Duran Kalkan
Kürt halkının kaderini ve tarihin akışını değiştiren büyük 15 Ağustos 1984 Devrimci Atılımımızın 39’uncu mücadele ve zafer yılına giriyoruz. Öncelikle Büyük Atılım’ın 39’uncu yılını ve 15 Ağustos çizgisinde süren kahraman gerilla ve halk direnişimizi selamlıyoruz. Başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlarımızın, gerilla güçlerimizin, halkımızın ve dostlarımızın 15 Ağustos Ulusal Diriliş ve Gerilla Bayramı’nı kutluyoruz. Kahraman şehitlerimizi, ölümsüz komutanlarımız Agit ve Zîlan yoldaşlar şahsında saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Hareket ve halk olarak 39’uncu Atılım ve Zafer Yılı’nda daha güçlü savaşıp, daha büyük kazanacağımızı belirtiyoruz.
Kuşkusuz bir halk direnişi, özgürlük savaşımı açısından 38 yıllık mücadele büyük ve tarihi bir öneme sahiptir. Bu, hiçbir biçimde küçümsenemez. Hele hele Kürdistan gibi yok sayılan, yok edilme fermanı küresel devletçi sistem tarafından verilmiş olan Kürt halkı açısından 38 yıl kesintisiz özgürlük savaşımı yürütmek, bu temelde büyük özgürlükçü değerler biriktirmek çok daha farklı bir anlam ve öneme sahiptir. Bu anlam ve önem, Kürtler kadar bölge halkları, kadınlar, gençler ve tüm insanlık açısından da anlam taşıyor. 39’uncu yıla aynı çizgide, ruh, duygu ve düşünceyle dört parça Kürdistan ve yurtdışında mücadele ederek giriyoruz; özgürlük savaşımında bedeli ne olursa olsun ödemeyi göze almak, bu temelde kesin zafere kilitlenerek yürümek çok daha önemli, anlamlı, gurur verici ve onurlandırıcı bir durum oluyor. Hareket ve halk olarak 15 Ağustos Bayramı’nı böyle bir ruh ve duyguyla karşıladığımız, kutladığımız kesin.
Bunu günlerdir her alanda kadınların, gençlerin ve halkımızın coşkusunda, süreklilik arz eden eyleminde açıkça görüyoruz. Zap, Avaşîn ve Metîna başta olmak üzere Kürdistan’ın dört bir yanında kahraman gerilla güçlerimizin her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırıya karşı geliştirdikleri büyük direnişte görüyoruz. Günlerdir gerilla ve halkımız, 15 Ağustos Atılım ve Zafer Ruhu’yla 39’uncu mücadele yılına girişi selamlama eylemleri yapıyor. Bugün eylemler doruğa çıkmış bulunuyor. Yine hemen hemen herkes yıldönümü vesilesiyle 15 Ağustos Atılımı’nı, anlamını, önemini ve yol açtığı gelişmeleri değerlendirmeye çalışıyor.
Zaten herkes kendi çıkarı açısından 38 yıldır böyle bir değerlendirme içerisinde oldu. 15 Ağustos’un nasıl başladığını, ne anlam ifade ettiğini, muhtemel yol açacağı sonuçları değerlendirerek, kendi çıkarlarını bu temelde geliştirmek ve gerçekleştirmek istedi. Şunu iyi biliyoruz ki Kürdistan ve Türkiye’de son 38 yılın en çok tartışılan olayı, 15 Ağustos Devrimci Gerilla Atılımımız oldu. 15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli’de başlayan, Mahsum Korkmaz ve Abdullah Ekinci yoldaşların komutasında gerçekleşen, günümüze kadar Kürdistan’ın dört bir yanına yayılıp kesintisiz süren ve bugün de başta NATO olmak üzere tüm dünya gericiliğinin, iktidar ve devlet sisteminin desteğindeki AKP-MHP faşist-soykırımcı saldırılarına karşı zafer çizgisinde gelişen bu öncü gerilla savaşımız oldu.
15 Ağustos Devrimci Gerilla Atılımı’nın etkileri ve yarattığı sonuçlar
Bu 38 yıllık süre içerisinde dost-düşman herkes 15 Ağustos’a dair bir yaklaşımın sahibi oldu ve değerlendirmede bulundu. İyi şeyler de söylendi, kötü şeyler de. Herkes kendi çıkarı açısından bir şeyler ifade etmek istedi; “Teröristlik, haydutluk” diyenler de oldu. “İlk kurşun, Kürt miladı, özgürlük savaşımı, Kürt’ün dirilişi, insanlık için yeni bir alternatif özgür yaşam yolunun açılması” diye değerlendirenler de oldu. Bugün de yaşanan yoğun savaş nedeniyle benzer değerlendirmeler devam ediyor. Çünkü 15 Ağustos 1984 Atılımı’nın başlattığı Devrimci Halk Savaşı temelindeki direnişimiz, yeni hedefler, amaçlar ve yol-yöntemler edinmiş olarak günümüzde Zap, Avaşîn ve Metîna öncülüğünde her alanda tarihin en yoğun, anlamlı ve amansız savaşımı olarak sürüyor. Bu durum, günümüzdeki bu iddialı ve ısrarlı direniş hem 38 yıllık mücadelenin, savaşın sonuçlarını hem de Kürt gerçeğini ve sorununu anlamaya, değerlendirmeye yöneltiyor. Bu da anlaşılır bir durum. Tamamen yaşanan mücadelenin gereği ve sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kuşkusuz hangi sözlerin, tanımlamaların kalıcılaşacağını da bu büyük mücadelenin sonuçları belirleyecek. Bunu da net ifade edebiliriz.
15 Ağustos Atılımı’na dair en derin, kapsamlı, çarpıcı ve anlamlı eleştirileri, çözümlemeleri, tanımlamaları hiç kuşkusuz Önder Apo yaptı. İlk andan itibaren neredeyse gün gün, ay ay, yıl yıl atılımın başarısı, büyümesi, gelişmesi ve yayılması için ne yapılması gerekiyorsa onu araştırdı, düşündü, hazırladı, sevk ve idare etti. Büyük emek ve çabayla hazırladığı bu son Kürt isyanı ve direnişi, Kürt halkının olduğu kadar insanlık açısından da adeta son bir umut diyebileceğimiz Büyük Atılım’ın başarısı için büyük çaba harcadı. Önderliksel çıkış, ülkeye dönüş, PKK’nin kuruluşu, bütün bunların sonucu olarak gelişen Büyük Zindan Direnişi hiç kuşku yok ki 15 Ağustos 1984 Devrimci Atılımı’nın temelini oluşturdu. Onun yürütücü, karar, irade, iddia, amaç, düşünce ve eylem gücünü açığa çıkardı. 15 Ağustos 1984 Atılımı da bütün bunları dağa taşıyan, gerillaya dönüştüren, topluma ulaştıran, gerilla tarzında eyleme kavuşturan ve böylece tarihin akışını değiştiren, Kürtler açısından baş aşağı giden tarihi durdurarak, özgürce varolma ve yaşamanın başlangıcı olan yeni bir süreci ortaya çıkardı. 38 yıllık büyük direniş bütün bunları kalıcı ve önemli kıldı. Önder Apo, böyle bir atılım için “Bir inadın, iddianın, ısrarın, umudun atılımı” dedi. Bunu insan kalmakta ısrarın, faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetten hesap sormakta iddianın, inadın ve özgür yaşamak için bir umudun atılımı olarak gördü. “Binde bir bile olsa bu ihtimali denemek, bu yolda yürümek, burada başarı aramak insan olarak varolmanın ve yaşamanın zorunlu gereği olarak görüldü, değerlendirildi ve bu atılıma böyle girildi” dedi.
Bunlar günümüz açısından da çok fazla ön açıcı ve eğitici olan, derin anlam ifade eden, bizler açısından yol gösteren değerlendirmeler, düşünceler, tanımlamalardır. Hareket ve halk olarak böyle ele alıyoruz. Özellikle ‘‘Çöktürme Eylem Planı” temelindeki son yedi yıllık imha ve tasfiye saldırısı karşısında geliştirilen direniş çok büyük zorluklarla yürüse de, ağır bedeller gerektirmiş olsa da geldiği noktada yeniden umutları yeşertmiş olduğu, özellikle devrimci-demokratik çevrelerde, sol-sosyalist güçlerde, işçi ve emekçilerde, kadınlar ve gençlerde yeniden bir umut, kendine güven, iddia ve irade yaratmış olduğu bu 15 Ağustos sürecindeki coşkuda, heyecanda, değerlendirmelerde ve eylemlerde daha net olarak görülüyor. Geçmişe dair değerlendirmeler büyük önem taşıdığı gibi kuşkusuz bugünkü durumlar da daha fazla anlam ve önem taşıyor. Şunu gösteriyor: 15 Ağustos Atılımı yaşıyor, sürüyor, gelişiyor. Atılım ve zafer çizgisinde Kürt özgürlük mücadelesi devam ediyor ve bu mücadele Kürdistan’ı, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu değiştirme, demokratik dönüşüme uğratma, Ortadoğu’da yeni bir uygarlık çıkışını, kadın özgürlüğü ve ekolojik yaklaşımı demokratik toplum çizgisi temelinde yaratmayı adım adım sağlıyor. Bu düzeyde bir etkisi var. Her tarafa yayılıyor. Bu da 15 Ağustos Atılımı’nı anlamak için insanları daha fazla Kürdistan’a, Kürt direnişine, Kürt gerillasına, Önderlik gerçeğine yöneltiyor; Kürt varlığını anlamaya, incelemeye ve değerlendirmeye sevk ediyor. Düşmanlık yapmak isteyenler de bu gerçekler doğrultusunda daha fazla yöneliyorlar. Özellikle dost olmak isteyenler, böyle bir mücadelede kendi geleceklerini görenler, kendileri için olumluluk ve iyilik görenler, çok daha büyük bir coşku ve heyecanı yaşıyor. Daha çok anlamaya çalışıyorlar. Bu temelde değerlendirmeler daha olumlu ve umutlu, yaklaşımlar da daha cesur ve özgüvenli. İnsan bunları görüyor.
15 Ağustos, zafer kazanmış bir mücadele bayramıdır
Bugün de birçok devrimci-sosyalist-demokrat insan, “Kürtler 15 Ağustos’u büyük bir gururla bayram olarak kutluyor” diyor. Bir şeyin bayram olabilmesi için zafer yaratması gerekir. 15 Ağustos’u zafer kazanmış bir mücadele olarak görüyorlar. Çünkü zaferin güvencesi, garantisi şehitler gerçeğidir. Ortaya çıkardığı Önderlik gerçeği, düşünce gücüdür. Bunların ikisi de PKK’de ve Kürt halkında en güçlü bir biçimde gelişmiş durumda. Önderlik gerçeğinin, düşünce gücünün hiçbir şeyle yenilgiye uğratılamayacağını değerlendiriyorlar. Garantisi, kanıtı şehitler gerçeği oluyor.
Önder Apo da 15 Ağustos Atılımı’nın sonuçlarını değerlendirirken, “Özgürlük savaşımı içerisinde yaşamın mümkün ve geliştirici olduğu kanıtlanmıştır” diyordu. Özgürlüğü böyle soyut, sadece maddi ve tüketilir bir olay olarak değil de daha somut ve mücadeleyle bağlı, yaratmayı, kazanmayı, geliştirmeyi, bir şeyler icat edip ortaya çıkartmayı içeren bir olay olarak görmek, anlamak ve değerlendirmek daha doğru ve anlamlı oluyor. Önderlik değerlendirmelerinden, tanımlamalarından doğru bir özgürlük yaklaşımının böyle olduğunu net, açık görüyor, anlıyor ve öğreniyoruz. Bu da yanlışlarımızı, yanılgılarımızı bize gösteriyor. Hayallerimizi hedefle birleştiriyor. Umudumuzu bu anlamda güçlendiriyor. Daha somut, pratik iş yapar, bir şeyler üretir ve gelişme yaratır kılıyor. Doğru olan da, 15 Ağustos gerçeğinden anlamamız gereken de budur.
