Êzidîlik, tarihin en eski inanç sistemlerinden olup çeşitli değişimler yaşamış ama temel özelliklerini koruyarak günümüze kadar ulaşmış Kürt halkının kültürel direniş gerçeğidir. Kökleri binlerce yıl öncesine hatta dinlerden de önce var olan dünyanın ilk inanç sistemlerine dayanan Êzidî kültürü devletli uygarlık sisteminin gelişmesinden, özellikle de İslamiyet’in yayılmasından sonra sürekli katliam ve soykırımlar yaşamıştır. Êzidîlik, dönemin toplumsal zihniyetine göre ibadet biçimlerinde ve zihniyetinde değişimler yaşamış olsa da kültürel alt yapısının en eski halini olabildiğince sürdürmeyi inatla sürdürmeye çalışmıştır. Rêber Apo Êzidîlerde kurumaya yüz tutmuş olan tarihi demokratik gelenek, değerli bir araştırma konusudur. Sünni Kürtlere nazaran ulusal değerlerini daha çok temsil ediyorlar. Tarihte birçok soykırım saldırısına maruz kalmalarına rağmen inançlarında ısrarlı olmuşlardır. Kürtlerin zengin geleneklerinin kaynağı olan Êzidîlerin kitap külliyatları yakılmış ve özgür yaşamları sürekli bastırılmıştır. Bu zengin kaynak Faqirleşmiş ve deyim yerinde ise kurumuştur” belirlemesinde bulunmuş ve Kürtlerin kadim demokratik ve ulusal özünü koruyarak araştırılmasının sadece Êzidîler için değil bütün Kürt halkı için önemine vurgu yapmıştır. Kürt halkının kökleriyle yeniden buluşması için Êzidî, Alevi, Yarsan, Dürzi, Şebek inançlarındaki kadim kültürü açığa çıkarması ve buluşması açısından elzemdir. Toplumsal kültürlerin inanç sistemleriyle kimlik kazandığı, milletleşme sürecinin de din olgusuyla geliştiği dikkate alındığında kadim inançlarımızda korunan kültürel değerlerin Kürt ulusal kimliği için önemi anlaşılır olacaktır. Toplumsal ilişkilerimiz, kültürel geleneklerimiz, yaşama ve doğaya bakış açımızdaki farklılıklar anlamlandırılabilecek, halkımızın param parça olan zihniyeti, ortak değerlerde toparlanma imkânı bulacak, öz güven ve öz saygıyı güçlendirmeye katkı sağlayacak ve özgürlüğünü canlandırabilecektir.
Êzidî kültürü zayıflamış olsa da Neolitik dönemin ilk çıktığı topraklardaki zihniyetin, inanç ve kültürel yapılanmasının günümüze kadar uzayabilmiş olan halidir. Toplumsallaşmanın doğayla uyumlu olan ilk yapı taşlarını barındırır. İçinde demokratik, doğal yaşam değerlerini daha çok taşır. Merkezi uygarlığın gelişmesiyle paralel tek tanrılı dinlerin hegemonyası oluştukça bu kültürel yapılanma üzerinde baskılar giderek yoğunlaşmıştır. Buna rağmen yok olmamış kısmen de olsa varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Ortadoğu kültürü iki ayrı inanç sisteminin çevresinde şekillenmiştir. İki ayrı kanalın merkezi olan Ortadoğu, bu iki ayrı zihniyetin de çarpışma zeminidir. Rêber Apo’nun ifade ettiği merkezi uygarlık ile demokratik uygarlık çatallaşmasında Êzidîlik direnen demokratik uygarlık kanalında akmıştır. Kûrdî inanç sistemleri farklı biçimlerde Kurdistan’ın farklı coğrafyalarında aynı özle varlığını sürdürmüştür. Güneş, ay ve toprak, su, hava, ateşten oluşan dört elementi kutsal sayan, doğayla uyumlu neolitik değerlerin hakim olduğu Kûrdî inanç sistemi Ortadoğu’nun ortası ve kuzeyinde etkili olurken, merkeziyetçi, zora ve tekçiliğe dayalı olan devletli sürecin tek tanrılı dinleri bölgenin güneyinde etkili olmuştur. Her iki inanç ve kültür sisteminin en fazla ve en uzun süre çarpıştığı alan Kurdistan coğrafyasıdır. Kaosun, çatışmaların, gerginliklerin ve direnişin de daimi odağı olmuştur. Açıktır ki ne zayıflayan Neolitik dönem inançları ne de devletli uygarlığın dinleri ilk halleriyle kalmamış, bu çarpışan inançlar ve kültürler birbirini etkilemiş, değiştirmiştir. İslamiyet’teki tasavvuf, Sufîlik, Şialık, Yahudilik ve Hristiyanlık’taki Mesih inancı, Kürt-İran kültür ve inanç sisteminin izlerini taşırken, Êzidî, Alevi ve Yarsan inançlarında kutsallaştırılan İslami-Yahudi karakterlerin varlığı da bu etkileşimlerin sonucudur.
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, İbrahim’i dinler dışındaki inançları sapkınlık olarak tanımlamıştır
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, İbrahim’i dinler dışındaki dinleri özellikle de Kûrdî inançları sapkınlık olarak tanımlamıştır. Ortadoğu’nun tek tanrılı dinler merkezi olması ve bu dini hegemonyanın bölgeden dünyaya yayılması gerçeği göz önüne getirildiğinde Êzidîliğin, Yarsaniliğin, Aleviliğin, Dürziliğin, Şebekliğin günümüze kadar varlığını sürdürebilmiş olmasının, ne kadar büyük acılar, katliamlar ve ne kadar büyük bir direnişi ifade ettiği anlaşılırdır. Merkezi devletli uygarlığın iktidarcı, dinci ve kavimci zihniyeti dini hegemonyasını sağlayabilmek için özellikle Kûrdî kültür ve inanç değerlerini tehdit olarak görmüş ve hep yok etmeyi esas almıştır.
Tarih boyunca yaşanan soykırım saldırıları kadim inancımız ve kültürümüzün sıkı sıkıya gizlenmesine ve birçok yönünün unutulmasına, farklı yorumlarla çarpıtılmasına ve zayıflamasına yol açmıştır. Asurlardan, Helenlere, Romalılardan, İslami Cihatlara, Haçlılardan Moğollara, Türki seferlere, Osmanlılardan, yerel iktidar güçlerine kadar defalarca fiziki ve kültürel olarak yok edilme amacıyla saldırıya uğramış, entelektüel birikimleri yakılmış ya da yok edilmiştir. Êzidîler, Aleviler, Yarsanlar, Dürziler, Şebekler fermanlardan (soykırım saldırıları) korunma refleksiyle çevrelerindekilerin öfkesini çekecek şeyleri açıktan göstermemeye özen göstermiştir. Binlerce yıldır ana yaşam refleksi varlığını sürdürme çabası olmuştur. Başkalarının yaşadıkları yerleşim alanlarından uzak duran sarp dağlara tutunan Êzidîlerin doğal olarak gelişme kanalları da daralmış ve adeta çağların dışında yaşamışlardır. Saklanmak, inançlarını ve kimliklerini bu dinden olmayanlara açıklamamak temel bir kural haline gelmiştir. Bu durumun toplumsal psikolojilerinde yarattığı sonuçlar derin bir sosyolojik incelemeyi gerektirmektedir. Yapılacak olan sosyolojik incelemelerde görülecektir ki, bir yanı özgürlüğe açık öbür yanı katı dogmatik, bir yanı umutsuz ve özgüvensiz, öbür yanı cesaret abidesi, bir yanı korkudan küçülmüş diğer yanı öfkeli ve gözü kara, bir yanı doğalcı-doğrucu öbür yanı sırlarla çevrilmiş derin çelişkiler, derin yaşanmışlıkların eseri. Ancak özgür yaşam koşulları yaraları sarabilir, toplumsal psikolojiyi rahatlatabilir.
