Mustafa Karasu
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, soğuk savaşın sonlanması ve iki kutuplu siyasi durumun ortadan kalkmasından sonraki en önemli askeri ve siyasi durum olarak görülebilir. Kuşkusuz Balkanlar’daki savaş, ikiz kulelerin vurulması sonrası ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalesi de sıra dışı olaylardı. Ancak bunların hiçbiri Rusya-Ukrayna savaşı kadar çok aktörlü olmadığı gibi siyasi ve askeri boyutları da bu düzeyde değildi. Soğuk savaş döneminin iki büyük gücü ilk defa bu düzeyde karşı karşıya geldiler. NATO soğuk savaş sonrası hiçbir askeri ve siyasi soruna bu düzeyde kilitlenmemişti. Rusya’nın böyle ciddi bir hamle yapması da siyasi durumun karmaşıklığını göstermektedir.
Rusya Ukrayna’ya karşı savaş açarken mutlaka kendisine yönelik büyük bir tepki gelişeceğini biliyordu. Ukrayna’ya yönelik stratejik hamlesi için bunları göze almıştı. Kısa ve orta vadede bazı şeyler kaybetse de uzun vadede kazançlı çıkacağını düşünüyordu. Ancak Küreselleşen kapitalizm içindeki bir güç olarak bu düzeyde bir girişim içinde olmasının kabul edilmeyeceğini ve beklemediği düzeyde çok büyük tepki göreceğini öngöremedi. Küreselleşen kapitalizm içindeki bir ülke olarak kendisine yönelimin bir sınırı olacağını düşünürken; küreselleşen kapitalizm içindeki bir güç olarak kendisine büyük zararlar verilmesi ile karşı karşıya kaldı. Aslında küresel kapitalizmle ne kadar iç içe olduğunu; bu sistemin bir gücü olarak büyük zarar göreceğini şaşkınlıkla gördü. Öyle ki, ABD’nin en büyük rakibi olan Çin bile bu durumu görerek ürktü ve Rusya’dan yana açık tavır koyamadı; ABD ile çekişme ve çatışmasını bir sınırda tutmayı kendi çıkarına gördü. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesi ve buna karşı NATO’nun tutumu küresel kapitalizm çağının yeni siyasi dengelerinin oluşmasında bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. Küresel kapitalist sistem içindeki güçler arasında mücadele sürekli olacaktır. Buna düşük yoğunluklu ama sürekli sürecek bir savaş biçimi de diyebiliriz. Bir tür aynı gemide olmanın getirdiği bir savaş biçimidir.
Yakın zamanda Zelensky Fransa cumhurbaşkanının kendisine yaptığı bir tekliften söz etti. Macron Rusya’nın yenilgi psikolojisini yaşamayacağı bir uzlaşmayı Zelensky’e önermiş. Herhalde Donbas bölgesinde Rusya’ya taviz verilmesinden söz etmiş. Fransa cumhurbaşkanı Macron, Zelensky’nin söylediğini reddetti. Ancak Ukrayna’nın kabul etmeyeceği hiçbir şeyi düşünmeyiz, diyerek de aslında dolaylı olarak Zelensky’nin söylediğini onayladı. Ukrayna kabul etmediği için böyle bir girişim içinde olmadık anlamına gelecek bir cümle kurdu. Fransa cumhurbaşkanının tutumu küresel kapitalizmin karakterine uygun bir tutumdur. Kuşkusuz Rusya büyük zarar görüyor; daha ağır sorunlarla karşılaşabilir. Ancak çıkar, sömürü, kar dünyası olan küresel kapitalizm ve onun tüketim toplum aşaması Rusya’nın içinde olduğu uzun süreli bir savaşı da kendi çıkarına görmez. Çünkü böyle bir savaş kapitalist güçlerin ve tekellerin kârını önemli oranda düşürür. Hatta bazı sektörlerin çökmesi durumu ortaya çıkar. Bu nedenle bu savaştan Rusya’nın kazançlı çıkmayacağı, diğer küresel güçler ve NATO’nun kazançlı çıkacağı ve Rusya’nın savaştan geri dönmesini sağlayacak bir uzlaşma aramaları da anlaşılır bir durumdur. Aslında Rusya da zevahiri kurtaracağı bir uzlaşmayı kabul edecektir. Çünkü mevcut durumdan çıkmayı isteyecektir. Kuşkusuz böyle bir uzlaşma bulmak da kolay değil. Ancak siyasi, ekonomik ve askeri durum böyle bir uzlaşmayı gerektiriyorsa diplomasi bir yolunu bulabilir. Şimdi savaşın bir dönem daha süreceği anlaşılıyor. Ya da her iki taraf da böyle bir uzlaşma durumu yaratmak için savaşı yürütüyor. Zaten bu savaşta Ukrayna ve Zelensky ile Rusya değil; NATO ile Rusya gerçek muhataplar durumundadır.
Türkiye dümeni NATO, ABD ve Batı’dan yana kırdı
Bu savaş ortamında Türkiye’nin tutumu bölge ve Ortadoğu halkları açısından daha önemlidir. Kuşkusuz Türkiye ABD ve Rusya arasında oynayacağı ve her ikisini de kullanabileceği bir pozisyonu tercih ederdi. Ancak mevcut savaş siyasi ve askeri olarak şiddetli bir karakterde olduğundan eski durumu sürdüremeyeceğini görerek yeni siyasi ortamdan nasıl yararlanabilir hesabı içindedir. Nitekim gerginliklerin çok sertleştiği ortamda önceki konumunu sürdüremeyeceğini görerek dümeni NATO, ABD ve Batı’dan yana kırdı. Rusya’ya yönelik yaptırımların tümüne katılmasa da esas olarak NATO yanlısı bir politikaya yöneldi. Bunu ABD de Rusya da görüyor. ABD zaten bunu yaratmak istiyordu. Rusya Türkiye’nin yeni pozisyonunu görse de Türkiye’yi tümden karşısına almamak için Türkiye’ye karşı bir tutum almadı.Türkiye Rusya’yı idare etmek isterken Rusya da Türkiye’yi idare etme politikası yürütmektedir.
Kuşkusuz Türkiye tüm politikalarını Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etme politikasına dayandırmaktadır. 100 yıldır böyle olan bu politikasını bugün daha açık biçimde ortaya koymaktadır. Kurt dumanlı havayı sever misali Türkiye de bu ortamda ne kadar kazanç sağlarım hesabı içindedir. Her güç Ukrayna üzerinde yoğunlaşmışken kendisinin imha, tasfiye ve soykırım saldırılarına karşı çıkılamaz düşüncesiyle saldırılarını artırmış bulunmaktadır. 2021 yılında gerilla karşısında yenilgi alan AKP-MHP faşist iktidarı mevcut siyasi ortamı fırsat bilerek 2022 17 Nisan’ında gerilla şahsında Kürt Özgürlük Hareketini bitirmek için saldırıya geçti. Zaten Rusya-Ukrayna savaşında NATO politikasına göre hareket etmesi de Medya Savunma Alanlarını işgal edip gerillayı tasfiye ederek Kürt Özgürlük Hareketini bitirmek amaçlıdır. Türk devlet politikasının esası her siyasi imkanı ve fırsatı değerlendirerek özgürlük mücadelesini ezip Kürt soykırımını tamamlamaya yöneliktir. Türk devletinin tüm politikalarını bu eksende görmeyenler ne doğru politika üretebilir ne de Kürt soykırımını engelleyebilir. Bu gerçekliği anlayamayanlar Türkiye’de demokrasi mücadelesi de Sosyalizm mücadelesi de veremezler. Bu devlet Kürtler yararlanır diye demokrasi düşmanlığı da yapmaktadır. Bu açıdan Kürt düşmanlığı ile demokrasi düşmanlığı iç içe geçmiştir. Türkiye gerçeğinde Kürt düşmanlığı demokrasi düşmanlığıdır, demokrasi düşmanlığı Kürt düşmanlığıdır. Türkiye’nin en temel sorunlarından olan Aleviler için de bu denklem geçerlidir. Çünkü Alevilik de Kürt soykırımının gerçekleştirilmesinde engel olarak görülmektedir. Alevilik ancak demokratik bir Türkiye’de var olacağından Aleviler demokrasi mücadelesinde yer almaktadırlar. Demokrasiden Kürtler yararlanır düşüncesi nedeniyle de Aleviler Kürt soykırım politikalarına zarar veren bir topluluk olarak görülmektedir.
