Mustafa Karasu
Yeni bir mücadele yılına büyük bir direniş ve işgal, imha saldırılarına karşı kendini siper eden fedailerin açtığı yolda yürüyerek giriyoruz. Soykırım saldırılarına karşı yürüttüğümüz mücadelede Partimizin çok değerli komuta, savaşçı ve öncü kadrolarını şehit verdik. Düşmanın soykırım vahşetine karşılık, her zaman zafer inancıyla devrim mücadelesinde yer alan, en zor şartlarda tereddüt yaşamayan, militanlık görevlerine kararlıca, yüksek bir iddiayla sarılan şehitlerimizin emrinde yürümeyi ve gereklerini yerine getirmeyi en temel görev bildik. Bu temelde 9 Ocak Paris şehitleri olmak üzere Önder Apo’nun özgürlüğü için fedai eylemlerle sürece cevap veren ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
Paris Katliamı ve süregelen soykırım saldırıları yüzyıllardır çözümsüz kalan Kürt sorununuda uluslararası güçlerin izlediği siyasetin sonucudur. Paris Katliamı da Avrupa’nın Kürt sorununda izlediği ikiyüzlü siyasetin sonucudur. Bizzat Erdoğan’ın emriyle MİT’in birinci derecede sorumluluğunda ve Fransa istihbaratının işbirliğinde gerçekleştirildi. Fransa devleti, katliamı örtbas etme çabasında. Katliamın faili Ömer Güney tutuklu bulunduğu cezaevinde intihar süsü verilerek ortadan kaldırılıp, katliamın üzeri kapatılmak, katliam gündemden düşürülmek istendi. Fransa devleti, MİT elemanlarının katliam hakkındaki itiraflarını görmezden geliyor.
Katliamın işlendiği yıl Önderliğimizle doğrudan Türk devlet yetkilileriyle Kürt sorununa demokratik çözüm arayışı temelinde diyalog süreci devredeydi. Esasta Türk devletinin demokratik çözüm niyeti ve siyasetinin olmadığı ve yine bir savaşa hazırlık temelinde oyalama süreci içerisinde olduğu zaman içerisinde ortaya çıktı. Önderdliğimiz bu gerçeği bilmesine rağmen yine de Türkiye ve Kürt halkının ortak demokratik, özgür geleceği açısından bir ortam yaratmak istedi.
Kürt sorununa demokratik çözüm arayışı temelinde diyalog sürecinin devrede olduğu bir süreçte Sara arkadaşın hedeflenmesi Sara yoldaşın hareketimizin önder kadın kadrolarından biri olmasından kaynaklanıyordu. Bu katliam; Kürdistan devriminin ağır yükünü omuzlayan, devrime öncülük eden Kadın Özgürlük Hareketine ve Önderliğimize verilen bir mesajdı. Halkımıza, Kadın Hareketine ve Partimize verilen mesajın şifreleri belliydi. Kürt sorunu her zamanki gibi Avrupa devletleri tarafırdan görmezden geliniyor ve siyasi çıkarlarına kurban ediliyordu. Katliamı yapan, organize eden her ne kadar faşist işgalci Türk devleti olsa da uluslararası güçler Türk devletini besliyor, destek veriyor. Türk devleti de onlardan aldığı güç ve destekle her türlü kirli savaşı en üst düzeyde Kürt soykırımı temelinde yürütüyor. Bu anlamda Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşının uluslararası boyutu asla unutulmamalıdır.