Êzidîler soykırım saldırılarını 72 ferman olarak adlandırır. Aslında bu sayı 72’den çok daha fazladır. 72 sayısı mitsel bir söylemdir. Ortadoğu eski inanç sisteminde çokluğu ifade etmek için kullanılır. Büyük ihtimalle mitolojik inançların söylencelerinden kalmış, Mezopotamya inanç sisteminin bir parçasıdır. 72 dil, 72 millet, 72 tabaka, 72 Papirüs gibi 72 sayısı çok fazla kullanılmaktadır. Ferman kelimesi ise hem Farsça hem de Kürtçede emir, talimat anlamlarına gelip Osmanlıca’ya “padişah buyruğu” olarak geçmiştir. Êzidîler “Ferman” kelimesini ve “Otmanî (Osmanlı)” kelimelerini soykırım saldırılarını ifade etmek için birlikte kullanır. Osmanlı padişahlarının talimatlarıyla yapılan soykırımlar olduğuna işaret ederler. Bununla birlikte Osmanlılar öncesi özellikle İslamiyet’in çıkışından sonra yapılan cihat amaçlı saldırılar da unutulmamıştır.
Kürt halkının İslamlaştırılması ya da yok edilmesi için büyük bir kültürel ve fiziki soykırım yaşadığının belgeleri hem İslam külliyatında hem de dünya tarihinde çokça vardır. Kürtlerin büyük çoğunluğunun zorunlu olarak din değiştirdiğinin de çok fazla belgesi bulunur. Bazı kabile ileri gelenleri katledilmemek için İslamiyet’i kabul etmiş ama kabilenin yerel halk tabanı gizlice de olsa inançlarını sürdürmüştür. İslamlaşma sürecinin zorla gerçekleştiğinin en yakın dönem kanıtı ise DAİŞ’in 2014 yılında Şengal’de yaptığı soykırım saldırısıdır. Êzidî çocukları devşirilmiş, kadınları cariye olarak pazarlarda satılmış, İslamiyet’i kabul etmek zorunda kalanların bir kısmına ise yaşam hakkı tanınmıştır.
Şêyh Adî’nin Bekaa’dan 1111 (miladi) yılında Kurdistan’a geldiğine, buraya daha önce gelmiş olan Uqayl el- Mambıci, Ebul-Vefa el- Hulvani’nin gözetiminde eğitim gördüğüne, bir süre Bağdat’a giderek Abu Hamid ve Ahmed Gazali, Suhreverdi, Şêyh Abdülkadir Geylani gibi Sûfî Şêxlerle kaldığına, Geylani ile birlikte Mekke’ye hacca gittiğine dair bilgi ve belgeler vardır. Êzidîler Şêyh Adî’ye olan bağlılıklarının onun kerametlerini gösterdikten sonra geliştiğini söylerler. Tarihçiler Şêyh Adî’nin şeceresini çıkarmış, soyunun Muaviye ve devamındaki Halife Mervan’a dayandığı belirlenmiştir. Êzidîlerin büyük çoğunluğu bunu kabul etmez. Farklı coğrafyalara yayılan Êzidîlerin oralarda sancaklar kurduğunu Şêyh Adî’nin Bekaa’ya giden Êzidîlerin soyundan geldiğini söylerler. Bazı kaynaklarda Hakkârili olduğu belirtilse de bu yanlıştır. Şêyh Adî günümüzdeki Hakkari’ye (Colemerg’e) hiç gitmemiş Şengal ve Laleş dağlarında kalmıştır. Bu dağlar o dönemde Colemerg beyliğine bağlı olduğu için Colemerg dağları deniliyordu. Şêyh Adî ölünceye kadar burada kalmış, buranın yerlileri olan Êzidîler ona inanmış ve çevresine toplanmışlardı. Êzidîler ile Şêyh Adî’nin buluşmasının bir yanı güven-inanç bir yanı ise güvenlik ihtiyacıdır. Sık sık saldırıya uğrayan Êzidîlerin Şêyh Adî’nin yaşadığı yıllarda saldırıya uğradıklarına dair belge yoktur. Şêyh Adî öldükten sonra yeniden saldırılar başlamıştır. Şêyh Adî’nin Sûfiler içerisindeki ünü ve inandırıcılığı kendisine bağlı olan Êzidîlerin de korunmasını sağlamıştır.
Kadim Kürt inancı Êzidîlik biraz gelişme imkânı bulduğunda hızla yayılmıştır
Şêyh Adî döneminde Êzidîlerin eski inançları sürdüğü gibi yeni ibadetler ve mitolojiler de eklenmiş, değişimler yaşanmış, toplumsal ilişkilerinde de farklı statüler oluşmuştur. Şêyh Adî ölmeden önce halefini de belirlemiştir. Evlenmediği ve çocukları olmadığı için kendi isteği üzerine yerine Lübnan’dan Kurdistan’a gelen akrabasının yeğeni Sahr Abul-Barakat geçmiştir. O da öldükten sonra Onun yerine oğlu ikinci Şêyh Adî B. Abil Barakat geçmiş, Hristiyan keşişlerin şikayeti üzerine 2. Şêyh Adî Moğollar tarafından 1221 yılında öldürülmüştür. II. Şêyh Adî’nin yerine onun oğlu Al Hasan Bin Adî geçmiştir. Bu kişi Êzidîlerin daha önce Hasan Basri olarak bilinen öncü bir şahsiyetle özdeşleştirilmiş ve çok önemsenmiştir. Şêyh Hasan ve yüzlerce Êzidî de Musul Türk Atabeyi Bedrettik Lulu tarafından öldürülmüş, Türkler bununla da sınırlı kalmayıp Şêyh Adî’nin kemiklerini mezarından çıkararak yakmışlardır. Şêyh Hasan’dan sonra yerine geçen Şerfeddin de Moğollara karşı savaşmış ve öldürülmüş, onun yerine geçen kardeşi Fahreddin ise Moğollarla kısa bir süre anlaşmış ancak o da daha sonra Mısır’a kaçmıştır. Şêyh Adî’nin soyundan gelenlerin doğrudan liderliği böylece bitmiş Êzidîler kendi içlerinden Amedîye ve Baba Şêyhlerini seçerek topluluklarını yönetmişlerdir.
Kadim Kürt inancı Êzidîlik biraz gelişme imkânı bulduğunda hızla yayılmıştır. Nitekim 12. ve 13. yüzyıl civarında İslamlaşma gelişmesine rağmen eski inancını yaşatma imkanı gelişince Kürtlerin büyük çoğunluğu Êzidî inancına geçmiştir. Ermenistan’dan, Rojhilat Kurdistan’ına, Bağdat yakınlarından Dêrsim, Mereş, Dîlok, Meletî’ye, Mêrdîn, Sêrt’ten Serhed’e kadar Êzidî inancına geri dönmüştür. Özellikle Dîlok, Meletî, Kîlîs, Efrîn bölgeleri, Şengal’den sonra en önemli Êzidî merkezleri haline gelmiştir. Ancak bin yıl içerisinde bütün Kurdistan’daki soykırımlar Êzidîlerin sayısını tarihindeki düşük düzeyine indirmiştir. Günümüzde Kuzey Kurdistan’da birkaç bin ile ifade edilebilecek, Nisêbin-Mîdyat hattı, Wêranşar, Hezex, Serhad bölgelerinde toplam 5 bin Êzidî kalmış, Avrupa’ya 60 bin Êzidî göç etmiştir. Ermenistan da 35 bin 272, Rusya’da 40 bin 586, Gürcistan’da 18 bin 329, Rojava’da 50 bin Êzidî kalmıştır. Şengal, Şêxan ve Başîka’daki Êzidîlerin sayısı da toplam 650 bin civarında olup son yıllarda çok fazla dışarıya göç de yaşanmıştır. Êzidîlerin hemen hemen tümü Bakur Kurmancisi ile konuşurken, Başika’daki Êzidîlerin büyük çoğunluğu Şêyh Adî ile gelen ve anadillerinin Arapça olduğunu söyleyen Êzidîlerdir.
