10 Mayıs 2025 Cumartesi
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 520 / NİSAN 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa DURAN KALKAN

HALKLARA YÖNELTİLEN SOYKIRIMCI SALDIRILARA KÜRESEL ÖZGÜRLÜK HAMLESİYLE KARŞILIK VERELİM

Duran Kalkan

HALKLARA YÖNELTİLEN SOYKIRIMCI SALDIRILARA KÜRESEL ÖZGÜRLÜK HAMLESİYLE KARŞILIK VERELİM

Günümüzde siyasi-askeri sürecin özellikleri ele alındığında küresel çapta öne çıkan İsrail-Hamas arasındaki Gazze Savaşı önemli bir yer tutmaktadır. Bu savaş bugün ikinci ayını dolduruyor. Mevcut savaş durumu hem bölgesel hem yerel hem de küresel özellikler taşıyor. Herkes gün yirmi dört saat bu savaşı tartışıp değerlendiriyor. Dolayısıyla insanlık bu savaşın etkisi altında.

Şu an itibariye savaş dar bir cephede, sınırlı bir alanda sürüyor. Zaten Gazze çok geniş bir yer değil. Her tarafa yayılmış bir savaş ortada yok, ama siyasi ve askeri etkisi çok fazla. Önemli sonuçları da oldu. Bu iki ayda yirmi bine yakın insan can verdi. Bu kurbanların çoğu Filistinli  çocuklar, kadınlar ve yaşlılardan oluşuyor.

Hiçbir savaş sadece insani nedenlerle ele alınamaz

Şu anda bu savaşa dair mevcut tartışmalar çoğunlukla ortaya çıkan sonuç üzerinedir. Hem Kurdistan-Türkiye’de hem de Ortadoğu ve dünya düzeyinde olsun mevcut tartışmalar gerçekten çok sığ, çok tek yanlıdır. Hiçbir savaş sadece insani nedenlerle ele alınamaz. Bu durum sadece yamyamlaşmaktan kaynaklanmıyor. Bunun ekonomik, siyasi, askeri, tarihsel, güncel nedenleri var. Birçok çevre bu savaştan çıkar sağlıyor. Kim çıkar sağlıyor, ortada neyin çıkarı var, bu neden yapılıyor sorularına bakılmaksızın ‘çocuklar, kadınlar öldü, iyi niyet gerekli, hemen ateşkes olsun’ biçiminde söylediğine söyleyenin de inanmadığı bir yaklaşımla savaşı değerlendirme durumu var. Bu savaşın doğru anlaşılması, nedenlerinin sorgulanması lazım. İki ay geçti ve burada kim ne kazandı diye soru sorup buna cevap vermek gerekir.

7 Ekim’deki saldırıyla savaşı Hamas başlattı. Bu savaştan Hamas ne kazandı, Filistin toplumuna, Filistin Kurtuluş Mücadelesi’ne ne kazandırdı? ‘100-150 kişiyi İsrail cezaevlerinden serbest bıraktırtacak’ diyorlar. İyi de sen sadece 2 ayda 15-20 bin kişinin ölümüne yol açtın. Onlar, öbürleri cezaevinden çıksınlar diye mi öldüler? Bu ne biçim hesap, insan şaşırıyor. Hamas rehineler bıraktırıyormuş, büyük bir direniş gerçekleştirmiş, İsrail’i titretmiş, dünyayı etkilemiş’ deniliyor. Aslında bütün bunlar hiçbir anlam ifade etmeyen sözler. Gerçeklikle de bir bağı yok. Gerçek olan nedir? 20 bine yaklaşan insan kaybıdır. Gazze halkı kurban edildi. Soykırıma uğratılıyor. İsrail Gazze’nin Kuzey’ini işgal etti. Güney’ini de işgal etmek için saldırılara başladı ve beklentiler burayı da işgal edeceği yönünde. Çünkü Amerika, İsrail ve Avrupa Birliği’nin söylemleri bu yönde. Diğer taraftan Amerika bütün savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e getirdi. Doğu Akdeniz’in enerji kaynakları, enerji yolları, Gazze’nin enerji kaynağı, İsrail ve ABD’nin eline geçti.

Mevcut duruma sonuçtan bakacaksak da doğru bakmalıyız. Kim kazandı, kim kaybetti? Şunu açıkça söyleyebiliriz ki Gazze halkı kurban edildi, soykırıma uğratıldı. Malını-mülkünü, yurdunu kaybetti ve can verdi. Şimdi de buradaki insanların TC tarafından Kuzey Doğu Suriye’ye, Rojava Kurdistan’ına, Kuzey Kurdistan’a, Kuzey Kıbrıs’a yerleştirileceği söyleniyor.

Kuşkusuz küresel güçler Kıbrıs’a bir kişinin bile gitmesine izin vermez. Herkesten önce de Avrupa Birliği izin vermez. Çünkü Kıbrıs Avrupa Birliği üyesidir. Kıbrıs sahipsiz değil ama mevcut durumda sahipsiz bir alan olarak Kurdistan var! Gazze’deki Filistin halkı soykırıma uğratılıyor ve o soykırımla Kürt soykırımı derinleştirilmek isteniyor. Dikkat edelim, ortada çok büyük bir oyun var. Yani oyun içinde oyun oynanıyor. Gerçekten insan bunları görünce vicdanı kuruyor. Soykırımdan geçmiş Filistin halkıyla Kurdistan’ın değişik yerlerindeki demografyayı değiştirerek Kürt soykırımını derinleştirmek istiyorlar.

Tayyip Erdoğan o kadar gözyaşı döküyordu. Halbuki Tayyip için hiç de gözyaşı dökecek bir durum yokmuş. Zaten Netenyahu’nun “Bu savaş sürecinde Türkiye ile İsrail arasında ticaretimiz iki kat arttı” demesi bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor. Şimdi Kürt soykırımı için yeni mülteciler de elde ediyor. Zaten istediği de buydu. Para ve Kürt soykırımı istiyordu ve ikisini de bulmuş oluyor. Dolayısıyla ‘Gazze halkı kurban edilmiş, Gazze kan gölüne dönmüş, Filistinliler soykırıma uğramış’ Tayyip Erdoğan’ın böyle bir derdi zaten yok.

Biz hareket olarak, özellikle gerilla hareketi olarak Filistin gerillacılığı içinde kendimizi eğittik. Filistin halkının gerilla pratiğini, onun tecrübesini Kurdistan’a taşıdık. 40 yıldır da 40 bin şehit verme temelinde bu tecrübeyi, pratiği geleneği sürdürüyor, pratiğe geçiriyoruz. Kuşkusuz bu pratiğe yeni birçok şey ekledik. Hem askeri hem ideolojik-siyasi olarak yeni, güçlü kazanımlar yaratılmasını sağladık. Kürt halkı ile Filistin halkının bölgedeki durumu en azından 20’inci yüzyıldaki soykırımcı yaklaşımlar karşısında benzerdir. Mücadeleleri de siper ve savaş arkadaşlığı temelinde birlikte olmuş ve yürümüştür. Dolayısıyla Filistin halkının yaşadıklarını en iyi Kürtler ve PKK’liler anlıyor. Ne tür oyunlara, komplolara, provokasyonlara uğradıklarını herkesten en iyi PKK’liler, Kürtler biliyor. Bir de mücadelemiz ortak. Dolayısıyla doğru sahip çıkmamız gerekiyor.