24. yılda Önder Apo daha fazla sahiplenilecektir
Özgürlük Mücadelemiz büyük emek, fedakarlık, cesaret ve fedailik ruhu ile yürütülmüştür. İnsanlığın yüceleşmesi, şehitlerimizin kahramanlıkları ile mümkün olabilmiştir. Bu anlamda Önder Apo’nun özgürlüğü için kendini yakarak eylem yapan Viyan Soran’ı ve tüm ‘Güneşimizi karartamazsınız’ şehitlerini bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum. Önderliğin esaretinin 23. yılı bitiyor, 24. yılına girecek. Kürt Halk Önderine karşı böyle bir esaret Türk devletinin karakterini ortaya koyuyor. Türk devleti Kürt soykırımını esas aldığı için Önderliğimizi zindanda çürütmek istiyor. Zaten idam cezası verdiklerinde bir daha oradan çıkamaz diyorlardı. Önderliği hem düşünce olarak, hem de fiziki olarak çürütmeyi hedefliyorlardı. Ancak Önder Apo mücadelesi ile uluslararası komployu boşa çıkardı. Halkı ile, örgütü ile, insanlık ile daha fazla bütünleştirdi. Düşüncesi ile sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu halklarının önderi konumuna ulaştı. Bu yönü ile bu 23 yıl insanlık tarihinin en büyük mücadelesi olarak geçti.
Soykırımcı Türk devleti ile Önder Apo arasında bir mücadele var. Ama Önder Apo Türk devletinin neler yapabileceğini bildiği için yıllarca özgürlükçü bir tutum sergileyerek devletin özel savaş politikalarına karşı gösterdiği mücadele ile ayakta kalmıştır. Bugün de Önder Apo üzerinde hala ağır bir tecrit var. Buna karşı 23 yıldır Kürt halkı ve dostları tecritin sona ermesi için mücadele ediyorlar. Yıllardır Kürt halkı Strasbourg’da bir nöbet tutuyor. Yürütülen bu eylem anlamlı ve çok önemli bir eylemdir. Bu, Kürt halkının Önder Apo’nun özgürlüğünde ne kadar ısrarlı olduğunu ortaya koyuyor. Zaten Avrupa’daki halkımız Önder Apo’yu büyük sahiplendi ve bu durum 23 yıldır devam ediyor. Strasbourg eylemi de bunun sembolüdür. Avrupa’da sadece Kürt halkının değil dostlarının da Önder Apo’nun özgürlüğü için büyük bir çabası var. İngiltere’de işçi sendikaları, Fransa’da demokrasi güçleri ve aydınların yürüttüğü bir mücadele var. Buna paralel olarak PKK’nin ‘terör’ listesinden çıkarılması için de kampanyalar devam ediyor.
Önderliği 23 yıldır sahiplenen Kürt halkı ve dostları 24. yılda daha fazla sahipleneceklerdir. 24. yıl Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanacağı yıl olacaktır. Halkımızın ve dostlarının yürüttüğü bu mücadelei gerçekten çok değerlidir. Önderliği sahiplenerek tüm insanlığı sahipleniyorlar. Biz de özgürlük mücadelesini geliştirerek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamaya çalışıyoruz. Hem Kürt halkının özgürlüğü, hem de Önder Apo’nun özgürlüğü mutlaka sağlanacaktır.
Efrîn’i sahiplenmek her Kürt’ün görevidir
Faşist Türk devletinin Efrîn işgalinin 4. yılındayız. 4 yıldır tüm dünyanın gözü önünde Efrîn halkına karşı Türk devleti tarafından büyük bir zulüm uygulanıyor. Efrîn halkı Türk devletinin işgaline karşı tam 2 ay boyunca fedaice direndi. Sivillerden de bir çok kişi şehit düştü. Böyle bir saldırı Türk devletinin uluslararası güçlerden aldığı destekle gerçekleşti. Yoksa 21. yüz yılda hiç bir devlet bunu kolay kolay gerçekleştiremez. Çünkü hiç bir nedeni yok bu işgalin. Ama Kürt halkına yönelik soykırım politikaları yürüten Türk devleti Efrîn’de özgür Kürdün yaşamasına tahammül edememiştir. Başka hiçbir açıklaması yok bunun. Türk devletinin destekçileri en başta Almanya, AB devletleri ve ABD’dir. Türk devleti bunlardan güç alarak soykırım yapmıştır. Efrîn’de baskı ve zulümden öte bir soykırım var. Buna karşı dünya ise sessiz kalıyor. Bu kadar işkence olacak, demografi değiştirilecek, Kürt halkına soykırım yapılacak ama dünya sessiz kalacak! Tabi bunda bazı işbirlikçi Kürtlerin de payı var. KDP’ye bağlı ENKS’li güçlerin oradaki işgali meşrulaştırması var. Hatta sanki orada bir işgal yokmuş gibi durumu normalleştirmeye çalışmaktadırlar. Bütün bunlar birleşince Türk devleti de bu politikayı uyguluyor. Buna karşı Efrîn halkının da büyük bir direnişi var. Şehba’da Efrîn’e yakın yerde Efrîn’e dönmeyi bekliyor, bunun için mücadele veriyor. Gerçekten örnek bir davranış sergiliyorlar. Ülkelerini terk etmiyorlar bu çok önemli. Çünkü Kürtlerde de, başka halklarda da görüyoruz biraz baskı görünce topraklarını terk edip dünyanın başka yerlerine göç ediyorlar. Ama Efrîn halkı Şehba’da kalarak Efrîn’i ne kadar çok sevdiklerini, ne kadar değer verdiklerini, ne kadar bağlı olduklarını gösterdiler. Efrîn’i sahiplenmek her Kürdün görevidir. Bütün Kürt halkı Efrîn halkının, Efrîn’i özgürleştirme mücadelesine destek vermelidir.