Êzidî İnanç Ve Kültür Sistemi
Êzidî yaratılış mitolojisine göre tanrı evreni kendi özünden yaratmıştır. Yarattığı yaratıkların her biri yaratıcıdır ve kutsaldır. Mishefa Reş ve Qevl’lerde yaratılış mitolojisi “Tanrı kendi özünden önce bir inci (ya da ışıktan bir küre) yarattı. Sonra Enfer adında beyaz güvercini yaratıp inciyi onun sırtına yerleştirdi ve üzerinde kırk bin yıl boyunca oturdu. Sonra Pazar(yekşem) gününden başlamak üzere yedi günü ve her yarattığı gün de kutsal meleklerden birini yarattı. Melekê Tawus’u çarşamba günü yarattı. Yedi cenneti, yeryüzü, güneş ve ayın şeklini yarattı. Bundan sonra yaratım işini Melekê Tawus’a (bazen Şêyh Fexreddin de diyorlar) bıraktı. Melekê Tawus insan ve hayvanları, kuşları ve mahlukları yarattı ve onları elbisesinin kıvrımlarına yerleştirdi. Meleklerle birlikte inciden dışarı çıktı. İncinin üzerinde muazzam bir feryat kopardı. İnci dört parçaya bölündü. İçinden su fışkırdı ve deniz oluştu. Dünya yuvarlaktı ve delik yoktu. Sonra Cebrail’i bir kuş biçiminde yarattı, onu gönderdi ve dört köşeyi onun ellerine verdi. Sonra bir gemi yarattı ve otuz bin yıl boyunca suların üzerinde yaşadı. Sonra gelip Laleş’e yerleşti. Dünyaya haykırdı ve taşları bağladı. Dünya yeryüzü oldu ve titremeye başladı. Sonra Cebrail’e emir verdi ve o yerleşti” biçiminde anlatılır. Mishefa Reş’in sonunda bu hikâye bir kez daha söylenip şöyle sonlandırır: “Sonra yeryüzünü kilitledi ve eline bir kalem alarak tüm yarattıklarının isimlerini yazdı. Sonra kendi ışığından altı ilah yarattı. Yaratılış bir lambanın başka bir lambayı ateşiyle yakması gibiydi. İlk tanrı ikinci tanrıya şöyle dedi; “Ben gökyüzünü yarattım. Şimdi (kendi sıranda) ayağa kalk, gökyüzüne git ve bir şeyler yarat”. O ayağa kalktı ve Güneş var oldu. Ve aynı şeyi sıradakine söyledi. O ayağa kalktı ve Ay var oldu. Dördüncüsü ufku yarattı. Beşincisi Çoban Yıldızı’nı yarattı. Altıncısı Atmosferi yarattı.”
Hakikat bütünlüklüdür merkeziyetçi değil
Bu mitolojiden anlaşılan yaratılan bütün varlıkların tanrının özünün parçası olmasıdır. Tanrı özünden yaratılan her şey kutsaldır. Hakikat bütünlüklüdür. Merkeziyetçi değil, özsel birliğe dayalı çoğulcudur. Toplumsal ilişkilerde ve yönetim tarzındaki anlamı doğayla uyumlu, özgür ve demokratik ilişkilere açık olmadır. Yaratılışa katılanların tümü aynı düzeyde değerlidir. Ama devlet ve iktidar eksenli uygarlık, bu demokratik doğal yaşam zihniyetinden çok şey aşındırmıştır. Buna rağmen yaratılış mitolojisine olan inancın devam etmesi tümüyle yitirilmemiş, kısmen toplumsal kültürde ve inanç sisteminde korunabilmiştir.
Êzidîlerin kutsal mabedleri olan qub’lar tek bir tanrıya adanmamıştır. Her qub ayrı bir yaratıcının adınadır. Her qub kutsaldır. Adaklar sadece bir tanrıya adanmaz, dualar sadece bir tanrıya edilmez. Yaratıcı yedi kutsal varlığın her biri için ayrı qublar inşa edilmiş, hatta tarihte dini vasıflarıyla topluma faydalı olan, öncülük yapan insanlar için de qublar inşa edilmiştir. Bütün qublara son derece saygılı ve inançlı yaklaşılmaktadır. Şengal, Başika ve Laleş’te çok sayıda böyle qub vardır.
Yaratılış mitolojisindeki demokrasiye açık zihniyet, kadınların dini ve toplumsal rolü konusuna da yansımıştır. Kadınların toplumsal statüsü tek tanrılı dinlerdeki kadar zayıf değildir. Kutsal yaratıcılar içerisinde kadınlar da vardır. Xatuna Fexra (Şengal’de), Dayika Ciwan, Sitî Hebibe, El Xasiyye, Sitî Xadice El Kubra, Sitî Nefise, Xetibesi (son isimler Başika’da) adına yapılan qublar diğer qublar kadar kutsaldır. Bu qublara sadece kadınlar saygı göstermez bütün toplum gösterir. Bunun dışında bazı aşiret liderleri kadındır. Koçekler ve din hizmetlileri içerisinde de kadınlar vardır.
Bu bakış açısı Adem ve Havva mitolojisinin farklı bir yorumunu açığa çıkarmıştır. Êzidîler Adem ve Havva’nın varlığını ret etmez ama Êzidîlerin onların soyundan olmadığını söylerler. Anlatımlarına göre Adem ile Havva arasında insan soyuna kimin hayat verdiğine dair çelişkiler vardır. Havva ana soyluluğu savunur. Adem ise buna öfkelidir ve baba soylulukta ısrarlıdır. İkisi tohumlarını birer “Cer”e (küp) yerleştirir. Dokuz ay sonra Havva’nın Cer’inden solucan ve böcekler çıktığı söylenir. Adem’in “Cer” inden ise Cer’in oğlu Şahit’in çıktığına inanılır. Şahit’in daha sonra bir Huri ile evlendiği ve Êzidîlerin onların soyundan geldiği söylenir. Bu hikaye ataerkilliğe geçiş sürecinde yaşanan zihniyet çarpışmalarını ifade eder. İnanışın bu biçimde devam etmesi çarpışmanın da devam ettiğini gösterir. Diğer tek tanrılı dinlerde Adem’in kaburgasından yaratılan Havva günahkar, acı çekmeye mahkum ve kaderine boyun eğmiş pozisyondadır. Êzidîlerin mitolojisinde ataerkil zihniyet çatışmadan kazançlı çıkmış olsa da Havva hala boyun eğmemiş, teslim olmamıştır.
Bu direnç damarının izleri Kürt kadınlarının anlattığı başka bir mitolojiden de takip edilebilir. “Havva ilkin 14’üz doğurdu. 14 çocuğun 7’si çok güzeldi, diğer 7’si o kadar güzel değildi. Havva çocuklarını adem’in görmediği bir mağarada doğurduğu için o gelmeden önce doğan en güzel yedi çocuğunu Adem ’den saklamak niyetiyle eleğin altına sakladı. O kadar güzel olmayan diğer yedisini eleğin üstünde tuttu. Adem gelince 7 çocuklarının doğduğunu söyledi. Havva’nın bildiği Adem’in bilmediği iki paralel yaşam vardır. Eleğin altındaki yedi güzel çocuğun soyu, eleğin üstündeki insan soyuyla paralel devam etmektedir.” Bu paralel yaşamların birinden diğerine geçiş çok istisnai durumlarda gerçekleşir. Eleğin altında kalanlara “cin” de denir. Bütün Kürtler bu mitolojik alt yapıdan dolayı cinlere “Ew ji me çêtir’in” yani “bizden iyi olanlar” derler. “Ew ji me çêtir” ağırlıklı kadınlardır. Bu kadınlar asla saçlarını kesmez, çıplak dolaşırlar ve çok güzeldirler.