Fakat şu gerçekliği de bir daha ifade etmekte fayda var: Küresel kapitalist modernite sistemi, İsrail Devletiyle Ortadoğu’da yeni bir siyasi, ekonomik, askeri egemenlik geliştirmeye yöneldiğinde ve buna karşı Filistin halkı direndiğinde ortada Hamas yoktu. Hamas sonradan türemedir. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün darbelenmesi, zayıflatılması, çeşitli biçimlerde tasfiye edilmesi temelinde Hamas geliştirildi. Bunu Filistin Kurtuluş Hareketi ve halkına karşı savaş yürütenler geliştirdiler. Tıpkı PKK’yi zayıflatıp yerine Hizbul-kontrayı hazırlamaları gibi. Süleyman Soylu, “On yıl sonra bu devlet projesinin nasıl önemli bir proje olduğunu göreceksiniz” diyerek Hareketimize karşı Hizbul-kontranın nasıl hazırlandığını belirtmişti. O yüzden bu kontra yapıya devletin imkânlarını ardına kadar açtılar. Tüm değişik saldırı yöntemlerini uygulamalarına rağmen PKK’yi tasfiye etmede başarılı olamayanlar son çare olarak PKK’ye karşı KDP ihanetiyle desteklenmiş Hizbul-kontrayı nasıl piyasaya sürdülerse Hamas da Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı böyle sürüldü.

O halde Hamas ile Filistin halkını bir tutamayız. Hamas açıkça tuzağa düşürüldü. Eğer Hamas’ın itiraf edecek hali kalırsa bunu itiraf edebilir. DAİŞ Şam’a giderken Kobanê’ye neden ve nasıl dönüş yaptığını nasıl itiraf ettiyse, bir gün Hamas da itiraf edebilir. Herhalde Hamas’a şöyle söylendi: “İsrail’e saldırman için ortam uygundur, büyük bir başarı kazanacaksın” dendi. Fakat gerçeğin öyle olmadığı ortaya çıktı. Çünkü Hamas adım atınca karşısında kapitalist modernite sistemini buldu. Hizmet ettiği sistemle bu şekilde karşı karşıya gelince şok olma durumu, şaşkınlık yaşadı. Bu tuzağa düşmenin sonucu olarak hemen “ateşkes istiyoruz” diye yalvarmaya başladı.

Sonuç olarak Filistin halkı kurban edildi. Kuşkusuz Hamas’ın kendisi de tuzağa düştü. Peki, kim tuzağa düşürdü? Tayyip Erdoğan en çok öne çıkan isim oluyor. Hem Müslüman Kardeşler Örgütü ile olan ilişkileri çerçevesinde hem de mevcut siyasi-askeri durum itibariyle Hamas ile yürüttüğü ilişkilerden dolayı insan bunu  belirtebilir. Bir de savaş başladıktan sonra Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği tepki suçüstü yakalanması gibi bir durumu ortaya çıkardı. Dolayısıyla onun da tuzağa düşürüldüğü görülüyor. Herhalde ona da “Ortam boştur, Hamas adım atarsa önemli sonuçlar alır, sen de buna göre bir hamle yap” dediler. Zaten Tayyip Erdoğan’ın da böyle bir şeye ihtiyacı vardı. Zordaydı ve enerji yolları kavgasında bir adım atması gerekiyordu.

Olay başlar başlamaz görüldü ki ABD ve İsrail buna önceden hazırmışlar. Derler ya ‘körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz.’ ABD ve İsrail’in isteği böyle bir saldırının yapılmış olmasıydı. Hamas bu saldıyı tıpkı 11 Eylül 2001’de İkiz Kule saldırısı ile Saddam Hüseyin’in 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırısı gibi şok edici düzeyde gerçekleştirdi. “Hamas’ın 7 Ekim saldırısı için İsrail’in 11 Eylül’ü” diyorlar. 11 Eylül 2001 saldırılarını kim başlattı bilemiyoruz, kimse itiraf etmiyor, ama şöyle bir formülden bahsediliyor: Kim sonuçtan yararlanmışsa o başlatmış olabilir. 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırısı olmasaydı ABD Afganistan ve Irak’ı işgal edemezdi. Bütün dünya karşı çıkardı. Fakat 11 Eylül olayları ardından bütün dünya neredeyse Irak’ı ve Afganistan’ı işgal ederken Amerika’nın yanında durdu. Amerika, Bağdat’a ordularıyla yürürken fazla karşı çıkan olmadı. Artık bunun hangi güç tarafından yapıldığını bilemeyiz ama sonuçta durumdan Amerika yararlandı. Şimdi de 7 Ekim saldırısından İsrail-Amerika yararlanıyor ve daha da yararlanacak gibi de gözüküyor.

Aslında böyle bir gerekçe arıyorlardı. Dolayısıyla Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ABD ve israil’e altın tepside sunulmuş oldu. Artık kimler tarafından tuzağa düşürülmüş olursa olunsun sonuç itibariyle ABD ve İsrail’e yaradı. Bu savaşı isteyenler onlardı ve istediklerini aldılar. Öyle olmasaydı Amerika bir hafta içerisinde o kadar savaş gemisini Doğu Akdeniz’e mevzilendiremezdi. Önceden hazırlık yaptığı anlaşılıyor. Gerekçe arıyorlardı, onu da Hamas’ın saldırısıyla buldular.

Gazze çok daha geniş bir savaşın başlangıç alanı oldu

Bazıları savaşın uzun süreceğini belirtiyor. Fakat Gazze üzerinde savaş çok uzun sürmez. Yine ‘Hamas’ın hazırlığı çoktur, direnir’ deniliyor, ki bu da çok gerçekçi değil. Evet, kendine göre hazırlık yaptı ama mevcut alan o kadar uzun süre bu savaşı kaldıramaz.

Kuşkusuz sorun sadece Gazze sorunu değil. Orası savaşın başlangıç alanı oldu fakat savaşın diğer alanlara yayılma ihtimali var. Lübnan şimdiden yarı yarıya savaşa girmiş gibi. Yine Suriye ve Irak’ın durumu da öyle. Karşılıklı vuruşmalar oluyor. Dolayısıyla mevcut savaş giderek Kuzey’e doğru yayılabilir.

Gazze ve Lübnan konusunda bir netlik ortaya çıktıktan sonra işin içine Türkiye daha fazla girecektir. Zaten şimdiden Tayyip Erdoğan yönetimi işin içindedir. Gazze provokasyonunda kullanıldı. Fakat sonuçları Doğu Akdeniz ve Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye daha fazla yansıması olacak. Şöyle bir durum gözüküyor: Askeri olarak Hamas’ın kazanma şansı yok. Fakat yapabilirse İsrail’e de kaybettirmek istiyecektir, ki o da çok ihtimal dahilinde gözükmüyor. Bu temelde sonucun ne olacağı önümüzdeki süreçte ortaya çıkacak gelişmelere, ilişkilere, kapitalist modernite içindeki çelişki ve çatışmalara, küresel ve bölgesel güçler arasındaki çıkar ilişkilerine, çelişkilerine bağlı  olacaktır. Bu alandaki değişiklikler, gelişme ve yenilikler bu savaşın gidişatının nasıl olacağını belirleyecektir.

ABD, Avrupa Birliği ve İsrail kendilerini böyle bir gelişmeye hazırlamışlardı ve amaçları Gazze’yi denetime almaktı. Artık bir süre kullandıkları Hamas gibi ‘Baş belalarından’ kendilerini kurtarmak, Gazze’nin enerji kaynaklarına sahip olmak, yine bu yolla Doğu Akdeniz’in enerji yol ve kaynaklarını kontrol altına almak istemektedirler.

İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliği’nin buna ihtiyacı var. Çünkü Almanya hala kaçak olarak gizli bir şekilde Rusya’dan doğal gaz alıyor ve ABD de bunu görmezden geliyor. Çünkü almazsa mevcut ekonomisi çökecek, ki Almanya’nın çökmesi demek sistemin çökmesi anlamına gelir. Asgari düzeyde çökmemesi için bu kadar Rusya karşıtı koalisyon oluşturmalarına rağmen Almanya’nın gizli ticaret yapmasına göz yumuluyor. İşte Avrupa’nın, Doğu Akdeniz’den enerjinin Avrupa’ya taşınmasına bu kadar ihtiyacı var ve ABD bunu sağlamak istiyor. Tabii ABD bu şekilde kendi güvenliği altında bunu gerçekleştirerek Avrupa’nın kendine bağımlı hale gelmesini ve kendisine karşı bir güç olarak ortaya çıkmasının önünü almaya çalışıyor.