KDP tüm Kürtlere ve geleceğine karşı suç işleyen bir siyasi hareket konumundadır
AKP-MHP faşist iktidarının Kürt halkının özgürlük mücadelesine saldırısı aynı zamanda büyük bir demokrasi düşmanlığıdır. Türkiye ve Ortadoğu’nun en temel demokrasi gücünü ezmeyi hedeflemektedir. Bu açıdan Türk devletinin 17 Nisan’da başlattığı işgal harekatı sadece Kürt halkının özgürlük mücadelesini değil; Ortadoğu’nun tüm demokrasi güçlerini ezme saldırısı olmaktadır. Bu açıdan Türk devleti işgaline işbirlikçilik yapan KDP de Ortadoğu’daki demokrasi düşmanlığının öncüsü ve temel müttefiklerinden olmaktadır. Ortadoğu’nun en temel demokrasi gücü Kürtler olduğundan KDP’nin demokrasi düşmanlığı tutumu aynı zamanda Kürt düşmanlığı olmaktadır. Kürtlerin Ortadoğu’daki en temel güç kaynağı olan demokratik özelliklerine saldıran bir güç olmaktadır. Bu açıdan KDP tüm Kürtlere ve Kürtlerin geleceğine karşı suç işleyen bir siyasi hareket konumundadır.
Türkiye ve KDP birlikte Ortadoğu’da demokrasinin gelişmesini önleme saldırısı içindedirler. Çünkü demokratikleşme geliştiğinde en başta da Türkiye ve KDP’nin politikaları çökecektir. Demokratik Türkiye ve demokratik Ortadoğu’da bu zihniyetler ve siyasetler yer bulamayacaktır. Bu gerçeklik Ortadoğu’da her türlü gericiliği ayakta tutan iki temel gücün de AKP-MHP şahsında Türkiye ve KDP olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Türkiye ve KDP demokrasi düşmanı olduğundan radikal ve derin demokrasinin öncüsü ve temeli olan kadınlara ve kadın özgürlük mücadelesine de düşmanlık yapmaktadırlar. Kadın özgürlük mücadelesinin demokratikleşmeye ivme kazandırmasından dolayı bu düşmanlığı açık yapmaktadırlar. Bu açıdan PKK’nin ve gerillanın Türk devleti ve işbirlikçisi KDP’ye karşı yürüttüğü mücadele tüm Ortadoğu halklarının ve kadınlarının özgürlük ve demokrasi mücadelesi olmaktadır. Ortadoğu siyasetinin tüm dünyayı etkilediği düşünülürse PKK ve gerilla tüm insanlık adına bir mücadele yürütmektedir. Rêber Apo’nun düşünceleri hem Ortadoğu halkları hem de insanlık açısından kurtuluş yoludur. Kadınlar zaten Rêber Apo’yu kadın özgürlük mücadelesinin önderi olarak görmektedirler. Çünkü kadın özgürlük mücadelesini ideolojik ve teorik temele kavuşturarak büyük bir sıçrama yapmasını sağlamıştır. Bu ideolojik ve teorik temelde 21. yüzyılın kadın özgürlük yılı olacağı bugünden netleşmiştir.
İşgal ve ihanete karşı gerillanın başarısı aynı zamanda kadın özgürlüğünün de başarısıdır
Tüm bu gerçekler, gerillanın PKK öncülüğünde gösterdiği direnişe tüm Ortadoğu halklarının ve insanlığın sahip çıkmasını gerektirmektedir. Gerillaya ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine saldırı, kadınların direnişine saldırı olduğundan tüm dünya kadınlarının da gerilla direnişine sahip çıkması gerekmektedir. Bugün Zap, Avaşîn ve Metina’da kadınlar gerilla mücadelesine öncülük yapıyorsa bu fedai direniş aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesine yapılan saldırıya karşı bir barikat olmak anlamına gelmektedir. Öyle ki sadece Kürt kadınlarının Ortadoğu kadınlarının değil tüm dünya kadınlarının geleceği de Zap Avaşîn ve Metina direnişinden etkilenmektedir. Burada gerillanın başarısı kadın özgürlüğünün başarısı olacak; kaybetme durumu ise tüm dünya kadınlarının kaybetmesi olacaktır. Bu açıdan gerilla direnişine başta kadınlar olmak üzere Ortadoğu ve dünyanın tüm demokrasi güçlerinin sahiplenmesi gerekmektedir. Ne var ki bu bilinç ve duyarlılık istenilen düzeyde değildir. Kuşkusuz Kürt özgürlük mücadelesinin basın, kültür ve eğitim kurumlarının bu bilinci yaratmada rol alması gerekmektedir. Eğer dünya halkları ve kadınları aydınlatılır ve bu konuda bilinçlendirilirse gerillanın yürüttüğü tarihi mücadeleye başta kadınlar ve Ortadoğu halkları olmak üzere tüm insanlığın desteği ve dayanışması artacaktır. Bu mücadeleyi kendi mücadeleleri olarak görüp birçok yönüyle harekete geçeceklerdir.
AKP-MHP faşist iktidarı Kürt soykırımında ısrarlıdır. AKP de varlığını yürüttüğü bu yönlü politikada alacağı başarıya bağlamıştır. Bu açıdan Türkiye’nin tüm iç ve dış imkanlarını kullanarak sonuç almak istemektedir. KDP gibi ihanet içinde olan işbirlikçi bir Kürt siyasi gücünü de bu amaca ulaşmak için etkin biçimde kullanmaktadır. Bu savaş hem Kürdün hem de AKP’nin var olma halini aldığından savaşın çok boyutlu, şiddetli ve her alanda süreceği açıktır. AKP-MHP iktidarı 2022 yılında tüm gücüyle savaşa yüklenecektir. Rusya-Ukrayna savaşı ortamında bu savaşa destek alma yönünde bir politika yürütecektir. Nitekim şimdiden bu imkanı kullanmaktadır. Savaşta kimyasal silah kullanılmasına rağmen hiçbir siyasi gücün ve bu konularda hassas olması gereken kurumların ses çıkarmaması da bu siyasi ortamla ilgilidir.
Tüm Kürtler Türk devletinin yürüttüğü bu savaşın Kürdün varlığına yönelik olduğunu çok iyi bilmelidir. Savaşı böyle ele almamak, ona göre bir mücadele duruşu, tutumu ve pratiği içinde olmamak kafayı soykırımı bıçağının altında tutmaktır. Her kim ki Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorununun çözüleceğini düşünüyorsa o kişi ya da siyasi güç ağır bir gaflet içindedir. Türkiye’nin Kürt politikası dünyanın hiçbir yerindeki siyasi sorunla karşılaştırılamaz. Hiçbir ulusal sorunla karşılaştırılamaz. İnkarcılığın ve yok etmede ısrarın olduğu yerde hiçbir politik çözüm imkanı olmaz. Bu açıdan bu zihniyet ve politikanın kırılması ve demokratik bir zihniyetin gelişmesi gerekir. Bunun da büyük bir mücadele gerektirdiği açıktır. Gerillanın fedai bir direniş göstermesi bunu ortaya koymaktadır. Zaten gerilla böyle bir fedai direniş olmadan bu soykırımcı zihniyetin püskürtülemeyeceğini ve yenilgiye uğratılamayacağını bildiği için fedaice direnmektedir.