“15 Ağustos Atılımı’nın öğrettikleri neler” diye kendimize sorabiliriz. Bu konuda en çarpıcı cevapları Önder Apo’dan dinledik. Bütün yanılgılarımızı, oportünist denebilecek yaklaşımlarımızı yıkan, ortadan kaldıran, bizi özgür yaşam gerçeğiyle daha somut, yalın olarak birleştiren bir gerçekliği ifade ediyor. Bunu öğreniyoruz. Düşmanın, iktidar ve devlet düzeninin, erkek egemen zihniyet ve siyasetin, faşist-soykırımcı egemenliğin üzerimizdeki etkilerini daha derinden, ayrıntılı, somut görüp giderme imkânı buluyoruz. 15 Ağustos Atılımı gerçeği bunu aydınlatıyor. Apocu çizgide 1982 Büyük Zindan Direnişi temelinde gelişen bu Büyük Atılım’ın aydınlatıcılığı ve hesap soruculuğu bu gerçekleri açığa çıkarıyor. Birincisi, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin ne olduğunu ayrıştırıyor. İkincisi, iyi, doğru ve güzel adına, özgür olan adına hesap soruyor. Tarihi hesap sormayı gerçekleştiriyor. Önder Apo, 15 Ağustos Atılımı’nın birinci yıldönümünde önemli bir durum olarak bunu ifade etti ve “Gerilla, 15 Ağustos Atılımı tarihi hesap sorma işlevini sürdürecek ve başarıyla yerine getirecek, hakkı, adaleti ayrıştıracak, doğrular ile yanlışları yeniden ayıracak” dedi.
Kuşkusuz Kürtleri yok sayan ve yok etmek isteyenlerin kendilerine göre bir doğru-yanlış ayırımı vardı. Bunu yeniden sorgulayarak Kürt özgürlüğü temelinde doğrularla yanlışları yeniden ayrıştıracak ve yanlışlardan hesap soracak. İşte 38 yıldır gerilla ve halk direnişimiz bu hesabı soruyor. Bu hesap sorma askeri boyutta olduğu kadar ruhsal, duygusal, ideolojik, düşünsel, siyasi, örgütsel, sosyal ve kültürel boyutlarda oluyor. Bu hesap sorma açık bir biçimde faşist-soykırımcı düşmana karşı gerçekleştiği gibi her birimizde de o düşmanın içimizdeki etkilerine karşı da gerçekleşiyor. Büyük eleştiri ve özeleştiri hareketi, iç düşmana karşı mücadele, böyle bir hesap sormayı ifade ediyor.
Diğer önemli olan konu ise “olmaz teorisi” karşısındaki durumdur. “Ancak bu kadar olur, bu kadar yapabiliriz ya da daha fazlası olmaz” anlayışının ve tutumunun eleştirisi, mahkumiyetidir. Önder Apo, bunu net bir biçimde ortaya koydu. Günümüz açısından da ne kadar çarpıcı ve öğretici olduğu açıktır. Gerekçeler yaratarak, imkânsızlıkları, zorlukları, engelleri gerekçe göstererek, böyle bir savaşın yürütülemeyeceği, özgürlük iddiasının ve iradesinin sürdürülemeyeceği, zafere taşınamayacağı, ancak bu kadar olur anlayışını mahkum etti.
Yeterlilik anlayışı, “ancak bu kadar olur, daha fazlası olmaz” anlayışı günümüzde de Özgürlük Mücadelesini geliştirme, atılımı sürdürme önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Önder Apo, “15 Ağustos Atılım gerçeği bunları mahkum etti” diyor. 38 yıllık kesintisiz savaşın ve ortaya çıkardığı büyük kazanımlar da bu çizginin doğruluğunu kanıtladı. Olmazı olur yaptı. Olmaz denileni, olmaz sanılanı olura dönüştürdü. Burada da devrimci ruhun, bilincin, iddianın, iradenin, atılımcı ve kararlı tarzın, tutumun somut durumla kısmen uyumlu olduğu koşullarda her zaman büyük gelişmeler yaratabileceğini bize 15 Ağustos pratiği net bir biçimde gösterdi, kanıtladı.
15 Ağustos Atılımı bir zafer çizgisi, her türlü zayıflığı yenme çizgisidir
O nedenle yeni bir yıldönümünü yaşarken, “15 Ağustos Atılımı’ndan neler öğrenmeliyiz” sorusunu sorduğumuzda, bunlar temelinde bir iç sorgulama geliştirmeliyiz. Çünkü 15 Ağustos bir çizgi, atılım çizgisi, zafer çizgisi, her türlü zayıflığı yenme çizgisi, zayıfın güçlüye karşı başarıyla mücadele etme çizgisidir. Her koşulda devrimci ruh, irade, iddia varolursa, mücadele edilip kazanılabileceğini kanıtlama çizgisidir. 15 Ağustos Atılımı bu ve benzer özelliklerini Büyük Zindan Direnişi’nden aldı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nden aldı. En zor koşullarda, her tür imkânsızlık içerisinde ortalama aklın ve maddiyatçı tutumun, “Asla bir şey yapılamaz, hiçbir şey olmaz” dediği ve buna inandığı ortamda, büyük direnişler ortaya çıkardı. Tarihin akışını değiştiren anlayışlar ve tutumlar geliştirdi. Her türlü maddi gücü elinde bulunduran düşmanı yenilgiye uğratacak zaferler yarattı.
15 Ağustos Atılımı da bu gerçekliğin gerilla tarzında örgüte ve eyleme dönüştürülmesi oluyor. Zindandan dışarı taşırılması oluyor. Dağa, şehre, ovaya, toplumun bulunduğu her yere götürülmesi ve toplum içinde aynı ruh, bilinç ve tarzla örgüt ve eyleme dönüştürülmesini ifade ediyor. O nedenle böyle yeni bir yıldönümünü yaşarken, iç sorgulamayı, 15 Ağustos Atılımı’nın derslerini doğru çıkartmayı iyi bilmeliyiz. Bu konularda eksiklik olmamalı, hata yapmamalıyız. Bu tür günler, böyle yıldönümleri esas olarak iç sorgulamanın, eleştiri-özeleştirinin doğru bir çizgide derinliğine geliştirildiği, bu temelde de bireyin, toplumun, örgütün kendini yenilediği, yeniden yarattığı günler oluyor. Yıldönümü demek, bayram tanımı getirmek bunu ifade ediyor. Böyle yaklaşmak, yıldönümlerini doğru ele almak demektir. Büyük günleri anmak, bayram düzeyinde kutlamak, eğer böyle yaklaşılıp o günün anlamına tüm derinliğiyle ulaşılır, bu temelde bir kendini yenileme, değişim-dönüşüm, kişilik devrimi gerçekleşirse doğru yaklaşılmış ve başarıyla değerlendirilmiş olunur. Bunun dışında kesinlikle doğru değil. Parti gerçeğimiz, Önderlik gerçeğimiz bize bunu öğretti. Pratik doğru yaklaşımın, doğru anmanın ve bayram kutlamanın bu temelde olduğunu kanıtladı. Dolayısıyla hareket ve halk olarak bu 38’inci yıldönümünü de Büyük Atılım’ın 39’uncu yıla girişini de böyle bir eleştiri-özeleştiriyle, bu temelde kendini yenileme, değiştirme-dönüştürme, 15 Ağustos çizgisini daha doğru anlama ve daha başarılı uygulama noktasına kendimizi ulaştırmayı sağlamalıyız. Bunu hepimiz yapmalıyız. Gerilla yapmalı, parti öncülüğü yapmalı, kadın ve gençlik öncülüğümüz yapmalı. Tüm halkımız ve dostlarımız yapmalı. 39’uncu yılın doğru karşılanması ve 39’uncu yıl mücadelesinin başarıyla yürütülmesi ancak böyle mümkün olur.
15 Ağustos Atılımı Kürtler için yeni bir özgür yaşam yolunun açılmasıdır
15 Ağustos’u bugün daha anlamlı, önemli kılan; 38 yıldır yenilmezliği olduğu kadar 38 yılda ortaya çıkardıkları, yarattıkları ve kazandırdıkları oluyor. Bu bir gerçek. 15 Ağustos Atılımı Önderliksel çıkışın, partileşmenin yeniden bir özgürlük direnişine başlamanın somut adımını ifade ediyor. Bunun için milat deniyor, devrimin başlangıcı deniyor. Dolayısıyla Önderlik gerçeğinin, PKK’nin örgüte ve eyleme dönüştüğü, ete-kemiğe kavuştuğu, pratikleştiği, gelişme ve kazanım yarattığı süreç 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişen bu 38 yıllık büyük direniş süreci oluyor.
“15 Ağustos neydi, ne kazandırdı, dolayısıyla bu kazanılanları nasıl ortadan kaldırırız” diye düşmanlarımız da 15 Ağustos’u anlamak için çok yoğun çaba içerisinde bulunuyor. Çünkü; bu kazanımları 15 Ağustos Atılımı ortaya çıkardı. “Bunları yok etmek istiyorsan o zaman 15 Ağustos gerçeğini anlayacaksın, bileceksin; o temelde yaklaşacaksın ki bu kazanımları yok edebilesin, tasfiye edebilesin.” İster Türkiye cephesindeki AKP-MHP faşizminin saldırı durumu olsun; isterse dış cephedeki küresel kapitalist modernite sisteminin, iktidar ve devlet güçlerinin, ABD’den NATO’ya, İran’dan Rusya’ya kadar herkesin tutumu, duruşu ve yaklaşımları olsun göz önündedir. AKP-MHP faşizmi bütün bunların Kürt karşıtlığını birleştirerek, hiçbir ahlaki-hukuki kural dinlemeden her türlü yol-yöntemle suç unsuru olan savaş aracını kullanıp yapıyor.
Demek ki düşmanlarımız da en az bizim kadar bu gelişmelerin üzerinde duruyor. En az bizim kadar 15 Ağustos Atılımı’nı, onun yarattığı değerleri, kazanımları ele alıyor, anlamaya çalışıyor. Onlara karşı başarılı mücadele edebilmesi kesinlikle bunu gerektiriyor. Hatta bu konuda çok daha somut, gerçekçi, doğru yaklaşım içinde olmasını, yine her türlü gericiliği mutlaka birleştirmesini gerektiriyor ve öyle de davranıyorlar. Bu anlamda TC Devleti’nin, AKP-MHP faşizminin yaklaşımlarını, çabalarını hiç hafife almamak lazım. Sadece kaba bir propagandayla “Yenilmeye mahkumdurlar, başarılı olamazlar, öncekiler de olamadılar” diyerek küçümsememek lazım. Evet, gerçeklerini ortaya koymak, yenilgilerinin üzerinde durmak, nasıl yenilgiye mahkûm olduklarını göstermek gerekli. Ama bu hiçbir biçimde hafife almamayı, basit görmemeyi gerektiriyor. Hiç küçümsenmemeli. Küçümsemek yanılgıdır. Dolayısıyla rehavete götürür. Faşist-soykırımcı saldırılar karşısında doğru ve yeterli durmamayı, mücadele edememeyi getirir. O durumlara düşmemeliyiz.
Şimdi uzun uzadıya bütün ayrıntılarıyla bu 38 yılın kazanımları üzerinde duracak değiliz. Fakat bu bir gerçek. Bu 38 yıl içerisinde Önderlik çıkışıyla birlikte son 50 yıl içerisinde Kürdistan’da özgürlük adına ne ortaya çıktıysa her şey Önder Apo, PKK ve 15 Ağustos Gerilla Direnişi’yle bağlantılıdır. Onun eseri oldu. Bunun dışında bir özgürlük gelişimi yoktur. Böyle demek kendini kandırmak, PKK’yi çok abartmak, başkalarını görmemek, onları küçümsemek değildir. Bazı işbirlikçi çevreler, hatta hainler, tasfiyeciler, kaçkınlar böyle söylüyor. Sömürgeci efendileri onlara imkân veriyor. Bu temelde yoğun bir propaganda yapıyorlar; işte biz de varız, vardık söylemleri bizi etkilememeli. Bunlar böyle diyorlar diye biz gerçeklerden uzak düşecek, vazgeçecek değiliz. Onları görmezden gelmemeliyiz. Ama onların gerçek olmadığını ortaya koyan somut duruşun, tutumun da her zaman sahibi olabilmeliyiz. Evet, birçok insan, grup, örgüt varoldu, bir sürü şey yazıldı, çizildi. Herkes belki PKK’den çok daha fazla iddia ortaya koydu. Önder Apo’dan daha keskin oldular. Oldular da ne yaptılar, ne yarattılar, ne ortaya çıkardılar, sonuçta kime, neye hizmet ettiler? Bu soruları da sorup cevap vermesini de bilmemiz lazım. Gerçekten “Sezar’ın hakkını Sezar’a verebilmek” lazım.