Bu konuda Trump yönetiminin politikaları biraz farklıydı. ABD’nin iç sorunlarını çok fazla ön plana çıkararak küresel yaklaşımları daralttı. “Bize ne, kendileri sorumlu olsunlar. Biz Amerika’nın kaynaklarını niye bu şekilde kullandırtıyoruz” diyordu. Bu durum gerçekten de Avrupa’da yeni bir arayışı beraberinde getirmiş, hayal kırıklığına neden olmuştur. Özellikle Fransa-Almanya yeni bir ilişki düzeyi geliştirerek Avrupa ordusunu kurmaya karar verdiler. Bu gelişmelere bağlı olarak Fransa Başkanı Macron “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir. Artık Avrupa bir askeri güç olarak öne çıkacak” dedi. Bu gelişmeyi zayıflatmak için Amerika İngiltere’yi Avrupa Birliği’nden kopardı. Fakat Biden yönetimi onu da yeterli görmedi ve küresel yaklaşımlarıyla Avrupa’yı daha fazla ABD şemsiyesi altına almaya çaba harcıyor. Özellikle güvenliğe dayalı olarak egemenlik kurmaya çalışıyor. Ukrayna Savaşı’nın bir nedeni de buydu.

Herkes Ukrayna Savaşı’nı Putin çıkardı diyor. Evet, Kuveyt’i de Saddam işgal etti ama yaptıranlara bakmak lazım. Sonuçları değil, nedenleri iyi sorgulamak gerekir. Evet, Putin  neden ve niçin bu saldırıyı yaptı? Bu saldırı hangi düzeyde Rusya yönetiminin inisiyatifiyle oldu, ne kadar yönlendirildi veya ne kadar mecbur kılındı? Kuşkusuz bu sorular da cevap bekliyor ve sorgulanmayı gerektiriyor. Mevcut sonuçlardan anlıyoruz ki savaş esas olarak Slav Birliğinden, Putin’in diktatörlüğünden, Rus İmparatorluğu’nun Ukrayna’da kurulmuş olmasından, dolayısıyla Rusya’nın Ukrayna’yı kendisine bağlamak istemesinden değil, ABD böyle bir savaşa ihtiyaç duyduğundan dolayı gelişmiştir. Çünkü sonuçlarından Rusya’dan çok ABD faydalandı.

ABD, Ukrayna savaşıyla önemli sonuçlar elde etti. Çin ve Rusya’nın  Avrupa ile ittifak yaparak ABD’yi dışlamasını önledi. Ukrayna üzerinden enerji yolu açarak Çin’in “Bir kuşak Bir Yol Projesi” temelinde Asya’nın enerji kaynaklarını Ukrayna üzerinden Avrupa’ya, Berlin’e, Paris’e, Londra’ya taşıyarak Avrupa’yı ABD’ye rağmen Rusya ve Çin ile ilişki-ittifak kurmaktan alıkoydu. O yolu sabote etti, bozdu. Halbuki Asya-Avrupa arasında en ucuz, en hızlı, en kolay gerçekleşecek enerji yolu Çin-Rusya-Ukrayna-Avrupa yoluydu. Tüm yol karadandı, deniz yoluyla hiç bir bağlantısı yoktu. En kestirme yoldu. Dolayısıyla en hızlı ve en ucuz bir biçimde Asya’nın enerjisi, doğal gaz zenginlikleri Avrupa’ya akacaktı. Avrupa’nın buna ihtiyacı vardı. Almanya ekonomisi yüzde yetmiş bu enerjiye bağlanmıştı. Diğer ülkelerin durumu da benzerdir. Dolayısıyla hepsi de böyle bir ilişkiye açıktı. Bu gerçekleşseydi ABD devri bitmiş olacak ve artık tarihe karışacaktı. Trump yönetiminin politikaları buna biraz kapı araladı. Bu tür politikaların gelişmesine zemin sundu. Diğer ABD çevreleri, Biden yönetimi, onun etrafındaki sermaye çevreleri bunu tehlikeli buldular. Herhalde Biden’ı bu kadar yaşlıyken iktidara bunun için getirdiler.

Enerji yolu sabote edildi. Avrupa ile Rusya’nın, Çin’in ticari ilişkileri kopartıldı. Ayrıca İsveç ve Finlandiya NATO’ya alınarak Baltık Deniz’i NATO denizi haline getirildi. ABD ile İsveç bu savaşın bir sonucu olarak tarihte ilk defa bir askeri güvenlik anlaşması yaptı. NATO’nun beyin ölümü gerçekleşiyor diyen Avrupalılar tekrar NATO’ya döndüler. Hepsi güvenliğini NATO’ya bağladı. Ardından ABD’nin örgütlediği ticaret yoluna “Evet” dediler. Şimdi Avrupa üzerinde hem ticari hem de askeri olarak ABD’nin etkinliği güçlenmiş oldu.

Enerji kaynakları ve yolları üzerindeki hakimiyet savaşı

Gazze Savaşı deyip geçmemek lazım. Gazze Savaşı’nı ve Doğu Akdeniz’de olanları bu gelişmelerle birlikte, ona bağlı görmek gerekli. Bu konuda sol-sosyalist çevreler çok teorik gibi görünüyor ve konuşuyorlar ama düşünceleri çok parçalı, birbirinden çok kopuk. Söylediklerinin ne anlama geldiğini çok çabuk unutuyorlar. Halbuki emperyalist savaş demek dünyanın yeniden paylaşılması savaşıydı. O da enerji kaynakları ve yolları üzerindeki hakimiyet savaşıydı. İngiltere, Osmanlı üzerinden Körfez’e uzanacak bir tren yolu yaptırarak Hindistan-Avrupa ticaretini daha hızlı ve kolay yapılır hale getirmek istedi. Abdulhamit yönetimi bu yol için İngiltere-Fransa-Rusya ile flört etti. Sonunda anlaşmayı Almanya ile yapınca Birinci Dünya Savaşı başladı. İngiltere de Osmanlı’ya saldırıp Arap sahasını ele geçirdi. Alman-Osmanlı ittifakının Avrupa-Hindistan yolunu kendi egemenliklerinde oluşturmalarını engelledi, boşa çıkardı. Çünkü Hindistan, İngiltere’nin egemenliği altındaydı ve burayı Almanya’ya bırakmadı.

İkinci Dünya Savaşı’nda, Anadolu-Mezopotamya üzerinden bu yol götürülemeyince Hitler yönetimi Ukrayna üzerinden Kafkasya’ya, oradan da Hindistan’a İran üzerinden yol indirmek istedi ona da karşı çıktılar. Bu savaşlar öyle kötü yöneticilerden kaynaklanmadı. Hatta Hitler’in çok faşist olmasından da kaynaklanmadı. Evet, ideolojik etkenler de var, ama ekonomik etkenler çok daha fazla. İkinci Dünya Savaşı’nda da öyledir. Şimdi Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz süreç de böyle gelişiyor.

Demek ki Afganistan ve Irak işgali boşuna değildi. Saddam’ın Kuveyt’e saldırtılması, Irak’ın savaş alanı haline getirilmesi, Afganistan’ın buna dayalı işgal edilmesi aslında bu alanda bir ticaret yolu oluşturulmasını engellemek içindi. Bu alanlar Asya-Avrupa enerji yolu olma özelliği taşıyordu, imkânları vardı. Bu savaşlarla bunu boşa çıkardılar. Ardından Ukrayna Savaşı’yla Çin-Rusya-Ukrayna-Avrupa hattını boşa çıkardılar. 3 ay önce Hindistan’da yapılan G-20 zirvesi ardından da yeni yol projesi olarak Hindistan-Yunanistan yol hattının örgütlendirildiği, bunun için gerekli anlaşmaların yapıldığını ilan ettiler. Türkiye, bunu sabote etmek, alternatif bir yol geliştirmek için Azerbaycan’ı Karabağ’a saldırttı. Türkiye, Orta Asya’dan Azerbaycan’a, oradan da Avrupa’ya bir yol açmak istedi. Bunun için Karabağ Ermenilerini soykırıma uğrattılar. Ardından Türkiye, Ermenistan’ın Güneyini de benzer bir biçimde Azerbaycan’a işgal ettirip doğrudan Azerbaycan’ı karadan Türkiye’ye bağlamak istedi. Fakat İsrail, ABD ve İran müdahale etti. Zengezur boğazına dönük Azerbaycan saldırısını durdurdular. Azerbaycan bu baskılardan dolayı Türkiye ile daha fazla birlikte hareket edemedi.

