Zelal Amed
Rêber Abdullah Öcalan önderliğinde yaratılan büyük partileşme, büyük ordulaşma ve büyük halk örgütlenme gerçeği, Kürdistan kadar Ortadoğu ve dünya halklarının özgürlük mücadelelerine de tarihi kazanımları, tecrübeleri ve yeni mücadele alanlarını kazandırmıştır. Elbette PKK öncülüğünde örgütlü bir mücadele kültürünü yaratmak hiç de kolay olmamıştır. 20. yy’da ezilen sınıflar, halklar, uluslar kendi devrimlerini yaratırlarken, Kürt halkı tarihin en karanlık dehlizlerine kapatılmıştır. Ezenler ve onların temsilcilerince, yine kapitalist modernite güçlerince Kürtlere ‘hiç yaşamamışlar, hiç varolmamışlar’ şeklinde bakılmış, böyle bir halkın varlığını değil sözle dile getirmek, düşünmek bile büyük günah sayılmış, buna cesaret edenler nice yöntemlerle cezalandırılmıştır. Nasıl ki iktidarcılığın, devletçi-sınıflı uygarlığın ilk köleleştirdiği insan, sınıf, toplum kadınsa ve günümüzün kirli ve suçlu uygarlığı kadının köleleştirilmesi üzerinden kendini var ediyorsa; Kürt halkının ‘yokluğu’ üzerinden Ortadoğu’daki sömürgeci ulus-devlet sistemi de Rêber Abdullah Öcalan’ın PKK çıkışına ve tarihi ret hareketine kadar öyle ayakta kalmıştır. Esas acı olansa sadece ezenlerin bu yaklaşımları değil; ezilenler adına hareket ettiklerini söyleyenlerin mevcut kapitalist modernitenin aklına-ruhuna göre Kürt ve Kürdistan gerçeğine yaklaşmaları olmuştur. Sadece Ortadoğu’da değil, dünya çapında tarih sahnesinden en vahşi ve acımasız politikalarla dışlanan bir halk olan ve en ilerici denilen sol-sosyalist-devrimci güçlerin bile yok saydığı, görmezden geldiği, ‘gericiler, bunlardan bir şey çıkmaz’ dediği Kürt halkını ve Kürdistan’ı bu karanlık dehlizlerde bulmak, kendini görmesini ve kabul etmesini, bilmesini sağlamak; önce kendi özsaygısını-özgücünü kazanmasını sağlamak Rêber Abdullah Öcalan ve PKK önderliğindeki Kürdistan Devrimi’nin tartışmasız zaferi olmuştur.
Kürdistan özgürlük ve demokrasi devrimi ile 50 yıla yakın bir zamandır yaratılan ‘ilk’ler ve tüm yaşam değerleri, insanlığın 5 bin yıllık özgürlük mücadelesinde yaratılan değerlerin özeti gibidir. PKK mücadele tarihi adeta tarihin Kürt varlığında yeniden yazılması gibidir. Tarihin yeniden yaşamaya başlamasıdır; Kürt gerçekliğinde boğdurulmak istenen yaşam değerlerinin yeniden nefes alması, insanlık onurunun yeniden değer kazanmasıdır. ‘Yok’ denilen, ‘en geri, vahşi’ denilen bir halkın insanlık devriminin öncü ve ilerici saflarına ulaştırılmasıdır. Bu gerçeklik nasıl yaratıldı? Kapitalist modernite güçlerinin karşısında en çok savaştığı, 50 yıldır yıkmaya çalıştığı ve ancak en çok da anlamak istediği, ona bilinmez gelen ve onu en çok korkutan, ezberleri bozan Rêber Abdullah Öcalan kimdir ve PKK hakikati nedir? Bu soruların cevapları o kadar çoktur ki… Mücadele büyüdükçe de yeni cevaplar yaratılmaktadır. Rêber Abdullah Öcalan’ı ve PKK hakikatini anlamak için öncelikle mevcut uygarlıktan çıkmayı hedeflemek gerekir ya da mevcut ataerkil-iktidarcı-devletçi-sınıflı uygarlık ölçülerinin gözüyle ve aklıyla değil; onun tersinden bakmayı, anlamayı başarmak gerekir.