İşte çok söylenen, illa ulusal birlik olsun diyerek ulusa ihanet etmişleri ulusun içine çekmeye çalışamayız. Daha doğrusu çalışsak bile çok derin, köklü bir özeleştiri vermeden, ihanetlerini düzeltici yanlarını görmeden onları katamayız. Bu konuda zayıf yaklaşım içinde olmamak lazım. Birileri kendi durumunu meşru göstermek için baskı yapıyorsa, bir şeyleri ortaya koyuyorsa, ondan dirayetsiz bir biçimde etkilenmemek gerekli. 15 Ağustos Atılımı’nın hesap soruculuğu temelinde her şeyden hesap sormak lazım. Böyle diyenin şeceresini ortaya çıkartmak gerekli: İyi de sen kimdin, neydin, ne yaptın, ne söyledin, hangi dönemde nasıl davrandın, sözlerin ve davranışların hangi sonucu ortaya çıkardı, neye hizmet etti? Ulusal varlık ve özgürlük mücadelesine, davasına katkı mı sundun, ondan yana mı oldun? Az da olsa ona hizmet mi ettin, yoksa düşman safında mı yer aldın? Ajanlık mı yaptın? Tabii bunlar ortaya konmalı. Bunları değerlendirmekten korkmamalıyız.
En çok saldırı 15 Ağustos Atılımı’na oldu
Niye bunları belirtiyoruz? Çünkü en çok saldırı 15 Ağustos Atılımı’na oldu. Bütün kaçkınlığın, ihanetin, işbirlikçiliğin, oportünizmin, dönekliğin en geniş birliği 15 Ağustos Atılımı’na karşı sağlandı. Kırk, elli, altmış örgüt birlikte toplantılar yaptı, bildiriler yayınladılar, saldırılar yaptılar. Kenan Evren yönetimine çağrıda bulundular; “Siz bu Apocuları bilmezsiniz, en iyi biz tanırız, imkân verin onlara karşı savaşta size öncülük edelim, yol gösterelim” dediler. Faşist-sömürgeci sistemin korucuları elliyle yapmaya çalıştığını birçok kişilik, örgüt, güya Kürt yurtseverliği ya da Türkiye solculuğu, sosyalistliği adına daha öncesinden yapmaya çalıştılar, talepte bulundular. Bunu hiçbir zaman unutmayacağız. Biz bunu unutursak, bu gerçeklerden uzak düşersek 15 Ağustos çizgisinden koparız. Onun devrimci ve atılımcı ruhundan, ideolojik ve örgütsel keskinliğinden, çizgi duruşundan koparız. Oradan koparsak biz de kayarız. Önder Apo oportünizmden söz ediyordu, dolayısıyla oportünist oluruz. Onların safına geçeriz. Devrimci çizgiyi saptırırız. Öyle olmamak lazım.
Gerçekten 15 Ağustos Atılımı’nın bu yarattıkları güncel açıdan çok önemlidir. Doğrudan ya da dolaylı her şey 15 Ağustos’la oldu. Bunu söyleyebilmemiz lazım. Buna karşı Başûr’daki gelişmeler gösteriliyor. Başûr’daki durumu doğru anlamayan, dolayısıyla KDP’nin ne olduğunu doğru anlayıp onun karşısında doğru duruş gösteremeyenler, Önder Apo’yu, PKK’yi, 15 Ağustos’u, gerillayı, dolayısıyla Kürt varlığını ve özgürlüğünü anlayamazlar. Doğru siyaset geliştiremezler. Doğru taktik yürütemezler. Kadro, komutan, savaşçı olamazlar. Bu bir gerçek. Zaten bütün zayıflıklar buradaki anlayış zayıflığından kaynaklanıyor. Buna sonuna kadar inanmalıyız. O halde zayıf olmayacaksak, zayıflıklarımızı giderip güçlü olacaksak öncelikle kendimizi bu temelde düzelteceğiz. Kendimizi yanılgılarımızdan kurtaracağız. Bu işin başka yolu, çaresi yok.
Başûr’daki durum ne ile ortaya çıktı? Güya bir Kürt statüsü deniliyor. Ama bu statüyü kim tanıyor, ne kadar değer biçiliyor? Eğer gerçekten Hewlêr yönetimi etrafında bir Kürt statüsü varsa ve bu dünyaca tanınıyorsa peki Rojhilat’ın Kürt’ü, Bakûr’un Kürt’ü, Rojava’nın Kürt’ü, Kürt değil mi? Onlar karşısında ne yapılıyor? Kürt’e statü tanıyan varsa niye onlara tanımıyor? Niye onların imhası için bu kadar sömürgeci-soykırımcı güçlere imkân, fırsat ve destek veriliyor? Demek ki öyle bir şey yok. Bu statü denilen şey PKK’ye karşı savaşmaktır. Yani Kürt varlığına ve özgürlüğüne karşı savaşmak için bir çete örgütlemektir. Bütün özgürlük mücadelesi yürüten ülkelerde böyle çete örgütleri ortaya çıktı. TC. Devleti, sömürgeci-soykırımcı sistem, 15 Ağustos Atılımı’na karşı da onlarca çete örgütü yarattı, yaratıyor. Her türlü kontrgerilla örgütlenmesinden, JİTEM’inden, Hizbul-kontrasından tutalım günümüzde El-Kaide’sinden DAİŞ’ine, ÖSO’suna kadar binbir türlü çete örgütü ortaya çıkardı. Koruculuk bunda en başta gelen oldu. Daha 1985’in yazında, 15 Ağustos Atılımı’nın birinci yıldönümünden itibaren böyle bir çete örgütlenmesi geliştirilmeye çalışıldı. Onunla başarılı olamadıkları için 5 yıl sonra 1990’da bu Güney Kürdistan olgusunu ortaya çıkardılar. KDP devletçiğini yarattılar.
Irak’ın Cumhurbaşkanı, Başbakan’ı, Dışişleri Bakanı, bütün Irak yetkilileri, “Bizim TC ile hiçbir anlaşmamız, hiçbir ilişkimiz yok. Biz TC’nin Irak’a girmesine izin vermiyoruz” diyor. Peki, o zaman TC nasıl geliyor? Xakurkê’den Heftanîn’e, Zaxo’ya kadar olan alanları nasıl işgal edebiliyor? Nasıl her gün onlarca, yüzlerce uçakla, helikopterle, tankla, topla, keşif uçağıyla saldırı gerçekleştiriyor? Demek ki bir yerden icazet alıyor ve bu icazet aldığı yer içinde Irak devleti yoktur. Mevcutta Bağdat’ta ne düzeyde bir yönetim olduğu tartışmalı bir durumdur. Medya Savunma Alanları’ndaki savaş net bir biçimde gösteriyor ki böyle bir yönetim yoktur. Bir dönem nasıl Saddam Hüseyin, Bağdat etrafında kendini 10 yıl yaşattıysa, şimdi de bazı çevreler kendilerini yaşatıyor. Onun ötesine geçen bir sistem yoktur. Zaten bir sistemin olmadığı, yaşanan krizle de net olarak ortaya çıkıyor.
Peki, TC bu kadar saldırıyı nasıl yapabiliyor? Bu Güney Kürdistan’daki oluşuma dayanıyor. Bu oluşumla birlikte 1991’de oluşturulan, adına “Çekiç Güç Operasyonu” denen, ABD ve NATO’nun Türkiye ile birlikte oluşturduğu sistem gereği yapıyor. İcazeti oradan almıştır. TC Devleti oraya dayanıyor. Bütün saldırılarını da ona göre yapıyor. İşte KDP devletçiğini aynı operasyon yarattı. Bu devletçik de TC’nin saldırıları da bu operasyona dayanıyor. Demek ki statü deniyorsa, burada bir şey oluşmuşsa bunlar PKK’ye karşı mücadelenin gereği olarak ortaya çıktı. Yani dolaylı sonucudur. PKK olmazsa, değil Hewler’de yönetim olmak, Barzani Kürdistan’da bile duramazdı. Önder Apo, “TC yetkilileriyle görüşebilmek için bir onbaşı önünde secdeye duruyorlardı” diyordu. Onu bile yapamazdı, o şansı bile elde edemezdi. Her şey PKK’nin mücadelesiyle oldu. “KDP’nin mücadelesi vardı da kazandırdı” dememek lazım. Bir mücadele vardı ama 1975’te yenilgiye uğradı, bitti. Her şey Baba Barzani’yle bağlantılıdır. Sonrası PKK mücadelesinin durumuna bağlıdır. Bir dönem PKK mücadelesine dayanarak kendisini Kürdistan’a taşıdı, PKK desteğiyle yeniden var etmeye çalıştı. Ardından baktı ki PKK’ye karşı savaşmak daha fazla imkân, fırsat getirir. Ondan sonra da 1985 Ağustos’undan itibaren PKK’ye karşı savaş ilan etti. Günümüze kadar da aynı şey sürüyor.
Kadın Özgürlük Devrimi ile Rojava Devrimi 15 Ağustos Atılım ruhayla gelişti
15 Ağustos’un yarattıkları sadece siyasi-askeri boyutta da ele alınamaz. Siyaseten, askeri olarak da bütün kazanımlar 15 Ağustos Atılımı’yla ortaya çıktı. Devrimci bilinç, irade ve mücadeleden tutalım örgütlenme ve eyleme kadar parti öncülüğü yeniden 15 Ağustos temelinde örgütlendi, var oldu. Tabii bu yeniden bir doğuştu. Önder Apo, buna “İkinci partileşme hamlesi, Önderliksel doğuş” dedi. Bütün gerilla gelişimi, öz savunma bilinci, örgütlülüğü, direnci, iradesi bu temelde oluştu. Her türlü zorluğu göğüsleme, yenme bilinci, iradesi, şehadet çizgisinde mücadele, fedailik, en büyük cesaret ve fedakârlık bu temelde gelişti. Daha ‘90’ların başında Ulusal Diriliş Devrimi gerçekleşti. Kürt toplumu teslimiyeti kırdı. Teslimiyet altında kültürel soykırıma dayalı olarak sömürgeci-soykırımcı sistemle birleşme, onun içinde erime durumundan kendisini kurtardı. Oradan koptu, kendine döndü. Bir demokratik ulus olarak özgür yaşayan bir ulusal gerçeklik olarak ortaya çıktı. Gerilla yanında, yeni bir mücadele olarak serhildanlar gelişti. Serhildanlar kadın öncülüğünde gelişen devrimsel yürüyüşlerdi ve Kadın Özgürlük Devrimi başladı, gelişti. Hem Kürt halkının ulusal düzeyde öncü örgütlülüğü, özgürlük bilinci, iradesi, demokratik ulus kurumlaşması ve mücadelesi, 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişme gösterdi hem de kadın özgürlük bilinci, iradesi, örgütlülüğü, kurumlaşması, Kadın Özgürlük Devrimi Kürdistan özgürlük devriminin öncü, temel, yenilmez gücü olarak ortaya çıktı, gelişme gösterdi. Günümüzde hem özgürlük devriminin zafer garantisi haline geldi hem de devrimi dünyaya, tüm ezilenlere yayan, bölgesel ve küresel bir devrim haline gelmesinde öncülük eden bir güç yaptı. Bunlar açık gerçekler.
Uluslararası Komplo’ya karşı 24 yıldır bu temelde, bu ruhla direniliyor. Rojava Özgürlük Devrimi böyle bir sürecin ortaya çıkardığı en somut bir pratikleşme oldu. Rojava adımı gerçekten de 15 Ağustos Atılımı temelinde gelişen mücadelenin siyasi-askeri ortamı ne kadar etkileyebileceğini, değiştirebileceğini, nasıl büyük bir askeri-siyasi güç haline gelebileceğini açığa çıkardı, netçe gösterdi, kanıtladı.
Tabii Önderlik düzeyi bu atılımla gelişti. Şimdi paradigma değişimi temelinde “3’üncü Önderliksel Doğuş tüm ezilenlerin Önderliğidir” diyoruz. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm işçi ve emekçilere, dünyanın tüm ezilen halklarına kurtuluşun, özgür yaşamın yolunu gösteren küresel bir Önderlik gerçekleşmesi ortaya çıktı. Bu, her tarafı çok yoğun bir biçimde etkiliyor. Gittikçe daha fazla etkisi yayılıyor. Uluslararası Komplo’nun, onu sürdüren İmralı işkence ve tecrit sisteminin bütün baskı ve ağır tecrit uygulamalarına rağmen İmralı duvarlarını paramparça ederek etkisini tüm halklara, ezilenlere, bütün dünyaya ulaştırıyor. Bu duruma gelmesinde, Önderliksel doğuşun ve 15 Ağustos Atılımı’nın rolü var.