Türkiye’nin Hindistan-Yunanistan yolunu sabote etmek ya da ona alternatif oluşturmak için harcadığı çaba tutmadı, sonuç vermedi. Ermenistan ile İran anlaşma yapıp bunu boşa çıkardılar. Sonuç olarak Türkiye de Hamas üzerinden Gazze’de savaş çıkartarak örgütlendirilen Hindistan-Hürmüz Boğazı-Suudi Arabistan-İsrail-Kıbrıs-Yunanistan yolunu sabote etmek istedi. Türkiye bu konuda çok istekliydi. Tayyip Erdoğan yönetimi G-20 zirvesinden sonra bu girişimi sabote edeceklerini, kendilerinin içinde olmadığı bir yolu kabul etmeyeceklerini ilan etti.

Herkes biliyordu ki Tayyip Erdoğan yönetimi bunun için çok istekli hale gelmişti ve yol sahipleri için de yol temizliği gerekiyordu. Belli ki temizlenmesi gereken birinci alan Gazze’ydi. Öyle anlaşılıyor ki Gazze’yi bu yol güzergâhının büyük bir limanı yapacaklar. Yol oradan denize girecek. Onun için Tayyip Erdoğan’ı ‘yapabilirsin’ diye tuzağa çektiler. O da tıpkı Saddam’ın Kuveyt saldırısı gibi aldandı. Tayyip Erdoğan, ABD, İsrail ve Avrupa’nın Gazze saldırısına hazır olduğunu görünce bu gelişmeyi engellemek için hemen “ateşkes olsun” demeye başladı. Çünkü tuzağa düştüğünü, kullanıldığını gördü. Açığa çıkarsa Türkiye toplumu, İslami Alem, Filistinliler bu durumu sorgulayacaklar.

Şimdi ABD öncülüğünde yeni bir Avrupa-Asya enerji yolu döşenmek isteniyor. Amerika bunun için Yunanistan’ı tahkim etti. Gazze Savaşı’yla Doğu Akdeniz’e savaş gemilerini yerleştirdi. Rusya bir-iki itiraz dışında bir şey söyleyemedi. Amerika şu anda büyük oranda Doğu Akdeniz’i askeri denetime almış durumda. Nasıl Saddam Hüseyin’in 1990’da Kuveyt saldırısını bahane ederek 150 bin askerle Körfez’in çevresini karadan denetimi altına aldı ve Ortadoğu’ya dönük saldırılarını ona dayanarak geliştirdiyse şimdi de Doğu Akdeniz’i kontrol altına almıştır.

Peki, bu yol önündeki engeller nasıl aşılacak? Mevcut durumda anlaşmalar yapılmış, bir karar oluşturulmuş. Ama yol tahkim edilmiş değildir. Şimdi savaş bunun savaşı oluyor. Bu yolu tahkim etmek, işler hale getirmek istiyorlar. Bu 20’nci yüzyılın başında başlayan bir süreç ve hala da sürüyor. Yani ortada yeni bir yol varsa o zaman kesinlikle yeni bir kavga da vardır. Birinci Dünya Savaşı’nın ekonomik nedeni olan kavga aynı biçimde şimdi de sürüyor.

Son iki, üç yıldır Ortadoğu’da yoğunlaşan diplomasi trafiğiyle çeşitli anlaşmalar yapıldı. Bunun için “ABD, Avrupa ve Ortadoğu NATO’sunu örgütlüyor” dendi. Aslında bütün bu diplomasi trafiği böyle bir yol hattının güvenlik sistemini kurmak içindi. Burada öne çıkan güçler Suudi Arabistan ve İsrail’dir. Birçok güç onlarla ilişki kurdu, ittifak yaptı. Suudi Arabistan böyle bir süreçte en etkin siyasi güç haline geldi. Zaten şimdiden ekonomik projesini oluşturduğunu söylüyorlar.

Geçen süreçte İran-Suudi, İran-Mısır görüşme ve anlaşmaları oldu. O zaman bunun için “ne oluyor” dendi. İçerik çok görülmeden değerlendirmelere gidildi. Fakat şimdi anlaşılıyor ki ABD’nin bu planına İran, Suudi ve Mısır üzerinden dahil edilmiş. Şimdi Çin Suudi’ye yeni anlaşmalar yapmak için gelecek. Yakın geçmişte gelip ittifak yaptılar. Almanya, Mısır’la en ileri düzeyde ittifak yaptı, ticaret anlaşması imzaladılar. Böylece yol üzerinde bir anlaşmaya varıldı. Fakat temizlenmesi gereken engeller var, o temizlikleri yapıyorlar.

Eskisi gibi ABD-İran çelişkisi yok

Gerçekten İran ile anlaşacaklar mı? Şimdi görünen anlaşmanın olduğu yönündedir. Son zamanlarda artık eski ABD-İran çelişkisi yoktur. Fakat hala birçok çevre eskiyi tekrarlamaktan geri durmuyor. Lenin bunun için “Gençliğinde ezberlediklerini ölünceye kadar tekrarlayıp kendisini teorisyen sananlar var” diyordu. Öyle solcular çoktur. Duymuş ki ABD ile İran çatışma halinde zannediyor ki her zaman öyle olacak. Sistem içi ilişkiler böyle yürümüyor. En azından şimdiye kadar Suudi ve Mısır üzerinden bir anlaşmaları var. Ama zayıftır. İran-ABD ilişkileri anlaşma düzeyine ne kadar gidecek onu zaman gösterecek. İran’ın da buna ihtiyacı var. Bu yolu sabote etmede bir etken İran’dır ama şu an yolun içindedir. İran artık bu sistemin içindedir.

Çin de bunun içinde görünüyor. Çin, Hindistan’a bağlanarak bu projeye katılmak istiyor. Çin’in alternatif enerji yolu projelerinden bir tanesi de bu yoldu. Birincisi Ukrayna yoluydu, ikincisi yeniden İpek Yolu çevresinde bir yol oluşturmaktı. Üçüncüsü ise daha masraflı olan Hindistan-Yunanistan hattıdır. Bu yol uzun ve masrafı en çok olan yoldur. Fakat diğer yolları kabul etmediler. Sermaye sistemi bu yolda ortaklaştı. En azından şu ana kadar öyle görünüyor. Çin de bunun dışında kalmak istemiyor. Suudi ve ABD ile ilişkileri bu yöndedir. Çin Devlet Başkanı yakın zamanda Amerika’ya gitti. Herhalde karşı olsaydı böyle bir ilişkiye girmezdi. Ama Çin yine de potansiyel olarak bir uçtur. Her an bu ilişki sistematiği, anlaşma durumu değişebilir. Diğeri Rusya’dır. Rusya’nın önü Ukrayna’da kesildi, boşa çıkartıldı. Böyle bir projeyi sabote etmede en önemli güç Rusya’dır. Ama Doğu Akdeniz’e getirilen savaş gemilerine çok fazla karşı çıkmadı. Büyük ihtimalle Suriye üzerinden Rusya’yı buraya katmak isteyecekler. Mevcut durumda en karşıt konumda olanlardan bir tanesi Rusya’dır. Açıktan karşı çıkmıyor ama karşı çıkma etkenlerini destekliyor. Bu projeyle en fazla Rusya dışlandı.

Diğer taraftan Arap devletleri bunun içindedir. Gazze Savaşı nedeniyle bazı şeyler söylüyor olsalar da onların hepsi göstermelik zevahiri kurtarmak için söylenen sözler. Zaten bunun için zamanında anlaşma yapmışlar. Dolayısıyla güncel tepkileri gidermek için bunu yapıyorlar.