Kapitalist uygarlığın soykırım siyaseti ve yaşatılmak istenen Kürt trajedisi
Ezilen halklar ve toplumsal kesimlerin sömürgeci-kapitalist sınıflar karşısında mücadelelerini yaratmaları, inşa etmeleri ve her şeyden önemlisi de süreklilik kazanan bir mücadele gerçeğine ulaşmaları temel bir başarı ve zafer ölçüsü olmaktadır. Sömürgeci uygarlık güçleri, ezilenlerin örgütlenmemesi, mücadele bilgi ve tecrübelerini biriktirmemeleri, bunu bir kültür haline, bir modernite haline getirmemeleri, mücadelede süreklilik kazanmamaları için, yine kendisiyle birlikte devrimsel değişim ve dönüşüm gücünü diğer ezilenlere yaymamaları için ezilenlerin düşünsel-iradesel-yapısal parçalanmayı hep yaşamalarını sağlamayı hedeflerler. Ezilenlerin özgür düşünce, özgür irade, özgür toplumsallık yaratabilecekleri alanlara dönük hep saldırılar gerçekleştirilir. Bu alanlar işgal edilir, talan edilir, halksızlaştırılır, insansızlaştırılır. Bilinçler, bedenler, topraklar işgal edilir, yurtsuzluk dayatılır; insanlar ve halklar, varlıklarını-kültürlerini form ve sistem olarak inşa edecekleri alanlardan sürgün ettirilir. Kürt halkı bu sürgünleri en çok yaşayan halkların başında gelmektedir. Onbinlerce yıldır varoluşlarını sağladıkları, bilinçlerini yarattıkları ve toplumsal sistemlerini inşa ettikleri ana topraklarda katledilmeleri, soykırıma uğramaları, göç ettirilmeleri yetmezmiş gibi, son 200 yıldır da bu politikaların devamı olarak da ana topraklarından koparılmayı yaşamaktadırlar. Özelde Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluşunun temeli Kürtlerin Kürdistansız bırakılmasına; yine yaşamsız, dilsiz, kültürsüz, felsefesiz, siyasetsiz, sanatsız, duygusuz, bedensiz bırakılmasına tarih ve insanlık tanıklık etmiştir. 20. yy başlarından itibaren yoğunlaşan Kürt soykırımında, Kuzey, Güney, Doğu ve Batı Kürdistan’da yoğunlaştırılan bir yoksullaştırma, aç bırakma ve göç ettirtme, vatansızlaştırma politikası karşımıza çıkmaktadır. Kapitalist uygarlığın Ortadoğu’daki jandarması olan TC’nin egemen olması ve varlığı Kürtlerin her açıdan soylarının kırılmasına bağlanmıştır. Batılı güçler (NATO, AB vb) TC’yi hizaya getirmek için bir yandan onu her anlamda kendine bağımlı kılarak yönetirken, diğer yandan onu ezilenlerin (her halktan ezilenlere karşı) ayağa kalkışına engel olması için işkenceci-soykırımcı güç olarak beslemiş, her türlü desteği vermiştir. Bu güçler Kürt sorununu bir Gordion düğümü gibi tutarak, Ortadoğu halklarını parçalı kılarak sömürüsünü görünmez kılmaya çalışmıştır. Kapitalist güçler kurdukları bu oyun düzeniyle teslim alınmış halkları hem ana topraklarından edip, bu toprakları sömürüye açarken, Avrupa, ABD, Avustralya gibi kapitalist uygarlık alanlarına ucuz işgücü olarak göç edenlere de kapılarını açarak, para, oturum hakkı vb adı altında kapitalist uygarlığın ne kadar ‘demokratik’ olduğu yalanını herkese yutturmaya çalışmaktadırlar.
Kürt halkının ana topraklarından edilerek, yurtsuzlaştırılarak en çok göç ettikleri coğrafya Avrupa’dır. Sebebi ne olursa olsun; ister 4 parça Kürdistan’ı sömüren Türk-Fars-Arap ulus-devletlerinin askeri işgalleri, ister ekonomik talanı, ister sosyal altüst oluşlar olsun, Kürt halkı soykırım çemberine alındıkları için Avrupa’ya işçi-göçmen-mülteci-ilticacı olarak kaçmışlardır. Avrupa’ya ya da dünyanın farklı bir yerine gidişleri insanlığın doğal hareketlerine ve yer değiştirmelerine bağlı olarak gelişmemiştir. Kürt halkı, kendi topraklarından, tarihinden, varoluş hakikatinden, uygarlıklar yarattığı coğrafyadan kaçar hale getirilmiştir, egemen güçler hem evini yakmış, hem canını almış, hem de bu halkın parasını alarak onu topraklarından kaçmasını sağlamıştır. Yollarda ölmek, dağlarda donmak, denizlerde boğulmak pahasına…
