9 Mayıs 2025 Cuma
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 520 / NİSAN 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa DURAN KALKAN

DİRENİŞİN ÖZÜNDE DEVRİMCİ SAVAŞ VAR

Duran Kalkan

DEMOKRATİK MODERNİTE VE SOSYALİZM

PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan yoldaş ile devrimci direniş üzerine yaptığımız röportajın tamamını yayınlıyoruz.

– Uluslararası Komplonun ortaya çıkardığı İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo’nun yanıtı görkemli bir direniş ile oldu. 25’inci yılını dolduran bu direniş Kurdistan’da, Ortadoğu’da ve uluslararası alanda kesintisiz bir şekilde sürerken tarihsel gelişmeler yarattı.

Uluslararası Komplo’ya karşı gerek Kurdistan’da gerekse de uluslararası alanda çok güçlü yanıt verildi. Bu yanıt ne anlama geliyor? Ve bu bağlamda 10 Ekim’de başlayan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen Küresel Özgürlük Kampanyası’nın geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Duran Kalkan: Öncelikle 26’ncı yılına giren tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. 10 Ekim’de başlatılan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesine katılan, mücadele etmekten yana olan, omuz veren herkesi de selamlıyorum. İmralı işkence tecrit ve soykırımına karşı 26’ncı yıl mücadelesinin Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü hedefi doğrultusunda kalıcı kazanımlar yaratmasını da diliyorum. Uluslararası Komplo ve onu doğuran sistem olarak Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı kapitalist modernitenin küresel hegemonik yapısı, onun özellikle Ortadoğu’da yarattığı sistem ve Kürt halkına dayattığı soykırımcı saldırı 26’ncı yılına girmiş olan İmralı işkence ve tecrit sistemini yaratan güç oluyor.

Şöyle de ifadelendirebilir: Tarihi İmralı direnişini anlamak için İmralı tecrit işkence ve soykırım sistemini anlamak gereklidir. Bu sistemi anlamak için de 1998’de başlatılan 15 Şubat 1999’da bir aşamaya vardırtılan ve Önder Apo’nun imhasını hedefleyen Uluslararası Komplo saldırısını anlamak gereklidir.

Komployu icra eden soykırımcı zihniyet küresel iktidar ve devlet sistemidir

Komplocu saldırıyı doğru ve yeterli anlayabilmek için de onu var eden, ortaya çıkartan, yüz yıldır Kürt halkı üzerinde uygulanan küresel soykırımcı sistemi; böyle bir sistemi yaratan ve sürdüren zihniyet ve siyaseti doğru anlamak gereklidir. Bu da 5 bin yıllık iktidar ve devlet sisteminin küresel hegemonya haline gelmesini ifade ediyor. Bu sistemin son modernitesi olarak kapitalist modernitenin küresel hegemonik bir güce dönüşmesini içeriyor. Kürtlere dayatılan soykırım sadece bunu pratikte yürüten devletlere ait bir saldırı değildir. Bu devletler Kürt soykırımını gerçekleştirmekle bir anlamda görevlendirilmiş bulunuyorlar.  Onu icra eden soykırımcı zihniyet ve siyaset küresel iktidar ve devlet sistemidir. Kapitalist modernite düzenidir.

24 Temmuz 1923 tarihinde bu küresel hegemonik kapitalist modernite sisteminin yaratıcıları olan İngiltere ve Fransa ile TC’yi kuran Kemalistler arasındaki anlaşma aslında bunu ifade ediyor. Dolayısıyla İmralı tecrit işkence ve soykırım sistemi bu temelde geliştirilen saldırıdır. Yüz yıldır küresel düzeydeki saldırının İmralı sistemi temelinde yürütülmesi oluyor. Bu saldırı imha saldırısıdır. Farklı amaçları olan bir saldırı değildir. Çok değişik amaçları olduğunu söyleyenler oluyor, fakat o tür değerlendirmelerin hepsi yanlıştır. Doğru ve gerçek olan bu saldırının imha amaçlı saldırı olduğudur. Önder Apo’yu ve bu temelde PKK’yi tasfiye etmeyi, bunlara dayanarak da küresel Kürt soykırım sistemini ya da saldırısını başarıya götürmek hedeflenmiştir. Böyle bir imha saldırısıdır.

Küresel hegemonik kapitalist modernite sisteminin imha saldırısı olarak kullandığı farklı yöntemler de vardır. 9 Ekim 1998’de Önder Apo’yu kim vurduya getirerek bir günde imha etmeyi hedeflemişlerdi. 15 Şubat 1999’a kadar bunu Rusya’da, İtalya’da, Yunanistan’da, Kenya’da da devam ettirmeye çalışmışlardı. Çok değişik saldırı biçimlerini planlayıp pratiğe geçirerek Önder Apo’yu imha etmek istiyorlardı. Dört ayı aşkın bir süre küresel düzeyde, dünya genelinde Önder Apo’ya karşı böyle bir saldırı yürütülmüştür. Önder Apo bütün bu imha saldırılarını boşa çıkartınca bu sefer de komployu uygulayan güçler 15 Şubat komplosunda karar kılmışlardır. Böylelikle imhayı idamla gerçekleştirmeyi tasarlamışlardır. 15 Şubat komplosunun esası da buydu. Çünkü mevcut hukuki yapı hiç tartışma götürmeden böyle bir sonucu verecekti.

İdam da boşa çıkartılınca İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi altında çürütme politikası devreye konuldu. Fiziksel olarak imha edilemeyen Önderlik gerçeği düşünsel ve politik olarak imha edilmek, yok edilmek istendi. İmralı baskı işkence ve tecrit sistemi altında düşünce üretemez, politika yapamaz dolayısıyla fiziki olarak yaşasa da düşünsel ve politik olarak yok olur hale getirilmesi hedeflendi. İmralı sistemi altındaki mücadele, İmralı sistemiyle Önder Apo’ya karşı yürütülen saldırının amacı ve yöntemi böyleydi.

Önderlik kendisini gerçekleştirmiş, İmralı mücadelesini kazanmış

Bütün bunları Önder Apo boşa çıkartıp başarısız kılınca şimdi mutlak iletişimsizlik denilen bir saldırı biçimi yürütülüyor. Bu da aslında bir tür intikam alma oluyor. 9 Ekim ve 15 Şubat saldırısıyla, İmralı işkence tecrit ve soykırım saldırısıyla sonuç alamamış, başarılı olamamış olan Uluslararası Komplo saldırısı bu başarısızlığın acısını çıkartmak istiyor. Kendilerini başarısız kılmış olması nedeniyle de Önder Apo üzerinde daha ağırlaştırılmış bir baskı, zulüm, fiziki ve psikolojik işkence sürdürüyor. İnsanlık suçu olan soykırımcı zihniyet ve siyasetin böyle intikamcı, yok edici bir gerçekliği var, asla yenilgiyi ve başarısızlığı kabul etmiyor. 26 yıldır Önder Apo’ya çok değişik zeminlerde ve değişik yöntemlerle yürüttüğü saldırıda sonuç alamamıştır. Başarısız kalmasını içine sindiremiyor. Önder Apo karşısında yenilgisini hazmedemiyor. Bu nedenle şimdiye kadar Önderlik direnişini etkisiz kılamadığı için saldırı yöntemlerini daha da geliştirerek, baskıyı daha da artırarak bir tür intikam almak istiyor, ruhunu tatmin etmeye çalışıyor.

Diğer yönü de İmralı işkence tecrit ve soykırımına karşı Önder Apo’nun geliştirdiği direnişin anlaşılması ve dışarda temsil edilmesindeki zayıflık, böyle bir saldırının intikam alma düzeyinde sürdürülmesine de zemin sunuyor. Bu saldırının, Önderlik düzeyinde artık herhangi bir hedefi yoktur. Çünkü Önderlik kendisini gerçekleştirmiş, İmralı mücadelesini kazanmış, yapılamaz denilenleri yapmış, başarılamaz olanı başarmış, ulusal düzeyindeki Önderlik gerçeğini paradigma değişimiyle küresel düzeye çıkarmıştır. Ulusal Önderlik düzeyini Özgürlük Önderliği düzeyine vardırmıştır. Tüm halkların, kadınların, ezilenlerin Önderliği haline gelmiştir. Kürt Önderliği olmayı fazlasıyla aşmıştır. Önderliğe saldırarak bunu engelleme imkanları yoktur, çünkü Önderlik başarmış durumdadır. Fakat bunların uygulanması gerekiyor. Uygulanması için de doğru ve yeterli anlaşılmasına ihtiyaç vardır. İşte Önderlik ağır tecrit koşullarında, bu çizginin pratik uygulanması bakımından söz söyleyemez ve yönlendirici olmazsa, dışarıda Kürt toplumu içinde, PKK’de, bölgede, dünyada Önderliği doğru ve yeterli anlayan, başarıyla uygulayan çıkmaz; böylelikle sapmalar olur, parçalanma gelişir, yetersiz kalınır hesabı yapıyorlar. Böylece Önderlik çizgisini doğru anlama ve başarılı uygulamadaki yetersizliklerden sonuç alabilmek için Önderlik üzerinde bu ağır baskı ve tecridi uyguluyorlar, üç yıldır hiçbir haber alınamıyor. 5 Nisan 2015’ten bu yana görüşme yaptırmıyorlar. Önderlik düşüncelerinin halklara ulaşmaması için her türlü baskıyı yapıyorlar. İşin bir boyutu budur. İmralı direnişini anlamak her şeyden önce İmralı tecrit işkence ve soykırım saldırısını anlamaktan geçiyor.

Herkes ‘bu iş buraya kadarmış artık burada bitti’ diyordu

Diğeri böyle bir saldırı karşısında bu direniş nasıl oluyor? Önderlik nasıl direniyor? Saldırıları nasıl kırdı ve başarılı oldu? Bunlar da önemlidir. Bu neyi ifade etti? Demek ki insan isterse ve kendini verirse, yoğunlaştırırsa, bütün yaşamını odaklayabilirse her koşulda duygu ve düşünce üretebilir, olup bitenleri anlayabilir. En küçük imkanlardan ya da imkan denilemeyecek etkenlerden bile başarılı gelişmeler yaratabilir. Sıfırdan başlayarak bir şeyler ortaya çıkartabilir. İmkanlara dayanarak değil, imkan ortaya çıkartarak çalışıp önemli şeyler üretebilir, geliştirebilir. Önder Apo’nun direnişinin çok önemli bir boyutu budur. Hiç kimse böyle olacağını hesaba katmadı. Herkes ‘bu iş buraya kadarmış artık burada bitti’ diyordu. Sadece Önder Apo bu biçimde de mücadele edip kazanabileceğine, gelişme yaratabileceğine inandı, kendisine dönük saldırının nedenlerini, boyutlarını tarihsel ve güncel olarak çözümledi. Saldırganlığı mahkum etti, böyle bir zihniyet düzeyi de bu kadar baskı işkence zulme karşı direnme gücü verdi.