DAİŞ kullanılan bir güçtür
Türk devletinin DAİŞ çetelerine verdiği destek devam ediyor. DAİŞ çeteleri de Türk devletinden aldıkları bu güçle Irak’ta ve Kuzey-Doğu Suriye’de bir hareketlilik içerisine girdi. Son olarak Hesekê’de bulunan Sinaa Cezaevi’ne yönelik bir saldırı başlattılar. QSD güçleri DAİŞ’in saldırısını önceden fark etmemiş olsa da, saldırıdan sonra gereken cevabı vermiştir. Tabi DAİŞ herhangi bir örgüt değil. DAİŞ ile çatışmanın bazı sıkıntıları var. İşte Sinaa Cezaevi’nde yüzlerce çocuğu ve sivili rehin almış. DAİŞ sivilleri de, çocukları da öldürebilir. QSD güçleri eninde sonunda DAİŞ’i tasfiye edecektir. Ama DAİŞ’in hala bir tehdit olduğu ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Rojava devrimcileri DAİŞ’in en başta Türk devleti olmak üzere bazı güçlerden destek aldığını bilmeli ve ona göre tedbirlerini daha da güçlendirmelidir. DAİŞ kullanılan bir güçtür. Rojava Devrimi’ne karşı da en başta Türk devleti tarafından kullanılmaktadır. Buna cevap olarak Rojava Devrimi’ni güçlendirmek gerekiyor.
Amaç Arap halkı ile Kürt halkını karşı karşıya getirmektir. Çünkü DAİŞ’in de, Türk devletinin de en fazla rahatsız olduğu konu Kürtlerle Arapların ittifak yapmasıdır. Bu yönü ile saldırıyı ittifaka yapılmış bir saldırı olarak da görmek gerekir. Buna karşı ise Kürt ve Arap ittifakını daha da güçlendirmek gerekiyor.
Böylesi bir saldırı bölge halkları için çok büyük tehlike arzediyor. Türk devletine karşı bölge hükümetleri ve devletleri gerekli tedbirleri alması gerekir. Bu saldırı amacına ulaşsaydı DAİŞ için büyük bir hamle olurdu. DAİŞ yeniden daha etkili bir biçimde ortaya çıkabilirdi. Bu anlamda çeşitli güçlerin DAİŞ’i etkili bir şekilde ortaya çıkarma planları boşa çıkmıştır. Hesekê’yi tamamıyla ele geçirselerdi bu aynı zamanda Rojava Devrimi’ne saldırmaları ve yeni planlarını hayata geçirmeleri anlamına gelecekti. Bu da bölge halkları için çok büyük tehlike olurdu. Tabi QSD güçleri tamamıyla bunun önüne geçti. DAİŞ’e karşı mücadelenin sürmesi gerekiyor. Bu sadece Kürt halkının mücadelesi olmamalı. Arap halkının ve özellikle Ortadoğu halklarının mücadelesi olmalıdır. DAİŞ dinle, imanla alakası olmayan sapkın bir harekettir.