Bu bir Kürt trajedisidir. Yaşamın ölümden beter hale getirilmesi, bir sömürgecilik politikasıdır. Bu trajediye, ölümün ‘yaşam’ diye kabul edildiği bu gerçekliğe en büyük darbeyi Rêber Abdullah Öcalan’ın yarattığı PKK devrimci çıkışı vurmuştur. Kürt halkını yüreğinden, beyninden vuran sömürgecilerin elindeki bu silah, tersinden kullanılmıştır. Ana topraklarından koparılan Kürt halkı, nerede olursa olsun, nereye giderse gitsin oradan Kürdistan’ı düşüncede, ruhta inşa etmeyi öğrenmiştir. Apocular ideolojik grupken de, 27 Kasım 1978’de partileştikten sonra da ‘Kürdistan’a dönüş’ perspektifini esas aldılar. Ankara’dan başlayan yürüyüş her anlamda Kürdistan’a dönüşün örgütlülüğünü, ideolojisini, mücadelesini Kürt halkının bulunduğu her yerde yükseltmeyi esas aldılar. Dezavantaj olan her durumu tersine çevirmek; imkansızlıklardan, olanaksızlıklardan şikayet etmeden, her şeyi hazır beklemeden, mücadelenin zorlu bir yol olduğunu unutmadan her gün kendini yeniden kararlaştırmak, yeniden örgütlenmek, yeniden ayağa kalkmak…
PKK tüm zorluklara rağmen, her yerde Kürt halkına ulaşmayı başarmıştır
Avrupa, kapitalist modernitenin coğrafyası olduğu kadar halkların özgürlük ve demokrasi direniş tecrübelerine de tanıklık etmiş bir yerdir. PKK, bu bilinçle ve kapitalizmin sömürgeci gerçekliğini unutmadan bu coğrafyaya sürülen Kürt halkına ulaşmayı temel bir mücadele ve başarı hedefi olarak belirlemiştir. 50 yıla yaklaşan mücadele süreci içinde genelde Kürdistan dışı alanlar, özelde de Avrupa alanı devrimin önemli ve anlamlı mücadele alanları olarak ele alınmıştır. Rêber Abdullah Öcalan 1979’da Ortadoğu sahasına çıktığında, yurtdışı alanlarının Kürdistan devrimine değer katan yerler olması için büyük emek vermiştir. Kürdistan’ın parçalanması, Kürt halkının dağıtılması bir sömürgecilik politikası olurken, her coğrafyada, özelde de kapitalist uygarlık güçlerinin hakim olduğu Batı ülkelerinde en güçlü halk örgütlenmesini yaratmak, maddi ve manevi halk gücünün Kürdistan’ın inşa çalışmalarına akıtmak ve bu temelde tüm sömürgecilerin planlarını boşa çıkarmak devrimin temel çalışmalarından olmuştur. Rêber Abdullah Öcalan, özellikle Avrupa’daki Kürdistanlıları ülkeye dönüşü bilinçte, ruhta ve pratikte gerçekleştirmeyi başarmıştır. Partileşme, halklaşma çalışmaları bu alanda hep güçlü tutulmuş ve kapitalizmi yüreğinden, beyninden yakalamak olarak ele alınmıştır.
Avrupa alan çalışmaları 1980’lerle birlikte yoğunlaşmıştır. Halk çalışması temel emek alanı olarak kabul edilmiştir. Yani partileşme çalışmaları, toplumsal çalışmaların, halkın örgütlendirilmesinin, eğitilmesinin güçlendirilmesi ile içiçe yürütülmüştür. Halktan kopukluk, partileşmekten-kadrolaşmaktan kopuşla aynı görülmüştür. Halk çalışması ideolojik-örgütsel çalışma olarak ele alınmıştır. Yine Avrupa sahası, doğru kadro duruşuna ulaşmanın önemli bir mücadele ve eğitim alanı olarak görülmüştür. Kapitalizm, özellikle sosyalist hareketleri ve öncüleri kendi liberalizminde boğmak, devrimci yapıları ılımlılaştırmak-eritmek için çok değişik yöntemler devreye koymuştur. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesini en çok destekleyenler Avrupa kapitalist devletleri olmuştur. Türk faşist rejimi çok sayıda sol-sosyalist muhalif güçleri bir dalga halinde Batı’ya sürgün etmiştir. Kapitalizm de bu güçlerin çoğunu uysal-kabul edilir pozisyona getirmiştir. Birçok örgüt mülteci sınırları aşamamış, marjinalleşmiş, sistemiçileşerek sıradanlaşmış, kısaca tasfiye olmuştur. Reformist sınırlarda takılıp kalmışlardır. Adeta Türkiye’de devrim yapmak unutulmuş, sistemin ‘demokratlığını’ aşmayan muhaliflik ‘ilerici’ olmanın ölçüsü sayılmıştır. Rêber Abdullah Öcalan ve PKK gerçekliği bu tehlikelere karşı dağ, zindan, köy-kent, Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu’da yürütülen mücadelede esas alınan devrimciliği, kadro-militan duruş, zihniyet ve ahlaki ölçüleri Avrupa alanındaki çalışmalarının da temeline oturtmuştur. Rêber Abdullah Öcalan bu gerçeklik karşısında halkını ve yoldaşlarını hep uyarmış; Avrupa’nın fiziki koşullarının rahatlığına karşılık, kapitalizmin insanların ruhlarını, iradelerini, duygu ve düşüncelerini ve sonuçta bedenlerini nasıl satın aldığını hep dile getirmiş; ‘Kendinizi, ruhunuzu, hayallerinizi bu sisteme satmayın’ demiştir. Yani imkanların çokluğu karşısında kendini kaybetmemek, keyfiyete düşmemek, kendini, halkını daha çok örgütlemek-eğitmek-yetkinleştirmek, yüzünü hep ülkene dönmek…