İmralı direnişinin iki boyutu var. Bir, düşünce üretme boyutudur. İmralı saldırısını ortaya çıkartan yüz yıllık Kürt halkına yöneltilmiş soykırımcı saldırıyı zihniyet ve siyaset olarak çözümlemek, mahkum etmek, yenilgiye uğratmaktır. Önder Apo bunu paradigma değişimiyle yaptı. 5 bin yıllık iktidar ve devlet sistemine karşı yürütülen özgürlük ve eşitlik mücadelelerinin içinde taşıdığı en büyük zafiyet olan amaçla araç uyuşmazlığını çözdü. Özgürlük amacını zulüm aracıyla gerçekleştirmeyi öngören zihniyet yapısını, paradigmasal çizgiyi aştı. İktidar ve devlet paradigmasından kendisini kurtardı. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, dayanışma, adalet ideolojisini; demokratik yönetim, demokratik konfederalizm ile hayata geçirilebilir biçiminde formüle etti ve tanımladı. İktidar ve devlet sistemine karşı alternatif toplumcu bir paradigma ortaya koydu. Bu da 26’ncı yılına giren İmralı mücadelesinin en büyük sonucudur. Bu, insanlık tarihinin en temel entelektüel devrimlerinden, zihniyet devrimlerinden bir tanesidir. İktidar ve devlet sistemine karşı 5 bin yıllık mücadelede ortaya çıkan en büyük zihniyet devrimidir. Özgürlük mücadelelerinin başarılı olmamalarını, başardıkları zaman bile uzun ömürlü olamamalarını çözümleyen, ortadan kaldıran, başarının ve kalıcılığın yolunu açan büyük bir zihniyet devrimini gerçekleştirdi. Başta kadınlar olmak üzere bütün ezilenlere, sömürülenlere yol gösteriyor. Bu temelde Önder Apo kendisini küresel bir Önderlik haline getirdi.

İkincisi; böyle bir zihniyet devriminin yarattığı güç ve dirençtir. Bir boyutu, bu saldırıya karşı bir şeyin üretilip üretilemeyeceğiydi. İkincisi ise bırakalım bir şeyler üretmeyi, o ortamda mücadele etmeyi, saldırganları yenmeyi, yaşanıp yaşanamayacağı, ayakta kalınıp kalınamayacağı sorundu. ‘Böyle bir sistem altında ne kadar yaşanabilir?’ sorusu da temel bir soruydu. Şimdi çeyrek asrı tamamladı ve 26’ncı yıla girdi. Önder Apo yalnız başına düşman karargahında, 24 saatin her anında düşmanın fiziki ve psikolojik saldırısının üzerinde olduğu bir zeminde kendisini yaşattı, dinç tuttu. Her türlü imhacı saldırıya karşı direndi ve ayakta kaldı. Bunu zihniyet devrimiyle, düşünsel yoğunlaşmayla yarattı ve sağladı. Düşünce üretiminden haz duyma, ondan güç almanın ne kadar önemli bir şey olduğunu kanıtladı. Aslında Önder Apo hemen hemen her savunmasının sonunda İmralı yaşamının doğru anlaşılması için belli değerlendirmeler yaptı. Bütün bunları ortaya koydu.

Bu durum ne anlama geliyor? Devrimci hareketler, ezilenler, kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler özgürlük mücadelesi yürütmek isterken, kendi çerçevelerinden dünyaya bakarak bir dünya tanımlaması yapıyorlar. Egemenler de zaten her türlü iletişim aracını kullanarak adeta toplumların beyninde en büyük saldırı biçiminde kendi gerçekliklerini hakim kılmaya çalışıyorlar. Bütün bunların bir de İmralı’da özgür yaşam ve özgürlükçü duruş temelinde değerlendirilmesini, anlaşılmasını Önder Apo ortaya çıkardı. Egemen sistemin nasıl bir insanlık karşıtı, insanlık düşmanı olduğunu, iktidar ve devlet zihniyet ve siyasetinin nasıl insanlık ve toplum karşıtı olduğunu ortaya koydu.

Diğer yandan sistem içinde sisteme karşı mücadele ettiklerini söyleyen ama sistemi aşamayan, sistem dışına çıkamayan, alternatif sistem yaratamayan düşünce akımlarının ne kadar yetersiz, yanılgılı, var olan sistemi aşamayan, onun bir sol ucu olmaktan çıkamayan bir konumu yaşadıklarını net bir biçimde gösterdi. Reel Sosyalizm bu temelde bütün boyutlarıyla en anlaşılır bir biçimde -derslerini de açığa çıkartabilecek şekilde- eleştiriye tabi tutulmuş oldu. Onun kendisini en güçlü gördüğü anda çökmesini ortaya çıkartan nedenleri en iyi bir biçimde çözümledi.

Bu durumun anlaşılması açısından Önderlik değerlendirmeleri ve savunmaları var. Tarih boyunca oluşmuş insanlık zihniyetinin en son ve en üst düzeydeki yeni bir sistemi diyebiliriz. Böyle bir düşünce gücü özellikle kadınlara, emekçilere, ezilenlere, genelde tüm insanlığa taşırıldıkça son derece etkili oluyor. Zihniyet değişimine ve devrimine yol açıyor. Buradan insanlar hakikat, iktidar ve devlet sisteminin ne demek olduğunu görüyorlar. Kapitalist moderniteyi anlıyorlar. Dolayısıyla alternatif olarak sosyalizmi doğru anlıyorlar. Sosyalizme dair yanılgılı ve hatalı yaklaşımları görüyorlar. Diğer yandan ise İmralı direnişi, İmralı yaşamı, İmralı gerçeğine bakıldıkça oradan da çıkartılabilen önemli sonuçlar oluyor. Birçok çevre öyle sorguluyor. ‘İmralı’da nasıl yaşanıyor, nasıl mücadele ediliyor, bu kadar ağır tecrit altında insanlığın sorunlarını çözüme kavuşturacak gelişmeler yaratan bir duruş, çaba, sonuç nasıl ortaya çıkartılıyor?’ bunu çeşitli biçimlerde anlamaya ve incelemeye çalışıyorlar. Bir de oradan anlaşılıyor.

Önder Apo öncülüğünde küresel düzeyde bir mücadele gücü ortaya çıktı

Tüm bunlar bir araya geldi ve 10 Ekim Küresel Özgürlük Hamlesi’ni ortaya çıkardı. Dünyanın farklı alanlarında bu düşünceler yayılınca, Önder Apo gerçeği insanlığa taşırılınca, kadınlara, gençlere, işçi ve emekçilere ulaştırılınca insanlar yaşadıkları sorunlara Önder Apo’nun yeni paradigmasında ve İmralı direnişinde çözüm buldular. Dolayısıyla daha fazla duymak ve öğrenmek istediler. Önder Apo’yu daha çok sahiplenme gelişti. Dolayısıyla küresel düzeyde bir mücadele gücü ortaya çıktı. Bu düzey önemlidir. Mücadele tarihimizde ilk defa oluyor. Aslında Önder Apo öncülüğündeki Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin küresel bir yayılma durumunu ifade ediyor. Önderlik gerçeğinin küresel yayılımını içeriyor, bir de sahiplenme düzeyini gösteriyor. Önder Apo’yu ve İmralı direnişini tanıtıcı çalışmalar yürütüldükçe direnişe katılım artıyor, yayılıyor, direniş büyüyor. 15 Şubat komplosunun 25’inci yıldönümünde komploya karşı mücadele böyle bir kampanya temelinde zirve yaptı. Aslında bu hamleyi yürütenler birinci aşamanın tamamlandığını ifade ettiler. En son Köln yürüyüşü, Bakur’da, Rojava’da ve diğer yerlerdeki yürüyüşler böyle oldu. Gerillanın düşmana tarihi vuruşu tamamen bu gerçeklikle bağlantılı gelişti. Hamleyi öncülük düzeyinde çok güçlü geliştiren eylemler yaşandı. 26’ncı yıla hamle ikinci aşamaya geçmiş olarak girdi. Şimdi bu düzeyde gelişiyor. 8 Mart’ta kadınlar cephesindeki etkinlik düzeyi aslında hamleyi daha ileri bir düzeye götürdü. Kadın cephesinden Önderlik gerçeğinin ne kadar doğru ve ciddi anlaşıldığını ve sahiplenildiğini ortaya koydu.

Önümüzdeki Newroz’da hamle yeni bir zirve yapacak, ikinci aşama en güçlü kitlesel etkinlikler düzeyine ulaşacaktır. Şimdiden Newroz’la küresel özgürlük hamlesini birleştirme yaklaşımları var. 21 Mart’a ve daha sonraki günlere giderken bu ulusal ve uluslararası düzeyde en büyük kitleselliğe ulaşacaktır. Böyle olacağına da inanıyoruz ve bu, 4 Nisan’da devam edecek ve esas olarak 1 Mayıs’ta devam edecek. Kadın Özgürlük ve Mücadele Günü 8 Mart bunu bize gösterdi. Kürt Özgürlük Günü aslında bölge halklarının özgürlük günü olan Newroz süreci bunu gösteriyor. İşçi ve emekçilerin en önemli ve anlamlı mücadele günü olarak 1 Mayıs günü bu çok daha güçlü ve etkili olarak ortaya çıkacaktır. Hamlenin ikinci aşaması zirve yapacaktır.

İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemi yıkılabilir

Bütün bunlar şunu gösterdi: Soykırımcı güçler sonuç almakta ısrarlılar. Kurdistan özgürlük mücadelesi dar bir siyasi mücadele değildir. Sadece mevcut devletleri ilgilendiren bir mücadele de değildir. Küresel kapitalist hegemonyayı karşısına alan, onu değişime uğratmayı hedefleyen bir mücadeledir. Dolayısıyla dar, kolay ve hızlı gerçekleşecek bir mücadele değildir, aceleci çözüm arayışları aslında mücadelenin gerçeğini doğru anlamamayı ifade eder, o duruma düşmemek gerekir. Erken çözümler, acele zaferler peşinde koşmamak lazım. Önemli bir nokta da şudur; mücadeleyle başarılmaz, kazanılmaz dememek lazım. Bu sistem aşılabilir, komplo yenilebilir, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi yıkılabilir. Buna inanmak gerekir. Eğer 9 Ekim’den sonra Önderlik gerçeği doğru anlaşılsa, Önderlikle doğru bütünleşilse, komplo saldırısı doğru görülse ve ona karşı Önderlikle bütünleşilerek bir mücadele yürütülseydi, yönetim ve örgüt düzeyimizde yetersizlik olmasaydı 15 Şubat komplosu önlenebilirdi, bu kesindi. Daha sonrası da var. İdam önlendi, çürütme politikası boşa çıkartıldı, İmralı işkence tecrit ve soykırım ortamı Önder Apo tarafından tarihin en büyük zihniyet devriminin gerçekleştirildiği bir okul haline getirildi. Bir yoğunlaşma yerine dönüştürüldü. Büyük düşünce Önderleri, özgürlük arayışçıları böyle yoğunlaşmalar yaşıyorlar. Peygamberler, filozoflar bunu yaşıyorlar, bunu dağlarda, mahzenlerde yapıyorlar, kuyularda yapanlar oluyor. İmralı’yı Önder Apo böyle bir yoğunlaşma alanı haline getirdi, ona dönüştürdü ve “beni öldürmeyen saldırıya karşı mücadele, büyük başarılar ortaya çıkartır” dedi. Komplo karşısında ayakta kalışının büyük gelişmeler yaratabileceğini ifade etti ve bunu gerçekleştirdi. ‘Uluslararası Komplo saldırısı ve İmralı sistemi gibi bir imhacı saldırı zemini olmasaydı böyle bir yoğunlaşma düzeyi gelişir miydi’ diye de sorguladı. O ortamı bir zihniyet devriminin ebesi olarak da tanımladı. Önder Apo o hale getirdi. Düşmanın imha saldırısını Üçüncü Önderlik Doğuşu’nun, Küresel Önderliksel Doğuşun, bütün ezilenlerin kurtuluş yolunu aydınlatan düşünceyi yaratmanın zemini haline getirdi. İmhayı yeniden özgür doğuşa, gerçek doğuşa, varoluşa dönüştürdü. İmralı direnişinin anlamı böyledir. İmralı’da yürütülen mücadelenin sonucu bunu ifade ediyor. Başarı düzeyi bu orandadır. Onun için saldırının gerçeğini ve amacını iyi anlamak gereklidir. Bir de ortaya çıkan sonuca bu temelde iyi bakmak lazım. Önderlik Kürt özgürlük mücadelesini tanımlarken her zaman dirilişten söz etti. Gerçekten de İmralı mücadelesi en büyük diriliş ortamıdır. En ağır imha ve ağır saldırı ortamında bir dirilmeyi, yeniden özgür doğuşu ifade ediyor.

-12 Mart, Kurdistan ve Türkiye halkları açısından tarihsel öneme sahip bir gün olma özelliğini taşımaktadır. 12 Mart 1971 Askeri faşist darbesi, Qamişlo ve Gazi katliamları bunlar arasında önemli bir yer teşkil etmektedir. Ayrıca Kurdistan ve Türkiye halklarına karşı bir saldırı anlamına gelen bu yaşanmışlıklar karşısında 12 Mart 2016 yılında Halkların Birleşik Devrim Hareketi kuruluşunu ilan etti. İçinden geçtiğimiz süreçte, HBDH’ın birleşik- devrimci mücadeledeki rolüne ilişkin neler belirtebilirsiniz?

Duran Kalkan:12 Mart 1971 darbesine karşı kahramanca direnip şehit düşen Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarını saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 53 yıldır Türkiye’de özgürlüğü, demokrasiyi, cesareti, fedakarlığı, mücadele azmini, ruhunu temsil ediyorlar. 12 Mart 1971 darbesinin ağır saldırı ortamında buna karşı mücadele etmek ve başarmak inancıyla Önder Apo’nun çıkış yapmasına bu kahraman direnişler vesile oldular. Ruh verdiler, duygu verdiler, düşünce verdiler, cesaret ve fedakarlık verdiler. Bütün bu özellikleri Önder Apo’nun çıkışında somutlaştırdılar. Önder Apo da her zaman böyle tanımladı ve 12 Mart 1971 darbesine karşı Türkiye kentleri ve kırsalında başlatılan mücadele Önder Apo öncülüğünde ve PKK biçiminde Kurdistan’da ve Kurdistan dağlarında, Ortadoğu’nun dört bir yanında günümüze kadar devam etti, gelişerek sürdü.

 Mahirlerin Denizlerin İbrahimlerin amaçları HBDH ile yaşatılıyor

12 Mart darbeci zihniyeti ve siyaseti karşısında yenilmeyen, ezilmeyen, başarı iddiası ve iradesini sürekli koruyan, geliştiren bir hareket ve mücadele gücü olarak günümüze kadar geldi. Bu iddiasını günümüze kadar hala sürdürüyor. Dolayısıyla Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin amaçları, ruhları, duyguları, cesaret ve fedakarlıkları bu mücadelede yaşıyor. Bunu da sekiz yıldır Halkların Birleşik Devrim Hareketi biçiminde ortak bir örgütlenmeyle, ittifakla daha güçlü hayata geçirmeye çalışıyoruz. 12 Mart 2016’da bu darbeye karşı onun amaçlarını tümden yenilgiye uğratmak hedefiyle bir grup devrimci hareket Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin başlattığı direnişi Türkiye ve Kurdistan’da sürdürüp zafere taşımak inanç ve iddiasıyla Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni oluşturdu.

Birleşik devrim mücadelemiz bu 12 Mart ile dokuzuncu yılına girdi. Sekiz yıl boyunca HBDH içinde yer alan yeni bir yoldaşlaşma geliştiren örgütler olarak 12 Mart, 12 Eylül faşist askeri darbelerinin günümüzdeki sürdürücüsü olan AKP-MHP faşizmine karşı değişik yöntemlerle direndik. Kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin mücadelelerine en zor mücadele yöntemlerini kullanarak zorlukları göğüsleyip engelleri aşarak öncülük etmeye çalıştık. Bu temelde HBDH bir mücadele gücü oldu. Uzun süreli olacağını, pratikleşeceğini çoğu kimse hesaba katmıyordu. Fakat bu yaklaşımların hepsini yanılttı, boşa çıkardı. Birçok düşüncenin doğru olmadığını gösterdi. Evet, yetersiz kaldı, eksiklikleri de var, çok daha büyük mücadele yürütülebilirdi. AKP-MHP faşizmini yerle bir eden mücadeleler de ortaya çıkartılabilirdi. Bu anlamda yeterli oldu, tam sonuç aldık diyemeyiz, eksiklikleri ve hataları çok fazladır. Bunlar bizim için birer özeleştiri konusudur. Fakat önemli olan başarı umudu ve inancından kopmadık. Özgürlük, eşitlik, demokrasi amacından, zafere inançtan kopmadık. Dolayısıyla başarıyı mücadeleyle yaratma çizgisinden ve tarzından, bunu birlikte yapma gücünden ve inancından kopmadık. Birleşik devrim mücadelemiz anlayış olarak da cesaret ve fedakarlık olarak da bizi daha çok geliştirdi, daha çok birbirimizi tanır hale getirdi ve güçlendirdi. Aradan 53 yıl geçti, 53 yıldır 12 Mart darbesine karşı bir mücadele veriliyor ve bu mücadelenin kıvılcımını Mahirler, Denizler, İbrahimler çaktı; ateşini Önder Apo ve PKK gürleştirdi, yürüttü. Şimdi HBDH her alanda mücadeleyi Türkiye’de yayarak, çok yönlü kılarak sonuca götürmek, zafere taşımak istiyor. Hedefi ve iddiası budur. Var olan eksikliklerini gidererek, kendisini güçlendirip yeterli kılarak, hatalarını düzelterek zafer kazanacağına da inanıyor.

Katliamlar da bu sürecin ürünüdürler. Bakur’da-Türkiye’de, Suriye’de-Rojava’da, Başûr’da olsun hepsi biraz bu mücadele süreciyle de bağlıdır. İstanbul’da Gazi katliamı var, şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Tamamen böyle bir mücadele süreci içerisinde ortaya çıkmış bir olaydır. 12 Mart 2004’te gerçekleştirilen Qamışlo katliamı var. Bir futbol maçı vesile yapılarak ırkçı-şoven saldırı temelinde gerçekleşen bir katliamdır. Onun da şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Ardından önemli bir serhildanı da ortaya çıkarmıştı. Önder Apo’nun yürüttüğü eğitim ve örgütlenme faaliyetlerini rejim katliama dönüştümüş buna karşı halk serhildana kalkmış ve ardından uygun zemin bulunca da bunu 19 Temmuz 2012 Özgürlük Devrimi’ne dönüştürdü. Rojava halkımız ve Kuzey-Doğu Suriye halkları o katliamın derslerini Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ne dönüştürdüler. Rojava Özgürlük Devrimi haline getirdiler. Demokratik Modernite Paradigması’nın Kadın Özgürlük Devrimi’nin hayata geçirildiği, denemelerin yapıldığı temel bir alana dönüştürdüler. Bu mücadeleleri de selamlıyorum.

16 Mart’ta da Halepçe katliamı oldu. O da Saddam Hüseyin yönetiminin Başûrê Kurdistan’da gerçekleştirdiği katliamdır. Bunların hepsi birbiriyle bağlıdır. Kurdistan’a dayatılan soykırımcı saldırıyla bağlantılıdır, onun için de gelişen ve gerçekleşen bir soykırım saldırısıdır. Halepçe katliamı diyoruz ama ‘Halepçe Soykırımı’ demek gerekiyor. Resmi olarak Irak topraklarında olmuş, Suriye topraklarında olmuş, Türkiye zemininde olmuş hiçbiri değişmiyor, bu katliamların hepsi aslında 1923 Lozan Antlaşması ya da uzlaşmasıyla ortaya çıkartılan TC ve ona dayalı geliştirilmeye çalışılan Ortadoğu’yla bağlantılıdır. Kurdistan’ı bölüp parçalayan, Kürtlere soykırımı dayatan saldırıyla bağlantılıdır. Bu bakımdan Halepçe soykırımını kınıyorum, Halepçe şehitlerimizi de bu vesileyle saygı ve minnetle anıyorum, anılarını özgürlük mücadelemizde yaşatıyoruz.

Devrimci güçler ve Devrimci Gençlik Hareketi Demokratik Türkiye’yi geliştirmek istedi

12 Mart darbesi önemliydi. Darbe gerçekleştiğinde ben lise ikinci sınıftaydım, darbeye karşı yürütülen mücadelenin etkisiyle böyle bir zihniyet yapısı ve mücadele içerisine girdim. Önce darbeye karşı mücadele eden devrimciler etkilediler, sonra Önder Apo’yu tanıdım ve bugüne kadar mücadele etmemi Önder Apo’nun eğitimi, yönlendirmesi, yaratıcı gücü sağladı. Darbe süreci ve darbeye karşı mücadele aslında hayatımız oluyor. Kişi olarak da öyledir. Aslında TC Devleti denen ve bu devletle birlikte küresel kapitalist hegemonyanın Ortadoğu yapılanması olan sürecin de omurgasını ifade ediyor. O zamana kadarki adımlar bir tür hazırlıktı. 1923’ten ’40 ve ’50’ye kadar olan süreçler yaşandı. Osmanlı’nın külleri üzerinde Irak, Suriye vb ulus-devletler ortaya çıkartıldı ve Osmanlı kendi külleri üzerinde yeniden yapılandırıldı. Ortadoğu ulus-devlet yapılanmasının temelleri atıldı.