Gerilla Kürt halkının var olması için böyle bir fedai direniş ortaya koymaktadır. Gerilla bu duruşuyla tüm Kürt halkına ve dostlarına bu direnişin nasıl bir karakterde olduğunu da göstermektedir. Fedai gerillalar eyleme giderken yaptıkları konuşma ve verdikleri mesajlarla tüm Kürt halkına da bu yönlü mücadeleyi geliştirmeleri çağrısı yapmaktadırlar. Bu çağrı ne mücadele verilecekse bu dönemde verilmeli çağrısıdır. Her türlü zorluk ve risk göze alınarak mücadele edilmelidir. Bunun için hiçbir mücadele alanı bedel vermekten kaçınmamalıdır. Bedelleri göze alarak her yerde mücadele geliştirilmelidir. Bu dönemde gösterilmeyen fedakarlıklar ve ödenmeyen bedeller ulusal varlığın tümden kaybedilmesiyle sonuçlanabilir. Bu nedenle mücadele bu ciddiyette yürütülmelidir. Hiçbir Kürt bir dakika bile olsa rehavet ve gevşeklik içinde olmamalıdır; mücadele dışında kalmamalıdır. Böyle bir mücadeleyi gerektiren bir dönemden geçmekteyiz. Zaten gerillanın duruşunda ortaya konulduğu gibi Özgürlük Hareketinin mücadele iradesi de kararı da kararlılığı da bu yöndedir. Kürt halkının her alandaki özgürlük güçleri de mücadele planlamasını ve örgütlenmesini bu yönlü yapmalıdırlar. Buna Devrimci Halk Savaşı denilmektedir. Böyle bir yaklaşım ve mücadele içinde olmayanlar bu mücadelenin dışında kalanlardır. Buna Türk devletinin Kürt soykırım politikasını izlemek de denilebilir.
Gerilla TC’nin soykırımcı zihniyetine karşı fedaice direnmektedir
Bu savaş sadece gerillaya bırakılamayacak kadar kritik bir karakterdedir. Zaten soykırımcı sömürgeci güçler nerede özgür Kürt varlığı varsa oraya yöneleceğim diyor ve yöneliyor da. Bu açıdan özgürlük mücadelesinin de bu düşmana karşı Kürdistan’ın dört parçası ve yurt dışında mücadeleyi çok yönlü yürütmesi gerekir. Kuşkusuz mücadelenin öncü güçleri gençler ve kadınlar bu rollerini oynayacaklardır. Basın, kültür, demokratik siyasi mücadele güçleri, diplomasi, tüm inanç örgütlenmeleri bu mücadeleyi kendi alanlarında etkin yürütürlerse mücadele bütünlüklü hale gelir ve başarılı olur. Özcesi tüm mücadele imkanlarımızın atıl bırakılmadan, çarçur edilmeden bu düşmana yöneltmesi gerekir. Tüm mücadele güçleri birbirlerini tamamlayan, bütünleyen ve güçlendiren tarzda mücadeleyi ortak hedefe etkili biçimde yönlendiren bir tarz ve duruş içinde olmalıdır. Bu dönemde tüm mücadele güçlerimizin böyle birbirini tamamlayan ve ortak hedefe etkili yönelten duruş içinde olmaları da başarı için şarttır. Kuşkusuz her örgütsel yapımız kendi özgünlüğü ile böyle bir mücadelenin parçası olacaktır. Ancak geçmişte bazı alanlarda olduğu gibi parçalı duruşlar ve mücadeleyi kilitlenmeyen yaklaşımlar bu dönemin kaldıramayacağı ve kabul edilemez yaklaşımlarıdır. Bu açıdan birbirini tamamlayan ve mücadele bütünlüğünü sağlama konusunda her örgütsel yapımız ve yönetimlerimiz gerekli duyarlılığı gösterecek ve göstermelidir de.
Gerillanın üzerine düşeni yapmaya çalıştığı açıktır. Soykırımcı güçlerin kimyasal silah kullanması bu direnişin düşmanı ne kadar zorladığının kanıtıdır. Kimyasal silah kullanamadığında yenilgiyi yaşayacağını gördüğünden insanlık ve savaş suçu olan bu silaha başvurmaktadır. Gerilla direnecektir; hiçbir silah gerillanın mücadele iradesini kıramaz; ancak düşmanın bu silahı kullanmasının önüne geçmek ve bu silahı kullanmasını onun aleyhine çevirmek de tüm Kürt halkının ve dostlarının görevidir. Bu konuda teşhir ve mücadele zayıf kalmaktadır. Neredeyse Türk devletinin kimyasal silah kullanması normal hale gelmektedir. Bu gündem sıradanlaşamaz. Rutin bir gündem olarak ele alınamaz. Bu konuda kıyametin koparılması, dünyanın ayağa kaldırılması gerekir. Düşman bu silahı kullanabilir ama biz de bunu ona pahalıya ödetmeliyiz. Bu yönlü mücadelede mücadelenin önemli bir parçası olarak görülmelidir. Üzerinde sürekli yoğunlaşmak, yapılan girişim ve eylemlerle bu konuyu sürekli gündemde tutmak gerekir. Türk devleti bu konuda teşhir olur ve suçlu bir konuma düşürülürse bu da yenilgisini hızlandırır. Çünkü bu silahı kullanamaz hale geldiğinde yenilgisi kesindir.
Düşmanın kullandığı bir güç de KDP’dir. KDP işbirlikçiliği olmazsa da bu düşmanın yenilgisi kesindir. Kürt düşmanları ve soykırımcı güçlerin elindeki en etkili silah KDP’dir. Bu düşman, KDP politikaları ve tutumuna dayanarak bu savaşı sürdürmektedir. Türk devletinin ben Kürtlere değil teröristlere karşı savaşıyorum, tezini ileri sürmesini sağlayan da KDP’dir. Bu açıdan KDP’nin teşhiri ve KDP’ye karşı tutum almak da bu mücadelenin önemli bir parçası olarak görülmelidir. KDP teşhir edilmeden, etkisiz kılınmadan da Kürt halkının özgürlük mücadelesini başarıya ulaştırması mümkün değildir. Artık KDP bu ihanetten vazgeçsin, demenin anlamı kalmamıştır. Çünkü bilinçli ve planlı bir biçimde TC ile bu ihanet ilişkisini yürütmektedir. Bu nedenle KDP ulusal çizgiye gelsin gibi çağrılar bu ihanetin üstünü örtmeye ve bu tutumun sürmesine yol açmaktadır. Bu açıdan KDP’ye bir Kürt siyasi gücü gibi yaklaşmamak gerekir. Şu anda KDP savaşın tam içindedir. Sanki savaşa doğrudan katılmamış gibi yaklaşmak da yanlıştır. KDP Türk devletine her türlü imkanı sunmakta, desteği vermektedir. Bu savaşta sadece iş bölümü yapılmıştır. KDP’nin askeri güçlerinin doğrudan gerilla mevzilerine yönelmesi durumunda KDP daha fazla teşhir olacağını bildiğinden rolünü oynayamayacak; hatta bugünkü katkısı ve desteğini sunamayacak bir duruma düşecektir. Ancak mevcut iş bölümü ile en etkili ve süreklileşen bir destek sunmaktadır. Hatta KDP bu iş bölümü çerçevesinde ben doğrudan savaşın içinde değilim, diyerek Kürt halkını aldatmaya çalışmaktadır. Gerilla güçleri arası ilişkiyi kesiyor, gerillanın cephane ve lojistik yollarını tutuyor, gerilla alanlarının birbirine güç vermesini engelliyor. Gerillaya ait silah ve erzaklara el koyuyor.
Gerillaya yönelik bu savaşta esas rolü KDP oynuyor. KDP’nin bu rolü Türk devletinin saldırısına verilen en büyük destek olmaktadır. Savaşın kaderini belirleyebilecek destekler vermektedir. Bu açıdan işgalci Türk devletine karşı nasıl bir tutum alınıyorsa aynı düzeyde KDP’ye de gösterilmesi gerekir. Soykırım savaşının içinde olan bir güce gösterilen tutum gösterilmelidir. Çünkü KDP savaşın içindedir. Eğer gerilla KDP’nin askeri güçleriyle karşı karşıya gelmiyor ve yönelmiyorsa bu, gerillanın sabır gösterilmesindendir. Dünyanın başka yerinde böyle tutum içinde olana karşı meşru savunma bir haktır. Ancak gerilla mevcut tutumu daha doğru gördüğünden açık bir çatışma içine girmekten kaçınmaktadır.