Kadınların toplumsal statüsü açısından bu olumlu alt yapıya rağmen ataerkil zihniyet güçlenmiş ve kendini dayatmış ve sonuç olarak Êzidîler’de hakim olmuştur. Kadın-erkek ilişkileri diğer dinlere nazaran görece daha yumuşak olsa da toplumsal cinsiyetçilik zayıf değildir. Yani çelişkili durumlar vardır. Kadınlar istemedikleri biri ile evlendirilmeye kalkılırsa istediği kişi ile kaçabilir ve bu son derece normal görülür. Hatta bazı durumlarda kaçamayan bir anlamda başının çaresine bakamayanlarla alay edilir. Evlilik öncesi flört edilmesine, gençlerin birbirini bir süre tanımalarına izin verilir. Kutsal yerlerde gençlerin flörtlerine karışılmaz. Ama buna karşılık başlık parası çok temel bir evlilik kuralıdır. Öyle ki başlık parasının miktarı Meclîsa Ruhanî tarafından sabitlenmiştir. Bununla birlikte çocuk yaşta evlendirmeler vardır. Aile içerisinde erkek egemenliği kendini dayatır. Yine de kadın direnç gösterip gücünü açığa çıkarırsa buna da saygı gösterilir. Êzidî kadınları en küçük bir fırsat ortaya çıktığında öz güçlerini açığa çıkarabilmekte, önemli roller oynamaktadır. Bilinçli olmasa da doğal, özgür yaşam potansiyeli kurumamıştır.
Êzidîlik Şêyh Adî’nin yaptığı değişimlerden önce kültürel ve inançsal olarak Mitra inancının sürdürülmesidir. Mevcut inanç sisteminde bunun verileri çok fazla olduğu gibi tarihsel bazı belgeler de buna işaret etmektedir. Pers İmparatorluğu sürecinde Kürt Mag’ların iktidara başkaldırdığı ve çok fazla Mag’ın katledildiği söylenir. Daha yakın bir tarihe ilişkin belgede Mag’ların Musul çevresindeki varlıklarından söz edilir. Miladi 1205-6 yıllarında Hristiyan bir Başpiskopos olan Barhebraeus tarafından yazılmış bir belgede “Tayrahidler adı verilen Kürtler dağdan indi ve (Musul yakınlarındaki) o topraklarda büyük bir yıkım yarattı. Persli birlikler onlara karşı birleştiler ve onlardan çok sayıda kişiyi öldürdüler. Bu Kürtler İslam’a inanmıyor ancak kendilerine özgü putperestlik ve Magi dininde ısrar ediyorlar. Üstelik onlar ile Müslümanlar arasında ölümcül bir düşmanlık vardı” diyor.
Magi Kürtçe’de ateş közü anlamına gelir. Ateşin çevresinde toplanan, güneşin ve ateşin kutsallığına inanan ve bu inancın öncülüğünü yapan Mitra inancının görevlileri de Magi yani ateşin parçası olarak adlandırılmıştır. Mag’lar Mitra inancının anlatıcılarıdır. Êzidî, Alevi, Yarsanlar da Magi kelimesi büyük baskılardan dolayı artık kullanılmamakta, topluma öncülük edenlere Pîr denilmektedir. Pîr’in Kürtçe’de kelime anlamı “yaşlı kadın”dır. Büyük ihtimalle Mitra tanrıçasının etkili olduğu dönemde onun temsilcileri olan kadınların statüsünü merkezi uygarlığın başlamasıyla erkekler de kullanmış ve ataerkilliğin hakim olmasından sonra erkek Pirler öne çıkmıştır. Bu yorum merkezi uygarlık tarihinin kadın karşıtı, sınıflı akışı dikkate alındığında anlaşılır olur.
Tarihte Mitra inancına dair ilk kayıtlar Kurdistan’da ortaya çıkmıştır. Wan Gölü’nün güneyindeki Hurri Krallığı olan Mitanniler ile Hattiler arasında MÖ 1400 tarihli barış anlaşmasında şahit ve koruyucu tanrıça olarak Mitra’nın ismi geçer. Güneş’i ve ışığı temsil ettiği gibi doğruluk ve dostluğu da temsil eder. Görme, dostluk ve doğruluğu her şeyden üstün tutma temel ahlaki ölçüler olarak varlığını sürdürmüştür. 1200’lü yıllar ve öncesinde Kürtler’in kültürel olarak bu inancı bütün saldırılara rağmen sürdürdükleri biliniyor. Şêyh Adî’nin Êzidîlik dininde yaptığı değişimler de kadim inancının temel hususlarını aştıramamış, eklenmiştir.
Êzidî inanç ve kültürünün temel özellikleri; Mishefa Reş ve Cilwe kitapları ile sözlü anlatım olan Qewl’lerdedir. Toplum içerisinde yılda bir kez dolaşan Qewal’lar, şiirsel ilahileri olan Qewl’leri ezberden okurlar. Qewl’ler Kurmancidir. Êzidîlerin iki kutsal kitabı olan Cilwe ve Mishefa Reş de Kürtçe yazılmıştır. Bu iki kitabın Qewl’lerin ayrıntılı hali olduğu söylenir. Ancak bu kitaplar şimdi Êzidîler de bulunmamaktadır. Êzidî dini çoğunlukla Qewl’lerle sözlü anlatıma dayanır. Qewl’lerdeki bilgiler çoğunlukla Şêyh Adî öncesi Êzidîliğe aittir. Ancak Şêyh Adî dönemi ve sonrası yapıldığı belli olan Qewl’ler de vardır. Qewallar “Def û Şibab” eşliğinde Qewl’leri okurlar. Qewal görevi Başika’lı bir gruba aittir. Qewallar aynı zamanda gittikleri topluluğa göstermek ve ibadet etmeleri için sancağı yani kuş ikonunu da dolaştırırlar. Toykuş ya da horoza benzeyen bu kuş Melekê Tawus’u temsil eder. Kuş ikonu bilindiği gibi Mezopotamya inanç sisteminin binlerce yıl öncesine aittir. Kurdistan’da erken neolitik döneme ait arkeolojik kalıntılar içerisinde ve özellikle bazı mezarlarda bulunan temel figürdür. Kutsal kişilerin kuş tüyleriyle gömüldüğü mezarlar çokça bulunmuştur. Başika ve Laleş’teki kuş ikonlarının bu kültürel geleneğin devamı olduğu açıktır.
Laleş’i hac merkezi olarak Şêyh Adî’nin seçtiği söylenir. Êzidîler Şêyh Adî’nin önce Şengal dağlarındaki Serdeşt’de Küçük Laleş olarak bilinen yere geldiğini ama burayı ibadet merkezi olarak dar bulduğunu, bu nedenle Garê dağının uzantısı olan Laleş’i seçtiğini söylerler. Laleş aslında eski bir Hristiyan manastırıdır. Oranın alınmasına yönelik çeşitli rivayetler vardır. Bazı Hristiyan belgelerinde manastırın onların izni dahilinde alınmadığı ifade edilmiştir. Êzidîlerin mitolojik anlatımda ‘Şêyh Adî’ye tanrı tarafından Laleş’in vaat edildiğini, Şêyh Adî Laleş’e gittiğinde iki Hristiyan keşişin onu kabul etmediğini, bunun üzerine Şêyh Adî’nin başka bir mağaraya gittiğini, keşişlerin ona karşı bir saldırı planladığını ama Şêyh Adî’nin o keşişlerin öncüsü olan din adamının kılığına girerek onları ikna ettiğini’ söylerler. Bunun devamında “Şêyh Adî Laleş’e vardığında orada Ezdînê Mîr’in yaşadığını gördüğünü de eklerler. Yani o dağlarda Êzidîlerin en kadim kutsalları ve insanlarının eskiden de orada olduğunu söylerler. Hala yaşadıkları coğrafyaları ifade ederken bütün Kurdistan coğrafyasından söz eder ve özellikle Şêyh Adî gelmeden önce de şimdi yaşadıkları Şengal ve Welatê Şêyh’de (Laleş’in içinde olduğu bölge) yaşadıklarını özellikle vurgularlar. Kürtlerin Kurdistan dağlarının en eski yerlileri olduğuna şüphe yoktur. Hristiyan Nasturiler’i ise İslamiyet’in çıkışından sonra katliamlardan korunmak için Kurdistan dağlarına çıkmışlardır. Kurdistan dağlarındaki Nasturi Kiliselerinin nerdeyse tümü İslami cihatlardan sonra yapılmıştır. Bu katliamlar sürecinde ortak coğrafyayı kullanan Kürtler ve Asuri Nasturiler zaman zaman birbirlerinden boşalan yerleri kullanmış ya da komşu olarak yaşamışlardır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Mêrdîn’deki Süryani Kilisesi Der-ul Zahferan Kilisesinin altında da Güneş’e tapan Şemsikilerin tapınağı vardır. Der-ul Zahferan Kilisesi eski Êzidî tapınağının üstüne inşa edilmiştir.