12 Mart darbesi aslında bu sürecin ikinci aşaması oldu. Biçimsel olarak ortaya çıkartılan bu ulus-devlet yapıları Ortadoğu siyasi coğrafyası 12 Mart darbe süreciyle birlikte faşist askeri diktatörlüklere dönüştürüldü ve yeni bir süreç başlatıldı. TC şahsında Türkiye zemininde şöyle bir şeye ulaşılmıştı: Evet, yeni bir siyasi yapılanma oldu, İmparatorluk parçalandı ve birçok ulus-devlet kuruldu, bunlar sistem haline getirildi ama bunlar nasıl bir devlet olacaklar, nasıl ayakta kalacak ve yürüyecekler ya da bu devletlerin kurulduğu ve üzerindeki var olan toplumlar nereye gidecekler? Bu soru soruldu. ’70’lerin başında bütün Ortadoğu’da bu sorunun yakıcı olarak sorulduğu, gündeme geldiği bir süreçti. ’70 başından itibaren Türkiye’nin yaşadığı ideolojik-siyasi ayrışmalar ve keskinleşen mücadele durumu bunu ifade ediyordu. Devrimci güçler, devrimci gençlik hareketi buna Demokratik Türkiye cevabını vermek istedi. Yeni bir Türkiye tanımlamaya çalıştı ve onu yaratmak için ideolojik-siyasi mücadele yürütmeye başladı. Egemen güçler 12 Mart 1971 darbesiyle demokratik Türkiye’nin önüne faşist askeri diktatörlük ortaya çıkardılar. Var olan cumhuriyeti faşist oligarşik bir diktatörlüğe dönüştürmeyi öngördüler. 12 Mart darbesi ve darbeye karşı mücadele bu temelde gelişen mücadele oldu. 53 yıldır da aynı şey devam ediyor.

***

Halkların Birleşik Devrim Hareketi Demokratik Türkiye Programını esas alıyor

Bugün AKP-MHP faşizmi 12 Mart 1971 darbecilerinin hedeflerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Faşist oligarşik bir diktatörlüğü Türkiye’de dört başı mamur bir biçimde yapılandırma çabası yürütüyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye’deki demokratik güçleri kadınlar ve gençler de demokratik Türkiye’yi yaratmaya çalışıyorlar. Halkların Birleşik Devrim Hareketi böyle bir demokratik Türkiye yaratma hedefini güdüyor. Demokratik Türkiye programını esasa alıyor. Demokratik Türkiye’yi yaratacak bir devrim programıyla, strateji ve taktiğiyle hareket ediyor. Demek ki henüz son söz söylenmemiştir. 12 Mart 1971 yeni bir başlangıçtı, 1914-’23 arasında mücadeleyle ortaya çıkan ve 1970’e kadar yapılandırılan Ortadoğu sisteminde nereye gidileceğinin araştırıldığı ve sorulduğu bir dönemin başlangıcıydı. O dönem hala sürüyor, hala karşıt güçler mücadele halindeler, kendi aralarında ittifak içerisindeler. Sonuç almak ve başarı kazanmak istiyorlar. Faşist soykırımcı-sömürgeci sermaye çevreleri AKP-MHP faşist diktatörlüğüyle saldırılarını yürütüp sonuç almak istiyor. Buna karşı Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin başlattığı demokratik Türkiye mücadelesi de bugün Halkların Birleşik Devrim Hareketi öncülüğünde birçok devrimci demokratik gücün ortak direnişi ve mücadelesiyle demokratik devrimi gerçekleştirmek ve Türkiye’yi Kürt özgürlüğü temelinde demokratikleştirmek istiyor. Bu ayrışma ve mücadele en keskin bir biçimde sürüyor. Taraflar 53 yıldır süren mücadeleyi kendi lehlerinde sonuca götürmeye çalışıyorlar. Günümüzün mücadelesini bu temelde de anlamak ve değerlendirmek yanlış değildir.

70’lerin başında Ortadoğu’da genel durum

O dönemi sadece Türkiye açısından da değerlendirmeyelim, bölgesel de bakmak gerekiyor. Bölgenin doğu cephesine bakarsak 1979’da İran Şahlığını yıkan mücadele aslında ’70’lerin başında şekillendi ve örgütlendi. İran da böyle bir arayış içerisindeydi, günümüzde de hala bu durum sürüyor. 1979’da devrimci bir adım ve hamle geliştiyse de aranan ve istenen olmadı. İslam Devrimi daha da gericileştirilen ve tekrar eski yapıya kavuşturulan bir yapılanma yaşadı.

Arap sahasında da benzer bir durum yaşandı. Filistin direnişinden Arap milliyetçiliğinin Baas ve Nasırcılık biçiminde ortaya çıkardığı şeyler de bir dönemeçti. Arap ulus-devletçiliğini yaratan milliyetçilik bir noktaya gelecekti. Arabistan’da tarihsel toplum gerçeğine dayalı bir demokratik yapılanma mı ortaya çıkacak, yoksa radikal küçük burjuva milliyetçiliği temelinde ortaya çıkartılmış olan ulus-devletler faşist askeri diktatörlüklere mi dönüşecekler. Onun arayışıydı. Filistin devrimi içerisinde, Yemen’de Arabistan’ın birçok sahasında bu durumu demokratik devrime dönüştürmeyi hedefleyen önemli çıkışlar ve gelişmeler oldu ama karşı devrimler daha etkili oldular. Mısır’da karşı devrim gelişti. Irak’ta Saddamcılık hakim oldu. Suriye kısmen direndiyse de bütün bunları aşacak ve yeni bir yapıyı temsil edecek gücü olmadı. Filistin direnişinin olumlu özelliklerini ortadan kaldıran, yok eden ve günümüzde Hamas saldırganlığı gibi bir pozisyona dönüştüren süreç o zaman başladı. Filistin devrimi demokratik çizgide derinleşip radikalleşerek gelişemedi. Önü alındı ve milliyetçi İslami bir çizgiye ajanlık derekesine Hamas şahsında düşürüldü. 12 Mart darbe süreci böyle bir süreçti. ’70’lerin başı dünya açısından da değerlendirilebilir ama Ortadoğu açısından böyle bir özellik taşıyordu. Hala o dönemde ortaya çıkan ideolojik-siyasi akımlar arasındaki mücadele sürüyor. Türkiye’de de sürüyor. İran’da ve Arabistan’da başka biçimlerde devam ediyor ama ilerlemeye açık durumda olan Türkiye ve Kuzey Kurdistan’daki mücadeledir. O daha net ve somut olarak özelliğini ortaya koyuyor.

HBDH günümüzde bunun temsilcisi konumundadır. HBDH’yi bu kadar güçlü kılan, geçmişte yapılamayanları yapar hale getiren en ağır saldırı ortamında bedeller ödeyerek mücadele etme cesaret ve fedakarlığına kavuşturan gerçeklik bu yandır. Bu önemlidir, böyle görmeli ve anlamalıyız. Demokratik siyaset zeminindeki gelişmeler de tamamen buna bağlıdır.

Şu ortaya çıkıyor: Mücadelede  tek yönlü olmamalıyız. Birçok mücadele biçimini iç içe yan yana kullanabilmeliyiz. Diğeri dar ve tekdüze kılıyor. Saldırı imkanlarına sahip oldukları için egemen güçlerin daha çok ezici saldırılar yapmasına fırsat veriyor. Onun için de çok yönlü mücadele etmeyi bilmek gerekir.

AKP-MHP faşizmi Hitler faşizmini kat be kat aşan düzeydedir

Tabii temel mücadeleden de kopmamak lazım. Faşizm bir imha saldırganlığı demektir. Sürekli bir imha özelliği taşıyor. Bir savaştır. Dolayısıyla faşizme karşı direnişin özünde demokratik direniş var, devrimci savaş var, bu gerçeklikten hiçbir zaman kopmamak gerekir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi de bu çizgiyi esas alıyor. Devrimci savaş temelinde birçok mücadele biçimini bir arada kullanmayı öngörüyor. Tüm halk kesimlerini böyle bir mücadeleye sevk etmeye çalışıyor. Karakteri böyledir. Hemen hemen her türlü mücadele yöntemini de bu geçen sekiz yıl içerisinde kullandı. Dikkat edilirse AKP-MHP faşizmi karşısında onunla hesaplaşan, mücadele eden, ondan hesap soran ek güç oldu. Başka güçler bununla ilişkili oldukları ölçüde etkili ve var oluyorlar, HBDH’den güç aldıkları ölçüde gelişme sağlıyorlar. Yoksa onun dışında aslında AKP-MHP faşizminin alternatifi olabilen bir güç ortada yoktur. Bunlar somut gerçekliklerdir.

Böyle bir mücadele dokuzuncu yılına girdi. Faşist diktatörlük; ezmek, parçalamak, etkisiz kılmak için her yöntemle saldırıyor, çok yoğun bir saldırı var. Birçok şeyi de gizlidir açığa çıkaramıyoruz, topluma yeterince taşıramıyoruz ama bugün AKP-MHP faşizminin uyguladığı Hitler faşizminin, Saddam diktatörlüğünün uyguladığı baskıyı, katliamı kat be kat aşan bir düzeydedir. Bu, basit görülmemelidir. Bu baskı ve saldırı sadece kaba şiddet araçlarıyla da değil özel savaş yöntemleriyle ve derinlikli bir biçimde uygulanıyor. Ekonomik baskı, psikolojik baskı, ideolojik baskı, kültürel baskı ve saldırı bu temelde özel savaşın bütün boyutları, devletin tüm imkanları seferber edilerek ABD ve NATO’dan her türlü destek alınarak uygulamaya konuluyor. HBDH olarak böyle bir saldırganlığa karşı direniyoruz. HBDH öncülüğündeki direniş, halklarımızın direnişi böyle topyekun bir saldırı karşısındaki direniştir. Dolayısıyla HBDH’nin de topyekun olması lazım, her türlü yöntemi kullanması gereklidir. Çok daha fazla gelişme sağlaması lazım. Aslında gelişme sağlamanın zemini de var, potansiyeli güçlüdür, daha yaratıcı yol yöntem geliştirmek, kazanımcı tarz ve üslubu ortaya çıkartmak temelinde potansiyeli daha ileri düzeyde eyleme dönüştürmek mümkündür.

