Atılım (veya hamle), kavram olarak herhangi bir konuda hızla ilerlemeyi ifade etmektedir. Savaş tarihi bir atılımlar tarihidir. Zira birçok güç, karşısındaki gücü yenmek için hamlesel çıkışlar yapma gereksinimi duyar. Ancak atılım yalnızca askeri bir kavram değildir. Aynı zamanda siyasi, ekonomik, sportif konularda da atılım yapılabileceği gibi, illa dışındaki unsurlara karşı değil, kendi içindeki gerici anlayışlara karşı da atılım yapılabilir.
Bu anlamda devrim ve sosyalizm tarihinde olduğu gibi Kürt halk özgürlük tarihinde de çok çeşitli yelpazede atılımların yapıldığı görülmüştür. Bunlar büyük oranda sonuç alıcı çıkışlar halini alarak mücadeleye önemli katkılar sunarken, birçok atılım hamlesi daha başlangıç aşamasındayken boşa çıkmıştır. Halkımızın makus tarihi, daha başlamadan boşa çıkarılmış sayısız atılım örnekleriyle doludur.
Ne var ki Önder Apo’nun ve PKK hareketinin tarihsel çıkışıyla beraber, Kurdistan halk özgürlük mücadelesi de bir atılımlar dönemine girmiştir. Her ne kadar hepsinin adı atılım konulmasa da, 1973 yılında Ankara-Çubuk Barajı’nda Önderliğimizin 6 arkadaşla yaptığı toplantı bir atılım örneğidir. Hakeza Haki Karer yoldaşın Antep’te haince katledilişi karşısında PKK’nin kurulması bir atılım örneğidir. Zindanlarda kendilerini feda ederek yeni bir direniş kuşağı yaratan Mazlum, Kemal, Hayri ve Ferhatların anılarına silahlı mücadelenin gerilla biçimini alarak ordulaşma çabası -ki buna 15 Ağustos Atılımı diyoruz- önemli bir atılım örneğidir. Mücadele tarihimiz bunlar gibi onlarca atılım örneğiyle doludur.
2004 yılında Hareketimizin başlatmış olduğu Tarihi 1 Haziran Hamlesi de, mücadele tarihimizin en önemli atılımlarından birisidir. 1 Haziran Hamlesi, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana bir kangren halini almış olan Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrara, Hareketimizi içeriden kemiren ihanet çizgisine karşı atılmış önemli bir adımdır. Yani salt dışımızda olup Hareketimize ve halkımıza düşmanlık yapan kesimlere karşı değil, aynı zamanda içten de halkımızın özgürlük davasına karşı faaliyet yürütenlere karşı bir hamle durumu söz konusudur.
1 Haziran 2004 Atılımı’nı gerekli kılan koşullar
1 Haziran Hamlesi’ni anlamak için öncelikle onun doğmasına vesile olan koşulları tanımak gerekiyor:
Bilindiği gibi 15 Ağustos Atılımı ile birlikte gelişen süreç, Kürt sorununu çözüm aşamasına getirmişti. Ancak uluslararası-hegemonik güçler Kürt sorununun çözümünü ve PKK çizgisinin bölgede gelişmesini çıkarları açısından tehlikeli gördüler. Bu nedenle gelişen 9 Ekim Komplosu karşısında Önder Apo’nun çözüm arayışı çerçevesinde Avrupa’ya çıktığı süreçte çözüme gelmek yerine Önderliğimize Uluslararası Komplo’yu dayattılar. Bu komplonun amaçları çok tehlikeliydi. Kürt-Türk çatışmasının önünü açarak bölgede derinleşen bir kriz durumunu yaratmak istiyorlardı. Bunu en iyi ve zamanında görüp fark eden Önder Apo oldu. Önder Apo, çok derinlikli bir strateji ile komplonun bu amacının önünü alarak Hareketimizi tümüyle yok etmek üzere geliştirilen bu komplo sürecini boşluğa düşürdü. Esasında önceden üzerinde yoğunlaştığı büyük değişim sürecini İmralı Zindanı’nda derinleştirerek sürdürdü ve bu süreci tamamladı.
Başlangıçta bu değişim sürecini, Önderliğin en yakın yoldaşları olarak bizler dahil çoğu kimsenin anlayamadığını belirtmek, çok yanlış bir tespit olmayacaktır. Dolayısıyla Önderliğin bu yönlü çabalarına uyum sağlama ve onu daha etkin bir biçimde uygulamada da zorlanma yaşandığı bir gerçek. Ama Önder Apo, bu zor koşullarda gerçek anlamda bir dahi olduğunu ortaya koydu ve büyük bir kararlılıkla, öngördüğü çizgisini geliştirdi; bizlere ve herkese ısrarla süreci kavratmaya çalıştı. Bu temelde şekillendirdiği yeni paradigması ile PKK’yi yeni bir ideolojik-politik-örgütsel mecraya taşıdı. Böylece bir yandan imha amaçlı geliştirilen Uluslararası Komplo’yu boşa çıkarırken, diğer yandan ise PKK’yi yeniden bir büyüme ve gelişme sürecine yönlendirdi, bunun önünü açtı. Bu çıkışıyla Önder Apo, dayatılan çözümsüzlük ve imhayı büyük bir sıçramaya ve gelişmeye dönüştürdü. Geliştirdiği yeni perspektifiyle Türkiye sınırları içerisinde Demokratik Cumhuriyet temelinde Kürt sorununu çözmenin en makul ölçülerini ortaya koydu. Demokratik çözümün önünü sonuna kadar açtı. Olabilecek bütün korku ve kaygıların aşılması için gereken her şeyi büyük bir çabayla ortaya koydu.