KDP Kürt düşmanlığında sınır tanımıyor. TC’nin kimyasal silah kullanmasının da suç ortağıdır. Kimyasal silah kullanılan alanlara hiç kimsenin girmesine izin vermiyor. Kimyasal silahlarla Halepçe’yi yaşamış Başûrê Kürdistan’da KDP soykırımcı sömürgeci Türk devletinin bu suçunu örtme görevi üstlenmiş durumdadır. Türk devleti Şingal’de, Süleymaniye’de, Maxmur’da ve Kerkük alanında savaş uçakları ve SİHA’larla yurtseverleri, PKK sempatizanları ve kadrolarını katlediyor. Bu katliamları meşrulaştıran da yine KDP oluyor. Türk devletini ve saldırganı, katliamcıları suçlayacağına Rêber Apo ve PKK sempatizanın burada olmalarını suçlu görüyor. PKK Kürt halkının özgürlük mücadelesini veren bir güç değilmiş; TC özgürlük isteyen güçleri vurmuyormuş gibi Türk devletinin saldırılarını meşrulaştırıyor. Açıkça PKK’ye sempati duyan herkes vurulabilir diyor. Zaten Behdinan alanında KDP istihbaratı ile MİT ortaklığında yüzlerce gerilla vurdurulmuştur. Rêber Apo’nun ortaya koyduğu ideolojik ve siyasi çizgi karşısında gerileyen, toplumsal tabanını kaybeden KDP, TC eliyle PKK’nin tasfiye edilmesini sağlamaya çalışıyor. Bunun için Türk devletine en temel desteği KDP sağlıyor. PKK’ye karşı mücadelenin ideolojik ve siyasi cephaneliğini Türkiye’ye KDP sağlıyor. KDP’nin bu yaklaşımı olmazsa Türk devleti Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında her yerde kaybedecektir. Rojava karşıtı politikalar ve saldırılarda da Türk devletinin esas destekçisi KDP’dir. KDP Rojava Devrimi’nin tasfiyesini de hedefliyor. Burada Rêber Apo’nun çizgisinin kazanmasının kendisinin kaybetmesi olarak görüyor.
KDP, Kürt siyasi örgütlerini sömürgeci güçlerle birlikte tasfiye etme politikası yürütüyor
Bundan bir süre önce Süleymaniye’de Şükrü Serhat arkadaş katledilmişti. Şükrü Serhat’ın katilleri Hewlêr’e kaçmıştı. Kısa bir süre önce Süleymaniye’de katledilen Zeki Çelebi’nin katilleri de Hewlêr’e kaçmıştır. KDP Türk devletinin nerede özgür bir Kürt varsa oraya saldırırım politikasının her yerdeki suç ortağı haline gelmiştir. KDP sadece PKK’ye karşı değil kendisine boyun eğmeyen her güce karşı da Türk devleti ile birlikte hareket ediyor. Türk devleti KDP gibi kendisiyle işbirlikçilik yapmadığı için YNK alanına yönelik saldırılarını artırmıştır. Bu saldırılara zemin olan ve teşvik eden de KDP’dir. KDP TC’ye PKK’ye karşı sonuç almak için YNK’yi de PKK ile karşı karşıya getirmek gerekir telkininde bulunmaktadır. Çünkü YNK ve diğer Kürt örgütleri PKK’ye karşı yürütülen tasfiye konsepti içine girmeyince KDP teşhir oluyor; Kürt toplumu içinde KDP’ye yönelik tepki gelişiyor ve öfke artıyor. KDP bu nedenle YNK ve diğer Kürt örgütlerini de kendi politikasına ortak etmeye çalışıyor. Bunun için bu örgütler üzerinde baskı kuruyor. KDP kendi ideolojik ve siyasi çizgisine boyun eğmeyen tüm Kürt örgütlerine düşmanlık yapıyor. Defalarca yaptığı gibi diğer Kürt parti ve siyasi örgütlerini sömürgeci güçlerle birlikte tasfiye etme politikası yürütüyor.
KDP bu politikalarıyla Kürt halkının her yerdeki özgürlük mücadelesine karşıt konumdadır. Barzanî ailesinin örgütü haline gelmiş KDP, birkaç şehirde hakim olmak için Kürdistan’ın %80’ini soykırımcı sömürgecilere peşkeş çekmektedir. Kürt ve Kürdistan kavramını kullanması, milliyetçilikten söz etmesi sadece bu gerçekliğinin üstünü örtmek istemesindendir. Zaten KDP’nin yaptığı milliyetçiliğin Kürde düşman üretme ve Kürdün soykırımına yol açma dışında bir işlevi yoktur. Artık milliyetçi ideoloji Kürtlerin başına bir bela durumundadır. Kürtlerin en güçlü yanı olan demokratik ve özgürlükçü karakterleri böylece iğdiş edilmektedir. Zaten Kürt düşmanlığında öncü, Kürt soykırımını hedefleyen Türk devletine işbirlikçilik yapılarak, bu devlete dayanarak yapılan milliyetçiliğin Kürtlere kötülükten başka bir şey getirmeyeceği açıktır.
Bugün Kürtler dünyada kadın özgürlükçü karakteri, Demokratik Ulus anlayışı ve demokratik özellikleriyle tüm dünyada sempati görmektedir. Artık Ortadoğu halkları da Kürtlere sempatiyle bakmaktadırlar. Böylece soykırımcı sömürgeci devletlerin ideolojik ve siyasi olarak geriletilmesi durumu yaşanmaktadır. Tüm bunlar Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşmaları için muazzam imkanlar yaratmaktadır. KDP ise dünyada Kürtleri itibarlı kılan bu ideolojik ve siyasi çizgiye saldırarak Kürtleri güçsüzleştiren bir rol oynamaktadır. KDP için Kürtleri itibarlı hale getiren bu değerlerin anlamı yoktur. KDP’ye göre sadece işbirlikçilik yapılarak yaşanılabilir. Zaten bunun için özgür Kürtlüğe saldırıp özgür Kürtlüğe karşı olanlardan nemalanmaya çalışmaktadır.
Mevcut haliyle ve konumuyla KDP’yi bir Kürt siyasi gücü olarak görmek sorunludur. Bu sadece KDP’nin suçlarını örtmekte, Kürtlüğe zarar vermektedir. Bu açıdan artık KDP’ye karşı açıktan tutum alıp, teşhir edip mücadele etmek gerekir. Mücadeleden kastımız silahlı çatışma içine girmek değildir. Esas olarak ideolojik ve politik çizgiyle, yürüttüğü pratik politikayla mücadele içinde olmak gerekir. KDP gerçekliğinin ne olduğunu açıkça ortaya koymak gerekir. Çünkü şimdiye kadar yürütülen politika KDP’nin olumsuzluklarını önleyememiş, hatta KDP bu yaklaşımdan yararlanarak işbirlikçi politikasını sürdürmüştür. Artık gelinen aşamada tüm yurtsever Kürt partilerin ve siyasi güçlerin bir araya gelip temel yurtseverlik kriterlerini ortaya koyup KDP’ye tutum almaları gerekir. KDP ulusal birliği engelleyerek kendi politikasını yürütmektedir. Bu açıdan KDP’nin katılmasını beklemeden tüm Kürtler, siyasi güçleri bir araya gelerek kongre, konferans ve çalıştaylarla ortak Kürt politikasını belirlemelidir. 3. Dünya Savaşı’nın sürdüğü ve yeni Ortadoğu dengelerinin kurulduğu, kurulacağı bu dönemde bu acil bir ihtiyaçtır. Kürt düşmanları ortaklaşıyorsa Kürtler de bu süreci ortak karşılayarak yeni Ortadoğu dengelerinde Kürtlerin en kazançlı biçimde çıkmalarını sağlamalıdır.Türk devleti, KDP ve özgür Kürtlükten çıkarı olmayan güçler Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye ederek Kürtlüğü güçsüz düşürmek istiyorlar. Bu açıdan hassas bir dönemden geçiyoruz.