Şêyh Adî’nin soyundan olmayan kutsal kişileri, Laleş’te yaşadığını söyledikleri Ezdînê Mîr’in soyuna dayandırırlar. Mitolojinin devamında ‘Şêyh Adî Laleş’e geldiğinde Ezdînê Mîr’in iki eşinden dört oğlu olduğunu görür. (Êzidîler Şêyh Adî’den önce tek eşli yaşadıklarını da söylüyorlar. Çok eşlilik dönem bakış açısının yorumu olabilir.) Ezdînê Mîr’in bir eşinden Şêyh Semseddin, Şêyh Fahreddin, diğer eşinden Şêyh Sicaddin, Şêyh Nasreddin vardır. Şêyh Adî onlarla otururken Şêyh Hasan’ın da gelip onlara katıldığını’ söylerler. Êzdînê Mîr ve oğulları Şêyh Adî’den önceki inançlarının temsilcileridir. Mekanları da orası yani Kurdistan dağlarıdır. Ezdînê Mîr’in dört oğlu kutsal dörtlüdür. Şemseddin, Fahreddin, Siceddin, Nasreddin dörtlüsüne yine kadim inançlarının sürdürücülerinden kabul ettikleri Şêyh Hasan’ı ekleyip, bu beş kutsal kişinin Şêyh Adî ve Melekê Tawus’la birlikte yedi sırrı oluşturduğuna inanırlar. Yedi Sır; yüreğin en derinindeki yedi kutsal gerçektir. Bu nedenle yedi rakamı çok kutsaldır.
Çok tanrılı inanç sistemi olan Mitra inancından sonra Êzidîliğin tek tanrı inancına geçmesinin ilk adımı Zerdüştlük sonra da Şêyh Adî’nin gelişi olmuştur. Ama Êzidîlik tek tanrı inancına rağmen Yedi kutsal yaratıcıya inanmayı sürdürür. Tanrı, kainatı yarattıktan sonra kalan işleri diğer yaratıcılara bırakmış bundan sonra aktif bir rol sahibi olmamıştır. Dünya’yı Melekê Tawus yaratmış ve dünya işleriyle Melekê Tawus ilgilenmektedir. Şêyh Şemseddin, Şêyh Fahreddin, Şêyh Sicaddin, Şêyh Nasreddin, Şêyh Hasan ve Şêyh Adî her biri ayrı yaratıcılardır ve dünya işlerinin yürütülmesinde onların da rolü vardır. Şêyh Adî’den sonra bu kutsal varlıkların her biri İslamiyet’teki Cebrail, Mikail, İsrafil vb meleklerle özdeşleştirilmiştir.
Kendi inancının kutsallarını diğer inançların kutsallarıyla özdeşleştirme durumu eski Kûrdî inanç sisteminin temel özelliklerindendir. Hurri’lerden bu yana kendi tanrı ve tanrıçalarını hep onlarla aynı özelliklere sahip olduğunu düşündükleri yabancı tanrı tanrıçalarla özdeşleştirmişlerdir. Hurrilerin aşk ve savaş Tanrıçası Savuşka ile Sümerlerdeki İnanna birleştirilebilmiş aynı kabul edilmiştir. Ay tanrıçası Sim ile Semitik Kuşuh’u, Güneş Tanrıçası Şimige ile Sümerlerin Samas Sipar’ı birleştirilmiştir. Hurrilerde genelde tanrı tanrıçalara ikili olarak ya da çift olarak birlikte tapınılmıştır. Yani kadim Kûrdî inanç sistemi kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. İnancın biçiminden çok özünü esas alır. Bu gelenek Kürt Aleviliğinde, Yarsanlıkta, Şebek ve Dürzi inançlarında da devam ediyor.
Özdeşleştirme reenkarnasyon inancıyla da bağlantılıdır. Yani her varlığın öldükten sonra başka bir canlının bedeninde dünyaya geldiğine inanırlar. Bu nedenle ölüme “kiras guhartin” yani elbise değiştirme denilir. Ölen kişi iyi bir insan ise ödüllendirilerek daha iyi bir bedende can bulur. Ama bu dünyada kötülük yapmışsa hayvan kılığında yeniden canlanır. Bununla birlikte bütün insanlığın yani hayatın birkaç kez oluşup yok olduğuna ve sonra yaşamın yeniden başladığına inanırlar. Tek tek bireylerin yaşayıp ölmesi sonra başka bir bedende yaşama yeniden başlaması gibi evrensel yaşamın da döngüsel olarak bitip yeniden başladığı söylenir. Reenkarnasyon (Ölen bir kimsenin ruhunun bir başka varlığa geçmesi) inancı bu anlamda cennet ve cehennemi anlamsızlaştırır. Êzidîler Şêyh Adî’den sonra cennet cehennemin varlığını kabul etseler de inancın temeline çok güçlü yerleşmemiştir. Kûrdî-İrani eski inançlarındaki reenkarnasyon inancı günümüze kadar devam etmiştir. Zerdüşt’ün dünyaya farklı çağlarda 3 kez geldiği mitolojisi de bu inanca dayanır. Bu bakış açısı kısmen tek tanrılı dinleri de etkilemiştir.
Eski inanç sisteminin özellikleri fark edildikçe Şêyh Adî’nin Êzidî inancına eklediği ve değiştirdiği hususlar da görülebilecektir. Şêyh Adî büyük bir inanç ve saygı odağı olmakla birlikte Êzidîler inançlarını onunla başlatmazlar. Şêyh Adî’nin inançlarında yeni bir aşamayı ifade ettiğini ve bazı değişimler yaptığını söylerler.