Şu anda İslamiyete en büyük zararı veren de DAİŞ’tir. DAİŞ’in İslam anlayışını kim benimseyebilir? Bu bakımdan DAİŞ’i bir İslami hareket olarak görmek doğru değil, çeşitli güçler tarafından kullanılan sapkın bir harekettir. Bu anlamda başta Arap halkı ve inananların DAİŞ’e karşı bir tutum ortaya koyması gerekiyor. DAİŞ’in Ortadoğu’da halkların kardeşliğine verdiği zarara karşı ortak bir tutum sergilenmeli. Ortadoğu’da halkların kardeşliğini esas alan demokratik bir sistem gelişiyor. Buna karşı DAİŞ yeniden hortlatılmak isteniyor. Ve DAİŞ yeniden Ortadoğu’da gerici bir hakimiyeti kurmak istiyor. Özgürlük ve demokrasi isteyen tüm toplulukların DAİŞ’e ve destekleyicilerine karşı ortak bir tutum takınması gerekiyor. Türk devleti DAİŞ eliyle Ortadoğu’yu işgal etmek istiyor. Bu anlamda tüm demokratik güçlerin, halkların Türk devletine de tavır alması gerekiyor.
Türk devleti özgürlüğün ve demokrasinin düşmanıdır
Yine DAİŞ çetelerinin Hesekê’ye saldırdığı gün işgalci Türk devleti de Şengal’i bombaladı. Hava saldırısında YBŞ komutanlarından Azad Êzdin şehit düştü. Türk devleti giderek bu tür saldırılarını daha da arttıracaktır. Şengal saldırısında şehit düşen komutanları ve savaşçıları saygı ve minnetle anıyoruz. Bu saldırılar Êzidî halkını bırakın yıldırmayı, mücadelelerini daha da arttıracaktır. Türk devleti özgürlüğün ve demokrasinin düşmanıdır. Türk devleti Ortadoğu’da nerede özgürlük ve demokrasi gelişirse kendisi için bir tehlike olarak görüyor. Çünkü Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi geliştiğinde Türk devleti dağılır. Dağılmamak, soykırımcı, sömürgeci karakterini korumak için de özgürlükçü, devrimci hareketlere saldırmaktadır. Şengal’e saldırmasının nedeni de budur. Hem Kürtlerin hiç bir yerde bir kazanımının olmaması için saldırıyor, hem de Şengal’deki sistemin örnek olacağını bildiği için saldırıyor. Bu yüzden yıllardır Şengal’e saldırıyor. Türk devletinin Şengal’e saldırısı bir DAİŞ saldırısı olarak görülmelidir.
DAİŞ nasıl Êzidîleri soykırımdan geçirmek istediyse Türk devleti de aynısını yapıyor. Nasıl DAİŞ’e karşı tutum alınıyorsa, Türk devletine karşı da alınmalıdır. Eğer bu yapılmıyorsa DAİŞ’e karşı alınan tutum sahtedir. Bu yönü ile artık Türk devletinin bu saldırılarına karşı herkesin tutum alması gerekiyor. Sessiz kalmak DAİŞ zihniyetinde olan Türk devletinin saldırılarına ortak olmak demektir. DAİŞ ile Türk devleti arasındaki tek fark, birisi devlet olmuş, uluslararası alanda yer edinmiş, diğeri ise böyle bir yer edinmemiş. Böyle görmek gerekiyor.
Türk devletinin bu kadar Şengal’e saldırmasına KDP zemin hazırlıyor. Êzidî halkı KDP istihbarat veriyor, Türk devleti saldırıyor diyor. Şengal halkının genel kanaati bu. Çünkü en fazla KDP oradaki özerk yönetime karşı çıkıyor. Bu yönü ile Türk devleti ile birleşmiş durumdalar. Irak ise KDP’nin ve TC’nin baskılarından dolayı sessiz kalıyor. O da sessiz kalarak ortak oluyor. Böylelikle saldırılara sadece göz yummuyor aynı zamanda teşvik de ediyor.