15 Ağustos Atılımı, yeni bir mücadele sürecini ifade ediyor
Şimdi arkadaşlar biyografi hazırlamış, Önderliksel doğuşlar tartışılıyor. Onu da tartışır hale geldik. Kuşkusuz ’70’lerde birinci Önderliksel doğuş gerçekleşti. Kürt halkının varlığını inkâr edip yok etmek isteyen zihniyet ve siyasete karşı Kürt’ü var ve özgür yaşar kılmayı öngören zihniyet ve ideolojik-politik çizginin ortaya çıkmasıydı. Önderliksel çıkış, ideolojik grup, ülkeye dönüş, PKK’nin kuruluşu ve Hilvan-Siverek direnişleri bunu ifade etti. Büyük doğuş buydu. Kuşkusuz her şeyin temelinde bu var. Bunu esas olarak görmeliyiz. Doğru anlamalıyız. Fakat ’70’lerin sonunu, ’80’lerin başını, dolayısıyla ondan sonraki gelişmeleri de bununla birlikte doğru ele alıp değerlendirmemiz lazım. Evet, bir büyük doğuş oldu. Düşman buna karşı hazırlandı, örgütlendi, imha ve tasfiye saldırısına yöneldi. 12 Eylül faşist-askeri darbesi bunu ifade ediyor. PKK gibi birçok grup, birçok parti vardı. PKK 27 Kasım 1978’de kendisini parti olarak kurdu, Kürdistan’da ’75-76’da kendisini parti olarak örgütleyen birçok grup vardı. Kimisi adına “Sosyalist Parti” dedi, hatta kimisi “İşçi Partisi” dedi. PKK’den önce kendisini işçi partisi olarak örgütlemeye çalışan gruplar, hareketler olmuştu. Dolayısıyla ’81 yeni duraktır. Ondan sonrası yeni bir süreci ifade ediyor. 12 Eylül darbesi böyle bir saldırı durumuydu.
O zamana kadar varolanların, o yeni süreç karşısında da devam edip etmeyecekleri, 12 Eylül faşist-askeri darbesi karşısında gösterecekleri duruşa, tutuma bağlıydı. Etkinlik gösteremeyenler, mücadele cesareti ve fedakârlığı gösteremeyenler, böyle bir ruh, duygu, düşünce ve tutum geliştiremeyenler, kısaca basit maddiyatçılığı ve bireyciliği aşamayanlar eridiler, yok oldular. Önder Apo devam etti, PKK devam etti. Ama dikkat edilirse bu devam öyle normal bir süreçle olmadı. Bir yeniden başlangıç ve doğuş yaparak oldu. Buna “İkinci Doğuş” diyoruz. Önder Apo böyle bir yeniden doğuşu, yenilenmeyi gerçekleştiremeseydi, PKK kendini bu temelde yeniden hazırlayıp, örgütleyip pratiğe yöneltemeseydi, PKK’nin sonu da diğer örgütler gibi olurdu. Başka türlü olmazdı. Yanılmamak lazım. İstediği kadar zindanda direnmiş olsun, Hilvan-Siverek direnişini geliştirmiş olsun. Önceki Kürt isyanları da böyle geçici süre direndiler. Sonra yok olma süreçlerini yaşadılar.
Şimdi bu bakımdan onlara bakıp da PKK mutlaka böyle olurdu dememek lazım. O halde bir yeniden doğuş var. Peki, bu doğuşun ilan edildiği, kurulduğu, ete kemiğe dönüştüğü gerçeklik nedir? 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı’dır. Bu temelde gelişen bir süreçtir. Bu da yeni bir Önderliksel doğuşu ve mücadele sürecini ifade ediyor. Eğer Birinci Doğuş böyle bir doğuşu gerçekleştiremeseydi, ’80’le birlikte sona ererdi. Eğer böyle bir İkinci Doğuş olmasaydı, Üçüncü Doğuş diye bir şey gündeme gelmezdi. Çünkü Uluslararası Komplo olmazdı. Uluslararası Komployu ortaya çıkaracak kadar açık, politik, askeri gelişmeler yaşanmazdı. Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesine karşı uluslararası komplo düzeyinde bir saldırı olmazdı. Böyle bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi olmazdı. Dolayısıyla 15 Ağustos’un, Önderliksel doğuş ve gelişimindeki bu payını görmemiz lazım. Birinci Doğuş’u sürdüren, herhangi bir sapmaya, savrulmaya, gerilemeye meydan vermeden devrimci çizgiyi daha da derinleştirerek, daha güçlü üst düzeyde örgüt ve mücadeleye dönüştürerek Önderliksel hareketi yürüten 15 Ağustos 1984 Atılımı oldu. Yine onun yarattığı zengin tecrübe birikiminin dersleri ve bilinci, Uluslararası Komplo saldırılarına karşı paradigma değişimi temelinde Üçüncü Önderliksel Doğuşu gerçekleştirdi. Üçüncü Önderliksel Doğuş’un bütün felsefi-teorik-ideolojik temelleri aslında başlangıçta Birinci Doğuş’ta vardır. Ama daha çok İkinci Doğuş’ta bulunmaktadır. Gerilla mücadelesi içerisinde Önder Apo’nun yarattığı zihniyet değişiminde, devriminde ve gelişiminde vardır. Üçüncü Kongre değerlendirmelerinde, Mahsum Korkmaz Akademisi’nin eğitim ve değerlendirmelerinde vardır. Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı süreç olmasına rağmen Önder Apo büyük bir zihniyet gelişimini, çizgi gelişimini 90’lı yıllarda gerçekleştirmiştir. Bütün reel sosyalist örgütlenmeler, hareketler çözülüp marjinalleşirken, PKK, gerilla temelinde direnerek hem gelişme sağlamış hem de özgürlük iddiasından ve iradesinden bir nebze bile geriye düşmemiştir. Bunu sağlayan Önderliksel gelişmedir. Önderlik düzeyinde yaşanan zihniyet ve vicdan devrimidir. Düşünsel devrimdir. Dolayısıyla paradigma değişimi gibi çok köklü, derin ve büyük tarihsel anlama sahip Üçüncü Önderliksel Doğuş, Birinci ve İkinci Önderliksel gelişmenin yarattığı düşünce gelişimi, tecrübenin dersleri temelinde gerçekleşmiştir. Kuşkusuz bunlar olmasaydı daha sonraki gelişmeler olmazdı.
15 Ağustos Atılımı, sosyal kültürel alanda da büyük gelişme ve değişimler yarattı
Sosyal-kültürel değişimler de önemli. O boyutlar konusunda 15 Ağustos Atılımı’nın yarattıkları daha fazladır. Bunu edebiyatçılar, sanatçılar yapabilmeliler. Ne yazık ki bu konuda sanat ve edebiyat kolumuz zayıf kalıyor. Bu büyük hazine yeterince değerlendirilemiyor. Büyük kültür devrimini geliştirmek mümkünken, onun çok zengin verileri varken, o veriler ortada duruyor, bazıları yok olup gidiyor. Bu da bizim bir handikabımız. Bu kadar Önderliksel gelişme, bu kadar cesaret, fedakârlık, fedai gelişimi, gerilla, kadın özgürlük direnişi ve kahramanlık neden büyük bir sanat ve edebiyat hareketi yaratamıyor? Bunun da tarihsel gelişimini çözümleyerek, doğru anlayarak ortaya koymamız lazım. Özgürlük Hareketi olarak bizim temel bir sorunumuzdur. Çünkü gerçekleştirilmesi gereken bir dönemde bulunuyoruz. Artık devrimi sadece sosyal bilim düzeyinde ve siyasi-askeri mücadeleyle kökleştirip zafere taşımamız, kalıcılaştırmamız mümkün değil, bunu gerçekleştirebilmek için sanat ve edebiyatın oynaması gereken çok önemli roller var.
Siyasi-askeri devrimin daha güçlü bir sosyal devrime, değişime yol açabilmesi için çok güçlü bir kültür devrimine dönüşmesi gerekiyor. Bu anlamda 15 Ağustos’un yol açtığı gerilla savaşının, Kadın Özgürlük Devrimi’nin, kadın gerillacılığının, Önderlik düşünceleri ve mücadelesinin ortaya çıkardığı çok zengin veriler var. Bir değişim-dönüşümü Kürt bireyinde ve toplumunda gözle görülecek kadar açık ve kapsamlı yapmış durumda. Ama bunu tanımlamak, sanat ve edebiyatla ifadeye kavuşturmak, bunları sahiplenmek, bunları güzel söz, duygu ve ifadeye dönüştürmede zayıflıklarımız var. Bu noktada sanat ve edebiyat alanımızda ilkel milliyetçilik vardır. Egemen sınıfların etkisi var. Küresel sermaye sisteminin, Kürt soykırımını ortaya çıkartan sistemin baskılarının etkisi var. Onlardan etkilenme çok fazla. Sahte bir ulusalcılık taslıyorlar. “Biz sanatçıyız, ulusal oluruz, herkese eşit mesafede oluruz. Edebiyatçıyız, eşit mesafede oluruz” diyorlar. Hain ile fedaiye eşit mesafede olana ne sanatçı ne de edebiyatçı denir, insan bile denmez. Ortada bir ulusallık yok. Önder Apo, “Bir Apo Kürt’ü var, bir de Barzani Kürt’ü. Biri fosilleşmiş, yok olmaya yüz tutmuş Kürt, birisi de özgürlük temelinde yeniden yaşama göz açmaya çalışan, yaşamı yaratmaya çalışan fedai Kürt” dedi. Bu kadar net. Bunları uzlaştırmaya çalışmak boşunadır, beyhudedir, gerçekleşmez. Bu 15 Ağustos dolayısıyla karar vermemiz gerekir; bu gerçekleşmeyecek anlayış ve çabadan vazgeçelim. Onun yerine Apocu olalım, Önderlik çizgisinde birleşelim. Daha 15 Ağustos’tan hemen sonra Avrupa’daki toplumumuz Önder Apo’ya “Ulusal Önderlik” diye sahip çıktı. Önder Apo, “Öyle çok tekleştirmek iyi değil, yurtsever, mücadeleye hizmet eden başkaları da çıkabilir” dedi. Böyleleri yok mu? Zayıf bir temelde de olsa var. Yok denmez. Ama onlarla bir olmak ayrı, işbirlikçi-hainle bir olmak, ancak onunla olunur demek ayrı bir şey. Buradan kurtulmamız gerekiyor.
Herhalde böyle bir etki var. İnsan bunu rahatlıkla görüyor. Yoksa şimdi Kürt edebiyatının, sanatının gürül gürül akması gerekiyordu. Bütün insanlığa, kadınlara, gençlere etkide bulunacak, coşku-heyecan verecek bir sanat ve edebiyatın Kürdistan’da gelişmesi gerekiyordu. Böyle olmayınca kültürel soykırımcılar hala saldırı yapıyor. On binlerce uyduruk sanatçı, edebiyatçı çıkarıyorlar. Kültürel soykırımı Kürt ulusal değerleri üzerinde geliştirdikleri gibi, PKK’nin ortaya çıkardığı bu büyük mücadeleyi de saptırarak kendilerine mal etmeye çalışıyorlar. Biz sahip çıkamazsak, geliştiremezsek düşman her şeyi yok edecek. Bunu görmemiz lazım. Önder Apo, “Başaramazsanız Kürtlüğünüzü bile tartışılır kılarlar, onu da elinizden alırlar” dedi. Gerçekten de biz bu değerleri doğru bir şeye dönüştüremezsek düşman dönüştürecek. Şunu söylemek istiyordum: Birkaç sefer de ifade ettim. Değişim-dönüşüm çizgisini oradan tutturmamız en önemlisi, çünkü düşman da saldırılarını o noktaya, özel savaşa kadar götürüyor.
15 Ağustos Kürt’e rahat ölme imkânı verdi. Rahat ölmek, onurlu ölmektir. 1930’lu yıllarda Eruh isyanı şöyle gelişiyor: Eruhlular bir sabah uyanıyorlar ki bir yere karakol kurulmuş -zaten küçücük bir yer- dört tane asker gelmiş. Bu askerleri görünce kim bunlar diye bazıları tepki, öfke duyuyor, başkaldırıp bu askerleri tutukluyorlar. İşte Eruh isyanı bu kadardır. Daha sonra büyük ordu geliyor, hepsini bastırıyor. Bu Eruh isyanına katılan ve tutuklanıp işkence gören, zindanlarda kalan, sonra bırakılan bir savaşçı artık hastadır, ölüm döşeğinde yatıyor ama bir türlü ruhunu veremiyor, ölemiyor. Günlerce, haftalarca kıvranıp duruyor. Eruh camisinin minaresinden HRK’nin kuruluş bildirisini okuyan ses duyulduğunda “Nedir bu diye” soruyor. “Kürt gerillaları gelmiş, Eruh’u basmışlar” diyorlar. “Ya öyle mi, Allah’ım çok şükür” diyor, orada canını veriyor. Bu rivayet değil, gerçek. Bir özgür yaşam tutkulusunun, isyana katılmış bir kişiliğin şahsında 15 Ağustos’un Kürt’e ne kazandırdığını görebiliriz.