HBDH ile bir mücadele yoldaşlığı şekillendi

Tüm bunların bilincindeyiz. Belli bir özeleştirel yaklaşım var. Bu eksiklikleri aşıp potansiyeli daha ileri düzeyde örgüt ve eyleme dönüştürmek için önemli bir çabamız var. Sürekli bunun arayışı ve tartışması içerisindeyiz. Düşman bizi bunlardan mahrum kılmak için saldırılarını artırıyor, biz de kendi yaratıcılığımızı geliştirerek düşman saldırılarını kırıp mücadeleyi daha zengin ve kapsamlı hale getirmeye çalışıyoruz. 2024 yılında da, HBDH’nin dokuzuncu mücadele yılında da bunu gerçekleştirmek için bütün hareketler olarak, mücadele güçleri olarak gereken neyse yapacağız. Böyle bir anlayış var. Herkes sahipleniyor. Kendi cephesinden tüm yoldaşlar üzerlerine düşeni hayata geçirmeye çalışıyorlar, güçlerini aktifleştirme çabası içerisindeler. Böyle bir anlayış oluştu. Ortak tutum gelişti. Mücadele yoldaşlığı şekillendi. Bir mücadele ve savaş cephesi açmış bulunuyor. Herkes dürüstçe ve samimi bir şekilde gücünü azami bir şekilde geliştirerek bu mücadeleye katkı sunma çabası içerisindedir. Böyle bir anlayış ve tutum ortaya çıktı, bu yeni bir tutumdur, iyi bir tutumdur. Eksiklikler aşıldıkça bizi zafere taşıyacak temel bir tutumdur. Bunları 2024 yılında bu dokuzuncu yılda daha çok geliştirerek HBDH mücadelesini büyüteceğiz. Bunu herkes bilmelidir.

Özellikle Türkiye gençliği bu gerçeği görüp, bu mücadeleye her alanda katılmalıdır. Faşist saldırganlığa karşı hesap sorma mücadelesi olan gerilla mücadelesine katılım göstermelidir. Her alandaki direnişin öncüsü olarak yer almalıdır. Bu mücadele bir yerde gençliğin mücadelesidir, temel güçlerinden bir tanesi gençliktir.

Kadınların önemli bir mücadelesi ve ittifakları da var. Kadınların Birleşik Devrim Hareketi hem HBDH’nin kadın özgürlükçü ideolojik temelini oluşturuyor hem de büyük bir mücadele gücü oluyor. Kadın öncülüğü hem çizgisel olarak hem de pratik olarak gerçekten de söz olmaktan çıkmış tümüyle pratikte yaşanan bir gerçeklik konumundadır. Bunun da geliştirilmesi gerekir.

İşçi ve emekçi kesimler, işsizler, yoksullar, bu tür kesimlere ulaşmak, onları eğitip örgütleyerek böyle bir mücadele içerisine, devrimci savaş içerisine, anti faşist direniş içerisine çekmek gerekiyor. Bunda uzaklık var. Birçok kesim böyle milliyetçi, dinci akımların etkisi altındadırlar. Onu kırabilmemiz gerekiyor. Bu da çalışma ve doğru mücadele ile olur. Bunları hep değerlendiriyoruz, pratikleşmenin önündeki sorunları çözerek bu çerçevede daha güçlü aktif pratikleşmeye çalışıyoruz. Dokuzuncu yıl HBDH açısından daha büyük bir mücadele yılı olacak. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü temelinde yürüttüğümüz hamle HBDH’nin de bir hamlesidir. Bu hamleyle birlikte kalıcı başarılar ve zaferler yaratma mücadelesini bu dokuzuncu yılda çok daha yaygın ve etkili bir biçimde sürdürme ve sonuç alma kararlılığındayız.

– Şehit Helmet Dêraluk, Şehit Doğa Viyan devrimci gerilla operasyonlarının etkisi büyük oldu. Düşmanın “PKK’yi bitirdik, belini kırdık, kökünü kazıdık, kaçacak yer arıyorlar” söylemleri üzerine kurduğu kara propagandaya dayalı psikolojik savaşını yürüttüğü bir dönemde bu devrimci gerilla operasyonları ne anlama geliyor? Bu eylemlerin siyasal-askeri kazanım ve sonuçları nelerdir? Bu devrimci gerilla operasyonları dost ve düşman üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?

Duran Kalkan: Her şeyden önce Medya Savunma Alanları’nda Zap merkezli olarak savaşan, direnen gerillayı selamlıyor devrimci operasyonları kutluyorum. Şehitlerini saygıyla anıyorum. Bu kadar yalan ve dolan ortamında bu operasyonlar bir gerçeği ve hakikati temsil ediyor, aydınlatıcılığı var. AKP-MHP faşizmi ne kadar çok yalan söylüyor, toplumu ne kadar çok kandırmaya çalışıyor, tüm bunları ortaya çıkardı, maskelerini düşürdü. Yalan söylediklerini, Türkiye toplumunu ve dünyayı kandırdıklarını açığa çıkardı. ‘Gerillayı ezdik ve bitirdik’ söyleminin gerçekle bir ilişkisi olmadığını ortaya koydu. Süreç açısından aydınlatıcı oldu. Herkes gerçek durumu bu eylemlere ve sonuçlarına bakarak daha doğru gördü ve anladı. AKP-MHP faşizminin özel savaş medyasının gerçekleri gizleyici bir propaganda yürüttüğünü ortaya koydu. Bu önemlidir. Bir defa bu gerçeğin çok iyi bilinip bilince çıkarılması çok önemlidir.

Diğer yandan gerillanın savaşı geliştirmesi anlamında birkaç şey söylemek gerekirse şunlar belirtilebilir: Bazıları ‘böyle mücadelelerin zamanı geçti, zemini ortadan kalktı, gerillanın çağı bitti…!’ diyorlar. Aslında bütün bunların da gerçek dışı ve hayali sözler olduğunu, bir küçük burjuva kandırmacası olduğunu ortaya çıkardı. Elbette aynı yöntemlerle eskisi gibi gerillacılık yapılmayabilir, yol ve yöntemi değişebilir ama faşizm varsa, sömürgecilik varsa, soykırımcılık varsa, faşist iktidar ve devlet sistemi varsa ve bu her gün baskı, zor, savaşla, terörle hükmünü icra ediyorsa, bunların zamanıysa o zaman niye bunlara karşı gerilla olmasın, devrimci savaş olmasın, silahlı direniş olmasın ki.

‘Gerillanın vakti geçti!’ diyenler şunu ifade etmiş oluyorlar. ‘Artık bu baskı ve zulüm düzeni yıkılmaz. Devlet ve iktidar sistemi değiştirilemez, onlar istedikleri kadar baskı zulüm uygularlar, saldırırlar ama bunlara karşı hesap sorucu bir mücadele olmaz!’ demek isteniyor. Bu, teslimiyetçi bir tutumdur. İddiayı, iradeyi kaybetmiş, dahası yenilmiş bir yaklaşımdır. Gerçekle bir alakası yoktur. Bunların gerçek olmadığını aslında küçük burjuva anlayışının, kaypaklığının, korkaklığının bir ürünü olduğunu ortaya koyuyor.

Bu noktada şunu söyleyebiliriz: Daha etkili silahlı mücadele geliştirmenin, silahlı direnişi örgütlemenin koşulları imkanları çok fazla var. Zamanında yeterli düzeyde biz de bu durumları göremedik. Gerekli değişimi dönüşümü yaşayamadık, imkanları fırsatları yeni direniş yol yöntemlerini geliştirmede, örgütleyip eyleme dönüştürmede kullanamadık. Ondan dolayı var olan hala dar ve etkisizdir.

Eksiklikler yaşanmıştır, yetersiz olunmuştur, Bunlar bizim için özeleştiri konusudur

Geçen süreci gözden geçirirsek 2015-2016 kışında kentlerde bir direniş oldu, ardından çeşitli eylemlerle şehirlerde düşmana darbe vuran gelişmeler oldu. Şimdi ise TİM ve tünel koordineli savaşıyla Medya Savunma Alanları’nı işgal etmek isteyen güçlere karşı Zap merkezli olarak gelişen bir eylemlilik oldu. Bunun anlamı ve önemi ortadadır. Ancak bunun kat kat  daha fazlası olabilirdi. Bunun imkanı ve potansiyeli vardı. Dağda da olabilirdi, ovada da olabilirdi, şehirde de olabilirdi. Kurdistan’da da olabilirdi, Türkiye’de de olabilirdi. Kurdistan’ın diğer parçalarında da olabilirdi. Bunu böyle görmek lazım. Mevcut gelişmelere göre, siyasi-askeri teknolojik gelişmelere göre faşist sömürgeci-soykırımcı saldırganlığa karşı devrimci direnişi geliştirme yöntemleri önceden görülebilse, imkan, fırsatlar buna göre değerlendirilebilse, zamanında gerekli hazırlıklar yapılabilmiş olsaydı, şimdi AKP-MHP faşizmine karşı mevcut direnişi kat kat aşan bir silahlı direniş düzeyi kesinlikle ortaya çıkartılabilirdi.  Bu bakımdan eksiklikler yaşanmıştır, yetersiz olunmuştur, hatalı konumlarda kalınmıştır. Bunlar bizim için özeleştiri konusudur. Öyle söylemek kolay bir şey değildir ama zorunlu bir durumdur, çünkü gerçektir, gerçeği ortaya koymamız ve dolayısıyla kendi hata ve eksikliklerimizi aşmamız gerekiyor.

İnsanların da bu durumu bilmesi lazım. Bir çoğu savaş konusunda yanlış bilgilere sahip. Bu bakımdan yanlışları düzeltmemiz gerekiyor. Birçok imkanı fırsatı değerlendirememe sonucunda bu düzeye gelindi. Dikkat edilirse bazı alanlardaki savaş bile eğer koşullara uygun hazırlanıyorsa bir orduyu yenmeye bedeldir. Zap direnişi bize bunu gösteriyor. Böyle bir hazırlık ovada, şehirde, Kurdistan ve Türkiye’nin her yerinde olsaydı, her alan bir Tepe Cûdî, Tepe Amediye konumuna getirilseydi ya da Tepe Cûdî, Tepe Amediye gibi gerilla hazırlıkları onlarca, yüzlerce yerde oraların koşullarına uygun yöntemlerle yapılmış olsaydı, şimdi AKP-MHP faşizmi on kere yenilgiye uğratılmış olurdu. Büyük zaferler mutlaka kazanılırdı. Bir de bu boyutu var. Bunu  da görmek gerekiyor.