PKK tarihi, büyük bir mücadele tarihidir
PKK tarihi, büyük bir mücadele tarihidir. Sömürgeci-kapitalist güçlerle mücadele kadar içe dayatılan tüm gerici-teslimiyetçi anlayış, kişi ve tarzlarla mücadele ederek bu tarihi inşa etmiştir. Rêber Abdullah Öcalan özgür insan gerçekliğini bu mücadeleciliği süreklileştirerek ve toplumsallaştırarak hep güçlü tutmuştur. Avrupa’da da örgütün sürekliliği bu temelde sağlanmıştır. Örgüte içten dayatılan tasfiyeci anlayışlara ve dayatmalara karşı olduğu kadar, bunlara her türlü imkanı sunan kapitalist devletlerin PKK’yi terörist gösterme, yargılama, halkı ve kadroları zan altında bırakan komplolar yapma, tutuklama gibi saldırılarına karşı da büyük direniş ve mücadele yürütülmüştür.
Rêber Abdullah Öcalan Avrupa’da faaliyet yürüten kadro ve çalışanlara hitaben Eylül 1988 yılında yaptığı konuşmada tasfiye saldırılarına karşı nasıl bir mücadeleyi esas aldıklarını şöyle ifade etmektedir. “Yapılması gereken; örgütü derinliğine ve genişliğine korumak, örgütsel işleyişi (ki, bu olmazsa Avrupa’da örgütün sürdürülmesi olanaksız) en dengeli, en uyumlu bir biçimde sürdürmek, sağlam bir merkez, bölgeler, kol örgütleri geliştirerek ve yine verdikleri özeleştiriye uygun olarak, ülke içine yönelmeyi, Parti’ye kadro aktarımı görevlerine bağlı kalarak çalışmalarını yürütmekti. Parti’nin her tarafta yükselen itibarı, binlerce, onbinlerce kişiyi çekiyor. Bu, Avrupa’da da yaşanacaktır. Bu konuda yeterli hale gelmek, buna şimdiden uygun araçlarla karşılık vermek, sağlam bir siyasal değerlendirmeyle merkezinden tutalım özellikle de örgütsel kuruluşa geçmeyi becermek, önümüzde duran canalıcı ve mutlaka başarılması gereken görevlerdir. Artık bu görevleri, bundan sonra sağlayamıyorsanız, kişi kendisinden şüphe etmelidir. Bu kadar olanak ve imkan, bu kadar yakın destek, bu görevleri kat be kat fazlasıyla ve başarıyla yerine getirmeye imkan hazırlıyor, bunları kullanmanız gerekiyor…
Esas olarak da daha kapsamlı geliştirilmek istenilen emperyalizmin oyunlarını görmeye, bunları etkisiz kılmaya, bunun için de en başta kapsamlı kitle örgütlemelerini, kitlenin bizzat kendi öz örgütlenmelerini, öz yönetimlerini yaratmaya çağırıyoruz. Bunu yapmak demek Cephe’yi oluşturmak demektir. Yine kendi kadro örgütlenmelerini sağlam yapmalıdırlar. Bu da Parti çekirdeği demektir. Bu konuda hepinizi eski hatalı, yetersiz yaklaşımlardan kurtulup Parti’nin son derece güçlenmiş, netleşmiş yaklaşımlarını esas almaya ve uygulamaya çağrıyoruz.”
Rêber Apo bu yıllar içinde sayısız kadroyu eğiterek Avrupa sahası faaliyetlerine göndermekle birlikte, bu alanı bir ‘yedek parti’ gücü olarak ele aldı. Halkın kendini örgütlemesi, öz yönetim gücünü açığa çıkarması için tarihsel perspektifler geliştirdi. Sömürgeci devletlerin çaldığı insanlarımızı tekrar büyük bir güç haline getirip Kürdistan devrimini büyütecek kadro-çalışanlar haline getirdi ve bu gücün kendisini ülkeye aktarmasını sağladı. Avrupa alan çalışmalarını sadece kendi içine kapalı olmamasını sağladı. Derinleşerek Kürdistan’a doğru akan bir nehir gibi; halk örgütlenmesinde, kadın özgürlük çalışmasında, gençliği devrimlerle buluşturmada, basın-yayında, eğitimde, kadro çıkarmada, diplomaside, kültür-sanatta, enternasyonal ruhu büyütmede, ulusal kurumlaşmalarda, inanç alanının örgütlenmesinde büyüyen bir devrim tablosu oluşturulmuştur.