O dönemde Türk devlet yetkililerinin Önderliğin ortaya koyduğu bu çözüm çizgisini reddetmediğinin altını çizmek gerekir. Zira İmralı’ya gidip geldiler, anlamak istediler. O aşamada çözüme yatkın bir duruş da sergilediler. Hatta bu dönemde resmi iktidar olan DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti çok sınırlı da olsa Kürt dili üzerindeki yasakları kaldıran ve küçük de olsa adımlar atan bir pozisyondaydı.
Ne var ki 11 Eylül 2001’de El Kaide tarafından ABD’de İkiz Kulelere dönük gerçekleştirilen saldırı ile birlikte her şey değişti. Çünkü ABD, uluslararası düzeyde sözüm ona “teröre” savaş ilan etti. Bu çerçevede Afganistan’a müdahale etti. Başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada terörizme karşı bir süreç başlattığını duyurdu ve bu temelde pratik adımlar attı. PKK de ABD’nin terör listesindeydi. Dolayısıyla ABD’nin bölgeye bu müdahale sürecinde PKK’ye de yöneleceği veya PKK’nin tasfiye sürecinin bu temelde daha kolaylaşarak mümkün hale geleceği düşüncesiyle olacak ki aynı dönemde Türk devleti tarafından çözüme dönük var olan tüm çabalar terk edildi. Yani önceki yaklaşımlarından vazgeçtiler.
Tam da bu dönemde AKP’nin iktidara taşınması durumu söz konusu olmuştur. Derin devlet aklı bu dönemde AKP’ye, kendisinden önceki çözüme dönük çabaları rafa kaldırıp Kürt sorununu çözmeme ve tasfiye etme görevini vermiştir. Yöntem olarak da demokratik söylemler kullanılarak, mazlum edebiyatı yapıp ezilen Kürt halkının da sempatisini kazanma temelinde bölgede taban oluşturup Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’ne bir tasfiye sürecini dayatmayı öngörmüşlerdir. Bunun yanı sıra Hareketimizin yönetim kademelerinde bulunan ve öteden beri Önderlik çizgisiyle sorun yaşayan, değişik sorgulamalardan geçen, inanç kırılması yaşayan bir grup tarafından Uluslararası Komplo paralelinde 2002 yılından itibaren içte bir çeteci-tasfiyeci faaliyet de geliştirilmiştir. Dolayısıyla bırakalım çözümü, hareketin içten ve dıştan tasfiye projesinin gündemleştirildiği bir konseptin geliştirilmeye çalışıldığı görülmüştür.
1 Haziran Atılımı’nın hayata geçirilmesi ve etkileri
Yukarıda bahse konu olan tasfiyeci yönelimler, 2003 yılına geldiğimizde tüm boyutlarıyla anlaşıldı ve bu süreçte artık çözüm için yeni bir mücadele döneminin başlaması ve farklı bir hamlenin gelişme gereği açığa çıktı. Zira Önderliğimizin beklenti ve mesajları da bu çerçevedeydi. Ancak sürecin gelişim seyrinin öyle etkin çıkışlarla hareketin önünü açan ve tasfiyeciliği de bertaraf eden bir noktada seyrettiğini belirtemeyiz. Yönetimimiz o dönemde o tasfiyeci güruhun çabalarının önüne geçmede tam yetkin ve yeterli yaklaşmadı. Aslında görevine sahip çıkamadı, bu konuda ciddi bir zaafı yaşadı. Dolayısıyla yaşanan boşluk ortamlarından yararlanan tasfiyecilik palazlanarak, hareketi Önderlik çizgisinden koparmaya dönük açık saldırılar geliştirmeye başladı.
Bu durum karşısında Önder Apo PKK’yi Yeniden İnşa Komitesi’ni kurma talimatını vererek gidişata müdahale etti. Kurulan Yeniden İnşa Komitesi öncülüğünde ciddi bir müdahale gelişti ve ardında gerçekleşen KONGRA-GEL 2’nci Genel Kurulu’nda 1 Haziran Hamlesi’ni karar altına aldı. Aynı dönemde Önder Apo’nun o iç tartışmalar sürecine de yön veren Bir Halkı Savunmak kitabının elimize ulaşması, sürecin ideolojik seyrine dönük doğrultuyu belirlemesi hasebiyle bizler açısından adeta bir can suyu oldu. Nitekim buradan alınan güçle içteki tasfiyecilerin tasfiyesi süreci yaşandı. Dolayısıyla 1 Haziran Hamlesi, her şeyden önce ideolojik bir hamledir ve Apocu çizgiyi uygulama, örgütsel doğrultuyu sağlama ve yeni bir mücadele dönemini başlatma bakımından çok önemli-tarihsel bir role sahiptir.
Tabi bu hamlenin diğer önemli yanları ise askeri ve toplumsal yanlarıydı. Hareketi yeniden toparlamak, Önderlik paradigması ekseninde gelişmeyi sağlamak ve devleti çözüm çizgisine çekmek amacını taşıyan 1 Haziran Atılımı’yla iki temel ayağa dayalı bir mücadele stratejisi geliştirildi: Bunlardan biri gerilla ve gerillanın kısmen yeni ve daha çok tekniği de kullandığı eylemlerken, diğeri ise halk serhildanları biçiminde gelişen toplumsal eylemlerdi. Bu iki temel ayağa dayanan mücadelemiz, 1 Haziran Hamlesi ile birlikte giderek gelişme yaşadı.