Êzidîler de saldırılara karşı sürekli savunmada olmamalılar. Bu saldırılara karşı artık cevap vermeleri gerekiyor. Her saldırıya sadece meydana çıkarak tepki gösterilemez. Başka tepkiler de verilmelidir. Bu saldırıların bundan sonra da devam edeceği açıktır. Ancak Êzidîler de bu kadar bedelden, bu kadar şehitten sonra direnmekten ve özerklikten vazgeçmeyeceklerdir. Êzidî halkının özerkliğini artık hiç bir güç önleyemez. Ne KDP, ne de Türk devleti engelleyebilir. Irak devleti TC ve KDP ile ilişkilerinden dolayı özerkliği tanıyamıyor ama Êzidî halkının özerkliğinin önü açıktır ve Irak devletine hiç bir zararı yoktur. Êzidîler bu kararlı tutumları ve mücadeleleri ile özerkliğe kavuşacaktır.
Sezen Aksu’ya saldırmak Erdoğan’ın itibarını sarsmıştır
AKP-MHP faşizmi her yerde saldırıyor ama bir bunalım, sıkışmışlık ve daralma da yaşıyor. Kendisi gibi olmayan, kendisi gibi düşünmeyen herkese saldırıyor. Son olarak Türkiye’nin önemli sanatçılarından Sezen Aksu’ya yönelik bir saldırı başlatıldı. Erdoğan ‘dilini koparırız’ şeklinde bir tehditte de bulundu. AKP-MHP faşizminin saldırıları giderek artıyor. Bu, AKP-MHP rejiminin çökme noktasında olduğunu gösterir. Hiç bir değeri kalmamıştır. İçeride de, dışarıda da siyasi desteği kalmamış. Özellikle Kürt halkının özgürlük mücadelesine yönelik saldırıda çok teşhir oldu. Ama hala son bir çırpınış içerisindedir. Onu da toplumu kutuplaştırarak yapıyor. Bu şekilde acaba yeniden iktidar olabilir miyim diyor. Kürt soykırımı yaparak, vatan-millet-Sakarya diyerek, şovenizmi kışkırtarak oylarını korumaya çalışıyor. Garê’yi, Metina’yı, Zap’ı Avaşin’i de işgal edip seçime gitmek istiyordu ama onlar da çöktü. Bu yüzden kutuplaştırmayı arttırıyor. Dini kullanıyor. Bütün umudunu dindar insanları kışkırtmaya bağlamış.
AKP iktidarının elinde dini kullanmak dışında hiçbir şeyi kalmamış. Zaten savcıları, hakimleri, yargıyı kendisi için kullanıyor. Kendisine muhalefet eden herkesi susturmaya, cezaevine attırmaya çalışıyor. Bu aslında ne kadar sıkıştığını gösteriyor. O kadar sıkışmış ki Sezen Aksu’nun yıllarca önce söylediği şarkıdan kutuplaştırma çıkarmaya çalışıyor. Acaba dindar kesimleri etrafımda toplar mıyım diye bir politika üretiyor. Halbuki Sezen Aksu Adem ile Havva’nın yasak elma yiyerek cennetten çıkmasına gönderme yapmış. Üslubu, ifadesi bazı kesimler tarafından beğenilir, beğenilmez o ayrı ama Sezen Aksu’nun öyle din karşıtı olduğunu söylenemez. Şimdi bunu bu kadar büyütmek, sanki Sezen Aksu islamiyeti yıkacak, Haçlı seferlerine karşı gibi Sezen Aksu’ya karşı da neredeyse savaş başlatacaklar. Bu tamamıyla DAİŞ anlayışıdır.
