Kurdistan halkı dört parça Kurdistan’da ve yurt dışında tarihi olarak 2635. ve 50. Önderlik Newrozu’nun yıldönümünü kutlamaya devam ediyor. Bu anlamda da Newroz’un mücadeleci, direnişçi, dayanışmacı, birlikçi ve isyancı zafer ruhu tüm coşkusuyla yediden yetmişe herkesi sarmış bulunmaktadır.
Öncelikle Newroz’a tarihsel anlamını kazandıran, sömürgeci soykırımcı TC Devleti’nin başkentinde bulunan Çubuk Barajı’nda ilk Newroz ateşini yakan, elli yıl boyunca 25 yılını dışarda ve 25 yılını İmralı Zindanı’nda Newroz bilincini, ruhunu, direnişçiliğini ve kararlılığını tüm dünyaya yaymak için büyük uğraş veren Önder Apo’nun, özgürlük gerillasının, halkımızın ve yoldaşlarımızın Newroz’unu kutluyoruz.
Newroz’a yeni direniş ruhu veren ve şehadetiyle Kurdistan’da Çağdaş Kawa olarak anılan Mazlum Doğan yoldaşı ve dağlarda Mazlum Doğan’ın tarihi direnişini 15 Ağustos atılımının çeviren efsanevi komutan Mahsum Korkmaz’ı ve yine geliştirdikleri eylemleriyle Newroz’un tarihi anlamını derinleştiren Zekiye Alkan’ı, Rahşan Demirel’i, Ronahî ve Bêrîvan’ı, Sema Yüce’yi, Kemal Korkut yoldaşı, Nisêbîn’de ilk kez Newroz’u 1990 yılında bir halk serhildanına dönüştüren, Kamuran yoldaş olmak üzere Newroz Serhildanlarında şehit düşen tüm yurtseverleri ve Mart ayı şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Anıları, Önderliğimizi özgürleştirme, sömürgeci-soykırımcı AKP-MHP faşist hükümetinden ve çağdaş Dehak Tayyip Erdoğan’dan hesap sorma ve Özgür Kurdistan, Demokratik Ortadoğu’yu inşa etmede yol gösterici ve intikam yemini olacaktır.
Kutlamaya hazırlandığımız ve yer yer kutlanan Newroz’un tarihsel gerçekliği bilinmeden, günümüzde kazandığı anlamın içeriğe kavranmadan, Newroz’un hakkı verilemez ve onun anlamına uygun bir karşılama yapılamaz. Bu nedenle çok genel hatlarıyla da olsa bu tarihsel sürecin kısa bir özetini yapmak istiyoruz.
Özellikle son elli yılda başta Türk sömürgeciliği olmak üzere diğer sömürgeci devletler Newroz’un öncesinden başlayarak halkımıza karşı özel olarak baskıları, işkenceleri artırarak korku ortamı yaratmış ve katliamlar gerçekleştirmiştir. PKK militanları, sempatizan ve taraftarları da bu politikaya; büyük katliamlara ve baskılara karşı mutlaka direnişlerle karşılık vermişlerdir. Dîlok ve Nizip gibi alanlarda Mehmet Ertürk (Agirî direnişinde 1985 yılında şehit düşmüştür) gibi yoldaşların öncülüğünde bazı sömürgeci kurumlara karşı etkili, ses getirici eylemler yapılmıştır. Daha sonra da bu halklaşma temelinde serhildanlarla karşılık verilmiştir. Bu direnişlerde, büyük acılar yaşanmıştır.
Newroz köleleşmeye karşı bir direniş ve özgürlük müjdesidir
Bundan tam 2635 yıl önce sömürgeci Asur İmparatorluğu’nun sarayı, Nînova kenti Demirci Kawa’nın öncülüğünde gelişen halkların özgürlük hareketiyle yerle bir edildi. Tarihin MÖ 612 yılının 21 Mart gününde yaşanan bu eşsiz isyan başta Med kabileleri olmak üzere bölgedeki diğer halkların özgürleşmesinin yolunu açmıştır. Medler ve diğer halklar zaferin nişanesi olarak kale burçlarında ateşler yakarak zaferi, ovalarda yaşayanlara müjdelemiş ve kutlamışlardır. Bu biçimiyle Newroz, günümüze kadar Ortadoğu halkları için bir bayram olarak kutlanmıştır. Ancak daha sonra her halk Newroz’u kendi tarihisel-toplumsal ve içinde bulunduğu siyasal koşullara göre özgün biçimlerde kutlamıştır. Kürt halkı için geleneksel bir bayram olmanın ötesinde Newroz, özellikle son elli yılda bir özgürlük, birlik, dayanışma ve zafer günü kabul edilmiş ve kutlanmaya başlanmıştır.
Newroz, aynı zamanda yeni gün demektir. Gece ile gündüzün eşitlendiği gün, kışın dondurucu soğuğundan kurtuluşun ve baharın müjdelendiği, doğanın canlandığı, yenilendiği, çiçeklendiği, pınarların patladığı bir gün olmayı da ifade eder. Bu anlamda Newroz başta Kürtlerin ana-ataları olan Medlerin öncülük ettiği, diğer halkların da yer aldığı, desteklediği bir direniş ve aynı zamanda Kürtlerin özgürce kendi toprakları üzerinde halklaşma sürecine geçişlerinin de adı olmaktadır.
Tabi ki bu zafer Demirci Kawa’nın bir günlük eylemiyle başlamadığı gibi sonuçlanmadı da. Yüzyıllarca köleci Asur despotizmine karşı toprağını koruma ve halklaşma mücadelesi yaşayan irili-ufaklı birçok direniş ve isyanlarla mayalanmıştı bu süreç.
Bilindiği gibi, köleci Asur İmparatorluğu, insan kafataslarından yaptığı kalelerle ünlenmişti. Siyasi-askeri iradesini kırdığı halklara karşı, tıpkı bugün sömürgeci-soykırımcı TC Devleti’nin yaptığı gibi halkları talan ederek, yağmalayarak, yerinden-yurdundan göçerterek, başka alanlarda yaşamaya mecbur bırakan imhacı uygulamaların sahibidir. Onun içindir ki, Asur’a karşı halkların da direnişi bir o kadar köklü ve radikal olmuştur.
Bu zulüm karşısında tanrı-kralların altın çağının yaşandığı, her sözlerinin bir emir olarak ele alındığı, köleciliğin zirvede yaşandığı, insanın iradesizleştirildiği zulüm düzenine karşı arayışlar da başlamıştır. Zerdüşt öncülüğünde insanı, düşüncesini ve özgürlüğünü esas alan felsefi yaklaşım da bu anlamda bu zulüm imparatorluğuna karşı verilen bir yanıttır. Böyle bir düşünsel, felsefi ve ideolojik hazırlık olmadan, köleciliği “kader” olarak gören, gösteren egemenler ve bunu içselleştiren köle yığınları ve böyle bir devletin yarattığı zenginliklerden faydalanan ara tabakaları değişim yönünde harekete geçirmenin olanağı da yoktu.