Savaş savaştır ‘hepsi birbirine benziyor’ denilemez

Savaş konusunda yanılgılar da var. Savaşın bir tanımı var ama her yerde her zaman anlamı ve içeriği aynı olan bir savaş tanımı ve gerçekliği de yoktur. Çok farklı savaşlar var. Amaçlarına göre, yöntemlerine göre, hedeflediği güçlere göre savaşlar değişiyor, farklı farklı tanımlanıyor. Bu bakımdan Kurdistan’daki savaşı başka savaşlarla karıştırmamak lazım. Kurdistan’daki gerilla savaşını da başka gerilla savaşlarıyla karıştırmamak lazım, aynılaştırmamak gerekiyor. ‘Ukrayna’da da savaş var, Kurdistan’da da savaş var, Gazze’de de savaş var, savaş savaştır hepsi birbirine benziyor’ denilemez. Ukrayna’da ABD ve Rusya savaştı. ABD ve İngiltere bir oldular bununla Avrupa ve NATO’yu da arkalarına almaya çalıştılar. Rusya da Çin ve diğer bazı güçlerden destek almaya çalıştı. Ukrayna üzerinde savaş yürüttüler. Tamamen küresel sermaye güçlerinin kendi iç çıkar çatışmalarıydı. Gazze’de enerji yolu oluşturmak üzere farklı çıkar grupları çatışıyorlar. Türkiye vb güçler kendilerini yol sahibi yapmak istiyorlar. İsrail-ABD gibi güçler de kendilerine Gazze’den enerji yolu geçirmeyi kararlaştırmışlar ve onun savaşını veriyorlar. Evet, Ukrayna halkı katledildi, Gazze halkı katlediliyor ve bu halkların katliamı ve kanı üzerinden bu çıkarlar sağlanıyor. Ama savaşan güçler kimdir? Hangi amaçlar temelinde savaşıyorlar? Hangi yöntemle savaşıyorlar? Tüm bunları bilmek gerekiyor. Kurdistan’daki savaş, Medya Savunma Alanları’ndaki savaş böyle bir savaş değildir. İki çıkar grubu arasında çıkar çatışması, çıkar savaşı değildir. Kurdistan’daki savaş bunlar gibi değildir, bunlarla karşılaştırılamaz, aynılaştırılamaz, kıyaslanamaz. Kurdistan’daki savaş, Zap’ta, Medya Savunma Alanları’ndaki savaşın tarafları çok nettir. Birisi işgalci, soykırımcı, sömürgeci TC Devleti’dir. Tüm buraları işgal etmek istiyor. Misak-ı Millinin sınırlarına ulaşmak istiyor. Zaten Kurdistan’da bir işgalci sömürgeci-soykırımcı güçtür, bu gerçekliğini Güney Kurdistan’a ve Rojava’ya da taşırmak istiyor. Eski Osmanlı Kurdistan’ının hepsini işgal etmek istiyor. Bu temelde de arkasına Kürt soykırımını ortaya çıkartan ve yürüten soykırımcı zihniyet ve siyaset güçlerini alıyor, BM’ye kadar NATO’ya kadar uzanan uluslararası örgüt güçlerinin desteğini arkasına alıyor ve böyle bir işgal saldırısı yürütüyor.

Ona karşı PKK ve onun gerillası ise böyle bir işgale, soykırıma, sömürgeci saldırıya karşı varlık ve özgürlük mücadelesi yürütüyor. Kurdistan’ı ve Kürt halkını savunuyor, onların şahsında özgürlüğü ve demokrasiyi savunuyor, insanlığı savunuyor, başka herhangi bir çıkarı yoktur, şu veya bu çıkar grubunu temsil etmiyor. Kürt halkı savaşıyor, Kürt gençleri, kadınları, kızları savaşıyor. Tamamen kendi varlıklarını, özgürlüklerini korumak için, ülkelerini korumak için katliamı, soykırımı durdurmak için savaşıyorlar. Birilerinin kazançlarına el koymak, bir sömürü yapmak, talan yapmak, bir yerden çıkar elde etmek için değil, var olabilmek için direniyorlar. O bakımdan bunlar da aynılaştırılmamalıdır. Çünkü Ukrayna’da, Gazze ve Kurdistan’da savaşlar oluyor denilirse o Kurdistan’daki savaşın temel özelliğini, anlamını ortadan kaldırmış olur. Öyle denilmemelidir, hiç kimse böyle konuşmamalıdır. Dikkatsiz bir biçimde böyle ifadeler kullanılıyor. Bunlar yanlıştır. Birisi işgalci savaş, birisi ise emperyalist savaş, birisi çıkar savaşı; birisi özgürlük savaşıdır. Hiç özgürlük savaşıyla diğerleri bir tutulabilir mi, savaştır diye aynılaştırılabilir mi! Evet genel bir savaş tanımı var ama tek düzey bir savaş ortada yoktur.

2023 Kasım’ından bu yana gelişen devrimci operasyonlar TC’yi yenilgiye götürüyor

Diğer yandan 2023-’24 kışındaki Zap merkezli devrimci operasyonların farklı anlamları da var. Bir defa 10 Ekim’de ilan edilen Küresel Özgürlük Hamlesi’nin gerilla cephesinden sürdürülmesidir. Onun öncülüğünü yapıyor, önünü açıyor ve hamlenin moral gücü, zafer gücüdür. Hamlenin bu kadar etkili yaygın gelişmesinde zafer umutlarını, canlı ve diri hale getirmesinde böyle bir gerilla öncülüğünün, eylemlerinin belirleyici yanı var. Diğer yandan Kurdistan’da ilk defa kullanılan yöntemler var. Koordineli TİM ve tünel savaşı ilk defa yürütülüyor. Genelde  her kes NATO desteğiyle Türk ordusu saldırdığında dağ taş da olsa, gerilla da olsa hiç kimsenin önünde duramayacağını düşünüyordu. Türk ordusu, AKP-MHP yönetimi de böyle hesaplıyordu. Saldırırsa bir anda işgal eder birkaç ayda Medya Savunma Alanları’nı ele geçirir, gerillayı ezer, PKK’yi tasfiye eder böylesi beklentileri vardı. Gerçeklerin öyle olmadığı ortaya çıktı. Değil birkaç ay üç yıl geçti, beş yıl geçti bu savaş genel planda 26 Ağustos 2016’dan itibaren sürüyor. Böyle bir işgalci saldırıya Türk devleti o zaman başladı. Cerablus ile Zap’a eş zamanlı saldırdı. Türk ordusu Irak sınırıyla Suriye sınırını eş zamanlı geçti. Daha özgün olarak 2020’de Heftanîn’e saldırdılar. 2018’de Xakûrkê’ye saldırdılar. 2021’den bu yana da Garê ve Zap-Avaşîn-Metîna’ya saldırıyorlar. Üç yıldır kesintisiz bir saldırı yürütüyorlar ama çakılıp kaldılar, batağa saplantılar. Bu kadar sınırlı bir alanda belli bir dağlık kesimde sınırlı bir gerilla gücü, koordineli TİM-tünel savaşıyla NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk ordusunu kilitledi, durdurdu, çıkmaza soktu, başarısız kıldı, planlarını bozdu. 2023 Kasım’ından bu yana gelişen devrimci operasyonlar da yenilgiye götürüyor, çökertiyor, Türk Generallerini, AKP-MHP faşist yönetimini şaşkına çevirdi. Kamuoyu da şaşkındır. Böyle bir gerilla direnişinin olacağı hesaba katılmıyordu. Ne Amerika ne Rusya ne İran ne Irak hesaba katıyordu. Aslında KDP, TC’ye tümden angaje olmuştu. Onlar bırakalım direnmek ya da devrimci eylemler geliştirmek kurşun bile sıkamazlar hesabı yapıyorlardı. Sonuç ne olacak diye YNK tedirgindi, kaygı duyuyordu. Şimdi Kasım-Aralık-Ocak-Şubat ortasında gelişen devrimci operasyonlar, Tepe Cûdî’de, Tepe Amediye’de gelişen operasyonlar Şehîd Helmet Dêraluk ve ardından Şehîd Doğa Viyan devrimci gerilla operasyonlarıbütün bu yanılgılı, yanlış yaklaşımları düzeltti, herkesi aydınlattı, herkese gerçeği gösterdi, gerillanın gücünü gösterdi. Tıpkı İmralı direnişi gibi insan isterse hazırlanırsa, inanırsa, yoğunlaşırsa her türlü çareyi bulabilir, en büyük direnci ortaya çıkartabilir, en büyük kuvvet insanın kuvvetidir. Önder Apo ‘en büyük teknik insandır’ dedi. Yenilmeyen teknik insan gerçeğidir. Son gerilla operasyonları bunları kanıtladı. En zor ortamlarda, öyle alışılmamış ortamlarda, bilinmeyen yöntemlerle de savaş yürütülebileceğini ve gerillanın gelişebileceğini, mücadele edebileceğini, düşmana darbe vurup önemli gelişmeler ortaya çıkartabileceğini gösterdi. Bunlar önemlidir. Şimdi AKP-MHP faşizmi gerçekten de çöküş aşamasındadır. Bu darbeler karşısında şaşkına döndü, bütün hesapları ve umutları kırıldı. Kelimenin gerçek anlamıyla ezildiler. Artık duramaz haldeler, çare arıyorlar. Mevcut durumu böyle değerlendirmek lazım.

Dikkat edilirse Tayyip Erdoğan yönetimi bir Bağdat’a gidiyor, bir Hewler’e gidiyor, bir Amerika’ya gidiyor, bir İngiltere’ye gidiyor. Bir Barzani’ye sarılıyor, bir ABD Dışişler Bakanı’na sarılıyor. ABD ile uzlaştık diye Türkiye toplumunu aldatmaya çalışıyor. Bütün bunlar yaşadıkları yenilginin, hezimetin sonucudur. Gerillanın vuruşları karşısında çare, çözüm arıyorlar. İsveç’in NATO’ya üyeliğini kullandılar. ABD ve NATO onun karşılığında biraz onay verdi, silah da verdiler. Ama onlara dayanarak sonuç alamayacağını düşünüyor, bu temelde Türk ordusunun ve devletinin kendine güveni kırılmıştır. Çünkü şimdiye kadar o güçle saldırılar yürüttü, bununla karşılaştı. Tekrar aynı saldırıdan sonuç alamayacağını tersine çöküşü yaşayacaklarını kendileri de görüyor ve kabul ediyorlar. O halde onu aşacak bir güç birikimine ihtiyaçları var. Onun arayışındalar. İran’ı, Irak’ı bu işe katamaz mıyız, YNK’yi bu işe katamaz mıyız diye çaba harcıyorlar. Biraz daha güç ve imkan derleyip bu çöküşten kurtulmak için yalvar yakar, öpmedikleri el ve ayak bırakmadılar. Başka çareleri yoktur. Eğer yeni saldırılar yapamazlarsa mevcut durumu koruyamazlar. İşgalci güç ezilecek, kaçmak zorunda kalacaklar. O noktadadır. Zap’tan

kaçarsa Amed’de de, Wan’da da, Serhat’ta da kalamayacağını düşünüyor. Kurdistan’daki TC işgali tümden kırılacak. Onun korkusu içerisindeler. Ne olursa olsun Zap’taki bu saldırıyı sürdürmek istiyorlar. Kendileri için tek çare onu görüyorlar. Böyle bir yaklaşım ve arayış içerisindeler. Mevcut diplomatik hareketliliği böyle tanımlamak lazım.