Erdoğan şuan 20 yaşında falan olsaydı Hesekê’de cezaevine saldıran DAİŞ’lilerin içinde olurdu. Söylediklerine, düşüncelerine, tutumlarına baktığınızda DAİŞ’ten ne farkı var? Dil koparırız diyor. Bunu söylemek birilerini kışkırtmak demektir. DAİŞ zihniyetlileri teşvik etmektir bu söylem. Yine bir gazeteci Çerkes atasözünü söyledi diye zindana attılar. Sezen Aksu’ya bu kadar saldırmanın Erdoğan’a bir fayda getireceğini sanmıyorum. Belki de Erdoğan’ın itibarını daha da sarsmıştır bu saldırı. Ama böyle bir iktidar sıkışırsa her yola başvurur. Erdoğan’ın nereden ne konuşacağı belli değildir. Sezen Aksu’ya saldırı elbette kınanmalı ama Erdoğan’ın zihniyeti iyi görülmeli. AKP-MHP iktidarının anlayışı ve zihniyeti görülmeli. Nasıl bir toplum yaratmak istiyor bu görülmeli. Gerçekten çok tehlikeli bir politika yürütüyorlar. İnsanları karşı karşıya getirmek ve kutuplaştırmak kadar tehlikeli bir politika olamaz. Fakat bu politikalar da AKP-MHP iktidarını kurtaramayacaktır.
Türkiye’de demokrasi ittifakı kurularak AKP-MHP iktidarına karşı mücadelenin yükseltileceğine inanıyoruz
AKP-MHP faşist iktidarının başta HDP olmak üzere muhalif tüm kesimlere yönelik büyük bir saldırısı sözkonusudur. Bu saldırılara karşı Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin mücadelesi de cılız da olsa sürüyor. Geçtiğimiz günlerde sol-sosyalist, demokrat 8 parti bir araya geldi. Bu buluşma Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir çalışmadır. Bu buluşmayı, bir araya gelip Türkiye’nin sorunlarına ortak çözüm aramayı önemsiyoruz, değer biçiyoruz. Türkiye’nin geleceği için mevcut AKP-MHP iktidarının düşürülmesi gerekiyor. Türkiye halklarının artık bu iktidarla yaşamaması gerekiyor. Bu iktidar faşist bir iktidar ve düşmesi için de zemin oluşmuştur. Çok zayıf bir hale gelmiştir. Düşmemesinin nedeni şimdiye kadar etkili muhalefet yapılmamasıdır. Etkili muhalefet yapılmamasının en önemli sebebi de Kürt sorununa yaklaşımdır. İYİ Parti ve CHP en büyük demokrasi mücadelesi yürüten Kürtlerle, HDP ile bir ortak yaklaşım içerisine girmek yerine Kürtleri ve Kürtlerin müttefiklerini eleştiriyor, uzak durmaya çalışıyor. Hatta enson Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına evet diyebileceklerini söylüyorlar. Böyle bir muhalefet olabilir mi? Bu şu anlama geliyor; Türkiye’de gerçek demokrasi mücadelesini sadece HDP veriyor. Aslında CHP ya da İYİ Parti’nin demokrasi mücadelesi verdiği söylenemez. Onlar sadece AKP’ye muhalifler. Bu açıdan Türkiye’nin acil demokrasi ittifakına ihtiyacı var. Bu konuda da HDP ve demokrasi güçlerinin sorumluluğu var. Yine geçmişte AKP’de yer almış ama şimdi AKP’nin demokratik olmadığını, hak, adalet vicdan olmadığını gören kesimler, müslüman insanlar, Türkiye’nin inançlı insanları AKP’den uzaklaşıyor. Bunların hepsi bir araya gelerek demokrasi ittifakında buluşmalıdır. Eğer AKP-MHP’ye faşist iktidar diyorsa sol-sosyalist ve demokrasi güçleri buna karşı da bir ittifak yapmalıdır. İttifak kurmadan, demokrasi çevreleri bir araya gelmeden faşizm yıkılamaz. Çünkü faşizm de yıkılmamak için sert yöntemler kullanıyor.