Atılım’ın ilk dönemlerinde hafif eylemlerle gelişen hamlesel süreç, giderek artan bir yoğunluk kazandı. İlk birkaç yıl tekrardan Kuzey Kurdistan’a ve yine Amanos ile Karadeniz gibi alanlara yayılma ve yerleşme sağlandı ve tüm ülke sathına yayılan eylemsellikler söz konusu oldu. Taktik ve teknik anlamında önemli açılımlar yapıldı. 2007 yılına geldiğimizde gerillada giderek yoğunluk kazanan eylemsel düzey, değerli komutanlarımız Reşit Serdar ve Hüseyin Mahir yoldaşların geliştirdiği Oremar eylemi ve Adil Biliki yoldaşın geliştirdiği Gabar eylemiyle bir zirveye ulaştı. Serhildan hareketi de 2006 yılında önemli bir düzey yakaladı. Aynı yılın Kahramanlık Haftası’nda bir hafta boyunca başta Amed ve Batman olmak üzere, Kurdistan’ın birçok alanında yoğunlaşan halk hareketi gelişti. Bu halk hareketi esnasında Tayyip Erdoğan’ın o meşhur, ‘kadın da olsa çocuk da olsa, kim olursa olsun polisimiz gerekeni yapacaktır’ biçimindeki sözleri temelinde polis kurşunuyla 6’sı çocuk olmak üzere toplam 14 insanımız AKP hükümeti tarafından şehit edildi. Ama direniş büyük bir düzey kazandı. Yine 2007 yılında ‘Êdî Besê Hamlesi’ başlatılarak kitlesel hareketin önemli bir düzey kazanması sağlandı.
1 Haziran Atılımı temelinde yükseliş gösteren Hareketimiz, geliştirdiği mücadele ile halklar nezdinde çözümü dayatan bir pozisyona ulaştı. Dönemin AKP hükümetlerinin, Hareketimizin yakaladığı yükselişin önüne geçmek amacıyla yaptığı çeşitli görüşme manevraları da oldu. 2005-2006 yılında başlayan kimi dolaylı görüşmeler temelinde geçici ateşkesler ilan edildi. Yine aracı olan bir uluslararası kurum tarafından sürdürülen dolaylı görüşmeler temelinde 2008 yılında PKK heyeti ile Türk devletinin heyeti Oslo’da resmen doğrudan görüşmelere başladı.
Özcesi bir taraftan toplumsal hareket ve sürecin gereklerine göre askeri eylemsellikler gelişirken, öbür taraftan Türk devletinin, yaşanan bu yükselişin önüne geçmek ve onu frenlemek için yaptığı görüşme, vb. girişimler de hep oldu. Kuşkusuz Önderliğimiz ve Hareketimiz nihai olarak demokratik bir çözümü amaçlamaktadır. Bundan dolayı dönemin hükümetlerinin çözüme dönük yaptığı hiçbir girişim karşılıksız bırakılmadı; Hareketimiz tarafından sürekli olumlu yaklaşım geliştirildi. Ne var ki, zamanla AKP’nin geliştirdiği bu görüşme süreçlerinin çözümü değil çözümsüzlüğü derinleştirmek amacıyla yapılan birer özel savaş taktiği olarak kullanma durumu daha iyi anlaşıldı.
Dördüncü Stratejik Mücadele Süreci ve 1 Haziran 2010 Hamlesi
AKP’nin bu görüşme süreçlerini bir özel savaş taktiği olarak kullanma durumunun açığa çıkması karşısında Önder Apo, halk ve hareket olarak tek seçeneğimiz olmadığını, zorunlu kalmamız halinde daha farklı seçenekleri de değerlendirebileceğimizi dile getirdi. Bu bağlamda öncelikli tercihimizin demokratik-anayasal çözüm olduğu, demokratik çözüm seçeneğinin temel çözüm yolu olduğu, ancak devletin buna gelmemesi ve tasfiye ile imhada ısrar etmesi halinde çözüm yaklaşımımızın Devrimci Halk Savaşı biçiminde olacağı perspektifini geliştirdi. Bu, harekete bir perspektif olduğu gibi, aynı zamanda devlete de bir uyarıydı.
Ancak AKP hükümeti bunu da dikkate almadı. Dolayısıyla 1 Haziran 2010’da yeni bir sürecin ilanı bu temelde gündeme girdi. Dördüncü Stratejik Süreç olarak da adlandırdığımız Devrimci Halk Savaşı Stratejisi ile kendi öz gücüne dayanarak sorunu çözme temelindeki süreç bu biçimde başladı. Bu açıdan 1 Haziran 2004 Hamlesi’nin ikinci ve bir üst aşaması olan 1 Haziran 2010 Hamlesi ile Dördüncü Stratejik Sürece girilmiş oldu.