Düşüncede kazanılmadan, pratikte kazanılamaz
Önderlik bu durumu şöyle ifade etmektedir; “Medya’da ‘Mag’ adı verilen Zerdüşti rahiplerin arayışını da bu genel eğilimin bir parçası ve bir kurtuluş ideolojisinin gruplaşmasına öncülük eden temsilcileri olarak görmek gerekir. Medyalı Mag rahipleri bu tarihi eğilimin temsilini MÖ 1000’lerden itibaren en stratejik bir alanda yapmaktadır. Sümer ve Mısır mitolojisinde ve onlara dayalı din anlayışlarında, temsilini bulan mutlak kulluk ve kölelik ile her şeye hükmeden tanrı ile karşısında çaresiz, iradesiz kılınan insanın; izinsiz bir gölgeye bile sahip olması düşünülememekedir. Dönemin ruh ve zihniyet yapısına egemen olan bu ideolojidir.
İşte Zerdüşt’ün de bütün reformculardan en önce çatlattığı, bu egemen ideoloji kalıplarıdır. Bu aynı zamanda uygarlık akışında, egemen sistemi tümüyle saran ideolojiyi delerek yükselen insan iradesine yol açan en büyük ideolojik devrimlerdendir. Bu devrimle birlikte, siyasal ve sosyal sistemde birey özgürlüğü ilk defa seslendirilmektir. İnsanın gölgesine bile sahip çıkamadığı köleci uygarlığın tanrı yasalarına dayalı geçen üç bin yıllık zihniyet ve ruh yapılarına karşı; ‘Ayağa kalk, iradene ve zihnine sahip çık ve saygılı ol’ demek çok zor bir ahlak ve zihniyet devrimidir….” (Önder Apo, AİHM Savunması)
Önder Apo’nun yaptığı bu belirleme, Newroz’un ideolojik, ruhsal temellerinin doğru anlaşılması açısından önemlidir. Vahşi, hiçbir yasal, hukuki sınır konulmamış, bir tanrı-kralın iki dudağının arasındaki sözcüklerle yüzlerce yıl karşı karşıya kalmış insanların zihinlerini böyle etkileyici bir felsefe ile sarsmadan, donmuş ruhlarını tutuşturmadan, köleci Asur İmparatorluğu’nun üzerine yürümek mümkün değildi. Düşüncede kazanılmadan, pratikte kazanılamaz ilkesi, burada bir kez daha kendini kanıtlanmaktadır.
Bir topluluğun tüm baskı, katliamlara ve sürgünlere rağmen, topraklarında var olma, yurtlaşma ve özgürleşmedeki ısrar ve inadının temelinde işte böyle bir ideolojik ve ahlaki temel vardır. Bu bugün de üzerinde düşünülmesi gereken bir felsefedir. Çünkü sömürgeci soykırımcı TC Devleti ilk günden beri zihinsel sömürgeciliği esas almıştır. Zihinsel sömürgecilik, sömürgeleştirilen halka, kendisine uygulanan sömürgeciliği meşru ve kabul edilebilir olarak görmesini sağlar. Demirci Kawa efsanesinde dile getirilen olay aslında tam da bunu anlatır. Dikkat edilirse, efsanede Dehak denilen zalim kralın omuzlarındaki yılan başına her gün bir Kürt gencinin beyni yedirilerek durdurulmaya çalışılır. Bununla Kürt gençlerinin beyinlerinin hedef alındığı sonucuna rahatlıkla ulaşılabilir. Bugün de sömürgeciler zihinsel sömürgeciliği bin bir yöntemle geliştirmeye çalışarak varlıklarını ülkemizde kalıcılaştırmaya çalışmaktadırlar. Önderliğin deyimiyle, “kafalarda meşrulaştırılan sömürgeciliği hiçbir güç yıkamaz.” Onun için Magların, Zerdüşte dayanarak geliştirdikleri ideolojik mücadele ile insanlar ayağa kaldırılmaya, düşünce ve iradeleriyle hareket etmeye çağrılır. Zerdüşt’ün, “doğru düşün, doğru konuş ve doğru yap” sözünü de böyle anlamak gerekiyor.
Newroz böyle bir zihinsel birikimin birliği ve örgütlülüğü sağlama temelinde isyanlaşma günü olmuştur. Eğer böylesine adım adım örülen, zorlu yaşam ve mücadele koşullarında oluşturulan ve kültürleşen yapılanma olmamış olsaydı, belki de Newroz bugünlere kadar varlığını sürdüremezdi; tarihin bir yerinde kaybolur giderdi. Ama Med aşiret ve kabileleri yüzlerce yıllık süre içerisinde büyük özgür insani felsefesi, iradesi temelinde toprağa, emeğe bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Bu güçlü bir yurt sevgisini beraberinde getirmiştir. Üzerinde doğdukları toprakları ölümüne savunmuşlardır. Bu temelde birlik oldular, örgütlendiler, mücadele ettiler ve zafer kazandılar.
Eğer son sekiz yıl içinde ve özellikle de son 2 yıldan bu yana her türlü gelişmiş teknik, İHA, SİHA, termal, fosfor, termobarik bombalar, taktik nükleer bomba ve top, savaş uçağı kullanılmasına rağmen, arkasına dünya gericiliğinin liderliğini yapan ABD ve NATO güçlerini, Kurdistan’da hainliğin zirvesini temsil eden Barzani ailesini almasına rağmen Kurdistan Özgürlük Savaşçıları; kadını ve erkeği ile halen savaş tünellerinde direnişlerini sürdürüyorlarsa bunu Med ana ve atalarımızdan devr aldığımız gelenekle başardığımızı bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. O tüneller ki, yıllarca büyük bir emekle kazılmışlardır. Eğer büyük yurtseverlik ve özgürlük ideali olmazsa, insanın bu çağda bir metre dahi bir tünel kazması mümkün olamazdı. Özgürlük savaşçılarına yüzlerce metre savaş tünelini kazdıran ve orada savaştıran işte böyle bir tarihsel mirasa sahip olmalarıdır. Tarihte yaşananlar kaybolmazlar. Süreklilik esastır. Mutlaka kendisini bir biçimde yaşatırlar. Yaşanan, tam da budur.
Çağdaş Med Hareketi PKK ile başlamıştır
Önder Apo’nun ilk ‘Kurdistan Devrim Manifestosu’nu yazarken, Kurdistan ulusal kurtuluş mücadelenin çağdaş bir Med hareketi olduğunun altını büyük bir önemle çizmesinin anlamı vardır. Demirci Kawa öncülüğünde gelişen ilk Med hareketi nasıl ki köleci sömürgeciliği temsil eden Asur İmparatorluğu’nu yıkarak, bölgeye geçici de olsa bir huzur, istikrar, güven ve özgürlük getirdiyse; inanıyoruz ki çağdaş Med hareketi olan PKK de sömürgeci soykırımcı TC Devleti’nin faşist hükümetini yıkarak, aynı rolü oynayacaktır. Çünkü ülkemizi ve bölgemizi geliştirdiği sömürgecilik ile talan eden, yakıp yıkan, kasıp kavuran Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazları üzerinde kurulan soykırımcı sömürgeci TC Devleti bugün başta Kürt halkı olmak üzere Arap, Rum, Ermeni, Süryani, Alevi inancı olmak üzere bütün kültür ve inançların başına, tıpkı Asur İmparatorluğu gibi bela kesilmiştir. Özellikle de 20 yıldan bu yana iktidarı yürüten faşist şef Tayyip Erdoğan’ın pratiğinden de bu çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu açıdan TC’nin oynadığı bu uğursuz rol ile Asur imparatorlarının oynadığı rol, ülkemiz ve bölgemiz açısından hemen hemen aynılaşmıştır.