PKK’nin en temel güç kaynağı özgürlük çizgisini büyüten şehitleridir
50 yıla varan mücadelenin en temel güç kaynağı özgürlük çizgisini, örgütlülüğünü büyüten şehitleridir. Kürdistan şehitleri devrimin esas sahipleri ve yaratıcılarıdır. Kürdistan’ın dört bir yanından partiye akan, özgürlük aşkıyla dağlara çıkan, büyük ideolojik derinliğe ulaşarak komutanlaşan onbinlerce şehidimiz vardır. Şehitler Kürdistan hakikatinin kendisi olmaktadır. Avrupa’dan Kürdistan özgürlük mücadelesine katılan, gerillalaşan, komutanlaşan ve tarihe altın harflerle büyük başarılar yazdıran nice şehitlerimiz vardır. Avrupa kapitalizmine karşı tüm insanlığın ve Kürt halkının haklarını, Kürdistan devrimini onurlu yaşam değerlerini savunmak için gözlerini kırpmadan ülkeleriyle buluşan nice öncüler çıkmıştır. Her alanda tarihin onlara verdiği tüm sorumlulukları başları dik olarak onlar yerine getirdirler. Kimler miydi onlar? Hüseyin Özbey (Harun), İbrahim İncedursun, Binevş Agal (Berivan), Zeynel Akyar, Hüseyin Çelebi, Engin Sincer (Erdal), Enver Polat (Selçuk), Emel Çelebi, Hasan Kızıler (Mazlum), Uta Schneiderbanger, Ekin Ceren Doğruak (Amara), İsmail Nazlıkul (Kasım), Bedriye Taş (Ronahi), Nilgün Yıldırım (Berivan), Bedran Öztürk, Zeynep Erdem (Jiyan), Sinan Cemgil Kahraman,Canan Demirel, Fatoş Sağlamgöz (Sema), Fidan Doğan, Leyla Şaylemez, Andrea Wolf, Ahmet Kılıç (Murat Dep), Zin Botan, Binevş Edessa, İsmail Özden (Zeki Şengali) ve halkımızın, kadınların, gençliğin binlerce yiğit öncüleri…
Rêber Apo, tüm şehitlerimize bağlılığın bir gereği olarak, onların yarattıkları örgüt ve mücadele düzeyini korumak ve büyütmek için büyük özgür yaşam ilkelerini evrenselleştirmeyi esas almıştır. Rêber Apo, kapitalizmin saldırılarının, oyunlarının nasıl boşa çıkarıldığını ve Avrupa gibi bir mücadele alanında PKK’nin nasıl bir duruş sergilediğini şöyle anlatmaktadır: “Onların kapısında dilenci gibi gözyaşı dökmedik, onlara yalvarıp yakarmadık. Tersine direnişimizi geliştirdik. Direnişimizin teori ve pratiğini bağımsız bir biçimde onlara muhtaç olmadan, onların sözde hayırseverliğine, bağışlayıcılığına, insan hakları safsatasına ve yardımseverliğine sığınmadan yaptık. Ve bunu başardık.” Kapitalizm Rêber Apo çizgisinin ve örgütlenmesinin en tehlikeli yanı olarak, onun bağımsız duruşunu, boyun eğmezliğini, özgürlükteki ısrarını, özgüce dayanmasını görmüşlerdir. Tüm saldırılarına ve komplolarına rağmen, Papa ve Palme cinayetlerini PKK’nin üzerine atmalarına rağmen hakikatler ortaya çıkmış, kendilerinin kirli ve karanlık yanlarının suçlu olduğu Avrupa demokratik kamuoyunca görülmüştür. PKK’nin başarısı karşısında tutuklama, yargılama, ‘terör listelerine alma’ da sonuç vermemiştir. Almanya Düsseldorf Davası ile tarihi sonuçlar almayı hesaplarken, kendisi yargılanmıştır.