Önder Apo, mücadelemizin girmiş olduğu diğer üç stratejik mücadele dönemini birçok yerde genişçe izah etmiştir. Birinci Stratejik Mücadele Dönemimiz partileşme dönemimiz oluyor. 1973-‘83 arasındaki on yıllık mücadele sürecini kapsıyor. İkinci Stratejik Mücadele Dönemimiz ise Önder Apo tarafından 1984-‘93 arasındaki ikinci on yıllık süreç olarak tanımlanmıştır. Bu sürecin temel karakterinin de gerillalaşmak olduğu bilinmektedir. Üçüncü Stratejik Mücadele Dönemi ise 1993 yılının Mart ayından 1 Haziran 2010’a kadar olan süreci kapsamaktadır. Önder Apo, Üçüncü Stratejik Mücadele Dönemi’nin 1993 ile 2003 yılının başına kadar süren dönemi ifade ettiğini, fakat yukarıda da kısaca izahını yaptığımız AKP’nin yarattığı beklentiler sonucunda 2010 baharına kadar uzatıldığını belirtmektedir. Bilindiği gibi 1993 yılının Mart ayı Önderliğimizin ilk ateşkesi ilan ederek çözüm için bir muhatap aradığını belirttiği bir zaman oluyor. Başka bir deyişle, Üçüncü Stratejik Mücadele süreci Kürt sorununa barışçıl siyasi çözüm arama, Kürt sorununu demokratik siyasi mücadele yöntemleriyle çözüme kavuşturma süreci oluyor. Önder Apo bunu çözüm ve tasfiye süreci olarak tanımlamıştır. Çözümle ifade edilen, Hareketimizin Kürt sorununa barışçıl siyasi çözüm arayışı, tasfiyeyle kast edilen ise dönemin Türk hükümetlerinin bir yandan imhayı dayatması ve özellikle 2000 yılından sonraki siyasi çözüm eksenli allayıp pullayıp sundukları oyalama taktikleridir. İşte bu temelde, Önderliğimizin ‘bir muhatap arıyorum’ dediği çözüm çabaları, 2010 baharına gelindiğinde ‘bir muhatap bulamadım’ biçiminde de ifade edebileceğimiz bir şekilde Kürt sorununun çözümünde bir tıkanmayı ifade etmektedir. Hiç kuşku yok ki Dördüncü Stratejik Mücadele dönemi halk özgürlük tarihimizde yeni bir sayfa anlamına gelmektedir. Önceki üç stratejik mücadele döneminin askeri, siyasi, toplumsal ve kültürel sonuçları temelinde, çağın da getirdiği bilimsel-teknik gelişmelerin savaş-barış ikilemine dönük yaptığı etkilerin sentezi bir mücadele anlayışını da barındırması itibarıyla diğer üç dönemden daha hibrid bir karakter barındırmaktadır.
Bu gelişmeler ışığında hayata geçirilen 1 Haziran 2010 Hamlesi’nin ilanı ardından da gerilla alanında çok önemli eylemler oldu. Hakeza toplumsal alanda yaşanan yükseliş ivme kazanmaya devam etti. Gerçekleşen genel ve yerel seçimlerde demokratik Kürt siyaseti önemli başarılar kazandı. Bu dönemde geliştirilen ‘Abdullah Öcalan Siyasi İrademdir’ kampanyası çerçevesinde gelişen süreç giderek bir yükselişi yaşadı. Bu kampanya çerçevesinde 10 milyonu aşkın imza toplanarak Brüksel’deki noterlikte tasdik edildi, resmiyet kazandırıldı. Bu imzalar kamuoyuna deklare edildi ve ilgili uluslararası kuruluşlara teslim edildi. Ancak bu durum karşısında da AKP yeniden çeşitli özel savaş hamleleri geliştirdi. Nihayetinde zaman kazanmaya dönük olan görüşme manevraları 2011 yılının Temmuz ayından itibaren yeniden bir çatışma sürecine girdi.
O dönemde AKP, kendisine Sri Lanka Devleti’nin Tamil gerillalarına karşı geliştirdiği tasfiye stratejisini esas aldı. Çok benzer bir biçimde, Tamil Özgürlük Hareketi ile Sri Lanka Devleti arasında da Oslo’da görüşmeler vardı ve görüşmeler devam ederken Sri Lanka güçleri birdenbire kapsamlı bir yönelimle Tamil gerilla hareketine büyük bir darbe vurdu. Tabi o süreçte belirleyici olan diğer bir etken de, Tamil gerillalarının kendilerini gelişen görüşme süreçlerine fazlasıyla kaptırarak, askeri duruş ve yaşam tarzlarında yaptıkları değişim ve bir de örgüt olarak ikiye bölünmüş olmalarıdır. Askerlikte en önemli hususlardan birisi, nihai bir barış sürecine girilmediği sürece her an gelişebilecek saldırılar karşısında hazırlıklı olunmasıdır. Bu, süreci bozmaya dönük bir duruş biçimi değil, tersine yıllara dayalı bir biçimde verilen mücadele ve ödenen bedellere saygının getirmiş olduğu bir meşru savunma biçimidir. Dolayısıyla AKP hükümeti, kendilerinin de tıpkı Sri Lanka gibi yapabileceklerini düşündüğü için 2011 yılında kapsamlı bir saldırı başlattı. Hatta o vakit İran’la da bazı anlaşmalarının olduğu açığa çıktı. Zaten İran da kendi açısından Kandil’e dönük yönelimler geliştirdi. Ancak Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın yetkinliği ile her türlü sürece müdahil olabilecek yapısı nedeniyle AKP’nin yaptığı planlar, tam istedikleri gibi yürümedi.
Sonuç olarak; 2012 yılı çok önemli bir mücadele süreci olarak yaşandı ve esasen 2012 yılının sonunda AKP’nin öngördüğü o Sri Lanka tarzı strateji Kurdistan Özgürlük Gerillası tarafından çökertildi. Bu biçimde Türk ordusunun gerilla karşısındaki yenilgisi daha net bir biçimde ortaya çıktı. Türk devleti tarafında bu sürecin yarattığı gelişmelerin önemli bir zorlanma yaşatmasının açığa çıkması üzerine, tekrardan bir oyalama ve özel savaş taktiği olarak 2013’te başlayan o bilinen ateşkes süreci ve İmralı görüşmeleri dönemine girilmiş oldu.