Kürtlerin ana-ataları olan Medler, MÖ 612’nin 21 Martın’dan itibaren kesinleşmiş bir halk kimliği ile yüz yıla yakın bir süreçte özgürce yaşadılar. Dil, kültür-sanat, din, siyasi, askeri ve ekonomik olarak kendilerini geliştirdiler. Bilinen Harpagos ihaneti ile birlikte tarihimiz zirveden baş aşağı gitmeye başlamıştır. Kurdistan bölgede ve dünyada güç olmak isteyen imparatorlukların çarpıştıkları bir savaş alanı haline getirilmiştir. Persler, Yunanlılar, Romalılar, Sasaniler, Emeviler, Bizanslar, Osmanlılar vb güçlerin savaş alanı olmuştur. Bu süreçte özgür gelişme imkanlarını önemli oranda yitiren Kürt halkı her türlü işgal istila ve sömürgeciliği derinlemesine yaşamaya başlamıştır. Buna karşı halkımız, Newroz’u hafızasında ve yüreğinde canlı tutarak korumasını bilmiştir. Her fırsatta dile getirmekten ve her Newroz’da küçük bir kıvılcım çakma biçiminde de olsa mutlaka o özgür günleri getiren Newroz’un anısına sahip çıkarak, bir gün yine o günleri yaşayacakların umudu ve hayaliyle yaşamışlardır.
Bu anlamda Newroz halkımızda en kötü baskı koşullarında dahi, özgürleşme umudunu, hayalini sürekli canlı ve diri tutmada belirleyici bir rol oynamıştır. Denilebilir ki, Newroz kültür ve geleneği bu anlamda halkımızın esas çimentosu olmuştur. Bir ateş kültürü ve bir ateş halk olma gerçekliği ortaya çıkmıştır. Bu sömürgeci-işgalci sınıflı uygarlık karşısında; toplumsal, halksal ve komünal değerlerin varoluş biçimini almıştır.
Fakat Arap Emevi Devleti’nin saldırıları neticesinde Kürt egemenleri, halk kimliği olarak sahiplendikleri inanç olan Zerdüştlüğü bırakıp, Kurdistan’ı işgal eden, sömürgeleştiren Arap egemenlerini tercih ederek çıkarlarını orada aramışlardır. Bu süreçte sömürgeleşme, Araplaşma, iç içe yaşanmıştır. Yoksul halkımız ise teslim olmamak için dağların doruklarını, derin vadileri ve ormanlık alanları tercih ederek oralarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Burada halk kimliklerini var olan imkanları ile özgürce yaşamaya devam etmişlerdir. Fakat devletçi uygarlık daha çok şehirlerde ve ovalıklarda olduğu için Kürtlerin sığındıkları alanlarda ne pahasına olursa olsun onların “çağları” dışında kalarak varlıklarını korumuşlardır. Ateş kültüründen tümüyle vazgeçmemişler ve Newroz’ları da daralan sınırları içerisinde kutlamaya, karşılamaya devam etmişledir.
Newroz tüm bu yıllarda, toplumsal hafızalardaki yerini korumuştur. Ancak Newroz’un direnişçi, zulme isyan eden yönü gün geçtikçe ciddi bir aşınmayı yaşamış, geleneksel bir bayram olarak hatırlanan ve kutlanan bir gün haline dönüşmekle yüz yüze kalmıştır. Zulme, sömürgeciliğe karşı bir eylem, isyan günü değil, en güzel ve yeni Kürt giysilerini giyip kırlara çıkılarak, ateşler yakılarak, klamlar söylenerek, halayların çekildiği bir gün haline gelmiştir. Ahmedê Xanê’nin Mem û Zîn adlı eserinden Newroz’un böyle karşılanarak, kutlandığı anlaşılmaktadır. Kurdistan ve Kürt halkı, ulus-devletlerin şekillendirildiği kapitalist modernite dönemini, bir de Osmanlı ve Fars imparatorlukları tarafından ikiye parçalandığı böylesi bir süreçte karşılamıştır.
19. yy isyanlarının başarısızlıkla sonuçlanması baş aşağı gidişi hızlandırdı
Sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu’nun Kurdistan’ın var olan özerkliğini daraltmaya yönelmesi, zorunlu askerlik ve vergilerin arttırılması karşısında, 19. yy Kurdistan’da baştan başa isyanlarla dolu olarak yaşanmıştır. Ancak bu isyanlar İngiliz, Fransız, Alman ve Rusya’nın emperyalist emelleri için, kendi çıkarları temelinde birbirleriyle yürüttükleri rekabet savaşında, Osmanlı İmparatorluğu’na verdikleri destek nedeniyle kısa süreler içinde ezilmişlerdir. Direnişlerin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Kürt halkı açısından baş aşağı gidiş daha da hızlanıp derinleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dünyanın büyük emperyalist güçleri ile işbirliği yaparak, Kürtleri ezerek, Kürtlerin son zafer umutlarını da tükenmeyle yüz yüze bırakmıştır.
19. yy’ın sonları ve 20. yy’ın başları Kurdistan’da Sykes-Picot, Ankara ve Lozan uluslararası anlaşması sonucu Ortadoğu’nun paylaşılmasıyla birlikte, Kurdistan’ın geri kalan iki büyük parçası da önce Osmanlı ve Fars imparatorluğunun, daha sonra da İran ve Türkiye sömürgeci devletlerinin denetiminde yok oluş sürecine alınmıştır. Her iki sömürgeci devlet oluşturdukları ulus-devletler ile birlikte Kürtleri kendi içinde eritip yok etmeyi siyaset olarak belirlemişlerdir. Oluşan böyle bir imha dayatması karşısında, yaşanan kimi yöresel isyanlar da bir canlılık belirtisinin ötesine geçememişlerdir. Bunlar karşısında ise Güney Kurdistan’da işbirlikçi ihanet çizgisi, doğası gereği kendisini daha çok Kurdistan’ın bütünlüğünün aleyhinde kullandırtarak aşiretsel ve aile çıkarlarını korumayı esas almıştır. Rojava Kurdistan’ı ise Kurdistan’ın diğer parçalarında ortaya çıkan gelişmelere göre hareket etmenin ötesinde bir aşama kaydetmemiştir. Burada da BAAS rejimi 1960’lı yıllardan itibaren, TC Devlet sömürgeciliğinin Bakurê Kurdistan’da yürürlüğe koyduğu soykırımcı Şark Islahat Planı’nı adeta kopyalayarak Rojava’da yürürlüğe koymuştur.