Hamas önemli bir engel; güçleri yeterse Hamas’ı bu şekilde etkisiz kılacaklar. ABD ile İsrail’in hedefi kesinlikle odur. Bundan hiç şüphe duymamak lazım.

Onlar için Lübnan örgütlendirilmesi gereken bir saha. Öyle çok büyük bir tehlike yok, fakat kendisi örgütsüz, başıbozuk bir yer. Dolayısıyla güvenliği sağlayamayabilir. Çünkü yol yakınındadır. Belli ki Lübnan uğraştıracak. Suriye öyle çok fazla Lübnan kadar yakın değil. Fakat Suriye’de sorun İran ile Rusya’nın varlığı. Onlar üzerinde mücadele edecekler. Rusya’yı dahil ederlerse İran’ı etkisiz kılabilirler. Amerika ile İsrail bu projeye göre Suriye’yi yeniden yapılandırmak isteyecek. Mevcut haliyle Suriye yönetimine, Suriye’nin birliğine yaklaşımları böyledir. Olmazsa parçalayacaklar. Zaten mevcut haliyle üçe bölünmüş durumda. Onu resmileştirirler. Suriye’nin kaderi bu gelişimelere bağlı. Daha sonraki adım Kıbrıs’tır. Önemli bir liman da Güney Kıbrıs’tır. Kıbrıs üzerinden Türkiye ile sorun yaşayacaklar. Türkiye eğer bu projeye girmez, sabote etmek ister, şimdiki gibi dik kafalılık yapmaya kalkarsa sistemle Türkiye arasında çelişkiler derinleşecek. Çatışmaya kadar da gidebilir. NATO içinde birlikler ama bu çıkar NATO’nun da üzerindedir.

NATO,  kendisine güveniyor. Tayyip Erdoğan yönetimini kullanıyor. Çok karşıtmış gibi görünüyor ama öyle değil. Hamas’ın etkisiz kılınmasında Tayyip Erdoğan’dan da yararlandı. Öyle birbirleriyle çelişkileri yok. Amerika, Tayyip Erdoğan, Netenyahu, Hamas bir oyun içinde hareket ediyorlar. Olan Gazze halkına, Filistin halkına oldu. Yoksa aralarındaki çelişkiler çok derin değildir. Zaten ticari ilişkilerin daha da güçlü bir biçimde sürdüğü ilan edildi. Netenyahu da bunu ilan etti. Bizzat Tayyip Erdoğan’ın oğlu bu ticareti yürütüyor. AKP’nin en ileri gelenleri İsrail ile ilişkileri ve ticareti yürütüyorlar.

Mevcut yönetim, Türkiye dışlandığı için rahatsız. Rusya’dan sonra  en çok dışlanan Türkiye’dir. Sıra Kıbrıs’a gelince Kuzey Kıbrıs bunun dışında kalmamak için Güney Kıbrıs’a katılmak isteyecek. O zaman Türkiye’nin politikaları zora girecek. Türkiye’yi oradan dahil etmek isteyecekler. Türkiye tüm imkânlarından faydalanmak istiyor. Bu yönetimi razı etmeye çalışacaklar. Razı olmazsa yönetimi değiştirmeye, Türkiye’yi de bununla uyumlu hale getirmeye uğraşacaklar. Bu süreç ilerledikçe mevcut proje temelinde sistemle Türkiye ilişkileri belirlenecek. Bu ilişkiler gerginleşebilir, çatışma artabilir de. Mevcut haliyle Türkiye siyaseti karışık.

Böyle bir projede iki boyut önemli olmaktadır; Birincisi İran’ın bunun içindeki yeri, tutumu, yaklaşımlarının nasıl gelişeceği noktasıdır. Çünkü şimdiye kadar ki İran politikaları öncesine göre farklıydı. Dolayısıyla bize yansımaları da farklıydı. Şimdi değişiklik oluyor. Bu değişikliği görmemiz, dikkate almamız gerekir. İran gerçekten ne yapacak? Böyle bir plan içinde ne kadar yer alacak, ne kadar karşı çıkacak? Ona bakmamız lazım. İkincisi de Türkiye’nin durumudur. Sistemin Türkiye ile çelişki ve çatışması ne kadar gelişecek? Çelişkiler çatışmaya kadar varacak mı, yoksa çeşitli etkenlerle kendilerine uyumlu bir yönetim mi ortaya çıkartacaklar? Türkiye siyasetini buna göre çatışmasız yeniden yapılandıracaklar mı, dizayn edebilecekler mi? O süreç bizim için önemli. Eğer çelişkili, çatışmalı olursa bizim için mücadele etme imkân ve fırsatları doğurur.

Güçlü bir PKK varlığından korkuyorlar

Böyle bir sürece giderken ABD ve NATO, mümkün olduğu kadar zayıflatılmış bir PKK ortaya çıkartmak istiyor ve bunu isteyecek de. Bunu daha da derinleştirecekler. Çünkü güçlü bir PKK varlığıyla böyle bir sürecin gelişmesinden korkuyorlar. Çatışmalı durumları gündeme gelirse PKK bundan yararlanır, alternatif bir gelişme sağlar kaygısı ve korkusu içindeler. O nedenle bu durum bir yanıyla Türkiye’nin sistemle çelişkilerini arttırıyor, bizim için mücadele imkân ve fırsatı yaratıyor ama diğer yandan da böyle bir sürece giderken sistem PKK’yi daha fazla zayıflatmak için saldırılarını arttıracak. Bu da mevcut saldırı tehdidinin, tehlikesinin devam edeceği, hatta daha da artabileceği ihtimalini ortaya çıkartıyor. Bunu görmemiz lazım. Bu saldırıları kırabilirsek. Ortaya çıkacak gelişmelerin var edeceği imkân ve fırsatları güçlü bir biçimde değerlendirip mücadeleyi geliştirebiliriz, özgürlük mücadelemizi ileri safhalara götürebiliriz. Ama bunun için öncelikli olarak PKK’ye yönelik geliştirilen imha ve tasfiye saldırılarını kırmak gerekir. Düşmanı askeri, siyasi olarak kırmak, oyunları bozmak gerekiyor. Örneğin KDP oyununu bozmak, Hüda Par denilen Hizbul kontra oyununu bozmak lazım. Daha duyarlı, çok daha zengin, daha etkili mücadele edebilmek gerekli. Yine daha dikkatli bir politika yürütebilmek gerekli. İmkân da var, tehlike de var. Hangisinin işlev göreceği ise yürütülecek mücadeleye bağlı.

İç siyaset açısından da Türkiye  gelişmeler oluyor. Aslında ona siyasi gelişme, tartışma demek bile çok gerçekçi değil. Bazen basın, sokak dövüşü gibi değişik çevrelerin karşılıklı söylemlerini çok öne çıkartıyor. Bu kadar büyük siyasi, askeri çelişki ve çatışma içerisinde Türkiye içinde olanları büyük siyaset saymamak lazım. Fakat bazı olaylar var; kara para ve uyuşturucu trafiği ağları ortaya çıktı. Bu şekilde Türkiye’nin ne kadar kirlenmiş olduğu görülüyor. Biz bunu söylüyorduk ama ispatlama imkânımız yoktu. Ya da ispatlar geçerli olmuyordu. Şimdi sistemin kendisi bu noktada bir çöküş yaşıyor. Yani aleni bir durum var ve sanatçısından sporcusuna kadar herkes işin içinde. Türkiye bütün Asya, Ortadoğu ve Avrupa’nın uyuşturucu dağıtım merkezi olmuş durumda. Tayyip Erdoğan yönetimi altında Türkiye’nin ne hale geldiği, ne kadar kirlendiği ve nasıl derin bir ekonomik kriz yaşadığı görülüyor.

Aslında Tayyip Erdoğan Hamas ile hemen, kolayca o yolu sabote ederim, çok fazla bir şey olmaz hesabıyla hareket etti. Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek’i Fas’ta yapılan toplantıya para toplamak için yolladılar. Sermaye çevreleriyle, İMF ile anlaşıp para getirecek diye bekliyorlardı ama hem para işi olmadı hem de Hamas planı tutmadı. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan darbe üzerine darbe yedi. Türkiye darbe üzerine darbe yiyerek çıkmaza girdi. Dolayısıyla ekonomik kriz daha derinleşiyor. Zaten bu tür yönetimlerle düzeltilmesi de mümkün değil.