Rêber Apo, Nisan 1989 tarihinde Palme cinayeti için şunları belirtmiştir: “1984 Atılımıyla birlikte, Brüksel çevresi dediğimiz NATO’cu çevrelerinin de onayı ile başa gelen 12 Eylül faşizmine karşı oldukça tutarlı bir direniş geliştirdiğimiz ortaya çıktı. Bu savaşın özgücümüze dayalı olarak geliştiğini anladıklarında durumun değişik olduğunu, PKK’ye karşı daha değişik yaklaşımların gerekli olduğunu, PKK’nin artık terörist olduğunu, doğru bir hüküm geliştirmenin gerekli olduğunu düşündüler. Ve bildiğimiz Palme senaryosunu geliştirmeye çalıştılar. Palme senaryosu deyip geçmemek gerekir. Palme Batı sisteminde, özellikle onun demokrasi geleneğinin temsili, biraz da gerici emperyalist çevrelerin çıkarlarını tehdit eden, ama aynı zamanda sistemi de iyi koruyan önde gelen bir kişiliktir. Palme aynı zamanda bir kurumdur. Sosyal demokrasinin geleneği, onun ruhu, onun beynidir. Halk yığınları bu isme aşina olup, ona son derece tutkundurlar. Ayrıca İskandinavya ülkelerinde önder konumundadır ve demokratik gelenekleri ağır basan en barışçıl bir ülkedir. Başta ABD olmak üzere, gerici NATO çevrelerinin başını ağrıtan bir ülkede 30 yıl iktidarda kaldı. Emperyalizme rağmen, birçok ulusal kurtuluş hareketine ilgi göstermiş, barışçıl olmuştur. …. Öte yandan Palme’ye karşı düzenlenecek bir suikaste bulaştırılacak bir örgüt, kesinlikle Avrupa’da terörist ilan edilip mahkûm edilecektir. Bir örgüt Avrupa’da teröristlikle mahkûm edildi mi, hayat alanı oldukça daralır, faaliyetleri kısıtlanır ve bunun üzerine Avrupa’nın bütün emniyet güçleri seferber edilir. Ve o örgüt bulunduğu alandan dışarıya çıkartılmaya çalışılır. Görülüyor ki çok hayati ve kapsamlı bir plandır. Ve yalnız bu kadar da değildir, PKK’nin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin başına bu tecrit duvarı örüldüğü gibi, kurtuluş hareketleriyle ilişkisini sürdüren Palme’ye özellikle Reagan tarafından bir cevap verilmiş ve bir hesap görülmüş olacaktır.”
Türk, Alman ilişkileri ve Düsseldorf Davası
Yine Düsseldorf Davası için de Rêber Apo aynı tarihli konuşmasında şunları belirtmiştir: ‘AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu), Alman çizgisi çerçevesinde Türkiye ile ilgilenir. İngiliz ve Fransızlar bu konuda ikinci ve üçüncü sırada gelirler. Her şeyden Alman emperyalizmi sorumludur ve ona bu görev büyük dayıları ABD tarafından verilmiştir. Federal Almanya’ya “Türkiye’yi en iyi idare edebilecek güçsün, bu konuda tarihte büyük tecrübelerin var. Günümüzde de ekonomik ve siyasi gücün buna son derece uygundur” demişlerdir. Ve Türk faşizmi de buna oldukça öykünür. İş yalnız bu kadarla da sınırlı değildir, milyonlarca emekçinin Almanya’nın uşağı haline getirilmesi için ne gerekiyorsa, bunların her türlü işbirlikçilik temelinde sunulması sağlanır. İşte bu kadar kapsamlı ele alınacak bir tarihsel çerçeveye sahip olan Türk Alman ilişkilerine ve 12 Eylül faşizminin tezgahlanmasının en önde gelen gücüne, onun gerici hükümetine karşı Türk uşaklığını zor duruma düşürdük. Önünde tek çıkış noktası vardı o da; davayı giderek PKK’nin tüm varlığını yargılayacak bir seviyeye getirmek!…
Türk işbirlikçilerinden daha fazla Alman çıkarları, Alman emperyalizminin Ortadoğu’daki çıkarları tehlikededir. Türkiye jandarmacılığıyla Anadolu’da, Kürdistan’da, Ortadoğu’da yürüttüğü politikası tehlikelidir ve bu tehlikenin en başında da PKK geliyor. İşte öfkeyle kendi yasalarına bile ters düşerek, PKK davasını günün önemli bir siyasi davası haline getirmesi, tümüyle PKK’yi yargılamaya cesaret etmesi bu çıkarlarının tehlikeye girmesinden ötüdür.
Onların yargılamak istedikleri nokta şudur; halkımızın biricik umudu olan PKK’nin direnişçi devrimci atılımıdır. Bununla yalnız hukuki veya siyasi olarak değil, ideolojik ve kültürel olarak da bizi mahkum etmek istediler.