1970’li yıllarına gelindiğinde Kurdistan artık sönmüş bir yanardağ gibidir. Belki magmalar tümden sönmemiştir, fakat dışarıya vuran bir kıvılcım, fokurdayan bir lav ve akıntısı görünürde kalmamıştır. Adeta boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor gibi bir durum yaşanmaktadır. Öyle ki, artık Kurdistan ve Kürtlerin var olup olmadığı tartışılmaktadır. Arap egemenleri Kürtleri Arap’tan sayarken, Türk egemenleri Kürtleri kışın karda yürürken ‘kart-kurt’ sesleri çıkartan bir Türk boyu veya aşireti tanımlaması geliştirecek kadar yalan ve demagoji üretmekte adeta birbiri ile yarışma halindedirler. Fars egemenleri ise Kürtleri kendi akrabaları, hatta kardeşleri olarak kabul ettiklerini söylemekle birlikte, ulus olmaktan kaynaklı haklarını tanımazlar, anayasa ve yasalarında yer vermezler. Kürtler de dörde parçalanmış bir halde, çoğunlukla geleceğini sömürgeci soykırımcı devletlerde gören, kaderine razı gelmiş bir halde umutsuzluk içine girmişlerdir.
Kürt çocukları, her sabah Fars, Türk ve Arap egemenlerinin okullarında kendilerini inkar eden, egemen sömürgeci ulusları yücelten şiir ve marşlarla güne başlar bir hale getirilmişlerdir. Ardı sıra da tarih dersleri ve ideolojilerle zihinlerin, bilinçlerin zehirlenildiği inkarcılaşmış ruhsal bir şekilleniş içerisine alınmışlardır. Böyle düşünce ve ruhsal şekilleniş içerisinde halkımızın var oluş destanı Newroz adeta unutulmuş bir hale getirilmiştir.
“Ulusların kendi kaderini tayin hakkını” varoluşlarının temel ilkesi olarak kabul eden SSCB ile Lozan ile Kürtleri tarihten silmek isteyen kapitalist dünya güçleri çoğunlukla birbirleriyle anlaşmazlarken, belki de en iyi anlaştıkları nokta, Kürtlerin ve Kurdistan’ın var olan inkar-imhasıdır. Ancak hiçbir devlet de yeri geldiğinde ve çıkarı gerektirdiğinde Kürtleri kendi taktik araçları olarak kullanmaktan da geri kalmamaktadır.
İnsanlığın çok şey borçlu olduğu bir halkın üzerinde böyle kirli ve ahlaksızca politikalar uygulanırken, dünya izlemekle yetinmiştir. 70’lı yılların başında işbirlikçi Barzani hareketinin 1974’te yenilip “aşbetal” ilan edilmesiyle birlikte Kurdistan derin bir sessizliğe bürünür. Bazıları 1970’lı yılların başlarında ortaya çıksa da örneğin Bakurê Kurdistan’da, Kurdistan’ın adını dahi açıktan ağzına alacak cesaretleri dahi yoktur.
Kurdistan’ın adı, artık “Doğu”dur. Eğer adına mücadele denilecekse, mücadelenin düzeyi de bu kadardır.
Ancak bu yıllar aynı zamanda, Asur despotik zulmü karşısında olduğu gibi bir sorgulama ve arayışın başladığı yıllardır da. İşte böyle bir tarihi süreçte henüz 24’ünde yoksul-emekçi bir aileden gelen bir Kürt genci Amara’da adeta Kürdün, Kurdistan’ın sorununu kendisine dert etmiştir. Bu Kürt genci, dayatılan yaşamı ‘‘düşkünlük” ve “nefes alınamaz” bir durum olarak tanımlar. Soruna dair çok sınırlı ipuçlarını yakaladığında sorumluluğu daha da artar ve sorunun özünü yakalama arayışı daha da derinleşir. Gecesini-gündüzüne katar, Kürde ve Kurdistan’a dair ne varsa bulmaya, incelemeye, öğrenmeye, olup-bitenlerden dersler çıkarmaya çalışır. Bu aynı zamanda Önderliğin kendini oluşturma ve sömürgecilikten arınma sürecidir. “Ulusal kurtuluşa kalkmış güçlerin düşünce alanında bağımlılığın zerresi ulusal ihanete götürür” diyerek, kendisini TC Devleti’nin sömürgeciliğinin her türlü düşünce ve felsefelerinden arındırmaya çalışır. Böyle bir süreçten sonra, artık Önderlik için; bireysel, ailesel yaşam arayışları son bulmuştur. Bir halk ve bir ülke bu haldeyken onurlu bir yaşamdan söz edilemezdi. Bireysel bir gelecekten ise hiç bahsedilemezdi.
PKK’nin ilk çıkışını Newroz’da yapması bir tesadüf değildir
İşte 1973 Newroz’unda Türkiye’de askeri faşist bir cuntanın iş başında olduğu, terör estirdiği, Mahir Çayan’ların, Deniz Gezmiş’lerin katledildiği koşullarda, Çubuk Barajına, 24’ünde bir Kürt genci olan Abdullah Öcalan’ı götüren böyle bir yoğunlaşma ve arınma sürecidir. Beyninde-yüreğinde oluşturduğu düşünce ve duygularını bir Newroz günü beş Kürt gencine büyük bir içtenlik ve duyarlılıkla açar. Belki Demirci Kawa gibi kale burçlarına çıkıp ateş yakmadı. Fakat o ateşi önce kendi yüreğinde yakmıştı ve bir araya geldiği beş Kürt gencine yanan yüreğini sunarak onları böyle bir özgürlük mücadelesine katılmak üzere davet etmişti. Önder Apo bu toplantıda ülkenin mutlaka sömürgeci boyunduruktan kurtulması gerektiğini söyler ve bu şekilde ilk kez tarihi anlamına uygun bir biçimde Newroz ateşi yüreklerde yakılır ve bir Önderlik yürüyüşü başlatılmış olur. Önder Apo’nun Newroz gününü seçmesi bir tesadüf değildir. Bu, bir Önderlik tarzı, çıkışı ve özgürlük arayışıdır. Fakat bunun için ölüm uykusunda olan, uyandırılması gereken; kendi inkarında, yabancılaşmada derinleşen, düşmanın dayattığı yaşama doludizgin koşan o kadar çok insan vardır ki.
Kürt ve Kurdistan kavramları, 1970’ler Kuzey Kurdistan ve Türkiye metropollerinde ağızlara alınamaz bir haldeydi. Kürtler adeta unutulmuştu. Böyle bir sorunla ilgilenmenin de gereği yoktu. Çünkü modası geçmiş, aşılmış, olmuş bitmiş unutulmuş bir sorundu. Uğraşmaya değmez, uğraşılsa dahi yaşam umudu olmayan ölüm döşeğindeki bir hasta gibiydi. Son nefesini ha verdi ha verecekti.
Fakat Önder Apo böyle bir tarihsel aralıkta bir “Kurdistan vardır ve sömürgeleştirilmiştir; özgür olmalıdır.” Bu sonuca kendi iç dünyasında ve muhasebesinde ulaştığında baygınlık geçirecek kadar derinleşmiştir. Ölümsüz insanlar Haki Karer ve Kemal Pir buna tanıklık ederler.