Evet, Türkiye’nin yeni bir siyasi sürece girdiğini söyleyebiliriz. Onun için geçen Mayıs seçimleri önemliydi. Tayyip Erdoğan düşürülebilseydi değişim çok daha farklı olacaktı. Demokratikleşme gerçekleşebilecekti. Demokratik imkânlar büyüyecek ve demokrasi güçleri gelişecekti. Demokratik yönde çok daha hızlı ve köklü değişiklikler olacaktı. Fakat bu gerçekleşmedi. Zaten gerçekleşmesi de zordu. Mevcut koşullarda Tayyip Erdoğan’ın yönetimi bırakacağını insan aklından geçiremiyordu. Bu sistem için de çok uygun değildi. Dereden geçerken at değiştirilmezmiş ve onlar da bunu yaptılar. Mevcut sistem, Tayyip Erdoğan üzerinden yürüttükleri savaşla Türkiye’yi enerji yolunun dışında bıraktı. Tayyip Erdoğan’ın Suriye’den Irak’a tüm bölgeye dönük saldırıları olmasaydı, bütün bu alanı savaş alanı haline getirmeseydi burası sermaye için bir çekim merkeziydi. Oysa savaş nedeniyle güvenilmez hale geldi. Onun için daha pahalı ve uzun yolu tercih ettiler. Türkiye de o politika sonucunda sistemin enerji yolundan dışlandı ya da kenarında kaldı.

Tayyip Erdoğan düşmedi ve muhalefet denen cephe de kaybetti. Onun etkileri var. Oradan başlayan bir değişiklik var. Aslında Mayıs seçimlerinin sonuçlarını demokratik güçlere yükleyerek sistemi kurtarmak istediler. Sol-sosyalist, demokratik güçleri birbirine düşürmek için özel savaş dört koldan saldırdı. Demokratik siyaset partilerini kendi içlerinde birbirine düşürmek için her türlü hileyi ve oyunu yaptılar. Bunlara karşı mücadele önemliydi. Çünkü seçimde sadece sistem muhalefeti değil, demokrasi bloku da sınandı, sınav verdi. Demokratikleşmenin önünü açacaktı. Yapamayınca elbette başarısızlığın yükü demokrasi blokuna da biniyordu. Demokratik siyaset bunu gündemleştirilen eleştiri-özeleştiri süreciyle en az zayiat verme temelinde kendini yenileyip toparlayarak bir ölçüde aştı. Bu önemli bir gelişmedir. Öyle bir eleştiri-özeleştiri sürecinin ne kadar önemli, anlamlı olduğunu gördük. Tabii bu daha güçlü de olabilir, daha derin de yapılabilirdi ama mevcut güçlerin bunu yapması zordu. Mevcut haliyle de yapılanı küçümsememek lazım. Ortaya çıkan sonuç olumlu ve önemlidir. Kuşkusuz zayıflıkları var, sorunları çok, demokrasi güçleri parçalı, demokrasi bloku içinde hala darlık çok fazla. Yer alması gereken geniş kesimlere açılım henüz gerçekleştirilememiş durumda ama en azından öncülük yapan, çekirdeği olan demokratik siyaset bu süreçten eleştiri-özeleştiriyle çıktı. İyi bir sınav verdi. O zorlukların bir bölümünü atlattı. Orada da bir kere daha eleştiri-özeleştirinin çözümleyici ve sonuç alıcı gücünü gördük.

Altılı Masa muhalefeti dağıldı. O muhalefetin bir balon olduğu ortaya çıktı. Aslında sahte bir aldatma durumuymuş. Öyle hava veriyorlardı ki hükümet kurmuşlardı, hükümet programı hazırlamışlardı. Sekiz kişilik bir cumhurbaşkanlığı kurdular. Dıştan bakınca olanlar insanın kulağına ve gözüne hoş geliyordu. Bu ittifak Tayyip Erdoğan diktatörlüğü karşısında bir demokrasi geliştiremezdi ama demokratikleşmeye gidişte demokratik değişim, dönüşümde önemli bir durak, dayanak olabilirdi. Böyle bir izlenim veriyordu. Fakat sonunda gördük ki hepsi boşmuş. Olan balonmuş. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumuna dayanarak herkes dar menfaatler, çıkarlar peşindeymiş, kendi gerçek yüzünü gizliyormuş. Tabii seçim kaybedilip öngörülen imkânlar bulunamayınca balon patladı, darmadağın oldular. Bu durum Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne, AKP-MHP faşizmine koltuk değneği olan sistem içi muhalefeti dağıttı. Bu iyi bir şeydir.

Kılıçdaroğlu’nun düşüşünü hafife almamak lazım

Önce muhalefetin sahteliklerinin açığa çıkması, dolayısıyla aldatıcılığının ortadan kalkması iyi oldu. Ardından Kılıçdaroğlu düştü, CHP bu sürecin baş sorumlusuydu. En ağır sancılarını yaşıyordu. Genel Başkan değişikliği oldu, Kılıçdaroğlu düştü. Yerine Özgür Özel geldi. Beraber çalışıyorlardı, ‘bir şey değişmedi’ diyorlar. Öyle değil. Kılıçdaroğlu değişmemek için ne kadar çok direndi. Ne kadar çaba harcadı. Kılıçdaroğlu’nun düşüşünü hafife almamak lazım. Kuşkusuz Tayyip Erdoğan’ın düşüşü gibi değildir. Ama Tayyip Erdoğan’ın düşüşüne gidecek yolun açılmasıdır.

Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun gerçekliğini iyi anlamamız gerekli. Aslında zaman zaman bunu değerlendiriyorduk. Seçimden önce bu durumu çok anlamadık desek doğru olmaz. Fakat anladığımızı bir politikaya dönüştürmede, yaptığımız değerlendirmelerde, sebat etmede, birlik sağlamada zorluk, sorun yaşadık. Halbuki şu bir gerçek: Tayyip Erdoğan nasıl uluslararası komployu yönetmek için Ecevit hükümeti yenilgiye uğrayınca komployu örgütleyen ABD-İsrail-İngiltere tarafından görevlendirildiyse, dolayısıyla bir siyasetçi değil, komployu başarıya götürmek için görev verilmiş bir görevli idiyse, Kemal Kılıçdaroğlu da benzer bir projeydi. Aynı güçler tarafından aynı amaçla görevlendirilmiş bir projeydi. Tayyip Erdoğan iktidar, Kılıçdaroğlu muhalefet olarak görevlendirilmişti. Tayyip Erdoğan’ı 13 senedir iktidarda tutan Kılıçdaroğlu’ydu. Yalnız başına Kılıçdaroğlu’nun muhalefet durumu Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmaya yetmeyince Devlet Bahçeli’yi devreye koyup AKP-MHP ittifakını ortaya çıkardılar. Yoksa yeterli olsaydı bir dönem birbiriyle en çok kavga eden Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan’dı. Bir anda bu durum tersyüz oldu. Hemen bütün söylediklerini yaladılar. Her şeyi birlikte yürüten müttefikler haline geldiler. Bu nasıl oldu? Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak için gerekliydi. Devlet Bahçeli sistemin hem küresel gladyo sisteminin hem de Türk gladyo sisteminin en has militanlarından bir tanesi. Gerektiği zaman Ecevit’i iktidar yaptı, koalisyona gitti, gerektiği zaman da düşürdü. Tayyip Erdoğan’a muhalefet etmek gerekiyorsa en hakaret edici sözlerle onu yaptı, destek vermek gerekiyorsa hemen çark etti. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP yönetiminden düşmesi önemli. Orada Kılıçdaroğlu oldukça Tayyip Erdoğan düşmezdi. Bu görüş doğrulandı. Daha önce bir iddiaydı ama pratikte doğrulandı. Kılıçdaroğlu ile Tayyip Erdoğan düşürülemedi. Çünkü öyle bir konumu, rolü yoktu. Tersine Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutma projesinin bir parçasıydı.