Özcesi; 1 Haziran Hamlesi mücadelemizde çok önemli bir yere sahiptir. Bilindiği gibi Şanlı 15 Ağustos Atılımı, Kürt halkının yok edilmesinin önüne geçerek yeniden dirilişi gerçekleştirmiş ve Kürt sorununu çözüm masasına taşımıştır. İkinci bir 15 Ağustos Atılımı olarak adlandırabileceğimiz 1 Haziran Atılımı ise Önder Apo’ya ve onun çizgisinin yarattığı bütün değerleri ortadan kaldırmaya dönük geliştirilen Uluslararası Komplo’ya karşı Kürt sorununu çözmek, özgürlüğü sağlamak üzere geliştirilmiş bir hamledir. Türkiye’de Demokratik Cumhuriyet ve Ortadoğu’da Demokratik Konfederalizm sistemini geliştirmek üzere gelişen önemli-tarihi bir devrimci hamledir. Şüphesiz 1 Haziran Hamlesi’nin de öncüsü gerilladır; fakat hamlenin askeri boyutundan ziyade, ideolojik, siyasi, örgütsel, toplumsal ve kültürel boyutları daha çok ön plandadır. Önder Apo’nun geliştirdiği Kadın Özgürlük Çizgisine Dayalı Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması’nın hayat bulması için bir olmazsa olmaz olarak gündeme giren tarihsel bir devrimci çıkıştır.
Devrimci Halk Savaşı’na yaklaşım ve uygulama sorunları
1 Haziran 2010 tarihinde başlatılan süreç ile biz Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde mücadelenin yürütüldüğü yeni bir döneme girmiş olduk. Her ne kadar arada ateşkes süreci yaşanmış olsa da esasında 2010’dan bu yana mücadelemiz bu eksende yürütülen bir çerçeveyi esas almaya çalıştı. Ne var ki, biz hareket olarak tam anlamıyla Devrimci Halk Savaşı stratejisine giremedik. Ağırlıklı olarak çizgi dışı bir durum yaşandı, çizgiye girilmedi. Belki sözde çok ifade edildi ama pratiği fazla olmadı. Bu, ciddi bir özeleştiri konusudur.
Devrimci Halk Savaşı, adı üzerinde halkın da dahil olduğu bir savaştır. Sadece gerillanın veya devrimcilerin yürüttüğü bir savaş değildir. Topluma dayanan, toplumun yürüttüğü bir mücadele ve savaş biçimidir. Bunun için toplumun bu stratejiye göre örgütlenmesi ve konuşlandırılması gerekmekteydi. Ama bu yapılmadı. Bu yapılmadığından dolayı 2015 yılında çok masumane bir biçimde mahallelerde ilan edilen demokratik özyönetim girişimine karşı Türk devletinin çok vahşi bir biçimde saldırı yapması karşısında toplumsal bir direnişin gelişmesi gerekmesine rağmen öyle olmadı. Yurtseverliğin merkezi diyebileceğimiz Amed gibi bir yerde, tarihi Sur kentinde 60 fedai tek başına 105 gün boyunca direnişi sürdürdü. Eğer Önder Apo’nun önümüze koyduğu stratejiye göre halk örgütlenmiş olsaydı, yani o 9 boyutlu inşa süreci gerçek anlamda geliştirilmiş olsaydı, kuşkusuz durum böyle olmazdı ve o 60 fedai orada tek başına kalmazdı. Kaldı ki aynı şey diğer kentlerde de benzer bir biçimde yaşandı. Çok büyük ve tarihi bir direniş gelişti ama Cîzre’de görüldüğü gibi devletin çok sert ve vahşi bir biçimde insanlarımızın üzerine benzin dökerek yakma tarzındaki soykırımcı yönelimleri karşısında kitlesel bir harekete dönüşmedi; kahramanların fedaice büyük direnişi biçiminde gelişen bir süreç oldu. Rojava’da da aslında aynı şeyden söz etmek gerekiyor. Orası da Devrimci Halk Savaşı çizgisinde bir mücadeleye yönelseydi, 2018 Efrîn ve 2019 Serêkaniyê-Girê Spî savaşları o biçimde sonuçlanmayabilirdi.
Oysa ki Devrimci Halk Savaşı sadece askeri güçlerin bir görevi değildir. Evet, askeri güçlerin önemli bir rolü vardır ama toplumun tüm kesimlerinin bu çizgiye göre örgütlenmesi ve güçlü katılımı temelinde bir toplumsal hareket ve mücadelenin örülmesiyle ancak Devrimci Halk Savaşı başarıyla yürütülebilir. Dolayısıyla bu stratejinin bu gerçeklik temelinde örgütlenmesi gerekir.
Kurdistan Özgürlük Gerillası bugünkü düzeyini 1 Haziran Atılımı’na borçludur
Bu noktada, son 4-5 yılda Hareketimizin bütün organlarıyla Devrimci Halk Savaşı çizgisi üzerinde yoğunlaşarak belli bir doğrultuyu yakalayabildiğinden söz etmek mümkündür. Bu bağlamda Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni daha iyi kavrama ve elini taşın altına koyma diyebileceğimiz şekilde herkesin çizgiye göre bir yönelimi şu anda söz konusudur. Bu gelişmelerle paralel bir biçimde HPG’de gelişen yeniden yapılanma süreçleri var ve en son 2018’de yeniden yapılanma ve taktik açılım çabaları bugünkü düzeyin çerçevesini çizmiştir. Özellikle Devrimci Halk Savaşı perspektifi ekseninde taktik açılım konusunda geliştirilen yoğunlaşmalarla yer altı savaş hazırlıklarına daha fazla önem verme yaklaşımı gelişti. Bu minvaldeki hazırlıklar öncesinde de vardı fakat bu dönemde daha fazla önem verilerek gerillanın hem ideolojik-örgütsel-askeri formasyonunun geliştirilmesi; hem de taktik açılım temelinde yer altı tünel savaşı ile yarı hareketli uzmanlığa dayalı timlerin arazi savaşının taktik çerçevesinin bu yoğunlaşmaya dayanarak geliştiğinden söz edebiliriz.