PKK bir Newroz partisi olarak böylelikle bir tohum olarak Kurdistan topraklarına ve birkaç kişinin yüreğine ve beynine ekilmiştir. Önder Apo bir Newroz kişiliği yaratmanın peşine düşmüştür. Çünkü Kurdistan üzerinde dört başı mamur bir sömürgecilik; ancak, Newroz ruh ve bilinci ile açığa çıkarılabilir, yakılıp yıkılabilirdi. Onun için bir Newroz düşünce ve ruhu kadar onun kişiliği ve onun örgütüne de gereksinim vardı. Kendisine bu kadar yabancılaştırılmış, ihanetin içine batmış insanların sıradan çabayla öze döndürülmesi mümkün değildir. Bunun aşılarak başarıya ulaştırılması ise yine Önder Apo’nun örgütleme ve partileşme görevinin yerine getirilmesiyle mümkündü. Ve bunun önem ve anlamını şu şekilde dile getirmektedir:
“Parti kurmak dönem itibariyle bir onur meselesiydi. Ortada bunun için hemen yanıt oluşturabilecek olanaklar yoktu. Fakat muazzam bir onur boşluğu her adımda belli oluyordu. Baktığım her yerde adeta alçaklığın varlığını hissediyordum. Her şey ihanete uğramış gibiydi. Dağ-ova, köy-kent, tarih-güncellik, birey-toplum, devlet-yurttaş, kadın-erkek, çocuk-ebeveyn, yol-yolcu, kısaca her ikilem körce ve haince bakıyordu. Bir şeylerin yapılması gerektiği kesindi. Parti belki de anlam katarak bu ikilemleri çözüm yoluna sokabilirdi. Kurulan dar anlamda parti değil, yeni bir yaşam tarzıydı. Kimlik dönüşümü dayatılıyordu. Ülke, tarih ve çağdaşlıkla bu kadar uyuşmazlık hiçbir gerekçeyle izah edilemezdi. Gerekçelerimiz ve zayıflıklarımız ne olursa olsun, mevcut duruma müdahale şarttı. Bu durumda partileşme bir nevi intihar eylemiydi. Ama bilinçli bir birey intiharı değil, toplumun yaşanmazlığına tepki anlamında iğne ucu kadar da olsa onurlu yaşam şansını denemek için bir intihar, bir nevi namusu kurtarma eylemi. Değişik biçimde uygulanan namus eyleminin özgün bir biçimiydi partilileşmemiz.” (Bir Halkı Savunmak)
PKK bir Newroz partisi olarak doğdu
1973 Newroz’un da tohumu atılan kalkışın, kişiliği ve örgütlenmesi ancak böyle olabilirdi. Bunun ise kolay olmayacağı kesindi. İğne ile kuyu kazma misali, bunu kavratmak gerekmekteydi. Vatanına, diline, kültürüne, estetiğine yabancılaşmış; Kürtlükten vebadan ve yangından kaçarcasına kaçan insanları tekrar Kurdistan ana vatanına, diline ve kültürüne bağlamak ve onun için büyük bir savaşı göze alacak kadar eğitip donatmak hiç kimseye başarılabilir ve akıllıca bir iş gelmiyordu. Fakat Newroz’un gerçeği ile buluşan Önder Apo böyle bir zorlu hedefin üzerine yürümeyi var oluşunun biricik anlamı ve nedeni olarak görmekteydi. Aksi takdirde önüne çıkan düşmandan kaynaklı ve iç gericilikten gelen engelleyici ve geriye çeken tutumlar karşısında direnmek ve onların aşılması mümkün değildi.
Önderlik Demokratik Uygarlık Manifestosu olarak adlandırılan son savunmalarının 5. cildinde “Yaşamımı Kürtlükle, Kürtlüğü de yaşamımla özdeşleştirmeden hiçbir zaman gerçekçi bir toplumsallığı anlayamazdım. Tutarlı yaşamın vazgeçilmez ölçüsü toplumsal gerçeklikle ilintilidir’’ diyecekti. Newroz ruhu, işte böyle bir bilinç ve ruhla kazanıldı. Ülkesini ve halkını büyük sevmek ile başladı; acısını yüreğinde hissederek ateşlendi ve bir isyana dönüştü. Bu halka ve ülkeye yapılanların intikamını alarak, onurlu bir gelecek yaratmayı varlığının, yaşamanın biricik anlamı olarak kabul etti. “Olacak ise bir yaşam, ya özgür olacaktır ya da hiç olmayacaktır” öz değişiyle de son noktayı koydu.
Bu yönüyle de PKK’nin 27 Kasım’daki kuruluşu, 1973 Newroz’unda yakılan kıvılcımın bir yangına dönüşmesi olarak anlam kazanmıştı. PKK böylelikle bir Newroz partisi olarak doğdu. Apocu hareketin partileşme sürecinde olduğu bilgisini alan düşman daha PKK’nin kuruluş ilanı yapılmadan saldırılarını başlattı. Maraş Katliamı’ysa bu saldırının en somut bir hali olarak geliştirildi. Düşmanın kulağına ihanet pratiği ile seslenen Şahin Dönmez ilk kez PKK’nin kuruluşunu aktarması ise sömürgeci soykırımcı TC Devleti’ni adeta çılgına çevirdi. Bunun bir sonucu olarak da Apocu hareketin partileşmesine karşılık olarak daha farklı illerde yaptığı provokasyon, saldırı ve katliamlarla karşılık verdi. Böylece yakılan ateşi daha da büyümeden söndürmeye yöneldi. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi de bu saldırılara eklenen en üst düzeyde bir halka olarak tarihe geçti. PKK’nin, içlerinde Mazlum Doğan, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Ferhat Kurtay, Akif Yılmaz ve Sakine Cansız gibi birçok öncü kadrosu ve sayısı binleri bulan kadro adayı, taraftarı, sempatizanı ve demokrat, yurtsever Kürt insanı böylesi bir süreçte esaret altına alınmış ve vahşet olarak adlandırılarak, tarihe geçen benzeri görülmemiş işkencelere maruz bırakılmışlardır.
Yaşamın her anının işkenceye dönüştürüldüğü, 12 Eylül 1980 askeri sömürgeci faşist darbesi altında; PKK’li genç öncü kadrolar, kadro adayları, taraftar ve sempatizanları ile demokratlar, yurtseverler şahsında Kurdistan halkının son umudu zindanda bitirilmek istenmiştir. Yaşamın 24 saati üzerinde iyice düşünülmüş, tasarlanmış işkence alanına dönüştürülerek; teslimiyet ve ihanet politikası egemen kılınmaya çalışılmıştır. İşkencesiz bir anın yaşanmasına imkan tanınmamıştır.
Mazlum Doğan eylemiyle Çağdaş Kawalaşmıştır
Oluşturulan böylesi bir ortamda TC sömürgecileri, faşist diktatörlüğü PKK militanları için “Ya teslim olacaklar ya teslim olacaklar başka kurtuluş yolu yoktur” derken, PKK öncü kadroları, militanları ise “Direnmek Yaşamaktır” (“Berxwedan Jiyane’’) diyerek boyun eğmemişlerdir. Düşman öncelikle Mazlumları, Kemalleri, Hayrileri hedef almıştır. ‘Baş giderse gövde zaten işe yaramaz’ düşüncesi ile hareket etmiştir. Mazlum Doğan henüz Haki Karer yoldaş gibi yaşamının 27’sinde iken, böyle ağır işkenceler ile karşı karşıya geldiğinde, nasıl bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıya bulunduğunu fark etmekte gecikmemiştir. Günlerce, haftalarca, aylarca tutulduğu işkence koşullarında; Amed 5 No’lu Zindanında 4. Kat 9. hücrede tarihsel bir yoğunlaşma ve hesaplaşma içerisine girmiştir; orada kararını vermiştir. Verdiği kararı hayata geçirme günü olarak da 21 Mart’ı, Newroz’u belirlemiştir. Ve eylemiyle; sonsuza değin düşmanın yüreğine korku salmış, yoldaşları ve halkı içinse sonsuz bir moral, cesaret ve zafer umudu kaynağına dönüşmüştür.