Tıpkı Diyarbakır’daki PKK yargılanmaları gibi, Almanya’daki yargılanmanın da tarihi bir anlamı vardır. Diyarbakır’daki yargılanma Kürdistan gerçeğinin ilk defa Türk barbarlığına karşı korkusuzca ve büyük bir cesaretle savunulmasıdır. Almanya’daki PKK davası da Kürdistan gerçeğinin, özellikle onun PKK önderliğinde ayağa kalkan direnişçiliğinin bu sefer de emperyalist sisteme karşı savunulmasıdır. Aynı zamanda Alman emperyalizminin Türk işbirlikçileriyle birlikte baştan beri tarihi ve güncel her cephede işledikleri suçlarının da yargılanmasıdır. Bu, onların bir halk üzerinde yürüttükleri soykırımın açığa çıkarılması ve suçlarının ölçüsünün çok iyi bir biçimde gösterildiği bir yargılama kürsüsüdür. Kürdistan halkı gibi mazlum bir halkın tarih sahnesinden tasfiye edilmek istenmesinde, 12 Eylül faşizminin oynadığı rolün arkasındaki karanlık, resmi ve gayrıresmi güçlerin ideolojik, askeri, siyasi güçlerin binbir hesaplarının görüldüğü bir yargılanma davasıdır. Bir dönemler nasıl Hitler faşizmi Dimitrof şahsında bütün bir sosyalizmi mahkûm etmek istemişse, Alman emperyalizmi, onun gerici hükümetlerinin baş yardakçısı olan Alman savcısı da günümüzün en devrimci hareketi ve Ortadoğu’da en devrimci örgüt olan PKK’yi yargılamakla bağımsızlık temelindeki sosyalizmi ve yurtseverliği mahkûm etmeye çalışmaktadır. Varsın yargılasınlar. Onlar bu yargılamayla kendi çıkarlarının gereklerini yapacaklar, ama biz de onların çıkarlarının nelerden ibaret olduğunu, tarih boyunca ve günümüzde bu çıkarların Türkiye halkları, Alman halkı ve halkımızın, yine gerçek Alman demokratlarının bile nasıl aleyhinde olduğunu göstereceğiz. Bunların halkların düşmanlığı, demokrasi düşmanlığı yüzlerini unutmayalım. Bütün bunların halkların çıkarlarıyla ne ilişkisi olduğunu ortaya koyacağız. Ve böylece kimlerin nasıl yargılanması gerektiğini, yine yargılayanın nasıl yargılanması gerektiğini mahkemede çok ustaca ortaya çıkaracağız. Bunu yargılarken, aynı zamanda temsil ettikleri emperyalist sistemi, NATO’nun iç yüzünü de açığa çıkaracağız.
Avrupa’da halkımız her gün daha fazla örgütlenmelidir
Avrupalılar’ın ‘bizim öz malımızdır’ dedikleri, ama neredeyse tarihin çöplüğüne attıkları soylu demokrasi ve sosyalizm kavramlarını Avrupa’nın tam ortasında güçlü bir savunmayla sahip çıkmamız söz konusu olacaktır. Bu da PKK’nin enternasyonalizme en sağlam katkılarından birisi olacaktır.
Görülüyor ki, PKK çizgisi nerede olursa olsun; haksız bir uygulamaya tabi tutulmak istenildiğinde onun doğru savunulması durumunda, karşıdaki güç ne kadar büyük olursa olsun ve kendini ne kadar efendi görürse görsün PKK tarafından yargılanmaktan kurtulamayacaktır. Partimizin çizgisi büyük haklılıktan, insani olma gücünden ve bağımsızlıktan kaynağını alır. Bu açıklık, karşı tarafın büyük tarihi kirine, gericiliğine ve iliklerine kadar haksızlık yapmasına karşı ortaya çıkmıştır. Bu tip yargılamalar Engizisyon Mahkemeleri’nden tutalım, Hitler Mahkemeleri’ne kadar tarihin her döneminde olmuştur. Ama karşılarındakiler ne kadar azınlıkta olursa olsun, kendilerini savunmaktan ne kadar yoksun bırakılmak istenilirse istenilsinler, tarih her zaman bu tarzda yargılama yapmaya kalkışanların yargılandığını ve tarihin hükmünün de bu resmi yargılayıcıların değil, yargılananların lehine tecelli ettiğini göstermiştir!”