Ortadoğu’da Rêber Apo çizgisinde PKK’nin öncülük ettiği özgürlük mücadelesi uluslararası ve bölge gericiliğinin bölge politikalarını yürütmelerini zorlamaktadır. Bu mücadele hem uluslararası güçlerle bölgesel güçler hem de bölgesel güçler arasında sorunlar yaratmaktadır. Bu mücadelemiz uluslararası ve bölgesel güçlerin politikalarının özgürlük ve demokrasi karşıtı karakterini ortaya çıkarmaktadır. Kürt işbirlikçiliğinin teşhir ve tecrit olmasına yol açmaktadır. Bu açıdan bir taraftan yürütülen askeri saldırılar ve işgallerle, bir taraftan da siyasi baskılarla Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi tasfiye edilmek ve etkisiz kılınmak istenmektedir. Bu baskıların odak noktası ise Rêber Apo üzerindedir. Rêber Apo’ya Kürt işbirlikçiliği, uluslararası güçler ve Türk devletinin içinde yer aldığı tasfiye konsepti dayatılmaktadır. Rêber Apo’ya PKK’nin mücadeleyi bırakması, gerilla güçlerini Türkiye’den ve Medya Savunma Alanları’ndan çekmesi ve Başûr’da bazı şehirler çevresinde (Hewlêr, Duhok, Süleymaniye gibi) mülteci kamplarında kalması dayatılmaktadır. Buna paralel olarak PKK’ye de mücadeleyi bırakması ve mülteciliği kabul etmesi yönünde baskı ve telkinler yapılmaktadır. PKK buna boyun eğerse, uluslararası güçlerle bölgesel güçler arasında hiçbir sorun çıkmadan politikalarını yürütme durumu ortaya çıkacaktır. Kürt işbirlikçiliği de Kürt halkının özgürlük mücadelesine büyük zarar veren politikalarını engelsiz yürütecektir. Şimdi bizim soykırımcı sömürgeci Türk devletine karşı yürüttüğümüz mücadele Türkiye ile uluslararası güçler arasında sorun çıkmaktadır. Hatta Türk devletiyle bölgesel güçler arsında da sorunlara yol açmaktadır. Çünkü Türk devleti kendisi nasıl Kürt halkının özgürlük mücadelesine saldırıyorsa bu güçlerin de saldırmasını istemektedir. PKK’ye karşı savaşta her türlü destek almasına rağmen sonuç alamayınca uluslararası güçlerden daha açık destekler istemektedir. Ancak bu uluslararası güçler TC’nin istediği düzeyde açık destek verirlerse teşhir olacakları ve bölge politikalarında daha da kötü duruma düşeceklerini görmektedirler.
Türk devletinin Kürtlere yönelik politikasını anlamak için İmralı’ya bakmak gerekir
İşte uluslararası güçler, TC ve KDP bu durumdan kurtulmanın yolu olarak PKK’nin yürüttüğü mücadeleyi etkisiz kılacak ortak bir konsept planlamışlardır. TC Rêber Apo üzerinde baskı yürütüyor, işgal harekatları yapıyor; KDP bu saldırılara destek veriyor; uluslararası güçler çeşitli biçimlerde Kürt Özgürlük Hareketi üzerinde baskı yapıyorlar; ancak Kürt Özgürlük Hareketi bu tasfiye konseptini kabul etmiyor ve direniyor. Şu anki tüm saldırılar bu tasfiye konseptini pratikleştirme doğrultusunda sürdürülüyor. Bu konsept Kürt halkının özgürlük taleplerini dikkate almamakta, sadece kendilerinin daha rahat politika yürütmesini amaçlamaktadır.
Türkiye tabi ki Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirip Kürt soykırımını tamamlamayı hedefliyor. Rêber Apo üzerinde büyük baskı uygulanıyor; tasfiye konseptinin merkezinde Rêber Apo yer alıyor derken bu tasfiye dayatmalarını ve Rêber Apo’nun bunu reddeden tutumunu belirtmek istiyoruz. Rêber Apo uzlaşmacı olduğunu her zaman ortaya koymuş; ancak Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını reddeden hiçbir şeyi kabul etmeyeceğini de her zaman net ve açık biçimde ifade etmiştir. Rêber Apo Kürt halkının ulusal demokratik varlığını ve özgür yaşamını kabul etmeyen hiçbir yaklaşımı kabul etmez. Dolayısıyla şu anda AKP-MHP faşist iktidarının politikalarına açık bir biçimde karşı çıkmaktadır. Rêber Apo sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin temel sorunlarını çözecek her yaklaşım ve adıma evet der; bunun dışında hiçbir şey bu Önderliğe kabul ettirilemez. Bu açıdan İmralı’nın tutumunun böyle olacağı konusunda herkes net olmalıdır. Rêber Apo AKP-MHP faşist iktidarının hiçbir politikasını kabul etmez, bu iktidarın ne zihniyeti ne de politikalarıyla uzlaşır. Esas kaynağının MİT olduğu ve bazı ulusalcı çevrelerin de demokratik ve sol çevreleri Kürt Özgürlük Hareketinden uzaklaştırmak için el altından yaydığı İmralı AKP ile uzlaşacak, yönündeki düşünceler safsatadır. Aslında kendilerinin AKP’ye karşı açık, net ve tutarlı mücadele vermemesinin üstünü örtmek ve kendilerini sanki AKP’ye karşı mücadele veriyor gibi göstermek için böyle şeyleri ortaya atıyorlar. Şu anda ve yıllardır da AKP’ye karşı en etkili mücadele duruşu içinde olan Rêber Apo, PKK ve Kürt Özgürlük Hareketidir. Eğer şu anda AKP’ye karşı bir mücadele varsa bunu yaratan ve sağlatan Özgürlük Hareketimizin mücadelesidir. AKP-MHP faşist ittifakını çöküş noktasına getiren de Özgürlük Hareketimizdir. Şu anda yürüttüğümüz mücadele AKP-MHP faşist iktidarını çökertecektir. Zaten biz bu mücadeleyi yürütmeseydik AKP-MHP faşizmi Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirdim, diyerek hakimiyetini tam sağlayacaktı. Şu anda muhalif olduğunu söyleyenlerin ağzından bu iktidara yönelik hiçbir şey çıkamayacaktı.
Türk devletinin Kürtlere yönelik politikasını anlamak için İmralı’ya bakmak gerekir. Türk devletinin İmralı’ya yaklaşımını anlamadan Türk devletinin Kürt politikası konusunda değerlendirme yapılamaz. Kürtlerin nasıl bir politika izlemesi gerektiği de İmralı’ya bakılarak görülebilir. Bu açıdan her Kürdün İmralı üzerinde yoğunlaşması gerekir. Düşmanı anlamak ve doğru mücadele yürütmek için de bu gereklidir. Nasıl ki tarih boyu Kürtlerin üzerinde bir özel savaş yürütülmüşse şimdi de Rêber Apo üzerinde bir özel savaş yürütülüyor. Kürt Özgürlük Hareketine yönelik özel savaş da İmralı’da yürütülen özel savaşın devamı ve parçası olmaktadır. Rêber Apo kendisi üzerinde yürütülen özel savaşın derin bilincindedir. Özgürlük Hareketi de tüm halkımız da kendileri üzerinde yürütülen özel savaşın bilincinde olmalıdır. Bu bilinç olursa etkili mücadele yürütülür. Rêber Apo kendisi üzerinde yürütülen özel savaş ve baskının nedenlerini bildiği için bunun zorlanması içinde değildir. Ancak Özgürlük Hareketi ve halkımızın yürütülen özel savaşı iyi anlayarak etkili mücadele verememesi Rêber Apo için zorlayıcı olmaktadır. Rêber Apo’nun bu konuda zorlandığı ve ciddi eleştirileri olduğu düşünülmelidir. Kuşkusuz Önderliğimiz Hareket ve halk olarak soykırımcı sömürgeciliğe karşı büyük bir mücadele verdiğimizi anlamaktadır. Düşmanın yürüttüğü özel savaş ve baskılarından bunu çıkarmaktadır. Ancak bu mücadelenin düşmanı püskürtme ve yenilgiye uğratmada yetersiz olduğunu düşünmektedir. Rêber Apo’yu tanıdığımız için, bugünkü mücadele düzeyimizi iyi analiz ettiğimizde böyle bir değerlendirme yapmamız yanlış olmaz. Bu açıdan Rêber Apo tüm mücadele alanlarının daha etkili mücadele vermesini beklemektedir. Rêber Apo’ya bağlı olan bizlerin ve halkımızın da bu beklentiye yanıt olması gerekmektedir.