Şêyh Adî’nin yaptığı değişimlerin bazıları hala tam çok oturmamıştır. Namaz ve oruç kısmen uygulanmakta, Hac, tewaf ve sünnet gelenekleri kendi özgünlüklerine göre uygulanmakta ve kastlar aşiret yapılanmasıyla dengelenmektedir. Daha önce namaz ibadeti olmayan Êzidîler yaygın olmasa da Laleş’de yapılan özel törenlerde bu ibadeti yapmaktadır. Yine de toplumun geneli kılmamakta, din görevlileri tarafından kılınmaktadır. Oruç da Êzidîlerin eski inançlarında yoktur. Bu dine girmiş ama yılda bir kere 3 gün olarak tutulmaktadır. 3 günlük oruçlar bayramdan önce tutulur. Çilegir denilen dine adanmış kişiler ise yılda iki kez 40 gün oruç tutmaktadır. Çilegirler bu nedenle oldukça saygı görürler. Laleş hac olarak tanımlanmış ve tewaf edilmesi için bütün Êzidîlerin hacca gitmesi farz olmuştur. Laleş ile Mekke’deki Zemzem sularının yer altından birleştiği gibi bir inançla iki mekan arasında da bağlantı kurulmuştur. Bununla birlikte Êzidîler sadece Laleş’te tewaf yapmaz tewaf ettikleri başka qublar da vardır. Êzidî ve eski Kûrdî inançlarında sünnet olmadığı halde Şêyh Adî’den sonra Êzidîler sünnet olmaya başlamıştır. Bir diğer değişim ise kastlaşmanın Şêxler öncülüğünde gelişmesidir. Êzidîlerin eski inanç öncüleri Magiler yani Pirler iken Şêyh Adî’den sonra dini yetkilerin tümü Şêxlere verilmiştir. Her Êzidî’nin bağlı oldukları Pîr’leri vardır. Ama mutlaka bağlı olması gereken Şêyhler olmalıdır. Şêyh Adî’nin kurduğu düzene uyarak Şêyhlik sistemine göre örgütlenirler.
Daha önce Êzidîler arasında kast sistemi yok iken Şêyh Adî’den sonra kast sistemi gelişmiştir. En yetkili kast Amedîye’lerdir. Sonra Şêxler, Pirler ve Müritler gelir. Amedîye’ler Amedîye ailesi ve Pişt Amedîye ailesi arasından Êzidî liderler ve onların temsilcileri tarafından seçimle başa geçer. Toplum üzerindeki yetkisi çok güçlü olmasına rağmen toplumsal alt yapının eleştirme ve görüş sunma hakkı da vardır. Amedîye bu temelde topluluğu belli aralıklarla dolaşarak toplantılar yapar. Konuşur ve dinler. Amedîyeler sadece Amedîye-Pişt Amedîye ailesinin üyeleriyle ve Qatani Şêxlerinin bir koluyla evlenebilir. Amedîye’lerin Êzidî topluluğu üzerindeki otoritesi eskisi kadar güçlü değildir. Özellikle 2014’de DAİŞ’in Şengal’de yaptığı soykırımda KDP’nin rolü olmasına rağmen onların denetiminde kalmaya devam etmesi toplum üzerindeki etkilerini iyice zayıflatmıştır.
İkinci kast Şêxlerdir. Şêxler üç kola ayrılır (Şêyh Adî’nin soyundan geldiklerini söyleyen Qatani Şêxleri, Şêyh Hasan soyundan geldiklerini söyleyen Adani Şêxleri ve Ezdînê Mîr soyundan gelen Şemsani Şêxleri). Şêxlerle diğer kastların evlilikleri yasak olduğu gibi Şêyh grupları kendi içlerinde evlenebilirler. Baba Şêyh isminden de anlaşılacağı gibi Şêyh kastındandır. Meclîsa Ruhanî Şêxlerin yönetimi altındadır. Baba Şêxler Şemsani Şêxlerinden Fahreddin kolundan olmalıdır. Baba Şêyh Amedîye tarafından yetkilendirilir ama Şêyh ailesi içinden seçilir. Êzidîler içerisinde hala güven ve saygı duyulan bir otoritedir. Baba Şêyh dindar ve mütevazi yaşamalı ve Laleş törenlerine öncülük etmelidir. Baba Şêyh de önemli olaylarda topluluğu dolaşır, törenlere öncülük eder.
Peşimam’lar düğünlerde ve bazı törenlerde otoritedir. Şêyh Hasan’ın soyundan gelenlerdir. Amedîye tarafından tayin edilir. Şemsani Şêyhlerine verilen bir yetki de Şeyh el Vezir ünvanıdır.
Baba Çawuş; Baba Şêyh’in ve Amedîye’nin kapı görevlisidir ve hizmetkarıdır. Faqir kesiminden seçilir. Êzidîlerin en çok saygı duydukları ve güvendikleri yetkililerden biridir.
Üçüncü kast Pîr’lerdir. Resmi bir dini yetkileri yoktur. Resmi yetkileri olmamasına rağmen Êzidîler Pirlere saygı duymaya devam etmektedir. Geleneksel ve manevi olarak rolleri sürdürülmektedir. Êzidîler en eski dini öncülerinin Pîr’ler olduğunu, onların din konusunda daha özlü olduğunu söyler ve saygıda kusur etmezler. Kültürel ve geleneksel olarak bütün Êzidîler onları hala öncüleri kabul ederler. Pîr’ler de kendi içlerinde evlilik yapabilir diğer kastlarla evlenemezler.
Dördüncü kast topluluğun ana gövdesini oluşturan Müritlerdir. Mürit kelimesi de Şêyh Adî’nin Sûfi tarikatından geçmiştir. Müritler kendi içlerinde evlenirler. Her Müridin bağlı olduğu bir Şêyh ve Pîr vardır. Ayrıca her Mürit Şêxlerden Ahiret kardeşi seçer.
Temel olarak bu 4 kast vardır. Ancak ayrı bir kast olmayan özgün rolleri olan gruplar da vardır.
Faqirler; kendi başlarına bir kast oluşturmazlar. Mürit kastındandırlar. Faqirler Şêyh Adî döneminde Horasan’a bağlı olan Kandahar’dan geldiklerini söylüyorlar. Diğer topluluk üyeleri tarafından küçümsendikleri, hoş görülmedikleri için Şêyh Adî’ye şikayetde bulundukları, Şêyh Adî’nin onlara siyah bir “hırka” vererek onurlandırdığı ve dinde görevli kıldığı söylenir. Sadece faqir aşiretinden olanlar hırka sahibidir. Hırka giymek törenle olur. Hırka sahibi kişi elini dünya nimetlerinden çeker, din konusunda yoğunlaşır, yetkinleşir ve toplumun sorunlarına çözüm bulmak için çalışır. Hırka sahibi bir yere gittiğinde herkes hırkasını öper ve yaşanan sorunların çözümünde onun tutumu belirleyici olur. Tüm faqirler bu hırka sahibi olma rolünden dolayı din konusunda daha doğrucu ve katıdırlar. Diğer Êzidîler de hırka sahibi oldukları ve inançlar konusunda doğrudan yana tutum takındıkları için faqirlere saygılı ve biraz da çekinerek yaklaşırlar. Faqirlerin inançlardaki katılığı Meclîsa Ruhanî ile çelişkili durumlar çıkmasını bile getirmiştir. Mesela Meclîsa Ruhanî Çarşema Sor Bayramı’nın tarihini iki hafta ileri taşıyınca Faqirler bunu doğru bulmamış ve en temel bayramı eski zamanında kutlamaya devam etmiştir. Faqirlerin Çarşema Serê Nisanê Çarşema Sor) Bayramı Nisan’ın 13’ü ertesindeki ilk çarşamba günü kutlanır. Bazı Êzidîler de faqirlerin daha doğru yaptığına inanarak onların belirlediği tarihte Çarşema Nisanê Bayramı’nı kutlarlar. Faqirlerin özgün bir statüsü olsa da evlilik yasağı Müritlerinki gibidir. Aynı kasttandırlar. Diğer bir özellikleri ise sakallarına ustura vurmamalarıdır. Faqirler sakallarıyla tanınır.
Mücewir’ler; Her Qub’ın sorumlusu olan görevlilerdir. Ayrı bir kast değil Şêyh kastına dahildir. Dini qubların bakımı, ateşin harlanması, qubbın güvenliği, qub hakkında bilgi sunma gibi görevleri vardır.
Qewallar; Qewallar Başik Behzan’da anadillerinin Arapça olduğunu söyleyen Tazhi aşiretinden ve Dımli aşiretinden Kurmancî konuşan iki aileden seçilirler.