Bazı insanlar için, örneğin rahat, güzel, sevinçli ve mutlu olduğu koşullarda zaman hızlı yaşanır. Göz açıp kapayıncaya kadar da bu verili süre geçer. Fakat işkence altında ve tek başına hücrede zaman ağır işler. Gün; hafta, hafta; ay olur, ay; yıl olur… Zaman işlemez adeta durur gibidir. Bir insan bunu kendi üzerinde deneyebilir. Nefesi tutulan bir insan için 1-2 dakikalık süre ona sonu gelmez gibi olur. Adeta patlayacakmış gibidir. Fakat yanı başında rahatlık içinde bulunan bir insan için 1-2 dakikalık zaman fark bile edilmez. Ama Mazlum Doğan, o işkenceli günlerde saniye, dakika, saat ve günlerin ağırlığı altında durmadan düşünmüş çare ve çözümü kendisinde bulmuştur. Bu çarenin adı da Newrozlaşmak olmuştur! Eylem kararını ise Newroz öncesinde vermiştir. Vermiş olduğu bu karar ile de tarihi, güncel ile buluşturmuştur.
4. Kat 9. Hücre nasıl bir yerdir? Bir insan orada nasıl fiziki olarak kendi yaşamına son verebilir. İnanılması çok zor, mucizevi bir şeydir. Hani bir silah olsa, şehadet tetiği çektiğin andır. Bir bomba olsa, pimi çektiğin andır! Ya da bir matara dolusu benzin ve bir çakmak… Belki biraz zaman alır, ama hedefe varılır. Fakat daracık ve insanın içerisinde doğrulamayacağı kadar basık bir hücrede bir insanın kendi yaşamına son verecek eylemini gerçekleştirmesi çok zordur. Gerçekten de dünyanın en zor işidir. Fakat yeni bir tarihi başlatma kararlığı ve bunun kaçınılmazlığı bilincinde olan Mazlum Doğan kendi yaşamına son vermek için kendi kendisiyle mücadele ederek, bugüne kadar dünyada eşine rastlanmamış, belki de hiç rastlanmayacak bir eylem, başarmıştır. Mazlum Doğan, 1982 yılının Newroz gecesinde, böyle bir tarzda eylemini gerçekleştirerek Çağdaş Kawalaşmıştır.
Newroz en iyi insan bedeninin ateşe verilmesi ile kutlanır
Çağdaş Kawa Mazlum Doğan Diyarbakır 5 No’lu zindanı üzerine çöken 12 Eylül faşist karanlığını 4. Kat 9. Hücrede 3 kibrit çöpü ile hiç sönmeyecek bir Newroz yangını başlatmıştır. Artık zindan karanlığı aydınlatılmış, kurtuluş yolu görünmüştür. 3 kibrit çöpünün ölgün ışıkları belki de o gece ne kimsecikler tarafından görüldü ne de hissedilebilmiştir. Demirci Kawa’nın yaptığı gibi kale burcunda yaktığı ateş ile zalim Dehak’ın ölümünü Amed surlarının burçlarından müjdeleyemedi, ama yaktığı 3 kibrit çöpü; önce zindanın içerisinde bir aydınlanma yaratıp, ardından da Kurdistan dağlarına taşındı. Zindanda Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner ve Mahmut Zengin yoldaşların bedenlerinde yanan ateş Mazlum doğan’ı çoğalttı ve onda net olan PKK’lilik ölçüleri, çizgisi; Kemal Pir’in, M. Hayri Durmuş’un, Akif Yılmaz’ın ve Ali Çiçek’in Büyük Ölüm Orucu Direnişiyle önce Diyarbakır Zindanı’nda 12 Eylül 1980 sömürgeci askeri faşist cuntasına en ağır darbeyi vurarak yenilgiye uğrattı ve ardından da dağlara taşınarak tüm Kurdistan’ı, oradan da Ortadoğu’yu anlatan bir ateşe dönüştü.
1990 yılının Newroz’unda “Newroz çalı çırpı yakılarak kutlanmaz. Newroz en iyi insan bedeninin ateşe verilmesi ile kutlanır” diyen Zekiye Alkan’ın genç bedeninde Amed surlarında Kurdistan’ı aydınlatmaya devam etti. Ve çok geçmeden genç Kürt kadının bu eylemi, bir yıl geçmeden Amed halkında karşılığını buldu. Amed halkı Vedat Aydın’ın katledilmesine serhildana kalkarak cevap verdi. O Amed’de yüzbinler yürüdü.
Sadece bununla da sınırlı değildi. Tüm Kurdistan’da. Mêrdîn, Botan, Serhad, Dersîm, Amed, Riha, Dîlok, Semsûr, Meletî ve Türkiye metropollerine kadar etkisini taşıdı. Rojava’da Kobanê, Kamişlo ve Efrîn’e kadar ulaştı. Suriye metropolleri olan Şam ve Halep’e vardı. Newroz destanı çağdaşlaştırılmıştı ve Kurdistan’da yeniden doğuşun, dirilişin adı olmuştu. Mazlum Doğan Çağdaş Kawa halini almış; dağlarda binlerce Egît’e dönüşmüştü. Newroz artık Serhildanlaşmıştı. Kurdistan köy, kasaba ve şehirlerinde serhildana kalkmış milyonlar; Bêrîvanlaşmış, Bêrîtanlamıştı. Sömürgeci soykırımcı asker ve polislerin, hain korucuların silahlarından çıkan kurşunlara karşı, halkın öfkesi, haykırışı: “kahrolsun sömürgecilik” sloganlarıyla, Kurdistan’ın özgürlüğünü haykıran isyan olmuştu. Yaygınlaşan, büyüyen serhildanlar; yediden yetmişe herkesin yerini aldığı Newrozlaşmış bir halk gerçeğini açığa çıkarmıştı. Artık Kurdistan “dirilişin başarıldığı, sıranın kurtuluşa geldiği” bir ülke haline gelmişti.
1990’lı yılların başında , Sömürgeci Türk ordusunun bir generalinin ağzından çıkan “çocukların attığı taşın delmeyeceği hiçbir zırh yoktur” sözü yenilgi sürecinin itirafıdır. Newrozun serhildanlara dönüşmesi, böylesi bir süreci başlatmıştır.
Rahşan Demirel henüz 17’sinde bir genç kız! 1992 yılının Newroz’un da İzmir Kadifekale’de vatansız bırakılmak istenmesine karşı öfkelidir ve ana yurduna dönüşün özlemi ile bir ateş yakar bedeninde. Türkiye metropollerine göç etmiş gençlere ve asimilasyonun bıçağı altına alınmış Kurdistan halkına bir emir gibi söylenen “ana vatanına dön” çağrısıdır bu. Ve bu çağrı karşılığını bulur. Metropol kentlerinden dalga dalga Kürt gençleri Kurdistan dağlarına akmaya başlar. Bir kez daha çağrı genç bir bedenin ateşe verilmesi ile yapılmıştır. Buna uymamak olmazdı!