İmralı halkımızın temel mücadele gündemlerinden olmalıdır
Kuşkusuz İmralı’ya baskının nedenlerini iyi bilsek de bu baskıya karşı en etkili karşı koyuşun gerilla, halkımız ve tüm örgütsel yapılarımızın mücadele etmesi gerektiğini söylesek de İmralı’yı ve oradaki uygulamaları sürekli gündemde tutmak gerekir. İmralı ve tecrit hiçbir zaman gündemden düşmemeli; Özgürlük Hareketimizin ve halkımızın temel mücadele gündemlerinden olmalıdır. Şimdiye kadar Özgürlük Hareketimiz de halkımız da dostlarımız da duyarlı olmuştur. İngiliz sendikalarının başını çektiği tüm dünyadaki dostlarımızın da katıldığı Önderliğe Özgürlük kampanyası dünya genelinde etkili olmuştur. Rêber Apo’nun düşünceleri, paradigması, ortaya koyduğu toplumsal ve siyasal çözümler dünya halkları, kadınları ve gençleri içinde daha fazla tanındıkça bu kampanya daha da büyüyecek, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için güçlü bir zemin hazırlanacaktır.
Rêber Apo üzerindeki tecridi kırma ve fiziki özgürlüğünü sağlamayı 2020’de başlattığımız “Dem Dema Azadi” hamlesinin önemli hedefi olarak ortaya koymuştuk. Faşizmi yıkma, Rêber Apo’nun özgürlüğünü sağlama ve işgalleri sonlandırma genel hedefleri doğrultusunda 3 yıla yakındır çok önemli bir mücadele yürütmekteyiz. Bu mücadelenin önemli sonuçları da oldu. Özellikle gerillanın 2021 yılında yürüttüğü tarihi mücadele çok önemli siyasi ve toplumsal sonuçlar yarattı. AKP-MHP iktidarını tümden çökme noktasına getirdi. 2022 yılında Rêber Apo’yu sahiplenme, kadınların 8 Mart’ta yükselttikleri mücadele, 50. Önderlik Yılı Newroz’unun güçlü geçmesi “Dem Dema Azadi” hamlemizin çok önemli gelişmeler ve sonuçlar ortaya koyduğunu gözler önüne sermiştir. Rêber Apo’nun 50. yıl mücadele yılının büyük başarılarla sonuçlanacağı netleşmiştir. 17 Nisan’da Türk devleti işgaline karşı gerillanın gösterdiği direniş de 50. yılın büyük başarılarla sonuçlanacağını daha şimdiden ortaya koymuştur. Bu açıdan gerilla mücadelesi, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü mücadelesi ve toplumsal alanın mücadeleyi güçlü geliştirmesi çok önemli olmaktadır. Bunun için de mücadelenin Kürdistan’ın 4 parçası ve yurt dışında Devrimci Halk Savaşını geliştirecek biçimde örgütlendirilmesi ve yürütülmesi gerekir. Bu da tüm alanların, örgütsel yapılarımızın bu savaş içinde yer almasını gerektiriyor. Devrimci Halk Savaşı içine aktif girmeyen her örgütsel yapı ve kadromuz mücadele dışı kalıyor demektir. Devrimci Halk Savaşı içine girmeden, bu mücadelenin parçası olmadan mücadele yürütüyoruz demek kendini ve herkesi kandırmak anlamına gelir. Bu açıdan özsavunmaya dayalı Devrimci Halk Savaşının her alanın özelliklerine göre örgütlendirilmesi ve pratiğe geçirilmesi çok önemlidir.
Devrimci Halk Savaşının her yerde başarıya ulaşması açısından Bakurê Kürdistan’daki mücadele kilit konumdadır. Buradaki mücadelenin düzeyi Kürdistan’ın tüm parçalarını ve yurt dışındaki mücadeleyi doğrudan etkilemektedir. Bakurê Kürdistan’ın son 50 yılda Kürdistan’ın tüm parçalarındaki mücadeleyi doğrudan etkilediği, yönlendirdiği ve belirlediği bilinmektedir. Eğer Bakurê Kürdistan’daki bu mücadele olmasaydı ne Başûr’daki kazanımlar elde edilebilir, ne Rojava Devrimi gerçekleşir, ne de Rojhilat’taki ulusal demokratik dinamizm ve mücadele bu düzeyde olabilirdi. Bakurê Kürdistan’daki mücadelenin bugün de böyle bir belirleyici yönü bulunmaktadır.
Türk devleti, AKP-MHP faşist ittifakı 7 yıldır Özgürlük Mücadelemize yönelik “Çöktürme Planı” doğrultusunda her türlü saldırıyı yapmasına rağmen istediği sonuçları alamamış; AKP-MHP faşist iktidarı büyük oranda çökertilmiştir. Tümden yıkılması da uzak değildir. Mücadelede ısrarlı olunduğunda bu iktidarın yenilgisi ve Türkiye’de yeni bir dönemin başlaması kesindir. AKP-MHP faşist iktidarı her gün terörden söz ediyorsa, her siyasi gücü ve tüm dünya devletlerini PKK’ye destek vermekle suçluyorsa bunun nedeni yıkılma korkusudur. Özgürlük Mücadelesi karşısındaki başarısızlığının, zayıflığının ve yıkılmasının yakın olduğunu hissetmesidir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi gündeme geldiğinde bunlar PKK’ye destek oluyor; bu desteği kesmezler ve YPG-YPJ’yi terörist ilan etmezlerse veto hakkımı kullanırım, demiştir. Öyle ki, kendisine her türlü siyasi destek veren, PKK ile hiçbir ilişkisi olmayan ülkeleri PKK’ye destek vermekle suçlaması çok sıkıştığını göstermektedir. Neredeyse tüm dünya devletlerinin PKK’ye karşı kendisi gibi savaşmasını istemektedir. Kuşkusuz bu politikayı yürütmesi bazı tavizler almak istemesiyle de ilgilidir. Ancak bu tavizi özgürlük mücadelesine karşı daha fazla destek alma yönünde istemesi mücadele karşısında zorlanması sonucudur. Yürüttüğü savaşta sonuç almak istiyor, bunu başaramayınca zayıflıyor ve iktidarını kaybetme ile karşı karşıya kalıyor. Çünkü Türkiye’nin tüm iç ve dış imkanlarını bu amaç için harcamış ama başarılı olamamıştır. Böyle olunca, tüm iç ve dış imkanları bu mücadelede tüketince ayakta kalma gerekçesi ve gücü kalmamıştır.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi konusunda veto şantajını kullanmasının en temel amacı kendisine yönelik bazı ülkelerin uyguladığı silah satışı ambargosunu kaldırmak istemesidir. Örneğin insansız hava araçları için daha güçlü kamera sistemlerini TC’ye satmayan ülkeler var. Kanada ve İsveç optik alanındaki tekniği ileri düzeyde geliştirmiştir. Bunların elindeki optik araçlar dünyadaki başka ülkelerin ürettiğinden daha net görüntü sağlamaktadır. Yine insansız hava araçlarından atılan daha etkili güdümlü füzeler almak istemektedir. Daha başka ileri teknik savaş araçlarını da elde etmek istiyor. Yine Avrupa’da Kürt halkının demokratik mücadelesini engellemek için de veto şantajını kullanmaktadır. Kapitalist modernist güçlerin maddi çıkarları için her türlü tavizi vereceğini düşünerek bu yönlü şantajlara başvurmaktadır. Türkiye’nin bıktırdığı şantajlarından rahatsız olsalar da Türkiye’yi yanlarında tutmak için sürekli tavizler verdikleri bilinmektedir. Özgürlük Mücadelemizin uluslararası alanda siyasi imkanlar ortaya çıkarmasını engellemede bu şantajların belli düzeyde etkisi olmaktadır. Ancak halklar, ezilen topluluklar, kadınlar ve gençler giderek özgürlük mücadelesine daha fazla sempati duyduğundan bu alandaki demokratik mücadele daha çok boyutlu ve zengin yöntemlerle yürütülürse Türkiye’nin uluslararası alandaki bu çabaları önemli oranda boşa çıkarılır. Zaten Türkiye’nin dış güçlere tepkisinin bir nedeni de bizim bu alandaki çabalarımızın belli sonuçlar vermesidir. Türkiye kendi jeopolitik konumu ve imkanlarını bizim dünyada etkili olmamamız için kullanmaya çalışsa da bizim halkları, kadınları, demokratik güçleri etkileme imkanlarımız artmıştır. Bunu iyi kullanırsak Türkiye’nin dış dünyadaki etkisini de sınırlar; bir de bu yönlü soykırımcı sömürgeci politikaların çökmesini sağlarız.