Koçekler; Amedîye ve Baba Şêyh’in otoritesine bağlı hizmet eden kişiler olup, kehanet de bulunduklarına, hastalıkları iyileştirdiklerine ve görünmeyen alemle iletişime geçtiklerine inanılır. Kutsal Qewalların törenlerine katılan Koçeklere dağlarda odun toplama görevinden dolayı küçük bir balta ve uzun bir ip verilmiştir. Her zaman bu ipi yanlarında bulundururlar. Koçekler herhangi bir kasttan olabilecek kadın veya erkeklerdir. Bir kişinin Koçek olduğu yani kehanetlerde bulunmaya ve öteki alemle ilişki geliştirmeye başladığı anlaşıldıktan sonra evlilik ilişkisini bırakmalı ya da evlenmemeli ve mütevazi yaşamı seçmelidir. Koçekler ayrıca ölülerin reenkarnasyonla hangi bedene geçeceğini de tahmin ederler.
Ferraş; Şêyh Adî mabedini aydınlatma ve gerekli yerlerde ateş yakma görevini yapan görevlilerdir. Bunlar da genelde faqirlerden seçilir.
Kebani ve Fiqreyyat; evlenmemiş ya da dul olan kendini dini hizmete adayan kadınlardır. Bunlara şîkesti de denir. Hristiyanlıktaki rahibelere benzer. Sadece Laleş’te kalırlar ve oranın bakımını sağlarlar.
Ahiret kardeşliği; her mürit bir Şêyh ya da Pîr’den biriyle ahiret kardeşini seçer. Şêyh ailesinden Ahiret kardeşi seçmek bütün Êzidîlerin sorumlu oldukları bir görevdir. Bu kardeş seçimi erkekler için de kadınlar için de geçerlidir. Ergenlik çağında yapılan bu seçim ya Laleş’te ya da imkan yoksa dini kimliği olan birinin desteğiyle yapılan küçük bir törenle netleşir. Ahiret kardeşleri doğmadan önce başlamış olan ölümden sonra da devam edileceğine inanılan bir ilişkidir. Yaşamda da ahiret kardeşleri birbirlerine destek olurlar. Ahiret kardeşlerinden birinin ölümü esnasında kardeşinin hazır olması şarttır.
Dini hizmette bulunanlar toplumun bağışlarıyla geçinir
Kirîv; bu ilişki de Şêyh Adî’den sonra geçmiştir. Sünnet edilen erkek çocuğu Kirîv seçilen kişinin kucağında sünnet edilir. Kirîv olan aileler ondan sonra kardeş sayıldığından aralarında evlilik ilişkisi de yasaktır. Êzidîler genelde Müslüman komşularıyla evlilik sorunu yaşamamaları için Kirîvlerini Müslüman komşularından seçerler. Bu, o kadar oturmuştur ki Müslümanlara Kirîv derler.
Laleş’te Hac Tewafı bütün Êzidîlerin yapması gereken bir görevdir. Hem bir ibadet hem de bayram kutlamasıdır. Bu bayramlar 40 günlük yaz sezonunun bitiminde yapılır. Çilegirler 40 gün süren en sıcak yaz günlerindeki (Çileyê Havîne) oruçlarını tamamlamış ve bayram süreçleri başlamıştır. Tewaf işlemleri 23-30 eylül arası Cuma günü yapılır. Ancak Laleş Cuma’sı yapılmadan önce diğer kutsal qubların tewafı yapılır. Her Cuma sırasıyla qublar etrafında toplanılır. Qubların kapı eşiği öpülür, içeriye ayakkabı ile girilmez ve eşiğe basılmaz. Qubbın içerisindeki üç yuvarlak taş üst üste konularak duaların kabul edilmesi beklenir. Ayrıca her qubbın içerisinde sarı kırmızı yeşil bezlere üç kez düğüm atıp çözerek son düğüm atılır ve dilek dilenir. O düğüm başka biri tarafından çözülünce duanın dileği beklenir. Qubbın çevresindeki ağaçlara da bu anlayışla bez parçalarıyla düğüm atılır. Qubbın içine aynı anda giren herkes kardeş sayılır. Bu nedenle karı kocalar birlikte girmezler. Bu kutsal Cumalarda içeride yapılan ibadetlerden sonra herkes Govende katılır. Govend tutmak da inancın bir parçasıdır. Her kutsal qubbın tewafında Şêyh kastına bağlı olan kişiler mutlaka bu etkinliklerde hazır bulunurlar. Her grup ölülerini bağlı oldukları Şêyh qubbının çevresine gömmüşlerdir. Bütün Qubların çevresi o quba bağlı olan aşiretlerin mezarlıklarıdır. Qubların tepe noktasına sarı, kırmızı yeşil bezler takılmış, üst üste duran üç kürenin üstündeki hilal yerleştirilir. Bu da din görevlisi bir kadının elinde tuttuğu tütsüyle öncülük ettiği kalabalığın def û şibab eşliğinde gerçekleşir. Şengal’deki Qubların Cumaları tamamlandıktan sonra bütün Êzidîler Laleş’e gider. Burada sarı kırmızı yeşil bezlerle birlikte kutsal kuş ikonu ibadet için dolaştırılır.
Herkes Laleş’te kaldığı süre boyunca yalın ayak dolaşır, ayakkabı giymez. Laleş’teki bütün kutsal qublar dolaşılır, Laleş’in Kani Sipî’sinde özellikle çocuklar vaftiz edilir gibi su serpiştirilerek dua edilir. Mum yakılır. Büyük silindir kayayı kucaklayarak ellerini birleştirmeye çalışarak dileklerinin kabul edilmesi beklenir. Laleş’te gençlerin kızlı erkekli birlikte dolaşması, tanışması, arkadaşlık etmesi de geleneksel bir uygulamadır. Laleş’teki ağaçlarından yapılan küçük nazarlıklar özellikle çocuklara takılır. Ayrıca bütün Êzidîlerin büyük inançla yaklaştığı Laleş toprağının Kaniya Spî’yle karıştırılarak hazırlanan toprak bilyelere Berat denilir. Çok kutsal görülür, yaşamda ve ölümde yanlarında tutmayı esas alırlar. Herkes Laleş’e beyaz elbiseler içinde gelir. Elbiselerin yakası yuvarlak olmalıdır. Özellikle herkesin giydiği yuvarlak kesim beyaz kumaştan dikilen iç fanilalara tok denilir. Toklar dini bir semboldür.
Bu kutlamaların dışında Êzidîlerin birçok bayramı vardır. Sonbahar kış aylarında 10 aralık tarihlerine denk gelen “Batizmî” bayramı Çelkî aşireti tarafından yürütülür. Bu bayramda Çelkî aşiretinden her aile bir öküz ve dört küçük baş hayvanı kurbanlık olarak keser. Bayramlarına giden herkes bu etlerden yemelidir ki sevabı olsun. Etler bittikten sonra son gün kelle paçası yapılıp dağıtılır. Hayvanların derileri de dahil her şeyinin tüketilmesi gerekir. Aynı zamanda yağlı ekmeklerde yapılır. Bu ekmeklerin üzerine şekiller çizilir. Yuvarlak hamurların üzerine tırnaklayarak dört eşit bölüm işaretlenir. Sonra 365 parmak izi çıkıncaya kadar semboller yapılır.
Şubat ayının ilk günlerinde Xidir-Elyas Bayramı kutlanırken bu bayramda etli yemek yapılmaz. Buğday ve tahıllardan özel bir yemek yapılarak dağıtılır.
Kışın başlamasından sonra da kırk günlük en soğuk günlerin (Çileyê Zivistanê) orucu başlar. Çilegirler orucunu tamamlayınca Çarşema Nisanê Bayramı için hazırlık yapılır. Nisan’in 13’ünden sonraki ilk Çarşambasında kutlanan bahar bayramı Çarşema Serê Nisanê dir. Dünyanın bugün yaratıldığını temsilen yumurtalar kaynatılır ve renklendirilir. Pirler herkesin koluna onları kaza beladan koruması için beyaz kırmızı renkli Dezî denilen ip takar. Dilek dilenir. İp kendiliğinden çözülürse dilekleri kabul olacaktır. Çarşema Serê Nisanê’de meydanlarda toplanan halkın tümü halaya tutuşur.