 Gerilla mücadelesi siyasetin seyrini değiştirdi

Buna dayalı olarak bir saldırı daha yapmaya çalışacaklar. YNK’yi, Irak’ı, İran’ı da işin içine katarak Zaxo’dan, Şengal’den, Silêmanî’ye kadar bir hat oluşturmak ve dağlık alana saldırmak istiyorlar. Böyle olursa sonuç alırız diyorlar. Fakat bu biçimde belli bir saldırı yürütmeleri de siyasi ve askeri bakımdan zordur. Öyle çok kolay değildir. Irak’ı susuz bırakarak teslim almaya çalışıyorlar. YNK üzerinde de o kadar baskı uyguladılar,   o güçlerin de çok fazla sonuç alabileceklerini, herkesi katabileceklerini düşünmemek lazım. Çünkü herkes kendi çıkarını gözetiyor. Zap’ın birkaç tepesine çakılıp kalmış, her gün gerilladan darbe üzerine darbe yiyen bir orduya ve devlete diğerleri niye destek versin. Bu ordu yeniliyor. Dolayısıyla onunla ittifak yapınca kimsenin kazanacağı bir şeyi olmayacak. Gerilla mücadelesi, siyasetin seyrini değiştirdi. Türk ordusu, Türk devleti herkese ‘vuruyorum, işgal ediyorum, alıyorum, benden yana olursanız kazanç sağlarsınız’ diyordu. Bunların yalan olduğu ortaya çıktı. Ortada işgal edemeyen, işgalini sürdüremeyen bir ordu var. Bu ordu Kurdistan’dan sürülecek. Bu ordunun yanında olanlar ise bir şey kazanamazlar, tam tersine kaybederler. O bakımdan istedikleri şeyi sağlayamıyorlar. Mevcut haliyle bir çıkmaz içerisindedirler. Biz bunları görüyor ve değerlendiriyoruz.

Şunu ifade etmemiz yerinde olacaktır: Kürt toplumu, kadınlar ve gençler, dört parça Kurdistan’da ve yurtdışında, yine devrimci sosyalist ilerici insanlık Zap gerillasını, Zap’taki gerilla savaşının özelliklerini, yöntemlerini, sonuçlarını iyi görmeli ve anlamalıdır. ‘Devrimci operasyonlar’ deniliyor da bunlar böyle sadece birkaç eylem olarak görülemez. Bunlar büyük zaferlerdir. Her biri büyük bir meydan savaşı kazanmayı ifade ediyor. Hiçbir ordu ve güç böyle devrimci eylemler karşısında direnemez. AKP-MHP faşizmi TC’nin ve müttefiklerinin bütün kaderini oraya bağlamış, bütün imkanlarını buraya seferber ediyor ve ayakta kalmaya çalışıyor. Yoksa basit değerlendirmelerle ‘eylem olmuş, asker vurulmuş, tünelde savaş olmuş’ diyerek geçmemek lazım. Bu ağır kış ve kar ortamında bir avuç gerilla bir orduyu ezip geçiyor, süpürüyor. Bu ne anlama geliyor, nasıl oluyor, bu güç nereden ortaya çıkıyor ve nasıl bir güçtür, bunu yapan gerilla ne demektir, gerilla bu gücü nereden alıyor? Bunun ideolojisi nedir, ruh hali ne, zihniyeti ne, örgütü ne, tarzı ne? Tüm bunlara bakmak lazım ve doğru anlamak gerekir. Böyle bir gerilla tarzının fedai militan duruşunun ortaya çıkartıldığı yerde zafer kazanılmış demektir.

Devrimci savaşı gerilla ve serhildan boyutunda en ileri düzeye çıkartmalıyız

Faşizm, sömürgecilik, soykırımcılık yenilgi üzerine yenilgi alıyor, darbe üzerine darbe yiyor, onun geleceği artık yoktur. O bakımdan Kürt gençleri nerede olurlarsa olsunlar bu savaşa omuz vermelidirler, katılım göstermelidirler. ‘Bu zaferde benim de yerim olmalı, katkım olmalı’ diyebilmelidirler. Doğru yurtseverlik, doğru devrimcilik bunu gerektiriyor. Kadınlar, dört parça Kurdistan’daki ve yurtdışındaki Kürt toplumu bu mücadeleye daha fazla omuz vermeli, destek vermelidirler. Daha çok eylemci olmalı, serhildana kalkmalıdırlar. Seçimler oluyor, seçimlerde daha aktif tutum koymalı ama sorun seçimlerle çözümlenecek bir sorun değildir. O mücadelenin bir boyutu olabilir, onu da daha çok geliştirelim ama bu faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratmak ve yıkmak için çok yönlü aktif ve etkin savaşmamız gerekiyor. Devrimci savaşı gerilla ve serhildan boyutunda en ileri düzeye çıkartmalıyız. Öz savunma savaşını geliştirmeliyiz. Herkes olduğu her yerde kendisini bir özgürlük savaşçısı olarak görmeli, bütün Kürt gençleri, Kürt kadınları, Kürt insanı nerede olursa olsun ‘benim de bu savaşta bir yerim olmalı’ demelidir, kendisini bir özgürlük savaşçısı olarak tanımlamalı, eğitmeli ve bir düşman hedefine vurmak için çalışmalıdır. Gerillanın Zap’ta kazandıkları hepimize bu görev ve sorumluluğu yüklüyor, hepimizi böyle bir şeye sevk ediyor. Bunu yapabileceğimizi gösteriyor. Hiçbirimiz, hiç kimse ‘biz yapamayız, bizden ne isteniyor, böyle olmaz’ dememelidir. Hayır, Zap gerillası ve direnişleri bunun olabileceğini kanıtladı. O halde herkes yapabilir, yeter ki istesin, inansın, kendini eğitip hazırlasın ve böyle bir amaca sevk etsin. Başarılı olmaması için hiçbir nedeni yoktur.

– TC Dışişleri, Savunma Bakan’ları ve Genelkurmay Başkanı’nın Irak ve Başûrê Kurdistan’a yönelik ziyaretleri ve bu ziyaretlerin içeriğine yönelik kamuoyuna yansıyanlar oldu. En son görüştükleri “Iraklı yetkililer” denilerek KDP ihanetini gizlemeye yönelik bir çabaları da oldu. TC’nin Bağdat yönetimine ve YNK’ye yönelik yaklaşımları öne çıktı. Öne çıkan bu yaklaşım içerisinde bu güçlerden PKK’ye karşı yürütülen özel-kirli savaşa dayalı Kürt soykırımına ortak olmaları istendi. Buradan hareketle TC’nin tehditler de içeren bu isteklerinin Bağdat rejimi ve YNK üzerinde etkileri neler olabilir?

Duran Kalkan: Birkaç cepheden değerlendirmek gereklidir. TC Devleti’nin, AKP-MHP hükümetinin, Türk ordu yönetiminin içine düştüğü durumu gösteriyor. El-etek öpüyorlar, yalvar yakar halindeler. Eskiden şantaj yapıyorlardı, tehdit ediyorlardı, artık öyle bir durumu da kalmamıştır. Gördüklerine sarılıp ağlıyorlar, perişan hale gelmişler. Bu da Zap gerillasının vuruşlarının ortaya çıkarttığı sonuçtur. Herkes bunu görmelidir.

Mevcut TC yönetimi aslında çökmüş, ortada cenazeyi kaldırabilecek  kimse yok. Enkaza dönüşmüş. Eski havası ve gücü kalmamıştır. Sadece herkese ‘terördür, herkes için tehdittir’ diyorlar. İran’a gidiyor ‘Kürtler sizin için de tehdit’, Irak’a gidiyor ‘Kürtler sizin için de tehdit’, Amerika’ya gidiyor ‘terör sizin için de tehdit’, KDP’ye gidiyor ‘PKK size şöyle karşıdır’, YNK’ye ‘size şöyle olur’ deyip duruyor. Hep kendi gücü ve başarılarıyla değil de Kürtleri herkese tehdit olarak gösterip onlardan destek almaya çalışıyor. Bu çevreler ahmak değiler, Kürtleri de PKK’yi de, TC devletinden, ordusundan, generallerinden öğrenecek durumda değiller. Ne YNK’nin, ne KDP’nin, ne Irak ve İran yönetiminin ve ne de ABD yönetiminin buna ihtiyacı yoktur, herkes en azından TC kadar Kürtleri ve PKK’yi tanıyor. Çünkü PKK elli yıldır mücadele ediyor, Önder Apo’yu, PKK’yi ve onun gerillasını tanımayan hiç kimse bu dünyada kalmadı. Dolayısıyla TC Devleti’nin yöneticilerinin sözlerinden öğrenecekleri bir şey yoktur. Fakat bu tutumları herkesi güldürüyor. Dahası herkes memnundur, çünkü TC Devleti onların ayaklarına kapanıyor. Her türlü vaatte bulunuyor, imkan veriyor, fırsat veriyor, yeter ki PKK’ye karşı biraz destek versin ya da PKK’ye destek verilmesin diye bunu yapıyor. Bunun için mevcut yönetimden her türlü çıkarı sağlıyorlar, inek gibi sağıyorlar. Bu yönetimin Kürt düşmanı politikaları nedeniyle Türkiye’nin imkanlarını ABD sağıyor, Avrupa sağıyor, Rusya sağıyor, İran ve Irak sağıyor, herkes bir şey alıyor. Ayakta ve iktidarda kalmak için Türkiye’nin neyi var neyi yok sattılar. Toprağını sattılar, denizini sattılar, boğazını sattılar, kıyılarını sattılar, yeraltı zenginliklerini sattılar, yerüstü zenginliklerini sattılar. Karadeniz’i sattılar, İstanbul’u sattılar, Çukurova’yı sattılar, Urfa’yı-Harran Ovasını sattılar. Satmadıkları hiçbir şey kalmadı.

Tehditlerin etki gücünü Zap gerillasının savaş gücü kırdı

Diğer yandan KDP de bu darbeler sonucunda şüphe içerisine düştü. TC, KDP’yi kendi yanına neye dayanarak çekti. ‘Ben PKK’yi yok edeceğim, PKK’nin elindeki imkanların hepsini size vereceğim’ dedi. Bazı ABD gibi güçler de herhalde KDP’ye ‘olabilir’ dediler ve bunun doğruluğu yönünde yeşil ışık yaktılar. KDP de buna dayanarak dizginsizce destek verdi. Şimdi gördü ki gerçek öyle değildir. Yanı başında güya işgale gelmiş bir güç bir avuç gerillanın saldırısı karşısında kış ortasında kendisini koruyamıyor. Peki bu güç KDP’yi nasıl koruyacak, KDP tereddüt içerisine düştü. İnsan bunu fark edebiliyor.