Hiç şüphesiz yıllardan beri, partimiz Avrupa’daki halkımıza hem birçok şey verdi, hem de halkımızdan birçok değer de aldı. Maddi katkıları, savaşçı katılımları mücadelede vazgeçilmez bir anlam ve değere sahip olmuştur. Ve halen de en verimli ve kapsamlı bir biçimde bu işlevini sürdürmektedir. 1980-90’lardan itibaren, yine 2000’lerde PKK’nin gelişiminde, emekçi halkımız, kadınlarımız ve gençliğimiz kesinlikle belirleyici bir rolün sahibi olmuştur. Rêber Apo büyük insanlık savunmalarında bir Ortadoğu’daki halkımızın, bir de Avrupa’daki halkımızın emeğine vurgu yapmıştır. Fakat bu böyle olmakla birlikte, her zaman kapitalizmin sistemiçileştirme, kendine benzetme saldırılarının karşısında bu emeklerin her an boşa çıkabileceği uyarısını da yapmaktadır. ‘Bundan daha fazlasına gerek yok’ deme durumunda olunmaması gerektiğini, tam tersine daha fazla çalışmanın her zaman gerekli olduğunu söylemektedir. Rêber Apo Avrupa’daki halkımıza hitaben 5 Ağustos 1994 tarihli konuşmasında şunları söylemektedir: “Parti, örgüt sizin içindir. Sizin için olamıyorsa, ‘Biz halk olarak kendi kendimiz içiniz’ deyin. Parti gökten inmiş değil, sadece bir araçtır. İyi köprü rolünü gördü mü, size iyi değer taşıdı mı başınızın üstünde yeri vardır. Baktınız fazla bir şey veremiyor, kırıp döküyor, bakmayın ona, ağaç olarak güvenmeyin. Kendinize güvenin. Çünkü Önderlik de gerektiğinde Parti’den daha fazla size ulaşmayı bilen bir kurumdur. Bazen kendimi Parti yerinde, hatta daha fazlasında tutuyorum ve size ulaştırıyorum. O zaman yine bizden öğrenin, ihtiyacınız olan her şeyi bizde bulabileceğiniz gibi, görevlerinizi de bilince çıkarabilir ve çözüm gücü olabilirsiniz. Bu anlamda çaresiz değilsiniz. Yüz binleri bulan bir kitleyi ifade ediyorsunuz, her biriniz ülkede beş tane akrabasını kazanırsa bu eder bir milyon. Kazanamaz mısınız? Rahatlıkla mektupla, telefonlarla bile bunu yapabilirsiniz. Kendinizi yayamıyorsanız bitmişsiniz, zavallısınız ve bizi hiç anlayamamışsınız demektir. Bundan sonra sizin göreviniz budur ve artık Avrupa’yı değil, ülkenin içini fethedeceksiniz. Fethetmenin zamanıdır, bu mümkündür ve olağanüstü olanaklarımız da vardır, bunları kullanacaksınız.”
Özel savaş bir yandan baskıyı dayatır, bir yandan aç bırakır
Rêber Apo’nun 14 Eylül 1994 tarihinde Avrupa’daki halka hitaben yaptığı çağrı ile yazımızı tamamlayalım: “Avrupa’daki bütün Kürdistanlı kitleye şunu söylüyorum; özel savaş oyunuyla ülkemizden koparıldınız. Özel savaş bir yandan baskıyı dayatır, bir yandan aç bırakır. İşkenceden ve açlıktan kurtulmak için Avrupa’ya yöneldiniz. Bu anlaşılır, suçlanacak bir durum değildir. Suçlanacak husus şudur; düşmanın oyununu görmeme, görüp de ona karşı dikilmemedir. Geç de olsa gerçeği görmüş, düşmanın oyununu sezmiş ve hatta bu temelde Avrupa’yı da çok iyi kullanabilirim diyorsa; bu kitlemiz, bu insanlığımız değerlidir ve vatanlarına, özgürlüklerine hayırlı birçok çalışmayı başarıyla yerine getirebilirler.
Daha fazla böyle olanaklarınız var. Çünkü ülke yaşamını da tanıdınız. Her türlü baskıyı, horlanmayı gördünüz, Avrupa’yı da gördünüz. Bunlar hepinizde, tüm Avrupa’daki Kürdistanlı kitlede muazzam bilinç yaratır, hırs, kin yaratır. Bunların hepsini parti hizmetine, parti örgütüne, bizzat kendi halk örgütünüze taşırın, örgütlenin. Fazla tehlike yok aslında. Avrupa’da halkımız her gün daha fazla örgütlenmeli. Örgütsüz tek bir aile, tek bir fert bile kalmamalı. Hedef, Avrupa’daki bütün Kürdistanlı halk yığınlarımızı, hatta Türkiye’nin de etkilenmiş kesimlerini örgütlemektir.
Şimdiye kadarki çalışmalarımız buna da gereken imkanı, olanakları sunmuştur. Ama kendiniz de artık örgütlenin, kendi iradeniz seslensin. Kendiniz bol bol toplantılar yapın. Olanaklar çoktur, çekinmeden kullanın. Ülkeye yönelik olarak da, köyünüzü, akrabalarınızı, tanıdığınız kim varsa mektupla, telefonla örgütlemelisiniz. Beklemeden, kimse size bunları söylemeden de herkes bizzat “öz görevimdir” diyerek bu araçlara sarılıp bir örgüt yaratmalı. Bu görevinizi yerine getirdiğinizde göreceksiniz ki, devrimin en temel gücü sizsiniz. Ve devrim, bu gücün örgütlenmesiyle zafere doğru gidebilir. Bunlar sizin kurtuluşunuz içindir. Çünkü siz çok zorluklar içinde yola çıktınız. Her türlü mahrumiyete kapıldınız. Devrim, sizin nihai kurtuluşunuza cevap veriyor. Devrim sizindir ve sizin eseriniz olmalıdır.”