Bu yoğunlaşmaların bir sonucu olarak en son 2021 yılında Türk devletinin Garê’ye dönük saldırısı karşısında komutan Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde büyük bir cesaretle geliştirilen Siyanê direnişi ile hem taktik açılım süreci çerçevesinde uygun bir gelişme yaşandı hem de gerilladaki ideolojik-örgütsel yoğunluk belli bir askeri performansı açığa çıkardı. Bugün çağın bütün teknolojik imkanlarına, yine uluslararası yasalar tarafından yasaklanan silahları kullanmasına, Güney’den ve Kuzey’den bir takım işbirlikçi Kürt kesimleri yanına almasına ve NATO gücünün desteğine rağmen Türk ordusu üç yıldır Zap’ta durdurulmuştur. Bu mevcut savaşın kurmaylığı olan AKP-MHP-Ergenekon ittifakı için büyük bir başarısızlık ve yenilgidir. Tabi onlar bunu itiraf etmiyorlar, kolay kolay etmezler. Ellerindeki basın-yayın organlarıyla, devlet olmanın bütün olanaklarını kullanarak bunun üstünü örtüyorlar. Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin öz kaynağı, askeri alanda yaşanan çıkmazdır. Gelişen bu savaş büyük, tarihi bir direniştir. Kurdistan özgürlük tarihinde bir ilktir. Savaş sanatı tarihi bakımından da birçok açıdan bir ilki ifade etmektedir. Bu AKP-MHP’nin faşist soykırımcı rejimine karşı mücadele halinde olan hem halkımız, hem Türkiye sol-sosyalist güçler ile bölge halkları için çok önemli ve değerli bir düzeydir. Bu, Önder Apo’nun ideolojik perspektifi temelinde fedaileşen gerillanın, 40 yıllık tecrübeye dayanarak bugün yakaladığı ideolojik-askeri performansla ilgili bir şeydir.
Yine gerillanın çağın teknolojisini dengeleyecek taktik açılımı ve teknik hakimiyeti geliştirmesi de çok önemli ve stratejik bir durumdur. Özellikle taktik açılımın geliştirilmesi, gerillanın bugün savaşı hem yeraltında hem yer üstünde ve hem de havada yürütebilecek bir düzeye gelmiş olması, Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin gücünü ortaya koyan bir gerçekliği ifade etmektedir. Bunu göz ardı etmek ve yenebileceğini sanmak bir gaflettir. 40 yıllık tecrübeye dayanan bu güç, yenilmez bir güçtür. Bu açıdan, hem doğru çizgiyi yakalama hem de taktikte derinleşme ve yine kadroda 40 yıllık askeri tecrübeye dayalı bir yetkinleşme ve performans kazanma, ayrıca 51 yıllık ideolojik-örgütsel birikimle mücadelemizin bundan sonra daha güçlü gelişeceğini ve bu mücadeleyi yeni evrelere taşıyabileceğini söylemek ve vurgulamak gerekiyor. Çünkü bu gerçekliktir. Evet; belki bazı açılardan kimi mevzilerin daralması olabilir ama yeni taktik açılım ve elde edilen birikim ile yoğunlaşma, kısacası bugün ulaşılan düzey daha fazla büyümenin önünü açmaktadır.
Bu nedenledir ki, sömürgeci-soykırımcı Türk devleti, başta NATO olmak üzere, her yeri kapı kapı dolaşarak Kurdistan Özgürlük Gerillası’nı yenebilmenin formülünü aramaktadır. Zira 40 yıllık savaş tarihimiz, Türk devletinin öyle göğüs göğse mücadele ile gerilla karşısında üstünlük sağlayamayacağını sayısız kere göstermiştir. Bunun için, tekniğe dayalı bir biçimde savaşı yürütmek istemekte, tünellerde direnen yoldaşlara karşı ise kimyasal gaz ve yasaklı patlayıcılar kullanarak sonuç almaya çalışmaktadır. Öte yandan bu yıl özellikle bahar aylarında yoğun diplomasi trafiği ile Hareketimize karşı bir cephe örmeyi amaçlamışlardır. Özellikle de KDP ile Irak Devleti’nin fiili olarak savaşa girmesi için çok çabalamıştır. Irak Devleti ile yapmış olduğu anlaşmanın propagandasını çok yoğun bir biçimde yapmış, Irak’ın PKK’yi yasaklı örgüt ilan etmesine bel bağlamış ve adına Kalkınma Yolu dedikleri proje ile Misak-ı Milli’ye ulaşmanın farklı bir yolunu bulabileceklerini düşünmüşlerdir. Ne var ki en azından aradan geçen zaman dilimi içerisinde pratik olarak Irak tarafından fiili olarak savaşa girme gibi bir durum söz konusu olmamıştır. Hal böyle olunca KDP de mevcut işbirlikçi düzeyini aşarak fiili olarak savaşta yer alan bir pozisyona girmemiştir. Dolayısıyla sömürgeci Türk devleti, şimdiye kadar geçen zaman diliminde bu planında istediği amaca ulaşamamıştır.
Eğer bugün Türkiye toplumu ciddi bir yoksulluk ve açlık içinde yaşıyorsa, bu AKP’nin MHP ve Ergenekon’la birleşerek onların Kürt halkına karşı savaş stratejisini ve konseptini kabul etmesindendir. 9 yıldır bunu yürütüyorlar ve bunun sonucu açık ortadadır. Oysa ki Önder Apo’nun geliştirdiği Kürt-Türk ittifakı, Türkiye’yi her bakımdan Ortadoğu’da öncü konumuna getirebilecek bir perspektifi içermektedir. Halklar arası, toplumlar arası barış, demokratik sistem, diyalog gibi konularda Türkiye’nin bölgede oynayacağı rol çok önemli artıları beraberinde getirebilecektir. Böyle bir yaklaşımın, hem Türkiye halklarına hem de bölge halklarına önemli kazanımlar sağlayacak bir düzeyi yakalama şansını doğuracağı açıktır.