TC, Medya Savunma Alanların’da aldığı darbeler yüzünden bir çıkmaz içindedir
AKP-MHP faşist iktidarı Medya Savunma Alanlarını işgal ederek konumunu güçlendirmek ve böylece seçime gitmek istiyordu. Ancak bir buçuk aydır yürüttüğü işgal harekatından istediği sonucu alamadığı gibi, çok büyük darbeler aldı; şu anda bir çıkmaz içindedir. Bu nedenle başka başarı alanları aramaya yönelmiştir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi gündeme girince bunu bir şantaj aracı haline getirmiştir. Yine Rusya-Ukrayna savaşında göstereceği tutumu da bir şantaj haline getirmiştir. Bu şantajlar karşıladığında Rojava’ya işgal planını dayatmaktadır. “Bundan sonraki siyasi ilişkilerimizi bu işgale göre belirleyeceğiz”, diyerek hem ABD hem de Rusya’nın bu işgale onay vermesini istemektedir. Özellikle NATO üyelerine bu dayatmayı yaptığı anlaşılmaktadır. Herhalde Rusya Ukrayna’da zorlanıyor, bu nedenle işgale engel çıkaramaz diye düşünmektedir.
AKP iktidarının Rojava’da bir Kürt statüsüne tahammül etmesi mümkün değildir. Çünkü böyle bir statü oluşursa, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye özerkliğe ve yerel demokrasiye kavuşursa Türkiye’deki soykırımcı Kürt politikasının çökeceğini düşünmektedir. Bu nedenle Rojava Devrimi’ni tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Türkiye ancak demokratikleşip Kürt sorununa çözüm getirdiğinde Rojava ve Başûr’daki statüyü sindirebilir. Yoksa Rojava’yı tasfiye etmek isteyecek, konjonktür kendisi için uygyun olduğunda Başûrê Kürdistan’a da yönelecektir.
Bu açıdan AKP-MHP iktidarının tehdidini ciddiye almak; kapsamlı bir savaşa hazırlanmak; Türkiye’yi Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de direniş batağına saplandırmak gerekir. Bu mümkündür. Aslında 2019 yılındaki Serêkani ve Girêsipî işgalinde bunu sağlamak mümkündü. Nitekim hem Trump yönetimi hem de Erdoğan yönetimi çok sıkışmıştı. Direniş alanlarının bırakılması temelinde yapılan uzlaşma sonucu bu gerçekleşmemişti. Yeni bir saldırıda işgalin böyle sonuçlanmasını sağlama temel hedef olacaktır. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye bir bütün olarak savaş alanı haline gelecektir. Çünkü işgal karşısında bunun dışında başka bir yol olmayacaktır. Bu açıdan her şerde bir hayır vardır gerçeği bu işgal karşısında gösterilen direnişte somutlaşacaktır. Tabi ki bu saldırı aynı zamanda DAİŞ’i yenilgiye uğratan Kürt, Arap, Süryani halklarına ve direnişçilerine saldırı olacağından tüm dünya halklarına yönelik de saldırı olacaktır. Bu açıdan böyle bir direnişin arkasına dünya demokratik kamuoyunu da koymak çok önemli olacaktır. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye halklarıyla dünya demokratik güçlerinin bu direnişin yanında ayağa kalkması kesinlikle işgalcileri bozguna uğratacak; bu da Özgür Rojava ve Demokratik Suriye gerçeğini somutlaştıracaktır.
Türkiye’de seçim tartışmaları yoğunlaşmıştır; hatta erken seçim tartışmaları yapılmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarının HDP’yi kapatarak diğer muhalif güçler üzerinde baskıyı yoğunlaştırarak seçime girmek istediği söylenmektedir. Ekonominin giderek daha da kötüleştiği dikkate alınırsa, ekonominin daha kötü duruma düştüğü zamanda seçim yapmak yerine erken bir seçimi de gündeme getirebilirler. Seçimin yakın olduğunu çağrıştıran kimi politikalar ve hareketlilikler de gözlenmektedir.
Şu açıktır ki, ekonomik sıkıntılar sistem içi siyasi değişiklikler için bir zemin ve etken olabilir. Ancak sadece ekonomik sorunlar ve bu yönlü mücadele radikal siyasi ve toplumsal değişiklikler ortaya çıkarmaz. İktidarları yıpratmak için ekonomik sıkıntılar ve mücadeleler değerlendirilebilir. Ancak köklü siyasal ve toplumsal değişiklikler demokratikleşmeyi hedefleyen mücadelelerle sağlanabilir. Ekonomik sorunları önceliğine alan bir siyasal ve toplumsal mücadele sadece sistem içi değişikliklere yol açar. Hatta demokrasi ve özgürlük mücadelelerini zayıflatan ve yavaşlatan bir rol de oynar. Bu açıdan radikal devrimci demokratik güçlerin ekonomik sorunları öne çıkarmaktan çok, demokrasi ve özgürlük taleplerini öne çıkararak radikal demokrasiyi hedefleyen bir örgütlülük ve mücadele ortaya çıkarması gerekir. Ekonomik sorunlar, eşitsizlik ve sömürünün de demokrasi eksikliğinden, demokratik bir ülke olunmadığından kaynaklandığını vurgulaması gerekir. Toplumsal bilinç bu yönde geliştirilmelidir. Öncelikli sorunun demokrasi ve bu temelde özgürlüklerin olduğu ortaya konulmadan doğru bir siyasi mücadele verilemez. Şimdi Türkiye’de ekonomiyi öne çıkaran bir saptırma var. Çünkü demokrasi öne çıksa Kürt sorunundan, Alevilerin sorunundan, farklı etnik ve dinsel toplulukların sorunlarından, kadın sorunundan, gençlik sorunundan söz edilecektir. Hakim sistem ideolojisi ve siyaseti de bunlardan söz etmeyi bölücülük ve bozgunculuk olarak damgaladığından gerçek bir demokratik duruş ortaya konulmuyor. Sürekli esas gündemlerden kaçınılarak top taca atılıyor. Türkiye’de demokrasi isteyenlerin ve özgürlüklerin gerçekleşmesini hedefleyenlerin ekonomiyi öne çıkararak gündem saptıran durumdan çıkmaları gerekir. Ekonomik sorunlar ve mücadele de bu amaca ulaşmak için değerlendirilmesi gereken teşhir konuları olmalıdır. Ekonomik sorunlar bu temelde dile getirilirse bir anlam ifade eder. Ekonomik eşitsizlik ve sorunların çözülmesi de ancak demokratikleşme ve özgürlüklerin sağlanması temelinde kalıcı olarak sağlanabilir.