Şimdi Kılıçdaroğlu’nun düşmüş olması Tayyip Erdoğan’ın da düşeceği sürecin önünün açılmış olduğunu gösterir. Tabii siyasette değişim süreci başladı. Dikkat edilirse hemen ardından İyi Parti çalkalandı, parçalanmaya başladı. Politika değiştirdi. Şimdi en çatışmalı pozisyonu İyi Parti yaşıyor. Niye böyle? Çünkü Kılıçdaroğlu düştü, önümüzde yerel seçimler var. Tayyip Erdoğan yönetimini ayakta tutacak bir koltuk değneği ortadan kalkmış oldu. Onun yerini dolduracak bir güce ihtiyaç var. Şimdi yerel seçimlerde İyi Parti’yi öyle kullanacaklar. Mevcut gidişat, izlenen politikalar onu gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun artık objektif olarak veremediğini İyi Parti’nin konumuyla yapacaklar. CHP ve diğer partilerle ittifakı bozdular, muhalefet denen gücü tümüyle ittifaksız kılacaklar, o durum da Tayyip Erdoğan’a, Cumhur İttifakı’na yarayacak. Yerel seçimlerde Tayyip Erdoğan için istifayı, düşüşü gerektirecek bir yenilgi almamasını önlemeye çalışıyorlar. Mümkünse biraz başarı elde edecek, cilalayacaklar ki daha etkili iş yapsın. Sistemin de buna ihtiyacı var. Gazze savaşında bile hiç kimsenin yapamayacağını Tayyip Erdoğan’a yaptırdılar. Dolayısıyla mevcut durumda kapitalist modernite sistemi de Tayyip Erdoğan’ı iyi kullanıyor. Mevcut haliyle sonuna kadar kullanmak da istiyor.

İçte bir siyasi çözülüş, değişim var. Türkiye siyaseti yeniden yapılanacak. Tayyip Erdoğan düşseydi bu demokratik yönde köklü ve hızlı olacaktı. Şimdi daha yavaş, daha yüzeysel bir biçimde oluyor. Ama yine de değişim oluyor. Mevcut haliyle demokratik güçlerin önü açılıyor. Hem İyi Parti hem de CHP’deki gelişmeler aslında kitle tabanı olan ama ona ulaşamamış demokratik güçlerin bu kitle tabanına daha hızlı ulaşmasına imkân veriyor. Alevi toplumu açısından öyle, emekçi kesimler açısından öyle, anti kapitalist İslami kesimler açısından öyle. Hızla demokrasi hareketi kendi kitle tabanını genişletebilir, büyütebilir. Doğru politika izlenir, çalışılırsa öyle bir gelişme yaşanabilir.

Bunu önlemek için baskı yapıyor, tutukluyorlar. Hiçbir hukuk kuralını dinlemiyorlar. İkide bir Anayasa tartışmaları ile toplumu aldatmaya çalışıyorlar. Çeşitli etkenleri öne çıkartarak gündemi çarpıtmaya çalışıyorlar. Psikolojik savaş çok ileri düzeyde kullanılıyor. Hep gündem saptırılıyor. Türkiye zihniyetini, propagandasını, düşünce ortamını, siyasetini özel savaş yönlendiriyor. Bu açıkça özel savaş merkezlerinden çıkıyor.

Evet, mayısta Tayyip Erdoğan yönetimi yıkılamadı. O olumsuz bir sonuç oldu ama özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmek için içteki siyasi ortam fazlasıyla imkân ve fırsat sunuyor. Önemli olan bunları görüp değerlendirmektir. Bu konuda önümüzdeki yerel seçim süreci bir sınav durumudur. Önem arz ediyor. Bunun görülmesi, değerlendirilemesi gerekiyor.

Şimdi bu çerçevede bizim durumumuz, yürüttüğümüz mücadelenin önü açıktır. İmkânlar ve fırsatlar azalmıyor, tersine artmış bulunuyor.  Fakat tehlike boyutu da var. İmha ve tasfiye amaçlı saldırılar da çeşitli güçler tarafından sürdürülüyor. Bu konuda yeni ittifaklar yapılıyor, güç birlikleri oluşturuluyor. Yeni imkân ve fırsatlar yaratılarak PKK’nin imhası için saldırılar sürdürülüyor. İmralı’daki 33 aylık tecrit bunu ortaya koyuyor. Mutlak iletişimsizlik bu temeldedir. Aslında bunun öncesi de vardı. 33 ay önce sadece beş dakikalık bir telefon konuşması gerçekleştirilmişti. O yüzden mevcut iletişimsizlik durumu 33 ayı geçiyor.

İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminin bu kadar derinleştirilmesi imha ve soykırım amaçlıdır. Bu, PKK üzerindeki imha ve tasfiye planının devam ettiğini gösteriyor. Uluslararası komplonun sürdürülmesidir. Tehlike bu düzeyde. Bu çerçevede gerillaya, kadınlara, gençlere, halka dönük saldırılar var. Her cephede düşmanın saldırıları oluyor. Ama mücadele için imkânlar ve fırsatlar da fazla. Yakın süreçte önemli mücadele pratiğimiz de oldu.

Ankara eylemi sistemi temellerinden sarstı

46’ıncı parti yılına çok daha iddialı, planlı girdik. Öncesinden de mücadeleler vardı ama ekim ayından bu yana yeni süreç diyebileceğimiz mücadelede tırmanma yaratan gelişmeler oldu. Gerçekten de Ankara eylemi, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü vuran fedai eylem, Rojhat ve Erdal arkadaşların saldırısı yeni bir süreci başlattı. Adeta sistemi temellerinden sarstı. Herkesin üzerinde etkide bulundu. Özellikle özgürlükçü, demokratik güçlere büyük moral ve güç verdi. Faşist-sömürgeci zihniyet ve siyaseti çok ciddi bir biçimde korkuttu. Ardından 10 Ekim’de “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” sloganıyla küresel bir eylem kampanyası başlatıldı. Dostlarımız buna öncülük etti. Bu 74 merkezde birden ilan edildi. Bu kampanya çerçevesinde önemli gelişmeler oldu. Dem Dema Azadiyê hamlemize bir ivme yaptırdı. Yeniden planladı ve küresel kıldı. Bu önemli. Yeni boyutları var, yeni bir gelişmeyi ifade ediyor. Bu iki aydır her gün dünyanın dört bir yanından katılımlar var. Kadınlar buna öncülük ediyor ve bu “Jin Jiyan Azadî” devrimiyle birlikte yürüyor. Ortada bütünlüklü bir kampanya var.

Kasım başında gerçekleşen Dünya Gençlik Konferansı etkiliydi, gündeme girdi. Kadın ve gençlik öncülüğünde bir kitle hareketine, eylemine kavuştu. Aydın, siyasetçi, sanatçı, sendikacı, hukukçu, akademisyen dost çevrelerin başlattığı kampanya böylece kitle tabanını da kadın ve gençlik öncülüğünü de yarattı. Kitle eylemleri her tarafta oluyor. Avrupa, dünyanın değişik alanları bu konuda öncüdür, yine Rojava öncüdür. Bakur’da eylemler oldu, Başûr ve Rojhilat da bu kampanyanın etkisi altında. Kampanyayı yürütenler “Savunmaları okuma günleri” biçiminde kampanyayı yeni bir eylemselliğe çekmeyi planlıyor. Örgütleyip yürüten koordinasyonun bu yönlü açıklaması var. Yeni eylem biçimleri genişletilecek deniliyor. Sürekli bir arayış ve yenilenme var.