Şimdi özel savaş güçleri Kürdün cenazesine, mezarına, türbesine saldırıyor. Her türlü değere saldırıyor. Düşman saldırılarını görelim. Düşmanın bu saldırgan gerçekliği karşısında tabii onurlu ölümü, rahat ölümü küçümsememek lazım. Önder Apo, “Zafer kazanamazsak bu dünyada bir mezar yerimiz bile olamaz” dedi. Geçmişte yenilgiye uğramış Kürt isyanlarının liderlerinin, kahramanlarının mezarları, mezar yerleri yoktur. Şimdi bize dönük saldırırken de öyle yapmıyorlar mı? Hiçbir iz bırakmamak için özel savaş çok planlı, programlı saldırı yürütüyor. Bu açık bir gerçek.
15 Ağustos Atılımı Kürt insanında büyük değişim ve dönüşümler yarattı
Yurtseverlik ruhunda, bilincinde, özgür yaşam tutkusunda, Kürt insanında, Kürt toplumunda yaratılan değişimin-dönüşümün incelenmesi çok önemli bir konu. Çok büyük devrimler yaşandı. Bunlar gerilla öncülüğünde yürütülen mücadeleyle gerçekleştirildi, yaratıldı. Gerilla kendi içerisinde bir özgür ve komünal yaşam gerçekliği ortaya çıkardı. Yeni yaşamı kendisi yarattı. Bazıları, “Ya bu devrim ne yaratacak, hiç somut sonuçlar yaratmıyor, ne zaman devrim olacak? Hedeflediğimiz, öngördüğümüz yaşam ne zaman ortaya çıkacak?” diyormuş. Zaten çıkmış. Açalım gözlerimizi, niye kör ediyoruz gözlerimizi, bakmayı bilemiyoruz. Devrimi yaşıyoruz, özgürlüğü yaşıyoruz. Parti de gerilla da çıkmış. İlkeleri, ölçüleri, her türlü kültürel ve ahlaki değerleri çıkmış. Bu son derece net. Daha nerede, neyi bekliyoruz, neyi arıyoruz? Olanı anlayalım, doğru katılıp güçlü yaşayalım. Bize düşen ve hepimiz için gerekli olan budur.
Gerilladaki değişim, gerillada ortaya çıkan ölçüler, fedai çizgisindeki cesaret, fedakârlık, ilişki düzeyi, bağlılık ve kadın-erkek birliği, özgür yaşamın da demokratik komünalizmin de esasıdır. YJA-Star bu 15 Ağustos vesilesiyle yayınladığı bildiride buna dikkat çekiyordu. Çok önemliydi. Hepsi kadın özgürlüğü temelinde toplumsal özgürlük ve komünal yaşam, gerillada, parti öncülüğümüzde en somut bir biçimde, en üst düzeyde ortaya çıkmış. Eksiklikler, hatalar oluyor. Bunları eleştiri ve özeleştiriyle düzeltmeye çalışıyoruz ama gerçekleşen bir özgür yaşam, demokratik komünalizm var; hem de en üst düzeyde vardır. Onu görmemek mümkün değil. Bunun toplum üzerinde de çok derin etkileri var. Toplumu da etkileyip değiştiriyor. Ne kadar eksik kalsak da hatalarımız olsa da dikkat edelim, toplum özgür yaşam arayışından ve mücadelesinden bir an geri durmuyor. Bizim eksikliğimize, düşmanın saldırısına rağmen devrimi geliştirme, özgür yaşamı arama, kendini özgürlük çizgisinde örgütleme, eyleme yöneltmede son derece ısrarlı, kararlı davranıyor. Bunlar çok net, açık durumlar.
Gerillada ortaya çıkan bu düzeye, bunun kadın özgürlük çizgisindeki yapılanışına “Mutlak özgürlük çizgisi” dedik. Aslında “Özgürlüğün Kılıcı” demek en doğrusudur. Kılıç olmaktan hiç korkmamak lazım. Keskin olmalıyız. Keskinliği doğru kullanırsan doğruyu yaratan olabilirsin. O bakımdan kadın gerillacılığının özgürlük kılıcı olma durumu, hareket içerisinde doğru özgürlük bilincini, özgürlük çizgisini, doğru ölçüleri demokratik ve komünal yaşamı en üst düzeye çıkardığı gibi, gerillayı geleceğin yaşanacak en güçlü toplumsal modelini de yaratıyor. Kadın Özgürlük Devrimi’nin temel dayanağı oluyor.
Dikkat edelim, bugün bu kadar tutuklamaya, baskıya rağmen mücadeleyi geriletemiyorlar, durduramıyorlar, mücadele edecek gücü azaltamıyorlar. Çünkü kadın ayakta, mücadeleye kadın öncülük ediyor. Herkesi tutuklayınca bu sefer analar sokağa çıkıp mücadeleye omuzlamış bulunuyor. İşte devrimin etkisi bu düzeyde. Bunlar ne anlama geliyor? Ne ile gerçekleşiyor? Böyle bir gerçekleşmede mevcut gerilla örgütlenmesinin, kadın gerillacılığının, YJA-Star’ın rolü, etkisi ne oluyor? Tabii bunların yaratılmasında da Apocu çizginin, Önderlik çizgisinin gerçekleşme düzeyi görülüyor. Çizgi somutluk kazanıyor.
Kürdistan’da yüz yıllar içinde yaşanamayacak gelişmeler bu kırk yılda ortaya çıktı
Bazen televizyonda “Sokağın Sesi” diye programlar yayınlıyorlar. Bu programlara dair çok eleştiri var, arkadaşlar eleştiriyor. Eksiklikleri var, eleştirilebilir ama bazı güzel, önemli yanları da var. Mevcut bazı gerçekleri yansıtıyor. Bir defa bir grup genç kadına gerillanın durumunu soruyorlar. O kadınlar öyle bir anlatıyorlardı ki ben irkildim. YJA-Star ve YPJ gerillalarının durumunu değerlendiriyorlardı. “Onlar gibi kadın var mı, onlar gibi güçlü, iradeli kadın var mı?” diyorlardı. Bunları böyle görünce, anladım ki özgüveni, kendine saygısını, sevgisini, yaşam tutkusunu oradan alıyor. İşte bu etkidir. Normal sokaktaki bir grup kadındı. Bu anlattığımız en sıradan bir etki durumu oluyor. Örgütlenmiş, eğitimden geçmiş kadından söz etmiyorum.
Toplumsal etki, değişim bu düzeydedir. Bunların hepsi neyle oldu? 15 Ağustos Atılımı’yla oldu. 15 Ağustos Atılımı Kürt’ü onuruyla ölür, dolayısıyla özgür yaşar hale getirdi. Kürt iradesini, yiğitliğini, özgürlük tutkusunu yeniden ortaya çıkardı. Buna gerilla çizgisi, Apocu çizgi aşıladı. Bu yenilmezlik çizgisinde yeniden varoldu. Bu da kendisini en yalın bir biçimde kadında somutlaştırdı. Kadın gerillacılığında, savaşçılığında dile getirdi. Özgür kadın duruşunda ve bu temelde gelişen Kadın Özgürlük Devrimi’nde dile getirdi ki biz çok fazla zayıf kalsak da çok örgütlü-planlı olamazsak da bu mücadele kendi hükmünü icra ediyor. Devrim sürüyor. Kültürel devrim, ruhsal devrim, duygu devrimi, düşünsel devrim, zihniyet devrimi, her türlü ahlaki, kültürel ilke-ölçü devrimleri, değişimleri derinliğine yaşanıyor. Biz bunları doğru anlasak, örgütlü çalışma yürütsek, kurumlaştırsak, bunları sanat ve edebiyatla güçlü bir biçimde besleyebilsek gerilladaki kadar olmasa bile onun yarısını aşan bir düzeyi özgür ve komünal yaşam düzeyini toplumda da hızla yaratabiliriz, açığa çıkartabiliriz.
Planlı, örgütlü mücadele yürütemeyişimiz bunu engelliyor. Yoksa devrimci değişimi, sosyal-kültürel değişimi engelleyemiyor. O kendiliğinden devrimci mücadelenin, Önderlik gerçeğinin, İmralı, gerilla ve kadın özgürlük direnişinin doğal etkisi olarak yaşanıyor, devam ediyor. Böylece yeni insan, yeni toplum oluşmuş bulunuyor. Kürdistan’da yüz yıllar içinde yaşanamayacak gelişmeler bu kırk yılda ortaya çıktı, yaşandı. Bu bir gerçek. Bu mücadeleyle oldu. Bu değişimi doğru anlamalıyız, iyi görmeliyiz, özümsemeliyiz. Mümkünse bunları daha da geliştirmek için eğitim ve örgütleme faaliyetlerimizi hızlandırmalıyız. Bu temelde özgürlük mücadelesini, demokratik ulus örgütlenmesini geliştirmeliyiz.
Şunu görelim: Bu kadar dünya gericiliğinin birleşip saldırmasına rağmen yenilmezlik buradan kaynaklanıyor. Önder Apo da gerillanın yenilmezliğine dikkat çekiyordu. Dikkat edelim gerilladaki yenilmezlik, gerillanın ortaya çıkardığı kadın-erkek duruşunun, özgür yaşam ölçülerinin topluma yayılmasından kaynaklanıyor. Topluma yayılamazsa, toplumu etkilemezse, toplumsal devrime, sosyal devrime dönüşemezse gerilla tecrit olur. Yalnız başına direnemez, kesinlikle ayakta kalamaz. Toplumdan kopulduğu yerde zorlandığımızı görüyoruz. Oysa toplum dört parça Kürdistan’da, yurtdışında ayakta, gerilla mücadelesiyle birlikte direniyor, mücadele ediyor. Bunun varlığı ortamında gerillanın zorlanması aşılabiliyor. Onu görmemiz lazım.
15 Ağustos zafer ruhu, Zap, Avaşîn ve Metîna gerillasında çok güçlü bir biçimde yaşanıyor
Benzer hususlar üzerinde durulabilir. 39’uncu yıl mücadelesinin temel özellikleri nasıl olacak? Biz bu yıla, “50’nci yıl mücadelesi” dedik. Bir planlı ve örgütlü girişimiz oldu. 39’uncu 15 Ağustos yılı 50’nci Önderlik yılıyla örtüşüyor, öyle bir yıl oluyor. Dikkat edilirse biz böyle bir yıla hazırlıklı ve örgütlü girdik. 15 Şubat’tan itibaren Uluslararası Komploya karşı mücadele temelinde yeni bir 50’nci yıl hamlesi başlattık. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen “Dem Dema Azadiyê ye” hamlemizi zafere taşımayı hedefleyen bir hamleydi. Bunun için hamlemiz, İmralı işkence ve tecrit sistemini parçalamayı, AKP-MHP faşizmini yıkmayı hedefliyordu. Mart’ta güçlü bir çıkış oldu; 8 Mart’ta, Newroz’da 50’nci yıla güçlü girdik.
Çeşitli planları, hazırlıkları, hesapları olsa bile 14 Nisan’da başlatılan Zap-Avaşîn-Metîna saldırısı biraz da bizim 50’nci yıl hamlemizi önlemek, zayıflatmak, önünü kesmek, başarısız kılmak için ortaya çıkartıldı. Düşman cephesinin özgürlük hamlemize, 50’nci yıl hamlemize verdiği cevap Zap-Avaşîn-Metîna işgal saldırısı oldu. Merkezine buraları işgal etmeyi alsa da saldırı her yerde ve çok boyutlu bir şekilde sürüyor. Askeri açıdan Maxmur’dan Şengal’e, Rojava’ya kadar saldırılar sürerken, İstanbul’dan Amed’e, Serhat’a kadar yayılan faşist terör, baskı, tutuklama, zulüm had safhada, özel psikolojik savaş en yoğun bir biçimde geliştiriliyor. AKP-MHP faşizmi bir kere daha böyle bir işgal saldırısına yöneltilmiş bulunuyor. Bunda biraz kendileri de fırsat bulunca istekli oldular. Zaten bu, MHP’nin çizgisi. Soykırımcı-faşist-sömürgeci zihniyet ve siyaseti İttihat ve Terakki’den gelen, Birinci Dünya Savaşı içerisinde savaşan güçlerin ortaya çıkardığı bu zihniyet ve siyasetin somutlaşması olan İttihat ve Terakki’den gelen çizgiyi esas olarak MHP temsil ediyor. AKP de o çizgiye teslim olmuş durumda. Bir de iktidarını sürdürme sorunu var. İktidarının son yılıdır. İktidarda nasıl kalacak? Onun için bazı şeyler yapması gerekiyor. Seçim yapacaksa, onu kazanacak ortamı yaratması lazım. Bu noktada bir askeri başarıya ihtiyaç duyuyor ya da ekonomiyi düzeltmesi, para dağıtması gerekecek. Eğer seçimi iptal edip erteleyecekse bunun için ona uygun bir çatışma ortamını yaratması lazım. Her açıdan AKP için de saldırı gerekiyor. Dolayısıyla bu güçler saldırıya geçtiler.