Türkiye’de HDP ve müttefikleri önemli bir mücadele yürütüyorlar. Kuşkusuz eksiklikleri var. AKP-MHP faşist iktidarı ile Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi mücadelesi kritik bir aşamaya gelmişken daha aktif bir mücadele içinde olmaları gerekir. Ne mücadele verilecekse esas olarak bu dönemde verilirse anlamlıdır. Yoksa tümden kaybetme de gündeme gelir. Bu açıdan Kürt düşmanı işgalci AKP-MHP faşist iktidarına karşı daha açık ve net mücadele verilmesi önemlidir. Medya Savunma Alanları ve Rojava’ya yönelik işgal harekatlarına karşı daha etkili bir mücadele yürütmek bu dönemde çok çok önemlidir. AKP-MHP iktidarı gerillaya karşı kimyasal silahlar, zehirli gazlar kullanırken, her gün Rojava’ya saldırı olurken, işgal tehditleri yapılırken bazı bedelleri göze alarak mücadeleyi yükseltmek önemlidir.
Faşizme karşı mücadelede doğru politika ve ittifaklar da önemlidir. İttifaksız demokrasi ve özgürlük mücadelesi verilemez. Rêber Apo’nun belirttiği Türkiye halkları ve demokrasi güçleri ile ortak mücadeleyi esas alacak demokratik siyasal mücadele perspektifi çok önemlidir. Türkiye’yi demokratikleştirecek olan ve Kürt halkını özgürlüğe kavuşturacak proje de budur. Bunun dışında Kürt halkı da özgürlüğüne kavuşamaz, Türkiye de demokratikleşemez. HDP böyle bir fikriyat ve felsefe üzerine kurulmuştur. 7 Haziran’daki büyük başarısı da bunun sonucudur. Türkiye’de demokratik siyasal alan başarılı olmak istiyorsa yegane yol budur. Bazılarının dayattığı gibi sadece Kürtlere seslenen bir zihniyet ve politika başarılı olamaz. Kürtlerin özgürlüğü böyle sağlanamaz. Böyle bir anlayış ve politika Kürtleri özgürlüğüne kavuşturamayacağı gibi soykırımla karşı karşıya bırakır. Zaten bu nedenle Kürtlerle Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesine en fazla karşı olan soykırımcı sömürgeci Türk devletidir. Onun soykırımcı politikalarını yürüten siyasi güçlerdir. MİT de böyle bir mücadele ortaklığını sabote etmek için her yola başvurmaktadır. Onlar istiyor ki, HDP sadece Kürtlere seslenen bir parti olsun! HDP ve tüm demokratik siyasal mücadele alanı için en büyük tehlike budur. 7 Haziran seçimleri öncesi izlenen politika daha da geniş kesimleri kapsayacak biçimde yürütülmezse ne demokrasi mücadelesinde ne de olası bir seçimde başarılı olunabilir. Bu açıdan HDP’yi sadece Kürtlere seslenen bir parti haline getirmek isteyenlere karşı mücadele edilmeli, bu tür eğilimlere kuşkuyla bakılmalı. Bunların Kürt dostu ve Kürt halkının özgürlüğünü isteyenler olmadığı bilinmelidir. Bu eğilimler Kürtleri yalnızlaştırma ve mücadelesini boğma stratejisinin unsurları olarak görülmelidir. Önemli olan niyet değil ortaya çıkaracağı sonuçlardır.
Olası bir seçim en geniş demokratik kesimlerin çatısı olmayı başarmakla kazanılabilinir
Demokratik siyasal alanın en temel ittifak politikası en başta da Rêber Apo’nun ortaya koyduğu en geniş demokratik kesimlerin çatısı olmayı başarmakla mümkündür. En başta da HDP bu projeye dayalı bir yapılanma içinde olmalıdır. Bu zaten en temel ittifak politikasıdır. Burada başarılı olmadan daha geniş bir ittifak yaratmak zordur. Çünkü geniş ittifakı HDP fikriyatı sağlayabilir. Bundan uzaklaşılırsa en geniş ittifak sağlanamaz. Bu açıdan en başta HDP tüm Türkiye halklarının, inanç topluluklarının, kadınların ve gençlerin partisi olmalıdır. Türkiye’nin devrimci demokratik birikimi ile Kürt halkının devrimci demokratik birikimini buluşturması ve ortak bir hedefe yöneltmesi önemlidir. Bu açıdan Rêber Apo THKP-C, THKO ve TKP-ML geleneğinin birikiminin HDP çatısı altında buluşmasını önemli gördü. Tabi ki Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Vedat Türkali gibi sosyalist önderlerin eğilimi ve mücadelesi de bu çatıda birleştirilmelidir. TKP geçmiş açısından bazı yönleriyle eleştirilse de bu geleneğin ve birikimin bu çatı altında buluşturulması önemlidir. Bazı düşünce farklılıklarının olması tüm bu eğilimlerin demokratik siyasal alan çatısı altında buluşturulmasına engel değildir.
Kürdistan’da temel yurtsever demokratik eğilimler bu siyasi hareketin içinde yer almaktadır. Zaten DBP geleneği en geniş siyasi eğilimi temsil etmektedir. Kürt halkının özgürlüğünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini Türkiye halklarıyla ortak mücadelede görenler de böyle bir siyasi harekette yer alabilir. Ancak sadece Kürt partisi ve ittifakları olarak daraltan yaklaşımlar böyle bir fikriyat ve projeyi boşa çıkarmak anlamına gelir ki, bu tür yaklaşımların kabul edilmesi kuruluş fikriyatı ve felsefesinden uzaklaşmak olur.
Eğer 7 Haziran öncesi ortaya konulan fikriyata ve felsefeye bağlı kalınırsa daha geniş ittifaklar sağlanabilir. Geniş ittifakları yaratacak bu zihniyet ve politikadır. Eğer genişleme sağlanamıyorsa o zaman bu fikriyat ve projeye uygun bir politika, yaklaşım ve söylemde bulunulmadığı anlaşılır. 7 Haziran öncesi ortaya konulan zihniyet ve politika doğru uygulanırsa bu siyasal hareket daha başka eğilim ve bileşenleri de içine ya da yanına alarak genişleyebilir.
Şu anda AKP-MHP faşist ittifakını yıkmak temel hedeftir. Çünkü soykırım politikaları ve saldırılarını bu iktidar yürütüyor. Bu açıdan bu iktidarı yenilgiye uğratmak önemlidir. 2019 yerel seçimlerinde uygulanan politika doğruydu. Sadece AKP-MHP ittifakına kaybettirilmedi; Türkiye halkları ve demokrasi güçleri ile buluşmada da önemli bir rol oynadı. Eğer soykırımcı sömürgeci güçlerin Türkiye cephesinde yaratmış olduğu Kürt düşmanlığı önemli sayılacak düzeyde kırıldıysa bunda yerel yönetim seçimlerinde uygulanan politikanın çok büyük etkisi oldu. Bu seçimler sonrası Türkiye toplumunda Kürtlere ve HDP’ye yaklaşımdaki değişimler önemli görülmelidir. Sanki sadece AKP’ye kaybettirilmiş, CHP’ye kazandırılmış gibi yaklaşımlar yanlıştır. Bu tür yaklaşımlar bu politikayı boşa çıkarma ve yanlış gösterme amaçlıdır. 2019 yerel seçimlerinde en fazla HDP ve Kürtler kazançlı çıkmıştır. Eğer bunun sonuçları politikaya ve örgütlenmeye yansıtılırsa daha büyük kazanımlar elde edilir. Önümüzdeki seçimler de bunun için tarihi bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
Ancak sadece seçime dayalı politikalar ve mücadelenin buna endekslenmesi de yanlıştır. Çünkü yapılacak seçimlerin nasıl yapılacağı da belli değildir. Sistem içi partiler bile kuşkuyla yaklaşıyorsa radikal demokrasi güçlerinin daha fazla kuşkuyla bakması gerekir. Eğer bugünden başlayarak mücadele yükseltilirse, demokrasi cephesi genişletilir ve bu temelde mücadele büyütülürse olası bir seçimde demokrasi güçleri ve Kürtler kazanabilir. Bunun imkan ve olanakları herzamankinden daha fazla vardır. Yeter ki demokratik zeminde ve doğru temelde mücadele yürütülsün.