1993 Newroz’u; Kurdistan’ı inkar ve soykırıma uğratma konferanslarının yapıldığı, kararların alındığı ve komploların mayalandığı Avrupa’da kapitalist moderniteye karşı başlayan bir isyana dönüşmüştür. Ronahî ve Bêrîvan’ın bedenlerinde tutuşturduğu Newroz ateşi bu isyana öncülük etmiştir. Bu iki cesur yürekli özgür kadın duruşunun manifestosunu yazan yoldaşlar için Önder Apo “Özgürlük kolay olsaydı Ronahî ve Bêrîvan kendilerini yakarlar mıydı?’’ demektedir.
Önder Apo ile Kürt halkının kaderi birdir
Önder Apo’ya yaklaşım Kürt halkına yaklaşımdır. Dolayısıyla 50. Yıl Önderlik Newroz’unun yıl dönümü; aynı zamanda Önderliğin fiili özgürlüğünün nasıl sağlanabileceğinin yolunun da ne olduğunu göstermektedir. Bu uğurda yapılması gereken de istemekle yetinmemektir, aksine içerisinde yöntem zenginliğine sahip; kararlı, ısrarlı ve kesintisiz bir mücadele tarzının geliştirilmesidir.
Gelinen aşamada dört parça Kurdistan’da, yurt dışında halkımıza; mücadele azmi, kararlığı, bilinç, örgütlülük ve yol yöntem kazandıran Önder Apo’nun hala böyle ağırlaştırılmış mutlak tecrit altında bulunması kesinlikle kabul edilmemelidir. Bu sadece Kürtlerin değil bölge halklarının ve insanlığın, ezilen halkların, kültürlerin, inançların, kadınların, gençlerin de bir görevi haline getirilmelidir. Kürt halkı bilmelidir ki, bu görevi kendi ülkemizde yerine getirdiğimiz oranda, başkalarından da isteme hakkını elde edebiliriz.
O halde tecrite karşı Önderliğin özgürlüğü, gerillanın imhasına karşı gerillaya katılımla birlikte öz savunmayı her alanda örgütleme ve düşmanın olduğu her yerde etkili eylemler yapma temel bir görev olmalıdır. Bunun için en amansız koşullarda direnen ve tüm ezilenlerin onuru olan Kurdistan Özgürlük Gerillası’na katılım ve dönemin zalim Dehak’ı Tayyip Erdoğan’a karşı savaşı her alanda yürütmek yurtseverliğin, devrimciliğin ve insan olmanın önde gelen temel görevidir. Kurdistan gençliği mutlaka her türlü yol ve yöntemi değerlendirerek bu savaşta zaferi hedefleyen bir katılımı sağlamalıdır. İnanıyoruz ki Kurdistan gençliği bunun bilincinde olarak harekete geçecek ve başaracaktır. Bunun için de Kurdistan dağları başta olmak üzere, soykırımcı TC Devleti’nin bulunduğu her alanda bilimin-tekniğin bütün imkanlarını öğrenerek, demokratik ulusun inşasında ve öz savunmanın hizmetine koymalıdır. Bir seferberlik biçiminde geliştirilmesi gereken bu görevlerin enternasyonal boyutu da ihmal edilmemeli, mutlaka geliştirilmelidir.
Kurdistanlı kadınlar 2023 yılında tüm baskı ve sindirme çabalarına rağmen deprem bölgelerinde gösterdiği inisiyatif ve etkinliklerle, 8 Mart eylemlerinde faşist AKP-MHP hükümetinin her türlü saldırılarına rağmen Kurdistan’ın her bir yanında Türkiye metropollerinde, Rojhilat’ta, Başûr’da Rojava’da ve dünyanın birçok yerinde “Jin-Jiyan-Azadî” şiarı temelinde devrimi hedefleyerek harekete geçmiştir. Toplumsal özgürlüğün kadının özgürlüğünden geçtiğinin bilincinde olan Kürt kadını Saraların, Delallerin, Jîyanların, Raperînlerin Evîn Goyîlerin, Zîlanların, Sara ve Rûkenlerin öncülüğünde mücadelelerini daha da yükselteceği açıktır.
Kurdistan’ın yer altı ve yer üstü zenginliklerine bir ahtapot gibi çöreklenen, insanlarımızın kanını emen, alın terini çalan ve tüm zenginliklerini üzerinde hakimiyetini sürdüren sömürgeciler ve hainler topraklarımızda egemen olduğu müddetçe hiçbir zaman iyi, güzel, özgür kimlikli bir yaşamı geliştiremeyeceğimiz gün gibi açıktır. Topraklarımızda sömürgeciler olduğu müddetçe, sömürgeci soykırımcı devletlerin veya emperyalist merkezlerin kapılarında dilenci ve sadaka beklentisi içerisinde olmanın kahredici konumunu yaşamaya devam edeceğiz. Kendi ülkemizde özgürlük ve refah içinde yaşayabilmemiz ve gelecek kuşaklara, özgür bir ülke bırakmak için kendimizi mutlaka devrimci halk savaşına göre örgütlemeli, doğamızı korumalı talan ekonomisine karşı komünal ekonomiyi inşa etmeliyiz.
6 Şubat depreminde çok açık bir şekilde görüldü ki, Kürtler için halen geçerli kabul edilen “en iyi Kürt ölü Kürt” politikasıdır. Soykırımcı, katliamcı, fırsatçı faşist TC Devleti’nin elindeki imkanları, enkazlar altından insanlarımızı çıkarma yerine, her türlü engellemede bulunmak için kullanıyor olması da bunun bir göstergesidir. Bunun karşısında yapılması gereken de artık sömürgeci soykırımcı devlet ve onun faşist ve sözüm ona liberal hükümetlerinden bekleme yerine, halkımızın kendi toprakları üzerinde özgürce yaşamanın kararlı ve örgütlü mücadeleden geçtiği bilinciyle harekete geçmesidir. Ve şimdi bunun tam zamanıdır. Kurdistan halkı böyle bir görevle karşı karşıyadır. Aksi takdirde Kurdistan’da gölgesinde serinleyecek ne bir ağaç ne içilecek bir damla temiz su ne de nefes alınacak temiz bir hava kalamayacaktır.
2023 Newroz’u, en başta Önderlik üzerinde uygulanan tecride, gerillalara karşı kullanılan kimyasal ve her tür yasaklı silahın kullanılmasına karşı direnişin simgesi haline gelen bir Newroz’dur. Yine erkek egemenlikli zihniyete, Kürt kadınlarının sömürgeci kontralar tarafından düşürülerek katledilmesine, doğamızın talan edilmesine ve son depremde yüz bini aşkın insanımızın katledilmesine ve acı çeke çeke ölüme terkedilmesine, son yüz yılda soykırımcı TC Devleti’nin yaptığı tüm katliamlara karşı halkımızın duruşunun en somut bir ifadesidir.