Ukrayna’da derinleşen savaş, Rusya-NATO savaşı da buna biraz zemin sundu. İmkân ve fırsat verdi. İki taraftan da güç alarak bu durumu değerlendirmeye çalıştı. İşte 14 Nisan’dan itibaren başlayan saldırılar geliştirdi. Bu saldırılar dördüncü ayını doldurdu. Merkez Karargahımız her gün, her hafta, her ay bilançoları açıklıyor. Nasıl bir savaşın yaşandığı, askeri sonuçlarının ne olduğu o bilançolarda net görülüyor. Gerçekten de AKP-MHP faşizmi Türkiye’nin tüm gücünü seferber ediyor. Yine her türlü teknik ve çete gücünü seferber ediyor. Birçok yere indirmeler yaptılar. Tepe tutmaya çalışıyorlar. Gerilla da buna karşı kahramanlık çizgisini zirveye çıkartarak, direniyor. HPG ve YJA-Star’ın Zap-Avaşîn-Metîna gücü, gerillanın kahramanlık çizgisini dorukta yaşıyor. Bütün mücadeleye, gerilla ve halk direnişine de öncülük ediyor. 15 Ağustos Atılım ve Zafer Ruhu bugün Zap, Avaşîn ve Metîna gerillasında çok güçlü bir biçimde yaşanıyor. Onların öncülüğünde tüm ülkeye ve halk direnişine yayılıyor.
Göğüs göğüse bir savaş var. Taraflar kendileri açısından ölüm-kalım olarak da değerlendirdiler. Biz de bu durumu değerlendirdik. AKP-MHP faşizmi için “son savaş” dedik. Buradaki sonuç AKP-MHP faşizminin kaderini belirleyecek. Onlar açısından böyle bir durum var. Şöyle görmek lazım: Bu savaş AKP-MHP’nin de gerçekliğidir. Bu MHP çizgisinin uygulanması oluyor. AKP MHP’leşti ve iktidarını sürdürmek için böyle bir saldırı yapması gerekti. Onların çıkarlarını yansıtıyor. Fakat bunu sadece AKP-MHP’nin çıkarlarıyla değerlendirirsek dar olur, yetersiz olur. Bu saldırıyı sadece oraya bağlarsak dar yaklaşmış oluruz. Kesinlikle doğru değil. Bunun arkasındaki küresel sermaye sistemini görmemiz lazım. Küresel sermaye sistemi sadece ön açmıyor, izin vermiyor, destek vermiyor, yönlendiriyor. Bu saldırı planı, Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen, Birinci Dünya Savaşı sonucunda ortaya çıkan dünya siyasi-askeri sisteminin, küresel kapitalist modernite sisteminin, iktidar ve devlet sisteminin bir saldırısı oluyor. Onlar gerekli görüyorlar. Çünkü korkuyorlar. Zap-Avaşîn-Metîna’da, Medya Savunma Alanlarında merkezileşen ve 38 yıldır savaşan gerilla Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Ortadoğu sistemini paramparça etti. Kürdistan’a dayatılan parçalanmışlığı ortadan kaldırdı. Kürt inkarını ve imhasını yerle bir etti. Bunu öngören Lozan Antlaşması’nı paçavra gibi kaldırıp attı, işlemez kıldı.
Bu sadece Kürdistan’da, Kürdistan siyasi-askeri sisteminde değişiklik yaratmıyor, sadece Ortadoğu sisteminin değişmesini dayatmıyor. Küresel iktidar ve devlet sisteminin durumunu zorluyor. Değişimi ona dayatıyor. Onu etkiliyor, onun değiştirilmesini gerektiriyor. Kürt’ü yok sayan, yok etmek isteyen, Yukarı Mezopotamya’daki halkları, Anadolu’daki halkları soykırıma tabii tutulmasına imkân-fırsat veren zihniyet ve siyaseti yok etmeyi getiriyor. Bugün Zap-Avaşîn-Metîna merkezli gerilla direnişi, onun öncülüğündeki Kürt Özgürlük Direnişi, dolayısıyla BM diye somutlaştırdıkları, sağıyla-soluyla, doğusuyla-batısıyla çelişki-çatışma ve uzlaşma içinde tuttukları sistem parçalanmakla yüz yüze. Değişime zorlanıyor. Kürtsüz olan bu sistemi Medya Savunma Alanları’ndaki gerilla direnişi, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi, Kürt varlığı, özgürlüğü ve demokrasisi temelinde yeniden yapılandırmaya, değiştirmeye zorluyor. Bundan korkuyorlar, buna karşı tutum alıyorlar. Bunu kesinlikle ciddiye alıyorlar.
Uluslararası Komplo’nun güncellenmesi ve ona karşı mücadele
’70’lerde de PKK’nin çıkışını; örgüt, parti kuruluşu, Hilvan ve Siverek’te direnişi haline geldiğini görünce 12 Eylül darbesiyle müdahale ettiler. Önderlik ve Parti onu bir biçimde aştı. 15 Ağustos Atılımı’yla yeni bir süreç geliştirdi. Ulusal Diriliş Devrimi’ni gerçekleştirdi. Kürdistan’da devrimci hamleyi ortaya çıkardı. O zamana kadar ’80 öncesi Bakûrê Kurdistan’daki statüyü değiştirme temelinde hareket eden mücadele, ’80’li, ’90’lı yıllarda Kürdistan’ın diğer parçalarına da yayılarak, dört parçadaki statüyü değiştirmeyi dayatan bir hareket haline geldi. Buna karşı da Uluslararası Komplo’yla saldırdılar. Önder Apo’ya saldırarak, bu dayatmayı ortadan kaldırmak, Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini sürdürmek, devletlerin siyasi statükosunu, sınırlarını devam ettirmek istediler. Buna karşı da Önder Apo, parti ve halk paradigma değişimi temelinde, Üçüncü Önderliksel Doğuş çerçevesinde büyük bir direniş geliştirdi. 24 yıldır böyle bir saldırıya karşı direniyoruz. Bu saldırıyı kırmanın, yenilgiye uğratmanın zihniyetini, siyasetini, programını, stratejisini, taktiklerini, tarzını ortaya çıkardık. Parti buna göre şekillenmeye yöneldi. Toplum bu çerçevede örgütlendirilmeye yönlendirildi. Böyle bir mücadele Medya Savunma Alanları merkez olmak üzere Bakûr, Başûr, Rojhilat ve Rojava’da gelişmeye başladı. Bir düzey de tutturdu. Şimdi buna yöneltilmiş yeni bir saldırı var. Yönetimimiz Uluslararası Komplo’nun güncellenmesi olarak da ifade etti. Doğru, komplo sürdürülüyor. Yeni planlar yapılarak başarıya götürülmek isteniyor. Başlangıçta komploya vurulmuş olan darbeler, parçalanması, etkisiz kılınması durumunda kendini güncelleyip yeniden planlayarak, kendini etkili hale getirmek istiyor. Bir süredir böyle planlı bir saldırı var.
“Çökertme Eylem Planı” denen projeyi de bu temelde hazırlanmış bir proje olarak görmek lazım. Bunu sadece AKP-MHP projesi olarak görmemek gerekli. Bunu sistem hazırladı. AKP-MHP’ye uygulatıyorlar. AKP uygulamak için yeterli olmadı, MHP ile ilişkiye geçirdiler. MHP yeterli olmadı KDP’yi koydular. 30 Ekim 2014’te bu planı Türk Milli Güvenlik Kurulu kabul etti. Somut uygulamaya 24 Temmuz 2015 yılında koydular. Biz KDP’ye ne yaptık? O zaman KDP ile ilişkilerimiz normaldi. Önceden olan ilişkilerdi, hiçbir sorun yoktu. Bizden kaynaklanan hiçbir olumsuzluk da olmadı. Ama KDP giderek orada, burada provokasyon yarattı, bütün imkânları sınırlandırmaya yöneldi, gitti TC safına geçti. AKP-MHP ile Kürt düşmanı-soykırımcı, Kürt’e mezar bile bırakmak istemeyen MHP ile bir oldu ve ’85’ten bu yana yürüttüğü saldırının devamı olarak PKK’ye karşı saldırıya geçti. Bunun bizden kaynaklanan bir yanı yok. KDP düşüncesiyle de oluştuğunu sanmamak lazım. Amerika yönlendirdi. Amerika yönlendirmiyor olsa KDP bu kadar saldırıya dayanamazdı. Demek ki AKP yetmedi, MHP yetmedi, KDP’yi de devreye koydular. Böyle bir ittifakla sürdürmek istiyorlar. Nasıl ki 9 Ekim 1998’den itibaren hareketin koordine merkezini, Ortadoğu’da, Lübnan-Suriye hattında bulunan Karargahı’nı tasfiye etmek için saldırdılarsa 24 Temmuz 2015’ten bu yana da hareketin Türkiye-Irak-İran üçgeninde, Medya Savunma Alanları dediğimiz sahada oluşmuş üstlenmesini, dolayısıyla koordinasyonunu ortadan kaldırmak, tasfiye etmek istiyorlar.
24 yıl önce de saldırdıklarında esas Önderliği işlemez kılarak gerillayı zayıflatmak, ezmek ve Lozan’ı paçavra gibi atan, Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı statükoyu Kürdistan’da parçalayan gelişmeleri yok etmek istediler. Şimdi de aynı şeyi yapmak istiyorlar. Gerilla üstlenmemizi ortadan kaldırmaya, gerillayı darbeleyip zayıflatmaya çalışıyorlar. ABD ve diğer küresel iktidar ve devlet güçleri bu biçimde PKK’yi zorlayarak, zayıflatılarak, AKP-MHP saldırısıyla zayıf düşürürek PKK’nin kendilerine teslim olmasını, kendileri tarafından kullanılır bir hareket olmasını istiyorlar, dayatıyorlar. Bu çok net. MHP Kürt düşmanı çizgisini buna dayanarak hayata geçirmeyi istiyor. AKP de onunla ortaktır. Zaten AKP kalmadı, Tayyip Erdoğan yönetimi kaldı. Onun dışındaki eski AKP’lilerin hepsi ayrıldılar. AKP de Tayyip Erdoğan yönetimi de onunla ortak. Bir de iktidarda kalmak için her şeyi yapıyor.
Gerilla direnişi tüm saldırıları başarısız kıldı, amacını boşa çıkardı
Peki, burada KDP’ye düşen nedir? Bugün PKK’yi yok ettik deseler, yarın KDP’nin yok olduğu gün olacak. Tamamen PKK’nin varlığı ve mücadelesi üzerinde yaşıyor. PKK’nin sırtına binmiş olarak ama PKK’yi ezmek isteyenlere de hizmet ediyor. Bunu para kazanmak, çalıp-çırpmak için yapıyor. Bunu çok iyi görmemiz lazım. Bu süreçte yağmaladılar, talan ettiler, çaldılar-çırptılar, bunların hepsini de İstanbul’dan Washington’a kadar Türkiye ve Amerika’ya yatırdılar. Kürdistan’a bir çöp bile dikmiş değiller. Kaçmaya hazırlanıyorlar. PKK olmazsa yerleri çoktan hazır. Kaçacaklar. Bunların Kürtlükle, ulusallıkla, mücadeleyle, Kürdistan’da toplumun ruhunun, bilincinin ve maddi yaşamının gelişmesiyle ne alakası var. Hiçbir ilişkileri yok. Bunu net görelim. Bu düzeyde bir bireycilik, ailecilik ve düşkünlük var. Hiçbir ideolojik-siyasi değeri yok. Toplumla herhangi bir alakası yok.