Faşist iktidar zayıflamıştır ama devletin imkanlarını kullanarak herkesi susturmaya çalışıyor. Buna karşı HDP’nin ittifak arayışı çok önemlidir. Türkiye’deki en canlı demokrasi güçlerinin diğer kesimlerle bir araya gelmesi gerekiyor. Bu yönü ile 8 partinin böyle bir ittifak anlayışı içerisine girmesi çok önemli. Ama hala bir ittifak kurulamamıştır. Herkes sorumluluk almalıdır. Hem yeni bir Türkiye yaratmak istiyoruz diyeceksiniz hem de sorumluluk almayacaksınız. Böyle devrimcilik olmaz, böyle sosyalistlik olmaz.
Özellikle Sol Parti neden bu ittifakın içerisinde yer almıyor? Demokrasi ittifakı olmadan AKP-MHP iktidarı nasıl yıkılacak? HDP ile diğer 8 parti ile bir asgari müşterek bulunamaz mı? Bu ittifak yaklaşımına gevşek yaklaşan Sol Parti ve diğer partileri eleştiriyoruz. Bu tutum bırakılmalıdır. Yoksa bu iktidarın ömrünün uzamasının sorumlusu olurlar. Kim bu ittifakın etkin bir parçası olmazsa o AKP iktidarının uzamasının sebebi olur. Çünkü bu dağınıklıktan, demokrasi güçlerinin biraraya gelmemesinden AKP-MHP iktidarı yararlanıyor. Şimdi bazıları diyor ki CHP-İYİ Parti Kürtlerle yanyana gözükmemek için HDP’den uzak duruyor. Peki Sol Parti niye uzak duruyor? Sol Parti’nin de mi böyle bir kaygısı var? Söylemlerini, yaklaşımlarını olumsuz görmüyoruz. Ama sadece söylemle olmaz ki. Neden bu ittifakın parçası değiller, bunu sorgulamaları gerekir. Bu, kime nasıl yarar getirir? Bunun bilinmesi lazım. O zaman bazıları da Sol Parti, HDP ile gözükmemek için bu ittifaka girmiyor diyebilir. Yani bu ittifaka girmemesinin gerekçesi ne? HDP ile farklı düşünceleri olabilir, ama asgari müşterekte buluşulabilinir. Bunun imkanları, zemini var; bu tartışılarak yaratılabilinir de. ‘AKP-MHP faşist iktidarını yıkmak için ortak ittifak kuruyoruz’ demek bile anlamlı.
Bu bakımdan 8 partinin bir araya gelmesini değerli bulduk. Daha da ilerletmeleri lazım. HDP’nin de ısrarlı olması gerekir. Yine AKP’den kopan dindar kesimin de bu ittifakın içine katılması gerekiyor. Şu anda Türkiye’de en temel gündemin demokrasi ittifakı olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu temelde AKP-MHP’ye karşı mücadele edilmeli. Eğer bu ittifak yaratılmaz, mücadele edilmezse, AKP-MHP iktidarı ayakta kalır, bunun sorumlusu da zamanında böyle bir ittifak kurmayanlar olur. Bu anlamda ittifak çalışmalarını önemli görüyoruz. Destekliyoruz. Zaten HDP’nin, Kürt halkının mücadelesi de Türkiye’yi demokratikleştirmektir. Demokratik Türkiye içinde özerk yönetimle, özerk yaşamak isteniyor. Bu Türkiye halklarının güçlenmesidir. Bu hem Türkiye halklarının çıkarınadır, hem Sünnilerin, hem Alevilerin çıkarınadır. Böyle bir Türkiye için neden bir araya gelinmesin?
Sonunda sağduyunun hakim olacağını, Türkiye’de demokrasi ittifakı kurularak AKP-MHP iktidarına karşı mücadelenin yükseltileceğine inanıyoruz. Eğer AKP-MHP iktidarı bu noktaya geldiyse bu Özgürlük Hareketinin yürüttüğü mücadelenin sonucundan kaynaklanıyor. Türkiye’de demokrasi isteyen herkesin bunu görmesi ve takdir etmesi gerekiyor. Bunu Türkiye’nin demokratikleşmesi için yapıyoruz. En sonunda bunu da gerçekleştireceğiz. Türkiye’yi demokratikleştireceğiz, Kürdistan’ı özgürleştireceğiz. Bu temelde AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi yükseltme çağrısında bulunuyoruz.