Böyle bir hesap sorma değil de sırf iktidar olmak, koltuk kapmak için başta Kurdistan halkı olmak üzere diğer halkların, kadınların, emekçilerin duygularını, acılarını sömüren, çöküşü yaşayan, sömürgeci soykırımcı TC Devleti’ni restore etmek isteyen kesimlere karşı da son derece dikkatli ve duyarlı olunmalı, demagojilerine, ne idüğü belirsiz “helalleşme” safsatalarına prim verilmemelidir. Üçüncü Yol’da Önderliğin özgürlüğünü, Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Kurdistan’ın özgürlüğünü, AKP-MHP faşist hükümetini alaşağı edip, hesap sormayı hedefleyen çizgide daha geniş birlikler, ittifaklar kurarak, ulaşılamayan toplumsal kesimlere ulaşılmalı, mutlaka ikna edilerek daha büyük birliğin, dayanışmanın yolu açılmalıdır.
Seçim kadar, meşru zeminde her türlü faşist devletin resmi ve paramiliter güçlerinin saldırılarını karşılayacak, boşa çıkaracak güç birlikleri de mutlaka yaratılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, AKP-MHP faşist hükümeti çoktan meşruiyetini yitirmiştir. Böyle bir hükümetle her türlü mücadeleye hazırlıklı olunmalıdır. Onun için 21 yıldan beri iktidarı elinde bulunduran bu faşist çete, her türlü seçim hilelerinden tutalım, iktidarda kalmak için her türlü karşı koyuşa, yönteme başvurabilir. Bu nedenle de devrimci-demokratik güçler, kadınlar, gençler, emekçiler kendisini bu türden saldırı, oyun ve provokasyonlara karşı hazırlamalı ve mutlaka boşa çıkaracak gücü ve örgütlülüğü yaratmalıdır.
Hesap sormak Kurdistan halkı için öncelikli bir görevdir
Unutulmamalıdır ki, yaşamımızı kendi topraklarımızda örgütleyebildiğimiz öz savunma temelinde savunabildiğimiz oranda özgür olacağız. Ne kadar öz savunma temelinde örgütlülük, ne kadar en geniş halk kitlelerinin, inançların, halkların, kültür ve kimliklerinin eşit-özgür birliği sağlanırsa; ancak o zaman AKP-MHP faşizmi yıkılır. Önderliğin, Kurdistan’ın özgürlüğü, demokratik ulus inşası, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ancak ve ancak bu temelde olanaklı bir hale gelebilir.
3. Dünya Savaşı koşullarında hiç kimse kısa zamanda ve rahatça dünyanın, Ortadoğu’nun ve Kurdistan’ın barış ve istikrara kavuşacağının beklentisi içerisinde olmamalıdır. Herkesin kendi topraklarında özgür iradesi ve kimliği ile yaşaması hedefi ve amacı elbette olmalıdır. Fakat bunu sağlamanın yolu bu savaşları Kurdistan’da Ortadoğu’da Ukrayna ve birçok alanda başlatıp sürdüren kapitalist modernitenin savaş baronlarına karşı güçlü bir demokratik sosyalist hareketin geliştirilmesiyle mümkün olabilecektir.
Bakurê Kurdistan’da Veysi Ateş ve Mehmet Akar; Mazlum Doğan’ın, Zekiye Alkan’ın, Rahşan Demirel’in, Ronahî ve Bêrîvan’ların yolundan giderek 2023 Newroz’unu erkenden kutladılar. Önder Apo üzerindeki gerçekleştirilen uluslararası komplo ve ağırlaştırılan tecride dikkat çekmek için eylem yaptılar. Ve bunu yaparken de onlar gibi, Newroz’u nasıl fedaice ele aldıklarını göstermekten geri kalmadılar. Veysi Ateş Mardin yurtseverliğinin Mehmet Akar Amed yurtseverliğinin sembolü olarak bu çağrıyı Newrozlaşarak ateş ile buluşarak yaptılar.
Yüz bini aşkın insanımızın yaşamını yitirdiği, milyonlarca insanımızın halen de doğru dürüst yaşama imkanı bulamadığı ve soykırımı tamamlayıp Kurdistan’da demografik değişimi yapmanın arayışında olan sömürgeci soykırımcı TC Devleti’nin yaptığı tüm hesapları boşa çıkarmak ve hesap sormak Kurdistan halkı için öncelikli bir görevdir. Kürtlerin Kurdistan’dan, Arapların Hatay’dan çıkmaması için ve gidenlerin de geri getirilmesi için herkesin Kürt ve Arap soykırımına karşı görevleri vardır. Bu Newroz aynı zamanda bu depremde suçları açığa çıkan AKP-MHP hükümetinden hesap sorma günüdür.
Sömürgeci, soykırımcı TC’nin 2023 yılı için yaptığı plan, Kurdistan özgürlük gerillasını tasfiye ederek, soykırım yapmanın önünde hiçbir engelin bırakılmamasıdır. Lozan Antlaşması’nın da yüzüncü yılında bu hedefine ulaşmak için, Musul-Kerkük başta olmak üzere, Efrîn’den Süleymaniye’ye kadar olan alanı da sınırlarına dahil etmek istemektedir. Ancak başta Önderlik olmak üzere zindanlardaki bütün yoldaşların, gerillanın, kadınların, gençlerin, siyasal, kültürel ve basın emekçilerinin, yurt dışındaki halkımızın ve dostlarımızın direnişi, onun belirlediği bu hedefe ulaşmasını engellemiştir.
Şimdi Bakurê Kurdistan’da sömürgeci soykırımcılığı geliştirmeyi Lozan Antlaşması’na dayandıran faşist TC Devleti’nin dayandığı bu “hukuksal” belgenin de paçavraya dönüştürme zamanıdır. Onun için bu Newroz, en güçlü ulusal birliğin kurulmasının güçlü bir zemini ve birlik halinde Lozan Antlaşması denilen belgenin yırtılıp atılmasının ve 51. Önderlik Newroz’unu karşılamanın hamlesidir.
Newroz yeni gündür. Newroz baharın müjdecisidir. Newroz baskı ve zulme karşı birlik, beraberlik ve isyandır. Newroz özgürce yaşama eşitçe paylaşmadır. O halde Newroz’u depremde zarar gören insanlarımıza karşı görevlerimizi yapmanın günüdür. Yasımızı, öfkemizi, örgütlülüğe, devrimci görevleri yerine getirmenin adıdır.
Bu Newroz’u dönemin Dehaklarını, hainlerini sonuna kadar lanetleme ve Efsane Komutan Reşit Serdar yoldaşın dediği gibi “Kurdistan topraklarında düşmanın gölgesine dahi izin vermemeliyiz” kararlılığını göstermenin zamanıdır.
Halkımız topyekun bir biçimde birinci Med Hareketinde olduğu gibi, zafere ulaşmışsa, şimdi de aynı ruh, bilinç ve örgütlülükle Çağdaş Med hareketiyle kendini özgürlüğe taşıyabilmelidir.
Bu temelde başta Önder Apo’nun Kurdistan halkının, savaş tünellerinde düşmana darbe üstüne darbe vuran direnen gerillanın, bu halkın en yiğit oğulları ve kızlarının ve Newroz’u kendi bayramı bilen herkesin Newroz’u kutlu olsun.
Newroz bi hezaran caran piroz be!