Şaban ayının 15. gününde kutlanan Leylatul Qedir ya da Şeva Beratê’ye Pêşîmamlar öncülük eder. Bütün Êzidîler bu bayrama katılmaz. Daha çok Adanilerin yaptığı bir kutlamadır. Geleneksel ve şaka olarak kalan Şemsaniler’in Dua’yı bölmesi bunun Êzidîlerin içerisine sonradan girdiği ve yeterince sindirilemediğinin işaretlerindendir. Şêyh Xal Şemsan bayramı olarak adlandırılan Ramazan Bayramı’ndan iki gün önce kutlanan bayram ise bir kutlamadır. Musul Atabeyi Bedreddin Lulu tarafından tutuklanan Şêyh Adî’nin müritlerinden Şêyh Xal Şemsan’ın Ramazan Bayramı’ndan iki gün önce serbest bırakılmasının sevinciyle kutlanır. Müslümanların kutladığı Kurban Bayramı da kutlanmaktadır.
Diğer bazı adetleri ise yine eski inançların devamı olarak kalmıştır. Kadınlar doğum yaptığında yedi gün yalnız bırakılmaz. Yedi gün sonra kadın evden çıkarılır, su kenarına götürülür. Doğum yapan kadın yedi avuç tahılı suya bırakıp lapa yapar. Kadınlar suyu geçip kalan tahılları yerler. Neolitik dönem törenlerine benzeyen bu kutlamada yedi rakamı çok kullanılır. Çocuk diş çıkarırken de yine yedi rakamına odaklanan bir tören yapılır. Düğünlerde de yine gelinin ahiret kardeşliğinin eşliğinde yapılan törenlerden sonra gelin yedi gün odasında kalır. Sonra aynı doğum yaptığı dönemdeki yedi tahıllı uygulamaya geçilir.
Ölüm durumunda cenaze Şêyh ya da Pîr tarafından ahiret kardeşinin huzurunda yıkanır. Beyaz beze sarılan cenazenin ağzına ve üstüne Berat bırakılır. Ölü genç ise ve çok değerli ise kadınlar saçlarını keserek mezara bağlar. Meleklere sunması için mezara biraz yemek bırakılır. Bir de melekler onu çok rahatsız ederlerse onları kovması için bir sopa bırakılır. Mezar ziyareti belli aralıklarla yapılırken ölü için düzenli olarak bir süre yemek yapılarak çevreye dağıtılır. Ölen kişinin kıyafetleri Şêyh’ine, Ahiret kardeşine veya Pîr’e verilir.
Çarşamba günleri Êzidîlerin tatil günleridir. O gün ev işi olmaz, banyo yapılmaz, saç kesilmez, çamaşır yıkamazlar.
Êzidîler dışarıya çok kapalı olmakla birlikte kendi içlerinde ilişkilerinde görece esnektirler. Toplumsal demokrasi değerleri bir ölçüde korunmuştur. Toplumun tümünü ilgilendiren konularda Meclisler toplanır, tartışır, karar alır. Dini otorite bile Meclis olarak örgütlenmiştir. Tartışma için toplanma yerleri evlerin büyük bir odasıdır. Ekonomik durumu iyi olan ya da aşiretin ileri gelenlerinin büyük odalarında toplanılır. Kock (köşk) denilen bu odalarda hem günlük sohbetler hem de toplumu ilgilendiren dini, sosyal ve siyasal konuların tümü tartışılır.
Êzidî inancından olan biri başka dinden biri ile evlenirse kadın veya erkek olması fark etmez dinen “bozulma” olmuştur. Artık Êzidî olarak kabul edilmez. Dışardan dine kimse kabul de edilmez. Êzidî doğmayan Êzidî olamaz. Çok nadiren bu kural çiğnenmiştir. Mesela Derwêşê Evdî’nin Adûle ile evlenebilmesi için o dönemin Baba Şêyh’inin tartışıp onay verdiği, Derwiş’in bu temelde onun ve halkı için savaştığı söylenir. Yine 2014 yılında DAİŞ tarafından kaçırılan kadın ve çocukların tekrar dine kabul edilmesi için Mam Zeki Baba Şêyh’e başvuruda bulunmuş, Meclîsa Ruhanî bu durumu tartışarak cihat adına kaçırılan kadınların ve çocukların kurtarılması halinde tekrar Êzidî toplumuna geri dönmeleri kabul edilmiştir. Bu temelde kurtarılanlar halkın içerisine geri dönebilmiştir. Yalnız babaları DAİŞ üyelerinden olan çocuklar Êzidî toplumuna kabul edilmemiş, Müslüman kabul edilerek topluluğa alınmamıştır. Êzidîler başka dinin üyeleriyle karışmama konusunda son derece katı olmakla birlikte (Şêyh Adî’nin evlilik kastlarını oluşturmasının bir nedeninin de bu durum olduğu söyleniyor.) Êzidîler diğer din ve inançlara saygılı davranırlar.
Êzidîlerin bu inanç ve gelenekleri dışında aşiret bağları da hala çok güçlüdür. İnanç üzerinden Êzidî bütünlüğünü aşiretler üzerinden de yerel kültürlerini korumayı esas alırlar. Kurdistan’ın özellikle Kurmanç kesiminde olan hemen hemen bütün aşiretlerinin İslamiyet’e geçmemiş, direnmiş olan üyeleri Êzidî aşiret yapısı içerisinde vardır.
Êzidî soykırımları
Êzidî halkına yönelik saldırılar tüm Kürt halkına yönelik saldırılardı. Çünkü bütün Kürtler neolitik çağdan gelen bu kadim inançlarında ısrarlı oldular. Büyük direnişler sergilediler. Êzidîliğin Şêyh Adî dönemi, Kürt Aleviliği, Yarsan inancı, Dürzi inancı ve Şebek inancı birbirine yakın tarihlerde yani 11 ve 12. yüzyılda ortaya çıkması tesadüf değil saldırıların yoğunlaşmasıyla gelişen savunma yöntemlerinden biriydi. Varlığını korumanın başka bir yöntemiydi. Bu yöntemler kısmen varlığını koruyabilmesine katkı sağladı, ama Kürt halkının ulusal bütünlüğünde ciddi yarıklar da oluştu. Günümüzde bu Kûrdî inanışların ortak bir kökene sahip olduğunun bilinci, yabancı unsurların göze batmasına, ortak değerlerin yakınlaşmasına götürüyor. Bu olumlu gidişatı derinleştirmek önemlidir. Tarihimizi yeniden yazmamız için de bu son derece gereklidir. Bunun için gerçek demokratik değerlerimizi açığa çıkarmak kadar soykırım gerçeğini tüm boyutlarıyla açığa çıkarmak, teşhir etmek ve direnişi zafere götürecek örgüt ve mücadele düzeyini geliştirmek geleceğimiz açısından olmazsa olmazdır. Bu belgede sadece Êzidî kimliğini işledik diğer inanış yöntemlerini de mutlaka incelemek ve bütün boyutlarıyla açığa çıkarmak, halk gerçeğimizin parçası haline getirmek gerekir.
Êzidî soykırımında görülecektir ki bu saldırılar İslami cihat güçleri, Türkler, Osmanlılar, Moğollar, Farslar tarafından yapıldığı kadar işbirlikçi, hain Kürtler de soykırımlarda çokça rol oynamıştır. Halk gerçekliğimiz içerisinde kendi köküne düşman bir damar kabarmıştır. Aynen son Êzidî katliamında KDP’nin oynadığı rol gibi…
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi 72 fermandan söz edilse de “çok sayıda” ferman anlamında kullanılan 72 sayısından çok çok fazla katliam yaşanmıştır.