Siyaset üzerinde de bunun etkisi var. Bu nedenle Bakur’da, Türkiye’de demokratik siyaset daha canlı, daha direngen. Avrupa siyaseti üzerinde de etkili. Avrupa Parlamentosu’nda Kürt Konferansı gerçekleştiriliyor. Parlamento Başkan Yardımcısı, “PKK, yasaklı örgütler listesinden çıkartılmalı. İmralı sistemine son verilerek Kürt sorununun çözümünün başlatılması ve bunun için Avrupa’nın rol oynaması gerekir” biçiminde bir açıklaması oldu. Bu ne kadar gerçekleşir bilemiyoruz. Bu, 18’inci konferans oluyor. Gerçekleşen konferanslarda çok sayıda güzel kararlar da alınıyor ama pratiğe geçirmede sıkıntılar yaşanıyor. Bu sefer farklı bir pratik gelişebilir mi? Koşullar bunun gelişebileceğini gösteriyor. Zemin vardır. Israr edilirse önceki konferanslar gibi olmayabilir. Avrupa’nın da buna, Asya’nın enerjisine ihtiyacı var. Ona ulaşabilmek için yol örgütlüyorlar. Kürtleri bir biçimde bu yolu engelleyici olmaktan çıkarmaları lazım. Mevcut Doğu Akdeniz planlaması olmadan önce yol, Ürdün-Irak sınırından Kuzey Suriye’ye, oradan da Doğu Akdeniz’e doğru bir hat üzerinden gidecekti. Yol öyle planlanmıştı. Bunu Tayyip Erdoğan, Türkiye boşa çıkardı. Tayyip Erdoğan, “terör koridorunu boşa çıkarttık” diyor. Boşa çıkarttığı enerji yoludur. ABD fırsat veriyordu. Bu yol Türkiye’nin sınırından geçecekti. Yani Türkiye işin içinde olacaktı. Ortasından geçmese de sınırından geçecek ve yararlanacaktı. Ona bile razı olmadılar. Niye? Çünkü Kürtler faydalanacaktı. Kurdistan’dan geçiyor, Kürtler de bundan faydalanır diye kendi yakınlarından geçmesine de razı olmayıp sabote ettiler, şimdi Doğu Akdeniz’den geçince tümden dışta kalmış durumdalar. Yeter ki Kürtler faydalanmasın deniliyor. Her şeyden feragat edecek kadar Kürt düşmanı bir zihniyet ve siyaset hala Tayyip Erdoğan yönetimiyle Türkiye’de hüküm sürüyor ve bu Türkiye’ye bu kadar zarar verdi.

Komplocu güçlerin yeminli Önderlik düşmanlığı

Şimdi Avrupa’nın da buna ihtiyacı var. Uluslararası komplocu güçler yeminli Önderlik ve demokrasi düşmanıdırlar. Onun önünün açılmasını istemiyorlar. Tayyip Erdoğan da öyle. İşin içine ekonomik, ticari çıkarlar girince durum biraz daha değişiyor. Bütün güçleriyle saldırıp PKK’yi zayıflatmaya, toplumu PKK’den koparmaya çalışıyorlar. Kurdistan’ı boşaltıyorlar. Her gün yüzden fazla insan Kurdistan’ı terk ediyormuş. Dersîm’de bir yılda altı bin genç kenti topraklarından gitmiş. Gazze’den Filistinlileri getirip oralara yerleştirmek istiyorlar. İşte soykırım böyle yürütülüyor. Bunlar bir yanıyla Avrupa’yı da zorluyor. Dolayısıyla hem ticari, ekonomik çıkarlar hem bu zorlamalar karşısında Avrupa belki rol oynayabilir.

Aslında 15 Şubat uluslararası komplosunun 25’inci yıldönümüne gidiyoruz. 25 yıl önce Önder Apo Avrupa’ya altın tepside siyasi inisiyatif sundu. “Orta Doğu’nun etkili siyasi gücü haline gelin, size imkân veriyoruz” dedi. Ama Avrupa’da basiretli siyasetçi yoktu. Zaten sol güçler zayıftılar, etkili olacak durumda değillerdi. Ama iktidar çevrelerinden de bunu görüp ABD ve benzeri güçleri aşacak bir siyasi inisiyatif haline gelme gücünü gösteremediler.

Evet, Avrupa ile ABD belki çatışmaya girip karşıt hale gelebilirlerdi. Ama şimdi NATO’nun etkisi altında titreyen bir Avrupa yerine, biraz daha kendine güvenli, özgür, iradeli, kendi politik değerlerine sahip, onları sürdüren bir Avrupa olurdu. Avrupa’da demokrasiye öncülük iddiasıyla ortaya çıkan İsveç bile ABD’ye yamanan bir güç haline geldi.

Sadece Kürtler için değil, Avrupa için de faydalı bir gelişmeydi. Eğer 25 yıl önce Önder Apo’nun Roma’da sunduğu projeyi doğru değerlendirselerdi durumlar farklı olacaktı. Ama bunu yapmadılar ve İmralı üzerinde uzlaştılar. Önder Apo’ya İmralı yolunu gösterdiler, Kürtlere katliam dayattılar. Şimdi 25 yıl geçti, bir çare, çözüm yoktur. Demek ki yeni politikalar düşünebilirler. Dolayısıyla Avrupa, 25 yıl öncesinde olduğu gibi hatta daha fazla bu tür durumlara ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla çalışmak lazım. Üzerinde durmak gerekli.

Kısaca siyasi-kitlesel eylemlilik kampanya ile birlikte bir ivme kazandı. Bu 46’ıncı yıl hamlesi iyidir. Ekim başında Ankara eylemi ile bu gerçekleşti. Kasım ayında gerillanın direnişi de güçlü gelişti. 20-26 Kasım arasında Tepe Cûdî, Tepe Amediye, Metîna’da önemli eylemler oldu. Medya Savunma Alanları’nda gerilla Ankara eyleminin verdiği moralle bu çizgiyi devam ettiren, küresel özgürlük kampanyasını gerilla cephesinde güçlü ve öncü bir düzeyde yürüten bir eylemliliği ortaya çıkardı. Hem propagandanın hem de gerillanın gücünü ortaya koydu. Yine 45’inci yıl dönümü kutlamalarıyla da bunu ortaya koydu. “İşte PKK’yi bitirdik, yok ediyoruz” propagandası yapıp sağı solu aldatanlar 45’inci yıl dönümünde hem gerillanın kutlamalarıyla hem de eylemleriyle durumun tersine olduğunu hem gördüler hem de gizleyemez hale geldiler.

Bu çerçevede gerçekten de ideolojik, askeri, toplumsal, siyasi her alanda küresel özgürlük kampanyası temelinde mücadeleyi çok daha güçlü geliştirmek için imkân ve fırsatlar var. Biz 46’ncı PKK yılına bu temelde girdik. Uluslararası komplonun 25’inci yıl dönümünde komploya karşı mücadeleyi böyle çok yönlü ve etkili bir biçimde geliştiriyoruz ve bunu daha da geliştireceğiz.

Aslında komplonun 25’inci yılı için artık Önder Apo’nun hiçbir biçimde İmralı’da tutulamayacağı tarafımızca belirtilmişti. Şimdi Apocu paradigma, demokratik modernite paradigması küresel yayılımıyla uluslararası komployu boşa çıkartıyor, yenilgiye uğratıyor. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini parçalıyor. Gerisi pratikte bunu siyasi, askeri, ideolojik mücadele ile başarıya götürmeye kalıyor. Kuşkusuz bunu da tüm devrimci ve demokratlar olarak biz yapacağız. ‘Küresel Özgürlük Kampanyası’ ile bu süreci 10 Ekim tarihinde başlattık ve iki aydır başarıyla devam ettirdik. Üçüncü ayda ve sonraki aylarda söz konusu özgürlük kampanyasını başarıyla geliştireceğiz. Kesin kararımız budur ve başaracağımıza olan inancımız güçlüdür. Bu temelde özgürlük kampanyasına katılan herkesi selamlıyor, başarılar diliyoruz!

 

PaylaşTweet
Önceki Yazı

DEMOKRATİK ULUS DİPLOMASİSİ

Sonraki Yazı

SERXWEBÛN’UN OCAK AYI SAYISI ÇIKTI

Sonraki Yazı
SERXWEBÛN’UN OCAK AYI SAYISI ÇIKTI

SERXWEBÛN'UN OCAK AYI SAYISI ÇIKTI

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!