. Mücadelesiz kazanma yoktur. O bakımdan Kürt toplumunu, kadınlarını, gençlerini, işçi ve emekçilerini, Kürt dostlarını, Türkiye’nin haklarını 2025 yılında ne bekliyor. Daha iyi bilinçlenmek, daha çok örgütlenmek, politikayı daha doğru anlayıp yaratıcı tarz ve taktikleri politik mücadelede daha etkili geliştirebilmek ve esas olarak da mücadele etmek gerekmektedir. Mücadeleye seferber olmak lazım. Mücadelesiz bir yaşam yoktur, çünkü yaşamın kendisi bir mücadeledir. Devrimin, değişimin, gelişimin kendisi de bir mücadeledir. O nedenle mücadelesiz yaşam aramak en kötü bir tutuculuktur. Küçük burjuva bireyciliğinin en kötü halidir. Mücadele olmasın, sorunlar olmasın basit bir biçimde yaşayıp gidelim biçiminde bir yaşam olmaz. Böyle var olmayı hiçbir biçimde kabul etmemeliyiz, yanımızda ve yöremizde var olmalarına izin vermemeliyiz. O halde bu mücadeleyle olacak, daha çok mücadele edeceğiz. Mücadele için de daha çok bilinçleneceğiz, daha çok örgütleneceğiz, daha fazla birleşeceğiz, daha doğru düşüneceğiz, daha çok yaratıcı olacağız. Bunları gerçekleştirdikçe mücadeleyi büyüteceğiz büyük mücadele ettikçe de kazanacağız. Böyle bir mücadeleyi yürütmenin koşulları elverişlidir. İmkanlar ve fırsatları fazladır. Hiç kimse imkan yok fırsat az engeller var, zorluklar çok demesin; engeller aşılabilir, zorluklar yenilebilir.
İmkanlar ve fırsatlar tarihin hiçbir zamanında ele geçirilemeyecek kadar fazladır. O halde gerisi bu imkan ve fırsatları doğru değerlendirecek ve etkili kullanacak bir bilince ve örgütlülüğe, siyasi kıvraklığa ve mücadeleciliğe kalıyor. Mücadelede yaratıcı tarz ve taktik geliştirmeye kalıyor. Çok yönlü etkili mücadele edebilmeye kalıyor.
2025 yılının zaferi ve başarısı kesinlikle böyle bir mücadeleyle olacak. Biz hareket ve halk olarak 2025 yılına böyle bir anlayışla giriyoruz. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlemizi böyle bir anlayışla çok yönlü mücadele temelinde geliştireceğiz ve mutlaka zafere ulaştıracağız. Hedefimiz Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde kalıcı sonuçlar elde etmek, başarılara ulaşmaktır. Bunun gerisindeki bir durumu da kabul etmeyeceğiz. Bunlar temelinde bir kere daha herkesin miladi 2025 yılını kutluyor, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyor, doğru mücadele ederek büyük kazanacağımıza tüm özgürlük ve demokrasi güçlerinin inanmasını istiyoruz.