Ama şimdiye kadar olan yönetimler hiç de buna denk bir duruşu sergilemedi. İşte en son, 8-9 yıldır bir SİHA hikayesi geliştirerek, “biz artık PKK’yi bitireceğiz” dediler, buna bel bağladılar ve kendilerine olağanüstü abartılı bir biçimde yaklaştılar. Gel gör ki, artık o SİHA’lar da bir bir düşürülüyor. Artık ona dayanarak strateji geliştirmeleri mümkün müdür? Şu iyi bilinmeli ki, hiç kimse, kökeni tarihin derinliklerine dayanan ve Önder Apo’nun düşünce sistemiyle aydınlanan Kurdistan halkını ve tarihsel bir kökene dayanan Türkiyeli sol-sosyalist-demokrasi hareketini geriletemez. Gelişen direnişin, kadın ve gençliğin öncülüğünde yükselen özgürlük arayışının ve mücadelesinin önüne hiç kimse geçemez. Heyecan yaratan ve binlerce, on binlerce gencin üzerinde aşkla yoğunlaştığı bu ideolojik-felsefi akım, toplumsallaşan bu gerçeklik yok sayılamaz, ortadan kaldırılamaz.
İşte bunun görülmesi, Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki mevcut sorunların çözümünde de temel halkadır. Bu gerçeklik görülmeden hiçbir rejim, hiçbir iktidar biçimi Türkiye’deki mevcut sorunları çözemez. En temel sorun Kürt sorunu ve şu anda İmralı’da kurulmuş olan soykırım sistemi ve konseptidir. Türkiye’nin düzlüğe çıkması, ancak bu prangadan kurtulması ile mümkündür.
Türk devlet rejimi sorunludur. Yaklaşımı, uygulamaları sadece Kürt halkı açısından değil, artık Türkiye emekçi sınıfları açısından da sorunlu hale gelmiştir. Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere, bu toprakların öz evladı olan halkları ve toplumsal kesimleri ötekileştiren bu zihniyet, mevcut anlayışıyla Türkiye’deki hiçbir sorunu çözemez. Ötekileştiren, bastıran, kendi dar dünya bakış açısını tekçi, faşizan çizgisini dayatan bu yaklaşımın Türkiye halklarına verdiği zarar büyüktür. Bunun aşılması gerekiyor.
Ancak bunun karşısında bizim de devrim cephesi olarak sorunlarımız vardır. Hem Türkiye Sosyalist Hareketi’nin aşması gereken sorunlar vardır, hem de Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin de aşması gereken, önünde duran önemli görevler söz konusudur. Fakat en büyük avantajımız, yeni dönemin temel mücadele perspektifi olan Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne girememe durumunun son 4-5 yılda aşılmış olmasıdır. Hareketin bütün organlarıyla Devrimci Halk Savaşı stratejisi üzerinde yoğunlaşması, ona göre bir mevzilenmeyi ve çalışma tarzını geliştiriyor olması gecikmeli de olsa Önderliğin çizdiği mücadele stratejisine göre doğru bir mevzilenmeyi ve mücadele yaklaşımını ifade etmektedir. Bu önemlidir.
Buna binaen yine de halkımızı ve kalbi mücadelemizin başarısında atan tüm toplumsal kesimleri, Devrimci Halk Savaşı’nın doğru uygulama biçimleri noktasında daha duyarlı kılmak sadece askeri alan kadrolarının değil, dünyanın neresinde olursa olsun her yerdeki partili yoldaşların, kadroların ve sempatizanların görevidir. Unutmayalım ki Devrimci Halk Savaşı stratejisi herkesin yalnızca eline silah alıp savaşması değildir; ancak herkesin yaptığı tüm hareketleri ile savaşa katkıda bulunmasını gerekli kılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, tüm kadro, sempatizan ve yurtseverler, kendini buna göre konumlandırmalı, bulunduğu her alanda bu çerçevede bir yaklaşımı esas almalıdır. Gerillaya katılımdan, öz savunmayı güçlendirmeye, lojistik veya maddi destekten bulunduğu alandaki taraftarlarımızı artırmaya kadar, 7’den 70’e tüm insanlarımızın yapabileceği bir görev ve mücadeleye hizmet elbette ki mümkündür.
Diğer yandan Önder Apo’nun kapitalist moderniteye karşı geliştirdiği demokratik modernite paradigması, bugün dünya düzeyinde tartışılan ciddi bir alternatif durumundadır. Önder Apo’nun özgürlüğü, Kürt sorununun çözümü için yürütülen hamlenin dünyadaki 74 ayrı merkezden başlatılmış olması ve yine uluslararası düzeyde Önder Apo’nun paradigmasının önemli bir seçenek olarak görülüp tartışılıyor olması da hareketi genelleştiren, sadece Kurdistan’ın dört parçası ya da Ortadoğu’yla sınırlı olan değil, uluslararası düzeyde bir ideolojik-siyasi alternatif olma düzeyine ulaşma durumunu gözler önüne sermektedir. Bu da moral-motivasyon açısından, hareketin daha güçlü ataklar geliştirmesi bakımından önemli bir dayanaktır. Tüm bu gelişmelere dayanarak mücadelenin daha fazla gelişeceğini ama esas olan halkların kardeşliğine dayalı çözümün çok uzak değil yakın olduğunu, bunun için mücadele ve sorumluluklarımıza daha fazla sahip çıkmanın gereğini vurgulamak istiyorum.