Bu temelde bir saldırı var. Bunu görüyoruz. Bu konuda ABD-NATO 24 yıl önceki gibi komployu sürdürüyor, İran-Rusya gibi güçler de 24 yıl önce ona nasıl payanda oldularsa, aynı siyaseti şimdi de sürdürüyorlar. İran da bu yönde PKK’nin önünü kapatmaya çalışıyor. Rusya da nasıl Uluslararası Komplo saldırısının, ABD’nin sürek avının zemini oldu, aynı işlevi şimdi de görüyor. Böyle bir durum var. Saldırı bu çerçevededir.
Fakat bu ittifakın içinde çelişkiler var. Bu kadar saldırı var, Zap-Avaşîn-Metîna saldırıları üzerinden dört ay geçti ama başarı yok. Böyle bir saldırı dört aydır kırıldı. AKP-MHP saldırıları başarısız oldu. Bunu kesin ifade etmemiz lazım. Gerilla direnişi saldırıyı kırdı, amacını boşa çıkardı. Onlar “Gerillayı kaçırtırız, ele geçiririz” diye umut ediyordu. Gerillayı Gare ile Kandil’e toplarız. Zaten ABD dört-beş senedir “Sizi buralara toplayalım, savaştan da vazgeçin” diye baskı yapıyor. Aslında ABD’nin planı uygulanıyor. Onu bilmemiz lazım. Böylece “Zafer kazandık” diyecekti. Bunun karşılığında başka yerlere saldırmasına, örneğin Rojava’ya saldırmasına izin vereceklerdi. Oradaki sonuca dayanarak da AKP, Haziran 2023’te kendini yeniden iktidar yapacaktı. Tayyip Erdoğan’ın bütün hesabı, kitabı bunun üzerinedir. Bunun ilk planlaması kırıldı.
Onu aşmak için Rojava’ya saldırmak istiyorlar. Zap-Avaşîn-Metîna’da çatışmalı durumu sürdürerek, bu alanda biraz adım adım ilerleyip esas olarak AKP’nin ihtiyaç duyduğu başarıyı Rojava’da kazanmak istiyorlar. Buna yönelim göstermeye çalıştılar. Bu da ciddi tehlike arz ediyor. Bunda birlik olamadılar. Birincisi, Rusya Ukrayna Savaşı’ndan dolayı zor durumda. Suriye ile savaş çıkarsa etkinliğini kaybedeceğinden korkuyor. Çünkü Suriye üzerinden savaşa katılamayacak. Oraya katılmaya kalkarsa Ukrayna’daki savaşı kaybedecek. Dolayısıyla iki cephede birden savaş yürütemiyor, AKP-MHP’nin saldırısını engellemeye çalışıyor. Bunun yerine AKP-MHP’ye başka fırsat ve imkânlar, para vererek katmak istiyor. Herhalde Tayyip Erdoğan ile o yönde bir anlaşma yaptı. Belki kısmen “Kışın saldır” dediler. Ama daha çok da para vermiş olma ihtimalleri var. Çünkü Suudi ve Katar’la ABD üzerinden anlaştı. Şimdi savaş yapıp bir yerleri fethedip kazanamayacaksa AKP’ye seçim kazanması için şöyle bir şey yapıyorlar: Bol para vermek. 25 milyar dolar Suudi’den gidecekmiş, daha önce Putin 15 milyar dolar vermiş. Sıcak para ile ekonomik ortamı, mevcut havayı değiştirerek seçimi kazanmak istiyor. İşte bu temelde seçimi kazanacaksan, böyle kazan diyorlar.
Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli yönetimi iktidarda kalmak için her şeyi yapıyor. Böyle bir dayatma var. Bunu görmemiz lazım. İran, Suriye’de çatışma olursa zayıf düşeceği korkusuyla karşı çıktı. ABD de böyle bir savaşa olur demiyor. Çünkü TC’nin işgali biraz daha gelişirse ABD’nin Suriye’de kalma gerekçesi ortadan kalkacak. Zaten ABD çekilsin diye Tahran’da karar aldılar. Suriye devleti de onu onayladı. ABD üzerinde öyle bir baskı var. Biraz daha Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile karşı karşıya gelirse ABD’nin orada kalma şansı bitecek. Onun için TC’yi biraz durdurmaya çalışıyor. Kısaca mevcut çatışmanın durumu böyle. Bu durumda neler gelişebilir? Karşı cephenin durumu çok karışık. AKP-MHP için geri sayım yılı, ölüm-kalım yılı, iktidarının ne olacağı yılı. Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli yönetiminin rahatlıkla iktidarı başkalarına bırakacağını beklemek biraz hayal gibidir. Çünkü sonrasının kendilerine neler getireceğini az-çok kestiriyorlar ve bundan çok korkuyorlar. Geçmişte bazı dersler çıkardılar. Mısır’dan, Irak’tan bazı dersler çıkardılar.
Gerilla direnişinin her yere yayılmasının önemi
6’lı masa muhalefetini bu dış güçler hazırlıyordu. Onlar çok varlık gösteremiyor. Biraz bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama zorlayıcı bir durumları yok. AKP-MHP iktidarı zorlarsa çok fazla çatışma çıkmasın diye onları yumuşak tutuyorlar. Bu da bir politikadır. Bunu dış güçler istiyor. Çatışırlarsa PKK kazanır diyorlar. Bir korku odur. Niye sert bir iktidar kavgası gelişmiyor? PKK korkusundan dolayı. Birbirleriyle biraz kavgaya girseler, toplumsal muhalefet ortaya çıkacak, demokrasi hareketi gelişecek, PKK kazanacak diye korkuyorlar. Şimdi iktidarı değiştirme konusunda da böyle bir korku vardır. AKP-MHP’yi çekip yerine CHP-İYİ Parti’yi nasıl koyacaklar? Yeni yönetim AKP-MHP’nin yürüttüğü savaşı yürütebilecek mi? Yürütemezse o zaman onu yıkacak bir devrim Türkiye ve Kürdistan’da gelişmez mi? Gelişecek! Ondan korkuyorlar. Nasıl Taliban’la ABD uşağı yönetimi Afganistan’da anlaştırıp ortak bir yönetim kurarak, ABD çekilmek isterken Taliban hepsini ele geçirdiyse, Türkiye’de de o duruma düşmek istemiyorlar. Korkuları şimdi biraz onun üzerinedir. İş bu noktaya gelmiş durumda. Artık ne tür gelişmeler olur, bilemiyoruz. Ama her şey olabilir. Darbeler olabilir. Baskı-terör çok daha ileri bir düzeye taşırılabilir. Eğer yönetimin Tayyip Erdoğan’a verilmesi noktasında CHP ile anlaşabilirlerse HDP’yi kapatıp bir biçimde “Ben yönetim oldum” demek istiyor. Aralarında öyle bir uzlaşma yaklaşımı da var.
Böyle bir durumu ne bozar? Biz neler yapmalıyız? Bir defa bu ittifakı teşhir etmeye çalışmak lazım. O da önemli bir yan. ABD ile AKP arasındaki çelişkileri, AKP-MHP içindeki çelişkileri, KDP ile onlar arasındaki çelişkileri geliştirmeye çalışmak lazım. Özellikle bu kullanılan yasak silahlar, hiçbir ahlaki, hukuki kuralı dinlemeyen saldırılar, topluma dönük faşist terör, baskı, zindan uygulamaları, bunların teşhiri, bu temelde sisteme karşı mücadele geliştirme, özellikle AKP-MHP’yi teşhir edip üzerinde baskı uygulama çalışması önemli bir çalışma olmaktadır. Basite alınmamalı. O karşı cepheyi zayıflatıyor. Bir de parçalıyor. Onların parçalılığından yararlanılabilir.
Diğeri gerillanın mücadeleyi daha da geliştirebilmesi ve daha büyük zafer kazanabilmesidir. 2008’deki gibi Zap ve Avaşîn’de AKP-MHP’nin saldırganlığını yenilgiye uğratacak bir savaşı geliştirebilmesi çok önemli. Bu aslında her şeyi değiştirebilecek bir durumdur. Bunun da zorlukları var. Bu yönlü bir direnç yürütüyoruz. Bunu önlemek için dikkat edelim Tayyip Erdoğan yönetiminin Rojava’ya saldırısını göze alamayınca söz konusu sistem Esad yönetimi ile uzlaştırmaya yöneldi. İlk defa Türkiye ve Suriye yönetimleri açıktan görüşme yaptı. Böyle bir durumda bu sefer Serêkaniyê’den İdlib’e kadar TC’nin işgal ettiği bölgelerde ayaklanmaya yol açan gelişmeler yaşandı. Bütün TC grupları kendilerinin satıldığını düşündü. Türkiye’ye karşı çıkışa yöneldiler. Yani orada da çelişkileri çok. Bu da bizim açımızdan önemli bir durum. Irak’a dönük saldırıda TC’nin halka dönük katliamları biraz teşhir oldu. Dolayısıyla bunlardan yararlanmalıyız. Ama esas olarak kendi çizgimizde askeri mücadeleyi geliştirebilmek, Zap-Avaşîn-Metîna direnişini sürdürmek ama onu Bakûr’a, Türkiye metropollerine, Başûr’a yayılmasını sağlamak gerekiyor. Bu yayılma sağlanabilseydi şimdiye kadar Zap ve Avaşîn’de büyük askeri zafer kazanılabilirdi. Bunu net ifade edebiliriz. Ama orada savaşı yaymakta zayıf kalıyoruz. Onu giderebilsek bu, Türkiye’nin de Ortadoğu’nun da dünyanın da kaderini değiştirecek, 15 Ağustos Devrimci Atılımı’nı 39’uncu yılda tarihin en büyük devrimci zaferine ulaştıracak gelişmeyi ortaya çıkartabiliriz. Bunların önü açık.
Hangi güç dayanaklarını yeniler ve sonuna kadar direnirse karşı tarafı yenecektir
Siyasi çerçevede de HDP’nin, demokratik güçlerin kendilerini geliştirmeleri önemli. Muhalefete, etkili muhalefet yapmaları için dayatmada bulunmaları önemli. Bu dış güçleri de etkileyebilir. Bu biçimde de PKK ya da demokratik siyaset alanında HDP daha çok gelişecek korkusuyla bu 6’lı masayı iktidara getirmeye yönelebilirler. İnsan ondan da yararlanabilir. Çünkü onu rahatlıkla yapma imkânları yok. Şimdiye kadar bize şunu dayattılar: “Durun, susun, silahlı savaşı durdurun, bir biçimde de teslim olun, biz AKP-MHP yönetimini ortadan kaldıralım, yeni bir yönetim örgütleyelim, artık sonra ne olacak bakarız” dediler. Sonrası ne olacak? O yönetim aynı çizgiyi uygulayacak. Peki, o durumda biz ne yapacağız? Öyle olmaz.
Genel durum biraz böyle. Bizim mücadelemizin de görevleri belirlenmiş, ideolojik-siyasi alanda da örgütsel-askeri alanda da Newroz’dan bu yana geliştirdiğimiz hamle sürüyor. Gerilla direnişi önemli bir düzeyde. Onu sonuca götürecek düzeyde geliştirebilmemiz gerekli. Bu 39’uncu yılı böyle öngörmeliyiz. Buna göre kendimizi örgütlemeli, aktivite kazandırmalı, planlı harekete yönlendirebilmeyiz. İşin iki boyutu var; karşılıklı bir irade kırma savaşı var. Bu sürüyor. Hangi güç dayanaklarını yeniler ve sonuna kadar dayanma gücünü gösterirse karşı tarafı yenecek. Böyle bir direnme iradesini kesinlikle göstermeliyiz. Bu konuda zayıf düşmemek gerekli. Ama aynı zamanda savaşı yayarak siyasi mücadeleyi biraz daha tırmandırarak, karşıt ittifak içerisinde çelişkiler yaratmaya çalışarak ve düşmanı askeri olarak yenilgiye uğratacak bir sonuca ulaşmak lazım.
Hep bizim üzerimize yüklenen bir pozisyon var, bu bilinmeli. Birçok çevre, “PKK durdursun, PKK eskisi gibi yapsın” diyor. Biz şimdiye kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız. O geçmişteydi. Eski durum artık değişmiştir. Öyle bir şeyin ne kadar tehlike arz ettiğini görebilecek kadar aklımız var. O nedenle şunlar söylenebilir: 50’nci yılımızda, TC’nin yüzüncü yılı olacak. 15 Ağustos Atılımı’nın 39’uncu yılına giriyoruz. AKP-MHP iktidarı geri sayımdadır. Şimdi çok yoğun bir savaş var. Bu önümüzdeki süreçte daha da yoğunlaşacak; sadece savaş olarak değil, siyaset olarak da ideolojik mücadele olarak da çok daha yoğunlaşacak. Karmaşık ve yoğun hale gelecek. Bu durum böyle devam etmeyecek, bunun değişmesi gerekiyor. Oradan bazı sonuçlar ortaya çıkacak. Sonuçları kendi lehimize geliştirme, 15 Ağustos Atılımı ruhuyla hareket edip zafer çizgisinin gerektirdiği nihai zaferi bu yılda elde etme imkânımız var. Bunu görelim. Bunu yapmak için ne gerekli? Önder Apo’nun eleştirileri vardı, onları anlamak ve ona göre kendimizi yenilemek gerekli.