KDP, TC’ye ‘YNK de işin içerisine girmezse daha fazla sana destek veremem, savaşa giremem’ diyormuş. Giremez, çünkü o da kendi çıkarlarını gözetiyor. KDP, bu kadar savaş yapılan, en çok çatışma olan dağın yamacında kendi topraklarını işgal etmiş olan güçle bu kadar açık görüşürse bunun Kürt kamuoyunda, Irak kamuoyunda, insanlık nezdinde doğuracağı sonuçlardan korkuyor. Çünkü herkes tarafından KDP’nin ne duruma geldiği görülecektir. Böylelikle hiç kimse kabul etmeyecek, en ileri düzeyde teşhiri yaşayacak. Zaten o duruma da gelmiştir. Görüşmeler yaptılar ama aşırı derecede teşhir oldular. Güçleri kalmadı, toplumun kendilerine karşı ayaklanabileceğinden korkuyorlar. ‘Bu ne biçim Kürtlük, bu ne biçim yurtseverlik’ diye herkes değerlendiriyor. Öyle olunca gizlemeye çalışıyorlar, demek ki anlaşmışlar, birlikte ayarlamışlar. TC’ye ‘sizinle görüştüğümüzü göstermezseniz görüşürüz’ diyorlarmış. Aslında ‘bizi değil de Irak’ı gösterin’ diyorlar. Böylece araçlarına Irak bayrağını koyuyorlar, Irak üniformalarını gösteriyorlar, çünkü KDP olarak hareket edemiyorlar. Irak olarak hareket edip bu teşhirden kendilerini biraz kurtarmak istiyorlar. KDP de bu mücadele sonucunda zor bir duruma düşmüştür. O noktaya gelmiştir.

YNK Başkanı tutumunu açıkça koydu ve herkes ile görüşmeler yapıyor. Politik olarak daralmış değiller. ‘Biz TC’nin tehditlerinden korkacak değiliz, bu kadar DAİŞ’e karşı savaşmış arkadaşlarımızı şehit edenlerin karşısında geri çekilecek değiliz’ dedi. Bu çok önemliydi ve yurtsever bir tutumu ifade ediyordu. Daha neler görüşülüyor bunların ayrıntılarını bilemiyoruz. Fakat şunu gözlüyoruz: Bir, TC’nin çöküş yaşadığı bir süreçte KDP’nin bile tereddütte düştüğü, mesafe koymaya çalıştığı aşamada YNK neden TC’ye daha fazla destek versin, Irak versin ya da İran versin ki. Bu onlara bir şey de kazandırmaz, çünkü herkes kendi çıkarını gözetiyor. Bu bakımdan Irak ve İran ile neler görüşüyorlar biz tüm ayrıntılarına hakim değiliz, fakat Irak üzerindeki pazarlık kirli bir pazarlıktır. Onu teşhir etmek gerekiyor. Kurdistan toprağının suyunu Kürt gerillasını, özgürlük gücünü ve halkını katletmek için TC Devleti Irak ile pazarlık konusu yapıyor. Suyu keserek ‘su vermemi istiyorsan Kürtlere karşı gel ve birlikte savaşalım, birlikte Kürt soykırımını uygulayım, PKK terör örgütüdür diyeceksin, Kürtlere terörist diyeceksin’ diye Irak’ı zorluyorlar ama Irak’ın Kurdistan bölgesi var. Neçirvan Barzani’yi götürdüler Türk bayrağının önünde sanki tutuklanmış gibi, sözde görüşme yaptılar. Halbuki Irak’ın Kurdistan Bölgesinin Başkanıydı. Resmi Irak görevlisidir ve Irak’ın bayrağı var, kendi özerk yönetimlerinin bayrağı var, Türkiye bunları yok sayıyor. Böyle bir aşağılayıcı ve hakaret edici tutum var. Diğer yandan da suyu kesiyor. Su istiyorsan soykırıma katıl ya da ceremesini kendin çek diyor. Bu çok alçakça bir tutumdur. İnsanlar suyla, ekmekle zorlanmamalıdırlar, pazarlık konusu yapılmamalıdır. Bir toplum böyle katledilmeye çalışılıyor arkasından ‘İsrail Gazze’ye saldırıyor katliamlar yapıyor’ diyor. Ama sen suyu keserek bütün Irak’ın çocuklarını, insanlarını susuz bırakıyorsun, temizlenemez, beslenemez kılıyorsun. Bunları teşhir etmek gerekiyor. Bir yerde gücüyle tehditlerle bunları kabul ettiriyordu ama şimdi o tehditlerin çok etkide bulunabileceğini sanmıyorum. Çünkü o tehditlerin etki gücünü Zap gerillasının savaş gücü kırdı.

‘Zap gerillasının devrimci operasyonları hangi sonuçları ortaya çıkardı?’ diye soruluyor. İşte bu sonuçları ortaya çıkardı. Bu devrimci operasyonlar yokken Türk ordusu ve devleti herkesi tehdit ederek korkutabiliyordu ama şimdi gerillanın bu vuruşları ardından bunları söyleyemiyor. Çünkü sözünün bir etkisi kalmadı. Tehditlerinin bir etkisi kalmadı. Bundan sonra da TC’den de AKP-MHP faşizminin tehditlerinden de kimsenin korkacağını sanmıyorum. Tayyip Erdoğan hele hele Devlet Bahçeli istediği kadar bağırıp çağırsın o ancak mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalanın durumunu yansıtır, onun ötesine geçemez duruma geldi. Çünkü Kürt halkının direnişi, gerillanın direnişi, mücadelemiz onların kolunu, kanadını kırdı. Herkes böyle görüyor ve böyle anlıyor.

Evet, su üzerinden yapılan TC’nin tehditlerini Irak yönetimi teşhir etmeliydi. Bu tehdit bir bütün Irak toplumunu, çocukları, kadınları, sivil toplumu herkesi katliamla tehdit etmek anlamına geliyor. Silahla vursa daha anlamlı olur. Çünkü silahla vurmaktan bir farkı yoktur, kuşatmak gibi bir şeydir. Bunu bir de Kürdün suyuyla yapıyor. İşin ilginç bir yanı da budur. Bundan da herhalde ders çıkartırlar. Daha fazla teşhir etmeleri gerekirdi. Boyun eğmek çok kötü bir durumdur. Mesela Irak yönetimi Neçirvan Barzani’ye ne söyleyecek. Derhal görevden almaları gerekiyordu. Şöyle söylemeleri gerekiyor: ‘Sen nasıl bizim bayrağımız değil de TC bayrağının önünde görüşme yaparsın, onlara teslim mi oldun?’ diye sormaları gerekiyor. Irak Devleti’nin onuru ve şerefi yok mu, resmiyeti yok mudur, o görüntüyle her şey ayaklar altına alınmıştır. Ne anlama geldiği hususu üzerinde kimse durmuyor, geçiştiriliyor ama işin gerçeği çok farklıdır. Bu bakımdan mızrak çuvala sığmıyor ve TC Devleti’nin dengesi alt üst olmuş durumdadır. Tam bir şaşkınlık, perişanlık ve panik içerisindeler. Çöküş korkusu yaşıyorlar ve ne yaptıklarını da bilmiyorlar.

Irak’ın Güney Kurdistan Bölge Başkanı TC bayrağı önünde nasıl böyle durabilir. Bu, TC görevlisi midir! Neçirvan Barzani tutumunu açıklasın, Kürt kamuoyu da bunu sorsun. Kurdistan halkımız ‘sen TC’ye satıldın mı?’ diye sorsun, ‘TC memuru musun, seni TC’mi görevlendiriyor, onun bayrağının önünde ne yapıyorsun, kendi bayrağını ne yaptın?’ diye sorsun. Kurdistan Özerk Yönetimi’nin bayrağı için Mesut Barzani ‘Ben bu bayrak için yaşamımı ortaya koydum’ diyordu. Peki, bu sözleri nerede kaldı, hepsi yok oldu. Belki bazıları çıkar bu durumları teşhir eder diye düşündük ama hiç kimse çok oralı da olmuyor. Ortada yaşanan çelişkili durum görülmüyor.

Sonuç olarak şunlar belirtilebilir: Mevcut gelişmeler ve Zap savaşı önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Düşmanımızın o kadar gücü kalmadı, dağıldı, parçalandı. Dikkat edilirse ağır bir sarsıntı ve dağılma içerisindedir. Bunlardan yararlanarak bu gerçekliği de görerek küresel özgürlük hamlemizi de zafere taşırmanın bir gereği olarak mücadele yöntemlerimizi çok daha fazla zenginleştirmeliyiz, geliştirmeliyiz. Zap gerilla direniş gerçeğini doğru anlayıp onu her alanda temsil edebilecek bir cesareti, fedakarlığı, yurtsever devrimci duruşu gösterebilmeliyiz. Gerçek ve doğru olan budur. Zap direnişi gerçekten de doğru yolu gösteriyor, kurtuluş yolunu, zafer yolunu gösteriyor, herkesi böyle bir zafer yolunda mücadeleye çağırıyor, herkese mücadele çağrısı olduğu gibi savaşma emri de veriyor, başarı ve zafer böyle sağlanabilir diyor. Faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset böyle yıkılabilir diyor ve herkesi de bunu gerçekleştirmek için sorumlu davranmaya, daha çok görev ve sorumluluk üstlenmeye, bulunduğu her yerde kendisini devrimci savaşın bir militanı haline getirmeye çağırıyor.

Gençlik başta olmak üzere tüm toplumumuz ve herkes bu çağrıyı doğru anlayacak ve gereklerini yapacak, biz bu baharı ve önümüzdeki süreci faşist diktatörlüğün parçalana parçalana, ezile ezile yok edildiği, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorunun çözümünü hedefleyen devrimci özgürlük hamlesinin adım adım zaferler kazandığı bir süreç haline getirilebileceğine inanıyoruz. İnancımız ve kararlılığımız budur. Bu boş bir inanç değildir, el birliği edilirse başarılabilir. Herkesi böyle bir başarıyı yakalamaya çağrıyoruz.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

YAŞAM GÜÇLÜ VE YETENEKLİ SAVAŞÇILARIN RUHUYLA GÜZELLEŞİR

Sonraki Yazı

SERXWEBÛN’UN NİSAN AYI SAYISI ÇIKTI!

Sonraki Yazı
SERXWEBÛN’UN NİSAN AYI SAYISI ÇIKTI!

SERXWEBÛN'UN NİSAN AYI SAYISI ÇIKTI!

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!