İşte HPG’nin bugünkü düzeye ulaşmasında ve Hareketimizin büyüyüp daha derinlere kök salmasında en çok rolü olan etkenlerden birisi, 1 Haziran 2004 günü başlatılan tarihi hamle çerçevesinde yapılan atılımdır. 1 Haziran Atılımı’yla birlikte, çağı daha doğru okuma gelişmiş, Önder Apo’nun yeni çağa dönük değerlendirmeleri ve modern gerilla tespitlerine dayanarak gelişme durumu yaşanmıştır. Bu felsefeye dayanan gerillanın taktik derinliği, askeri formasyonu, yaratıcılığı ve yürütülen savaşta insanın çağın teknolojisi karşısında nelere kadir olabileceğini ortaya koymuştur. Bugün Kurdistan’da, Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın yürüttüğü taktik gelişme ve direniş hem halkımızın tarihinde bu denli uzun süreli yenilmeyen bir direnişin var olması açısından bir ilktir; hem de dünya savaş tarihinde de bir ilktir. Birçok açıdan incelenmesi gereken bir yeni savaş pratiğidir. Kurdistan Özgürlük Gerillası bu temelde 15 Ağustos’un 40’ıncı yılını ve 1 Haziran Hamlesinin 20’nci yılını tamamlamaktadır.
1 Haziran Atılımı’nın mimarları olan şehitlerimiz
Hiç kuşku yok ki, bu tarihi atılımın hayata geçirilmesi kolay olmamıştır. Önderliğimizin büyük öngörüleri temelinde ortaya koyduğu perspektif ve bu perspektif temelinde başarıya kilitlenmiş olan şehitler gerçeği, bu hamlenin başarısı yolundaki en büyük parametreleri barındırmaktadır. Bu atılımın başarısı için canla başla direnen ve gerek atılımın ilk yıllarında gerekse de sonraki dönemlerde destanlar yazan kahramanlara çok şey borçluyuz. Bu bağlamda çok değerli komutanlarımız Erdal (Engin Sincer), Mahir (Şerif Yalçın), Dijwar (Mehmet Er), Tekoşîn (Ruhal Akyıldız), Nucan (Cennet Dirlik), Serxwebûn (Ahmet Okur), Sabri (Sabri Gulo), Sorxwîn (Özgür Kaya), Yıldız (Nursel Şimşir), Şilan (Meysa Baki), Gülbahar (Selma Kaya), Medeni (Nesih Özcan), Roza (Zarife Adıbelli), Adil (Ramazan Aybi), Nuda (Nazan Bayram), Ferhat (Abdurrahman Nalioğlu), Kurtay (Abdulkerim Ertaş), Sidar (Hasan Eren), Avareş (Ali Çelik), Celal (Abdulgani Ayar), Rizgar (Mehmet Söğüt), Şervan (Niyazi Akın), Pale (Resul Akbulut), Mazlum (Aydın Baran), Çiçek (Guhar Çekirge), Alişer (Yücel Halis), Rüstem (Rüstem Osman), Rûbar (Seyfettin Işık), Xebat (Mahmut Muhammed), Hamza (Abdulmecit İke), Mahir (Haşim Kaya), Hüseyin (Kadir Çelik), Reşit (Mehmet Can Gürhan), Celal (Mahir Koç), Arjîn (Leyla Altan), Sadık (Adıl Muhammed Bali), Numan (Ertem Karabulut), Gelhat (Ercan Kaya), Emin (Hasan Beyna), Haki (Vedat Yoldaş), Şervan (Önder Aslan), Baran (İsmail Aydemir), Botan (Fazıl Atan), Xemgin (Cemil Ateş), Çekdar (Ahmet Talva), Azad (Ekrem Güney), İsa (İsa Aras), Gülnaz (Nuran Er), Soro (Salih Kaplan), Azê (Aslı Özkaya), Perwer (Sadık Özalp), Armanc (Suna Kızılkaya), Doğan (Abdulselam Aslan), Berçem (Nursel Oktay), Delal (Hülya Eroğlu), Cuma (Mehmet Sait Sürer), Medya (Emine Kaya), Kemal (Medeni Sayılgan), Çetin (Musa Çetiner), Atakan (İbrahim Çoban), Çiçek (Hacer Kaya), Tekoşer (Müslüm İke), Peyman (Hülya Mercan), Tekoşin (Ceylan Yaşar), Gülçiya (Servet Aydın), Kasım (İsmail Nazlıkul), Yılmaz (İsmail Sürgeç), Bedreddin (İbrahim Şengül), Dilşêr (Hüseyin Acar), Agît (Vahdettin Karay), Zîn (Hafize Özdemir), Ali Haydar (Bilal Karakuş), Ahmet (Mehmet Erdoğan), Fazıl (Ahmet Şeker), Axîn (Hülya Demirer), Yaşar (Osman Manak) ve Leyla (Hamiyet Yalçınkaya) yoldaşlar şahsında tüm 1 Haziran Atılımı şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Şehitlerimize verdiğimiz sözümüze bağlı kalarak onların anılarını mücadeleyi yükselterek yaşatacağımızın sözünü bir kez daha yineliyor, bu temelde onların hayallerini gerçeğe dönüştüreceğimizi belirtiyorum.
1 Haziran Atılımı’nın 21’inci yıl mücadelesinde de her bir HPG ve YJA Star gerillası şehitlerden devraldığı özgürlük bayrağını dalgalandıracak, kadir olduğu zafer yürüyüşünde önemli başarılara imza atacaktır.