Agit komuta çizgisi, kesinlikle bu savaşı doğru yürütme ve zafer kazanma çizgisidir
Merkez Karargahımız da değerlendiriyor. “Komutanını arayan savaştan” söz ediliyor. Doğru komuta çizgisinin, kadronun geliştirilmesi lazım. Bütün bunları anlayan ve başarıyla uygulama gücünü, yeteneğini gösteren bir komutanlığın geliştirilmesi, ortaya çıkartılması lazım. Sorun, burada bu kadar gücün ittifak yapmış olması değil. Onların kendi içindeki çelişkileri daha fazla. Bizim yararlanacağımız noktalar daha çok. Teknik güçleri, bilmem istihbaratlarıyla saldırıyor olmaları önemli değil. Zaten onu yıllardır yapıyorlar. Onlar yapabileceklerinin azamisini yaptı. Çok yeni şeyleri kalmadı. Yeni şey yapacak güç biziz. Bizim de yapabilmemiz için kendimizi yenilememiz lazım. Kesinlikle kendini yenileyen bir parti öncülüğü, gerilla duruşu bu gidişi büyük zafere dönüştürebilir. 39’uncu 15 Ağustos yılı buna kesinlikle açık.
Kendini yenilemesi ne demek? Yaratıcı haline gelmesi demek. Amaçlarımız, stratejimiz doğru anlaşılmalı. Devrimci halk savaşı stratejisi neyi ifade ediyor? Bu temelde nasıl mücadele edilir? Bunları doğru anlayacağız. Tarz ve taktik yaratıcılığını en ileri düzeyde göstereceğiz. Aklın gücünü kullanacağız. Sadece cesaret ve fedakârlığa dayanmayacağız. Mevcut mücadeleci duruşumuz, cesaret ve fedakârlıkta zirvededir. Orada bir kusur yok. Ama eksiklik, kusur yaratıcı aklın gücünü kullanmada var. Yaratıcı yol-yöntem bulmada var. Yerinde düşmana karşı yürütülecek mücadeleleri yürütmede eksiklik var. Bir bekleme var. Geriye bakma var. Başkasında arama var. Yanlış anlayışlar var. Bunların kırılması lazım. 15 Ağustos çizgisi bunların kırılmasını gerektiriyor.
Bizi de böyle bir mücadelede Devrimci Halk Savaşı’nı topyekûn zafer çizgisinde uygulamada geriye çeken, alıkoyan kesinlikle bu anlayışlar. Bunları kırabilmemiz lazım. Yaratıcı, imkânları, fırsatları yerinde değerlendiren, inisiyatifli, çizgiyle bütünleşmiş, kendini mücadeleye tümüyle katmış bir devrimci öncülüğü, komutanlığı geliştirebilmeyiz. Partimiz böyle bir kadro ve komuta duruşuyla yürüdü. 15 Ağustos Atılımı da böyle gelişti. Agit komuta çizgisi, kesinlikle bu savaşı doğru yürütme ve zafer kazanma çizgisiydi. Demek ki ortada bu çizgiyi özümseme ve uygulamada yetersizlikler, zayıflıklar var. Aslında bilinç iyi, eğitim de iyi, gerillanın, hareketin askeri-teknik eğitimler bakımından donanımı da iyi. Bunlar temelinde önemli bir gelişme düzeyi var. İnisiyatif kullanma az. Yaratıcılık az. Böyle örgütlü, kolektif çalışma adı altında bireyci olmayayım diye bu sefer de inisiyatifsizlik ortaya çıkıyor. Hep üstten bekleme ortaya çıkıyor. Oysa biz gerillacılık yapıyoruz. Gerilla inisiyatif demektir, gerilla sorumluluk demektir. Başkasından beklemez. Gerillaya talimat değerlendirmeyle verilir, gerisi gerilla komutanının ve savaşçının inisiyatifindedir. Emirlerle yürümez. Öyle bir merkezilik olmaz. Ama hep o isteniliyor, o bekleniyor. Bu bekleme, hep merkezden isteme, aşırı merkezi duruş, inisiyatif kullanmamayı, dolayısıyla da var olan imkân ve fırsatları pratikte değerlendirmemeyi getirdi. Bunun sonucu düşmana çok fazla vuracakken vuramadığımız gibi, gereksiz kayıplar verdik. Yetersizlikler, hatalar, yersiz kayıplar böyle ortaya çıkıyor.
Örneğin Kemal Pir vardı; Önderlik de değerlendiriyor. Kemal Pir için genel çizgi yeterliydi, ondan sonrası onun inisiyatifindeydi. Nerede, ne yapılacak, kime vurulacak, nasıl vurulacak? Bunları birilerine soran, başkasından bekleyen değildi. Değerlendiren, yoğunlaşan, karar veren ve uygulayandı. Agit komuta çizgisi de böyle gelişti. Daha fazla bekleyen, erteleyen olsaydı 15 Ağustos Atılımı diye bir şey olmazdı. O bakımdan inisiyatif, irade, atılımcılık önemli. Dönemin zafer kazanacak kadro-komuta duruşu kesinlikle inisiyatiften ve sorumluluktan geçiyor. Kendini bu mücadelenin yürütülüp zaferinden sorumlu görerek, o temelde inisiyatif üstlenerek pratikleştirmekten geçiyor. Kendine başka ölçüler yakıştırmaktan, kendini başka ölçülere çekip sınırlandırmaktan, kendini devrimci-militan ölçülerden, savaş sorumluluğundan uzaklaştıran durumlardan uzak tutmak lazım. Gerileme, kendini sınırlandırma çok. Böyle çaresizliğe sığınma, zayıflığa sığınma var. Bunlar genel hareketi de etkiliyor. Kadrodaki bu durum, ruh hali genel toplumu da etkiliyor. İşte toplumda da çok fazla talep etme, ama pratik yapamama durumu gelişiyor. Toplumdaki durum da öncünün yetersizliklerinin yansıması oluyor. Bunları kesinlikle böyle görmek lazım.
15 Ağustos zafer ve atılım çizgisini daha doğru anlamak önem taşıyor
O halde bu dönem için 39’uncu yıl açısından daha fazla 15 Ağustos zafer ve atılım çizgisini doğru anlamak gerekli. Onu gerçekleştiren kadro-komuta çizgisini, ölçülerini daha doğru anlamamız lazım. Şöyle demek olmaz: “Eskiden imkânlar çokmuş, arkadaşlar bunu yapmışlar, şimdi zorluk var.” Bazı arkadaşlar öyle diyor. Agit arkadaş altında oturacağı bir taş altı bile bulamıyordu. Şimdi yüzlerce tünelimiz, şikeftimiz var. Bu hareket bu kadar yeraltı yapmış. Ne demek eskiden güçlüydük, şimdi zayıf olduk! “Düşman eskiden çok zayıfmış şimdi güçlenmiş” deniliyor. Ne alakası var. Kenan Evren, Ortadoğu’yu titretiyordu. Ortadoğu’nun devletleri Kenan Evren’den tir tir titriyorlardı. Arkasına NATO’yu almış herkesi tehdit ediyordu. NATO’nun tam desteği vardı. Türk ordusundan herkes korkuyordu. Biz onları çok iyi biliyoruz. “Ne cesaretle nasıl bu orduya karşı çıkacaklar, nasıl başaracaklar?” diye herkes PKK’ye şaşkınlıkla bakıyordu. “Ordunun şekli değişmiş” diyorlar. Kırk yıldır savaşıyoruz, değişecek tabii. Savaşın gereklerine göre değiştirdiler. “Teknik ilerlemiş, teknik güç almışlar.” O zaman da bize göre teknikleri çok güçlüydü. Çünkü bizim elimizde çoğu tutukluk yapan Kara G1’lerden başka bir şey yoktu. Onların elinde yine her türlü silah vardı. Yanılmamak lazım. Sanki öyle görülüyor; “Şimdi düşman güçlendi, zorluklar arttı, biz zayıfladık” gibi değerlendirmeler var. Bunlar o zaman 15 Ağustos Atılımı ve mücadele nelere yol açtı sorusunu yeniden gündeme getiriyor. Onun için 15 Ağustos’u doğru anlamak önem taşıyor. Böyle değildi. Hep tersi doğruydu. Düşman güçlüydü, biz çok zayıftık. O havadan dolayı o orduya bir kurşun sıkılırsa acaba sonuçları ne olur diye kestirmek zordu. Agit arkadaşlar Eruh’ta eylem yaptılar, eylem toplantısını Hêzil Vadisi’nde aldılar. Oraya kadar geri geldiler. Şemdinli’de eylem yapan grubumuz da Çemço’da değerlendirdi. O toplantıya ben de katıldım. Her şeyden önce düşmanın o kendini abartan tutumu ve psikolojisi vardı. Kenan Evren, “Bir askerimin bir düğmesi düşerse ben uyumam, bütün orduyu harekete geçiririm” diyordu. Peki, böyle bir orduya kurşun sıkınca ne yapacaktı? Belli bile değildi. Dolayısıyla ortalama bir insan, “Kurşun sıkılamaz, böyle bir ordu karşısında durulamaz” diye değerlendiriyordu.
İşte 15 Ağustos Atılımı böyle bir ortamda gerçekleşti. Yani o anlayışlar ve tutumlar kırıldı. Sömürgeci-soykırımcı güçlere kurşun sıkma cesareti gösterildi. Onun fedakârlığı göze alındı. Onun gerektirdiği dayanıklılık, mücadele tarzı içerisine girildi. İmkânsızlıklar o zaman çoktu, zorluklar fazlaydı. Şimdiki gibi değildi. En önemlisi de ufuk çok belirsizdi. Evet, genel teorik değerlendirme, dünya halklarının deneyimleri, gerillanın zafer pratiği doğru yürütülürse bizde de zafere ulaşılır diye çok genel bir anlayış ve inançtan öte ufukta bir şey görülmüyordu. Şimdi bunlar hiç kıyaslanabilir mi? O halde şunu görmemiz lazım: 38 yıl önce o ortamda böyle bir irade ortaya konabilmişse şimdi niye konulmasın? Onu katbekat aşan iradeler niye olmasın? Niye Agitler, Zîlanlar her tarafta gelişmesin? Merkez Karargahımız bu 15 Ağustos Atılımı’nın yıldönümünde “Agitleşmekten” bahsediyor. Çok önemli. Bu olabilir. Ama ne gerekli? Agitleşmek gerekli, Zîlanlaşmak gerekli. Bunlar olursa olur. Böyle olunmazsa tabii olmaz.
Diğer Kürt örgütlerinin ve solcu örgütlerin özelliklerine kayarsak, devrimci ruhtan, bilinçten ve pratikten koparsak olmaz. Kendimize göre ölçüler, bireyci anlayışlar geliştirir, kendimize başka şeyler yakıştırırsak olmaz. O halde bu yıldönümünde, 39’uncu yıla girerken daha fazla 15 Ağustos atılım ve zafer çizgisini doğru anlamak ve katılmak, daha çok Agitleşmek ve Zîlanlaşmak gerekli. Zafer mümkün ama ancak Agitleşenler ve Zîlanlaşanlar bu zaferi kazandırır. Başka türlü kazanılamaz. O halde hepimizin hedefi, tüm Kürt devrimciliğinin ve yurtseverlerinin hedefi kesinlikle Agitleşmek ve Zîlanlaşmak olmalı. 39’uncu 15 Ağustos Atılım yılını, bu ruh, bilinç ve tarzla karşılayıp, kendimizi bu çizgi temelinde yenileyerek geliştirmeli ve mutlaka zafer kazanmalıyız. Bunun dışında başka hiçbir şeyi kabul etmemeliyiz.
Bunlar temelinde bir kere daha Önder Apo’nun, tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın 15 Ağustos Ulusal Diriliş ve Gerilla Bayramı’nı kutluyor, 39’uncu 15 Ağustos yılının özgürlük ve demokrasi mücadelesinde tüm yoldaşlara, halkımıza ve dostlarımıza üstün başarılar diliyoruz.
Yaşasın 15 Ağustos Atılım ve Zafer Ruhu!
Bijî Serok Apo!